20 Nisan 2026
Mülk Sûresi 1-12 (561. Sayfa)
Mülk Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMülk”kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın azameti, Allah’ın birliğinindelilleri ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin akıbetleri konuedilmektedir
Mushaftaki sıralamada altmış yedinci, iniş sırasına göre yetmiş yedinci sûredir. Tûr sûresinden sonra, Hâkka sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.
Sûre genel olarak Allah Teâlâ’nın varlığı ve birliğini, azametini, evrendeki hükümranlığını, tek tanrı ve tek yaratıcı olduğunu, hayatın ve ölümün var ediliş amacını ve öldükten sonra dirilmeyi konu edinmektedir. Sûrede ayrıca insanlığın ilâhî vahyin uyarıcılığına muhtaç olduğuna işaret edilmekte, bunu kabul etmeyenlerin karşılaşacakları kötü sonuçla ilgili uyarılar yapılmaktadır.
Hz. Peygamber, Mülk sûresinin onu okuyanları kabir azabından koruyacağını ifade buyurmuşlar (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 9; Şevkânî, V, 296), bu sebeple cenazelerin ardından bu sûrenin okunması âdet olmuştur. Bu hadisi, “sûreyi okuyup amel edenlerin, kabir azabını gerektiren günahlardan uzak duracağı ve böylece azaptan kurtulacağı” şeklinde anlamak da mümkündür.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mülk Sûresi 1. Ayet

تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ  ...


Hükümranlık elinde olan Allah, yücedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَبَارَكَ ne mübarektir ب ر ك
2 الَّذِي bulunan
3 بِيَدِهِ elinde ي د ي
4 الْمُلْكُ mülk م ل ك
5 وَهُوَ ve O’nun
6 عَلَىٰ üzerine
7 كُلِّ her ك ل ل
8 شَيْءٍ şey ش ي ا
9 قَدِيرٌ gücü yeter ق د ر

Sûrenin özeti mahiyetinde olan bu âyetlerin ilkinde Allah’ın yüceliği, kudreti, evrendeki hükümranlığı ve her şeyin kendisinin kudret elinde olduğu, evrende istediği gibi tasarrufta bulunabileceği ifade edilmiş, sonraki âyetlerde ise O’nun kudretinin eserlerinden örnekler verilmiştir (1. âyette “aşkındır, cömerttir” diye çevirdiğimiz tebâreke fiilinin diğer anlamları hakkında bilgi için bk. Furkān 25/1). 2. âyet yüce Allah’ın kudret ve tasarrufunu en açık bir şekilde gösteren delilleri içermekte; Allah’ın, dünyada insanların güzel işler yapma hususunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasaklarına uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını bildirmektedir. Aynı âyette önce ölüm, sonra hayat geçtiği için burada “ölüm” kavramıyla, hayattan önceki cansızlık halinin mi yoksa dünya hayatının sona ermesi ve âhiret hayatına geçiş halinin mi kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Bir kısım müfessirler âyetteki sıralamayı dikkate alarak ölümden maksadın dünya hayatından âhiret hayatına geçiş hali, hayattan maksadın ise âhiret hayatı olduğunu söylemişlerdir (Râzî, XXX, 55; Elmalılı, VII, 5159). İkinci grup ise ölümle dünya hayatından âhiret hayatına geçiş halinin, hayatla da dünya hayatının kastedildiği kanaatindedir (Zemahşerî, IV, 134); bizim tercihimiz de budur. Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir. Hayat ölümden önce olduğu halde âyette sonra gelmesi ise çeşitli şekillerde yorumlanmıştır (bk. Râzî, XXX, 55; Ateş, IX, 526-527). Dikkat çekici bir yoruma göre eşyada aslolan yokluk olduğu, varlık ve hayat sonradan verildiği için âyette ölüm önce gelmiştir (Şevkânî, V, 297). Bizce de isabetli olan diğer bir yoruma göre ölüm insanlara hayatın sorumluluğunu hatırlattığı, onları iyi işler yapmaya teşvik ettiği ve bir uyarıcı olduğu, nihayet insanda “imtihan” sorumluluğunu daha canlı tuttuğu için âyette ölüm önce zikredilmiştir. Nitekim hayat bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığının verileceği ebedî varlık sahnesine geçişi sağlayan dönüm noktası, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi bir uyarıcıdır (bk. Râzî, XXX, 55). İfadenin akışına ve lafız güzelliğine daha uygun olduğu için “mevt” (ölüm) kelimesinin önce geldiği de düşünülebilir. 

3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin bir tesadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir (yedi göğün anlamı hakkında bk. Bakara 2/29).

Meâlde “Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak” diye tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı, “Sonra gözünü iki kez daha çevir de bak” şeklindedir. Ancak bu ibare çokluktan kinaye olup sayı olarak iki defayı değil, defalarca bakmayı ifade eder (bk. İbn Âşûr, XXIX, 19-20).

Yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gökyüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiş, yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından onlara mecaz olarak “kandiller” (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir (Taberî, XXIX, 3). Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin konuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak isteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellenmesidir. Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbihattan olan bu tür âyetlerin anlamları hakkında zamana, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler ileri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah’tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız (gökyüzünün yıldızlarla süslenmesi ve bunlarla şeytanların taşlanması konusunda bilgi için bk. Hicr 15/16-18; Sâffât 37/6-10).

Taşlanma” şeklinde çevirdiğimiz rücûm kelimesi “sağlam bir bilgiye dayanmadan konuşmak, kafadan atmak” mânasına da geldiği için âyete, “insan ve cin şeytanlarının yıldızlara bakarak aslı faslı olmayan şeyler söylemeleri” mânası da verilmiştir (Şevkânî, V, 299).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 416-417

تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ 


Fiil cümlesidir.  تَبَارَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  بِيَدِهِ الْمُلْكُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

بِيَدِهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمُلْكُ mübteda olup lafzen merfûdur.   

تَبَارَكَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  برك ‘dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fiilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.  


 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ

 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ۟ ‘e mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَد۪يرٌ۟  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. قَد۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv)

تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ 


Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  تَبَارَكَ  mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Arapların beliğ konuşmalarındaki örneklerinden ender rastlanan harika (örneksiz) bir giriştir. Çünkü Arapların konuşmaya başlamaları çoğunlukla sadece isim veya ismin yanında munkatı harflerle olur. (Âşûr)

تَبَارَكَ  kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir.  تفاعلة  babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa takdis, tenzih ve tazim ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ , Zuhruf Suresi Belâgî Tefsiri, c. 4, s. 367.)

Bereket;  تَبَارَكَ اللّٰهُ [Allah zengin ve cömerttir.] (A‘râf 7/54) ayetinde olduğu gibi hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan. (Keşşâf)

İlâhi hayrın bulunduğu şeye “mübarek” denilir. İlâhi hayır, dar bir kalıba sokulup sayılamayacak ve hislerle bilinemeyecek bir şekilde meydana geldiğinden, kendisinde beş duyu ile bilinemeyen bir ziyadelik tespit edilen şeye de “mübarek” denilir. Şu halde mübareklik, bizzat kendisinden zuhur etmek üzere mübareklikte büyük bir yükseklik ile kararlılık ifade eder. (Elmalılı)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki haberin önemine işaret etmenin ve tazim içindir.

تَبَارَكَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  بِيَدِهِ الْمُلْكُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  بِيَدِهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمُلْكُ , muahhar mübtedadır.  بِ  harf-i ceri ya في  manasındadır ya da sebebiyye ifade eder. (Âşûr)

Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  بِيَدِهِ , maksurun aleyh/sıfat,  الْمُلْكُۘ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet-i kerîmede alem isim olan lafzatullah zikredilmeyip, yerine sadece ism-i mevsûl getirmekle yetinilmesi tazim ve tefhîr içindir. (Safvetü’t-Tefâsîr)

Ayet-i kerîme, sadece Allah’ın yüceliğini bildirme amacı taşıyan haberî bir üslup olabileceği gibi, aynı zamanda lafzen haber cümlesi olmasına rağmen mana itibariyle kulların Allah’ı nasıl öveceklerini ve yücelteceklerini öğretmeyi amaçlayan inşâî bir üslup olması da muhtemeldir. Nitekim  تبارك  fiili, tazim ve dua maksadıyla kullanılan ve sadece Allah’a nispet edilen bir fiildir. Dolayısıyla  تبارك  fiilinin manası dikkate alınarak yüklemin, haberî üslupla “yüceler yücesidir.” veya inşâî üslupla “ne yücedir!” şeklinde tercüme edilmesini uygun buluyoruz. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması) 

الْمُلْكُ  kelimesi lam-ı tarif ile marife yapılmıştır. Burada lam-ı tarif, cins için gelmiştir. (Âşûr) ve cins için gelen lam-ı tarifte, isim mana yönüyle nekreliğini devam ettirirken lafız cihetiyle marife olmaktadır. Varlığını bildiğimiz ya da bilmediğimiz hakiki anlamda tüm mülkleri kapsayan müşterek bir isim olması hasebiyle medlûlünü tek bir mülke hasretmek söz konusu değildir. Dolayısıyla ayette  الملك  kelimesiyle, istisnasız her türlü mülk; mutlak anlamda hakimiyet ve tasarruf yetkisi kastedilmiştir. 

Bu ayet, insanlara sadece Allah’ın yüceliğini ve sıfatlarındaki kemâlini bildirme maksadı taşıyan ibtidaî haber cümlesi olabileceği gibi, ayrıca gerek ayetin sena makamı kastedilen bir kinaye üslubu barındırması, gerekse de hem haberî cümle hem de inşâî cümle üsluplarında mana itibariyle kullanılabilecek ortak bir fiille başlaması sebebiyle, ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ (Fâtiha, ½)  ayetinde olduğu gibi insanlara Allah’ı nasıl öveceklerini ve ona nasıl hamd edeceklerini öğretme amacı taşıyan inşâî bir cümle olarak da değerlendirilebilir. Zira bu üslup dışında farklı bir üslup kullanılmış olsaydı her iki manaya da delâlet etmesi söz konusu olmazdı. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması) 

Ayet-i kerîmedeki  يد (el) kelimesinde, alakası sebebiyyet olan mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü  يد  kelimesi; güç, kudret ve tasarrufta bulunmanın sebebidir. Sebep olan  يد  zikredilmiş, ancak müsebbep olan, Allah’ın mülk üzerinde mutlak hakimiyeti ve tasarruf sahibi olması kastedilmiştir.  بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ ; yani mülkün sahibi odur, istediği gibi tasarruf eder. Ayrıca  بِيَدِهِ , ifadesindeki  بِ  harf-i ceri, وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ [Allah, Bedir'de de size yardım etmişti.] Âl-i İmrân, 3/123. ayetinde olduğu üzere mekan isimlerine dahil olan  بِ  gibi,  فِى  manasında olup buradaki zarfiyet, Allah’ın kudretinin mülkün hakikatini ihata etmesi anlamında mecazî olarak kullanılmıştır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması, Âşûr)

تَبَارَكَ ‘nin kökü olan  البركة  kelimesi ister hissi, ister aklî olsun ziyadelik ve artış anlamı ifade eder. ”Şanı yüce" diye tercüme ettiğimiz  تَبَارَكَ  kelimesi, Allah'ın kemâlinin zirvesine ve yüceliğin doruğuna delalet eder. Bu izahtan sonra ayetin manasını şöyle ifade edebiliriz: ”Her işte tam hükümranlık ve kudret elinde olan, emreden, yasaklayan, veren, engel olan, yaşatan, öldüren, yücelten, alçaltan, fakirleştiren, zenginleştiren, hasta eden, şifa veren ve daha birçok büyük işleri yapan Allah Teâlâ zat, sıfat ve fiil olarak yücedir ve kutsaldır."

Kimi alimler  البركة  kelimesinin, ‘yaratıklarına çeşit çeşit hayırlardan bol bol vermesi itibariyle, hayır çokluğu ve sürekliliği’ anlamında olduğunu söylerler.

Râgıb el-İsfehânî,  البركة  kelimesini şu şekilde izah etmiştir: ”‘ilâhi hayrın bir şeyde bulunmasıdır. İçerisinde bu hayrın bulunduğu şey de mübarektir. İlâhi hayır, sayılamayacak ve zabtu rabt altına alınamayacak, hissedilemeyecek bir biçimde çıkınca kendisinden hissedilemeyen bir fazlalığın çıktığı her şeye mübarek denilmiştir. Onda bereket vardır, özelliklerinden yüce oldu anlamına geldiğini, ب - ر - ك  harflerinden yapılan tüm kelimelerin bu manayı içerdiği söylenmiştir. (Rûhu’l Beyân)


 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ


Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sıladaki tahsisi tamamlamak için gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan  قَد۪يرٌ۟ ‘a takdim edilmiştir. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıla cümlesi  بِيَدِهِ الْمُلْكُ  cümlesine matuf olan ve  هُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  cümlesi, tahsisten sonra ta’mîm ifade etmektedir. Nitekim birinci cümle  بِيَدِهِ الْمُلْكُ  Allah’ın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet ederken, ikinci cümle olan ve  هُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ  ise tüm mevcudat ve ma’dumattaki (hem varlıkta hem de yoklukta) tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. Ayrıca ve وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ  cümlesinde car mecrurun takdimiyle cümlenin içerdiği tamim manasına vurgu yapılırken diğer taraftan müşrikleri, taptıkları putların gökleri ve yeri, ölümü ve yaşamı yaratmaya güçlerinin yetmediğini itirafa zorlayarak onlara uluhiyet sıfatını yükleme düşüncesini boşa çıkartmaktadır.(Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması, Âşûr)

Ayetin bu cümlesi Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)

 
Mülk Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ  ...


O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي O ki
2 خَلَقَ yarattı خ ل ق
3 الْمَوْتَ ölümü م و ت
4 وَالْحَيَاةَ ve hayatı ح ي ي
5 لِيَبْلُوَكُمْ sizi denemek için ب ل و
6 أَيُّكُمْ hanginizin
7 أَحْسَنُ daha güzel ح س ن
8 عَمَلًا iş yapacağınızı ع م ل
9 وَهُوَ ve O
10 الْعَزِيزُ üstündür ع ز ز
11 الْغَفُورُ bağışlayandır غ ف ر

  Hayye حيي :

  Hayat حَياةٌ kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılır:

  1- Bitki ve hayvanda bulunan büyüme kuvvesi

  2- Duyu kuvvesi. Hayvanlar bu açıdan hayvan adını almışlardır.

  3- İşleyen/akleden kuvve anlamında

  4- Keder ve üzüntünün ortadan kalktığını ifade eder.

  5- Ebedî ahiret hayatı hakkında kullanılır.

  6- Kendisiyle Yüce Allah'ın nitelendirildiği hayattır. Yüce Allah hakkında هُوَ حَيٌّ denir. Bunun anlamı, O'nun için          ölümden söz edilemez demektir. Ölümsüzlük ise Yüce Allah dışında kimse için söz konusu değildir.

  Hayat, dünya ve ahiret göz önüne alındığında iki çeşittir.

  Hayevan حَيَوانٌ hayatın ve canlılığın yerleşik olduğu mekandır. İki şey hakkında kullanılır:

  Birincisi: Duyu sahibi anlamında kullanımı..

  İkincisi Ebedi bekâ sahibi anlamında kullanımı..

  حَيا yağmur demektir. Böyle adlandırılmasının nedeni ölümünün ardından yer arzı tekrar diriltmesidir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda 184 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hayat, hayy, hayvan, ihya, hayâ ve Havva'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ 


Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , birinci âyetteki اَلَّذ۪ي ‘den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْحَيٰوةَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْمَوْتَ ’ye matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi, يَبْلُوَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  خَلَقَ  fiiline mütealliktir. يَبْلُوَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَيُّكُمْ اَحْسَنُ  cümlesi ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

İstifham edatı  اَيُّكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَحْسَنُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  عَمَلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْغَفُورُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ -  الْغَفُورُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ


Önceki ayetteki  تَبَارَكَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’den bedeldir. Sılası olan  خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

الْمَوْتَ  ve  الْحَيٰوةَ  kelimelerindeki marifelik cins içindir. (Âşûr) Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَبْلُوَكُمْ  cümlesi, mecrur mahalde olup başındaki harfi cerle birlikte  خَلَقَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِيَبْلُوَكُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً  cümlesi, istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelmiş olan cümle, gerçek manada soru kastı taşımadığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâla olması sebebiyle cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

عَمَلاً  kelimesi, müsned olan  اَحْسَنُ  için temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

Ayette (ölüm) الموت , (yaşam)dan  الحياة  önce zikredilmiştir. Bu iki kelime arasındaki takdim ve tehirden kaynaklanan edebî nükteye ilişkin Zemahşerî şöyle der: Allah (cc), bu ayette ölümü hayattan önce zikretmiştir. Çünkü insanların amele en fazla yöneleni, ölümü asla aklından çıkarmayan, öleceğini her daim hesaba katarak hareket eden kimsedir. Bu nedenle ölüm hayattan önce zikredilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Bilindiği gibi  الْمَوْتَ  (ölüm), hayatın fonksiyonlarının son bulması;  الْحَيٰوةَ (hayat) ise, nefes alma gibi iradî hareketler ve algılanabilenlerdir. Ölüm, bu işlevlere sahip olan birisinden bunların yok olmasıdır. Ayet delalet ediyor ki: Allah'ın tüm fiilleri, kulların maslahat ve menfaatine yöneliktir. Yani Allah'ın yarattığı bu şeyleri maslahatları gözeten bir varlık yapacak olsa idi ancak bu maksat ve maslahatlar için yaratırdı. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

الابتلاء ; imtihan etmek, denemek manasınadır. Binâenaleyh, ‘’Cenab-ı Hak ibtila ederek, bir kimsenin itaat mı yoksa isyan mı edeceğini bilmiş, anlamış olur" manasına gelir. Bu ise hem ezelen hem de ebeden bütün malumatı bilen zat hakkında düşünülmesi imkânsız olan bir husustur. Velhasıl, "Allah'ın imtihanı (ibtilası)", kuluna, aynen imtihan yapıp, deneme yapanın, şeklen (zahiren) buna benzer bir biçimde davranması demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

Buradaki  الابتلاء (denemek) gerçek anlamında değildir. Çünkü o, ancak işlerin sonucunu bilmeyenler için söz konusudur. Allah'ın deneme ve imtihanı ise, gaybda bildiği şeyin kuldan açığa çıkmasıdır. Ayetin manası şudur: ”Size, sizin hanginizin daha iyi ameller işleyeceğini denemek için bir uygulama yapanın işini yapar ve amellerinize göre karşılık verir. İşte bundan dolayı bu cümleyi Hz Peygamber (sav): ”Hanginizin aklı daha iyi, Allah'ın yasaklarından hanginiz daha uzak ve Allah'a taatine hanginiz daha çok koşuyor," diye tefsir etmiştir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

En temel nimet hayattır. Çünkü hayat olmasaydı dünyada hiç kimse nimetlerden istifade edemezdi. Hayat ahiret nimetleri arasında da birinci sıradadır. Çünkü orada da hayat olmasa, ebedî mükâfat diye birşey olmaz.  Kitabın pek çok yerinde de anlattığımız üzere, ölüm de bir nimettir. Çünkü ölüm, mükellefiyet hali ile kişinin amellerine karşılık verilmesi halini birbirinden ayıran bir şeydir. Ölüm, mesela bu açıdan bir nimettir. Nitekim Hz Peygamber (sav) "Lezzetleri (tatları) mağlup eden, yok eden şeyi (yani ölümü) çokça hatırlayın İbn Mace Zühd, 31 (2/422)."buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî)

Hayat, ölümden önce olmasına rağmen, Allah Teâlâ şu sebeplerden ötürü, ayette ölümü hayattan önce zikretmiştir.

1) Mukâtil şöyle der: "Cenab-ı Hak ölüm ile nutfeyi, alakayı ve mudgayı (insanın yaratılışındaki ilk merhaleleri); hayat ile de ruhun (canın) üflenmesini kastetmiştir."

2) Atâ'nın rivayetine göre İbn Abbas (ra), "Allah, ölüm ile dünyadaki ölümü, hayat ile de ebedi hayat yurdu olan ahiret hayatını kastetmiştir" demiştir.

3) Hz Peygamber (sav)'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü bir münadi, "Ey cennet ehli" diye seslenir. Cennettekiler bu nidanın yüce Allah'tan olduğunu bilirler ve "Ey Rabbimiz buyur, huzurundayız!" derler. Bunun üzerine Allah, "Rabbinizin size vadettiklerini gerçek olarak buldunuz mu?" der. Cennetlikler de: "Evet" derler. Sonra da ölüm, güzel beyaz bir koç kılığında getirilip boğazlanır. Sonra da, "Ey cennet ehli, işte bu (hayatınız), ölümsüz ebediyettir ve ey cehennem ehli, işte bu (azabınız), ölümsüz bir ebediyettir" diye nida edilir. Bu nida, cennet ehlinin sevincine sevinç katarken, cehennem ehlinin de hüznüne hüzün katar."

Bu ifadeyle, o gün artık ölüm işinin son bulduğunu anlatmak için bir temsil yapılmak istenmiştir

4) Allah Teâlâ, ölümü hayattan önce zikretmiştir. Çünkü insanların amele en fazla yöneleni, ölümünü gözünün önünden hiç ayırmayan, öleceğini hep hesaba katan kimsedir. Bu sebeple ölüm önce zikredilmiştir. Zira ölüm, kişi için maksat olan şeyler içinde en önemli olanıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)


 وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ


Cümle atıf harfi  وَ’ la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Cümle öncesindeki yargıyı pekiştirme amacı taşıyan ıtnâb üslubunun bir çeşidi olan tezyîldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ  sıfatları marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْغَفُورُۙ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

Allah Teâlâ, imtihandan bahsedince, peşisıra, "O, Azîz ve Gafûr'dur.." buyurmuştur ki bu, "O Allah, kötü amelde bulunanların kendisini acze düşüremeyecek bir biçimde bir azîz, bir galip; günah işleyenlerden tevbe edenler için de affedicidir" demektir.

Allah Teâlâ'nın Azîz ve Gafûr olması, ancak her şeye kadir ve herşeyi bilen olması ile tam ve mükemmel olur. Allah Teâlâ'nın herkese yaptığının karşılığını gerek mükâfat, gerekse ceza olarak tastamam verebilmek için mutlaka tam ve mükemmel kudrete; itaat eden kim, isyan eden kim olduğunu bilebilmesi, böylece de hak edene hakkını vermede hata etmemesi için mutlaka tam ve mükemmel bir ilim sahibi olması gerekir. Böylece Cenab-ı Hakk'ın azîz ve gafûr oluşunun, ancak tam bir kudret ve tam bir ilim sahibi olduğunun tespitinden sonra mümkün olacağı anlaşılır. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ, burada bu iki sıfatın, yani kudret ve ilmin varlığının delillerini zikretmiştir. Allah Teâlâ'nın kādir oluşunun âlim oluşundan önce olduğu bilinince de, pek yerinde olarak önce kudretinin, daha sonra da ilminin delilini zikretmiştir. (Fahreddîn er-Râzî)

 
Mülk Sûresi 3. Ayet

اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ  ...


O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي ki O
2 خَلَقَ yarattı خ ل ق
3 سَبْعَ yedi س ب ع
4 سَمَاوَاتٍ göğü س م و
5 طِبَاقًا tabaka tabaka ط ب ق
6 مَا
7 تَرَىٰ görmezsin ر ا ي
8 فِي
9 خَلْقِ yaratmasında خ ل ق
10 الرَّحْمَٰنِ Rahman’ın ر ح م
11 مِنْ hiçbir
12 تَفَاوُتٍ aykırılık, uygunsuzluk ف و ت
13 فَارْجِعِ döndür de (bak) ر ج ع
14 الْبَصَرَ gözü(nü) ب ص ر
15 هَلْ -musun?
16 تَرَىٰ görüyor- ر ا ي
17 مِنْ hiçbir
18 فُطُورٍ bozukluk ف ط ر

اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۜ 


İsim cümlesidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki هو ‘nin üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

سَبْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  سَمٰوَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  طِبَاقاً  kelimesi  سَبْعَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ


Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَرٰى  fiili  ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘dir.  ف۪ي خَلْقِ  car mecruru  تَفَاوُتٍ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  الرَّحْمٰنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْ  zaiddir.  تَفَاوُتٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 


 فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ 


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردت المعاينة (Görmek istersen) şeklindedir.

ارْجِعِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘dir. الْبَصَرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ


Cümle mukadder fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ارجع البصر وانظر هل ترى مِنْ فُطُورٍ (Bak, hiç bir çatlak görecek misin!) şeklindedir.  

هَلْ  istifham harfidir.  تَرٰى  fiili  ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ‘dir.

مِنْ  zaiddir. فُطُورٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۜ 


Müfred müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ي , önceki ayetteki هو ‘nin üçüncü haberidir. Sılası olan  خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Az sözle çok anlam ifade eden, mef’ûl konumundaki  سَبْعَ سَمٰوَاتٍ  izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

سَبْعَ  kelimesi,  خَلَقَ  fiilinin mef’ûludur ve  سَمٰوَاتٍ ‘e muzâftır.

Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden  طِبَاقاً  kelimesi  سَبْعَ  veya  سَمٰوَاتٍ  için sıfattır. Başında  ذات  şeklinde bir muzâfın mahzuf olduğu da söylenmiştir. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Güneş sisteminin de içinde olduğu, dünya hariç tüm gezegenlerin kastedildiği  سَمٰوَاتٍ , Kur’an’da bir çok kez tekrarlanmıştır. (Âşûr)

سَمٰوَاتٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.

Keşşâf sahibi, ayetteki  طِبَاقاًۜ  ifadesi hususunda şu üç izahı yapmıştır:

1) طِبَاقاًۜ  kelimesi, "üst üste, birbirine mutabık ve denk olarak" anlamında olup bu, Arapların, üst üste kat kat koyup da, dikip tamir ettiği zaman, ayakkabı hakkında kullandığı  طابق النعل إذا خصفها طبقا على طبق   deyimine varıp dayanır. Ki, bu açıklamaya göre, ayetteki  طِبَاقاًۜ  masdarı ile ism-i fail manası kastedilmiş olur.

2) Ayetteki bu masdarın muzâfı mahzûf olup  ذات طباق , ifade, "tabakalı tabakalı..." takdirindedir.

3) Ayetteki bu ifade, mef'ûlu mutlak olup, kelamın takdiri  طوبقت طباقا , "tabakalar halinde mutabık ve ahenkli kılınmıştır.." şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)


 مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ 


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ , ihtimam için mef’ûl olan تَفَاوُتٍۜ ‘e takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahman isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ف۪ي خَلْقِ  car mecruru, başındaki harf-i cerle birlikte mef’ûl makamında olan  تَفَاوُتٍ  kelimesinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

تَفَاوُتٍ  lafzen mecrur olup , تَرٰى  fiilinin mefulu olarak mahallen mansubdur. Kelimeye dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir hata’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder. 

Veciz ifade kastına matuf  ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ  izafetinde Rahmân ismine muzâf olan  خَلْقِ , taim edilmiştir. 

ف۪ي خَلْقِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  خَلْقِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yaratma fiili, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

خَلْقِ - خَلَقَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَا تَرٰى (görmüyorsun) ifadesindeki hitap Peygamber’e (sav) veya muhatap olabilecek herkese yöneliktir. Gözünü çevir de bak bakalım ifadesi de gerekçelendirme anlamında, göremezsin hitabıyla ilişkilidir; nitekim göklerin yaratılışında hiçbir düzensizlik bulunmadığını bildirmiş, daha sonra da ‘’Gözünü çevir de bak bakalım.’’ buyurarak, ‘’Böylece göklerin yaratılışı hususunda bildirdiğim hususun gerçekliği senin nezdinde çıplak gözle de tespit edilsin ve bu konuda hiçbir şüphen kalmasın” demek istemiştir. (Keşşâf) 

Râgıb, ayette geçen  تَفَاوُتٍۜ  hakkında der ki: ”تَفَاوُتٍۜ  vasıftaki ihtilaftır. Sanki onlardan biri diğerinden farklıdır." (Rûhu’l Beyân)

Ferrâ’:  تَفَاوُتٍۜ , tutarsızlık demektir, demiştir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir:  تَفَاوُتٍۜ  karışıklık ve farklılıktır, aslı  فؤت ’ten gelir ki, o da bir şeyin biraz yok olup boşluk meydana gelmesiyle beraber birbirine bağlı olmasıdır. (Zâdu’l Mesîr, Âşûr)


فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ 


Müstenefe olan cümlede rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَارْجِعِ الْبَصَرَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri,  إن أردت المعاينة  (Görmek istersen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

فَارْجِعِ  ifadesindeki hitap, ya Hz Peygamber (sav)'e, yahut da muhatap olan herkesedir. Nitekim Cenab-ı Hakk'ın, ["İşte gözünü çevir, hiçbir çatlak görecek misin? Sonra gözünü iki kere daha çevir. O göz, hor ve hakir olarak yine sana dönecektir. Artık o, aciz kalmıştır.."] (Mülk, 3-4) hitapları da böyledir. (Fahreddîn er-Râzî)


هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ

 

Cümle mukadder fiilin mef’ûlü olarak mahallen mansubdur. Takdiri; ارجع البصر وانظر  (Gözünü çevir bak) şeklindedir. Bu takdire göre emir üslubundaki cümlenin mef’ûlüne dahil olan  هَلْ , istifham harfidir. 

هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp takrir anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl olan مِنْ فُطُورٍ ‘daki  مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir düzensizlik’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şumûle işaret eder.

İbn Âşûr ayetteki istifhâm üslubuyla ilgili şöyle der: Bu ayetteki istifhâm, takrir anlamında kullanılmıştır ve هل edatı ile yapılmıştır. Çünkü  هل  soru edatı, istifhamın pekiştirildiğini ifade eder. Zira  هل edatı, istifhamda  قد  manasındadır.

Takrir, soru soran kimsenin muhatabın ikrarını almak amacıyla kullanılan bir üsluptur. Ancak Abdülazîm el Mut’inî, “et-Tefsîrü'l-Belâgî li'l-İstifhâm” adlı eserinde ayetteki istifhama yüklediği mana hususunda İbn Âşûr’u şöyle eleştirmektedir: “İmam Tâhir (İbn Âşur) bu ayetteki istifhama takrîr manası hamlederek hata etmiştir. Bu doğru değildir. Burada istifham, hem nefy (olumsuzluk) hem de Allah’ın yaratmasındaki mükemmeliyet karşısında taaccüp ifade eder. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Ayette geçen ve ‘aksaklık’ diye tercüme edilen  فُطُورٍ  kelimesinin manası, Abdullah b. Abbas'a göre ‘zayıflık’, Katade'ye göre ‘bozukluk’, Süfyan es-Sevri'ye göre ‘çatlak ve yarık’ demektir. (Taberî, Âşûr)

 
Mülk Sûresi 4. Ayet

ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَس۪يرٌ  ...


Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 ارْجِعِ döndür (bak) ر ج ع
3 الْبَصَرَ gözü(nü) ب ص ر
4 كَرَّتَيْنِ iki kez daha ك ر ر
5 يَنْقَلِبْ döner ق ل ب
6 إِلَيْكَ sana
7 الْبَصَرُ göz ب ص ر
8 خَاسِئًا umudu keserek خ س ا
9 وَهُوَ ve o
10 حَسِيرٌ hor ve bitkin ح س ر

ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَس۪يرٌ


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ارْجِعِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri,  أنت ‘dir.  الْبَصَرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

كَرَّتَيْنِ  mef’ûlu mutlaktan naib olup müsenna olduğu için  يْ  ile mansubdur. 

فَ  karinesi olmadan gelen  يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ   cümlesi şartın cevabıdır.  يَنْقَلِبْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  اِلَيْكَ  car mecruru  يَنْقَلِبْ  fiiline mütealliktir. الْبَصَرُ fail olup lafzen merfûdur.  خَاسِئاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. هُوَ حَس۪يرٌ  hal cümlesidir. Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal, müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَهُوَ حَس۪يرٌ  cümlesi  الْبَصَرُ ‘un veya  خَاسِئاً ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. حَس۪يرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

يَنْقَلِبْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.

ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً وَهُوَ حَس۪يرٌ

 

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile 3. Ayetteki  فَارْجِعِ الْبَصَرَ  cümlesine atfedilen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Önceki ayetteki  ارْجِعِ الْبَصَرَ  tekid için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib olan  كَرَّتَيْنِ , çokluktan kinayedir.

يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئاً  cümlesi, talebin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكَ , ihtimam için fail olan الْبَصَرُ ‘ya takdim edilmiştir

خَاسِئاً , failin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْبَصَرُ ‘nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Evrenin kusursuz yaratılışına, mükemmel ve muntazam bir şekilde işleyişine dikkatleri çeken bu ayet-i kerîmelerde  ارْجِعِ  emir fiilinin tekrarıyla ıtnâb üslubu oluşmuştur.  Tesniye kalıbında gelen  كَرَّتَيْنِ  kelimesi çokluk içindir, yani fiilin defalarca yapılmasına delalet eder. Tekrarın gayesi, Allah’ın yaratmasında bir düzensizlik ve kusur bulmayı uman müşriklerin, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar amaçlarına ulaşmakta kesinlikle aciz kalacaklarını vurgulamaktır. Ayrıca ayetin muhatabı olan müminler de bir şeye körü körüne inanmamaları hususunda öğütlenmişler ve bir şeyi araştırırlarken işlerini son derece ciddiyet içinde yapmaya teşvik edilmişlerdir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُوَ حَس۪يرٌ  cümlesi,  الْبَصَرُ ‘nun ikinci halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حَس۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Bu ayette, kendisinde bir kusur var mı yok mu diye incelemek ve araştırmak üzere, Kendisinin yarattığı bu şeylere defalarca bakmayı emretmiştir. Bu, "Sen, durmadan bakacak olsan, gözün sana, aramakta olduğun gedik ve kusuru bulamadan dönecektir. Hatta, sana hayal kırıklığı içinde, umduğunu elde edememiş olarak dönecektir" demektir.  خَاسِئاً  ifadesi, uzaklaştırıp kovduğunda söylenilen  خسأت الكلب (köpeği kovdum) deyiminden alınmadır.

Müberred de bu ifadeye: "mahzun ve hakir kılınmış olarak dönecektir" anlamını vermiştir. İbn Abbas da, bu kelimeye, "arzuladığını bulamadan" manasını vermiştir.   حَس۪يرٌ  kelimesine gelince, İbn Abbas bunun anlamının, "yorgun argın, aciz, bitkin" şeklinde olduğunu söylerken, Leys de, bunun anlamının, "yorgun ve aciz kalmış olarak..." şeklinde olduğunu söylemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)

Mülk Sûresi 5. Ayet

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُوماً لِلشَّيَاط۪ينِ وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ  ...


Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 زَيَّنَّا biz donattık ز ي ن
3 السَّمَاءَ göğü س م و
4 الدُّنْيَا en yakın د ن و
5 بِمَصَابِيحَ lambalarla ص ب ح
6 وَجَعَلْنَاهَا ve onları yaptık ج ع ل
7 رُجُومًا taşlamalar ر ج م
8 لِلشَّيَاطِينِ şeytanlar için ش ط ن
9 وَأَعْتَدْنَا ve hazırladık ع ت د
10 لَهُمْ onlara
11 عَذَابَ azabı ع ذ ب
12 السَّعِيرِ çılgın ateş س ع ر

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  زَيَّنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih veya hal olup fetha ile mansubdur. 

الدُّنْيَا  kelimesi  السَّمَٓاءَ ‘nın sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِمَصَاب۪يحَ  car mecruru  زَيَّنَّا  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

زَيَّنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَجَعَلْنَاهَا رُجُوماً لِلشَّيَاط۪ينِ 


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. Bu ayette “Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رُجُوماً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  لِلشَّيَاط۪ينِ  car mecruru  رُجُوماً ‘e mütealliktir.

 

 وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اَعْتَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ  car mecruru  اَعْتَدْنَا  fiiline mütealliktir.

عَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. السَّع۪يرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَعْتَدْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عتد ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُوماً لِلشَّيَاط۪ينِ


وَ , istînafiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

زَيَّنَّا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

الدُّنْيَا , mef’ûl olan  السَّمَٓاءَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

زَيَّنَّا  fiiiline müteallik olan car mecrur  بِمَصَاب۪يحَ ‘daki nekrelik kesret ve tazim ifade eder.

الدُّنْيَا - السَّمَٓاءَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayetteki  مصابيح  kelimesi, kandil, lamba, ışık vb. anlamlara gelen  مصباح  kelimesinin çoğuludur ve  سراج  manasındadır.

Burada yıldızlar lambaya benzetilmiştir. Tasrihi istiare vardır.

Ve  بالمصابيح  şeklinde marife isim yerine nekre isim tercih edilmiştir. Ayette  مصابيح kelimesinin nekre olarak gelmesi, tazim (yüceltme) ifade etmektedir. İstiare yoluyla kandillere benzetilen yıldızların çok büyük olduğuna işaret edilmiştir. Böylece muhataba adete şöyle denilmek istenmiştir: “Sizin bildiğiniz kandillere benzemez, o kandiller! Onların ne kadar büyük olduğunu tahayyül bile edemezsiniz.” (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

‘Lambalar’ diye tercüme ettiğimiz  مصابيح  kelimesi kandil, lamba anlamına gelen  مصباح  ‘ın çoğuludur. Burada maksat yıldızlardır. Geceleyin en büyük aydınlatıcı olduğu için ay da lambalara dahildir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

وَجَعَلْنَاهَا رُجُوماً لِلشَّيَاط۪ينِ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ ‘la kasemin cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki  جعلناها  ifadesinde alakası mekan olan mecaz-ı aklî vardır. Zamir, atış işleminin gerçekleştiği mekan olan  السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا  ifadesine racidir. Ancak gökyüzünün kendisiyle şeytanların taşlanması söz konusu değildir. Dolayısıyla  ها  zamiriyle kastedilen, gökyüzünü kuşatan yıldızlardır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

رُجُوماً  kelimesi fetha ile   رجم 'in çoğuludur. O da masdardır, atılan şeye verilen isimdir, bu da onlardan kaynaklanan ateş toplarının süzülüşü ile atılan şeyler (mermiler)dir. Bunun manası şöyledir de denilmiştir: Onları müneccimler demek olan insan şeytanları için atış ve zan kıldık. (Beyzâvî, Âşûr)


 وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ


Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَعْتَدْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

عَذَابَ ‘nin muzâfun ileyhi olan  السَّع۪ير  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Cehennemin aşağı doğru yedi tabakası vardır. Bunlar: Cehennem, Lezâ, hutame, seîr, sekar, cehîm ve hâviyedir. Şu kadar var ki bu isimlerden her birinin diğeri yerine kullanıldığı da olur. Ateş bazan seîr, bazan cehennem, bazan da diğer bir kelime ile ifadelendirilir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Mülk Sûresi 6. Ayet

وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ  ...


Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü varılacak yerdir orası!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّذِينَ için vardır
2 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
3 بِرَبِّهِمْ Rablerini ر ب ب
4 عَذَابُ azabı ع ذ ب
5 جَهَنَّمَ cehennem
6 وَبِئْسَ ve ne kötü ب ا س
7 الْمَصِيرُ gidilecek sonuçtur ص ي ر

Bazı âhiret sahnelerini tasvir eden bu âyetler, kimlerin daha güzel davranacağını sınamak için ölümün ve hayatın yaratıldığını ifade eden 2. âyetle irtibatı olup, bu dünyada Allah’a isyan edenlerin öte dünyada çekecekleri cezayı, O’na karşı saygılı olup günah işlemekten korunanların elde edecekleri ödülleri açıklamaktadır. 6-8. âyetlerdeki tasvirler cezanın ne derece şiddetli olduğunu daha iyi hissettirme amacına yöneliktir. 8. âyette “uyarıcı” diye çevirdiğimiz nezîrden maksat peygamberdir (İbn Âşûr, XXIX, 25). Âyette dünyada peygamberin çağrısına ve uyarılarına kulak tıkayıp inkâr ve isyanlarını sürdürmekte direnenlere, yarın kıyamet gününde, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorulacağını bildiren ifade aslında yaşayanlar için bir uyarıdır. 9-11. âyetler o gün iş işten geçtikten sonra değil, fakat bugün fırsat eldeyken o uyarıya kulak vermek, yani peygamberi tanımak, ayrıca Allah’ın insanlığa büyük lutfu olan aklı ve diğer bilgi imkânlarını da kullanarak hak ve hidayet yolunu bulmak gerektiğine, ebedî kurtuluşun ancak bu sayede kazanılabileceğine işaret etmektedir. 12. âyet ise müminlerin nâil olacağı uhrevî mutluluğun veciz bir özetidir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 419

وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ 


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle mahzuf habere müteallik olup, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِرَبِّهِمْ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

عَذَابُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  جَهَنَّمَ  ismi mecrurdur.  جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır, gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ


وَ  istinâfiyyedir.  بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir.  الْمَصٖيرُ  failidir.  بِئْسَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  جهنّم  şeklindedir.

Dönüş manasındaki  الْمَصٖيرُ  kelimesi mimli masdardır.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi  2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi  3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi  4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

Burada faili  ال ’lı gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü, başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Sılası olan  كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بِرَبِّهِمْ  izafetinde Rabb isminin kafirlere ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. 

Muahhar mübteda,  عَذَابُ جَهَنَّمَۜ  izafeti, veciz ifade kastına matuftur. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet-i kerîme, bir önceki ayetin manasına ilişkin muhatabın zihninde beliren mukadder soruya cevap niteliğindedir. Hem bu nedenle hem de ayetin îrab hükmünde öncesiyle bir ortaklığı bulunmadığı için و  harfi, vâv-ı istînâfiyyedir. Bahsini ettiğimiz mukadder soru ise “Peki, cehennem azabı sadece şeytanlar için mi hazırlanmıştır?” sorusudur. Ayet-i kerîme, azabın sadece şeytanlar için hazırlandığı vehmine kapılmayı önlemek maksadıyla, ıtnâb üslubunun bir çeşidi olan tetmîm için gelmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا : Uygun olanı buradaki inkâr edenlerin, ayetin devamının da işaret ettiği üzere şeytanlar haricindeki kâfirlere ait olmasıdır. Böylece tekrar şüphesinden de kaçınılmış olur. (Rûhu’l Beyân)


وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil  بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri  جهنّم (Cehennem)’dir. 

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.

Takdiri  جهنّم ’dir. Bu hazıfla, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek, cehennemin korkunçluğunu, kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır. 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Bu ayet işaret ediyor ki: Allah'ın azabı ve intikamı olağandışıdır. Çünkü o, kılıçla, kırbaçla, sopa ile ve benzeri bir şeyle değildir. O, sönmeyen ateşledir. Azap edilecek kâfirin hiçbir kurtuluş umudu yoktur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Mülk Sûresi 7. Ayet

اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ  ...


Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذَا zaman
2 أُلْقُوا atıldıkları ل ق ي
3 فِيهَا oraya
4 سَمِعُوا işitirler س م ع
5 لَهَا onun
6 شَهِيقًا homurtusunu ش ه ق
7 وَهِيَ ve o
8 تَفُورُ kaynıyor ف و ر

اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ


اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُلْقُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اُلْقُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  اُلْقُوا  fiiline mütealliktir.  

فَ  karinesi olmadan gelen  سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً  cümlesi şartın cevabıdır.  سَمِعُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  لَهَا  car mecruru  شَه۪يقاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  شَه۪يقاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هِيَ تَفُورُ  cümlesi  لَهَا ‘daki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. تَفُورُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَفُورُ  damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.

اُلْقُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

إِفْعَال  babındadır. Sülâsîsi  لقى ’dir.

إِفْعَال  babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً وَهِيَ تَفُورُۙ


Ayet, şart üslubunda gelmiştir. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  اُلْقُوا ف۪يهَا  şart cümles olup mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

اُلْقُوا  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقاً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَهَ  car mecruru  شَه۪يقاً ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

سَمِعُوا  fiilinin mef’ûlü olan  شَه۪يقاً ‘daki nekrelik tahkir nev ve kesret ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Ayet-i kerîmedeki  اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا (Oraya atıldıklarında) ifadesinde  اُلْقُوا  fiili yapı bakımından meçhul/edilgen bir fiildir. İbarede  اِذَٓا  اَلْقَى اَلْكَافِرُونَ  ف۪يهَا (Kâfirler oraya atıldıklarında) ifadesi yerine  اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا [Oraya atıldıklarında] ifadesi tercih edilerek, müsnedün ileyh ögesinin, yani  اَلْكاَفِرُونَ  kelimesinin hazf edilmesi; bir taraftan kâfirlerin tahkir edildiğini, - manayı ihlal derecesinde olmadığı sürece - zikredilmeye değer bulunmadıklarını gösterirken, diğer taraftan fiile vurgu yapılarak inkârları sebebiyle hesap gününde karşılaşacakları sahnenin zihinde daha etkin bir şekilde canlanması sağlanmıştır. Fiilin  إدخال  sokmak, girdirmek değil de  إلقاء  atmak, fırlatmak olarak tercih edilmesi, bu durumu desteklemektedir. Çünkü onlar odunun ateşe atıldığı gibi cehenneme atılacaklardır.

(Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Ayette geçen  شهيقا  kelimesi sözlüklerde ‘nefesi şiddetle içeri çekerken çıkan ses, hırıltı, homurtu, uğultu, rahatsızlık verici ses, en çirkin ses, anırma’  gibi anlamlara gelir. Ateşin/cehennemin alevlerinden çıkan korkutucu ses, bağlamdan anlaşılacağı üzere canlılara ait olan sese, yani  شهيقا  sesine benzetilmiştir. Böylece müşebbeh hazf edilip, müşebbehün bih açıkça ibarede zikredildiği için istiare-i tasrîhiyye meydana gelmiştir. Bu kelime Hûd Suresinde ise doğrudan cehennemliklere nispet edilmektedir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması, Âşûr)

شَه۪يقاً , cehennemin korkunç ve sevimsiz hırıltısıdır. Derler ki;  شَه۪يقاً , göğüsten çıkan sestir.  الزفير  ise, boğazdan çıkan sestir. (Ebüssuûd, Âşûr)

وَ ’la gelen  وَهِيَ تَفُورُ  cümlesi,  لَهَا ‘daki zamirin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  هِيَ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَفُورُ  cümlesi, haberdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هِيَ تَفُورُۙ  ifadesi için Leys şöyle der: "Coşan herşey, kabarır kaynar. Dolayısıyla bu, mesela tencerenin, dumanın, öfkenin ve kaynaktaki suyun kaynaması gibi kaynamadır." İbn Abbas (ra) da bu ifadeye, "Cehennem, cehennemliklerden ötürü, tıpkı bir tencerenin, bir kazanın kaynaması gibi, kaynar, fokurdar. Mücahid, "Cehennem, cehennemlikleri, tıpkı çok suyun, az taneleri kaynatması, hoplatması gibi hoplatır" manasını vermiştir. Bu ifadenin, "öfkenin kabarması" manasından alınmış olması da mümkündür. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Mülk Sûresi 8. Ayet

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ  ...


Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَكَادُ neredeyse ك و د
2 تَمَيَّزُ çatlayacak م ي ز
3 مِنَ -den
4 الْغَيْظِ öfke- غ ي ظ
5 كُلَّمَا her biri ك ل ل
6 أُلْقِيَ atıldıkça ل ق ي
7 فِيهَا onun içine
8 فَوْجٌ topluluk ف و ج
9 سَأَلَهُمْ onlara sordu(lar) س ا ل
10 خَزَنَتُهَا onun bekçileri خ ز ن
11 أَلَمْ
12 يَأْتِكُمْ size gelmedi mi? ا ت ي
13 نَذِيرٌ bir uyarıcı ن ذ ر

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ 

 

Cümle تَفُورُ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.  تَكَادُ  mukarebe fiillerinden olup nakıs, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَكَادُ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هى ’dir. 

تَمَيَّزُ  fiili  تَكَادُ ‘nün haberi olarak mahallen mansubdur.  تَمَيَّزُ  damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.

مِنَ الْغَيْظِ  car mecruru تَمَيَّزُ  fiiline mütealliktir.

Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller ‘ -e yazdı, az kalsın … , neredeyse … , -mek üzereydi’ gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur’an’da sadece  كَادَ ’nin kullanımına rastlanılmıştır.  كَادَ  fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan ‘tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı’ manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَمَيَّزُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ميز ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 


كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ


كُلَّمَٓا  şart manasında zaman zarfıdır.  سَاَلَهُمْ ’nun cevabına müteallık olup mahallen mansubdur.  اُلْقِيَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اُلْقِيَ  fetha üzere mebni mazi, meçhul fiildir.  ف۪يهَا  car mecruru  اُلْقِيَ  fiiline mütealliktir.  فَوْجٌ naib-i faili olup lafzen merfûdur.

سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا  şartın cevabıdır. سَاَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  هُمْ muttasıl zamir mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  خَزَنَتُهَٓا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَأْتِكُمْ  fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  نَذ۪يرٌ  fail olup lafzen merfûdur.  

اُلْقِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال  babındadır. Sülâsîsi  لقى ’dir.

إِفْعَال  babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ 


Ayet  تَفُورُ  cümlesinin failinden haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Mukarabe fiillerinden olan  كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin muzari sıygasında gelmesi hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.  كَاد ’nin haberi olan  تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nakıs fiil  كَاد ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet-i kerîmede تَكَادُ تَمَيَّزُ  (neredeyse çatlayacak)  fiili,  جهنم (cehennem) kelimesine mecazî olarak isnad edilmiştir. Fiilin hakiki isnadı ise  زبانية (cehennemde görevli melekler) kelimesinedir. Bu durumda takdiri şöyle olur:  تَكَادُ تَمَيَّزُ زَباَنِيَّتُهَا مِنَ الْغَيْظِ (Cehennemde görevli melekler neredeyse öfkelerinden çatlayacaklar!) Ateş canlı bir varlık değildir, o halde nasıl öfkelenmek fiiliyle nitelenebilir sorusuna İbn Hatîb el-Kazvînî şöyle cevap veriyor: Bize göre bir şeyi canlıların sıfatıyla vasıflandırmak için o şeyin canlı olması gerekmez. Belki de Allah bizim kavrayabileceğimiz bir şekilde canlı bir ateş yaratmıştır. Belki de ateşin alevlerinin sesi ve şiddetli yanışı öfkeye benzetildiği için istiare yapılmıştır ya da burada kastedilen cehennemde görevli meleklerdir. Beyzâvî ise ayeti kerimedeki  تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ  ifadesinin, cehennem ateşinin şiddetini gösteren bir temsil olduğunu ve öfkeden çatlamak fiilinin hakikî isnatla cehennem meleklerine isnad edilebileceğini belirtir. Bu mecazî tasvir, kendilerine gönderilen peygamberlerin uyarılarını dikkate almayan inkârcıların ahirette karşılaşacakları cezanın ne derece şiddetli olduğunu daha iyi hissettirme amacına yöneliktir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ  [neredeyse öfkesinden çatlar] ifadesinde yine cehennem ateşinin şiddetli yanması, öfkesinden çılgına dönen kişiye benzetilmiş ve müşebbehün bih hazf edilip levazımından olan  الغيظ  kelimesi ibarede bırakılarak “istiare-i mekniyye” meydana gelmiştir. Ayetin devamında ise  خزنتها (ateşin bekçileri) ifadesiyle bağlam karinesine istinaden, cehennemde görevli azap melekleri kastedilmiştir. Sözlükte ‘bir şeyi korumakla ve sağlam bir yerde tutmakla görevli kimse’ anlamına gelen  خازن  kelimesi ile azap melekleri arasındaki müşabehet alakası, çok sıkı koruma sağlamak, gözetim ve denetim altında tutmaktır diyebiliriz. Müşebbehün bih zikredilip müşebbeh hazf edildiği için istiare-i tasrîhiyye meydana gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr)

Öfke, kalbin kanı kabardığında meydana gelen bir haldir. Kan kabardığında, hacmi ve miktarı artar. Dolayısıyla da, bedendeki rutubetlerin oranı arttıkça, kan damarları da uzar, genişler. Binaenaleyh öfkenin şiddeti arttıkça, kabarma da o nispette artar. Dolayısıyla da, artış çoğalır. Damarlar iyice gerilir, neredeyse çatlar. Bundan dolayı, birbirine bağlı bu hususlar, aşırı öfkeyi mecazî olarak ifade etmek için kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)


كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ


Fasılla gelen cümlede  كُلَّمَا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.

Şart cümlesi olan  اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için fail olan  فَوْجٌ ‘e takdim edilmiştir.  فَوْجٌ ‘deki nekrelik tahkir ve kesret içindir.

اُلْقِيَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumunda olan اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzari fiile dahil olan  لَمْ , muzari fiili olumsuz maziye çevirmiştir. Hemze istifham harfidir. Ayetteki istifham gerçek manada soru olmayıp, tevbih ve kınama amaçlı haber cümlesi olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Şart ve cevap fiilleri mazi sıygada gelmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Ayetteki  اَلَمْ يَأْتِكُمْ  soru cümlesi, cevap beklenen bir soru cümlesi değil, ateşe müstahak olan kâfirleri azarlamak ve kınamak içindir. Böylece maruz kalacakları fiziki acının yanında pişmanlıkları katbekat artarak psikolojik olarak da acı çekecekler ve ateşi gerçekten hak ettiklerini anlayacaklardır. Cevap beklenen bir soru olmamasına rağmen sonraki ayette قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ  (Evet, doğrusu bizi uyaran bir peygamber gelmişti.) şeklinde cevap vermeleri, suçlarını itiraf etmeleri kabilindendir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Her bir grup atıldıkça her defasında onlara, onun muhafızları, yukarıdaki sûrede "Onun başında iri gövdeli, sert tabiatlı, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır." (Tahrim, 66/6) ayetinde de tavsif edildiği gibi gardiyanları, zebâni melekler sert sert azarlarlar ve hakaret ederek sorarlar. Size bir uyarıcı gelmedi mi? Bu dehşeti haber verip gocunduracak bir peygamber, korkutucu bir elçi, bir delil gelmedi mi ki siz buraya geldiniz? ["Biz bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz."] (İsrâ, 17/15) âyetinde ifade edildiği gibi Allah Teâlâ bir Resul göndermedikçe azab etmez. (Elmalılı)

 
Mülk Sûresi 9. Ayet

قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ  ...


Onlar da şöyle derler: “Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve ‘Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ demiştik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 بَلَىٰ evet
3 قَدْ andolsun
4 جَاءَنَا bize geldi ج ي ا
5 نَذِيرٌ uyarıcı ن ذ ر
6 فَكَذَّبْنَا ama biz yalanladık ك ذ ب
7 وَقُلْنَا ve dedik ki ق و ل
8 مَا
9 نَزَّلَ indirmedi ن ز ل
10 اللَّهُ Allah
11 مِنْ hiçbir
12 شَيْءٍ şey ش ي ا
13 إِنْ hayır
14 أَنْتُمْ siz
15 إِلَّا ancak
16 فِي içindesiniz
17 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
18 كَبِيرٍ büyük ك ب ر

قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ 


Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir.  بَلٰى , soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)  

Mekulü’l-kavl cümlesi  قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَذ۪يرٌ  fail olup lafzen merfudur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  مَا نَزَّلَ اللّٰهُ ‘dir.  قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

نَزَّلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. كَب۪يرٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ 


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بَلٰى  cevap harfi, menfi sözü iptal içindir. 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiştir.

Aynı üslupta gelen  فَكَذَّبْنَا  ve  قُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ  cümleleri atıf harfi  وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Cehennemliklerin itiraf sadedindeki sözlerinde, lafza-i celâli zikretmeleri, sözlerini  قَدْ  ve zaid harfle tekid etmeleri pişmanlıklarını göstermektedir.

مِنْ شَيْءٍ ‘deki  مِنْ  harfi zaiddir.

Mef’ûl olan  شَيْءٍۚ ‘deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder.

قَالُوا - قُلْنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cehennem ehlinin bu sözleri, meleklerin sorusuna cevap değil, sadece suçlarını itiraf etmelerinden ibarettir. Çünkü melekler onların neden ateşe atılacaklarını bilirler. Bu nedenle istifham üslubu muktezâ-i hale uygun olarak azarlama manasına delalet etmektedir. Ancak ayette cehennem ehlinin dilinden anlatılan haber cümleleri, muktezâ-i zâhirin dışına çıkılarak tekidli getirilmiştir. Sanki muhatap verilen haberin doğruluğundan şüphe duyuyor ya da inkâr ediyormuş gibi  اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ  sorusuna  بلى  demek yeterli iken, قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ  cümlesiyle cevap pekiştirilmiş, ayrıca  قَدْ  harfiyle ifadenin daha da pekişmesi sağlanmıştır. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

Ayetteki gelmek eyleminin farklı fiillerle kullanılması da dikkat çekmektedir. Fâzıl Sâlih es-Sâmirrâî  أتى  ve  جاء  fiilleri arasındaki farkı, konuyla ilgili birçok ayeti tahlîl ettikten sonra şöyle açıklamaktadır: Bu ayetlerdeki kullanımlardan anlaşılmaktadır ki  جاء  fiili daha zor, ağır ve meşakkatli durumlarda kullanılırken,  أتى  fiili daha kolay, sade ve rahat durumlarda kullanılmıştır. İki fiil arasındaki anlam farkı açısından değerlendirildiğinde ise cehennemliklerin ne kadar zor ve sıkıntılı bir durumda olduklarını göstermek amacıyla da zikir üslûbunun tercih edilmiş olması muhtemeldir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)


 اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiş ve cümle olumlu mana kazanmıştır. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Buradaki kasr, kasr-ı izâfî’nin kalb türüne girmekte olup mevsûfun sıfata tahsisiyle yapılmıştır. Fahreddîn er-Râzî, ayeti  اَنَّ اَلْكُفَّارَ لِمَا قَالُوا ذَلِكَ اَلْكَلاَمُ قَالَتْ اَلْخَزَنَةُ لَهُمْ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ  (Kâfirler bu sözü  söylediklerinde cehennem bekçileri de onlara “Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz.) dedi. şeklinde takdir ederek, bu sözün cehennemde görevli meleklerin sözü olduğuna dikkat çekmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Sûresi’nin Edebî Tahlîli Ve Türkçe Kur’ân Meâline Yansıması, Âşûr)

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَف۪ي ضَلَالٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde tebe-i istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle durumun şiddeti, dalaletin kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.

ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  كَب۪يرٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

ضَلَالٍ  ve  فَكَذَّبْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mülk Sûresi 10. Ayet

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ...


Yine şöyle derler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 لَوْ eğer
3 كُنَّا biz ك و ن
4 نَسْمَعُ söz dinleseydik س م ع
5 أَوْ yahut
6 نَعْقِلُ düşünseydik ع ق ل
7 مَا
8 كُنَّا bulunmazdık ك و ن
9 فِي arasında
10 أَصْحَابِ halkı ص ح ب
11 السَّعِيرِ çılgın ateşin س ع ر

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ ‘dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir.İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَّا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

نَسْمَعُ  cümlesi  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.  نَسْمَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

نَعْقِلُ  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  karinesi olmadan gelen  مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  cümlesi şartın cevabıdır.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَّا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.  ف۪ٓي اَصْحَابِ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. السَّع۪يرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ , şart üslubunda gelmiştir.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ , şarttır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَسْمَعُ  cümlesi  كُنَّا ‘nin haberidir. Aynı üslupta gelen  نَعْقِلُ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle  كَان ‘nin haberine atfedilmiştir.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ , menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ٓي اَصْحَابِ  car mecruru, كَان ‘ nin mahzuf haberine mütealliktir.

مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

كُنَّا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَوْ - لَوْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Veciz ifade kastına matuf  اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  izafeti,  اَصْحَابِ ‘yi tahkir içindir. 

اَصْحَابِ السَّع۪يرِ (Ateş ashabı) ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.

ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اَصْحَابِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dostlar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Ayet-i kerîmede  نسمع  fiili  نعقل  fiili üzerine takdim etmiştir. Çünkü akletmek, küllî konumda iken işitmek cüzî konumdadır. Ayrıca tabiî sıralama dikkate alınmıştır. Zira uyarıcının davetini işitmek, uyarılanların karşılaştıkları ilk aşamadır, daha sonra işittikleri hakkında tedebbür ederek akıllarını çalıştırırlar. 

Bu ayetteki fiillerin sıralanışına ilişkin Elmalılı tefsirinde, kulak ve aklın insana dünya ve ahireti, geçmiş ve geleceği tanıtacak en faydalı iki rehber olduğuna, diğer duyuların ise yalnızca şimdiki zamanı tanıttığına, lisan ve aklın ise her ilme baktığına ve bu nedenle kulağın akıldan önce geldiğine dikkat çekmiştir.

Siyâk ve sibâk karinesinden anlaşıldığı üzere önceki ayetlerde cehennem sahneleri sergilendikten sonra kâfirler acı verici bu kötü akıbetlerini görünce hayıflanıyorlar ve cehennem ateşinden kurtulmak için dillerinden “Keşke dünya hayatında peygamberlerin sözünü dinleseydik ve akıllarımızı kullansaydık.” şeklindeki sözler, şiddetli bir nedamet haliyle dökülüyor. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

"Allah bir şey indirmedi." deyip durmanın üç sebebi vardır. Birincisi, kulaktan istifade etmemek, ikincisi akıldan faydalanmamak, üçüncüsü de kötü bir çevrede bulunmaktır. Üçüncüsü bir taraftan başlangıç bir taraftan da netice demektir. Kulak ve akıl insana dünya ve ahireti, geçmiş ve gelecek zamanı tanıttıracak en faydalı iki rehberdir. Diğer duyular da yalnız şimdiki zamanı tanıtırlar. Lisan ve akıl ise her ilme bakmaktadır. Bu yüzden kulak akıldan önce gerektir. Kulağı ve aklı olanlar anlayıp dinleyerek kötü bir çevreden çıkar gider, iyilere katılabilirler. İman ve hidayet için bunların birisi bile duruma göre yeterli olabilir. Şu halde küfür ve nankörlüğün sebebi, kulak ve akla gerektiği şekilde önem vermemekte toplanır. (Elmalılı, Âşûr)

 
Mülk Sûresi 11. Ayet

فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقاً لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ...


İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاعْتَرَفُوا itiraf ettiler ع ر ف
2 بِذَنْبِهِمْ günahlarını ذ ن ب
3 فَسُحْقًا uzak olsun س ح ق
4 لِأَصْحَابِ halkı ص ح ب
5 السَّعِيرِ çılgın ateş س ع ر

فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ 


Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اعْتَرَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِذَنْبِهِمْ  car mecruru  اعْتَرَفُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 فَسُحْقاً لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ


Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  سُحْقاً  mahzuf fiilin mef'ûlu mutlakıdır. Takdiri, ألزمهم الله سحقا (Allah onlara ezilmeyi iha olmayı farz kıldı)  şeklindedir.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لِاَصْحَابِ  car mecruru  سُحْقاً ‘ e mütealliktir. السَّع۪يرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اعْتَرَفُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  عرف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ 


فَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette geçen  ذَنْبِ (günah) kelimesi, lügatte “cezayı gerektiren eylem, Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı büyük ya da küçük, derecesi ne olursa olsun her türlü davranış” anlamına gelir. En büyük günah ise Allah’a şirk koşmak ve O’nu inkâr etmektir, yani küfürdür. Bağlamdan da anlaşılacağı üzere buradaki  ذَنْبِ (günah) kelimesiyle, müşriklerin kendilerine gönderilen uyarıcıyı yalanlamaları, yani Allah’a ve hesap gününe inanmamaları kastedilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)

الاعتراف , bir suçu bildiğini ikrardır.  الذنب  da, Allah'ı inkâr etmeleri, Allah'ın ayetlerini ve peygamberlerini yalanlamalarıdır. (Rûhu’l Beyân)


 فَسُحْقاً لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ


فَ , istînâfiyyedir. Cümlede masdar veznindeki  سُحْقاً , mahzuf fiil için mef'ûlu mutlak olarak mansubdur. Fiilin hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  ألزمهم الله  (Allah onlara farz kıldı) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümle haber üslubunda gelmesine rağmen beddua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

السحق  kelimesi, uzak olma anlamındadır. Bu kelime, tıpkı  العنق (boyun) ve  والطنب  (çadır ipi) denilmesi gibi kullanılır. Zeccac şöyle der: "Bu kelime, ayette, mef'ûlu mutlak olarak mansub kılınmıştır ki mana, "Allah onları rahmetinden uzaklaştırsın..." şeklinde olmak üzere, kelamın takdiri  أسحقهم اللّه سحقا  şeklindedir." (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

فَسُحْقاً ‘a müteallik olan car mecrur لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ (Ateş ashabı) ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır. 

Veciz ifade kastına matuf لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ  izafeti  اَصْحَابِ ‘yi tahkir içindir. 

اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.

ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اَصْحَابِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dostlar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Mülk Sûresi 12. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ  ...


Görmedikleri hâlde Rablerinden korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 يَخْشَوْنَ saygılı olan(lar) خ ش ي
4 رَبَّهُمْ Rablerine ر ب ب
5 بِالْغَيْبِ görmedikleri halde غ ي ب
6 لَهُمْ onlar için vardır
7 مَغْفِرَةٌ bağış(lama) غ ف ر
8 وَأَجْرٌ ve mükafat ا ج ر
9 كَبِيرٌ büyük ك ب ر
Riyazus Salihin, 377 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi  insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı,
Rabbına kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
Kalbi mescidlere bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”
(Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَخْشَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالْغَيْبِ  car mecruru,  يَخْشَوْنَ  fiiline mütealliktir.   

لَهُمْ مَغْفِرَةٌ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi  olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

مَغْفِرَةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. اَجْرٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مَغْفِرَةٌ ’e matuftur. كَب۪يرٌ  kelimesi ise اَجْرٌ ’un sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ

 

Beyanî istînâf olan cümle, itirâziyyedir. (Âşûr)

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek yanında arkadan gelen habere dikkat çekmek ve bahse konu olanları tazim içindir.

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ    cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبَّهُمْ  izafetinde Rabb isminin haşyet duyanlara ait zamire muzâf olmasıyla onlar şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

بِالْغَيْبِ  car mecruru  يَخْشَوْنَ  fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَغْفِرَةٌ , muahhar mübtedadır. Mübtedanın ve ona matuf olan  اَجْرٌ ’un nekre gelişi nev, kesret ve tazim ifade eder. 

Muahhar mübtedaya matuf olan  اَجْرٌ ’un atıf sebebi tezâyüftür.

اَجْرٌ  için sıfat olan  كَب۪يرٌ۟ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

كَب۪يرٌ  sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَجْرٌ  ve  مَغْفِرَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

6. ayetteki  لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ  (Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır.) ve  اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ (Görmeden Rablerinden korkanlara gelince, onlar için bağışlanma vardır.) ayeti arasında mukabele sanatı vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)

Bu ayet, mümin kimsenin bütün günahlardan korunan kimse olduğuna işaret eden bir ifadedir. Çünkü, hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde, Allah'a asi olmaktan korunan kimse, insanların, kendisini görebilecekleri yerde, şüphesiz ki günahlardan haydi haydi korunur! Alimlerimiz, fasıklarla ilgili ilâhi azabın sonlu olduğuna dair bu ayetle istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Ayet, böylesi bir haşyeti ve korkuyu duyan kimseler için büyük bir mükâfatın olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Günün Mesajı
Ölüm, hayata son verme veya bir canlıdan hayatı sıyırıp alma demek değildir. Ölüm de hayat gibi yaratılmış olup, bir varlığı vardır. Allah canlı bir varlıkta ölümü yaratır ve o varlık ölür. Allah'ın yaratması her halükârda güzel olduğu için, ölüm de özü itibariyle güzeldir.
İnsan, sonsuza yönelik fıtri bir duygu taşır; bu sebeple dünyada kendisini hem zaman, hem mekân, hem de şartlar itibariyle zindanda hisseder. Kim vicdanını dinlese, onun “ebediyet, ebediyet” dediğini duyacaktır. Eğer ona bütün bir kâinat mülk olarak verilse bile, ınadem ki sonludur, dolayısıyla o yine sonsuzluk isteyecektir. İnsandaki bu duygu, bu arzu bir gerçeğe işaret eder ki, o da, ebedi bir hayatın varlığıdır. İşte ölüm, bu ebedi hayata açılan kapıdır.
Dünyada iken iman edip, salih amellerde bulunanlara kabirde, kendileri için hazırlanan Cennet'ten pencereler açılır. Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, ağır sekerat çekseler bile, salih insanların ruhlarının nihayette bir testiden suyun dökülmesi gibi kolay alındığını ifade buyururlar. Bunun da ötesinde, şehitler öldüklerini bilmeyip, daha iyi bir âleme ve daha iyi bir hayata alındıklarına inanırlar.
Ölüm, zahiren bir çözülme, çürüyüp toprağa karışma, hayatın sönmesi, lezzetlerin bitmesi gibi görünse de, aslında ağır hayat sorumluluklarından kurtulup, ücret almaya bir geçiş koridorudur, Bir yer değiştirme, ebedi hayata bir davetiyedir, Dar ve sıkıcı dünyadan olabildiğince geniş bir dülyaya geçmedir. Hayatın bilhassa yaşlılık sebebiyle gittikçe çekilmez hale“ gelen dert ve ızdıraplarından kurtulup, Ebedi Sevgili'nin rahmet dairesine alınmadır. Önceden göçüp gitmiş ahbaba, yakınlara, ecdada kavuşmadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Namazdayken ya da Kur’an-ı Kerim okurken vefat edenleri işittiğinde, farklı bir merhamet duygusu hissediyordu. Hayatın evrelerinde istediği hayrı ve yardımı, ölümün evreleri ve ahiret hayatı için de istemesi gerektiğini biliyordu. 

Hocasının: “Duayı dilinizle ettiğiniz gibi, hareketlerinizle de etmelisiniz.” dediğini hatırlıyordu. “Son amellerinin daha da güzelleşmesi ve son nefesini verirken, kalbinin ve bedeninin Allah’a taat halinde olmasını sözlü istemek: hem Allah’tan bir temenni, hem de alınan bir niyettir yani o niyete ulaşmak umuduyla doğru hazırlıkları yapmak için yine Allah’tan yardım çağrısıdır. Ancak Allah için yaşayan kulun kalbi hayırlı dualarla dolar ve ölüme hakiki manada hazırlanır. Onun zikri de, fikri de Allah’tır. Böylece; ölüm dahil her anında O’nu anar ve O’nun rızasını umar.”

Ey gökleri ve yıldızları yaratan Allahım! Bizi yaratılmışlardan ibret alanlardan ve hakikati hatırlatan sebeplerle kulak verenlerden eyle. Cehennem azabını hissetmekten, ateşini görmekten ve uğultusunu işitmekten; Sana sığınırız. Bizi Sana itaatsizlikten sakınanlardan ve şeksiz şüphesiz Sana iman edenlerden eyle. 

Ey ölümü ve hayatı yaratan Azîz ve Ğafûr olan Allahım! Ölümümüzü ve hayatımızı; bize hayırlı ve mubarek kıl. Her anımızda; Seni ananlardan ve Sana sığınanlardan eyle. Kulluğumuzun denendiği bu geçici alemden, mükafatların verileceği kalıcı aleme olan geçişimizi kudretin ile bereketlendir, rahmetin ile kolaylaştır ve bizi Senin rızana kavuştur.

Amin.

***

İnsanın yaptığı her şeyde ve kendi tabiatında illa ki küçük ya da büyük kusurlar vardır. Başka bir ifade ile hiçbir işi ve hiç kimse mükemmel değildir. Bu gerçeğe rağmen insan hakikati unutmaya ve kibirle dolmaya meyillidir. 

Kusursuzmuş gibi davrandığı için devamlı hakikate davet edilir. Hep yaşayacakmış gibi seçimler yaptığı için ölüm hatırlatılır. Hiçbir şekilde kıyas kabul etmeyen ve her manada eksiksiz yüce olan Allah’tır.

Allahu Ekber!

Her şeyi bildiğini zanneden ama yolu şaşırmaya hazır kişi, Allah’ın indirdiği kitaptaki ve yarattığı alemdeki ayetleri okumaya çağrılır. Detaylarla süslenmiş yerin ve göklerin arasında ne kadar aciz olduğunu idrak etmesi istenir.

Allah’ın ipine sımsıkı sarılan ve O’nun yolunda itaat ve teslimiyet ile yürüyen; baktığında görmeyi, işittiğinde dinlemeyi ve bildiğinde anlamayı öğrenir. Zira aynı gökyüzünün altında, ibret alanlarla almayanlar bir arada yaşar. 

Ey Allahım! Bizi, Sana teslimiyet ile aklını kullanan kullarından eyle. Baktığında görenlerden, işittiğinde dinleyenlerden, bildiğinde anlayanlardan, okuduğunda düşünenlerden ve öğrendiğinde yaşayanlardan eyle. 

Ey Allahım! Kibirlenmekten ve kibirli insanlardan Sana sığınırız. Kalplerimizi her türlü hastalıktan ve kötülükten arındır. İmanın ve muhabbetin ile doldur. Cehennemden ve Senin azabından Sana sığınırız. 

Ey Allahım! Bizi huzuruna rızan ile al ve Sana yakın olmak ile ve cennet dostların ile ve cennet nimetlerin ile bizi ebediyen sevindir.  

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji