بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | تُوبُوا | tevbe edin |
|
5 | إِلَى |
|
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | تَوْبَةً | tevbe ile |
|
8 | نَصُوحًا | yürekten |
|
9 | عَسَىٰ | umulur ki |
|
10 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يُكَفِّرَ | örter |
|
13 | عَنْكُمْ | sizden |
|
14 | سَيِّئَاتِكُمْ | kötülüklerinizi |
|
15 | وَيُدْخِلَكُمْ | sizi sokar |
|
16 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
17 | تَجْرِي | akan |
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
20 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
21 | يَوْمَ | günde |
|
22 | لَا |
|
|
23 | يُخْزِي | utandırmayacağı |
|
24 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
25 | النَّبِيَّ | peygamberi |
|
26 | وَالَّذِينَ | ve olanları |
|
27 | امَنُوا | inanmış |
|
28 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
29 | نُورُهُمْ | onların nuru |
|
30 | يَسْعَىٰ | koşar |
|
31 | بَيْنَ | önleriden |
|
32 | أَيْدِيهِمْ | önleriden |
|
33 | وَبِأَيْمَانِهِمْ | ve sağ yanlarından |
|
34 | يَقُولُونَ | derler ki |
|
35 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
36 | أَتْمِمْ | tamamla |
|
37 | لَنَا | bize |
|
38 | نُورَنَا | nurumuzu |
|
39 | وَاغْفِرْ | ve bağışla |
|
40 | لَنَا | bizi |
|
41 | إِنَّكَ | doğrusu senin |
|
42 | عَلَىٰ | üzerine |
|
43 | كُلِّ | her |
|
44 | شَيْءٍ | şey |
|
45 | قَدِيرٌ | gücün yeter |
|
Bu âyette yapılması istenen tövbenin nasıllığıyla ilgili olarak kullanılan nasûh kelimesi, “hâlis, katışıksız” mânası taşıdığı gibi “düzeltici, onarıcı” anlamına da gelir; nush kelimesi de bu mânalarla bağlantılı olarak “öğüt vermek, nasihat etmek” demektir. Âyetteki ifade, tövbenin tam mânasıyla pişman olma ve bir daha pişman olduğu o işe dönmeme azmini içermesi gerektiğini göstermektedir (Zemahşerî, IV, 117). Kelimenin bu sözlük anlamları ve tövbede aranan şartlar dikkate alınarak meâlde bu kelime “içtenlikle ve kararlılık içinde” şeklinde çevrilmiştir. Böyle bir içtenlik ve kararlılıkla yapılan tövbeye de İslâmî kaynaklarda tevbe-i nasûh denilmiştir (tövbe hakkında bk. Nisâ 4/17-18; Tevbe 9/117; Furkan 25/70-71; buradaki nûr kelimesi ve “sağ yanlarından” ifadesinin açıklaması için bk. Hadîd 57/12; 9. âyetin açıklaması için bk. Tevbe 9/73).
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup, mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاً ‘dır.
تُوبُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru تُوبُٓوا fiiline mütealliktir. تَوْبَةً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَصُوحاً kelimesi تَوْبَةً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَصُوحاً sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ
عَسَى terecci harfi, elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
رَبُّكُمْ izafeti عَسَى ‘nın ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel عَسَى ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
يُكَفِّرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْكُمْ car mecruru يُكَفِّرَ fiiline mütealliktir. سَيِّـَٔاتِكُمْ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يُدْخِلَكُمْ atıf harfi وَ ‘la يُكَفِّرَ ‘ye matuftur. يُدْخِلَكُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. تَجْر۪ي fiili جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِ car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, من تحت أشجارها (Ağaçlarının altından) şeklindedir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُۙ fail olup lafzen merfûdur.
يُكَفِّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يُدْخِلَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ
يَوْمَ zaman zarfı يُدْخِلَكُمْ fiiline mütealliktir. لَا يُخْزِي fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ , hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُخْزِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
النَّبِيَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı اٰمَنُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُخْزِي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خزي ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ
İsim cümlesidir. نُورُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَسْعٰى fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْعٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَيْنَ mekan zarfı يَسْعٰى fiiline mütealliktir. اَيْد۪يهِمْ muzâfun ileyh olup ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاَيْمَانِ car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup يَسْعٰى fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ
Cümle, اَيْد۪يهِ ‘deki zamirden hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَتْمِمْ dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لَنَا car mecruru اَتْمِمْ fiiline mütealliktir. نُورَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اغْفِرْ لَنَا atıf harfi وَ ‘la اَتْمِمْ لَنَا ‘ya matuftur.
اَتْمِمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi تمم ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.
Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Nidanın cevap cümlesi olan تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. Mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru تُوبُٓوا fiiline mütealliktir. تَوْبَةً mef’ûlu mutlaktır. نَصُوحاً kelimesi تَوْبَةً için sıfattır. Sıfatın müzekker gelişi tövbeye değil, tövbe eden kişiye ait oluşu dolayısıyladır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
["Ey iman edenler, Allah'a samimi bir tevbe ile tevbe edin”] samimiyetin son mertebesine ulaşmış bir tövbeyle. Bu da (nasuh) tövbe edenin sıfatıdır; çünkü tövbe etmekle kendi nefsine nasihat eder. Onun sıfat olması mübalağa için mecazîdir ya da (nasuh) nasahat'in sonuna varmış demektir ki, o da dikiş dikmektir. Sanki o tövbe günahın yırttığını dikiyor. (Beyzâvî)
تَوْبَةً - تُوبُٓوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَوْبَةً ‘in sıfatı نَصُوحاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Tövbe, نَصُوحاً olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Tövbe, samimi içten davranan bir canlıya benzetilmiştir. Samimi ve içten olan tövbe değil, tövbe eden kişidir. Burada sebep zikredilmiş, sonuç kastedilmiştir. Çünkü tövbe, samimiyet ve içtenliğin sonucudur.
Keşşâf’da ise şöyle denilmiştir: Buradaki تَوْبَةً kelimesi, bir isnad-i mecazî olarak, "nasihat edici" (نَصُوحاً ) diye tavsif edilmiştir ki bu da, insanların, işlemiş oldukları o kötülüklerden alabildiğine pişman olmaları ve bir daha aynı şeyleri yapmamak kaydıyla ettikleri tövbedir. Nasûh ifadesinin,"elbisenin dikişi" manasındaki, نصاحت السوب ifadesinden olduğu da söylenmiştir. [Olur ki Rabbiniz…] ifadesi, Allah'ın kullarını ümitvar ettiği bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Terecci manalı nakıs fiil عَسَى ’nın dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
عَسٰى fiili, كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. رَبُّكُمْ izafeti عَسٰى ’nın ismidir.
رَبُّكُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
عَسٰى fiili Allah Teâlâya isnad edildiğinde gereklilik ifade eder, kulların kelamında ise ümit ve arzu ifade eder, Allah’a nispeti kesinlik, kullara nisbeti şek ve zanna dayanan nisbettir. (Celâleddin es-Suyûtî, c. 1, s. 53)
Umut fiili عَسٰى ‘yı kullanması, meliklerin adeti üzeredir (onlar bu kalıpla konuşurlar) ve şunu belirtmek içindir ki, tövbe Allah’ın lütfudur, onu kabul etme mecburiyeti yoktur ve kul, korku ile ümit arasında olmalıdır. (Beyzâvî)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki … اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ cümlesi, masdar teviliyle عَسٰى ’nın haberi konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا cümlesi جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.
جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.
Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
يَوْمَ zaman zarfı يُدْخِلَكُمْ fiiline mütealliktir. يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrur olan لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesinde tecrîd sanatıdır.
Zamir makamında zahir isim olarak Allah lafzının tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ , mef’ûl konumundaki النَّبِيَّ ’ye matuftur. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا مَعَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu kelâm, Allah'ın o gün kâfirleri ve fâsıkları rüsva edeceğine işaret etmekte ve müminleri bundan korumakta ve övmektedir. (Ebüssuûd)
الَّذ۪ينَ - اٰمَنُوا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki, ‘’Ey iman edenler’’ ifadesi, daha önce geçen, ‘’Ey kâfirler’’ ifadesiyle nasıl bir münasebet arz eder? Deriz ki: Allah Teâlâ, müminlerin bugün tövbe etmek suretiyle, o günkü azabı savuşturabileceklerine dikkatlerini çekmiştir. Çünkü o gün yapılacak tövbenin bir değeri yoktur. Burada şöyle bir incelik yatmaktadır: Cenab-ı Hak bu ifadeyle, geçen şeyler hususunda yapılan terhibden (korkutmadan) sonra, azabı savuşturmaya dikkat çekmenin, onların hallerini ve haklarındaki in'am ve ikramları zikretmek suretiyle, bir tergibi (teşviki) ifade etmiş olmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ ‘den hal olması da caizdir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نُورُهُمْ mübteda, يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ cümlesi haberdir. Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi muzafun ileyhin tazimini ifade eder.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ cümlesi اَيْد۪يهِمْ ’deki zamirden haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَاغْفِرْ لَنَا cümlesi atıf harfi وَ ‘la اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nidanın cevabı ve ona matuf olan cümle emir üslubunda gelmesine karşın, emir anlamından çıkarak dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
يَسْعٰى - عَسٰى kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نُورَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَسْعٰى fiili, نُورُهُمْ ’a isnad edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan çabalama fiili nura nispet edilerek bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Müminlerin duasının devamıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber üslubunda olmasına rağmen cümle muktezayı zahirin hilafına olarak, dua ve sena manasında geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan قَد۪يرٌ ‘e takdim edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
اِنَّ ’nin haberi olan قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
شَيْءٍ ‘deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri önceki cümleyi veya mazmununu tekid için gelen ıtnâb sanatıdır.
Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189)
اِنَّ ile tekid edilmiş müstenef cümlede harikulade bir îcâz vardır. Çünkü [Her şeye kādirdir] ibaresinin kapsamına girmeyen bir şey yoktur. Bu ibarenin manaları sonsuzdur. Ayrıca ayet onun ölüleri diriltmeye kādir olduğu manasından, her şeye kādir olduğu şeklindeki mübalağa sıygasına geçmiştir. Mananın genişliği, عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ [Her şeye kādirdir] ifadesindeki car mecrurun takdimi sebebiyledir. Asıl yeri قَد۪يرٌ şeklindeki haberden sonradır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.363-364)
Duanın gerekçesine işaret eden tezyîl hükmündeki bu sözler, onun, isteklerine icabet edeceğini umduklarından kinayedir. (Âşûr)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | Ey O! |
|
2 | النَّبِيُّ | Peygamber |
|
3 | جَاهِدِ | cihad et |
|
4 | الْكُفَّارَ | kafirlerle |
|
5 | وَالْمُنَافِقِينَ | ve münafıklarla |
|
6 | وَاغْلُظْ | ve katı davran |
|
7 | عَلَيْهِمْ | onlara karşı |
|
8 | وَمَأْوَاهُمْ | onların varacağı yer |
|
9 | جَهَنَّمُ | cehennemdir |
|
10 | وَبِئْسَ | ne kötü |
|
11 | الْمَصِيرُ | varılacak yerdir |
|
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّبِيُّ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup, lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهِدِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْكُفَّارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Nidanın cevabıdır.
الْمُنَافِق۪ينَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır. اغْلُظْ atıf harfi وَ ‘la جَاهِد ‘e matuftur.
اغْلُظْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru اغْلُظْ fiiline mütealliktir.
جَاهِدِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (işteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُنَافِق۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la mukadder ta’lil cümlesine matuftur. Takdiri, سنحاسبهم ومأواهم جهنّم (Onları hesaba çekeceğiz ve varacakları yer cehennemdir.) şeklindedir.
مَأْوٰيهُمْ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haber olup lafzen merfûdur.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. بِئْسَ zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ fail olup lafzen merfûdur. Mahsusu mahzuftur. Takdiri, جهنّم ‘dir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi 2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi 4. Failinin ism-i mevsul olarak gelmesi. Burada بِئْسَ fiilinin faili ال ‘lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olarak gelen جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Ayetteki cihad kelimesi hem hakiki manada hem mecazi manada kullanılmış olabilir. Kılıçla hakiki, delil getirmekle mecazi savaş olur. Nifakları dolayısıyla münafıklara da tariz vardır. (Âşûr)
مُنَافِق۪ينَ - الْكُفَّارَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
اغْلُظْ kelimesinde istiare vardır. Aslında bir şeydeki sertliği ifade eden kelime, şiddetli davranmak anlamında müstear olmuştur.
Allahu Teâlâ, bu surenin başında, ‘’Ey peygamber niçin ... haram kılıyorsun?’’ buyurmuş; daha sonra da yine ‘’Ey peygamber kafirlerle ve münafıklarla savaş’’ buyurmuş; mesela, Ey Âdem, Ey Musa, Ey İsa dediği gibi, Hazret-i Peygamber (sav)'e ismi ile değil, vasfı ile, yani peygamberlik vasfı ile hitap etmiştir (niçin)? Deriz ki: Hazret-i Peygamber (sav)'e, diğer peygamberlerden üstün olduğunu göstermek için, ismiyle değil vasfıyla hitap etmiştir. Bu, açık bir manadır. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la takdiri سنحاسبهم (Onlardan hesap soracağız.) olan mukadder ta’lil cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَأْوٰيهُمْ mübteda, جَهَنَّمُ haberdir. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, tahkir içindir.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ ifadesinde istiare vardır. مَأْوٰي , aslında sığınılacak yer, barınak, ev demektir. Burada Cehennemin, insanın huzur bulmak, rahatlamak için gittiği bir yere benzetilmesi, cehennemin korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir.
Ayetteki, Onların barınacakları yer cehennemdir... ifadesi, onların varacakları yerin, mutlak manada kötü bir yer olduğuna delalet eder. Çünkü bu mutlak ifade, bu azabın devamlı olduğuna delalet eder. Mutlak olmayan ifadeler ise, böyle bir devamlılığa delalet etmezler. Zira Cenab-ı Hakk haklarında mutlak ifade olmayanları günahlarından arındırmış olabilir. (Dolayısıyla bunların azabı devamlı olmaz) (Fahreddin er-Râzî)
جَهَنَّمُۜ - جَاهِدِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem anlamı taşıyan camid fiil بِئْس ’nin mahsusu mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri جهنّم ’dir. Bu hazifle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilerek cehennemin korkunçluğunu kayıtlamadan, serbestçe tahayyül etmesi sağlanmıştır. Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
مَص۪يرُ - مَأْوٰي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ضَرَبَ | anlattı |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | مَثَلًا | misal ile |
|
4 | لِلَّذِينَ | kimseler için |
|
5 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
6 | امْرَأَتَ | karısını |
|
7 | نُوحٍ | Nuh’un |
|
8 | وَامْرَأَتَ | ve karısını |
|
9 | لُوطٍ | Lut’un |
|
10 | كَانَتَا | bu ikisi idiler |
|
11 | تَحْتَ | (nikahı) altında |
|
12 | عَبْدَيْنِ | iki kulun |
|
13 | مِنْ | -dan |
|
14 | عِبَادِنَا | kullarımız- |
|
15 | صَالِحَيْنِ | salih |
|
16 | فَخَانَتَاهُمَا | fakat ihanet ettiler |
|
17 | فَلَمْ |
|
|
18 | يُغْنِيَا | (kocaları) savamadı |
|
19 | عَنْهُمَا | onlardan |
|
20 | مِنَ | -tan |
|
21 | اللَّهِ | Allah- |
|
22 | شَيْئًا | (hiçbir) şeyi |
|
23 | وَقِيلَ | ve denildi |
|
24 | ادْخُلَا | haydi girin |
|
25 | النَّارَ | ateşe |
|
26 | مَعَ | beraber |
|
27 | الدَّاخِلِينَ | girenlerle |
|
Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber’in kendisine yasak koyması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah tarafından kendisine verilen bir sırrı koruyamamış olması bulunuyordu. Bu âyetlerde yüce Allah, peygamber eşi oldukları halde bunun bilincinde olamadıkları, üstelik onların inançlarına, davalarına hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zalim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Allah’a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorlukları göğüsleyip ithamlara yine afif (iffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışını karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber’in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 10. âyette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nûh’un karısıyla Hz. Lût’un karısı eşlerine hıyanet ettiklerinden, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koruma sağlayamayacaklardır. Bu iki kadın ve yaptıkları hakkında Kur’an’da fazla bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerdeki bilgilerin özeti şudur: Nûh’un karısı onunla alay eden inkârcılar gibi davranıp kocasına deli diyor, onu hafife alıyor ve öğrendiği vahyedilen gizli bilgileri müşriklere sızdırıyordu. Lût’un karısı da gizlice eve gelen misafirleri ve kocasından duyduğu bilgileri inkârcı toplumuna haber veriyordu. Yaptıkları bu çirkin işler âyette kısaca “onlara ihanet ettiler” şeklinde ifade edilmiştir. Buna karşılık Firavun gibi inkârcılıkta direnen ve zulmüyle şöhret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, dünya âlâyişi uğruna Firavun’un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş, hep ebedî mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hadislerde ve tefsir kitaplarında bu hanımın ismi Âsiye olarak geçer. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğine inanan, bu uğurda işkencelere mâruz kalan Âsiye hakkında hadislerde yer alan övgü ifadeleri sebebiyle birçok İslâm âlimi onun peygamber olduğunu bile ileri sürmüştür. Erkek olmayı peygamberliğin şartlarından sayan Mâtürîdî mezhebi âlimleri ise bu görüşe katılmamıştır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Âsiye”, DİA, III, 487). Yine İmrân kızı Meryem kendisini Allah’a kulluk etmeye öylesine vermiş, iffetini öylesine korumuştu ki yüce Allah onu babasız dünyaya getirmeyi murat ettiği Hz. Îsâ’ya anne yaptı; o izahı yapılamayacak bu durumdan ötürü çevresinden gördüğü ağır hakaret ve baskılar karşısında inancından ve iffetine olan güveninden hiçbir şey kaybetmedi (Meryem hakkında geniş bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/35-38, 42 vd.; Meryem 19/34-36). “Ona ruhumuzdan üfledik” ifadesindeki “ona” zamiri “onun rahmine, rahmindekine yani Hz. Îsâ’ya” mânalarıyla açıklanmıştır; bu âyette de Enbiyâ sûresinin 91. âyetinde olduğu gibi zamirin müennes (dişil) olduğu bir kıraat vardır (Râzî, XXX, 50).
Bu âyetlerde dolaylı olarak şu noktalara da dikkat çekildiği söylenebilir: Sorumlulukta şahsîlik ilkesi esas olmakla beraber, belirli konumlarda bulunanların bazan daha özel bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleri gerekir; buna karşılık bu konumun hakkını vermelerinin ecri de daha büyük olur. Nitekim Hz. Peygamber’in eşleriyle ilgili âyetlerde bu husus açık biçimde ifade edilmiştir (bk. Ahzâb 33/30-34). Yine, zor şartlar altında iman, iffet ve kulluk bilincini korumanın ecri normal durumlardakinden fazla olur. Öte yandan, doğru yoldan sapma örneklerinin peygamber ailelerinden seçilmesine yani peygamberin bile şeytana esir olan ve kötülükte direnen eşini kurtaramayacağının belirtilmesine mukabil, övgüyle anılan örneklerden birinin evli diğeri evlenmemiş kadınlardan seçilmesi, kadının kul olarak, insan olarak erkekten farklı görülmemesi gerektiğini hatırlatma açısından özel bir vurgu yapıldığını düşündürmektedir. Bir başka anlatımla burada, kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir varlık olarak görülmesi, kurtuluşa ermesi veya hüsrana uğraması konusunun daima kocasıyla irtibatlı düşünülmemesi gerektiğine bir ima bulunduğunu söylemek mümkündür. 11. âyet, kadın örneği ile insanın, kendi kimlik, kişilik ve değerlerini koruyabilmek için uygun çevreye ihtiyacı bulunduğuna; toplum, aile, kadın ve özellikle koca farklı hayat tarzına sahipse, farklılığa tahammül edemiyor ve baskı yapıyorsa onlardan kurtulmak ve ilişkilerini asgariye indirmek gerektiğine de işaret etmektedir.
Mera'e مرء :
Eril olarak مَرْءٌ ve إمْرُءٌ şeklinde, dişil olarak مَرْأةٌ ve إمرَأةٌ şeklinde kullanılır.
مُرُوءَةٌ kelimesi, yiğitlik ve mertliğin en mükemmeli demektir, tıpkı ٌرَجُولِيَّة kelimesinin adamlığın en mükemmeli anlamında olduğu gibi..
ٌمَرِئ midenin baş tarafı ve boğaza yapışık olan kursak demektir.
Bu kelime de şahsi mefhumlar, kendine güvenme, istikamet gibi kişilik sıfatları mülahaza edilir, dikkat çeker.
Kuran-ı Kerim'de المَرْأةٌ unvanıyla dokuz kadın zikredilmiştir;
1- Hz. İmran'ın hanımı 3/35
2- Aziz'in hanımı 12/51
3- Sebe Melikesi 23/27
4- Firavun'un hanımı 28/10
5- Hz. Nuh'un hanımı 66/10
6- Hz. Lut'un hanımı 29/32
7- Hz. İbrahim'in hanımı 71/11
8- Ebu Leheb'in hanımı 111/4
9- Hz. Zekeriyya'nın hanımı 3/41
إمْرَأةٌ sözcüğünün meallerde herhangi bir tefrikte bulunmaksızın hatun, hanım, eş, kadın diye tercüme edilmesi uygun değildir. Çünkü Kuran ihanet, inanç farklılığı, dulluk, kısırlık gibi unsurların bulunduğu yerlerde zevc sözcüğünü kullanmaz, إمْرَأةٌ ü kullanır. Zevci eşi, imrae'yi ise karısı veya kadını diye Türkçeye çevirmek mümkündür. Ancak bu sözcükler, Kuran mütercimlerinin çoğu tarafından gelişi güzel bir biçimde Türkçeye aktarılmış, mesela imra'e sözcüğüne mukabil gelişi güzel bir biçimde herhangi bir tefrikte bulunmaksızın hatun, hanım, eş, karı, kadın sözcükleri kullanılmıştır. (Müfredat-Tahqiq-Kur'an'da Anlam İncelikleri)
Kuran’ı Kerim’de dört farklı isim formunda 38 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri murûet ve mürüvvettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ
Fiil cümlesidir. ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle ضَرَبَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. امْرَاَتَ muahhar mef’ûl olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. امْرَاَتَ لُوطٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan tesniye elifi كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَحْتَ mekân zarfı كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. عَبْدَيْنِ muzâfun ileyh olup tesniye alameti يْ ‘dir. مِنْ عِبَادِنَا car mecruru عَبْدَيْنِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَالِحَيْنِ kelimesi عَبْدَيْنِ ‘nin sıfatı olup ile ي ile mecrurdur. Tesniye kelimeler harf ile îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. خَانَتَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَمْ يُغْنِيَا atıf harfi فَ ile خَانَتَا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُغْنِيَا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. عَنْهُمَا car mecruru يُغْنِيَا fiiline mütealliktir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru يُغْنِيَا fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, من عذاب الله (Allah’ın azabından) şeklindedir. شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlu mutlaktır. Takdiri, شيئا من الإغناء (Zenginlikte, ihtiyaçsızlıktan biraz) şeklindedir.
يُغْنِيَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.
Mekulü’l-kavli ادْخُلَا ‘dir. ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
ادْخُلَا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. النَّارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَعَ mekân zarfı ادْخُلَا fiiline mütealliktir. الدَّاخِل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الدَّاخِل۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi دخل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
مَثَلاً mef’ûl olarak mansubdur. Kelimedeki nekrelik, muayyen olmayan nev’e işarettir.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte mukaddem ikinci mef’ûl olan مَثَلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا , ihtimam için iki mef’ûle takdim edilmiştir.
وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ izafeti, muahhar ilk mef’ûl امْرَاَتَ نُوحٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia temâsüldür.
امْرَاَتَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Car mecrurun iki mef’ûle takdim edilmesi, inkâr edenleri ikaz sebebiyle ihtimam içindir. (Âşûr)
كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icazı hazif vardır. تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ izafeti, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ car mecruru عَبْدَيْنِ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
عِبَادِنَا için sıfat olan صَالِحَيْنِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Dünya ve ahiret hayırlarını ve saadetlerini elde etmek imkanına sahiptiler. Nûh ve Lût (as) anılmışken, hemen peşinden onları tazim için zamir değil de عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ /iki salih kul" diye açıkça zikredildi. Bu ifade ile, kulluğun ve salâhın şerefi beyan edilmektedir. (Ruhu’l Beyan)
عِبَادِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
عِبَادِنَا - عَبْدَيْنِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَخَانَتَاهُمَا cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً cümlesi atıf harfi فَ ile hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَمْ harfi يُغْنِيَا fiilini cezm ederek manasını menfi maziye çevirmiştir.
عَنْهُمَا ve مِنَ اللّٰهِ car mecrurları يُغْنِيَا fiiline mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecrurunda muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; منْ عذاب الله şeklindedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
شَيْـٔاً ’deki nekrelik tahkir içindir. (Âşûr) Olumsuz siyakta nekre umum ve şümul ifade eder.
وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiilinin mekulü’l-kavli olan ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ق۪يلَ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
النَّارَ kelimesi ادْخُلَا fiilinin mef’ûludur. مَعَ mekan zarfı ادْخُلَا fiiline mütealliktir. İsm-i fail veznindeki الدَّاخِل۪ينَ mekan zarfına muzâfun ileyh olmuştur.
الدَّاخِل۪ينَ - ادْخُلَا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَرُوا - صَالِحَيْنِ ve فَخَانَتَاهُمَا - صَالِحَيْنِ gruplarındaki kelmeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَخَانَتَاهُمَا ve كَفَرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayeti kerimede cem' ma’at-taksim vardır. Küfredenler misal kelimesinde cem, verilen örneklerde taksim vardır.
Bu ayet, günah işleyenlerin aralarında kan bağı veya evlilik akrabalığı olsa bile yolda ve davranışta kendilerine uymadıkları, salih kişilerin kendilerine faydalarının dokunacağı tarzındaki istek ve umutlarını kesmiştir. (Ruhu’l Beyan)
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَضَرَبَ | ve anlattı |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | مَثَلًا | misal ile |
|
4 | لِلَّذِينَ | hakkında |
|
5 | امَنُوا | inananlar |
|
6 | امْرَأَتَ | karısını |
|
7 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn’ın |
|
8 | إِذْ | hani |
|
9 | قَالَتْ | demişti |
|
10 | رَبِّ | Rabbim |
|
11 | ابْنِ | yap |
|
12 | لِي | bana |
|
13 | عِنْدَكَ | katında |
|
14 | بَيْتًا | bir ev |
|
15 | فِي | içinde |
|
16 | الْجَنَّةِ | cennetin |
|
17 | وَنَجِّنِي | ve beni kurtar |
|
18 | مِنْ | -dan |
|
19 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn- |
|
20 | وَعَمَلِهِ | ve onun (kötü) işinden |
|
21 | وَنَجِّنِي | ve beni kurtar |
|
22 | مِنَ | -ndan |
|
23 | الْقَوْمِ | topluluğu- |
|
24 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ
Fiil cümlesidir. ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. مَثَلاً mukaddem mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur.
لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle ضَرَبَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. امْرَاَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فِرْعَوْنَۢ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ
اِذْ zaman zarfı مَثَلاً ‘e müteallik olup mahallen mansubdur. قَالَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قَالَتْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
ابْنِ dua manasında illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Nidanın cevabıdır. ل۪ي car mecruru ابْنِ fiiline mütealliktir.
عِنْدَ mekân zarfı ل۪ي ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الْجَنَّةِ car mecruru بَيْتاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. نَجِّن۪ي illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ فِرْعَوْنَ car mecruru نَجِّن۪ي fiiline mütealliktir.
فِرْعَوْنَ gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. عَمَلِه۪ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَجِّن۪ي atıf harfi وَ ‘la birinci نَجِّن۪ي ‘e matuftur.
مِنَ الْقَوْمِ car mecruru نَجِّن۪ي fiiline mütealliktir. الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
نَجِّن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
مَثَلاً mukaddem mef’ûl olarak mansubdur. Kelimedeki nekrelik, muayyen olmayan nev’e işarettir.
امْرَاَتَ birinci mef’ûldur.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte mukaddem ikinci mef’ûl olan مَثَلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan اٰمَنُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا , ihtimam için ilk mef’ûle takdim edilmiştir.
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [İman ehlinin varacağı yer] - ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا [isyan ehlinin varacağı yer] arasında mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Ayetteki, "Allah ... misal olarak gösterdi" ifadesi, "Allah bunların hallerini, bir temsil ile anlattı" demektir. Çünkü onlar, küfürlerinden ve müminlere olan düşmanlıklarından ötürü, korumasız ve sahipsiz, kendileri gibilerine verilen ceza ile cezalandırıldılar. Kendileriyle o peygamberler arasında bulunan akrabalık, o peygamberlere düşman oldukları; Allah katından getirdikleri şeylerde peygamberleri inkâr edip, bu inkârda ısrar ettikleri için, kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِذْ zaman zarfı ضَرَبَ fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Münada konumundaki رَبِّ izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبِّ izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmesine karşın, cümle emir anlamından çıkarak dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
ل۪ي car mecruru ابْنِ fiiline, عِنْدَكَ şeklindeki mekan zarfı ل۪ي ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
فِي الْجَنَّةِ car mecruru ise بَيْتاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Halin ve sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar ل۪ي ve عِنْدَكَ , ihtimam için mef’ûl olan بَيْتاً ‘e takdim edilmiştir. بَيْتاً ‘deki nekrelik muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder.
عِنْدَكَ izafeti muzâfa tazim içindir.
Firavun’un karısının زوجة yerine امْرَاَتَ şeklinde anılması, eşiyle olan inanç ayrılığı sebebiyledir.
İlgili ayetler incelendiğinde زوجة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:
- Sadakat - Allah’ın dinine inanmada birlik - Üreme imkânı bulunmak - Nikâhlı olmak
امْرَاَتَ kelimesi zevc için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır:
- İhanet (aldatma) - Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık - Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) - Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (Nüsha Dergisi/İsmail Sökmen/Kur’an’da Geçen زوجة ve امْرَاَتَ Kelimeleri Üzerine )
Müfredat: canlı varlıklardan eşleşen erkek ve dişi çiftlerin her birisine zevc dendiği gibi bunlardan ve diğer varlıklardan olan çiftlerin her birisine de zevc denir, mest ve ayakkabı gibi.
Şayet ‘’Senin katında’’ ve ‘’cennette’’ ifadelerinin birlikte kullanılmasının anlamı nedir? dersen şöyle derim: Asiye (önce) Allah’ın rahmetine yakınlığı ve O’nun düşmanlarının işkencesinden uzak olmayı talep etmiş; sonrasında da cennette diyerek bu yakınlığın mekanını açıklamıştı. Yahut Asiye cennetteki derecenin yüksek kılınmasını ve kendi cennetinin Arş’a en yakın cennetlerden olan Me’vâ cennetleri olmasını istemişti de böylece ‘’Senin katında’’ demek suretiyle Arş’a olan yakınlığı ifade etmişti. (Keşşâf)
Kâfirlerle bağlantılı olma hallerini Asiye (rha)'nın haline ve durumuna benzetti. Üstelik o, Allah'ın en azılı düşmanlarından birinin nikâhı altında idi. (Beyzâvî)
وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Firavun’un eşinin duasının devamıdır.
Aynı üslupta gelen وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
Her iki cümle de emir üslubunda gelmesine rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
الْقَوْمِ için sıfat olan الظَّالِم۪ينَ kelimesi, ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
نَجِّن۪ي kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ cümlesine وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ cümlesinin atfı, husustan sonra umumun zikri babında ıtnab sanatıdır.
مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ yani Firavun’un icraatından yahut Firavun’un habis nefsinden ve despot saltanatından; özellikle de inkâr, putlara tapma, zulüm ve suçsuz yere işkence çektirmeden ibaret olan icraatından… demektir. [Kurtar beni bu zalim kavimden!] Bütün bu Kıptîlerden! Bu ifadede; ağır imtihan ve belalar esnasında Allah’a sığınma, O’na can atma ve O’ndan kurtuluş dilemenin, salihlerin adetleri ve nebi ve resullerin düsturları cümlesinden olduğuna dair bir delil vardır. (Keşşâf)
Zalim topluluktan murad, zulümde Firavun’a tâbi olan Kıbtîlerdir. (Ebüssuûd)
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَرْيَمَ | ve Meryem’i |
|
2 | ابْنَتَ | kızı |
|
3 | عِمْرَانَ | İmran’ın |
|
4 | الَّتِي | O |
|
5 | أَحْصَنَتْ | korumuştu |
|
6 | فَرْجَهَا | ırzını |
|
7 | فَنَفَخْنَا | biz de üflemiştik |
|
8 | فِيهِ | ona |
|
9 | مِنْ | -dan |
|
10 | رُوحِنَا | ruhumuz- |
|
11 | وَصَدَّقَتْ | ve doğrulamıştı |
|
12 | بِكَلِمَاتِ | kelimelerini |
|
13 | رَبِّهَا | Rabbinin |
|
14 | وَكُتُبِهِ | ve Kitaplarını |
|
15 | وَكَانَتْ | ve olmuştu |
|
16 | مِنَ | -den |
|
17 | الْقَانِتِينَ | gönülden ita’at edenler- |
|
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki امْرَاَتَ فِرْعَوْنَ ‘ye matuftur. ابْنَتَ bedel veya atf-ı beyan olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عِمْرٰنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl مَرْيَمَ ‘nin sıfatı olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْصَنَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْصَنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir. فَرْجَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَفَخْنَا atıf harfi فَ ile sıla cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَفَخْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru نَفَخْنَا fiiline mütealliktir. مِنْ teb’ıziyyedir. مِنْ رُوحِنَا car mecruru نَفَخْنَا fiiline mütealliktir.
اَحْصَنَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصن ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪
Cümle, atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فحملت بعيسى وصدّقت بكلمات (İsa (as)’ı yüklendi ve kelimeleri tasdik etti.) şeklindedir.
صَدَّقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir. بِكَلِمَاتِ car mecruru صَدَّقَتْ fiiline mütealliktir. رَبِّهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كُتُبِه۪ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَدَّقَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صدق ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la صَدَّقَتْ ‘e matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَانَتْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تْ te’nis alametidir.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هى ’dir.
مِنَ الْقَانِت۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْقَانِت۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi قنت olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا
مَرْيَمَ kelimesi امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ ’ye atıf harfi وَ ile atfedilmiştir. ابْنَتَ عِمْرٰنَ izafeti مَرْيَمَ ‘den bedel veya sıfattır.
مَرْيَمَ için sıfat konumundaki has ismi mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası olan اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا ibaresi, namusunu korumaktan kinayedir.
فَرْجَ aslında gömlekte veya elbisede olan deliktir, iki şey arasındaki yarıktır. Yine hacet giderme manasında kinaye gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا cümlesi atıf harfi فَ ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَنَفَخْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
ف۪يهِ ve مِنْ رُوحِنَا , car mecrurları نَفَخْنَا fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf رُوحِنَا izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رُوحِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
النَّفْخُ ifadesi onun rahmindeki oluşumun başlamasındaki sürat manasında müsteardır. مِنْ harf-i ceri ba’diyet içindir. (Âşûr)
وَضَرَبَ اللّٰهُ ‘dan sonra فَنَفَخْنَا ifadesinde, gaib zamirden azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
نفح الروح ifadesinde istiare vardır. Burada ruh ile kastedilen, havanın üfürmekle akması gibi İsa Mesih’in (as) ruhunun da Meryem’e (as) akıtılmasıdır. Çünkü ruh, bu suretle erkek spermleri olmadan, rahimde katmandan intikal etmeden Meryem de hasıl olur. Ayrıca burada, İsa Mesih’i (as) yaratması, evlenme ve öncesinde cinsel ilişki olmadan gerçekleştiği için, ululanmaya ve yüceltilmeye layık özel ve seçkin meziyeti sebebiyle Allah Teâla ruhu zatına izafe etmiştir. (Belâgatta bir şeyin yüceliğini anlatmak için Allah Teâla’ya izafe edilmesine ta’zim/teşrif/tekrim izafeti denir. Bu sebeple ayette geçen ruhumdan ifadesi yüce ruhtan demektir.) (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Ayetteki اَحْصَنَتْ kelimesi, "zinadan ve fuhşiyattan korudu" demektir. Buna bu manayı verdik. Çünkü Hazret-i Meryem'e, zina iftirası yapılmıştır. Buna göre ayetteki فَرْجَ kelimesi ile, hakiki manası murad edilmiştir. İbn Abbas (ra) şöyle der: "Cebrail (as), onun elbisesinin yakasına üfledi, yani parmaklarıyla yakasını çekti ve oradan üfledi." Elbise ve benzeri şeylerde bulunan her yırtığa (açık yere), فَرْجَ denilir. Buradaki اَحْصَنَتْ fiiline, تكلفت في عفتها ، والمحصنة العفيفة iffetini korumak için, her türlü külfete katlandı" manası da verilmiştir. Çünkü محصنة kelimesi, ‘iffetli namuslu kadın’ manasına gelir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, örnek vermekte dullara teselli ve nefisleri hoş olsun diye kocası olan ve olmayanı birlikte zikretti. Meryem, Kur’anda kendi ismi ile yedi kez zikredildi. Başka hiçbir kadın ismen anılmadı. Çünkü Meryem, olgun bir insan gibi nefsini taatte tuttu. Hazret-i Meryem, ibadet eden kadın anlamındadır. (Ruhu’l Beyan)
وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ
Cümle takdiri فحملت بعيسى وصدّقت بكلمات (İsa’yı yüklendi ve kelimeyi tasdik etti) olan mukadder istînâfa وَ ile atfedilmiştir. Cümleler arasında, meskutun anh mevcuttur.
Veciz ifade kastına matuf بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا izafetinde Rabb isminin Hz.Meryem’e ait zamire muzâf olmasıyla Hz.Meryem şan ve şeref kazanmıştır. بِكَلِمَاتِ ‘nin Rabb ismine muzâf olması tazim içindir.
كُتُبِه۪ izafeti كَلِمَاتِ ’ye matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَلِمَاتِ ‘ye matuf olan كُتُبِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması كُتُبِ ‘nun tazimi içindir
فَنَفَخْنَا - رَبِّهَا kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Nakıs fiil كَانَتْ ’in dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْقَانِت۪ينَ car mecruru كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنَ harfi ibtidaiyye içindir. (Âşûr)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Burada muktezâ-i zâhir ayetin son kısmının كَانَتْ مِنَ الْقَانِتَاتِ şeklinde gelmesini gerektirirdi. Ama ayet-i kerîmede bunun yerine tağlîb yoluyla müennes, müzekker addedilerek الْقَانِت۪ينَ kelimesi tercih edilmiştir. Böylece ayette bahsedilen Hz. Meryem itaat konusunda erkekler kadar başarılı olmuş ve onlardan addedilerek mübalağa yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنَ ‘de kısmîlik için kullanılmıştır; ancak مِنَ ’in başlangıç anlamında olması da caizdir ki, bunun dayanağı da o Meryem’in gönülden itaat edenlerin içinden dünyaya gelmiş olmasıdır; çünkü o, Hazret-i Mûsâ’nın kardeşi Harun soyundan gelmektedir. (Keşşâf)
Bu iki temsilin zımnında surenin evvelinde zikredilen müminlerin iki anasına ve Resûlüllah (s.a.v)’in istemediği bir şeyde, Resûlüllah'a (s.a.v) karşı yardımlaşmalarına kinaye yollu gönderme, sert yollu sakındırma ve bu iki mümin kadın gibi ihlâslı olmaları gerektiğine, Resûlüllah (s.a.v)’in eşi olmalarına güvenmemeleri gerektiğine işaret vardır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
‘İtaat edenler’ anlamına gelen الْقَانِت۪ينَ kelimesinin müzekker olarak kullanılması, itaatkârlar içindeki erkekleri tağlîb veya onun taatinin erkeklerin taatinden aşağı olmadığını ihsas içindir. Hatta onlar cümlesindendir. Bir diğer görüşe göre de: ”O, itaat edenlerin neslindendir," anlamındadır. Çünkü Meryem, Mûsa (as)'nın kardeşi Harun (as)'ın neslindendir. (Ruhu’l Beyan)
Ayeti kerimede cem' ma’at-taksim vardır. 10. Ayetin aksine burada iman eden kadınlar ifadesinde cem’, verilen örneklerde taksim vardır.
Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayetin fasılalarındaki harflerinden oluşan musiki, dinleyen ve okuyanı mest etmeye kâfidir. Bu fasılalarda cinas-ı nakıs ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Farklı imtihanlarla mücadele edenlerin, kıyaslamalardan uzak, gönüllerini ferahlatan sebepler vardır. Mesela; yalnız olmadığını görmek ve yaşadıklarının boşa gitmediğini bilmektir. Bulunduğu anın fırtınasına kapılan insanın, bunları hatırlamaya ihtiyacı vardır çünkü o bildiğini sandıklarını dahi unutmaya meyillidir. Bazı gerçekleri defalarca duymak gerekir çünkü bazı jetonların köşe sayısı oldukça fazladır. Hafiflediği anlara baktığında bilir ki: bilmekle anlayarak sindirmek arasında dağlar kadar fark vardır. Böylece en zor dönemlerinin arasına serpiştirilmiş kolay anların şükrünü eder ve onlarla gücünü toplar.
Allah’a teslim olan her kul ister ki; zor anlarında, yaptığı ilk şey Allah’a koşmak ve hep O’nun yanında kalmak olsun. Bunun için: dili ve kalbi Allah’ı zikre alışmış olmalı; Kur’an-ı Kerim’i devamlı okuyarak üzerinde düşünmeli; Rasulullah’ın hayatını öğrenmeli; Allah yolunda yürüdüğünü bildiği doğru insanlarla takılmalı ve dualarla Allah’a sığınmalıdır. Bunları yapmadığı zaman, kalp alemi zayıflar ve ancak nefsinin yanılgılarla dolu, imtihan yükünü ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayan şikayetlerini ve ön yargılarını işitir. Zira o; peygamberlerden ve ailelerinden habersizdir.
Ey Allahım! Yüklerimizi hafiflet. İmtihanlarımızın ecrini kazanmayı nasip eyle ve onların üzerimizdeki yüklerini hafiflet. Dertlerimizin dermanını, hastalıklarımızın şifasını ver. İki cihanda da, maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı gider. Hepsinin Senden olduğu bilinciyle Sana şükredenlerden ve yalnız Senden isteyenlerden eyle.
Firavun’un karısının duasını, dua edinenlerden, zamanın Firavun’larından ve onların zulümlerinden Allah’a sığınanlardan ve duası kabul olunanlardan olmak duasıyla:
“Rabbim! Yüce katında, cennette benim için bir ev yap; beni Firavun’dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zalimler topluluğundan da selamete çıkar.”
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji