22 Nisan 2026
Mülk Sûresi 27-30 / Kalem Sûresi 1-15 (563. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mülk Sûresi 27. Ayet

فَلَمَّا رَاَوْهُ زُلْفَةً س۪ٓيـَٔتْ وُجُوهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَق۪يلَ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَدَّعُونَ  ...


Onu (azabı) yakından gördükleri zaman inkâr edenlerin yüzleri kötüleşir ve onlara, “İşte bu, (alaylı bir biçimde) isteyip durduğunuz şeydir” denir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 رَأَوْهُ onu görünce ر ا ي
3 زُلْفَةً yakından ز ل ف
4 سِيئَتْ kötüleşti س و ا
5 وُجُوهُ yüzleri و ج ه
6 الَّذِينَ kimselerin
7 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
8 وَقِيلَ ve dendi ق و ل
9 هَٰذَا işte budur
10 الَّذِي
11 كُنْتُمْ olduğunuz şey ك و ن
12 بِهِ onu
13 تَدَّعُونَ çağırıyor(lar) د ع و

فَلَمَّا رَاَوْهُ زُلْفَةً س۪ٓيـَٔتْ وُجُوهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَق۪يلَ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَدَّعُونَ


فَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  س۪ٓيـَٔتْ ‘in cevabına müteallik olup mahallen mansubdur.

لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

رَاَوْهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رَاَوْهُ  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  زُلْفَةً  kelimesi,  رَاَوْهُ ‘daki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

س۪ٓيـَٔتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  وُجُوهُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ق۪يلَ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la  س۪ٓيـَٔتْ ‘e matuftur.  ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.

Mekulü’l-kavli,  هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ ‘dir.  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

بِه۪  car mecruru  تَدَّعُونَ  fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri,  بإنذاره  (Onları korkutmakla) şeklindedir. 

تَدَّعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَدَّعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi دعو ’dir. İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَلَمَّا رَاَوْهُ زُلْفَةً س۪ٓيـَٔتْ وُجُوهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا


فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رَاَوْهُ زُلْفَةً  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

رَأوْهُ  fiili gelecek zaman olarak kullanılmıştır. Kesin gerçekleşeceğine dair maziye benzetilerek mazi sıygası olarak getirilmiştir. Tıpkı Nahl suresi 1. ayette geçen  أتى أمْرُ اللَّهِ sözündeki gibi. (Âşûr)

زُلْفَةً  kelimesi  رَاَوْهُ  fiilindeki mansub zamirin halidir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  س۪ٓيـَٔتْ وُجُوهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

وُجُوهُ  için muzâfun ileyh konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Zamir makamında  الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ‘nin zikredilmesi, tahkir kastına matuf ıtnâb sanatıdır.

س۪ٓيـَٔتْ وُجُوهُ  ifadesinde kötü olmak, yüze isnad edilmiştir. Aslında kötü olan yüz değil yüzün sahibidir. Bu üslup, o kişinin durumunun kötülüğünü mübalağa için yapılan mecazî isnad sanatıdır. 

Ayet-i kerîmede izmar mahallinde izhar üslubu vardır. Siyâktan kimlerin yüzlerinin azabı gördüğü vakit kararacağı anlaşılmaktadır, yani  وُجُوهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  ifadesi yerine  وُجُوهُهم getirilebilirdi. Ancak burada zamir yerine ism-i mevsûlün getirilmesiyle, inkârcılar tahkir edilmek/zemmedilmek istenmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

كَفَرُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

 وَق۪يلَ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَدَّعُونَ

 

Cümle, atıf harfi  وَ  ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ق۪يلَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَدَّعُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

هٰذَا  müsnedün ileyh,  الَّذ۪ي  müsneddir.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle işaret edilenin önemini vurgular. 

Cehennemdeki azaba işaret eden  هٰذَا ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Haber konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  كُنْتُمْ بِه۪ تَدَّعُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, bahsedilen konunun muhatap tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında sıladaki habere dikkat çekme kastına matuftur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , konunun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir. 

كَان ’nin haberi olan  تَدَّعُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

الَّذ۪ي - الَّذ۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَدَّعُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Mülk Sûresi 28. Ayet

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ  ...


De ki: “Söyleyin bakalım: Diyelim ki Allah beni ve beraberimdekileri helâk etti, yahut bize acıdı. Peki, ya inkârcıları elem dolu bir azaptan kim koruyacak?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَرَأَيْتُمْ baksanıza ر ا ي
3 إِنْ eğer
4 أَهْلَكَنِيَ beni öldürse ه ل ك
5 اللَّهُ Allah
6 وَمَنْ ve olanları
7 مَعِيَ benimle beraber
8 أَوْ yahut
9 رَحِمَنَا bize acısa da ر ح م
10 فَمَنْ kim?
11 يُجِيرُ kurtarabilir ج و ر
12 الْكَافِرِينَ kafirleri ك ف ر
13 مِنْ -dan
14 عَذَابٍ azab- ع ذ ب
15 أَلِيمٍ acıklı ا ل م

Müşrikler Hz. Peygamber’in ölümünü istiyor ve bunu açık bir şekilde dile getirmekten de çekinmiyorlardı (bk. Tûr 52/30-31). Hatta onu öldürmek için tuzak kuruyor (bk. Enfâl 8/30), böylece ondan ve getirdiği dinden kurtulacaklarını sanıyorlardı. İşte bu âyetler onların niyet ve beklentilerine bir cevap olmak üzere inmiştir (bk. Râzî, XXX, 76). 28. âyette Hz. Peygamber’in varlığına son verilmesinin veya ölümünün ertelenmesinin müşrikler için herhangi bir fayda sağlamayacağı, kendilerine verilecek elem verici cezayı önleyecek bir gücün de asla bulunmadığı ifade edilmiştir. Âyette ayrıca hayatın ilâhî bir rahmet olduğuna, Hz. Peygamber’in de eceli geldiğinde öleceğine işaret edilmektedir (İbn Âşûr, XXIX, 51-52). 29. âyette ise müminlerin inandıkları ve güvendikleri Tanrı’nın esasen müşriklerce de bilinen ve Rahmân ismiyle anılan yüce Allah olduğu belirtilmiş, bu gerçeğin kendilerine tebliğ edilmesi Hz. Peygamber’e emredilmiştir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 425

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ 


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli, اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Mef’ûlu bih mahzuftur. Takdiri, شأنكم أو حالكم (Haliniz veya durumunuz) şeklindedir.

اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ  cümlesi amili  رَاَيْتُمْ ‘ün ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَهْلَكَنِيَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ي ‘sı mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  نِ  vikayedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ‘la  اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ ‘daki zamire matuftur.  مَعِيَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَحِمَنَا  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur.  رَحِمَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن متّ أو حييت فلا فائدة لكم في ذلك لأنّه لا مجير لكم من عذاب الله (Eğer öldürülür veya diriltilirsem bunda size fayda yoktur. Çünkü sizi Allah’ın azabından hiç birşey koruyamaz.) şeklindedir.

مَنْ  istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ  cümlesi  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُج۪يرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْكَافِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مِنْ عَذَابٍ  car mecruru يُج۪يرُ  fiiline mütealliktir.  اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

قُلْ  emri her zaman Resulullah'a (sav) tebliğ etmesi emredilen şeyi ve bunun Allah katında bir mekanı olduğunu ima eder.

Ayet  قُلْ  emriyle başlamıştır. Bu; surede bu şekilde başlayan dördüncü cümledir. Kur’an-ı Kerîm'de pek çok kez geçen bu emir, Rasûlullah'ın (sav) kendinden tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah'a (sav) قُلْ  diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur’an-ı Kerîm'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce, kendisine bunu indiren Allah'ın, o (sav)’e  قُلْ  dediğini işitiriz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 419)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih, kınama ve takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

أرَأيْتُمْ  fiilindeki istifham inkârîdir. (Âşûr)

"Ey Resulüm! De ki: Allah beni ve benimle beraber olanları helak ederse, …"

Burada helakten maksat ölümdür. Ölüm, helak olarak ifade edilmiş, çünkü o kâfirler, Peygamberimizin ve müminlerin helaki için beddua ediyorlardı. (Ebüssuûd)

Şart üslubunda gelen  اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ  cümlesi,  رَاَيْتُمْ ‘ün ikinci mef’ûlüdür. 

İki mef’ûle müteaddi  اَرَاَيْتُمْ  fiilinin, takdiri  شأنكم  (Sizin durumunuz) olan ilk mefûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ  cümlesi şarttır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَهْلَكَنِيَ  fiilindeki mef’ûle matuf olan  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlünün sılası mahzuftur. Mekân zarfı  مَعِيَ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ومَن مَعِيَ  sözündeki  مَعَ  kelimesi mecâzi beraberliktir. İnançta ve dinde uygunluk ve ortaklık demektir. Tıpkı Fetih Suresi 29. ayette مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ والَّذِينَ مَعَهُ أشِدّاءُ عَلى الكُفّارِ  olarak geçtiği gibi. Yani onunla beraber iman edenler demektir. (Âşûr)

Aynı üsluptaki  رَحِمَنَاۙ  cümlesi,  رَحِمَنَاۙ  cümlesine muhayyerlik ifade eden  اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Şartın takdiri  فلا فائدة لكم، ولا نفع يعود عليكم  (size ne bir fayda ne de bir menfaat vardır.) olan cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ  cümlesi ile  رَحِمَنَاۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

رَحِمَنَاۙ - اَهْلَكَنِيَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir.  اَرَاَيْتَ  ve benzerlerindeki  تَ  zamiri faildir.  ك  ise Basra ekolüne göre  ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır. Bu ayette  رَاَيْتُمْ  kelimesinin sonuna eklenen  ك  zamiri hazf edilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Dr. Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)

اَرَاَيْتُمْ  sözündeki fiil ister ‘görmek’, ister ‘bilmek’ manasında olsun,  رَاَى  fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rü’yetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. بصائر 'in (idrakin) gördüğü şey, بصار 'ın (gözün) gördüğü şeye ilave olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.72) 


 فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ


Cümle, önceki şartın mukadder cevabı için ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ  cümlesindeki istifham inkârîdir. (Âşûr)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelen cümlede  مَنْ  istifham harfi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَذَابٍ ‘in sıfatı olan  اَل۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَابٍ ’deki nekrelik, tehvil (korkutma) içindir. (Âşûr)

عَذَابٍ - اَل۪يمٍ - اَهْلَكَنِيَ  ve  يُج۪ير - رَحِمَنَاۙ  gruplarındaki kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mülk Sûresi 29. Ayet

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...


De ki: “O, Rahmân’dır. O’na iman ettik, yalnızca O’na tevekkül ettik. Siz, kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 هُوَ O
3 الرَّحْمَٰنُ çok merhametlidir ر ح م
4 امَنَّا inanmışşızdır ا م ن
5 بِهِ O’na
6 وَعَلَيْهِ ve O’na
7 تَوَكَّلْنَا dayanmışızdır و ك ل
8 فَسَتَعْلَمُونَ yakında bileceksiniz ع ل م
9 مَنْ kimdir
10 هُوَ O
11 فِي içinde olan
12 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
13 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ 


Fiil cümlesidir.  قُلْ , sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  هُوَ الرَّحْمٰنُ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الرَّحْمٰنُ  haber olup lafzen merfûdur.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline mütealliktir.  عَلَيْهِ  car mecruru  تَوَكَّلْنَا  fiiline mütealliktir. 

تَوَكَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

تَوَكَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاءكم العذاب فستعلمون (Azap size geldiğinde bileceksiniz) şeklindedir. 

فَسَتَعْلَمُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealiktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan  إِفْعَال  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ 


Ayet istînâfiyye olarak, önceki istînaf cümlesini tekit mahiyetinde, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هُوَ الرَّحْمٰنُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

هُوَ  mübtedadır.  الرَّحْمٰنُ  haberdir. Müsned olan  الرَّحْمٰنُ ‘nın marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konuduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

اٰمَنَّا بِه۪  cümlesi, mekulü’l-kavle dahil olan istînâfiyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  اٰمَنَّا بِه۪  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِ , amili olan  تَوَكَّلْنَا ’ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksurun aleyh, tehir edilen ise maksurdur.  عَلَيْهِ  maksûrun aleyh/mevsûf,  تَوَكَّلْنَاۚ  maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Fiil ona kasredilmiştir.

Ayette  عَلَيْهِ  car mecrurunun  تَوَكَّلْنَا  fiiline takdimi kasr ifade eder. (Âşûr) Kasr üslubunda  عَلَيْهِ ifadesi maksûrun aleyhtir. AllahTeâlâ bu ayette inananların güvendikleri ve teslim oldukları Tanrı’nın aslında müşrikler tarafından da bilinen Rahmân olan Allah olduğunu beyan etmiş ve peygamberine bu gerçeği onlara bildirilmesini istemiştir. 

Ayet-i kerîmede dikkat çeken bir başka edebî sanat ise tariz üslubudur. Allah’la beraber putlarına da güvenen ve dayanan ya da tüm varlıklarını putlarına adayarak Allah’a tevekkül etmeyi unutan müşriklerin durumu eleştirilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)


 فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

İstînafiyye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ , Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Fiildeki istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder.

Takdiri, إن جاءكم العذاب (Eğer size azap gelirse …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

سَتَعْلَمُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

ضَلَالٍ ‘in sıfatı olan  مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ضَلَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

[‘’Yakında kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu bileceksiniz.’’]

Bu hitap, hülasanın neticesinden sonra ortaya konan bir tehdittir. (Elmalılı)

فَسَتَعْلَمُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Mülk Sûresi 30. Ayet

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً فَمَنْ يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ  ...


De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَرَأَيْتُمْ baksanıza ر ا ي
3 إِنْ eğer
4 أَصْبَحَ olsa ص ب ح
5 مَاؤُكُمْ suyunuz م و ه
6 غَوْرًا çekilmiş غ و ر
7 فَمَنْ kim
8 يَأْتِيكُمْ size getirebilir? ا ت ي
9 بِمَاءٍ bir su م و ه
10 مَعِينٍ akar ع ي ن

Allah’ın kudretini, lutufkârlığını yeniden hatırlatan bu âyet 15 ve 21. âyetlerle bağlantılı olup kuvvetli ihtimalle Hz. Peygamber ile müşrikler arasında geçen bir tartışmanın sonucu olarak onlara yöneltilmiş eleştiri ve uyarı amaçlı bir sorudur. 15. âyette Allah’ın yeryüzünü kullanışlı hale getirdiği ifade edildikten sonra insanlardan O’nun yarattığı rızıklardan yararlanmaları istenmiş; 21. âyette de rızkın Allah’a ait olduğu, O verdiği rızkı kestiği takdirde rızık verecek birinin asla bulunmayacağı bildirilmişti. Burada da rızıkların en önemlisi ve hayatın ana unsuru olan suyun yerin derinliklerine çekilmesi halinde Allah’tan başka yeryüzünde su yaratacak bir gücün bulunmadığına işaret edilerek, böylesine eşsiz kudretin sahibi yüce Allah’ı bırakıp da bâtıl tanrılara tapanlar, ne kadar yanlış bir yolda oldukları üzerinde düşünmeye çağrılmaktadır.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 425-426

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ , sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir.  رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  اِنْ اَصْبَحَ  cümlesi amili  رَاَيْتُمْ ‘un iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.  رَاَيْتُمْ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  اَصْبَحَ  ile başlayan isim cümlesi şart cümlesidir. اَصْبَحَ  nakıs, mebni mazi fiildir.  كان  gibi isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

مَٓاؤُ۬كُمْ  izafeti  اَصْبَحَ ‘nın ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  غَوْراً  kelimesi  اَصْبَحَ ‘nın haberi olup lafzen mansubdur.


 فَمَنْ يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.  مَنْ  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَأْت۪يكُمْ  fiili  مَنْ  haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَأْت۪يكُمْ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِمَٓاءٍ  car mecruru  يَأْت۪يكُمْ  fiiline mütealliktir. مَع۪ينٍ  kelimesi  مَٓاءٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً فَمَنْ يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ

 

Ayet istînâfiyye olarak, önceki istînaf cümlesini tekit mahiyetinde, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâl olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih, kınama ve takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Şart üslubunda gelen  اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً  cümlesi,  رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. 

İki mef’ûle müteaddi  اَرَاَيْتُمْ  fiilinin, takdiri  شأنكم (Sizin durumunuz) olan ilk mefûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْراً  cümlesi şarttır. Nakıs fiil  اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَٓاؤُ۬كُمْ , nakıs fiil  اَصْبَحَ ’nın ismi,  غَوْراً  haberidir.

فَ  karînesiyle gelen  فَمَنْ يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ  cümlesi şartın cevabıdır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundadır.

فَمَنْ يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ  cümlesindeki istifham, istifhami inkârîdir. (Âşûr)

İstifham ismi  مَنْ , mübteda konumundadır. Haber olan  يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiile müteallik olan  بِمَٓاءٍ ‘in nekreliği, kesret ve tazim içindir.

مَع۪ينٍ  kelimesi  مَٓاءٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قُلْ  kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir  قُلْ  lafzı vardır ama önemli olan hususlarda  قُلْ  lafzı açık olarak söylenmiştir. (Yunus /50)

اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir.  اَرَاَيْتَ  ve benzerlerindeki  تَ  zamiri faildir.  ك  ise Basra ekolüne göre  ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır. 

Bu ayette  رَاَيْتُمْ  kelimesinin sonuna eklenen  ك  zamiri hazf edilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Dr. Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)

قُلْ  kelimesi her zaman Resulullah'a (sav) tebliğ etmesi emredilen şeyi ve bunun Allah katında bir mekanı olduğunu ima eder.

اَرَاَيْتُمْ  sözündeki fiil ister ‘görmek’, ister ‘bilmek’ manasında olsun,  رَاَى  fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rü’yetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. بصائر 'in (idrakin) gördüğü şey, بصار 'ın (gözün) gördüğü şeye ilave olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.72)

İbn ‘Abbas’tan gelen bir rivayette  بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ  ifadesiyle, بِمَٓاءٍ عَذْبٍ  yani “tatlı su” kastedildiği bildirilmiştir. Bazı tefsirlerde ise  مَع۪ينٍ  kelimesinin كَثُرَ  (çok oldu) manasındaki  معن  fiilinden türediği belirtilmiştir. Bu durumda ise kelime كَثيرٌ  gibi  فعيل  veznindedir ve “çok su” manasındadır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin fasılalarında ي - رَ  ve و - رَ  son bölümde  ي - نٍ  ve  وْ- نْ  harfleriyle oluşan ahenk, muhatabı cezbeden güzelliktedir. Bu fasılalar arasında lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Peygamberimizden rivayet olunduğuna göre şöyle, buyurmuştur:

"Bir kimse Mülk Suresini okursa, Kadir gecesini ihya etmiş gibi olur" (Ebüssuûd)

 
Kalem Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elKalem”kelimesinden almıştır. “Nûn” sûresi diye de anılır. Sûrede başlıca, Hz.Muhammed’in peygamberliğinin ispatı ve mü’minler ile kâfirlerin akıbetlerikonu edilmiştir.
Mushaftaki sıralamada altmış sekizinci, iniş sırasına göre ikinci sûredir. Alak sûresinden sonra, Müzzemmil sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 17. âyetten 50. âyete kadar olan kısmının Medine’de indiği yönünde bir rivayet bulunmakla beraber (bk. Şevkânî, V, 307) âyetlerin üslûp ve içeriğinden bunların da Mekke’de indiği anlaşılmaktadır.
Muhammed aleyhisselâmın Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir elçi olduğu, yüksek şahsiyeti ve Mekkeli müşriklerin onun getirdiği mesaj konusunda yaymaya çalıştıkları tereddütler, müşriklerdeki şahsiyet bozuklukları, nimete karşı nankörlüğün sonucunu açıklamak amacıyla anlatılan “bahçe sahipleri kıssası”, âhiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri, Allah’ın müminler için hazırlamış olduğu ödüller ve kâfirlere vereceği cezalar, sûrenin başlıca konularıdır. Ayrıca Hz. Peygamber’e metânetli olması, Yûnus peygamberin yaptığı gibi sabırsızlık göstermemesi tavsiye edilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kalem Sûresi 1. Ayet

نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ  ...


1-2. Ayetler Meal  :   
Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ن Nun
2 وَالْقَلَمِ kaleme andolsun ق ل م
3 وَمَا ve
4 يَسْطُرُونَ yazdıklarına س ط ر

Sûrenin başında bulunan “nûn” harfi, “hurûf-ı mukattaa”dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin ilk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi verilmiştir.

Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldıklarına inanırlardı. Hz. Peygamber’in de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı (krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti). Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, iddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Allah’ın lutfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu (Şevkânî, V, 308). 

Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler: “(Yazanların) yazdıklarına” diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların, gerçekte kalemler değil, akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan rabbü’l-âlemîni anlamak gerekir. Öte yandan bu fiilin, “yazmakta oldukları ve yazacakları” anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır (VIII, 5266-5267). “Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yazdıklarından maksat Kur’an’dır” diyenler de olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Kur’an-ı Kerîm’in ilk inen sûresine (Alak) “oku!” buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm’ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Özellikle Hicaz Bölgesi Araplarının ilk defa Kur’an ile birlikte yazılı kültüre geçmelerinde –başka âmiller yanında– bu gibi âyetlerin teşvik edici bir role sahip olduğu söylenebilir. 

Hz. Peygamber’e verilen “bitip tükenmeyen ödül”, dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah’ın yardımı, âhirette ise Allah’ın ona lutfedeceği müstesna mükâfatlardır (İbn Âşûr, XXIX, 62-63). 4. âyetteki “üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 8). Bu açıklamalar, Hz. Peygamber’in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’ın lutfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber’e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir. Burada inkârcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’i mi yoksa kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir Savaşı’nda müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmaktadır; buna göre inkârcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlayacak ve mutlu kılacak olan Allah’ın dininden ve O’nun yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 429-430

نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ

 

نٓ  hurûf-u mukattaâ harflerindendir. وَ  harf-i cer olup, kasem harfidir. 

وَالْقَلَمِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  يَسْطُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Surenin başlangıcındaki  نٓ , mukattaa harfidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Mukattaa harflerinin Allah'tan başkasının bilmediği müteşabihattan olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu kitabın gönderildiği nesil içinde gerek iman etmiş, gerek inkâr etmiş kişilerin hiç birinin bu harfler hakkında bir söz söylediğini veya nasıl anlamak gerektiği konusunda düşündüğünü duymadım. Bildiğimiz tek şey bu harflerin Kur’an-ı Kerîm'de Ankebût, Rûm, Meryem ve Kalem gibi bilinen makamlarla başlayan surelerin başında yer aldığıdır. Bu da kitabın zikri ile bu harfler arasında bir ilişki olduğunun delilidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.33)

وَ  kasem harfidir. Ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muksemun bih olan  وَالْقَلَمِ  car mecruru, takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir. 

مَا  ve akabindeki  يَسْطُرُونَ , masdar tevilinde olup muksemun bihe matuftur. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Kasemin cevabı, sonraki ayette gelmiştir.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْقَلَمِ ’deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

يَسْطُرُونَۙ  ve  الْقَلَمِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bir kısım alim "Buradaki  نٓ  kelimesi surenin ismidir." demişlerdir. Başka bir kısım alim ise: "Buradaki  نٓ  kelimesi alfabe harflerinden bir harftir. Bazı sureler bu gibi harflerle başlatılmıştır." demiştir. Ayette zikredilen  الْقَلَمِ  kelimesi bildiğimiz kalemdir. Ancak buradaki kalemden maksadın, Allah Teâlâ’nın ilk defa yarattığı ve kendisine kıyamete kadar olacak şeyleri yazmayı emrettiği kalem olduğu söylenmiştir. (Taberî)

Kalem Sûresi 2. Ayet

مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا değilsin
2 أَنْتَ sen
3 بِنِعْمَةِ ni’metiyle ن ع م
4 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
5 بِمَجْنُونٍ cinlenmiş (deli) ج ن ن

مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ


Ayet, kasemin cevabıdır. İsim cümlesidir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. 

اَنْتَ  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  sebebiyyedir.  بِنِعْمَةِ  car mecruru  مَجْنُونٍ ‘a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِ   zaiddir.  مَجْنُونٍ  lafzen mecrur  مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

مَجْنُونٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûludür.

مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ

 

Fasılla gelen ayet önceki ayetteki kasemin cevabıdır. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir.  بِنِعْمَةِ deki  بِ  harfi sebebiyyedir. Car mecrurun mütallakı  بِمَجْنُونٍۚ ‘dir. 

بِنِعْمَةِ deki  بِ  harfi mülâbese veya sebebiyyedir. (Âşûr)

بِنِعْمَةِ رَبِّكَ  izafeti, az sözle çok anlam ifade eden icaz yolu olarak gelmiştir. Peygamber Efendimize ait zamirin  رَبِّ  ismine izafesi, ona destek tazim ve şeref ifade eder. Nimet kelimesi de  رَبِّ  ismine muzâf olmak hasebiyle şeref kazanmıştır.

Müsned olan  بِمَجْنُونٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. 

Olumlu cümlelerde  لِ  harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَٓا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfinin de tekid bildirdiğini söylenir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hak, Hazret-i Peygamber (sav) 'in deli olmadığını belirtmiş, sonra da bu iddiaya, bunun doğruluğuna kesinkes delalet edecek şeyi eklemiştir. Bu böyledir, çünkü ayetteki, [Rabbinin nimeti sayesinde…] ifadesi, Cenab-ı Hakk'ın, tam bir fesahat, mükemmel bir akıl, beğenilen bir gidişat, her türlü kusur ve ayıptan uzak olma ve her türlü olumlu sıfatla muttasıf olma gibi nimetlerinin, Hazret-i Peygamber (sav) de çok net bir şekilde mevcut olduğuna delalet eder. Bu nimetler, Hazret-i Peygamber (sav)'de, adeta elle tutulur, gözle görülür bir biçimde mevcut olunca, bunların o peygamberde mevcut oluşları, onda bir deliliğin bulunmasına ters düşer. Binaenaleyh Hak Teâlâ, onların, o Peygamber (s.av)'e, ‘’Sen bir delisin" şeklindeki sözlerinde yalancı olduklarına, yakîn bir delaletle, delalet etsin diye, işte bu inceliğe dikkat çekmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki Allah'ın nimetinden murad, peygamberlik ve umumi riyasettir.

Bu kelamdan amaç, Peygamberimizin, en üstün akıl ve en yüksek fikre sahip olduğunu o kâfirlerin kesin olarak bilmelerine rağmen, sırf haset, düşmanlık ve inatlarından dolayı ona isnad ettikleri delilikten kendisini tamamen tenzih etmektir. (Ebüssuûd)

 
Kalem Sûresi 3. Ayet

وَاِنَّ لَكَ لَاَجْراً غَيْرَ مَمْنُونٍۚ  ...


Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 لَكَ senin için vardır
3 لَأَجْرًا bir mükafat ا ج ر
4 غَيْرَ olmayan غ ي ر
5 مَمْنُونٍ kesintisi م ن ن

وَاِنَّ لَكَ لَاَجْراً غَيْرَ مَمْنُونٍۚ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  لَكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lâm, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

اَجْراً  kelimesi muahhar ismi olup lafzen mansubdur. غَيْرَ  kelimesi  اَجْراً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  مَمْنُونٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَمْنُونٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  منن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَاِنَّ لَكَ لَاَجْراً غَيْرَ مَمْنُونٍۚ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاَجْراً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

Müsnedün ileyh olan  لَاَجْراً ‘deki nekrelik, özel bir nev olduğuna işaret ve tazim içindir.

Az sözle çok anlam ifade eden  غَيْرَ مَمْنُونٍۚ  izafeti, اَجْراً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Muzâfun ileyh olan  مَمْنُونٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder. 

اِنَّ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنَّ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Bu konuda Kisaî'nin şöyle dediği rivayet edilir: لَ  haberi tekid eder,  اِنَّ  ise ismi tekid eder. Bu sözde gerçek payı yoktur. Çünkü tekid edilen  اِنَّ 'nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükmüdür. Fiillerin sonuna gelen müşedded tekid nûnu, fiilin üç kez tekrarını, nûn-u muhaffefe de iki kez tek­rarını gösterir. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Alimler bu ücretin (اَجْراً), neden dolayı tahakkuk ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun manasının, "Bu, tenkitlere ve çirkin sözlere tahammül edip, onları sabırla karşılamandan ötürü, senin için kesintisiz büyük bir ücret var" şeklinde olduğunu söylerlerken, diğer bazıları "İnsanları Allah'a davet etmen ve dini hükümleri onlara açıklaman hususunda, peygamberliğini ortaya koyup mucizeler gösterdiğin için, sana devamlı ve halis bir ücret var. Binâenaleyh o kâfirlerin, sana deli demeleri, seni bu önemli vazifeyle meşgul olmaktan alıkoymasın. Çünkü bu sayede senin için, Allah katında yüce mevkiler ve mertebeler vardır" manasını vermişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Kalem Sûresi 4. Ayet

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ  ...


Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّكَ ve şüphesiz sen
2 لَعَلَىٰ üzerindesin
3 خُلُقٍ bir ahlak خ ل ق
4 عَظِيمٍ büyük ع ظ م

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  عَلٰى خُلُقٍ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  عَظ۪يمٍ  kelimesi  خُلُقٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَظ۪يمٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede, îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ  mahzuf habere mütealliktir.

عَلٰى  harfi mecâzi istila içindir. (Âşûr)

خُلُقٍ ‘in sıfatı olan  عَظ۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen,  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176)

خُلُقٍ عَظ۪يمٍ  terkibinin nekre gelişi tazim ve nev ifade eder. 

Allah Teâlâ, Peygamber (sav)'in nazarî kuvvesi ile ilgili olan şeyi, "büyük" diye tavsif ederek, "[Allah sana, bilmediklerini öğretti. Allah'ın sana olan lütfu büyüktür] (Nisa, 113); amelî kuvvesi ile ilgili olan şeyi de, yine "büyük" diye tavsif ederek, ["Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin"] buyurmuştur. Dolayısıyla insanın, bu iki kuvvesinden başka bir şey yoktur. Binaenaleyh bu iki ayet birlikte, Hazret-i Peygamber (sav)'in ruhunun, beşer ruhları arasında en büyük bir yere ve üstün bir dereceye sahip olduğunu gösterir. Hazret-i Peygamber (sav)'in ruhu, alabildiğine kuvvetli ve alabildiğine mükemmel olduğu için, sanki meleklerin ruhları türünden olmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

العَظِيمُ , ‘yüce’ demektir. Bedenin iri olmasından müsteardır. Bu istiare hakiki mana gibi yaygındır. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 5. Ayet

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ  ...


5-6. Ayetler Meal  :   
Hanginizin deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَتُبْصِرُ göreceksin ب ص ر
2 وَيُبْصِرُونَ onlar da görecekler ب ص ر

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاء أمر الله فستبصر (Allah’ın emri gelirse göreceksiniz) şeklindedir.

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. تُبْصِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  يُبْصِرُونَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

يُبْصِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

يُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ


Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَسَتُبْصِرُ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder. Vaat ve vaîd söz konusu olduğunda tekid ifade eder. 

Takdiri,  إن جاء أمر الله (Allah’ın emri geldiğinde…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

يُبْصِرُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la şartın cevap cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُبْصِرُونَۙ  -  تُبْصِرُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تُبْصِرُ ويُبْصِرُونَ  (Göreceksin ve görecekler) fiili, kinaye yoluyla görme fiilinin kesin olduğunu ifade etmek için  تُوقِنُ ويُوقِنُونَ (Kesin inanacaksın ve kesin inanacaklar) manasındadır. (Âşûr)

Bu, [Ey Muhammed sen de, o müşrikler de görecekler] demektir. Bu hususta şöyle iki görüş vardır: Kimileri, ayetin bu ifadesini, dünya ile ilgili hallere hamlederek, "Sen de, onlar da akıbetlerinizin nereye varıp dayanacağını, dünyada iken göreceksiniz. Çünkü sen, kalplerde büyürken, onlar zelîl ve melun olacaklardır ve sen; öldürmek, mallarını ele geçirmek suretiyle onlara hükümran olacaksın" manasını vermişlerdir. Mukâtil, ayetin bu ifadesinin, Bedir savaşındaki o ilahî cezayı anlattığını söylemiştir. Kimileri de ayetin bu ifadesini ahiretteki hallere hamletmişlerdir. Bu görüşe göre ayet, tıpkı, [Yarın onlar şımarık ve aşırı yalancı kimmiş bilecekler] (Kamer/26) ayeti gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

"Sen göreceksin, onlar da görecekler." Ahlak kavramında pratik olarak bir gayeye yürümek, istenen ve beklenen bir şey olduğu için bu ayet de, onun ileride niyet ve fikirden iş sahasına çıkarak deney sahasındaki belirtileriyle düşmanlar tarafından da görülebileceğine dair bir söz verme ve bu suretle Peygamber'e ve müminlere bir kat daha destek olma ve Peygamber'e deli ve çıldırmış diyen kâfirlere bir uyarı ve korkutmadır. (Elmalılı)

 
Kalem Sûresi 6. Ayet

بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بِأَيْيِكُمُ hanginiz
2 الْمَفْتُونُ fitnelenmiştir ف ت ن

بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ

 

Önceki ayetteki إبصار  fiillerinden birinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَيِّ  istifham ismi  بِ  harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْمَفْتُونُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

الْمَفْتُونُ  kelimesi, sülâsi mücerredi  فتن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ


Fasılla gelen ayette takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  بِاَيِّكُمُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمَفْتُونُ , muahhar mübtedadır. Cümle önceki ayetteki görmek fiillerinin mef’ûlü olarak mahallen mansubdur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ferrâ ve Müberred'in tercihine göre, buradaki  مَفْتُونُ  ism-i mef'ûlü,  فُتُون (masdarı) manasınadır.  فُتُون , ‘delirmek’ demektir. Çünkü masdarlar, bazan ism-i mef'ûl sıygasında gelebilir. Nitekim mesela,  عقد  ve يسر  manasında, معقود - ميسور  kelimeleri kullanılmıştır. Buradaki  بِ  harfi,  في  harf-i ceri manasınadır. Buna göre ayetin manası, "Sen ve onlardan, hanginizde yani İslâm grubunda mı, yoksa kâfirler grubunda mı delilik olduğunu göreceksiniz" şeklindedir.  مَفْتُونُ (fitneye uğramış olan), şeytandır. Çünkü şeytanın, din hususunda  مَفْتُونُ  olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh o kâfirler, "O mecnundur" derken, sanki, "Onda şeytan vardır" demiş olurlar. İşte bu yüzden Hak Teâlâ, "onlar gelecekte, çarpmasından ötürü deliliğin ve akıl karışmasının meydana geldiği şeytanın kimde olduğunu bilecekler" demek istemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)  

(Dilde; “sınanmış” anlamına gelen) مَفْتُونُ  kelimesi, burada “aklından zoru olan (cinli)” demektir; zira cinli kimse cinnet ile “imtihan edilmekte”dir. Veya Araplar deliliğin cin çarpması sonucu oluştuğunu iddia ettikleri, aralarındaki delilere  فُتاّن  (mfr. فاتن ) dedikleri için... -Bu durumda ( بِاَيِّكُمُ ’daki) بِ  zaittir.- Veya  مَفْتُونُ ‘u,  معقول  ve  مجلود  gibi masdardır; yani hanginizde imiş bakalım bu delilik!? Veya ikinizden hangi grup deliymiş bakalım; müminler grubu mu kâfirler grubu mu!? Yani bu isme müstehak kimseler hangi grubun içindeymişler bakalım!? Bu ifadede Ebû Cehl [Amr] b. Hişâm (v. 2/624), Velîd b. Muğîre (v. 1/622) ve benzerlerine tariz vardır. Tıpkı [(Ey Salih!) Yalancı şımarık kimmiş yarın öğrenecekler!..] [Kamer 54/26] ayetindeki gibi. (Keşşâf)

المَفْتُونُ  kişi deliye benzetilmiştir. Bu yüzden ayetteki  المَفْتُونُ kelimesi teşbih-i beliğ yoluyla iddiaî bir vasıftır. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 7. Ayet

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  ...


Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de daha iyi bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
3 هُوَ O’dur
4 أَعْلَمُ en iyi bilen ع ل م
5 بِمَنْ kim(ler)
6 ضَلَّ sapmıştır ض ل ل
7 عَنْ -ndan
8 سَبِيلِهِ kendi yolu- س ب ل
9 وَهُوَ ve O’dur
10 أَعْلَمُ en iyi bilen ع ل م
11 بِالْمُهْتَدِينَ doğru yoldadır ه د ي

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَبَّكَ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  هُوَ اَعْلَمُ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  ضَلَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru  ضَلَّ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَعْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la önceki cümledeki ilk  اَعْلَمُ ‘ya matuftur. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  بِالْمُهْتَد۪ينَ  car mecruru  اَعْلَمُ ‘ya müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُهْتَد۪ينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبَّكَ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi,  هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ  cümlesi haberidir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ , haberdir. İsm-i tafdil kalıbında gelmesi müteallik almasına olanak sağlamıştır.

اَعْلَمُ ’ya müteallik, mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olan …هُوَ اَعْلَمُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. 

سَب۪يلِه۪ۚ (O’nun yolu) ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

Bu izafette, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve teşrif ifade eder. 

وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  cümlesiyle,  هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَعْلَمُ  fiili her iki cümlede de ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

هُوَ - اَعْلَمُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِالْمُهْتَد۪ينَ - ضَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Delileri yani Allah “yolundan sapanları” gerçek bir bilişle “En iyi senin Rabbin bilir!”. Akıllı olanları “en iyi bilen de O’dur” ki, onlar da hidayete erenlerdir. Veya ifade; “Her iki grubun alacağı karşılığı da en iyi bilen O’dur” anlamında bir tehdit ve vaattir. (Keşşâf)

"Şüphesiz Rabbin daha iyi bilendir." Bu açıklama da Peygamber'e güvenceyi veren yüce Allah'ın ortaktan uzak olan kendi ilahlık şanını; sıfatlarının, ilim ve gücünün yüksekliğini ve dolayısıyle ona inanılıp güvenilerek itaat edilmesi ve aksine hareket etmekten sakınılması gerektiğini anlatmak suretiyle, bir taraftan yapılacak bildiri ve duyuruları başından ve sonundan vesikalandırarak ve özellikle kendisine yönelterek verilecek duyurulara bir hazırlamadır. (Elmalılı)

Yolun (السَّبِيلِ) Allah'a izafe edilmesinde ve bunun mukabili olan doğru yolda olanları saptıran kimseler arasındaki intikalde vaad ve vaîd vardır. (Âşûr)

Bu cümlede O'nun yolundan sapanların umumu(hepsi) ve hidayete erenlerin umumu ifade edilmiştir. Bu cümle delil niteliği taşırken aynı zamanda da tezyîldir. (Âşûr)

Bütün bunlardan sonra bu, Allah'ın ["فَلا تُطِعِ المُكَذِّبِينَ - O halde yalancılara itaat etme"] (Kalem 8) sözü için  giriş ve hazırlıktır. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 8. Ayet

فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ  ...


O hâlde yalanlayanlara boyun eğme.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَا öyleyse
2 تُطِعِ ita’at etme ط و ع
3 الْمُكَذِّبِينَ yalanlayanlara ك ذ ب

Resûlullah’ın şahsında bütün müminlere hitap edilerek peygamberi yalancılıkla itham eden ve hakkı yalan sayanlara boyun eğmemeleri, onların iradelerine teslim olmamaları istenmektedir. Çünkü inkârcılar Hz. Peygamber’in ahlâkî prensipler ve mânevî değerler konusunda tâviz vermesini, bu anlamda uzlaşmacı davranmasını ve İslâm’ın kendilerine ters gelen, çıkarlarıyla çatışan yönlerinin bırakılmasını istiyor; buna karşılık kendilerinin de tâviz vereceklerini ve ona engel olmayacaklarını söylüyorlardı. Hatta bir müddet Hz. Peygamber’in onların putlarına tapmasını, bir müddet de onların Hz. Peygamber’in ilâhı olan Allah’a tapmalarını teklif etmişlerdi (Şevkânî, V, 309). Allah Teâlâ onların bu tutum ve beklentilerine karşı Hz. Peygamber’in tâvizsiz davranmasını, gevşeklik göstermemesini istemektedir. Zira doğru yol O’nun yoludur ve hak ile bâtıl birbirine karıştırılamaz.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt: 5 Sayfa: 430-431

فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن ضلّ المكذّبون فلا تطعهم (Yalanlayanlar saparsa sakın onlara itaat etme) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُطِعِ  fiili sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الْمُكَذِّب۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُكَذِّب۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ

 

Müstenefe olan ayette  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. 

Cevap cümlesi olan  فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri … إن ضلّ (Eğer sapmışsa..) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Bu söz, Hz. Peygamber’in onlara uymama ve karşı gelme konusundaki azmini harekete geçirmek ve bileylemek içindir. Peygamberin (sav) bir müddet Allah’a, bir müddet de kendi ilahlarına kulluk etmesini istiyorlar, böylece onu ilahların vereceği zarardan koruyacaklarını düşünüyorlardı. (Keşşâf)

Bu emir, onlara isyan etmek kararlılığında olan Peygamberimizin heyecanına heyecan katmak ve bu aşkını daha da alevlendirmek içindir." (yoksa Peygamberimizin onlara uyması asla söz konusu olamaz.)

Yani ey Resulüm! Onlara uymamak halini sürdür ve bu yolda metanetli ol. (Ebüssuûd)

فَلا تُطِعِ المُكَذِّبِينَ  ve  ودُّواْ لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ  cümleleri 7. Ayetteki  إنَّ رَبَّكَ هو أعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ cümlesinin sonuna kadarki konu hakkında tefrîdir. (Âşûr)

Kendisinin hidayet üzere olmasının ve karşı tarafın da yoldan sapmış olmasının neleri içerdiği göz önünde bulundurulursa, bu, onlarla tartışmayı ve onlara hiçbir konuda hoşgörülü davranmamayı gerektirir. Onların kendisine eza etmesi hak ve hidayete karşı savaştır. (Âşûr)

Onları tanımlamak için başka bir sıfat yerine yalancı (المُكَذِّبِينَ) olmaları tercih edilmiştir. Çünkü hükmün binasına ima açısından bu kelime daha uygundur. Bu hüküm; itaatin yasaklanmasıdır. Bunun sebebi de O’nun risaletini yalanlamalarıdır. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 9. Ayet

وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ  ...


İstediler ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدُّوا istediler ki و د د
2 لَوْ keşke
3 تُدْهِنُ sen yağcılık yapasın د ه ن
4 فَيُدْهِنُونَ onlar da yağcılık yapsınlar د ه ن

وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَدُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَوْ  ve masdar-ı müevvel amili  وَدُّوا ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ ‘in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok  وَدَّ  ve  أحَبَّ  gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.

تُدْهِنُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُدْهِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُدْهِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دهن ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Veya nehiy için ta’liliye olduğu söylenmiştir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Masdar harfi  لَوْ  ve onu takip eden  تُدْهِنُ  cümlesi masdar teviliyle  وَدُّوا  fiilinin mef’ûlü yerindedir. 

فَيُدْهِنُونَ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile  تُدْهِنُ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُدْهِنُونَ - تُدْهِنُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Sen taviz veresin”, yumuşak davranasın, alttan alasın… “Onlar da taviz vereceklerdir.] Şayet  فَيُدْهِنُونَ  cümlesi niçin merfu yapıldı da gizli  أَنَّ  ile mansub yapılmadı; oysa temennînin cevabıdır?” dersen şöyle derim: Burada başka bir yol izlenmiş, فهُمْ يُدْهِنُونَ  (onlar taviz vereceklerdir) anlamında mahzuf bir mübtedanın haberi yapılmıştır. Tıpkı  فَمَن یُؤۡمِنۢ بِرَبِّهِۦ فَلَا یَخَافُ بَخۡسࣰا [Artık kim Rabbine iman ederse, ne yaptığı iyiliklerin eksiltileceğinden korkar ne de üzerine kötülüklerinden fazlasının yükleneceğinden...”] [Cinn 72/13] ayetindeki gibi. Mana şöyledir: İstediler ki sen taviz veresin… O zaman onlar da taviz vereceklerdir. Veya senin taviz vermeni istediler; çünkü onlar şu anda senin taviz vermeni umarak taviz veriyorlar. (Keşşâf)

ودُّوا  kelimesinin manası  أحَبُّوا (sevdiler) dur. (Âşûr)

Kelam mahzuf mübtedanın takdir edilmesi şeklinde gelmiştir. Bu takdir  فَهم يُدْهِنُونَ  şeklindedir. Bu üslup; mukaddem ismin fiili habere takdim edilmesi içindir. Böylece ihtisas manası ifade eder. (Âşûr)

ودُّوا  fiilinin mef’ûlu mahzuftur. Çünkü  لَوْ تُدْهِنُ  cümlesi ona delalet eder. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 10. Ayet

وَلَا تُطِـعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ  ...


10-14. Ayetler Meal  :   
Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تُطِعْ ita’at etme ط و ع
3 كُلَّ hiçbirine ك ل ل
4 حَلَّافٍ yemin edip duran ح ل ف
5 مَهِينٍ aşağılık م ه ن

Müşriklerin ileri gelenleri hakkında inen bu âyetler, onların genel karakterlerinin güzel bir özetidir. “Ne idüğü belirsiz” diye çevirdiğimiz 13. âyetteki zenîm kelimesine müfessirler “bir toplumdan olmadığı halde onlara yamanmış olan, babası bilinmeyen, kötülüğü ile tanınan, faydasız kimse veya şey” anlamlarını vermişlerdir (bk. Râzî, XXX, 84-85). Zenîm kelimesinin burada özellikle günah işlemekten, haksızlık yapmaktan, zarar vermekten utanıp çekinmeyecek kadar tabiatı bozulmuş, insanlığını kaybetmiş, bu anlamda soysuzlaşmış kişiyi ifade ettiği söylenebilir. Bu âyetlerde Hz. Peygamber ve ona iman edenler uyarılarak anılan kötü niteliklerin tümünü veya bir kısmını taşıyan kimseye mal ve oğulları var diye yani zengin ve güçlü olduğu için boyun eğmemeleri istenmektedir.

“Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız” diye çevirdiğimiz 16. âyet mecazi bir anlatım olup, güç ve zenginliğinden dolayı şımararak Allah, peygamber ve kitap tanımayan kimseyi yüce Allah’ın zelil ve perişan edeceğini, kibir ve gururunu kıracağını ifade eder.

وَلَا تُطِـعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُطِـعْ  sükun ile meczum muzari fildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  حَلَّافٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَه۪ينٍ  kelimesi  حَلَّافٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُطِـعْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

حَلَّافٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تُطِـعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ

 

8. ayete atıf olan bu ayette itaat etmeme emri tekrarlanmıştır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كُلَّ  kelimesi,  تُطِـعْ  fiilinin mef’ûlüdür. 

Muzâfun ileyh olan  حَلَّافٍ ve onun sıfatı olan  مَه۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.  مَه۪ينٍۙ  kelimesi  حَلَّافٍ  için sıfattır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

حَلَّافٍ  kelimesindeki nekrelik nev, tahkir ve kesret ifade eder.

حَلَّافٍ , ‘gerçek yalan her konuda yemin edip duran’ demektir. Yemini alışkanlık haline getirenleri bundan menetmeye bu ifade kâfidir. (Keşşâf)

Kalem Sûresi 11. Ayet

هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَمَّازٍ kötüleyip duran ه م ز
2 مَشَّاءٍ götürüp getiren م ش ي
3 بِنَمِيمٍ söz ن م م

  Nemme نمّ :

  نَمٌّ kavramı bir haberi kovuculukla, gammazlıkla açığa vurmak/ortaya çıkarmaktır.

  نَمِيمَةٌ kovuculuk ve gammazlıktır. نَمِيمَةٌ sözcüğü temelde ise fısıltı ve hafif hareket anlamındadır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli nemimedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ

 

Ayetteki هَمَّازٍ  ve  مَشَّٓاءٍ  kelimeleri önceki ayetteki  حَلَّافٍ ‘nin ikinci ve üçüncü sıfatıdır.  بِنَم۪يمٍ  car mecruru  مَشَّٓاءٍ ‘e mütealliktir. 

مَشَّٓاءٍ - هَمَّازٍ  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ

 

هَمَّازٍ  ve  مَشَّٓاءٍ  kelimeleri, önceki ayetteki  حَلَّافٍ  için iki sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

هَمَّازٍ  ve  مَشَّٓاءٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.  

بِنَم۪يمٍ  car mecrur  مَشَّٓاءٍ ’e mütealliktir.

هَمَّازٍ -  مَشَّٓاءٍ - حَلَّافٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ, Hazret-i Peygamberi (sav) yalancılara itaat etmekten nehyedince, bu kafirlere boyun eğmeyi de yasaklar. Fakat Cenab-ı Hak küfrün ötesinde, sayılan kötü sıfatları taşıyan kimselere boyun eğmekten de nehyetmiştir. Bu kötü sıfatlar şunlardır: 

Birinci sıfat  حَلَّافٍ ; kişinin vara-yoğa yemin edici olmasıdır. Çünkü  حَلَّافٍ , doğru-yanlış, hak-batıl her hususta çokça yemin eden kimsedir. Yemini alışkanlık haline getirenler için, engelleyici ve caydırıcı olma bakımından bu ayet yeter. Bunun bir benzeri de, [Yeminlerinizi Allah'a karşı bir kalkan (hayır engeli) edinmeyin] (Bakara/224) ayetidir. 

İkinci sıfat  مَه۪ينٍ ; Zeccac bu kelimenin, fa'îl kalıbında,  مهاَنَة  masdarından olduğunu söylemiştir. Bu masdar, ‘azlık, değersizlik, kıymetli bir görüşe sahip olmama, ileriyi görememe’ manasınadır. Bu kimseye  مَه۪ينٍۙ  denmiştir. Çünkü bununla yalan yere yemin edenler kastedilmiştir. Yalan yere yemin edenlerse, insanlar nezdinde  مَه۪ينٍ (hor ve hakir) olurlar. 

Üçüncü sıfat هَمَّازٍ , çok ayıplayan, küçümseyen kimse demektir. Müberred: ’’ هَمَّازٍ , insanların gıyabında hoşlanmayacakları kötü şeylerle yad eden, onların kusurlarını ortaya koyandır’’ demiştir. Hasan el-Basrîden de, bunun, "insanların arkasından, avurtlarını eğip-büken kimse" demek olduğu rivayet edilmiştir. 

Dördüncü sıfat  نَم۪يمٍۙ ; insanın, insanlar arasında laf getirip götürmesidir; insanların arasını bozmak için, ondan ona, ondan ona söz taşımasıdır. (Fahreddin er-Râzî) 

هَمّازٍ : taklidi, alayı, vurmayı çok yapmak demektir. Lügatte sopa veya elle vurmak demektir. İstiare yoluyla birinin gıybetini yaparak sözle eziyet etmek manasında kullanılmış, ve bu o kadar yaygınlaşmış ki adeta hakiki mana olmuştur.  ويْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ şeklindeki Hümeze/1 ayeti de böyledir. (Âşûr)

Yürümek manasındaki  المَشْيُ  kelimesi, Maide suresi 33. ayetteki  ويَسْعَوْنَ في الأرْضِ فَسادًا gayret manasındaki  السَّعْيِ  kelimesinde olduğu gibi dedikodu uğruna zorluklara katlanmak dolayısıyla halinin bozulması manasında bir istiaredir. Çünkü somut şeylerin isimleri, dinleyicinin algısında anlaşılır şeylerin isimlerine göre daha büyük bir etkiye sahiptir. Yani dedikoduyu dolaştırmak manasındaki  المَشْيِ بِالنَّمِيمَةِ  ifadesinde dedikoducunun hali tasvir edilmiştir. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 12. Ayet

مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنَّاعٍ engel olan م ن ع
2 لِلْخَيْرِ hayra خ ي ر
3 مُعْتَدٍ saldırgan ع د و
4 أَثِيمٍ günahkar ا ث م

مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ


Ayet, önceki ayetteki  حَلَّافٍ ‘nin dördüncü sıfatı olup kesra ile mecrurdur. لِلْخَيْرِ  car mecruru  مَنَّاعٍ ‘e mütealliktir. 

مُعْتَدٍ  kelimesi  حَلَّافٍ ‘nin beşinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  اَث۪يمٍ  kelimesi  حَلَّافٍ ‘nin altıncı sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُعْتَدٍ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَث۪يمٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


Ayet, önceki ayetteki  حَلَّافٍ ‘nin dördüncü sıfatı olup kesra ile mecrurdur. لِلْخَيْرِ  car mecruru  مَنَّاعٍ ‘e mütealliktir. 

مُعْتَدٍ  kelimesi  حَلَّافٍ ‘nin beşinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  اَث۪يمٍ  kelimesi  حَلَّافٍ ‘nin altıncı sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُعْتَدٍ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَث۪يمٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ


Allah Teâlâ bu ayette de itaatten men ettiği kimselerin sıfatlarını bildirmeye devam ediyor.

مَنَّاعٍ , önceki ayetteki  حَلَّافٍ  için dördüncü sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

لِلْخَيْرِ  car mecruru  مَنَّاعٍ ’e mütealliktir.  مُعْتَدٍ  ve  اَث۪يمٍ  kelimeleri de  حَلَّافٍ ’in sıfatlarıdır. 

خَيْرِاَث۪يمٍۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

مَنَّاعٍ - مُعْتَدٍ - اَث۪يمٍۙ  sıfatları ve لِلْخَيْرِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُعْتَدٍ  zulümde ileri giden,  اَث۪يمٍ  çok günah işleyen demektir. (Keşşâf)

حَلّافٍ، هَمّازٍ، مَشّاءٍ، مَنّاعٍ  şeklindeki dört sıfattaki sigaların benzerliği muvazene sanatının eşsiz güzelliğiyle hayran bırakmıştır. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 13. Ayet

عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عُتُلٍّ kaba ع ت ل
2 بَعْدَ sonra da ب ع د
3 ذَٰلِكَ bundan
4 زَنِيمٍ kötülükle damgalı ز ن م

عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ

 

Ayet, önceki ayetteki  حَلَّافٍ ‘nin yedinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  بَعْدَ  zaman zarfı  زَن۪يمٍۙ ‘e mütealliktir.  ذٰلِكَ  işaret ismi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  زَن۪يمٍۙ  kelimesi  حَلَّافٍ ‘nin sekizinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عُتُلٍّ  ve  زَن۪يمٍ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındadır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ


Fasılla gelen ayette  عُتُلٍّ kelimesi, 10. ayetteki  حَلَّافٍ  için yedinci sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

زَن۪يمٍ  sekizinci sıfatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

ذٰلِكَ ’ye muzâf olan  بَعْدَ  zaman zarfı,  زَن۪يمٍۙ ’e mütealliktir.

عُتُلٍّ - زَن۪يمٍۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

عُتُلٍّ : kaba, kadir kıymet bilmeyen, patavatsız demektir ki, bu da  عتله  deyiminden gelir ki, birini şiddetle ve kabaca itmektir. (Beyzâvî) 

زَن۪يمٍۙ : keçinin, koyunun boynunda, kulağı dibinde derisinden küpeye benzer yumrucuklara yahut kulağı delinip de ucundan asılı bırakılan sarkıntıya denir ki, her tarafa sallanır durur. Dilimizde o koyun veya keçiye küpeli denildiği gibi Arapçada da zenim denilir. Burada bundan istiare edilmiştir ki, bu Türkçede en çok dalkavuk veya kulağı yirik yahut kulağı kesik yahut kulağı küpeli sözlerindeki mecaz manayı andırır. İbn-i Cerir'in tefsirinde açıklandığı gibi tefsirciler İbni Abbas ve diğerlerinden bu kelimenin tanıtımı hususunda şunları nakletmişlerdir: "Nesebi şüpheli, nesebi başkasının nesebine katılmış, piç, kötülükle tanınmış, kötü damgalı, damgalı kâfir, çok zalim, aşağılık, fena huylu...." (Elmalılı)

10. ayetten itibaren tabi olunmaması gereken kişilerin özelliklerinin sayılması sayılması taksim sanatıdır.

Kalem Sûresi 14. Ayet

اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْ diye
2 كَانَ olmuş ك و ن
3 ذَا sahibi
4 مَالٍ mal م و ل
5 وَبَنِينَ ve oğullar ب ن ي

اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ


اَنْ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  لِ  harf-i ceriyle gelecek olan şart ve cevab cümlelerinin delaletiyle mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri,... كذّب بآيات الله لأن كان (... olması için Allah’ın ayetlerini yalanladılar) şeklindedir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  ذَا  harfle îrab olan beş isimden biri olarak  كَانَ ‘nin ismi olup nasb alameti eliftir. 

مَالٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بَن۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  بَن۪ينَ  cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için harfle îrablanırlar. Cer alameti  ي ‘dir.

اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ


Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَ  cümlesi, masdar tevilinde olup takdir edilen لِ  harfi ceriyle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri … كذّب بآيات الله (Allah’ın ayetlerini yalanladılar) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Masdar-ı müevvel, nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf izafetle gelen  ذَا مَالٍ , nakıs fiil  كَانَ ‘nin haberidir.

بَن۪ينَ , muzâfun ileyh olan  مَالٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayrıca  اَنْ كَانَ  istifham üzere  أ اَنْ كَانَ  şeklinde de okunmuştur; yani mal ve çocuk sahibi oldu diye mi yalanladı?! Veya mal sahibi oldu diye mi ona itaat edeceksin?! Zübeyrî (v. 236/851) ise, Nâfi‘den (v. 169/785) kesreyle ve muhatap için olan şart ile  إنْ كان  diye rivayet etmiştir; yani yemin edip duran hiç kimseye zenginliğini şart koşarak itaat etme; çünkü kâfire zenginliği sebebiyle itaat ettiğinde, itaat etmek için adeta zenginliği şart koşmuş gibi olmaktadır. Burada şartı muhataba yönlendirmek, لَّعَلَّهُۥ یَتَذَكَّرُ  [Belki düşünüp ders çıkarır] (TāHâ 20/44) ayetindeki tereccînin muhataba yönlendirilmesi gibidir. (Keşşâf)

Kalem Sûresi 15. Ayet

اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ  ...


Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذَا zaman
2 تُتْلَىٰ okunduğu ت ل و
3 عَلَيْهِ kendisine
4 ايَاتُنَا ayetlerimiz ا ي ي
5 قَالَ der ق و ل
6 أَسَاطِيرُ masallarıdır س ط ر
7 الْأَوَّلِينَ eskilerin ا و ل

اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ


اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُتْلٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تُتْلٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline mütealliktir.  اٰيَاتُنَا  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ  cümlesi şartın cevabıdır. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekulü’l-kavli,  اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  اَسَاط۪يرُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri  هى ‘dir.  الْاَوَّل۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ


Müstenefe olan ayet, şart üslubunda gelmiştir.  اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.

اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi  تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

تُتْلٰى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اٰيَاتُنَا  ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 397)

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ  şeklindeki cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavl olan  اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَسَاط۪يرُ  takdiri هى (O) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Mahzufla birlikte cümle sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Burada  اِنْ  değil,  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  اِنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder.  تُتْلٰى  fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

 
Günün Mesajı
Konuşma melekesi, Allah'ın insan üzerindeki en büyük nimetlerinden biridir. En büyük Söz olan Kur'ân, aynı zamanda Cenab-ı Allah'ın insana olan en büyük nimetidir (Rahmân Süresi, 55/1-4).
Bunun gibi, kalemle yazmayı bilmek de bir başka büyük nimettir (Alâk Sûresi, 96/4).
Kur'ân'ın en küçük bir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmesindeki en önemli sebeplerden biri, onun Allah Rasülü'nün bizzat yazdırmasıyla vahiy kâtipleri tarafından kayda geçirilmiş olmasıdır. Kalemle yazmak, haberleşmenin ve ilmi nakletmenin de en mühim sebeplerinden biridir. İşte bu gibi hususiyetleri ve faydalarından dolayı Cenab-ı Allah, kaleme ve kalemle yazılan yazılara yemin etmektedir. Bu yeminde en büyük pay, elbette Kur'ân'a ve onun yazıya geçirilmesinedir. Kur'ân, en büyük nimettir ve bu nimete nail olan Allah Rasülü (s.a.s.), bundan sonraki ayette ifade olunduğu gibi asla deli, yani cinlerle içli dışlı biri değildir ve olamaz. Sûrenin başındaki mukattaa harflerinden olan nün ile, diğer manâ ve remizlerinin yanı sıra, mürekkep şişesine ve yazının benzer malzemelerine işaret ediliyor olabilir. Ayrıca, Enbiyâ Süresi 87. ayetinde Hz. Yunus'tan Zünnûn (Nûn Sahibi) olarak söz edildiği, bu sürede de 48-50'inci ayetlerde yine Hz. Yunus'tan bahsedildiği için, nûnun Hz. Yunusa işarette bulunduğu da ifade edilmiştir.
Bediüzzaman, “Kâinat bir kitap olarak düşünülürse, Hz. Muhammed (s.a.s.), onun Kâtibi'nin Kalemi'nin mürekkebidir.” der. Dolayısıyla Nün, 2-4'üncü ayetler de Peygamberimiz'k ilgili olduğu için, buradaki ilk manâsıyla Peygamberimiz'in ilk yaratılan varlık olan nuruna, yani yaratılışın mürekkebine, Kalem de, kendisiyle kâinatın yazıldığı Kalem'e işaret etmektedir denebilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Derler ki: Kur’an-ı Kerim’i teslimiyetle ibret alarak okuyan, insanın karakter bakımından hiç değişmediğini anlar. Dünya için yaşayan ya da dünyalıkları fazlasıyla sevenlerin, menfaat uğruna verdikleri tavizlerin haddi hesabı yoktur. Fikirlerinden, inançlarından, sevdiklerinden, yeri gelince kendi rahatlıklarından, canlarından ve ne yazık ki Allah’ın emir ve yasaklarından taviz verirler. Yeter ki, karşılığında istediklerini elde etsinler.

Taviz esnasında, genellikle, bir başkasına boyun eğilir ya da eğilmiş gibi yapılır. Zira, menfaatin elde edilmesinde aracı olacağı umulanlar, o başka kişilerdir. Bu aracılar, toplumda, servet ve evlat çokluğu, itibar ve makam yüksekliği gibi geçici üstünlüklere sahiptir. Allah’ın sınırlarından taviz verildiyse, geçici kazanç sağlanmış gibi görülse de hepsi hüsranla sonuçlanır. Zira insan, yeryüzünde kimin arkasına saklanırsa saklansın, hesap günü Allah’ın huzurundan kaçamayacaktır.

Ey Allahım! Dünyalık menfaatler uğruna, özellikle de dini meselelerde, tavizin her türlüsünden Sana sığınırız. Bizi, dinini en iyi şekilde öğrenenlerden, teslimiyetle Sana itaat edenlerden ve İslam yolunda kalbi ile ayakları sağlam adımlarla ilerleyenlerden eyle. Dünya nimetlerinden dolayı yeryüzünde bir çeşit üstünlüğe sahip diye; olur olmaz yemin edenlere, aşağılıklara, daima kusur arayıp iğneleyenlere, iyiliği hep engelleyenlere, saldırganlara, günahkarlara ve faydasız kişilere boyun eğmekten Sana sığınırız. Bizi, iki cihanda da Senin katında iyi olan kullarınla karşılaştır ve onları bize, bizi de onlara sevdir. Hallerimizi sevmediğin özelliklerden, kalplerimizi hoşnut olmadığın duygu ve düşüncelerden arındır. Hepsini rızana uygun kıl ve bizi razı olduğun kulların arasına kat.

Amin.

***

Dünyanın herhangi bir köşesinde, herhangi bir işi başarıyla tamamlamak isteyen insanın nefsi, belli sınırları bulanık görmeye ve doğruluktan ayrılmamayı tavsiye eden kalbin uyarılarını duymamaya başlar. Kendince o anı kurtarmaya odaklanmıştır. Hangi bahaneye tutunursa tutunsun, her yalanın bir bedeli vardır. 

Belki sığ bir bakışla, mü’minin de amacı anı kurtarmaktır fakat amacı sadece o anı nefsinin mutlu olacağı hale çevirmek değildir. Anları toplamının sonucuyla selamete ve huzura kavuşmak isteği vardır. Başka bir deyişle, bir mü’minin nefsinden sıyrılarak anı kurtarması: Allah’ın rızasını gözetmesidir. 

Hayatlarıyla ve sözleriyle dirildiğimiz değerli önderlerin en önemli özelliklerinden biri: dürüstlükleridir. Allah için doğruyu söyleyen müslüman anlık kaybeden taraf gibi görünse de Allah o kulunu maddi ve manevi nice bereket ile kuşatır ve yüceltir. Yeryüzünde dolaşan kalplere sevgisini verir ve göklerde nimetleriyle kuşatır.

Hasan el-Benna, arkadaşları ile bir evde toplanmıştır. Askerler gelir ve çocuklardan birinin annesi olan kadına sorarlar. Kadın çıktılar diye yalan söyleyince Hasan el-Benna gelir ve doğruyu anlatır. Askerler toparlanıp giderler ve o da arkadaşlarına asla yalana gerek olmadığını söyler. Şüphesiz ki Allah onları koruyacaktır.

Allah rızası için yapılan her işin bir bereketi vardır. İlla ki vardır. Devamlı önüne atılan her şekeri yemek isteyen özünde hasta olan yani yememesi gereken nefis ise iradeyi zayıflatmak için bu hakikati unutturur. Korku, heyecan gibi duygularla doldurduğu senaryolarla kişinin aklını çelmeye çalışır. Bir daha yapmazsın der. 

Mızmızlanan ve annesi çekiştiren çocuk gibidir. Hayır’ı, evet’e çevirmek için ısrar eder de, eder. Kendisini yerlere atar veya oldukça mantıklı konuşur. Kulu, hırslarına yenik düştüğünde kör ve sağır kesilen nefsin acele kararlarından ancak Allah’ı hatırlamak kurtarabilir. Bunun yolu da O’nu ibadet ile, zikir ile sıksık anmaktan geçer. 

Ey Allahım! Anılması en güzel isim, Senin ismindir. Bizi devamlı diliyle ve kalbiyle Seni zikreden kullarından eyle. Nefsimizin aceleci hallerinden Sana sığınırız. Bizi Senin adın söylendiğinde maddi ve manevi anlamda huzura kavuşan ve sakinleşen kullarından eyle. Yanlış kararlar alanlardan, yanlış adımlar atanlardan ve yanlışlarında ısrar edenler gibi olmaktan muhafaza buyur. Bizi doğru ve dürüst kullarından eyle. Yerde ve göklerde hayırla anılan, Senin katında yükselen, maddi manevi bereketin ile sevinen ve her şeyin sonunda Sana kavuşan salih kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji