Hâkka Sûresi 13. Ayet

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ  ...

Sûr’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyamet kopmuş)tur.  (13 - 15. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 نُفِخَ üflendiği ن ف خ
3 فِي
4 الصُّورِ Sur’a ص و ر
5 نَفْخَةٌ üfleme ن ف خ
6 وَاحِدَةٌ bir tek و ح د
 

Sözlükte sûr, “üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru” diye tarif edilir. Geleneksel İslâmî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrâfil, sûr adı verilen boruyu iki defa üfleyecek, ilk üflemede kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir (sûr hakkında ayrıca bk. En‘âm 6/73). Kıyamet sahnelerini tasvir eden bu ayetler, 1-3. âyetlerle bağlantılı olup onları açıklamakta ve kıyamet denilen olayın nasıl meydana geleceğini, dolayısıyla dünya hayatının nasıl son bulacağını anlatmaktadır (krş. Kehf 18/47). “Gök yarılır, o gün (bütün) bunların düzeni çökmüştür” meâlindeki 16. âyet kıyametin kopması sırasında sadece yerkürenin değil, gök cisimlerinin de düzeninin bozulacağını, şimdiki düzen ve özelliklerini kaybedeceğini ve mevcut kozmik sistemin tümüyle çökeceğini ifade eder (krş. Enbiyâ 21/104; Zümer 39/67).

Eski müfessirler 17. ãyetteki “Melekler göklerin etrafındadır” ifadesini, “Gökler yarılınca melekler, kendileri için mesken edinmeye elverişli durumdaki yarılmayan yerlere çekilirler” şeklinde tefsir etmişlerdir (meselâ bk. Râzî, XXX, 108; Şevkânî, V, 326). İbn Âşûr ise bu kısmı, “Melekler göklerin etrafında cennetlikleri cennete yerleştirmek, cehennemlikleri de cehenneme sevketmekle meşgul olurlar” şeklinde yorumlamıştır (XXIX, 127). Sonuç itibariyle âyet meleklerin kıyamet dehşetinden korunmuş bir alanda yapacakları görevlerini anlatmaktadır.

Arş kelimesi daha önce birçok âyette geçmiş ve hakkında gereken açıklamalar yapılmıştır (özellikle bk. A‘râf 7/54). “O gün rabbinin arşını, bunların da üstünde olan sekiz (melek) taşır” diye çevirdiğimiz bölümde arşı taşıyan “sekiz”den maksadın ne olduğu Kur’an tarafından açıklanmamıştır. Müfessirler âyetin bağlamını dikkate alarak bu ifadeyi yukarıda anlatılan meleklerin üstünde, kendilerine “hamele-i arş” (arşın taşıyıcıları) denilen sekiz melek veya sekiz taşıyıcı olarak yorumlamışlardır (Elmalılı, VIII, 5322). Sekiz şahıs, sekiz saf, sekizin on katı seksen melek vb. yorumlar yapanlar da olmuştur (İbn Âşûr, XXIX, 127). Biz, meâlde “sekiz melek” yorumunu tercih ettik; Râzî ise “sekiz şahıs” ifadesini tercih etmiştir (XXX, 109). Ayrıca Cehmiye ve Mu‘tezile âlimleriyle Sünnî ulemâsının önemli bir kısmı, arş kelimesini “mülk” yani bütünüyle âlem olarak yorumlamışlardır (bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Arş”, DİA, III, 407-408). Buna göre “arşı taşıyan melekler” de Allah’ın âlemin işleyişiyle görevli kıldığı melekler olarak anlaşılabilir. Allah’ın yarattığı birçok âlemden biri olan madde âlemi dağılırken O’nun diğer âlemlerdeki düzeni ve hükümranlığı (arşı) devam edecektir. Ancak burada özetlenen bilgiler yorumdan ibaret olup İmam Ebû Hanîfe, Eş‘arî ve Mâtüridî gibi âlimler bu âyetler müteşâbihattan olduğu için ifadeyi aynen kabul etmemiz gerektiğini, bunun ne anlama geldiğini bilemeyeceğimizi düşünmenin en doğru tutum olduğunu belirtmişlerdir.

Allah zamandan ve mekândan münezzeh olduğu için kıyamet gününde meleklerin O’nun arşını taşıması olayı, “Allah’ın kudretinin hesap günündeki tam ve kesin tezahürünün işareti” olarak yorumlanmıştır (İbn Âşûr, XXIX, 128; Esed, III, 1183; meleklerin Allah’ın arşını taşı­ması hakknda bilgi için bk. Mü’min 40/7) 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 444-445
 

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ


فَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

نُفِـخَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُفِـخَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. فِي الصُّورِ  car mecruru  نُفِـخَ  fiiline mütealliktir. نَفْخَةٌ , naib-i fail olup lafzen merfûdur.  وَاحِدَةٌ  kelimesi  نَفْخَةٌ  sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ


فَ, istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen ayette şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ , şart cümlesidir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. Şartın cevabı 15. ayette gelmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  نُفِخَ  fiiline müteallik olan car-mecrur فِي الصُّورِ , ihtimam için, naib-i fail olan  نَفْخَةٌ ‘e takdim edilmiştir.

النفخ ; üfürme, ağızdan nefes çıkarmadır. الصور  da, göklerden daha geniş, nurdan bir boynuzdur. Onu Allah'ın emri ile İsrafil üfler. Çok büyük bir ses çıkar. İnsanlar bu sesi işitince Allah'ın diledikleri hariç hepsi ölürler. Bu ayette murad olunan, birinci üfleyiştir. Bu sûra üflenince canlı hiçbir şey kalmaz ölür, âlem harap olur. Ayette   وَاحِدَةٌۙ  denilmesi tekid içindir. Çünkü  نَفْخَةٌ  zaten sadece bir kez oluşu da ifade etmektedir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

وَاحِدَةٌ  kelimesi  نَفْخَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

نُفِخَ - نَفْخَةٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

نُفِخَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

نُفِخَ  fiili  نَفْخَةٌ ‘a isnad edilmiştir. Halbuki asıl isnad edilmesi gereken kelime الصُّورِ ‘dir. Yani, masdariyet alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. 

Bu ayette  نُفِخَ  fiili meçhul gelmiştir. Ancak hakiki naib-i failine değil masdarına isnad edilmiştir. Tabirin aslı نُفِخَ الصُّورِ  (Sura üfürüldü) şeklindedir. Böyle isnadlara da masdariyye denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada geçen  نفخة  lafzı bir üfürüş manasına da gelebildiği halde peşinden  واحدة  tek sıfatı gelmektedir. Burada  نفخة  ifadesi cins isim olarak hem tekil hem de çoğul için de kullanılabilmektedir. Bu sıfatın getirilmesiyle üfürüşün bir kere olacağı noktasında durumun vehameti ve büyüklüğü için diğer ihtimalleri ortadan kaldırmıştır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatında Itnâb Üslubu)

[Sûra tek bir üfürme ile üfürüldüğü zaman]. Allah Teâlâ Kıyametin şanını yüceltmek ve önemini belirtmek için ondan mübalağalı bir şekilde korkutup da onu yalanlayanların geleceklerini anlatınca bunu açıklamaya başlamıştır.  نُفِخَ  fiilinin masdara ( نَفْخَةٌ 'e) isnadı onun sıfatla ( واحدة  ile) kayıtlamasından dolayı güzel olmuştur, fiilin müzekker olması da araya (فِي الصُّورِ ) lafzının girmesinden dolayı güzel olmuştur. Nasb ile  نَفْخَةً  şeklinde de okunmuştur ki, o zaman fiil car ile mecrura isnad edilmiş olur. Bundan da âlemin harap olacağı zaman ilk üfürme murad edilmiştir. (Beyzâvî)