16 Nisan 2026
Tahrim Sûresi 1-7 (559. Sayfa)
Tahrim Sûresi
Medine döneminde inmiştir. 12 âyettir. Sûre, adını Hz. Peygamber’in, helâlolan bir şeyi kendisine haram kıldığından söz eden ve “Tahrîm Âyeti” diye adlandırılan birinci âyetten almıştır. Tahrîm, haram kılmak demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamber’in eşleriyle olan bazı münasebetleri ile, mutlu bir aile yuvasının oluşturulmasının temel prensipleri konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada altmış altıncı, iniş sırasına göre yüz yedinci sûredir. Hucurât sûresinden sonra, Tegābün sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.
Hz. Peygamber’in bir eşine verdiği sırrı eşinin koruyamaması ve buna bağlı olarak gelişen olaylardan hareketle, aile ilişkilerinde güvenin önemi üzerinde durulmakta, müminlere hitap edilerek aile sorumluluğunun önemine dikkat çekilmekte, inkârcılar ve iman etmiş gibi görünen münafıklara sert bir uyarı yapılmakta, tövbenin kararlı bir iradeye dayalı olması gerektiği bildirilmekte; aile sorumluluğu kavramının yanlış anlaşılmaması için, yükümlülük çağındaki herkesin yaptıklarından şahsen sorumlu olacağı bazı örnekler ışığında açıklanmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Tahrim Sûresi 1. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّبِيُّ peygamber ن ب ا
3 لِمَ niçin?
4 تُحَرِّمُ haram kılıyorsun ح ر م
5 مَا şeyi
6 أَحَلَّ helal kıldığı ح ل ل
7 اللَّهُ Allah’ın
8 لَكَ sana
9 تَبْتَغِي isteyerek ب غ ي
10 مَرْضَاتَ hatırını ر ض و
11 أَزْوَاجِكَ eşlerinin ز و ج
12 وَاللَّهُ Allah
13 غَفُورٌ bağışlayadır غ ف ر
14 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م

  Halle حلّ :

  Kelimenin asıl manası yasağın kalkıp düğümün çözülmesidir. Diğer kullanımları da bu asıl anlamla uygunluk içindedir ve geçtiği yerlerde bu mananın hususiyetini mülahaza etmek kaçınılmazdır.

  Cevaz, ibaha vs. maddelerinin aksine bu maddede engel ve düğümün çözülmesi kaydı korunmuştur.

  ٌحَلِيل  zevc/kocadır. Bu ya her birinin diğeri için eteğini indirebildiğinden ya onunla beraber yaşamasından ya da  birbirlerine helal oluşlarındandır.

   ٌحَلالٌ- مُباح farkına gelince; helal, mübah olduğu şeriat yoluyla bilinen şeydir. Oysa mübah konusunda şeriat itibara alınmaz. Pazarda yürümek  mubahtır denir helaldir denmez. Helal haramın zıddı, mübah ise yapılması arzu edilmeyen davranış türü anlamına gelen mahzurun zıddıdır. Mübahın yapılması durumunda sahibine her hangi bir övgü yada kınama getirmeyen fiil diye tanımlanması caizdir. (Müfredat-Tahqiq-Furuq)

    Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 51 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri helal, mahal, mahalle, mahallî, halletmek, tahlil, hulle, hulûl, münhal ve inhilâldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

النَّبِيُّ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَ ’dır.  مَ  istifhâm ismi  لِ  harf-i ceriyle  تُحَرِّمُ  fiiline mütealliktir.  تُحَرِّمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت 'dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَحَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  لَكَ  car mecruru  اَحَلَّ  fiiline mütealliktir.  

تُحَرِّمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَحَلَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال  babındadır. Sülâsîsi  حلل ’dir.

إِفْعَال  babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  تُحَرِّمُ ‘nun hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَبْتَغ۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  مَرْضَاتَ  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَزْوَاجِكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَبْتَغ۪ي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ  haber olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli var oluşuna, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ 


Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا  tekid ifade eden tenbih harfidir.

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ  nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.

Nidanın cevabı olarak gelen  لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لِمَ , harf-i cer olan  لِ  ve soru harfi  مَا ’dan oluşmuştur. Nefy harfinden ayırt etmek için hemze hazf edilmiştir. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

تُحَرِّمُ - اَحَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ  cümlesi,  تُحَرِّمُ  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Mef’ûl olan  مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. Bu izafette Hz. Peygambere ait zamire muzâf olan اَزْوَاجِ , tazim ve şeref kazanmıştır.

 اللّٰهُ  ve  النَّبِيُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ey Peygamber! şeklinde yapılan hi­tap, onun yüce ve şerefli makamına saygı, tazim ve hürmet edilmesini ifade eder. Yüce Allah, Hz. Muhammed'e (sav), diğer peygamberlere hitap etti­ği gibi ismi ile hitap etmedi. Allah onlara Ey İbrahim!, Ey Nuh!, Ey Mer­yem oğlu İsa! diyerek isimleriyle hitap etmişti. Hz. Muhammed (as)'e Ey Nebî! veya Ey Rasûl! diye hitap etmesi, onun, nebi ve resullerin en üstünü olduğuna en büyük delildir. (Safvetü’t Tefâsir)

Muzari sıygası hal manası ifade etmekle beraber, istikbale de ihtimali vardır,

Cümlede yer alan soru edatı da inkar anlamındadır. Bundan dolayı nehiy ifade etmektedir. Tahrim, itikadi, sözlü veya fiili olabilecek nitelikte inşai (dilek kipiyle yapılan) bir haramlıktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Bu surenin, kendinden önceki sûre ile ilgisine gelince, bu şöyledir: Bu iki sûre kadınlara mahsus hükümlerde birleşmişlerdir. Aynı zamanda, o surenin başında, talâk ile ilgili hitabın; bu surenin başında da “tahrim - haram kılma” ile ilgili hitabın yer alması da, bu müşterekliği sağlayan diğer bir husustur. 

Bu surenin başı ile önceki sûrenin sonu arasındaki münasebete gelince, bu da şöyledir: Cenâb-ı Hakk, önceki sûrenin sonunda, Zâtının azametine delalet eden şeylere yer vermiştir. Çünkü bunlar, Allah’ın kudretinin ve ilminin mükemmelliğine delalet eder. Zira, Allah’ın, gökleri, yeri ve içerisinde bulunan ilginç şeyleri yaratmış olması, bu ikisine, yani ilminin ve kudretinin mükemmel olması keyfiyyetine varıp dayanır. Onun, Zatının yüceliği ise, Kendisinin helal kıldığı şeyi haram kılma kudretine ters düşer. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak,  لِمَ تُحَرِّمُ مَا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَ  buyurmuştur. (Fahreddin er-Razi)


 وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması telezzüz ve teberrük ve haşyet duygularını artırmak içindir. Hükmün illetini bildirmek için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında, tecrîd, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle cümleler çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, C. 2, s. 189)

 
Tahrim Sûresi 2. Ayet

قَدْ فَرَضَ اللّٰهُ لَـكُمْ تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ وَاللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  ...


Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size meşru kılmıştır. Allah, sizin yardımcınızdır. O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ andolsun
2 فَرَضَ meşru’ kılmıştır ف ر ض
3 اللَّهُ Allah
4 لَكُمْ size
5 تَحِلَّةَ çözmeyi ح ل ل
6 أَيْمَانِكُمْ yeminlerinizi ي م ن
7 وَاللَّهُ ve Allah
8 مَوْلَاكُمْ sizin sahibinizdir و ل ي
9 وَهُوَ ve O
10 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
11 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

قَدْ فَرَضَ اللّٰهُ لَـكُمْ تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ 


Fiil cümlesidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

فَرَضَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  لَـكُمْ  car mecruru  فَرَضَ  fiiline mütealliktir.  تَحِلَّةَ  mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

اَيْمَانِكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَاللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ 


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. مَوْلٰي  haber olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

الْحَك۪يمُ - الْعَل۪يمُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَدْ فَرَضَ اللّٰهُ لَـكُمْ تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  فَرَضَ  fiiline müteallik olan car mecrur  لَـكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

Allah size farz kıldı.” Buradaki farz kelimesi, Râzî tefsirinde “Sahibu’n-Nazm”dan nakledildiği gibi bazen “Farz kılmak” bazen de Nur Suresi’nin başındaki  فَرَضْنَاهَا  gibi beyan manasına gelir. 

فَرَضَ  kelimesi عَلَي ile kullanıldığı zaman şüphesiz ‘farz kılmak’ manasından başka bir anlama ihtimali yoktur. Lakin buradaki gibi  لَـ  ile getirildiğinde yukarıda zikredilen iki manaya da ihtimali vardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَاللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ 


وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اللّٰهُ  mübteda,  مَوْلٰيكُمْ  haberdir.

Müsnedin izafetle marife olması, veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ  isimleri marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir. 

الْحَك۪يمُ - الْعَل۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu cümle semada ve arzdaki uluhiyetin delilidir, çünkü hikmet ve ilim uluhiyetin burhanlarıdır. Fasılalar en kapalı konulardır. Çünkü alimlerimizin zikrettiği üzere hepsi de teşâbüh-i etrâf konusu üzere tesis edilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 365)

 
Tahrim Sûresi 3. Ayet

وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثاًۚ فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ  ...


Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu peygambere bildirince, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber, bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 أَسَرَّ gizlice söylemişti س ر ر
3 النَّبِيُّ peygamber ن ب ا
4 إِلَىٰ
5 بَعْضِ birine ب ع ض
6 أَزْوَاجِهِ eşlerinden ز و ج
7 حَدِيثًا bir söz ح د ث
8 فَلَمَّا ne zaman ki
9 نَبَّأَتْ (eşi) haber verdi ن ب ا
10 بِهِ onu (sözü)
11 وَأَظْهَرَهُ ve onu muttali kıldı ظ ه ر
12 اللَّهُ Allah
13 عَلَيْهِ ona (peypambere)
14 عَرَّفَ bildirmişti ع ر ف
15 بَعْضَهُ onun bir kısmını ب ع ض
16 وَأَعْرَضَ ve vazgeçmişti ع ر ض
17 عَنْ -ndan da
18 بَعْضٍ bir kısmı- ب ع ض
19 فَلَمَّا ne zaman ki
20 نَبَّأَهَا eşine haber verince ن ب ا
21 بِهِ bunu
22 قَالَتْ (eşi) dedi ق و ل
23 مَنْ kim?
24 أَنْبَأَكَ sana söyledi ن ب ا
25 هَٰذَا bunu
26 قَالَ dedi ki ق و ل
27 نَبَّأَنِيَ bana söyledi ن ب ا
28 الْعَلِيمُ bilen ع ل م
29 الْخَبِيرُ haber alan خ ب ر

وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثاًۚ 


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  اِذْ , takdiri  علم اللَّه (Allah bildi.) olan mahzuf fiile mütealliktir.  اَسَرَّ النَّبِيُّ  cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَسَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  النَّبِيُّ  fail olup lafzen merfûdur. اِلٰى بَعْضِ  car mecruru  اَسَرَّ  fiiline mütealliktir.  اَزْوَاجِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

حَد۪يثاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَسَرَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال  babındadır. Sülâsîsi  سرر ’dir.

إِفْعَال  babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ 


فَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

نَبَّاَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَبَّاَتْ   fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  بِه۪  car mecruru  نَبَّاَتْ  fiiline mütealliktir. وَ  atıf harfidir.  اَظْهَرَهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

اَظْهَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru اَظْهَرَ  fiiline mütealliktir.

فَ  karînesi olmadan gelen  عَرَّفَ بَعْضَهُ  cümlesi şartın cevabıdır.  عَرَّفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بَعْضَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍ  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur.  اَعْرَضَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنْ بَعْضٍ  car mecruru  اَعْرَضَ  fiiline mütealliktir. 

عَرَّفَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عرف ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَظْهَرَهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال  babındadır. Sülâsîsi  ظهر ’dir.

إِفْعَال  babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ 


فَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

نَبَّاَهَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَبَّاَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَاmef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِه۪  car mecruru  نَبَّاَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَا   cümlesi şartın cevabıdır.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Mekulü’l-kavli  مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَا ‘dir.  قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَنْ  istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَنْبَاَكَ هٰذَا  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْبَاَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هٰذَا  ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 


قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ  ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. نَبَّاَنِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْعَل۪يمُ  fail olup lafzen merfûdur. الْخَب۪يرُ  kelimesi الْعَل۪يمُ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثاًۚ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ ’in, takdiri  اذكر (Hatırla) olan müteallakı mahzuftur.

Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثاًۚ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

اَسَرَّ  fiiline müteallik olan  اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪  car mecruru, izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

اَزْوَاجِه۪  izafetinde Resulullah (sav)’e muzâf olan eşler, şan ve şeref kazanmıştır.

Mef’ûl olan  حَد۪يثاًۚ ’deki nekrelik muayyen olmayan cinse işaret eder.


 فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ 


فَ , atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَبَّاَتْ بِه۪  şeklindeki şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki, ...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  عَرَّفَ بَعْضَهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍ   cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

بَعْضٍ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَظْهَرَ - اَسَرَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

النَّبِيُّ - نَبَّاَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَبَّاَتْ - عَرَّفَ - اَظْهَرَهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ 


فَ , atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَبَّاَهَا بِه۪  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَا , istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ifade eden isim cümlesidir.

İstifham ismi  مَنْ  mübteda konumundadır. Müsned olan  اَنْبَاَكَ هٰذَا  müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile söze işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)  

نَبَّاَ - اَنْبَاَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları ve fiilin iki sıygası arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.


 قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ  cümlesi, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْخَب۪يرُ  kelimesi  الْعَل۪يمُ  için sıfattır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.

قَالَ - قَالَتْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَبَّاَ - اَنْبَاَ - نَبَّاَنِيَ - نَبَّاَتْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları ve  نَبَّاَ - اَنْبَاَ  fiillerinin  iki siğası arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
Tahrim Sûresi 4. Ayet

اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ  ...


(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ eğer
2 تَتُوبَا ikiniz tevbe ederseniz ت و ب
3 إِلَى
4 اللَّهِ Allah’a
5 فَقَدْ dolayı
6 صَغَتْ sapmış olmasından ص غ و
7 قُلُوبُكُمَا kalblerinizin ق ل ب
8 وَإِنْ ve eğer
9 تَظَاهَرَا birbirinize arka olursanız ظ ه ر
10 عَلَيْهِ ona karşı
11 فَإِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah’tır
13 هُوَ O
14 مَوْلَاهُ onun koruyucusu و ل ي
15 وَجِبْرِيلُ ve Cibril’dir
16 وَصَالِحُ ve iyileridir ص ل ح
17 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlerin ا م ن
18 وَالْمَلَائِكَةُ ve melekler م ل ك
19 بَعْدَ sonra ب ع د
20 ذَٰلِكَ bundan
21 ظَهِيرٌ ona arkadır ظ ه ر

اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ


وَ  atıf harfidir.  اِنْ تَتُوبَٓا  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri, يقبل منكما veya تقبلا (Onlardan kabul eder) şeklindedir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَتُوبَٓا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَتُوبَٓا  fiiline mütealliktir. 

فَ  ta’liliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir.Tekid ifade eder.  صَغَتْ  fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazf edilmiş elif üzerine mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  قُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri;  إن تتوبا إلى اللَّه لأنكما قد ملتما مع نفسيكما يقبل منكما التوبة (Nefsinize uydukları için tevbe ederlerse tevbeyi kabul eder.) şeklindedir.


وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ


 اِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ  atıf harfi وَ ‘la  اِنْ تَتُوبَٓا  cümlesine matuftur.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.

تَظَاهَرَا  şart fiili olup  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَيْهِ  car mecruru  تَظَاهَرَا   fiiline mütealliktir.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, يجد ناصرا ينصره (Kendisine zafer veren bir yardımcı bulur) şeklindedir. 

فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir. 

مَوْلٰيهُ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جِبْر۪يلُ ve صَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَ  atıf harfi و ‘la  مَوْلٰيهُ  kelimesine matuftur. الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.

تَظَاهَرَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ظهر ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  


وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  بَعْدَ  zaman zarfı  ظَه۪يرٌ ‘e mütealliktir.  

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. ظَه۪يرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ 


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, şart üslubundadır. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi  تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ  şeklinde faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette muhatap Hz. Peygamberin iki eşi, mütekellim Allah Teâlâdır.

اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri  يقبل منكما (...o ikisinden kabul eder.) olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)  

فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا  cümlesi şart için ta’liliyyedir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ [ikinizin kalbi meyletti] ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Meyletme fiili kalplerin sahibi yerine kalbe isnad edilmiştir. Asıl meyleden kalp değil, kalbin sahibidir. 

اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ (Eğer Allah'a tevbe ederseniz) ifadesinde, daha fazla kınamak ve azarlamak için 3. şahıs kipinden 2. şahıs kipine dönüş yapıl­mıştır. (Safvetü’t Tefâsir)

Ayet-i kerîmede geçen tövbeniz kabul edilir manasındaki şartın cevabı hazf edilmiştir. Yine ayet-i kerîmede iki kalp yerine kalpler kelimesi kullanılıp  فلبين  şeklinde tesniye manası kastedilmiştir. Çünkü bir tek kelime gibi olan yerde iki tesniyeyi bir araya getirmekte ağırlık olacaktır. Ayet-i kerîmede geçen  هُوَ fasıl zamiridir. Cibrîl kelimesi ise اِنَّ ‘nin isminin mahalline atfedilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)


 وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la  اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi olan  تَظَاهَرَا عَلَيْهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri,  يجد ناصرا ينصره  (Kendisine zafer veren bir yardımcı bulur) olan cevabın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

فَ , şartın cevabi için ta’liliyyedir.  فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ  cümlesi,  اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-ı celâl  اِنَّ ‘nin ismi,  مَوْلٰيهُ  izafeti de haberidir.  هُوَ  fasıl zamiridir. 

Cümle kasr ifade eden fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. (Âşûr) 

Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  هُوَ   maksur/mevsûf,  مَوْلٰيهُ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Sadece Allah’ın onun mevlası olduğu kesin bir dille bildirilmiştir.

Hem Mevlâ’sı -yani veli ve yardımcısı- Allah olan biri nasıl yardımsız kalabilir ki!? هُوَ  zamirinin eklenmesi, Allah’ın yardımının, O’nun kesin kararlarından katî bir karar olduğunun ve O’nun bunu bizzat üstlendiğinin ilamıdır. (Keşşâf)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

جِبْر۪يلُ  ve  صَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَ  atıf harfi  و ‘la  haber olan  مَوْلٰيهُ ‘ya atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

Hz. Peygamberin yardımcılarının sayılması taksim sanatıdır.

تَظَاهَرَا  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Şayet  صَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ  ifadesindeki  صَالِـحُ  tekil midir, çoğul mudur?” dersen şöyle derim: Tekildir; ancak kendisiyle çoğul kastedilmiştir. Tıpkı  لا يفعل هذا الصالح من الناس

(Sâlih bir insan bunu yapmaz) demen gibi ki bununla  لا يفعله من صلح منهم (İnsanlardan salih olanlar bunu yapmaz) demendeki gibi cins kastetmiş olursun. (Keşşâf)

تَظَاهَرَا  fiilinin aslı  تَتَظَاهَرَا ‘dır. Böyle  تَ ’nın tekrar ettiği sıygalarda muzari fiilinin  تَ ’sı kaide ile hazf edilir. تَظَاهَرَا , birbirine arka verip yardımlaşmaktır.  عَلَيْ  ile kullanıldığı zaman da bir diğerine karşı dayanışmaya girerek ve yardımlaşarak üstün olmaya çalışmak manasını ifade eder. Burada yardımlaşmak manasıyla tefsir edilmiş olmakla beraber  عَلَيْهِ  ile getirilmesi Peygamber’e karşı birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içine girdiklerini göstermektedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ


Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْمَلٰٓئِكَةُ  mübteda,  ظَه۪يرٌ  haberdir.  بَعْدَ  zaman zarfı, ظَه۪يرٌ ‘a mütealliktir. Cebrail ve salih müslümanları işaret eden  ذٰلِكَ  ile işaret edilenler tazim edilmiştir.  ذٰلِكَ , zaman zarfı  بَعْدَ ‘nin muzâfun ileyhidir.

Cebrail’den sonra meleklerin zikredilmesi umumun hususa atfı babında ıtnâb sanatıdır.

Yüce Allah, şereflendir­mek için Cebrail'i önce özel olarak zikretmiş, sonra da, Resulullah (sav)'ın şanına özen göstermek için umumla beraber ikinci defa zikretmiştir. Salih müminleri de Cebrail ile mukarrebun melekler arasında zikretmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

ظَه۪يرٌ - تَظَاهَرَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 الْمَلٰٓئِكَةُ - جِبْر۪يلُ - اللّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tahrim Sûresi 5. Ayet

عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجاً خَيْراً مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَاراً  ...


Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَسَىٰ belki de ع س ي
2 رَبُّهُ onun Rabbi ر ب ب
3 إِنْ eğer
4 طَلَّقَكُنَّ o sizi boşarsa ط ل ق
5 أَنْ
6 يُبْدِلَهُ onu değiştirir ب د ل
7 أَزْوَاجًا eşlerle ز و ج
8 خَيْرًا daha hayırlı خ ي ر
9 مِنْكُنَّ sizden
10 مُسْلِمَاتٍ (kendisini Allah’a) teslim eden س ل م
11 مُؤْمِنَاتٍ inanan ا م ن
12 قَانِتَاتٍ gönülden ita’at eden ق ن ت
13 تَائِبَاتٍ tevbe eden ت و ب
14 عَابِدَاتٍ ibadet eden ع ب د
15 سَائِحَاتٍ seyahat eden س ي ح
16 ثَيِّبَاتٍ dul ث ي ب
17 وَأَبْكَارًا ve bakire ب ك ر

عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجاً خَيْراً مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَاراً


Fiil cümlesidir.  عَسٰى  nakıs, mebni mazi fiildir.  رَبُّ  kelimesi  عَسٰى ’nın ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنْ طَلَّقَكُنَّ  cümlesi itiraziyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  طَلَّقَكُنَّ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  كُنَّ  muttasıl zamiri mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur 

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, إن طلّقكنّ فعسى ربّه أن يبدله.. (Eğer sizi boşarsa Rabbinin onu değiştirmesi içindir) şeklindedir.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  عَسٰى ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.  يُبْدِلَهُٓ  fetha ile mansub muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُٓ   mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Fiili muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur'an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i cerini ve  اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını  (لَا)  görebiliriz.  لِئَلَّا  şeklinde yazılır. Bazen ise bu  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının  (لَا)  hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَزْوَاجاً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  خَيْراً  kelimesi  اَزْوَاجاً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْكُنَّ  car mecruru  خَيْراً ‘a mütealliktir. 

مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَاراً  kelimeleri  اَزْوَاجاً ‘in hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

طَلَّقَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  طلق ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يُبْدِلَهُٓ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

إِفْعَال  babındadır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

إِفْعَال  babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجاً خَيْراً مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَاراً


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Terecci manalı nakıs fiil  عَسَى ’nın dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

عَسٰى ‘nın ismi olan  رَبُّهُٓ  izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

عَسٰى  fiili Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde gereklilik ifade eder, kulların kelamında ise ümit ve arzu ifade eder, Allah’a nispeti kesinlik, kullara nispeti şek ve zanna dayanan nispettir. (Celâleddin es-Suyûtî, c. 1, s. 53)

Şart üslubunda gelmiş  اِنْ طَلَّقَكُنَّ  cümlesi itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Müspet mazi fiil sıygasındaki şart cümlesi  طَلَّقَكُنَّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri  فعسى ربّه أن يبدله (Rabbin onu değiştirir) olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki … اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجاً خَيْراً مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ  cümlesi, masdar teviliyle  عَسٰى ’nın haberi konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

خَيْراً مِنْكُنَّ  ibaresi, mef’ûl olan  اَزْوَاجاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  اَزْوَاجاً ‘deki nekrelik kesret, nev ve tazim içindir.

مِنْكُنَّ  car mecruru, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden  خَيْراً ‘a mütealliktir. Bu vezin harf-i cere müteallak olmasına imkan vermiştir.

كُنَّ  zamirinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

اَزْوَاجاً  için sıfat olan  مُسْلِمَاتٍ - مُؤْمِنَاتٍ - قَانِتَاتٍ - تَٓائِبَاتٍ - عَابِدَاتٍ - سَٓائِحَاتٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, ثَيِّبَاتٍ  ve  اَبْكَاراً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

Ayette geçen  مُسْلِمَاتٍ  ve  مُؤْمِنَاتٍ  gibi kelimelerin hepsi  اَزْوَاجاً ’in sıfatıdırlar. Bütün bu sıfatlar atfedilmeden sıralandığı halde, aralarındaki bir mana münasebetiyle  ثَيِّبَاتٍ  ve  اَبْكَاراً  kelimeleri atıf harfi وَ ’la  ثَيِّبَاتٍ  ve  اَبْكَاراً  şeklinde birbirine bağlanmıştır. Bu münasebet de bu iki sıfatın birbirine zıt olmasıdır. Bir de bu ikisi tek bir sıfat hükmündedirler. Zira mana “dulları ve bakireleri içine alan kadınlar” şeklindedir. Bu yüzden atfedilmeleri güzel olmuştur. (Beyzâvî, V, 357)

Düşünülürse; atfın terk edilmesiyle sanki bunlar tek bir sıfatmış hissi uyandırılmış ve bir mevsûfta bu sıfatların toplandığı ifade edilmiştir.

Demek ki sıfatlar arasında  و  atıf harfinin zikri, mevsûfun bu sıfatla kemâl manada vasıflandığına delalet ederken; atıf harfinin terki, mevsûfta zikredilen bütün sıfatların toplandığına delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Tahrim Sûresi 6. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ  ...


Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 قُوا koruyun و ق ي
5 أَنْفُسَكُمْ kendinizi ن ف س
6 وَأَهْلِيكُمْ ve ailenizi ا ه ل
7 نَارًا bir ateşten ن و ر
8 وَقُودُهَا onun yakıtı ise و ق د
9 النَّاسُ insanlardır ن و س
10 وَالْحِجَارَةُ ve taşlardır ح ج ر
11 عَلَيْهَا onun başında
12 مَلَائِكَةٌ melekler vardır م ل ك
13 غِلَاظٌ gayet katı غ ل ظ
14 شِدَادٌ şiddetli ش د د
15 لَا
16 يَعْصُونَ karşı gelmeyen ع ص ي
17 اللَّهَ Allah’ın
18 مَا şeye
19 أَمَرَهُمْ kendilerine buyurduğu ا م ر
20 وَيَفْعَلُونَ ve yapan ف ع ل
21 مَا şeyi
22 يُؤْمَرُونَ emredildikleri ا م ر

Yukarıda belirtildiği üzere Hz. Peygamber’in özel hayatından verilen örnek ışığında müminlerin aile sorumluluğuyla ilgili bir uyarı yapılmaktadır. Aile kavramının kapsamı sosyal yapıya göre farklılıklar taşısa da buradaki ana fikir, bir müslümanın mânevî mesuliyetinin sırf kişisel hayatıyla sınırlı olmadığına dikkat etmesinin gerekliliğidir. Böyle bir sorumluluk anlayışının sadece mânevî hedeflerle sınırlı kalmayan, sağlam bağlarla birbirine raptedilmiş bir aile yapısı ortaya çıkarması tabiidir (İslâm’ın aile telakkisi, aile fertlerine ve özellikle aile reisine yüklediği sorumluluk hakkında bilgi için bk. Mehmet Akif Aydın, “Aile”, DİA, II, 196-200; Mustafa Çağrıcı-Hamza Aktan, “Aile”, İFAV Ans., I, 78-87). Âyette zikredilen ateşten maksat cehennem ateşidir (bu ateşin yakıtının taşlar ve insanlar oluşu hakkında açıklama için bk. Bakara 2/24).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 409-410

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  قُٓوا اَنْفُسَكُمْ ’dır.  قُٓوا fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَهْل۪يكُمْ  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur.  نَاراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ  cümlesi  نَاراً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubtur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقُودُهَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  النَّاسُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْحِجَارَةُ  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur. 


عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ 


عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ  cümlesi  نَاراً ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.  عَلَيْهَا  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  مَلٰٓئِكَةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. غِلَاظٌ  ve  شِدَادٌ  kelimeleri  مَلٰٓئِكَةٌ ‘un ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur.  لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ  cümlesi  مَلٰٓئِكَةٌ ‘un üçüncü sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْصُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَٓا  ve masdar-ı müevvel lafza-i celâldan bedeldir. اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 

 وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ


وَ  atıf harfidir.  يَفْعَلُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمَرُونَ۟ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.  يُؤْمَرُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar!” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

Nidanın cevap cümlesi olan  قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

نَاراً  kelimesindeki nekrelik tazim içindir. (Âşûr)

Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. 

Nâr’dan korunmak mecaz veya istiare yoluyla öğüt ve uyarı şeklinde gelmiştir. İstiare düşünülürse mübalağa yoluyla öğüt, nâr’dan korunmaya benzetilmiştir.  عَلى  harfi de yerleştirmek manasında müsteardır. (Âşûr)

وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ  cümlesi  نَاراً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَقُودُهَا  mübtedadır,  وَالْحِجَارَةُ  kelimesi haber olan  النَّاسُ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, sahip olduğu özelliğin kemâline işaret eder. 

Burada zikr-i müsebbeb irâde-i sebep vardır. Yani Cehennemden değil, Cehenneme girmenize sebep olacak günahlardan uzak durun demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi ve Safvetü’t Tefâsir)  

عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ  cümlesi  نَاراً  için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  عَلَيْهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَلٰٓئِكَةٌ , muahhar mübtedadır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  مَلٰٓئِكَةٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.  

غِلَاظٌ  ve  شِدَادٌ  kelimeleri  مَلٰٓئِكَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ  cümlesi,  مَلٰٓئِكَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  مَا ‘nın akabindeki  اَمَرَهُمْ  cümlesi, masdar tevilinde, lafza-ı celâlden bedel konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ  cümlesi, …لَا يَعْصُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  يُؤْمَرُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Meleklerin özellikleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır. 

لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ  cümlesiyle  وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ  cümlesi arasında tefennün ve mukabele sanatları vardır.

اَمَرَ - يُؤْمَرُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَاراً - قُودُهَا  ve  غِلَاظٌ - شِدَادٌ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

النَّاسُ - مَلٰٓئِكَةٌ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

عَلَيْهَا (onun üzerinde) yani ateşle ilgili vazifeleri, bilhassa içindekilere azap etme işini üstlenen, cisimlerinde haşinlik ve şiddet bulunan -yani kaba saba ve güçlü-kuvvetli- yahut fiillerinde kabalık ve katılık bulunan “haşin ve sert melekler” ondokuz zebani -ve yardımcıları- “vardır;” yani Allah’ın emirlerini yerine getirme, O’nun gazabı ve düşmanlarını cezalandırması hususunda hiç acımaları tutmayan melekler... (Keşşâf)

Bu ayetin sonunda meleklere ait olarak iki özellik zikredilmektedir: 

1. Allah'ın emirlerine karşı gelmemeleri. 

2. Kendilerine emredileni yapmaları. 

Birincisi yani Allah'ın emrettiği şeylere karşı gelmemelerinin manası emrettiği şeyleri yapmaları demektir. Bu da ikinci cümlenin manasıyla örtüşmektedir. İkincisi yani Allah'ın emrettiği şeyleri yapmaları da O'na karşı gelmemeleri manasında olup bu da birinci cümlenin manasıyla örtüşmektedir. (Ali Bulut/Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟ [Ve emrolundukları şeyi yaparlar.] ifadesi itaat ve idare gibi manaları taşır. Bunda meleklerin de mükellef olduklarına ve korku ile ümit arasında döndüklerine delil vardır. (Beyzâvî, Nahl/50)

İbn Abbas (ra), ayetteki  الْحِجَارَةُ  ifadesine “kükürt taşları” manasını vermiştir. Çünkü bunlar, yakıldığında alabildiğine sıcaklık veren taşlardır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Tahrim Sûresi 7. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟  ...


Ey inkâr edenler! Bu gün özür dilemeyin! Siz ancak yapmakta olduklarınızın karşılığını görüyorsunuz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 لَا
5 تَعْتَذِرُوا özür dilemeyin ع ذ ر
6 الْيَوْمَ bugün ي و م
7 إِنَّمَا çünkü ancak
8 تُجْزَوْنَ siz cezalandırılıyorsunuz ج ز ي
9 مَا şeylerle
10 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
11 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

Öncelikle, inkârcıların ve mümin gibi görünen münafıkların, benzeri durumlarda yaptıkları gibi, ilk âyetlerde anlatılan olay dolayısıyla da birtakım yaygaralar çıkardıkları, 7. âyette onların bu yaptıklarının yanlarına kalmayacağına dair bir uyarı yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat âyetin, inkârcıların iş işten geçtikten sonra özür dilemeleri veya mazeret ileri sürmelerinin bir yararı olmayacağına dair genel bir ihtar anlamı taşıdığı da açıktır. Bu âyetteki sözün âhirette söyleneceği ve cehennem görevlisi meleklerin ifadesi olduğu yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXX, 46; İbn Âşûr, XXVIII, 366-367).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 410

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَۜ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَ ‘dir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعْتَذِرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْيَوْمَ  zaman zarfı  تَعْتَذِرُوا  fiiline mütealliktir.  

  

اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟

  

اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfedir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi,  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org  

Fiil cümlesidir.  تُجْزَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  

مَا  müşterek ism-i mevsûlü muzâfun hazfi ile mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. Takdiri,  جزاء ما كنتم (Yaptıklarınıza karşılık) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. 

Mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nidanın cevap cümlesi olan  لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الْيَوْمَۜ , kıyamet gününden kinayedir. 


 اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille mef’ûlu arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada kasr-ı kalb vardır. Ceza verilen kişiler özür dileyen ve gördüklerinden daha hafif ceza verilmesini isteyen kişiler yerine konmuştur. (Âşûr)

تُجْزَوْنَ  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  كان ’nin haberi olan تَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir.

Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

 
Günün Mesajı
4. Âyet, bize dört önemli şey öğretmektedir:
* Herhangi bir peygamberi incitecek bir şey yapmak, kalbin kaymasına sebeptir. Nitekim, Saff Sûresi 5.  ayette de şöyle buyurulmaktadır: Hani bir vakit Musa halkına, “Ey halkım” demişti, “Benim size gönderilmiş Allah'ın rasülü olduğumu bildiğiniz halde niçin bana böyle eziyet ediyorsunuz?” Onlar, bu şekilde kayma ifade eden davranışlarda bulununca, Allah da kalblerini (haktan) kaydırdı. Allah, böyle büyük günahlarda direten bir halkı doğruya ulaştırmaz.
* Bir ev veya ülkenin bizzat kendi içinden gelen ihanet, dışarıdan gelenden çok daha tehlikelidir. Kadınlar tarafından kurulabilecek herhangi bir tuzak da oldukça zararlı ve yıkıcı olabilir: “Siz kadınların fendi, #oğrusu pek müthiştir.” (Yusuf Sûresi, 12/2)
* Allah Rasülü'ne karşı ne tür tuzak kurulursa kurulsun, Allah O'nu mutlaka koruyacaktır. Cenab-ı Allah'ın, bir sırrının iki hanımı arasında konuşulması karşısında bilg bizzat Kendisinin, Hz. Cebrail'in, müminler içinde en salih olanların ve meleklerin O'nun yardımcısı olduğuna vurgu yapması Rasulullah'ın nasıl bir koruma altında bulunduğunu görmeye yeter.
* Peygamber hanımı olmak bile, makbul iman ve salih amel olmadıkça kurtulma sebebi değildir. Belki tam tersine, nimet ölçüsünde sorumluluk kaidesince, Peygamber hanımı olmak gibi bir nimet, ciddi bir külfet ve sorumluluk sebebidir. 
Sayfadan Gönüle Düşenler

Zaman dilimlerinden birinde yaşayan hoca, öğrencilerine şöyle seslendi:

Her işinizde olması gerektiği gibi kendinize verdiğiniz değerde de ölçülü olun. Nefsinizden dolayı değil; Allah’a kul olma özelliğine ve O’nun katındaki derecenizin yükselme fırsatına sahip olduğunuz için değerli olduğunuzu hatırlayın. 

Sizi çoğu insanın gözünde değerli kılan: güzelliğiniz, zenginliğiniz, makamınız, kabiliyetleriniz ve dünyaya ait diğer her şey kaybolup gider ve hiçbiri tek başına asıl değerinize katkı sağlamaz. Hakiki katkı; sahip olduğunuz herhangi bir şeyi, Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullanmanızda gizlidir.

Bütün bunların sonucunda; romantikleştirilmiş hayallerin aksine vazgeçilmez değilsiniz. Bulunduğunuz herhangi bir konuma: eğer Allah dilerse, sizden daha iyisi gelecektir. Bir zaman sonra bırakmayı umduğunuz boşluğun varlığı da unutulacaktır.

Ey Ğafûr ve Rahîm olan Allahım! Ey Alîm ve Hakîm olan Allahım! Bizi, Sana hakiki manada teslim olan ve teslimiyetinin gereğini yapan kullarından eyle. Dünya üzerinde bahşettiğin nimetlerden dolayı şımarmaktan muhafaza buyur. Katındaki değerimizi azaltan ve derecemizi alçaltan amellerden muhafaza buyur. 

Bahanelerin kabul olunmadığı günün şiddetinden Sana sığınırız. Şüphesiz ki; Sen yardım edicilerin ve koruyucuların en hayırlısısın. Şüphesiz ki; biz Senin rahmetine ve affına muhtacız. Bilmeden haddimizi aştığımız anları affeyle. Bilerek aştığımız anları da affeyle ve hataya meyil ettiren gafletten uyandır, hataların tekrarından muhafaza buyur. 

Allah’ın razı olduğu ve O’nun katındaki derecemizi yükseltecek amellerle dolu bir ömür süren Salih kullardan olmak duasıyla.

Amin.

Allah’a itaati, kendi ve başkalarının isteklerinden önceye koyduğu zaman hayat farklı yönlerden kolaylaşır. Zira insanın önüne çıkan birçok soru ve sorunda seçeceği şık bellidir. Herhangi bir insan evladına öncelik vermek ise yorgunluk sebebidir. Zira nefsin kafası karışıktır. Aynı anda farklı heveslerin peşinden koşmak isteyebilir ve bugün kesinlikle istediğini düşündüğü şeyden yarın vazgeçebilir. Bunların sonucunda da çeşitli pişmanlıklar su yüzeyine çıkıp durur. 

Ancak istediğinin olması fikrinden vazgeçmek istemeyen nefis bir nevi masallardaki tilki gibidir. Pişmanlıkları hep mantıklı cevaplar ile geri yollar. Aslında o kadar istemediği, sevmediği ya da umursamadığı gibi ifadelerle bir çocuğu ikna eder gibi konuşur. Kendisi için yaşayan insanı parmağına doladıkça dolar ve son nefese kadar sıkıcı bir kısır döngünün içinde yaşamaya devam ederler.  

Allah’ın rızasını gözeten ve yeryüzünde büründüğü rollere rağmen her şeyden önce Allah’ın kulu olduğunu bilenin herhangi bir nefsi ikna etmeye ihtiyacı yoktur. Yalnız Allah için yaşar ve yalnız Allah’tan ister. İstedikleri ve istemedikleri olduğunda Allah’a koşar. Nefsani heveslerden önce Allah’ın kendisinden ne istediğini düşünmenin rahatlatıcı etkisinde dinlenir. Allah’a arzederek birçok dünyalık yüklerden, hırslardan ve hesaplardan kurtulur. 

Ey Allahım! Şüphesiz ki Sen bizim Rabbimizsin. Güvenilecek ve sığınılacak, en güzel dostsun. Bizi Senin için yaşayan salih kullarından eyle. Şüphesiz ki Senden başka her şey geçici. Kavuşulacak ve sevilecek, en hakiki dostsun. Bizi her anında Sana yönelen kullarından eyle. Zikrin ile nefislerimizi sakinleştir. Kelamın ile zihinlerimizi dinlendir. Rahmetin ile kalplerimizi huzurlandır. İbadetlerin ile bedenlerimizi dinçleştir. Muhabbetin ile her parçamızı nurlandır. Mağfiretin ile günahlarımızı af buyur ve bizi hem Kendi Huzuruna, hem de ebedi cennetine kabul buyur. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji