21 Nisan 2026
Mülk Sûresi 13-26 (562. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mülk Sûresi 13. Ayet

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...


Sözünüzü gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَسِرُّوا gizleyin س ر ر
2 قَوْلَكُمْ sözünüzü ق و ل
3 أَوِ yahut
4 اجْهَرُوا açığa vurun ج ه ر
5 بِهِ onu
6 إِنَّهُ çünkü O
7 عَلِيمٌ bilir ع ل م
8 بِذَاتِ özünü
9 الصُّدُورِ göğüslerin ص د ر

Bu dünyada günah işleyenler, ya kendilerini görüp gözeten Allah’ın varlığına inanmıyor veya inanmakla birlikte dünyevî hırs ve menfaatleri, nefsânî arzuları yüzünden gaflete dalıp sorumluluklarını unutuyorlar. İşte bu âyetlerde inkârcılara ve gafillere Allah’ın gizlisiyle açığıyla her şeyi kuşatan ilmi hatırlatılmakta, kendilerinden hayatlarını buna göre düzenlemeleri istenmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419-420

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ 


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اَسِرُّوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  قَوْلَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوِ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اجْهَرُوا  atıf harfi  اَوِ  ile  اَسِرُّوا ‘ya matuftur.  اجْهَرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اجْهَرُوا  fiiline mütealliktir. 

اَسِرُّوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سرر ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الصُّدُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَل۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetteki emir, bir yükümlülük yüklemek için değil, tehdit içindir. (Rûhu-l Beyân) 

قَوْلَكُمْ , mef’ûldur. Aynı üslupta gelen  اجْهَرُوا بِه۪  cümlesi atıf harfi  اَوِ  ile  اَسِرُّوا ‘ya atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi tezattır.

اَسِرُّوا  ve  اجْهَرُوا  şeklindeki emir sıygaları  اصْبِرُوا أوْ لا تَصْبِرُوا  şeklindeki Tur/16  ayetindeki gibi tesviye manasında kullanılmıştır. (Âşûr) 

اجْهَرُوا - اَسِرُّوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Müsned olan  عَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. بِذَاتِ الصُّدُورِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘a mütealliktir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp yerine  صُّدُورِ  kelimesinin gelmesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûm; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker demektir.  

Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ yalnız sînedekileri değil, her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.

Bu ayetteki tekid, hem binasında hem de manasındadır. Binasındaki tekidler açıkça görülür. Bu konunun asıl unsuru olan  اِنَّ  harfiyle tekid edilmiştir,  عَل۪يمٌ  kelimesi mübalağa sıygasındadır ve  بِذَاتِ الصُّدُورِ  tabiri geçmiştir. Burada  فِي الصُّدُورِ  buyurulmamıştır, çünkü  عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  sözü, onun zatını, hakikatini ve onun etinin, kanının içinden akıp geçenleri vs. bilmeyi ifade eder. Bunları bildiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Şura/28, c. 3, 173)

Ayette kalpler olarak tercüme edilen صدور  kelimesinin müfredi olan  صدر  (sadr) kelimesi, sözlükte “göğüs, sine, vücudun boyunla karın arasında bulunan ve kalp, akciğer vb. organları içine alan bölüm” demektir. Burada mahalliyet alakasıyla  صدر (sadr) kelimesiyle kalp veya akıl kastedilmiş olabilir. Mahal zikredilmiş, fakat o mahallin içindeki kalp kastedilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.  Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

 
Mülk Sûresi 14. Ayet

اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟  ...


Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَا
2 يَعْلَمُ bilmez mi? ع ل م
3 مَنْ kimse
4 خَلَقَ yaratan خ ل ق
5 وَهُوَ ve O
6 اللَّطِيفُ latiftir ل ط ف
7 الْخَبِيرُ haber alandır خ ب ر

اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ 


Hemze istifham harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

   

وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟


İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اللَّط۪يفُ  haber olup lafzen merfûdur. الْخَب۪يرُ۟  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

اللَّط۪يفُ - الْخَب۪يرُ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hemze istifham harfi,  لَا  olumsuzluk harfidir. 

Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, takrir amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrîr, mütekellimin, karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrîr; (itirafa zorlama) muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  خَلَقَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Kesin aklî delil ifade eden cümlede, mezheb-i kelâmî sanatı vardır. 

Ayet-i kerîme, bir önceki ayetteki اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  cümlesini beyan eden isti’nâf  cümlesidir. Allâh Teâlâ, inkârcı muhatabın aklına gelen “Allah, sînelerin içindekini nasıl bilecekmiş?” sorusunu, mantıkî boyutu bulunan ve cevap istemek kastıyla sorulmamış bir soruyla cevaplamaktadır. Ayetin başında yer alan hemze, istifham-ı takrîri için gelmiştir. İstifham üslubuyla, Allah’ın bilgisinin her şeyi kuşatmasının, inkâr edilmesi mümkün olmayacak kadar apaçık bir biçimde ortada olduğu kastedilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)


 وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟

 

Hal وَ ’ıyla gelen  وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sahib-i hal, Allah Teâlâ’dır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟  isimleri marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu iki vasfın Allah Teâlâ’daki mevcudiyetinin kemâline işaret eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir. اللَّط۪يفُ  -  الْخَب۪يرُ۟  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اللَّط۪يفُ  ismi , لُطوف ‘tan mübalağalı ism-i fail, yahut  لطافت ‘ten sıfat-ı müşebbehe olabilir. Birincisine göre kelimenin anlamı, ‘son derece lütufkâr’ demektir. Lütuf, gayet incelik, hoşluk ve uygunlukla gayeye ulaştırmak ve muradını vermek manasınadır. Diğeri de nasıl yapıldığı gizli olan, en güzel şeyleri yapan ve yaratıkların muhtaç oldukları faydalı şeyleri lütuf ve yardımıyla ihsan eden ve ulaştıran lütufkâr demektir. Bu mana da tekvîn sıfatına aittir. Râzî'nin de dediği gibi burada  خَب۪يرُ۟  sıfatı ayrıca zikredildiğinden dolayı bu mana daha uygundur. (Elmalılı)

يَعْلَمُ - الْخَب۪يرُ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah en gizli şeyleri hakkıyla bilir. Melzûm; Allah, bildikleriyle sizi hesaba çeker demektir. 

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

 
Mülk Sûresi 15. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ  ...


O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O’nadır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O
2 الَّذِي
3 جَعَلَ yapandır ج ع ل
4 لَكُمُ size
5 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
6 ذَلُولًا boynu eğik ذ ل ل
7 فَامْشُوا haydi yürüyün م ش ي
8 فِي
9 مَنَاكِبِهَا onun omuzlarında (yeryüzünde) ن ك ب
10 وَكُلُوا ve yeyin ا ك ل
11 مِنْ -ndan
12 رِزْقِهِ O’nun rızkı- ر ز ق
13 وَإِلَيْهِ ve O’nadır
14 النُّشُورُ dönüş ن ش ر

Cenâb-ı Allah, kendisinin güç ve kudretini gösteren delilleri bir defa daha gözler önüne sermekte; yerkürenin yaratılması, her türlü nimet ve imkânlarla donatılarak üzerinde yaşanılır hale getirilmesinin, sonsuz bir gücün varlığını ve birliğini gösterdiğine dikkat çekmektedir. “Üzeri” diye çevirdiğimiz menâkibihâ tamlamasındakimenâkib kelimesi, “omuz” anlamına gelen menkibin çoğulu olup mecaz olarak yeryüzündeki yolları, köşe bucak ve dağları ifade eder (Şevkânî, V, 301-302). Yüce Allah, bu nimetleri kulları için yarattığını bildirerek onlara yeryüzünde dolaşmalarını, yarattığı rızıklardan yiyip içmelerini istemiş; arkasından “Dönüş yalnız Allah’adır”buyurmak suretiyle insanların dünya nimetleri ve zevklerine dalarak kendi varlığını, sonsuz kudretini ve âhiret hayatını unutmamaları gerektiği, zira her nimetin bir sorumluluğu olduğu mesajını vermiştir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 421-422

هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ


İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَكُمُ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  ذَلُولاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Mukadder istînafa matuftur. Takdiri, انتبهوا لهذا فامشوا. (Buna dikkat edin, ve yürüyün )şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  امْشُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي مَنَاكِبِهَا  car mecruru  امْشُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كُلُوا  atıf harfi وَ ‘la  امْشُوا ‘ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ رِزْقِه۪  car mecruru  كُلُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَاِلَيْهِ النُّشُورُ


Cümle, atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. İsim cümlesidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النُّشُورُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ  cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin her iki rüknünün de marife olması kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  هُوَ  mevsûf/maksûr,  الَّذ۪ي  sıfat/maksûrun aleyh yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Cümlede takdim tehir sanatı vardır.  لَكُمُ  car mecruru, ihtimam için amili olan ikinci mef’ûl  ذَلُولاً ‘e takdim edilmiştir.

ذَلُولاً  kelimesi, sana "boyun eğen, itaat eden" her şey için kullanılan bir ifade olup, bunun masdarı, الذل 'dür. Bu kelime de, ‘inkiyad etmek, boyun eğmek, uysal olmak’ anlamlarına gelir. (Fahreddin er-Râzî) 

لَكُمُ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  ذَلُولاً  kelimesi ikinci mef’ûldur.

Munfasıl zamir olan  هُوَ  ref mahallinde fetha üzerine mebnî mübtedâdır. İsm-i mevsûl الَّذ۪ي  ise ref mahallinde sükûn üzerine mebni haberdir. İsim cümlenin temel iki ögesi olan mübteda ve haberi; her ikisi de marife (belirli) isim gelerek kasr üslûbu oluşmuştur. Böylece muhataplar, yeryüzünü putların yarattığına inanan kimseler konumuna indirilmiştir. Çünkü müşrikler her ne kadar bunu dile getirmeseler bile putlara ilahlık vasfını yüklemeleri, onların bilinçaltlarında böyle bozuk bir inanca sahip olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla kasr üslûbuyla, müşriklerin bu inançları yalanlandığı ve onlara doğru olan hatırlatıldığı için tür bakımından kasr-ı kalbdir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)


فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ


فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا  cümlesi, takdiri  انتبهوا لهذا (Buna dikkat edin) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir.

ف۪ي مَنَاكِبِهَا  car mecruru  امْشُوا  fiiline mütealliktir. 

Aynı üslupta gelen  وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Ayetteki her iki cümle de emir üslubunda geldiği halde ibaha manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مِنْ رِزْقِ  car mecrur  كُلُوا  fiiline mütealliktir.

رِزْقِه۪ۜ  ve  كُلُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مِنْ رِزْقِه۪  ifadesindeki  مِنْ  harfi bir kısmı manasına gelen teb’îd ifade eder. (Âşûr)

Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.

Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu, idmâc sanatıdır. 

Ayetteki  جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولاً  ifadesinde yeryüzü, itaatkâr ve uysal bir hayvana benzetilmiştir. Buradaki söz sanatının teşbîh-i belîğ mi, yoksa istiare-i mekniyye mi olduğu hususunda ihtilaf söz konusudur. Teşbîhin her iki tarafı zikredildiği için, yani  ذَلُولاً  kelimesini müşebbehün bih olarak düşünenler, teşbih-i belîğ olduğunu söylerken, el-Hafâcî gibi takdir olarak  جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مركوباً ذَلُولاً  ya da  جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ أرضاً ذَلُولاً  düşünen alimler istiare-i mekniyye olduğunu belirtmektedirler. Ayetin devamındaki  فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا [onun (yeryüzünün) omuzlarında yürüyün] cümlesinde  مَنَاكِبِ  kelimesi yeryüzünün yüksek yerlerine, dağlarına ya da yollarına benzetilmiş ve müşebbeh hazf edildiği için istiare-i tasrîhiyye oluşmuştur. Burada  ذَلُولاً  ifadesiyle birlikte  ألمشْيِ على ا لمناكباً (omuzlar üzerinde yürümek) ifadesi yeryüzünün insan için tam manasıyla bir yaşam alanına çevrildiğini ve insanın emrine amade kılındığını göstermektedir. Omuzlarda yürümek ifadesi yeryüzünün tümüyle insanın emrine sunulduğu ifadesini pekiştirir. Çünkü hayvanın omuzları, üzerinde yürümenin en tehlikeli ve en zor olduğu yerleridir. Bir hayvanın, omuzları üzerinde yürünmesine müsaade edecek duruma gelmesi, onun son derece itaatkâr ve uysal olduğunu gösterir.

Ayetteki bu edebî sanatlarla, Allah’ın sonsuz güç ve kudretinin delili olarak, yeryüzünün her türlü nimet ve imkanlarla donatılıp insanın üzerinde yaşayabileceği bir yer haline getirilmesi ve onun emrine amade kılınması, muhatabın zihninde hayatın içinden objelerle canlandırılmak suretiyle anlatılmıştır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması - Fahreddin er-Râzî - Âşûr) 

Ayetteki  فامشوا  ve  كلوا  emir fiilleri ibaha manasındadır. İbn Âşûr buradaki emir fiillerinin, Allah’ın insanlara yeryüzünü ve içindeki rızıkları onların hizmetine âmâde kıldığını hatırlatarak bundan dolayı kendisine minnettar olmalarını istediğini ve bu nedenle de idame manasında kullanıldığını belirtmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması - Fahreddin er-Râzî)


وَاِلَيْهِ النُّشُورُ

  

Ayetin son cümlesi sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيْهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. النُّشُورُ , muahhar mübtedadır.

النُّشُورُ ‘deki marifelik, cins içindir. Cümledeki car mecrurun takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Mülk Sûresi 16. Ayet

ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ  ...


Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَأَمِنْتُمْ emin misiniz? ا م ن
2 مَنْ olanın
3 فِي
4 السَّمَاءِ gökte س م و
5 أَنْ
6 يَخْسِفَ batırmayacağından خ س ف
7 بِكُمُ sizi
8 الْأَرْضَ yere ا ر ض
9 فَإِذَا O zaman
10 هِيَ o (yer)
11 تَمُورُ birden sallanır م و ر

Müfessirler “gökte olan”dan maksadın kim veya ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: 1. Bundan maksat Allah’tır; ancak bu mecazi bir anlatım olup maksat O’nun yüceliğini ve gücünün sonsuzluğunu vurgulamaktır. Allah mutlak mânada yücedir, sonsuz ve sınırsızdır, zamanda ve mekânda olanlar ise sınırlıdır ve Allah bu sınırlamalardan münezzehtir. 2. Maksat gökteki meleklerdir. Onlar Allah’ın emriyle yeryüzüne inerek kendilerine verilen görevleri yerine getirirler. 3. Maksat, Allah’ın gökten inen azabıdır. Allah’ın rahmeti ve nimeti nasıl gökten iniyorsa O’nun azabı da inkârcı ve isyankârların başına gökten iner (daha geniş bilgi için bk. Râzî, XXX, 69-70; Elmalılı, VII, 5232 vd.; İbn Âşûr, XXIX, 33). Bize göre burada geçen “gök” kelimesiyle, fizikî evrenin gökleri değil, madde ötesi, yüce olan varlık düzeyi kastedilmiş olmalıdır.

15. âyette belirtilen imkânların iyi değerlendirilmesi gerektiği yönünde ikazlar içeren bu âyetlerde insanların, yeryüzündeki nimetlerden yararlanırken azgınlık ve taşkınlık göstermemeleri gerektiğine, aksi takdirde yeryüzünde şiddetli felâketlerin, yıkımların vuku bulacağına, böylece Allah’ın gönderdiği uyarıcıyı (peygamber), onun uyarılarını önemsemeyenlerin şiddetle cezalandırılacaklarına dikkat çekilmektedir. Nitekim 18. âyette de geçmişte gerçekleri yalan sayanların bu şekilde cezalandırıldığı hatırlatılmaktadır (krş. Kasas 28/81; Hâkka 69/6-8).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 422

ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ


Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  اَمِنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  فِي السَّمَٓاءِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  فِي السَّمَٓاءِ ‘den bedel-i iştimâl olup mahallen masubdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimal. 

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

Fiili muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَخْسِفَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِكُمُ  car mecruru يَخْسِفَ  fiiline mütealliktir.  الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


 فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ


فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  müfacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında mufacee harfi olur. 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olup mahallen merfûdur. تَمُورُ  haber olarak mahallen merfûdur.

تَمُورُ  damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.

ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin başındaki hemze inkarîdir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit, tevbih ve inkâr kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمِنْتُمْ  fiilinin mef’ûlu konumunda  olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in, sıla cümlesi mahzuftur.  فِي السَّمَٓاءِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ  cümlesi, masdar teviliyle ism-i mevsûlden bedel-i iştimâldir. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِكُمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  الْاَرْضَ ‘e takdim edilmiştir

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

O'nun mülkü her ne kadar herşeyi kapsıyor ise de özellikle semanın anılması, kudreti nafiz (etkili) ve geçerli olan O mutlak ilâhın, semada olan olduğuna, yeryüzünde bulunup tazim ettikleri kimselerin ilâh olmadığına dikkat çekmek içindir. (Kurtubî) 

الْاَرْضَ  - السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

بِكُمُ ‘deki  بِ  harf-i ceri musahabe içindir. Yani, sizin aslınıza eşlik etmek için yeri batırıyor. Semanın ve yerin cem edilmesinde güzel bir tıbâk vardır. (Âşûr) 

Muktezâ-i zâhire göre,  ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ  cümlesinin  ءَاَمِنْتُموهُ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ ..  şeklinde gelmesi gerekirdi. Burada zamir yerine ism-i mevsûlün getirilmesi, mahzuf sıla cümlesine müteallak car ve mecrûr  فِي السَّمَٓاءِ  ifadesiyle gücün kaynağı olarak görülen gökyüzünde Allah’ın yüceliğine ve her şeyin tasarrufunun kendisinde olduğuna işaret etme fırsatı vermektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması - Âşûr)

İnkâr, tevbîh (kınama) ve tahzîr (uyarma) anlamlarında kullanılan istifhamla başlayan bu ayet-i kerîme kâfirleri muhatap almaktadır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)


 فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ

 

فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, ‘ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum’ anlamları katar. 

هِيَ  mübteda, تَمُورُ  haberdir.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eden تَمُورُ  cümlesi, müsneddir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَنْ فِي السَّمَٓاءِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  السَّمَٓاءِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  السَّمَٓاءِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Mülk Sûresi 17. Ayet

اَمْ اَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباًۜ فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذ۪يرِ  ...


Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 أَمِنْتُمْ siz emin misiniz? ا م ن
3 مَنْ olanın
4 فِي
5 السَّمَاءِ gökte س م و
6 أَنْ
7 يُرْسِلَ göndermeyeceğinden ر س ل
8 عَلَيْكُمْ üzerine
9 حَاصِبًا taş yağdıran (bir fırtına) ح ص ب
10 فَسَتَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م
11 كَيْفَ nasıldır ك ي ف
12 نَذِيرِ tehdidim ن ذ ر

اَمْ اَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباًۜ


اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  اَمِنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  فِي السَّمَٓاءِ   car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  فِي السَّمَٓاءِ ‘den bedel-i iştimâl olup mahallen masubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. 

Bedel-i iştimâl: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

Fiili muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُرْسِلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru يُرْسِلَ  fiiline mütealliktir.  حَاصِباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُرْسِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

حَاصِباً  kelimesi, sülâsi mücerredi  حصب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذ۪يرِ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاءكم العذاب فستعلمون حالة إنذاري به (Size azap gelirse o zaman uyarımın şeklini bileceksiniz)  şeklindedir.

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَيْفَ نَذ۪يرِ  amili تَعْلَمُونَ ‘nin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.

كَيْفَ  istifham ismi mukaddem haber olarak mahallen merfûdur. نَذ۪يرِ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim ي ‘sı fasıladan dolayı hazf edilmiştir.

اَمْ اَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباًۜ


Müste’nefe olan ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمِ  hemze ve  بَلْ  manasını taşıyan munkatıadır. Buradaki hemze inkârî manadadır.

Cümle, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve istihza kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمِنْتُمْ  fiilinin mef’ûlu konumunda  olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمَٓاءِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً  cümlesi, masdar teviliyle ism-i mevsûlden bedeli işti’mâl konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْكُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  حَاصِباًۜ ‘daki nekrelik kesret ve nev ifade eder.

مَنْ فِي السَّمَٓاءِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  السَّمَٓاءِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  السَّمَٓاءِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.


 فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذ۪يرِ


Şart üslubunda gelen ayette rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذ۪يرِ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder.

İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan كَيْفَ نَذ۪يرِ  cümlesi,  فَسَتَعْلَمُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak tehdit, tahkir ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

İstifham harfi  كَيْفَ , mukaddem haberdir. نَذ۪يرِ  muahhar mübtedadır. Fasılaya riayet maksadıyla  نَذ۪يرِ  kelimesinden  ي  hazf edilmiştir. (Âşûr)

Takdiri , إن جاءكم العذاب (Size azap gelirse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bu ayette  كيف  istifham edatı, delalet ettiği aslî manasının dışında çıkarak tehdit ve tehvîl (korkutma) manasında kullanılmıştır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Ayetteki,  كَيْفَ  soru edatı, o peygamberin doğruluğunu ve inzârın neticesini bildiren bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî) 

İbn Abbâs’tan (ra) nakleden Atâ’ya göre buradaki uyarıcı manasındaki  منذر نذير  ile Muhammed (sav) kastedilmiştir.  كيف  soru edatının ayete kattığı anlam şöyle açıklanabilir: O vakit resulümü, yani onun uyarılarının doğruluğunu yakinen görmüş olacaksınız, ancak iş işten çoktan geçmiş olacak. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması - Fahreddin er-Râzî)

 
Mülk Sûresi 18. Ayet

وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ  ...


Andolsun, onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 كَذَّبَ yalanladılar ك ذ ب
3 الَّذِينَ kimseler
4 مِنْ
5 قَبْلِهِمْ onlardan önceki ق ب ل
6 فَكَيْفَ ama nasıl? ك ي ف
7 كَانَ oldu ك و ن
8 نَكِيرِ benim inkarım ن ك ر

وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 


وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Takdiri, فعذّبهم فكيف كان نكير (Onlara azap etti. O zaman beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu) şeklindedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

كَذَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَذَّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ


فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَيْفَ  istifham ismi  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَك۪يرِ  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismi olup mukadder damme üzere merfûdur. Mütekellim  ي ‘sı muzâfun ileyh olup fasıladan dolayı hazf edilmiştir.

وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sıla cümlesi mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki haberin önemine dikkat çekmek yanında, bu kişilere tahkir ifade etmiştir.

Ayette zımnen inkârcılara şöyle deniyor: “Sizden önce yaşamış Âd, Semûd ve Lût gibi kavimler de Allah’ın uyarılarını kulak ardı etmişlerdi. Ancak yaptıklarına karşılık benim azabım nasıl da onları kuşatıvermişti.” Beyzâvî soru edatının ayete kattığı anlamın, müşrikleri uyararak vazifesini bilfiil yerine getiren Resulullah (sav) için bir teselli, müşrikler için ise tehdit olduğunu ifade etmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Surede  وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ  ayetinden başlayarak, inkârcıları uyarma, onları inkârlarından vazgeçirecek kanıtlar sunma, şirk koştukları halde rablerinin onlara rahmetiyle muamele ettiğini hatırlatma, azabıyla korkutma ve tehdit etme gibi bizatihi kendilerinin muhatap alındığı bir dizi hitaptan sonra, Allah Resulünü yalanlamaları ve uyarılara kulak tıkamaları nedeniyle bu ayetle birlikte muhatap alınmayarak hitap, üçüncü şahıs kipiyle devam etmiş ve böylece içinde bulundukları sapkın duruma ve akıbetlerine üstü kapalı bir gönderme yapılmıştır. Dolayısıyla ayet-i kerîmede  مِنْ قَبْلِكم (sizden öncekiler) yerine  مِنْ قَبْلِهِمْ (onlardan öncekiler) denilerek hem iltifat sanatı ve tarîz sanatı meydana gelmiştir. Diğer taraftan ayette, hazif ile yapılan îcâz üslubu da vardır. Şöyle ki  كَذَّبَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak takdir edilen  ألرسول (peygamberleri) ifadesi hazf edilmiştir. Mahzuf ögenin ne olduğu ayetin siyakından anlaşıldığı için kelamı uzatmamak ya da muhatabı ibareye ortak edip düşünmesine fırsat vermek maksadıyla mef’ûlun bih öge hazf edilmiş olabilir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

 

فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ

 

Cümle, takdiri  فعذّبهم  (onlara azap etti)  olan mukadder istînâfa  وَ  ile atfedilmiştir.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. 

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir. 

Muzâfun ileyhi mahzuf, izafet terkibindeki  نَك۪يرِ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp inkâr ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

نَك۪يرِ ’nin sonundaki kesra mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Zamirin hazf edilmesi fasılaya riayet içindir.

نَك۪يرِ  ve  كَذَّبَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mülk Sûresi 19. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَص۪يرٌ  ...


Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmüyorlar mı? ر ا ي
3 إِلَى
4 الطَّيْرِ uçan kuşları ط ي ر
5 فَوْقَهُمْ üstlerinde ف و ق
6 صَافَّاتٍ sıra sıra ص ف ف
7 وَيَقْبِضْنَ açıp yumarak ق ب ض
8 مَا
9 يُمْسِكُهُنَّ onları (havada) tutmuyor م س ك
10 إِلَّا başkası
11 الرَّحْمَٰنُ Rahman’dan ر ح م
12 إِنَّهُ doğrusu O
13 بِكُلِّ her ك ل ل
14 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
15 بَصِيرٌ görmektedir ب ص ر

Yüce Allah’ın başka bir eseri olan kuşların uçma yeteneğine işaret edilerek Allah’ın kudretinin bir işareti daha gözler önüne serilmektedir. Yer çekimine rağmen kuşların gökyüzünde kanat çırparak uçması ve süzülmesi, her gün gördüğümüz için önemini gözden kaçırdığımız, gerçekte ise Allah’ın sanat ve kudretini gösteren hârika olaylardandır. Kuşlara bu yeteneği veren Allah’tır. Burada Allah’ın merhametini yansıtan Rahmân isminin kullanılmış olması, O’nun mahlûkata merhametle muamele ettiğini, varlık düzeninin O’nun rahmetinden bir yansıma olduğunu ima eder. 21. âyette “rızık” kelimesiyle ifade edilen nimetler de Rahmân isminin sürekli tecellisi olup bu tecelli bir an kesilecek olsa hayatın bütünüyle yok olacağına dikkat çekilmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 422-423

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَۜ 


Ayet atıf harfi وَ ‘la mukadder istinâfa matuftur. Takdiri,  أغفلوا ولم يروا (Gaflet ettiler ve görmediler.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. اِلَى الطَّيْرِ  car mecruru  يَرَوْا  fiiline mütealliktir. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَوْقَ  mekân zarfı الطَّيْرِ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  صَٓافَّاتٍ  ikinci hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  يَقْبِضْنَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

يَقْبِضْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere muzari mazi fiildir.  Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

صَٓافَّاتٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صفف  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُۜ


مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُمْسِكُهُنَّ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  الرَّحْمٰنُ  fail olup lafzen merfûdur. 

يُمْسِكُهُنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  مسك ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَص۪يرٌ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

بِكُلِّ  car mecruru  بَص۪يرٌ ‘a mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بَص۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

بَص۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَۜ


Cümle, takdiri  أغفلوا (Gaflet ettiler) olan istinaf cümlesine matuftur. 

Hemze istifham,  وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezm eden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrîr veya inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Kur’an'da  أولم تر  ile ألم تر  geçen  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر  tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)

Muzari fiile dahil olan  لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, taaccüp ve inkâr manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle bu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Buradaki görme, kalp gözüyle görme değil, gerçek gözle görmektir. Fiilin  اِلَى  harf-i ceri ile kullanılışı bunu gösterir. Kalp gözü ile görmek olsaydı  في  harfi ile kullanılması gerekirdi. Kuşların kanatlarını açıp yummaları, uçarken yaptıkları harekettir. Bu, denizde yüzen birisinin kol ve bacaklarını uzatıp çekmesi gibidir. (Rûhu’l Beyân)

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)

صَٓافَّاتٍ  kelimesi, "uçarken havada kanatlarını açmış olarak... يَقْبِضْنَ  kelimesi de, "kanat çırparken kanatlarını birleştiren (kapatan)” demektir. (Fahreddin er-Râzî) 

Burada يَقْبِضْنَ (açıp kapayan) lafzı  صَٓافَّاتٍ (sıra sıra dizilip) lafzına atfedilmiştir. Yani muzari olan fiil, ism-i faile atfedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

اِلَى الطَّيْرِ  car mecrur  يَرَوْا  fiiline mütealliktir.  فَوْقَهُمْ  mekân zarfı, اِلَى الطَّيْرِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

İsm-i fail vezninde gelerek devam ve istimrar ifade eden  صَٓافَّاتٍ  kelimesi  اِلَى الطَّيْرِ ‘den ikinci haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَقْبِضْنَ  cümlesi,  اِلَى الطَّيْرِ ‘nin ikinci hali olan  صَٓافَّاتٍ ‘e atfedilmiştir. Fiil cümlesi, fiile benzeyen, fiilden müştak müfrede atfedilmiştir.  صَٓافَّاتٍ ‘in fiil benzeri bir kelime olması, bu atfı mümkün kılmıştır.

 

مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُۜ 


Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelam olan cümle, kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiş ve cümle olumlu mana kazanmıştır. Fiil ve fail arasındaki kasr, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahmân isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

يُمْسِكُهُنَّ  ve  يَقْبِضْنَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Bu ayet-i kerîmede kasr üslubuyla, siyâk ve sibâk karinesine dayanarak, kâfirlerin her gün şahit oldukları, ancak üzerinde hiç düşünmedikleri bir olay üzerinden Allah’ın rahmet sıfatına ve kudretinin mükemmelliğine vurgu yapılmaktadır. Ayette  يُمْسِكُهُنَّ  fiili maksur,  الرَّحْمٰنُ  ise maksurun aleyhtir. Kasr üslubu, sıfatın mevsûfa hasredilmesiyle yapılmıştır. Rablerinin tek olduğunu ve ortağının olmadığını bildikleri varsayılarak müşriklere, Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştukları putlarının hiçbir şey yapamayacağı yönünde bir hatırlatma/uyarı niteliği taşımaktadır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Allah Teâlâ, Nahl Suresinde, ["Göğün boşluğunda musahhar olarak uçan kuşları görmediler mi? Onları Allah'tan başkası (havada) tutmuyor"] (Nahl, 79) buyururken, burada, "Bunları, O Rahmân'dan başkası (havada) tutmuyor" buyurmuştur. Aradaki fark nedir? Deriz ki: Cenab-ı Hak, Nahl Suresinde, göğün boşluğunda musahhar (emre âmâde) olduklarından bahsetmiştir. Binaenaleyh onların orada böyle tutulmaları, sırf ulûhiyetin gereğidir. Burada ise Hak Teâlâ, bu kuşların kanat açıp-kapamalarından bahsetmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın, menfaatlerine uygun bir şekilde o kuşlara kanat açıp kapamayı ilham etmesi rahmet-i Rahmân'dandır. (Fahreddin er-Râzî) 

 

 اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَص۪يرٌ


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِكُلِّ شَيْءٍ , amili olan  بَص۪يرٌ ‘e takdim edilmiştir.

Cümledeki takdim kasr ifade eder. Kasr, car-mecrurla amili arasındadır. Görüş, bütün herşeye kasredilmiştir. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  بِكُلِّ شَيْءٍ , maksurun aleyh/sıfat, بَص۪يرٌ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. O, görüşü, bilgisi bütün her şeyi kapsayandır. Yani müsnedin, takdîm edilene has olduğu ifade edilmiştir.

Ayetteki izafî kasr, kasr-ı kalbdir. Müşriklerin, “Allah herşeyi bilmez” şeklindeki zanlarını reddeder. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , kasr ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan بَص۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir. Bu kalıp, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

‘Gören’ diye tercüme ettiğimiz بَص۪يرٌ , müşahade eden, bilen demektir. Öyle ki toprağın altındakiler bile O’ndan gizli kalmaz. Bu sıfatı bilen birisi anlar ki, buradaki görmekten maksat, murakabeye devam ve en ince şekilde nefis murakabesine dalmaktır. Murakabe, imanın meyvelerinden birisidir. (Rûhu’l Beyân)

شَيْءٍ ‘deki nekrelik, kesret ve nev ifade eder. 

بَص۪يرٌ  ve  يَرَوْا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  لَمْ يَرَوْا  ve بَص۪يرٌ  ifadeleri arasında tıbâk-ı selb sanatları vardır.

Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189)

 
Mülk Sûresi 20. Ayet

اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِۜ اِنِ الْكَافِرُونَ اِلَّا ف۪ي غُرُورٍۚ  ...


Yahut Rahmân’dan başka size yardım edecek şu ordunuz (taraftarlarınız) kimlerdir? İnkârcılar ancak bir aldanış içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمَّنْ yahut kimdir?
2 هَٰذَا şu
3 الَّذِي olan
4 هُوَ o
5 جُنْدٌ askeriniz ج ن د
6 لَكُمْ sizin
7 يَنْصُرُكُمْ size yardım edecek ن ص ر
8 مِنْ
9 دُونِ dışında د و ن
10 الرَّحْمَٰنِ Rahman’nın ر ح م
11 إِنِ hayır
12 الْكَافِرُونَ kafirler ك ف ر
13 إِلَّا ancak
14 فِي içindedirler
15 غُرُورٍ derin bir gaflet ve aldanma غ ر ر

اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِۜ


اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَّنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  هٰذَا  haber olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  işaret isminden bedel olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  جُنْدٌ  haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْ  car mecruru  جُنْدٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.  يَنْصُرُكُمْ  fiili  جُنْدٌ ‘un ikinci sıfatı olup mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْصُرُكُمْ  damme üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru  يَنْصُرُكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.  الرَّحْمٰنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


اِنِ الْكَافِرُونَ اِلَّا ف۪ي غُرُورٍۚ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. الْكَافِرُونَ  mübteda olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. اِلَّا  hasr edatıdır. ف۪ي غُرُورٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

الْكَافِرُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَمْ  munkatı olup  بل  ve hemze manasındadır. İstifham harfi  مَّنْ  mübteda, هٰذَا  haberdir. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve istihza amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  هٰذَا ‘dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mevsûlün sılası olan  هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.   

هُوَ  mübteda,  جُنْدٌ  haberdir. 

لَكُمْ  car mecruru, جُنْدٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cümlede müsnedin  هٰذَا  ile ve sonrasında mevsûlle ifade edilmesi, orduyu tahkir içindir. İsm-i işaret, cem’ ve tecessüm özelliğiyle işaret edileni göz önüne koyarak dikkat çeker. 

İsm-i işaretle Kâbe ve etrafında bulunan, kâfirlerin Allah'ın dışında yardım umdukları bütün putlara işaret edilmiştir. (Âşûr)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَنْصُرُكُمْ  cümlesi  جُنْدٌ  için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ  izafeti, kısa yoldan çok anlam ifade etmek maksadının yanında  الرَّحْمٰنِ ’ın dışındakileri tahkir içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الرَّحْمٰنِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

 

 اِنِ الْكَافِرُونَ اِلَّا ف۪ي غُرُورٍۚ


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي غُرُورٍ  car mecruru mübteda olan  الْكَافِرُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Nefiy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, mübteda ve haber arasındadır. الْكَافِرُونَ  maksûr/mevsûf, ف۪ي غُرُورٍۚ  sıfat/maksûrun aleyh yani kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır. Kafirler gurur içinde olmaya hasredilmişlerdir. 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

غُرُورٍۚ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade etmektedir. 

ف۪ي غُرُورٍۚ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayetteki غُرُورٍۚ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları halin kötülüğünün şiddeti, kendini beğenmişliğin, onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı şeklinde ifade edilerek vurgulanmıştır. 

Elif lamla marifelik, istiğrak içindir.

Bu cümlede önceki cümledeki muhatab zamirinden  الْكَافِرُونَ  şeklinde zahir isme iltifat edilmesi tahkir amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müşrikler, maruz kalabilecekleri her türlü kötülük ve felaket anında Allah dışında taptıkları ilahlarının koruması altında güven içinde olacaklarına inanmaktadırlar. Kasr üslubunun bulunduğu bu ayetin tümünü göz önüne aldığımızda müşriklerin bu inanışları yalanlanmış ve onlara Rahmân’dan başka kimsenin yardım edemeyeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla buradaki kasr üslubu, izâfî kasrın kasr-ı kalb türüne girer. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Ayrıca ayette dikkat geçen bir diğer edebî nükte ise müşrikleri zemmetmek için zamir yerine zahir isim, yani  الْكَافِرُونَ  kelimesinin kullanılmasıdır. Diğer taraftan  الْكَافِرُونَ  kelimesindeki lâm-ı ta’rîf, istiğrak manasında olup sadece bu olay bağlamında değil, genel olarak her zamanda ve şartta tüm kâfirlerin bir aldanış içinde olduğunu belirtmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması - Âşûr)
Mülk Sûresi 21. Ayet

اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي يَرْزُقُكُمْ اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُۚ بَلْ لَجُّوا ف۪ي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ  ...


Peki, Allah rızkını keserse, kimdir size rızık verecek olan? Hayır, onlar azgınlık ve nefretle direnip durdular.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمَّنْ yahut kimdir?
2 هَٰذَا o
3 الَّذِي olan
4 يَرْزُقُكُمْ size rızık verecek ر ز ق
5 إِنْ eğer
6 أَمْسَكَ tutacak olursa م س ك
7 رِزْقَهُ O rızkını ر ز ق
8 بَلْ doğrusu
9 لَجُّوا onlar direnmektedirler ل ج ج
10 فِي içinde
11 عُتُوٍّ azgınlık ع ت و
12 وَنُفُورٍ ve nefret ن ف ر

اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي يَرْزُقُكُمْ اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُۚ


اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَّنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  هٰذَا  haber olarak mahallen merfûdur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي  işaret isminden bedel olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَرْزُقُكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَرْزُقُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَمْسَكَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. رِزْقَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. 

اَمْسَكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’dir.

إِفْعَال  babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 بَلْ لَجُّوا ف۪ي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ


بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir.  لَجُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي عُتُوٍّ  car mecruru  لَجُّوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. نُفُورٍ

atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي يَرْزُقُكُمْ اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُۚ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Önceki ayetle aynı üslupta gelen cümlede,  اَمْ  munkatı’ yani  بَلْ  ve hemze manasındadır. İstifham harfi  مَّنْ  mübteda,  هٰذَا  haberdir

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve istihza amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûlu, هٰذَا  ism-i işaretinden bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mevsûlün sılası olan  يَرْزُقُكُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin önce  هٰذَا  ile ve sonrasında mevsûlle ifade edilmesi, tahkir içindir. İsm-i işaret, cem’ ve tecessüm özelliğiyle işaret edileni göz önüne koyarak dikkat çeker.

İşaret isminde istiare vardır.  هٰذَا  ile rızık verme fiiline işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Şart üslubunda gelen  اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُ  cümlesi itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَمْسَكَ رِزْقَهُ  cümlesi şarttır. 

Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Ayette  اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُ  ifadesinde alakası müsebbebiyet olan mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Rızkın kesilmesi, rızkın ortaya çıkmasına sebep olan başta yağmur olmak üzere her türlü rızık faktörünün ortadan kaldırılması demektir. Müsebbep/sonuç olan  رِزْقَ  zikredilip, sebep olan “yağmur veya rızkın ortaya çıkmasını sağlayan herhangi bir sebep” kastedilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

يَرْزُقُكُمْ  -  رِزْقَهُۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 بَلْ لَجُّوا ف۪ي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلْ , idrâb harfidir.  بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

ف۪ي عُتُوٍّ  car mecruru  لَجُّوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette, عُتُوٍّ  ve  نُفُورٍ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları halin kötülüğünün şiddeti, düşmanlık ve azgınlığın, onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı şeklinde ifade edilerek vurgulanmıştır. 

عُتُوٍّ  ve  نُفُورٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade etmektedir. 

عُتُوٍّ , onların dünyaya olan düşkünlükleri sebebiyle olup, bu, amelî kuvvetlerinin bozuk olduğuna; نُفُورٍ  ise, cehaletleri sebebiyle olup, bu da nazarî kuvvetlerinin (düşünce özelliklerinin) bozulduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)  

‘Nefret’ diye tercüme ettiğimiz  نُفُورٍ , ‘haktan yüz çevirmek ve uzaklaşmak’ anlamındadır. ‘Direnme’ diye tercüme ettiğimiz  لَجُّوا  da, yasaklandıkları şeyi yapmakta inada devam etmektir. ‘Azgınlık’ diye tercüme ettiğimiz  عُتُوٍّ  de, ‘haddi aşmak’ anlamındadır. Bu ifadeler, onları tahkir için kullanılmıştır. (Rûhu’l Beyân)

 
Mülk Sûresi 22. Ayet

اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...


Şimdi, yüzüstü kapanarak düşe kalka yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse mi?
2 يَمْشِي yürüyen م ش ي
3 مُكِبًّا kapanarak ك ب ب
4 عَلَىٰ
5 وَجْهِهِ yüzüstü و ج ه
6 أَهْدَىٰ doğru gider ه د ي
7 أَمَّنْ yoksa kimse mi?
8 يَمْشِي yürüyen م ش ي
9 سَوِيًّا düzgün س و ي
10 عَلَىٰ üzerinde
11 صِرَاطٍ yol ص ر ط
12 مُسْتَقِيمٍ dosdoğru ق و م

Şeytanlara uyarak, mânevî körlük içinde bâtıl yollarda giden inkârcı nankör ile hak yolda yürüyen mümin temsilî olarak karşılaştırılmakta, bunlardan hangisinin hedefine daha güvenli olarak ve şaşmadan ulaşacağı soru-cevap yöntemiyle anlatılmaktadır.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 423

اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى


Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَمْش۪ي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَمْش۪ي  fiili  ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مُكِباًّ  kelimesi  يَمْش۪ي ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَلٰى وَجْهِه۪ٓ  car mecruru  مُكِباًّ ‘ e mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَهْدٰٓى  kelimesi mübteda  مَنْ ‘nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

مُكِباًّ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan إِفْعَال  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَهْدٰٓى  ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ


اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَّنْ  atıf harfi  اَمْ  ile birinci  مَّنْ ‘e matuftur.

İsim cümlesidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَمْش۪ي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَمْش۪ي  fiili  ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  سَوِياًّ  kelimesi  يَمْش۪ي ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. Öncesinin delaletiyle mübteda  مَّنْ ‘nin haberi hazf edilmiştir.

عَلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  يَمْش۪ي  fiiline mütealliktir.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  صِرَاطٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan istإِفْعَال  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 


فَ  atıf harfidir. Ayet siyakın mazmunundan anlaşılan mukadder bir cümleye matuftur. Hemze takrîrî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesinde  مَنْ  mübteda,  اَهْدٰٓى  haberdir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve kınama manası taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

مُكِباًّ  kelimesi,  يَمْش۪ي ‘deki failin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  عَلٰى وَجْهِه۪ٓ  car mecruru  مُكِباًّ ’e mütealliktir. 

Mevsûl için haber olan  اَهْدٰٓى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اَمْ , hemzeye muadil olan atıf harfidir. Ayetteki ikinci müşterek ism-i mevsûl  مَّنْ , birinci  مَّنْ ’e matuftur. İsm-i mevsûlün sılası olan  يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.   

سَوِياًّ  kelimesi  يَمْش۪ي  fiilinin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  يَمْش۪ي ’ye müteallik olan  عَلٰى صِرَاطٍ  car mecruru için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

صِرَاطٍ ‘deki nekrelik, nev ve tazim içindir. 

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ  ibaresinde istiare vardır. Müstear  صِرَاطٍ  kelimesidir, hissîdir. Müstearun leh İslam’dır, aklîdir.  صِرَاطٍ  kelimesi ‘yol’ demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

مُسْتَق۪يمٍ  ve  اَهْدٰٓى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَنْ - يَمْش۪ي  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ  cümlesiyle  يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ [Şimdi, yüz üstü kapanarak yürüyen mi varılacak yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda yürüyen mi?] ayetinde istiare-i temsîliyye vardır. Bu, mümin ve kâfir için misal getirme üslubuyla anlatılmıştır. Mümin dosdoğru yolda dimdik yürür, kâfir ise, yüz üstü eğilmiş olarak cehenneme doğru yürür. Allah'ım! Bu ne parlak bir istiare! (Safvetü’t Tefâsir-Âşûr)

Mülk Sûresi 23. Ayet

قُلْ هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ  ...


De ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 هُوَ O’dur
3 الَّذِي
4 أَنْشَأَكُمْ sizi yaratan ن ش ا
5 وَجَعَلَ ve veren ج ع ل
6 لَكُمُ size
7 السَّمْعَ işitme (duyusu) س م ع
8 وَالْأَبْصَارَ ve gözler ب ص ر
9 وَالْأَفْئِدَةَ ve gönüller ف ا د
10 قَلِيلًا ne kadar az ق ل ل
11 مَا
12 تَشْكُرُونَ şükrediyorsunuz ش ك ر

Doğduğunda hiçbir bilgiye sahip olmayan insana bilgi vası­talarından kulaklar, gözler ve kalpler (akıllar) verildiğinin hatırlatılması, insanın en değerli ve ayırıcı niteliğinin gözlem ve düşünme kapasitesi olduğuna ve bu nimetleri verene şükretmek gerektiğine işaret eder. Bu nimetler aynı zamanda Allah’ın eşsiz sanatını ve sonsuz kudretini göstermesi bakımından da önemlidir. Muhatabın sağduyusuna hitap edilerek onun yanlış inanç ve tutumlardan kurtulması, Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmesi istenmektedir. Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretini gösteren delillerden biri de insanoğlunun yeryüzünde yaratılması, türetilmesi ve çoğaltılmasıdır. Onları bu şekilde türetip yer­yü­züne yayma gücüne sahip olan Allah, öldükten sonra dirilterek huzurunda toplamaya da kadirdir. Nitekim 24. âyetin son cümlesinde, “Sadece O’nun huzurunda gelip toplanacaksınız” ifadesiyle buna işaret edilmiştir (bu âyetlerin tefsiri için ayrıca bk. Nahil 16/78; Mü’minûn 23/78-79).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 423

قُلْ هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ 


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْشَاَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْشَاَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جَعَلَ  atıf harfi  وَ ‘la  اَنْشَاَكُمْ ‘e matuftur. جَعَلَ  değiştirme anlamında kalp fiilleridendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمُ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  السَّمْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَبْصَارَ  ve  الْاَفْـِٔدَةَ  atıf harfi  وَ ‘la  السَّمْعَ ‘ya matuftur. 

اَنْشَاَكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نشأ ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ


Fiil cümlesidir.  قَل۪يلاً  mastardan naib, amili  تَشْكُرُونَ ’nin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.  مَا  zaid olup tekid içindir. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

قُلْ هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir. هُوَ  maksûr/mevsûf,  الَّـذ۪ٓي  sıfat/maksûrun aleyh yani kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır. Şirki dile getirenleri, putların yaratılışta, his ve algı vermede Allah'la ortak olduğuna inanan kimse konumuna indirgeyerek kasr-ı ifrad yapılmıştır. (Aşûr)

Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak, tazim ve gelen habere dikkat çekmek içindir. 

Has ism-i mevsûlün sılası olan  اَنْشَاَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلَ  fiiline müteallik car mecrur  لَكُمُ , ihtimam için mef’ûllere takdim edilmiştir.

اَنْشَاَكُمْ  ifadesinden sonra  وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ  cümlesinin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

Mef’ûllerden,  السَّمْعَ  işitme duyusu tekil, الْاَبْصَارَ  göz ve  الْاَفْـِٔدَةَۜ  kalp ise çoğul olarak gelmiştir. Müfretten cemiye iltifat sanatıdır. 

السَّمْعَ - الْاَبْصَارَ - الْاَفْـِٔدَةَۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Allah Teâlâ'nın  اَنْشَا ‘de topladığı yarattığı şeyler,  السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَ  şeklinde sayılmıştır. Cem' ma’at-taksim sanatı vardır.

Surede  قُلْ  emir fiiliyle başlayan ayetler genellikle istînâfiyye cümlesi olduğu için mukadder bir sorunun cevabı niteliğini taşırlar. Buradaki mukadder soru “Bizi kim yarattı?” veya “Allah’a şirk koşmadan O’nun varlığına ve birliğine inanmamızı sağlayacak deliller nedir?” soruları olamaz. Çünkü müşrikler kendilerini Allah’ın yarattığını çok iyi biliyorlardı. Zuhruf, 43/87. Ayrıca sureye bütüncül olarak bakıldığında müşriklerin, tüm bu delilleri bildikleri halde inatları yüzünden inkâr ettikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle surede  قُلْ  emir fiiliyle gelen inşâ üslubunun, müşriklere yönelik bir tehdit ve korkutma amacı taşıdığını söylenebilir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)


قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ


İstînâfiiye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. قَل۪يلاً , amili  تَشْكُرُونَ  olan masdardan naib olarak gelmiştir. Bu takdire göre müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki zaid harf  مَا  ve mef'ûlü mutlak tekid unsurlarıdır. 

Cümlenin takdiri  تَشْكُرُونَ شُكْراً قليلاً  (Az bir şükürle şükrediyorsunuz) şeklindedir. 

قَل۪يلا  keli­mesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki  مَا  edatı, bu belirsizlikten çıkan azlık manasını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

 
Mülk Sûresi 24. Ayet

قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  ...


De ki: “O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak O’nun huzurunda toplanacaksınız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 هُوَ O’dur
3 الَّذِي
4 ذَرَأَكُمْ sizi üreten ذ ر ا
5 فِي
6 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
7 وَإِلَيْهِ ve O’na
8 تُحْشَرُونَ huzuruna toplanacaksınız ح ش ر

قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l kavli  هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ذَرَاَكُمْ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ذَرَاَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  ذَرَاَكُمْ  fiiline mütealliktir.  اِلَيْهِ  car mecruru atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuf olup  تُحْشَرُونَ  fiiline mütealliktir. 

تُحْشَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekid edilmiştir. هُوَ  maksûr/mevsûf, الَّـذ۪ٓي  sıfat/maksûrun aleyh, yani kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.

Ayrıca müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. Has ism-i mevsûlün sılası olan  ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayet-i kerîmede haberin ism-i mevsûlle marife gelmesi kasr-ı hakiki içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فِي الْاَرْضِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْاَرْضِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  اِلَيْهِ , ihtimam ve fasılaya riayet için amili olan  تُحْشَرُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  ifadesinde mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Asıl maksadın ba’s ve haşr ile uyarmak olduğu cümlede, idmâc sanatı vardır.

تُحْشَرُونَ  fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

تُحْشَرُونَ  fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil, ‘O'na haşrolunmakla kalmaz, gereken karşılığı görürsünüz’ manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ [O'na haşrolunacaksınız] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 4, Zuhruf Suresi 85, s. 370)

Ayette car ve mecrurdan oluşan  اِلَيْهِ  ifadesinin, تُحْشَرُونَ  fiiline takdimi, vurgu ve fasılaya riayet içindir.Tahsis için değildir. Çünkü müşrikler sadece haşri inkâr etmekle kalmıyor, Allah’tan başka şeylere dua bile ediyorlardı. (Âşûr) 

 
Mülk Sûresi 25. Ayet

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


“Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
2 مَتَىٰ ne zaman?
3 هَٰذَا bu
4 الْوَعْدُ tehdid(ettiğiniz azab) و ع د
5 إِنْ eğer
6 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
7 صَادِقِينَ doğru (söylüyor) ص د ق

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ


وَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ ‘dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَتٰى  istifham ismi, zaman zarfı olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. İşaret ismi  هٰذَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْوَعْدُ  işaret isminden bedel olup damme ile merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ


اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ 


وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ , istifhâm üslubunda talebî inşâî isnaddır. İnkârcıların sözleri, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen onların istihza niyetlerini açıklar mahiyette olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مَتٰى  soru edatı ile geçmiş veya gelecekle ilgili zamanın belirtilmesi istenir. Bu edat, Kur'an'da 9 yerde kullanılmış ve buralarda istifhamın dışında herhangi bir mana ifade etmemiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Zaman zarfı  مَتٰى  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  هٰذَا  muahhar mübtedadır. الْوَعْد ’in, işaret ismi  هٰذَا  ile işaret edilmesi mütekellimin tahkir amacını ifade etmiştir.

هٰذَا ’dan bedel olan  الْوَعْدُ  nedeniyle cümlede ıtnâb sanatı vardır. Vaade işaret eden  هٰذَا ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi olması onların işaret ettikleri şeyi, yani muşârun ileyhi tahkir ifade eder.

يَقُولُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Bu tehdit buyurulurken  ذلك  değil, yakın için kullanılan işaret ismi  هٰذَا  gelmiştir. Böylece bu sözlerini, onları tehdit ettiği vakit söylediklerine delalet edilmiştir. Yani bunu tehditten bir süre sonra söylememişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

Ayette ne zaman anlamındaki  مَتٰى  soru edatı, tehekküm/istihzâ (alay etmek) manasında kullanılmıştır. الْوَعْدُ  kelimesi ise ism-i mef’ûl manasında mastardır, yani ‘vadedilen şey’ demektir. Bu kelimeyle, اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  [O’nun huzuruna gelip toplanacaksınız.] ifadesiyle belirtilen haşr ya da bazı alimlere göre müşriklerin yerin dibine geçirilmek ve üzerlerine taş yağdırmakla korkutuldukları surenin 16. ve 17. ayetlerinde geçen tehditler kastedilmiştir. Müşrikler, Peygambere (sav) ve beraberindeki Müslümanlara karşı kendilerince onların söylediklerinin asla gerçekleşmeyeceğini ve yalancı olduklarını vurgulamak maksadıyla sık başvurdukları bir davranış biçimi olan alaycı bir üslup kullanmışlardır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’un Meuline Yansıması)


 اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ


Şart üslubundaki son cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , şart cümlesidir. 

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

كَان ’nin haberi  صَادِق۪ينَ  şeklinde ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle  اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِ  şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)

Bu ayet, altı surede aynen tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Mülk Sûresi 26. Ayet

قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ  ...


De ki: “O bilgi, ancak Allah katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنَّمَا şüphesiz
3 الْعِلْمُ bilgi ع ل م
4 عِنْدَ yanındadır ع ن د
5 اللَّهِ Allah’ın
6 وَإِنَّمَا ve ancak
7 أَنَا ben
8 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
9 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

 Elehe اله :

  Bir görüşe göre Allah أللّهُ kelimesinin aslı ilah إلهٌ şeklindedir. Hemzesi (أ) hazfedilip başına  Lâmu tarif -ال- konarak Yüce Yaratıcının özel ismi haline getirilmiştir. İlâh إلهٌ sözcüğüne gelince Araplar bunu Lât da dahil tüm mabudlarına,  taptıkları tüm putlara isim yapmışlardır.

  Birleşik bir tamlama olan Allâhumme أللّهُمَّ sözcüğüne gelince bir görüşe göre bu 'Yâ Allah' يا أللّهُ anlamındadır. İfadenin başındaki يا harfi kelimenin sonundaki iki mim (م) harfi ile değiştirilip Allah'a duaya tahsis edilmiştir. Bir diğer görüşe göre ise bununla takdiren يا أللّهُ اُمَّنا بِخَيْرٍ  yani 'Ey Allah'ım bize hayır getiriver' denmektedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de üç isim türeviyle 2851 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ilah, Allah, ilahi ve uluhiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

 

قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l kavli, اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org 

الْعِلْمُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  عِنْدَ  mekân zarfı mahzuf habere mütealliktir.  اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ


Cümle atıf harfi وَ ‘la birinci  إنما ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur. نَذ۪يرٌ  haber olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi نَذ۪يرٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذ۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan إِفْعَال  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi sibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  الْعِلْمُ ’nun haberi mahzuftur. Mekân zarfı  عِنْدَ , bu mahzuf habere mütealliktir.

İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır.  الْعِلْمُ  maksûr/sıfat,  عِنْدَ اللّٰهِۘ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastıyla gelen müsned  عِنْدَ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  عِنْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamı içeren kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aslında  عِنْد۪  yakın mekan için kullanılan bir zarftır. Bir şeyin, bir şeydeki istikrarını ve onun üzerindeki otoritesini ifade için ve bir şeyi kontrol altında tutmak manasında mecazî olarak kullanılır. (Âşûr, Enam/57) 

Ayette  الْعِلْمُ  kelimesi maksur,  عِنْدَ اللّٰهِۖ  ifadesi ise maksurun aleyh olup kasr üslubu sıfatın mevsûfa hasredilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Bir önceki ayette müşriklerin müstehzi bir şekilde sordukları tehdidin zamanını bilmek Allah’a tahsis edildiği için buradaki kasr, kasr-ı hakîkîdir. Zerkeşî el-Burhân’ında  اِنَّمَا  edatıyla yapılan kasr üslûbu ile لَنْ / لَمْ / اِنْ / مَا  edatlarıyla yapılan kasr üslubu arasındaki farkı beyan ulemasının şöyle açıkladığını aktarır: Aslında اِنَّمَا  edatı, muhatabın bildiği ve inkâr etmediği durumlarda kullanılır. Mesela  اِنَّمَا هو أخوك واِنَّمَا صاحبُكَ القديمُ (O sadece senin kardeşindir, o sadece senin eski arkadaşındır) cümlelerini bu bilgiyi bilen bir kişiye söyleyebilirsin. Ancak nefy ve istisna edatıyla yapılan kasır üslubunda ise muhatap hükmü hem bilmiyor hem de inkâr ediyor olması gerekir. Ayette yer alan  الْعِلْمُ  kelimesindeki lâm-ı ta’rîf, ahd içindir. Yani muhatabın bildiği belirli bir bilgi kastedilmiştir. Bu nedenle  الْعِلْمُ  kelimesiyle kastedilen, bir önceki ayette alaycı bir üslupla müşriklerin sordukları tehdidin ne zaman gerçekleşeceğine dair bilgidir. Ayrıca kelimedeki lâm, lâm-ı ivaz/karşılık olarak da isimlendirilir ve  علمه / علم هذا وعد  (onun bilgisi, bu tehdidin ne zaman gerçekleşeceği bilgisi) olarak takdir edilebilir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması- Âşûr)

 

 وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  اِنَّـمَٓا  kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

نَذ۪يرٌ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

نَذ۪يرٌ  ve  مُب۪ينٌ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, mevsûfun ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder. Aralarında muvazene sanatı vardır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Ayetin ikinci kısmındaki kasr üslûbu da yine  اِنَّمَٓا  edatıyla yapılmıştır ve  اَنَا۬  maksûr, نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ  ifadesi de maksurun aleyhtir. Kasr üslûbuyla peygamberin görevinin Allah’ın dışında kimsenin bilemeyeceği gaybî konuları bilmek değil, sadece Allah’ın mesajını insanlara ulaştırarak onları uyarmak olduğu belirtilmiştir. Müşriklerin, peygamberin her şeyi bilebileceği yönündeki yanlış inançları düzeltilerek doğrusu beyan edildiği için kasr üslubu tür bakımından izâfî kasrın kasr-ı kalb kısmında değerlendirilir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

مُب۪ينٍ , bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı, Zariyat/51)

 
Günün Mesajı
15. Ayeti kerimede arzın omuzları üzerinde dolaşmaktan bahsedilmiştir. Bir at veya devenin omuzlarında seyahat etmek oldukça güç olmasına mukabil, yeryüzünün çok sayıda omuzları üzerinde, arasında rahatça seyahat edilebildiğine göre, demek ki yeryüzü, insan için attan da, deveden de daha uysal bir binektir. Ayet ayrıca, Cenab-ı Allah'ın insanlar için hazırlayıp depoladığı rızkın daha çok yeryüzünün omuzlarında, omuzlarının içinde ve arasında (dağlarda, dağlar arasındaki ovalarda) olduğunu ima etmektedir. Dolayısıyla ayet, insanlara dağlarda Allah'ın yaratmış bulunduğu rızıkları (bitki, maden, şu kaynakları vb.) araştırıp keşfetme teşvikinde de bulunmaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Rabbimiz! 

Yeryüzünde çalışmayı ve dolaşmayı kolaylaştıransın. Her yolumuzu, rahmetin ile kolaylaştır ve hepsinin sonunda hayra kavuştur. Çeşit çeşit nimetleri yaratansın; onlarla gönüllerimizi sevindiren ve karınlarımızı doyuransın. Göz ile gönül tokluğu nasip eyle ve iki cihanda da sevindir bizi.

Söylediklerimizi, söylemek isteyip de söylemediklerimizi ve gizlediklerimizi bilensin. İçimizde barındırdığımız ve dilimize yansıttığımız her kelimenin, rızana uygun olması için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Öyle ki, her canlıdan gizlendiğimizi düşündüğümüz anlarımızda dahi Senden sakınalım. 

Bulunduğumuz ortamlarda ve görüştüğümüz insanlarda, Sana ve Rasulune itaatsizlik dışında kalan durumlarda; hayrı gören ve işiten, hayrı hatırlayan ve hatırlatan ve yaşananlar ile anlatılanları nefsani yorumlamalardan uzaklaşarak hayra yoranlardan olalım.

Bizi doğru yolda düzgün yürüyerek hedefe ulaşanlardan; yüzüstü sürünenlere benzemekten koruduklarından; işitme duyumuz, gözlerimiz, kalbimiz, aklımız ve yarattığın bütün nimetler için her daim şükredenlerden; huzurunda toplanılacak günde yüzü ve gönlü aydınlık olan kullarından eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji