27 Nisan 2026
Hâkka Sûresi 9-34 (566. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hâkka Sûresi 9. Ayet

وَجَٓاءَ فِرْعَوْنُ وَمَنْ قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِۚ  ...


Firavun, ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı olan Lût kavmi) hep o suçu işlediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَ ve geldiler ج ي ا
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 وَمَنْ ve kimseler
4 قَبْلَهُ ondan önceki ق ب ل
5 وَالْمُؤْتَفِكَاتُ ve altüst olmuş kentler ا ف ك
6 بِالْخَاطِئَةِ hatalı iş ile خ ط ا

Firavun’dan maksat, Hz. Mûsâ zamanındaki Mısır kralıdır (İbn Âşûr, XXIX, 120; Firavun ve kavmi hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/103 vd.). “Ondan öncekiler” tamlaması ise genel bir ifade olup Firavun’a kadar gelmiş geçmiş ve isyanları sebebiyle helâk olmuş kavimleri kapsamaktadır. Yukarıda geçen Âd ve Semûd kavimleri de bu grubun içinde yer alır. Altı üstüne getirilen şehirler ise Lût aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Sodom ve Gomore olarak yorumlanmıştır (bk. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/77-83). İşte bu kavimlerin her biri kendi peygamberine isyan edip onu yalancılıkla itham ettikleri için ayrı ayrı şiddetli cezalara mâruz kalmışlardır. 10. âyetteki “resul” kelimesinin tekil olması her bir kavme gönderilmiş olan ayrı bir peygamberi ifade eder (İbn Âşûr, XXIX, 122).

11. âyette değinilen olay, Hz. Nûh zamanında meydana gelmiş olan tûfandır. Nûh kavmi peygambere isyan etmelerinin cezasını tufanda boğularak çekmişler, Nûh’a inanıp onun gemisine binenler ise kurtulmuşlardır. İşte, “Sular coştuğu vakit sizi gemide biz taşıdık” meâlindeki cümle o gün Nûh’un gemisinde bulunup da Allah’ın lutfuyla kurtuluşa eren, sular çekildikten sonra da karaya çıkan ve sonrakilerin ataları, dedeleri durumunda bulunan müminlere işaret eder. Yukarıda kısaca değinilen olaylarda inkârcıların cezalandırılmış, inananların ise kurtarılmış olduğu bildirilerek olayların nesilden nesile aktarılması ve duyan herkesin bundan ibret alması amaçlanmıştır. Nitekim bu husus 12. âyette açıkça ifade edilmiştir (Nûh kavmi ve tûfanı hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/59-64; Hûd 11/25-49). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 443

وَجَٓاءَ فِرْعَوْنُ وَمَنْ قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِۚ


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup lafzen merfûdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu atıf harfi وَ ’la makabline matuf olup mahallen merfûdur.  قَبْلَهُ zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  الْمُؤْتَفِكَاتُ  atıf harfi وَ ‘la  فِرْعَوْنُ  kelimesine matuftur. بِالْخَاطِئَةِ  car mecruru  جَٓاءَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لْخَاطِئَةِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خطأ  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَٓاءَ فِرْعَوْنُ وَمَنْ قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِۚ


وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

فِرْعَوْنُ ‘ya matuf olan müşterek ismi mevsûl  مَنْ ‘in sıla cümlesi mahzuftur. Zaman zarfı   قَبْلَهُ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَالْمُؤْتَفِكَاتُ  kelimesi  فِرْعَوْنُ ‘ye matuftur.  بِالْخَاطِئَةِ  car mecruruجَٓاءَ  fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْخَاطِئَةِۚ  kelimesi masdar veya ism-i faildir. Hangisi olursa olsun tarif cins içindir. Cezaya müstehak olan günahları işleyen herkesi ifade eder. (Âşûr)

الْمُؤْتَفِكَاتُ  hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: Lût kavminin kentleridir, ‘Kentlerin halkları’ demektir. Bu, çoğunluğun görüşüdür.

İkincisi: Onlar günahları ile helak olan kimselerdir ki, en büyük günahları ifk (yalan) idi. Bunu da Zeccâc, demiştir.

Üçüncüsü: O Kârun ile kavmidir, bunu da Maverdi nakletmiştir. (Zâdu’l Mesîr, Âşûr)

Allah Teâlâ, Lût kavminin köylerini üstlerine çevirdi. Bu çeviriş onları yere batırmakla oldu. O köyler beş tane idi. Bunlar; Sa'be, Sa'de, Amra, Duma ve Sedûm'dur. Bunlar köylerin en büyükleridir. Lût kavminin helak ediliş sebebi, onların daha önce hiçbir âlemin işlemediği büyük kötülükler işlemiş olmalarıdır. (Rûhu’l Beyân)

Hata ile   الْخَاطِئَةِۚ , kasten yapmanın zıttı olan hata değil, doğrunun zıttı olan hata, suç ve cinayet işlemektir ki, bu hata da sözü geçen yalanlama cinayetidir. (Elmalılı)

 
Hâkka Sûresi 10. Ayet

فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَاَخَذَهُمْ اَخْذَةً رَابِيَةً  ...


Öyle ki Rablerinin elçilerine karşı geldiler. Bunun üzerine Allah da onları gittikçe artan bir azap ile yakaladı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَعَصَوْا karşı geldiler ع ص ي
2 رَسُولَ elçisine ر س ل
3 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
4 فَأَخَذَهُمْ O da onları yakaladı ا خ ذ
5 أَخْذَةً bir yakalayışla ا خ ذ
6 رَابِيَةً şiddeti gittikçe artan ر ب و

فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَاَخَذَهُمْ اَخْذَةً رَابِيَةً


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَصَوْا fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş elif üzerine mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

رَسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اَخَذَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَخْذَةً  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَابِيَةً  kelimesi  اَخْذَةً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَابِيَةً  kelimesi sülâsî mücerred olan ربو  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَاَخَذَهُمْ اَخْذَةً رَابِيَةً


Cümle atıf harfi  فَ  ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

رَسُولَ رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletlerini hatırlatmak ve tahkir kastı vardır. Rabb ismine muzâf olan  رَسُولَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Bu ayette  رَسُولَ  sözü tekil kullanılmıştır ama, ‘peygamberler’ anlamındadır. (Rûhu’l Beyân)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  فَاَخَذَهُمْ اَخْذَةً رَابِيَةً  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اَخْذَةً  kelimesi  اَخَذَ  fiilinin mef’ûlu mutlakıdır. 

İsm-i fail vezninde gelerek istimrar ve istikrar ifade eden  رَابِيَةً  kelimesi  اَخْذَةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَخَذَ - اَخْذَةً  ve  رَابِيَةً - رَبِّهِمْ  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bahsedilenler eğer Firavun ve ondan öncekiler ise, bu durumda, "Rablerinin gönderdiği peygamberi", Hz Musa (as)'dır yok eğer, bahsedilenler  الْمُؤْتَفِكَاتُ (altüst olmuş) kavimler ise, bu durumda kastedilen, Hz Lut (as)'dır. Vahidî şöyle der: "Bu konuda yapılacak izah şudur:  فَعَصَوْا  "İsyan ettiler" ifadesi ile her iki ümmet kastedildiği için,  رَسُولَ  "Resul" kelimesi ile, her iki peygamber kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki,  فَاَخَذَهُمْ اَخْذَةً رَابِيَةً  "Bundan dolayı O da onları fazla bir şiddetle yakalayıverdi" ifadesindeki  ربا  bir şey artıp, kabarıp, fazlalaşınca  kullanılır. Burada şöyle bir izah yapılabilir: Nasıl bunların fiilleri, kötülük bakımından, diğer kâfirlerin fiillerinden ileri idiyse, azapları da şiddet bakımından diğer kafirlerin azaplarından ileri ve fazla olacak. (Fahreddin er-Râzî,  Âşûr)

الأخْذُ , burada  الإهْلاكِ  anlamında kullanılmıştır. (Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 11. Ayet

اِنَّا لَمَّا طَغَا الْمَٓاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِۙ  ...


11-12. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz, (Nûh zamanında) su bastığı vakit, sizi gemide biz taşıdık ki, bu olayı sizin için bir uyarı yapalım ve belleyecek kulaklar da onu bellesin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 لَمَّا
3 طَغَى kabarınca ط غ ي
4 الْمَاءُ su(lar) م و ه
5 حَمَلْنَاكُمْ sizi taşıdık ح م ل
6 فِي
7 الْجَارِيَةِ akıp gidende (gemi) ج ر ي

اِنَّا لَمَّا طَغَا الْمَٓاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِۙ


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur.

Şart ve cevap fiilleri  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

طَغَا الْمَٓاءُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. طَغَا  şart fiili olup elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  الْمَٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ  cümlesi şartın cevabıdır. حَمَلْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  فِي الْجَارِيَةِ  car mecruru  حَمَلْنَا  fiiline mütealliktir.

اِنَّا لَمَّا طَغَا الْمَٓاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِۙ


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنْ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَمَّا طَغَا الْمَٓاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.

لَمَّا  kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  طَغَا الْمَٓاءُ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. 

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

Burada  طَغَا (coştu, taştı, sınırı aştı) fiili,  زاَد (arttı) manasına kullanılmış olup gerçek anlamın kastedilmesine engel karîne  الْمَٓاءُ  lafzıdır. Bu istiarede müşebbeh ve müşebbehün bihin mülayiminden herhangi bir şey zikredilmediği için istiâre-i mutlaka olarak isimlendirilir. (Süleyman Gür, Kadı Beyzâvî Tefsirinde Mecâz)

Burada istiare tâli bir yolla gerçekleşmiştir. İstiare,  طَغَا  kelimesindedir. Ayet-i kerîmede طَغَا  kelimesi çok su manasında kullanılmıştır. Vech-i şebeh haddi aşmak ve itidalden çıkmaktır. Burada Allah Teâlâ’nın kudreti beyan edilmektedir. Her yerin sular altında kaldığı korkunç bir sel durumunda, müminleri bir gemi içinde kurtarması anlatılmaktadır. Bu istiare; ilerde geniş olarak anlatılacağı gibi müşebbehün bih (müsteârun minh) zikredildiği için tasrîhiyye ve müstear olan kelime de fiil olduğu için tebeiyyedir. Bu ayetteki istiareyi farklı bir şekilde düşünmek de mümkündür. Müstear olan isim tuğyan değil  الْمَٓاءُ  kelimesidir. Su; teşhis (şahıslaştırma) yoluyla bir zalim ya da azgına benzetilmiştir. Zalimin haddini aşması durumunda helâk olması gibi, suyun fazlası da sel şeklini alarak zarar verir. İstiare bu şekilde düşünüldüğünde müşebbehün bih (müstearun minh) mahzuftur. Onun yerine müşebbeh (müstearun leh) zikredildiği için mekniyye olmuştur. Müstear olan kelime de fiil değil, camid bir isim olan  الْمَٓاءُ  kelimesi olduğu için de asliyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müstear ve müstearun minh  طَغَا  kelimesidir, aklîdir. Çünkü insanın bir sıfatıdır. Kibirlenmesi ve itidalden ayrılmasını ifade eder. Müstearun leh, suyun taşmasıdır, hissîdir. Câmî’ aşırı bir hakimiyet isteğidir, aklîdir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Beyân İlmi)

Burada da tuğyân kelimesinin müsteâr olduğunun delîli; su hakkında kullanılmasıdır. Bu da istihâle (değişiklik) çeşidinden bir karînedir. Belâğat âlîmleri tasrîhi istiarede karînenin müşebbehle, meknî istiarede ise karînenin müşebbehün bihle alakalı olması gerektiğini söylemişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi, Âşûr)

Önceki ayetteki  اَخَذَهُمْ  ile bu ayetteki  حَمَلْنَاكُمْ  arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Ayetteki  حَمَلْنَاكُمْ  ifadesinde, taşıma ile edilen iyiliğe dikkat çekilmektedir. Çünkü babalarının kurtuluşu, onların doğumlarına sebeptir. Gemi, akan giden anlamına gelen   الْجَارِيَةِۙ  kelimesi ile ifade edilmiştir. Çünkü gemi suyun üstünde akar gider. Onları taşımaktan murad, tufan günleri bitene kadar suyun üstünde yükseltmektir. (Rûhu’l Beyân)

الجارِيَةُ , mahzuf olan  السَّفِينَةُ ‘nin sıfatıdır. Bu kullanım çok yaygındır. (Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 12. Ayet

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِنَجْعَلَهَا onu yapalım diye ج ع ل
2 لَكُمْ size
3 تَذْكِرَةً bir ibret ذ ك ر
4 وَتَعِيَهَا ve onu bellesin و ع ي
5 أُذُنٌ kulak(lar) ا ذ ن
6 وَاعِيَةٌ belleyen و ع ي

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ


Fiil cümlesidir. لِ  harfi,  نَجْعَلَـهُٓ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte önceki ayette geçen  حَمَلْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.   

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)‘den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَجْعَلَهَا  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  تَذْكِرَةً ‘e mütealliktir. 

تَذْكِرَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  تَعِيَهَٓا  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اُذُنٌ  fail olup lafzen merfûdur.  وَاعِيَةٌ  kelimesi  اُذُنٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur.  وَاعِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وعى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ


Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle önceki ayetteki  حَمَلْنَا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

لَكُمْ  car mecruru ikinci mef’ûl olan  تَذْكِرَةً ‘e mütealliktir. 

Masdar sıygasında gelerek mübalağa ifade eden  تَذْكِرَةً ‘deki nekrelik, tazim ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öğrenmek anlamındaki  الوعى  kelimesi, aslında bilgiyi muhafaza etmek demektir. İnsanın bir şeyi kendisinin dışında bir kapta korumasına da  وعاء  kelimesinden,  اوعيت المتاع  denilir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

وَتَعِيَهَٓا  fiili  اُذُنٌ ‘a nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. İradesi olan canlılara mahsus olan tahsis etme fiili kulağa nispet edilmiş, böylece bir organ, kişi yerinde kullanılmıştır.

Ayrıca kulak, ism-i fail veznindeki  وَاعِيَةٌ  ile sıfatlanarak kişileştirilmiştir. Bilinçli iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اُذُنٌ  kelimesinin nekre oluşu tazim ifade eder. 

el-Hâkka suresinin dokuzuncu ayetinde ifade edilen  مَنْ قَبْلَهُ  kısmı, sonraki ayetlerle birlikte düşünüldüğünde Firavun’dan önce bu şekilde şiddetli bir yakalama ile cezalandırılan başka bir millet olmadığı için Nûh (as) kavmini hatırlatmaktadır. Devam eden ayetlerde de suyun taşmasından bahsedilmesi bunu desteklemekte ve bu olayda insanlığın taşındığını vurgulamaktadır. Bunun bir ibret olduğu düşünülür ve Nûh (as)’ın insanlığın ikinci babası olduğu hatırlanacak olursa, ve  مَنْ قَبْلَهُ  ifadesinde Allah’ın gazabının ve nimetinin idmâc edildiği anlaşılacaktır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اُذُنٌ وَاعِيَةٌ (Kavrayan kulaklar) korunması gerekeni koruyan (alıcı) kulaklar, bu da onu düşünmek, onu yaymak, üzerinde fikir yürütmek ve gereğince amel etmekle olur.  اُذُنٌ  şeklinde nekre olması onun azlığı ve böyle az bir şeyin büyük bir kalabalığın kurtarılması ve nesillerinin devam etmesine sebep olduğu içindir. (kulaktan kulağa anlatılması ve duyanların bundan ibret alması gibi). (Beyzâvî,  Âşûr)

Hâkka Sûresi 13. Ayet

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ  ...


13-15. Ayetler Meal  :   
Sûr’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyamet kopmuş)tur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 نُفِخَ üflendiği ن ف خ
3 فِي
4 الصُّورِ Sur’a ص و ر
5 نَفْخَةٌ üfleme ن ف خ
6 وَاحِدَةٌ bir tek و ح د

Sözlükte sûr, “üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru” diye tarif edilir. Geleneksel İslâmî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrâfil, sûr adı verilen boruyu iki defa üfleyecek, ilk üflemede kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir (sûr hakkında ayrıca bk. En‘âm 6/73). Kıyamet sahnelerini tasvir eden bu ayetler, 1-3. âyetlerle bağlantılı olup onları açıklamakta ve kıyamet denilen olayın nasıl meydana geleceğini, dolayısıyla dünya hayatının nasıl son bulacağını anlatmaktadır (krş. Kehf 18/47). “Gök yarılır, o gün (bütün) bunların düzeni çökmüştür” meâlindeki 16. âyet kıyametin kopması sırasında sadece yerkürenin değil, gök cisimlerinin de düzeninin bozulacağını, şimdiki düzen ve özelliklerini kaybedeceğini ve mevcut kozmik sistemin tümüyle çökeceğini ifade eder (krş. Enbiyâ 21/104; Zümer 39/67).

Eski müfessirler 17. ãyetteki “Melekler göklerin etrafındadır” ifadesini, “Gökler yarılınca melekler, kendileri için mesken edinmeye elverişli durumdaki yarılmayan yerlere çekilirler” şeklinde tefsir etmişlerdir (meselâ bk. Râzî, XXX, 108; Şevkânî, V, 326). İbn Âşûr ise bu kısmı, “Melekler göklerin etrafında cennetlikleri cennete yerleştirmek, cehennemlikleri de cehenneme sevketmekle meşgul olurlar” şeklinde yorumlamıştır (XXIX, 127). Sonuç itibariyle âyet meleklerin kıyamet dehşetinden korunmuş bir alanda yapacakları görevlerini anlatmaktadır.

Arş kelimesi daha önce birçok âyette geçmiş ve hakkında gereken açıklamalar yapılmıştır (özellikle bk. A‘râf 7/54). “O gün rabbinin arşını, bunların da üstünde olan sekiz (melek) taşır” diye çevirdiğimiz bölümde arşı taşıyan “sekiz”den maksadın ne olduğu Kur’an tarafından açıklanmamıştır. Müfessirler âyetin bağlamını dikkate alarak bu ifadeyi yukarıda anlatılan meleklerin üstünde, kendilerine “hamele-i arş” (arşın taşıyıcıları) denilen sekiz melek veya sekiz taşıyıcı olarak yorumlamışlardır (Elmalılı, VIII, 5322). Sekiz şahıs, sekiz saf, sekizin on katı seksen melek vb. yorumlar yapanlar da olmuştur (İbn Âşûr, XXIX, 127). Biz, meâlde “sekiz melek” yorumunu tercih ettik; Râzî ise “sekiz şahıs” ifadesini tercih etmiştir (XXX, 109). Ayrıca Cehmiye ve Mu‘tezile âlimleriyle Sünnî ulemâsının önemli bir kısmı, arş kelimesini “mülk” yani bütünüyle âlem olarak yorumlamışlardır (bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Arş”, DİA, III, 407-408). Buna göre “arşı taşıyan melekler” de Allah’ın âlemin işleyişiyle görevli kıldığı melekler olarak anlaşılabilir. Allah’ın yarattığı birçok âlemden biri olan madde âlemi dağılırken O’nun diğer âlemlerdeki düzeni ve hükümranlığı (arşı) devam edecektir. Ancak burada özetlenen bilgiler yorumdan ibaret olup İmam Ebû Hanîfe, Eş‘arî ve Mâtüridî gibi âlimler bu âyetler müteşâbihattan olduğu için ifadeyi aynen kabul etmemiz gerektiğini, bunun ne anlama geldiğini bilemeyeceğimizi düşünmenin en doğru tutum olduğunu belirtmişlerdir.

Allah zamandan ve mekândan münezzeh olduğu için kıyamet gününde meleklerin O’nun arşını taşıması olayı, “Allah’ın kudretinin hesap günündeki tam ve kesin tezahürünün işareti” olarak yorumlanmıştır (İbn Âşûr, XXIX, 128; Esed, III, 1183; meleklerin Allah’ın arşını taşı­ması hakknda bilgi için bk. Mü’min 40/7) 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 444-445

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ


فَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

نُفِـخَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُفِـخَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. فِي الصُّورِ  car mecruru  نُفِـخَ  fiiline mütealliktir. نَفْخَةٌ , naib-i fail olup lafzen merfûdur.  وَاحِدَةٌ  kelimesi  نَفْخَةٌ  sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌۙ


فَ, istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen ayette şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ , şart cümlesidir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. Şartın cevabı 15. ayette gelmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  نُفِخَ  fiiline müteallik olan car-mecrur فِي الصُّورِ , ihtimam için, naib-i fail olan  نَفْخَةٌ ‘e takdim edilmiştir.

النفخ ; üfürme, ağızdan nefes çıkarmadır. الصور  da, göklerden daha geniş, nurdan bir boynuzdur. Onu Allah'ın emri ile İsrafil üfler. Çok büyük bir ses çıkar. İnsanlar bu sesi işitince Allah'ın diledikleri hariç hepsi ölürler. Bu ayette murad olunan, birinci üfleyiştir. Bu sûra üflenince canlı hiçbir şey kalmaz ölür, âlem harap olur. Ayette   وَاحِدَةٌۙ  denilmesi tekid içindir. Çünkü  نَفْخَةٌ  zaten sadece bir kez oluşu da ifade etmektedir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

وَاحِدَةٌ  kelimesi  نَفْخَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

نُفِخَ - نَفْخَةٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

نُفِخَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

نُفِخَ  fiili  نَفْخَةٌ ‘a isnad edilmiştir. Halbuki asıl isnad edilmesi gereken kelime الصُّورِ ‘dir. Yani, masdariyet alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. 

Bu ayette  نُفِخَ  fiili meçhul gelmiştir. Ancak hakiki naib-i failine değil masdarına isnad edilmiştir. Tabirin aslı نُفِخَ الصُّورِ  (Sura üfürüldü) şeklindedir. Böyle isnadlara da masdariyye denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada geçen  نفخة  lafzı bir üfürüş manasına da gelebildiği halde peşinden  واحدة  tek sıfatı gelmektedir. Burada  نفخة  ifadesi cins isim olarak hem tekil hem de çoğul için de kullanılabilmektedir. Bu sıfatın getirilmesiyle üfürüşün bir kere olacağı noktasında durumun vehameti ve büyüklüğü için diğer ihtimalleri ortadan kaldırmıştır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatında Itnâb Üslubu)

[Sûra tek bir üfürme ile üfürüldüğü zaman]. Allah Teâlâ Kıyametin şanını yüceltmek ve önemini belirtmek için ondan mübalağalı bir şekilde korkutup da onu yalanlayanların geleceklerini anlatınca bunu açıklamaya başlamıştır.  نُفِخَ  fiilinin masdara ( نَفْخَةٌ 'e) isnadı onun sıfatla ( واحدة  ile) kayıtlamasından dolayı güzel olmuştur, fiilin müzekker olması da araya (فِي الصُّورِ ) lafzının girmesinden dolayı güzel olmuştur. Nasb ile  نَفْخَةً  şeklinde de okunmuştur ki, o zaman fiil car ile mecrura isnad edilmiş olur. Bundan da âlemin harap olacağı zaman ilk üfürme murad edilmiştir. (Beyzâvî)

Hâkka Sûresi 14. Ayet

وَحُمِلَتِ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَحُمِلَتِ yerlerinden kaldırıldığı ح م ل
2 الْأَرْضُ arz ا ر ض
3 وَالْجِبَالُ ve dağlar ج ب ل
4 فَدُكَّتَا çarpıştırıldığı د ك ك
5 دَكَّةً çarpma ile د ك ك
6 وَاحِدَةً bir tek و ح د

وَحُمِلَتِ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  حُمِلَتِ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir. الْاَرْضُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  الْجِبَالُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

فَ  atıf harfidir.  دُكَّتَا  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili elif olup mahallen merfûdur.  دَكَّةً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاحِدَةً  kelimesi  دَكَّةً ‘in sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَحُمِلَتِ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً


Ayet atıf harfi  وَ ‘la, önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

الْجِبَالُ  naib-i fail olan  الْاَرْضُ ‘ya matuftur. Cihet-i câmiâ temâsüldür. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

حُمِلَتِ  fiili  الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ ‘ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan yüklenme fiili yeryüzü ve dağlara nispet edilerek, cansız olan şeyler, canlı yerine konmuştur.

Aynı üslupta gelen  فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً   cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir.  Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

وَاحِدَةً , mef’ûlu mutlak olan  دَكَّةً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

دُكَّتَا - دَكَّةً  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حُمِلَتِ  - دُكَّتَا  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

13-14. ayetler incelendiğinde, bunların tamamında müsnedün ileyhin hazfedildiği görülür. Çünkü Kur’an-ı Kerîm, insanları olayları kimin yaptığı ile meşgul etmeksizin onları büyük olaylara yönlendiriyor. Sûra kim üfleyecek, yeri kim başka bir yere dönüştürecek, cehennem nasıl getirilecek, kaç melek getirecek? Bunlar ayetlerde zikredilmiyor. Çünkü burada bunların zikrinden daha büyük bir hedef vardır. (Dr. Zafer Akyüz, Fadl Hasan Abbâs Ve Belâgat İlmindeki Yeri)

الدك  kelimesi  الدق  kelimesinden daha beliğdir. Ayetteki bu ifadeye, "Öylesine bir yayılıp serildiler ki, adeta her ikisi de hiçbir inişi-çıkışı olmayan dümdüz bir arazi haline geldiler" şeklinde de mana verilmiştir. Buna göre ayet, "dümdüz olduğunda" ifadesi  بعير أدك "Devenin hörgücü, düz oldu" sözüne varıp dayanır. Yine Arapça'da,  ناقة دكاء  "Hörgücü düz, erkek ve dişi deve" denir.  الدكان  "Dükkan" kelimesi de bu köktendir. (Fahreddin er-Râzî,  Âşûr )

دَكَّةً , aynı zamanda  الدكان  dükkana, yani kapı önünde oturmak için üstü bir yüzey halinde düzeltilmiş tümsek ve taraça ve teras gibi yapıya da denir. Dekk etmek, duvar gibi yüksek bir şeyi alçaltmak ve düzeltmek için vurup yıkarak kırıp dökmek ve dekk etmek gibi dövüp ezmek ve bir şeyin girinti ve çıkıntısını, pürüzünü düzeltmek için ezerek veya sürterek, eğeleyerek veya çukurlarını doldurarak herhangi bir şekilde düzlemeye denilir ki bunlar birbirlerinin gereği gibidir. (Elmalılı)

الدك  Dekk'te, bir bütünü meydana getiren kısımlar tamamen dağılıp düzlenir;  الدق  dakk'ta ise, bütünü meydana getiren kısımlar parçalanma halinde irili ufaklı olabilir. (Elmalılı)

Bunlar hep insanlarla ilgileri bakımından haber verilmekte olduğu için yeryüzü ve dağların bu halinden, zikr-i mahal irade-i hal yani bir yeri söyleyip orada bulunanı kastetme kabilinden, üzerinde bulunan çeşitli sınıflardaki insanların çarpıştırılması suretiyle yeryüzünün düzlenmesi manasını da hissettirmiş olurlar. (Elmalılı)

 
Hâkka Sûresi 15. Ayet

فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَيَوْمَئِذٍ işte o gün
2 وَقَعَتِ vuku bulur و ق ع
3 الْوَاقِعَةُ olacak olan و ق ع

فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ


فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  وَقَعَتِ  fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

وَقَعَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  الْوَاقِعَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الْوَاقِعَةُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وقع  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ


Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, 13. ayetteki şartın cevabıdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ , durumun o güne mahsus olduğunu belirtmek üzere amili olan  وَقَعَتِ  fiiline takdim edilmiştir. 

يَوْمَئِذٍ ‘nin sonundaki tenvin, takdiri يوم إذ نفخ في الصور (Sûra üfürüldüğü gün) olan, muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

وَقَعَتِ - الْوَاقِعَةُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette geçen  الْوَاقِعَةُ  kelimesi kıyametin isimlerinden birisidir. Vukuu kesin olduğu için bu adı almıştır. Yani durum böyle olunca vaad olunduğunuz kıyamet kopar. Yahut da mana şudur: ”Büyük musibet iner." O da kıyamet çığlığıdır. Bu cümle, yukarıdaki ”sûra bir üfürüş üfürüldüğü zaman..." ayetinin cevabıdır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 16. Ayet

وَانْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌۙ  ...


Gök de yarılmış ve artık o gün o da çökmeye yüz tutmuştur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَانْشَقَّتِ yarılmıştır ش ق ق
2 السَّمَاءُ gök س م و
3 فَهِيَ o
4 يَوْمَئِذٍ o gün
5 وَاهِيَةٌ zayıftır و ه ي

وَانْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌۙ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. انْشَقَّتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تِ  te’nis alametidir. السَّمَٓاءُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يَوْمَ  zaman zarfı  وَاهِيَةٌ ‘a mütealliktir.  إذ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  وَاهِيَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

انْشَقَّتِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  شقق ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.

وَاهِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وهى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَانْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌۙ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir.  وَانْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌۙ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. 

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هِيَ  mübteda,  وَاهِيَةٌ  haberdir. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ ‘nin sonundaki tenvin, takdiri يوم إذ نفخ في الصور (Sûra üfürüldüğü gün) olan muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Amilinden sonra gelmesi gereken  يَوْمَئِذٍ , durumun o güne mahsus olduğunu belirtmek üzere amili olan  وَاهِيَةٌۙ ‘ye takdim edilmiştir. 

Müsned olan  وَاهِيَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

الشَّقُّ , yerde bir menfez, delik açmaktır. (Âşûr) 

فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌۙ  Artık o gün gök vahiyedir. Yani, gevşemiş, gücü kuvveti kalmamış, sapasağlam iken tıpkı çırpılıp, atılmış yün gibi olur demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

الوَهْيُ  ile  الوَهْنِ  birbirine yakın kelimelerdir. Ancak  الوَهْيَ  çoğunlukla akılsız varlıklar için, الوَهْنِ  ise insanlar için kullanılır. (Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 17. Ayet

وَالْمَلَكُ عَلٰٓى اَرْجَٓائِهَاۜ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌۜ  ...


Melekler onun kıyılarındadır. O gün Rabbinin Arş’ını, bunların da üstünde sekiz taşıyıcı taşır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْمَلَكُ vre melekler de م ل ك
2 عَلَىٰ
3 أَرْجَائِهَا onun kenarlarındadır ر ج و
4 وَيَحْمِلُ ve taşır ح م ل
5 عَرْشَ tahtını ع ر ش
6 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
7 فَوْقَهُمْ üstlerinde ف و ق
8 يَوْمَئِذٍ o gün
9 ثَمَانِيَةٌ sekiz (melek) ث م ن
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “ Arş’ı taşıyan meleklerden biri hakkında konuşmama izin verildi. Onun kulak memesinden omuzuna kadar olan mesafe 700 yıllık yoldur.”
(Ebu Davut, Sünnet 18; Elbani Silsieitü’l-ehadisi’s-sahiha 282- 283 ,nr. 151).

وَالْمَلَكُ عَلٰٓى اَرْجَٓائِهَاۜ 


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.  الْمَلَكُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  عَلٰٓى اَرْجَٓائِهَا  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  يَحْمِلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَرْشَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَوْقَهُمْ  mekân zarfı,  ثَمَانِيَةٌ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  يَحْمِلُ  fiiline mütealliktir.  ئِذٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  ثَمَانِيَةٌ  kelimesi  يَحْمِلُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.

وَالْمَلَكُ عَلٰٓى اَرْجَٓائِهَاۜ وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌۜ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la  وَانْشَقَّتِ السَّمَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰٓى اَرْجَٓائِهَا , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bazıları da "melek kelimesi, başında mim asıl harflerinden olmak üzere mülk ve melekût maddelerinden ‘kuvvet’ manasınadır demişlerdir. Çoğulu "emlâk" veya kural dışı olarak المَلائِكَ  olabilir. Buna göre ikisi bir kavramda birleşebilirse de "melek"te bu kuvvet manası; "melaike"de önceki elçilik manası daha açık görünür. "Melek, melâikeden daha geniş kapsamlıdır." denilmesinin sebebinin de bu olması düşünülebilir. Her melâike melektir, kuvvettir. Fakat her meleğin melâike olması gerekmez. Elçilik görevi yapmayan melekler de vardır. Fakat Ragıb Müfredât'ında şöyle der: "Nahivciler melek lafzını melâike lafzından kılmışlar ve başındaki mimin fazladan olduğunu söylemişlerdir. Araştırmacı bazı alimler ise onun mülk kelimesi ile aynı kökten olduğu kanaatine varmışlar ve şöyle demişlerdir: Melâikeden yönetim ve idare ile ilgili bir şeyle görevlendirilene melek denir. İnsanlardan ise bu şekilde bir görev alanlara melik denir. Her melek melâikedir, her melâike melek değildir. (Elmalılı, Âşûr)

الأرجاء kelimesi, عَاصَا kalıbında kısa elifle yan ve kenar manasına olan  رجا ‘nın çoğulu olup yanlar ve kenarlar demektir.  اَرْجَٓائِهَ , onun yan tarafları ve kenarları manasına gelir. (Elmalılı)

رجا  kelimesi, kuyu ve kabir kazma vb. manalarında kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)

وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfredilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleye fiilin tekrarı ve yenilenmesi anlamının ilave olması için, fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَحْمِلُ  fiilinin mef’ûlü olan  عَرْشَ رَبِّكَ  izafetinde Hz.Peygambere ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz. Peygamber ve yine Rabb ismine muzâf olan  عَرْشَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, zarflar ve mef’ûl, ihtimam için fail olan ثَمَانِيَةٌ ‘e takdim edilmiştir

فَوْقَهُمْ  mekan zarfı, mef’ûl olan  عَرْشَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

 يَحْمِلُ  fiiline müteallik zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ ‘nin sonundaki tenvin takdir edilen muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فَوْقَهُمْ  hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: Başlarının üstünde, yani Arş onu taşıyanların başlarının üstündedir, bunu Mukâtil, demiştir.

İkincisi: Etrafındakilerin üstündedir, yani Arşı taşıyanlar onun etrafındaki meleklerin üzerindedir.

Üçüncüsü: Onlar kıyamet halkının üstündedir, bu ikisini Maverdî nakletmiştir. (Zâdu’l Mesîr)

ثَمَانِيَةٌۜ  hakkında üç görüş vardır:

Birincisi: Sekiz melek, hadiste şöyle gelmiştir: Onlar bugün dörttür, kıyamet günü olduğu zaman Allah onlara imdat olarak dört melek daha gönderir. Bu cumhûrun görüşüdür.

İkincisi: Sekiz saf melektir ki, sayılarını ancak aziz ve celil olan Allah bilir. Bunu da İbn Abbâs, İbn Cübeyr ve İkrime, demişlerdir.

Üçüncüsü: Mukarrebun'dan sekiz sınıf melektir ki, sayılarını ancak Allah bilir, bunu da Mukâtil, demiştir. Ebû Dâvud, Sünen'inde, Cabir b. Abdullah hadisinde Peygamber (sav)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana Allah'ın Arşı taşıyan meleklerinden bir melek hakkında konuşmama izin verildi: Onun kulak memesi ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz yıllık yoldur. (Ebû Dâvud, Sünnet, bab, 18) (Zâdu’l Mesîr, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 18. Ayet

يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفٰى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ  ...


O gün (hesap için Allah’a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَئِذٍ o gün
2 تُعْرَضُونَ arz olunursunuz ع ر ض
3 لَا
4 تَخْفَىٰ gizli kalmaz خ ف ي
5 مِنْكُمْ sizden
6 خَافِيَةٌ hiçbir giz خ ف ي

يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفٰى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ


يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  إذ  için muzâftır.  تُعْرَضُونَ  fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. 

تُعْرَضُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَا تَخْفٰى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ  cümlesi  تُعْرَضُونَ  fiilinin fail zamirinden haldir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). 

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَخْفٰى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْكُمْ  car mecruru  تَخْفٰى  fiiline mütealliktir.  خَافِيَةٌ  kelimesi  تَخْفٰى ‘nın faili olup lafzen merfûdur. 

خَافِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خفى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لَا تَخْفٰى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.  

Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُعْرَضُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  önemine binaen amili olan  تُعْرَضُونَ fiiline takdim edilmiştir. 

يَوْمَئِذٍ ‘nin sonundaki tenvin takdir edilen muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَا تَخْفٰى مِنْكُمْ خَافِيَةٌ  cümlesi,  تُعْرَضُونَ ‘deki zamirin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için fail olan  خَافِيَةٌ ‘e takdim edilmiştir.

Car mecrur  مِنْكُمْ , mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

تَخْفٰى - خَافِيَةٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَوْمَئِذٍ  kelimesinin bu ayette dördüncü kez tekrarı tehvil (korkutmak) içindir. (Âşûr) 

Burada  تُعْرَضُونَ  "arz olunursunuz" sözü "hesaba çekilirsiniz" sözünden mecaz olup durumlarını görmesi için bir hükümdara askerlerinin arz olunmasına benzetilerek ifade edilmiştir. Bununla beraber dünyadaki arz ve sunmalar gibi dış görünüşe bakılan bir geçitten ibaret olmadığı anlatılmak üzere şöyle buyuruluyor: Öyle arz olunursunuz ki gizli bir durumunuz kalmaz. "Ve herşeye hakim olan bir Allah'ın huzuruna çıkacaklar." (İbrahim, 14/48) sırrı tam anlamıyla ortaya çıkar. İmam Ahmed, Abd b. Humeyd, Tirmizî, İbnü Mâce, İbnü Hâtim ve İbni Merduye'nin Ebû Mûsa el-Eş'ari (ra)'den rivayet ettiklerine göre Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar kıyamet günü üç kere arz olunur. Bu arzların ikisi karşılıklı kavga, mücadele ve özür beyan etmeleridir. Ama üçüncüsü, işte o zaman, ellerde amel defterlerinin uçuştuğu arzdır."(Elmalılı, Âşûr)

Keşşaf yazarı Zemahşerî şöyle der: ” Bu ayette geçen  خَافِيَةٌ  kelimesi, dünyada Allah tarafından gizlenen hal, ‘sır’ anlamındadır. سر  ve  سريرة  ise gizlenen, örtülen anlamındadır. Kıyamet gününde müminlerin durumları açığa çıkınca sevinçleri artar. Başkalarının durumları açığa çıktığında ise keder ve utanç meydana gelir. Ayet-i kerime, insanları günah işlemekten men etmekte son derece etkilidir. Çünkü günah kişiyi yaratıklar arasında rüsvay eder. İnsanın kalbi öyle bir durumda olmalı ki, bir tabağa konulup da insanlar arasında dolaştırılsa, içerisinde utanç verecek hiçbir şey bulunmasın. İşte bu, ihlaslı ve fedakâr kişilerin özelliğidir." (Rûhu’l Beyân)

 
Hâkka Sûresi 19. Ayet

فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ  ...


İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا o zaman
2 مَنْ kimse
3 أُوتِيَ verilen ا ت ي
4 كِتَابَهُ Kitabı ك ت ب
5 بِيَمِينِهِ sağından ي م ن
6 فَيَقُولُ der ki ق و ل
7 هَاؤُمُ alın
8 اقْرَءُوا okuyun ق ر ا
9 كِتَابِيَهْ Kitabımı ك ت ب

“Kitap”tan maksat amel defteridir; mahşerde kişinin amel defterinin sağ tarafından verilmesi onun dünya hayatında Allah’ın emrine uygun, dürüst ve erdemli bir hayat yaşadığını, dolayısıyla sicilinin temiz olduğunu gösterir. Bu durumda olan kimse Allah’ın lutfuyla kurtuluşa erenlerden olduğunu anlar ve “Alın, kitabımı okuyun” diyerek mutluluğunu başkalarıyla paylaşmak ister (bk. Râzî, XXX, 111). 20. âyet amel defteri sağından verilen kimsenin dünyada iken âhirete iman ettiğini ve ona göre hazırlık yaptığını gösterir. 24. âyette zikredilen “geçmiş günler”den maksat ise dünya hayatında geçen günlerdir (bk. Râzî, XXX, 113). Buna göre 21-24. âyetlerde mahşerde amel defteri sağ tarafından verilen kimsenin dünyada yaptığı iyi amellere karşılık âhirette elde edeceği nimetler tasvir edilmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 447

فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ


فَ  istînâfiyyedir.  اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar) 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تِيَ ‘dir. Îrabdan mahali yoktur.  

اُو۫تِيَ  fetha üzere mebni, meçhul, mazi fiildir. Naibi faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  كِتَابَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَيَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü-l kavli  هَٓاؤُ۬مُ ’dur . يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen merfûdur.

هَٓاؤُ۬مُ  isim fiil  خذوا  manasındadır. Emir için kullanılan isim fiildir.  اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْ  cümlesi  هَٓاؤُ۬مُ ‘ den bedel olarak mahallen mansubdur. 

اقْرَؤُ۫ا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.

كِتَابِيَهْ  mef’ûlun bih olup  ى  üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   ه  sekte içindir.

Hâ-i sekte: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları,Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan Hâ-i sekt’lerin;

A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında vakıf ve vasıl halinde hâ-i sekteleri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır: Bakara, 259. ayette:  لمْ يَتسَنّهْ / En’am, 90. ayette:  إقْتدِهْ / Hâkka; 19, 25 . ayetlerde:  كِتابيَهْ / Hâkka; 20, 26. ayetlerde: حسابيَهْ / Hâkka, 28. ayette: ماليَهْ / Hâkka, 29. ayette: سلْطانِيَهْ  / Kâria, 10. ayette: ما هِيَهْ 

اُو۫تِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال  babındadır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

إِفْعَال  babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ


فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart üslubunda gelen ayette  اَمَّا  tafsil harfi, şart ve tekid ifade eder. 

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tahkir ifade eder. Sılası olan  اُو۫تِيَ كِتَابَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بِيَم۪ينِه۪  car mecruru  اُو۫تِيَ  fiiline mütealliktir.

اُو۫تِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْ , aynı zamanda, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümlenin hükmünü takviye etmiştir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  هَٓاؤُ۬مُ , emir için kullanılan isim fiildir.  خذوا : ‘alın, tutun’ manasındadır.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْ  cümlesi  هَٓاؤُ۬مُ ‘dan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. 

هَٓاؤُ۬مُ : çoğul emir kalıbıdır. Tekil için  هَٓا يا رجلُ , ikil için  هَٓاؤُ۬ما يا رجلان , üç için de  هَٓاؤُ۬م يا رجال (alın, tutun) denir. (Zâdu’l Mesîr, Âşûr)

كِتَابِيَهْۚ - كِتَابَهُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Önceki ayette, kıyamette insanların hiçbir şeylerinin gizli kalmayacağı bütün insanlığa hitap edilerek cem’ edilmiş, siyakında da kitabı sağından ve solundan verilen kimselerin karşılaşacakları durumlar, mutluluk ve pişmanlık ifadeleri ayrı ayrı zikredilerek taḳsim yapılmıştır.   

كِتَابَهْ ‘deki  ه , sekte içindir. (Yani ha sesi üzere durulsun diye)  حِسَابِيَهْۚ , مَالِيَهْۚ, سُلْطَانِيَهْۚ  kelimelerinin sonundaki ha’lar da böyledir. Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri hâ olmaksızın ya harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de ha’yı ispatla okumuştur. (Keşşâf, Âşûr)

Bu ayette geçen  بِيَم۪ينِه۪  kelimesi, birkaç ayet sonra gelecek olan  شمال  kelimesine karşılık olduğundan ‘sağ el, sağ taraf’ demektir ki sağlamlık, dürüstlük, uygunluk, temizlik, uğur, hayır ve kazanç ifade eder. Kitabın insana sağıyla verilmesi ifadesinde önemli nükteler vardır. Evvela, insanın bir işini kendi eliyle yapması, kendi gücü ve vasıtasıyla istediği gibi yapması, kazanması demektir. Sağ eliyle yapması sağlam, dürüst, uygun, kendi lehinde iyi yapması; sol eliyle yapması da tersine yapması; arkaya atması ise ihmal etmesi, başkasından umması anlamlarını ifade eder. Onun için iyi amelleri yazan melekler sağda, kötü amelleri yazan melekler solda denildiği gibi melek sağdan, şeytan soldan gelir denir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 20. Ayet

اِنّ۪ي ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ  ...


“Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنِّي süphesiz ben
2 ظَنَنْتُ sezmiştim ظ ن ن
3 أَنِّي elbette benim
4 مُلَاقٍ karşılaşacağımı ل ق ي
5 حِسَابِيَهْ hesabımla ح س ب

اِنّ۪ي ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  ظَنَنْتُ اَنّ۪ي  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

ظَنَنْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. ظَنَنْتُ  ‘sanmak’ anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  ظَنَنْتُ  fiilin iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur. 

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مُلَاقٍ  mahzuf  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur.  حِسَابِيَهْ  kelimesi ism-i fail olan  مُلَاقٍ ‘in mef’ûlun bih olup  ى  üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ه  sekte içindir.

Hâ-i sekte: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları,Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan hâ-i sektelerin;

A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında, vakıf ve vasıl halinde hâ-i sekteleri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır: Bakara, 259. ayette:  لمْ يَتسَنّهْ / En’am, 90. ayette:  إقْتدِهْ / Hâkka; 19, 25 . ayetlerde:  كِتابيَهْ / Hâkka; 20, 26. ayetlerde: حسابيَهْ / Hâkka, 28. ayette: ماليَهْ / Hâkka, 29. ayette: سلْطانِيَهْ / Kâria, 10. ayette: ما هِيَهْ 

مُلَاقٍ  kelimesi mankus isimdir.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzî olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُلَاقٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâ’ale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنّ۪ي ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ  cümlesi, اِنّ۪ ‘nin haberidir. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْ , masdar teviliyle  ظَنَنْتُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret eden  مُلَاقٍ , masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin haberidir.

مُلَاقٍ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

حِسَابِيَهْۚ , sülasi mezid مفاعلة  babının masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Buradaki  الحساب  hesap,  المحاسبة /muhasebe manasınadır. O, kulların amellerini ister hayır olsun, ister şer olsun ahirette sayıp döker. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

ظَنَنْتُ (zannettim) fiili,  علمت (bildim) anlamında olup burada da ilim anlamında kullanılmıştır; çünkü zann-ı galip, âdetlerde ve hükümlerde ilim yerine geçer ve “Yakîn derecesindeki bir zanla öyle zannediyorum ki şu iş şöyle şöyledir.” denilir. (Keşşâf, Âşûr)

Hâkka Sûresi 21. Ayet

فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۙ  ...


Artık o, hoşnut bir hayat içindedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَهُوَ artık o
2 فِي içindedir
3 عِيشَةٍ bir yaşam ع ي ش
4 رَاضِيَةٍ memmun eden ر ض و

فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۙ


İsim cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي ع۪يشَةٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  رَاضِيَةٍ  kelimesi  ع۪يشَةٍ  sıfat olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَاضِيَةٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  رضو  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۙ


فَ , istînâfiyyedir.  

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ع۪يشَةٍ , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

‘’Hayat" diye ifade edilen  ع۪يشَةٍ  kelimesi, bir yaşama biçimi anlamındadır.  المعاش  ve  المعيش  de aynı anlama gelirler. Kişinin yaşantısı ona bağlı olduğu için  المعيشة  kelimesi de bu kökten türemedir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

ع۪يشَةٍ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.  ع۪يشَةٍ  için sıfat olan  رَاضِيَةٍ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ع۪يشَةٍ  sıfatı olan  رَاضِيَةٍۙ ‘in, ism-i mef’ûl yerine ism-i fail vezninde gelmesinde istiare sanatı vardır. Hayat, iradesi olan bir canlının sahip olduğu özellikle sıfatlanarak bir insana benzetilmiştir.

مَرْضِيّة  şeklinde gelmesi gereken kelime, ism-i fail şeklinde gelmiştir. Mecazî isnad vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَاضِيَةٍ  (razılıklı) yani rızaya mensup. Tıpkı ed-dâri‘ (zırhlı) ve en-nâbil (okçu, silahşör) kelimeleri gibi. Nispet iki türlüdür: Harf ile nispet, sıyga ile nispet. Razı olma fiili, mecazen  ع۪يشَةٍ (yaşam) için kullanılmıştır; oysa ‘yaşam’a değil o yaşamın sahibine aittir. (Keşşâf)

Memnunluk ve hoşnutluk yaşayışın değil de, O yaşayışın sahibinin sıfatı iken  رَاضِيَةٍ , yani hoşnut olan ve  مَرْضِيّة  yani ‘’kendisinden hoşnut olunan’’ mertebelerinin hepsine birden işaret olmak üzere mecâz-ı aklî denilen isnât-ı mecâzi yoluyla mübalağa ifade etmesi için yaşayışın kendisine nispet edilerek "hoşnut bir yaşayış" denilmiştir ki, yalnız o kendisi razı ve hoşnut olmakla kalmayacak, onun güzel huylarından, güzel işlerinden feyizlenerek daha ziyade güzelleşmiş olan bizzat hayatın kendisi de ondan razı, o kendisi merziyye yani ‘kendisinden razı olunmuş ve sevilmiş olacaktır’ demek olur. (Elmalılı, Âşûr)

Hâkka Sûresi 22. Ayet

ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ  ...


Yüksek bir cennettedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي
2 جَنَّةٍ bir bahçede ج ن ن
3 عَالِيَةٍ yüksek ع ل و
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:” Allah yolunda cihad edenler için Allah Teala Cennet’te yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır”
(Buhari, Cihad 4, Tevhid 22; Nesai, Cihad 18).

ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ


ف۪ي جَنَّةٍ  car mecruru  ع۪يشَةٍ’ den bedeldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül,  2. Bedel-i ba’z,  3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَالِيَةٍ kelimesi  جَنَّةٍ  sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَالِيَةٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi علو olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ


ف۪ي جَنَّةٍ  car mecruru, önceki ayeteki  ع۪يشَةٍ  sözünden bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.

Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)

جَنَّةٍ  için sıfat olan  عَالِيَةٍۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَالِيَةٍۙ ‘de istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Cennetin yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  عَالِيَةٍۙ, müstear olmuştur. 

Önceki ayette bahsi geçen kişi için “Hoşnut olduğu bir yaşam içindedir” denildikten sonra “Yüksek cennettedir” cümlesinin ilavesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır. 

جَنَّةٍdeki tenvin kesret ve tazim içindir.

Cennetin yüksek olması, gökteki mekânının yüksek olması, yahut derecelerinin yüksek olması, ya da binalarının ve ağaçlarının yüksek olması demektir. (Ebüssuûd, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 23. Ayet

قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ  ...


Onun meyveleri sarkar (kolaylıkla devşirilebilir).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُطُوفُهَا meyveleri ق ط ف
2 دَانِيَةٌ aşağıya sarkmış د ن و

  Qatafe قطف :

  Fiil olarak meyveyi devşirmek/koparmak anlamına gelen قَطَفَ fiilinin mastarı قَطْفٌ şeklinde gelir.

  قِطَفٌ ise koparılmış meyve demektir. Çoğulu da قُطُوفٌ'dur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kadayıf ve kadifedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ


Cümle önceki ayetteki  جَنَّةٍ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  قُطُوفُهَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  دَانِيَةٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

دَانِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  دنى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ

 

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.

Cümle önceki ayetteki  جَنَّةٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyh olan  قُطُوفُهَا , izafetle gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir.

Müsned olan  دَانِيَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

عَالِيَةٍۙ - دَانِيَةٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ  Bu, "Onun meyvelerinin alınması kolay ve alana yakındır. Kişi onu, istediği gibi alır. Eğer onu, eliyle almak isterse, ister ayakta olsun, ister oturuyor olsun, isterse yan üstü yatmış olsun, o meyve ona eğilir... Eğer, onların yaklaşmasını isterse, yaklaşırlar.." demektir.  قُطُوفُ  el-Kutûf kelimesi,  قِطْفٍ 'nun çoğulu olup  المقطوف ; devşirilmiş anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 24. Ayet

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَٓا اَسْلَفْتُمْ فِي الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ  ...


(Onlara şöyle denir:) “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كُلُوا yeyin ا ك ل
2 وَاشْرَبُوا ve için ش ر ب
3 هَنِيئًا afiyetle ه ن ا
4 بِمَا ötürü
5 أَسْلَفْتُمْ yaptığınız işlerden س ل ف
6 فِي
7 الْأَيَّامِ günlerde ي و م
8 الْخَالِيَةِ geçmiş خ ل و

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَٓا اَسْلَفْتُمْ فِي الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ


Cümle mukadder fiilin mekulü-l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri  يَقُولُ لَهُمْ ذَلٍكَ   (Onlara bu söylenir) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اشْرَبُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  هَن۪ٓيـٔاً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  هَن۪ٓيـٔاً ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اَسْلَفْتُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

اَسْلَفْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَيَّامِ  car mecruru  اَسْلَفْتُمْ  fiiline mütealliktir.  الْخَالِيَةِ  kelimesi  الْاَيَّامِ ‘nin sıfat olup kesra ile mecrurdur 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَٓا اَسْلَفْتُمْ فِي الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ


Ayet takdiri,  يَقُولُ لَهُمْ ذَلٍكَ (Onlara bu söylenir) olan cümlenin mekulü’l-kavlidir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olan  كُلُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَٓا اَسْلَفْتُمْ فِي الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ  cümlesi, öncesine  وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

هَن۪ٓيـٔاً  kelimesi  كُلُوا  ve  اشْرَبُوا  fiillerinin failinden haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  اشْرَبُوا  veya  كُلُوا ’ya mütealliktir. Sılası olan  اَسْلَفْتُمْ فِي الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Emir üslubunda geldiği halde asıl maksadın emir değil müjde olması sebebiyle ayetteki iki cümle de mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

الْخَالِيَةِ  kelimesi  الْاَيَّامِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كُلُوا  ve  اشْرَبُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki emir, bu fiillerin mübahlığına ve ikram olduğuna delâlet içindir. Bir teklif değildir. Ahiretin teklif yeri olmayışının zaruri sonucu olarak böyle anlaşılmalıdır. Yemekle içmek birbirinden hiç ayrılmayan şeyler oldukları için, ayette ikisi birlikte anılmıştır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Ayetteki  الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ (geçmiş günlerde yaptıklarınız) dan maksat: Mücahid'e göre oruç tutulan günlerdir. O zaman mana şöyle olur: ”Oruç tuttuğunuz günlerde, özellikle sıcak günlerde, Allah rızası için yemeyi, içmeyi terk etmenize mukabil, afiyetle yiyiniz, içiniz." (Rûhu’l Beyân)

Ayetteki  بِمَٓا اَسْلَفْتُمْ  ifadesinin manası:  قدمتم من أعمالكم الصالحة (daha önce yapmış olduğunuz salih ameller) şeklindedir. Çünkü, Arapça'da  الإسلاف ‘ın manası, ‘Sana, güzel ve iyilikle dönmesini, sana gelmesini umduğun şeyleri önceden yapmak’ şeklinde olup, buna göre bu kelime, tıpkı, ‘Allah rızası için borç verme’ anlamında olan  الإقراض  gibi olur. Buna göre bu kelimenin manası, "Yapmış olduğunuz salih ameller sebebiyle..." şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 25. Ayet

وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِه۪ فَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْۚ  ...


Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا o zaman
2 مَنْ kimse
3 أُوتِيَ verilen ا ت ي
4 كِتَابَهُ Kitabı ك ت ب
5 بِشِمَالِهِ sol tarafından ش م ل
6 فَيَقُولُ der ki ق و ل
7 يَا لَيْتَنِي keşke
8 لَمْ
9 أُوتَ verilmeseydi ا ت ي
10 كِتَابِيَهْ Kitabım ك ت ب

Kişinin amel defterinin sol tarafından verilmesi onun dünya hayatında Allah’ın emrine uygun hareket etmediğini, dürüst ve erdemli bir hayat yaşamadığını, dolayısıyla sicilinin bozuk olduğunu gösterir. Bu durumdaki biri dünyada yaptıklarını amel defterinde görünce kendisinin cezalandırılacağını anlar, bu sebeple amel defterinin kendisine verilmesini ve içinde yazılmış olanları görmek istemez, ölümle her şeyin bitmiş olmasını temenni eder. Böyle bir temenni orada bir işe yaramayacağı gibi, dünyada helâl haram demeden biriktirmiş olduğu malı da kendisine verilecek cezayı önlemeyecektir. Artık mal, mülk, saltanat, makam, güç vb. dünyaya ait ne varsa hepsi yok olup gitmiş, sadece insanın olumlu veya olumsuz inanç ve amelleri kalmıştır.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 447

وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِه۪ فَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْۚ


وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen  edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar) 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تِيَ ‘dir. Îrabdan mahali yoktur.  اُو۫تِيَ  fetha üzere mebni, meçhul, mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  كِتَابَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَيَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü-l kavli  يَا لَيْتَن۪ي ‘dur . يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen merfûdur.

يَا  tenbih edatıdır.  لَيْتَ  temenni harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref yapar. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  harfi  لَيْتَ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْ  cümlesi  لَيْتَ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  اُو۫تَ  illetli harfin hazfıyla meczum, meçhul muzari fiildir. Naibi faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  كِتَابِيَهْ  mef’ûlun bih olup  ى  üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ه  sekte içindir. 

Hâ-i sekte: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları,Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan hâ-i sektelerin;

A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında vakıf ve vasıl halinde hâ-i sekteleri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır: Bakara, 259. ayette:  لمْ يَتسَنّهْ / En’am, 90. ayette:  إقْتدِهْ / Hâkka; 19, 25 . ayetlerde:  كِتابيَهْ / Hâkka; 20, 26. ayetlerde: حسابيَهْ / Hâkka, 28. ayette: ماليَهْ / Hâkka, 29. ayette: سلْطانِيَهْ  / Kâria, 10. ayette: ما هِيَهْ

وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِه۪ فَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْۚ


فَ  atıf harfidir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَمَّا  tafsil harfi, bu cümlede şart ve tekid ifade eder. 

اَمَّا  harfi; şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Şart üslubunda gelen cümlede müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tahkir ifade eder. 

Sılası olan  اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بِشِمَالِه۪  car mecruru  اُو۫تِيَ  fiiline mütealliktir.

اُو۫تِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْۚ , aynı zamanda, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümlenin hükmünü takviye etmiştir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْۚ  cümlesinde  يَا  harfi tenbih içindir.  لَيْتَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

لَيْتَ ’nin haberi olan  لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye ifade etmiştir.

لَيْتَ ; hasıl olması arzu edilen, sevilen ama, bunun imkansız ya da çok zor olduğu durumlarda kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كِتَابَهُ  -  كِتَابِيَهْۚ  ve  اُو۫تِيَ - اُو۫تَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

كِتَابِيَهْۚ  izafetinde  يَ  muzâfun ileyh,  هُ  fasılaya riayet için gelen sükut harfidir (yani ha sesi üzere durulsun diye). Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri   هُ  olmaksızın  يَ  harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de ha’yı ispatla okumuştur. (Keşşâf, Hakka/19)

19. ayetteki  فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ  [Amel defteri sağ ta­rafından verilen, "alın kitabımı okuyun" der.] cümlesine, Yüce Allah bu ayetle mukabele etmiştir. Dolayısıyla bu ayette güzel bir mukabele vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)

Kitaplarının soldan verilmesi kendilerine hakaret içindir. Çünkü sol, uğursuz kabul edilen yöndür. Zira kişi, sol eli arkasına bükülerek yakalanıp götürülür. (Rûhu’l Beyân)

Allah Teâlâ, bu kimsenin, kitabına bakıp bakıp da, yaptığı işlerin kötülüklerin görünce, alabildiğine pişmanlık duyduğunu ve bu pişmanlıktan ve mahcubiyetten meydana gelen o işkencenin cehennem azabından daha ileri olduğunu ve bu kimsenin, "Keşke onlar beni, cehennem azabıyla azaplandırsalardı da, bana, yaptığım şeylerin kötülüklerini hatırlatan bu kitabı sunmasalardı da, ben de bu mahcubiyetin içine düşmeseydim,." dediğini beyan etmiştir. Ki bu, senin, manevi azabın maddi azaptan daha şiddetli olduğu hususuna dikkatini çeker. (Fahreddin er-Râzî)

 
Hâkka Sûresi 26. Ayet

وَلَمْ اَدْرِ مَا حِسَابِيَهْۚ  ...


“Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمْ ve hiç
2 أَدْرِ bilmeseydim د ر ي
3 مَا nedir
4 حِسَابِيَهْ hesabım ح س ب

وَلَمْ اَدْرِ مَا حِسَابِيَهْۚ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

اَدْرِ  illetli harfin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَا حِسَابِيَهْ cümlesi amili  اَدْرِ  olan fiilin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. اَدْرِ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  حِسَابِيَهْ  haber olup  mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي   muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ـه sekte içindir. 

Hâ-i sekte: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları,Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan hâ-i sektelerin;

A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında vakıf ve vasıl halinde hâ-i sekteleri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır: Bakara, 259. ayette:  لمْ يَتسَنّهْ / En’am, 90. ayette:  إقْتدِهْ / Hâkka; 19, 25 . ayetlerde:  كِتابيَهْ / Hâkka; 20, 26. ayetlerde: حسابيَهْ / Hâkka, 28. ayette: ماليَهْ / Hâkka, 29. ayette: سلْطانِيَهْ  / Kâria, 10. ayette: ما هِيَهْ

وَلَمْ اَدْرِ مَا حِسَابِيَهْۚ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  لَيْتَ ‘nin haberi olan  لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümleye hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَا حِسَابِيَهْ  cümlesi  اَدْرِ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.  İstifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.  حِسَابِيَهْ  haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

حِسَابِيَهْ  izafetinde  يَ  muzâfun ileyh,  ه  fasılaya riayet için gelen sükut harfidir. (Yani ha sesi üzere durulsun diye) Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri  ه  olmaksızın  يَ  harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de   ه ’yı ispatla okumuştur. (Keşşâf, Hakka/19)

Ayetteki  لَمْ اَدْرِ  ifadesi, "Bu, hesabının ne olduğunu bilmiyorum; çünkü bu, olmuş bitmiş bir şeydir. Benim bu hesap hususunda bir katkım bir dahlim söz konusu değildir. Bütün bunların hepsi, benim aleyhimedir" demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 27. Ayet

يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَۚ  ...


“Keşke ölüm her şeyi bitirseydi.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا لَيْتَهَا ey
2 كَانَتِ olsaydı ك و ن
3 الْقَاضِيَةَ işimi bitirmiş ق ض ي

يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَۚ


يَا  tenbih harfidir. لَيْتَ  temenni ifade eden harfdir.  اِنَّ  gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb haberini ref yapar.  هَا  muttasıl zamir  لَيْتَ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. 

كَانَتِ ‘in dahil olduğu cümle  لَيْتَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تْ  te’nis alametidir.  كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  الْقَاضِيَةَ  kelimesi  كَانَ ‘ nin haberi olup lafzen mansubdur.  الْقَاضِيَةَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قضي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَۚ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Amel defteri sol taraftan verilenlerin sözlerinin devamıdır. Cümleye dahil olan  يَا  harfi tenbihdir.  لَيْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.  لَيْتَ ‘nin haberi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkânsız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

كَانَ ’nin haberi olan  الْقَاضِيَةَۚ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

يَا لَيْتَهَا  [keşke o] yani ölüm. O kişi şöyle diyecektir: “Keşke yaşadığım ölüm, işimi bitirmiş olsaydı; ondan sonra tekrar dirilmeseydim ve şu karşılaştığım şeylerin hiçbiriyle karşılaşmasaydım!” Veya zamirle, kişinin içinde bulunduğu durum kastedilmiştir; yani “Keşke şu içinde bulunduğum durum, dünyadaki işimi bitiren ölüm olsaydı!” Çünkü o an yaşadığı durumun, tatmış olduğu ölümden ve onun şiddetinden daha kötü ve acı olduğunu görmekte ve bu sebeple ölümü temenni etmektedir. (Keşşâf)

الْقَاضِيَةَۚ , Bir işi tamamiyle kesip atmak, kesin hükmü verip uygulamaktır. Yani, keşke o ilk ölüm işi bitirip herşeyi kesip atan olaydı da beni bu felaketten, bu dehşetli olaydan kurtaraydı. Bu yalnız, "keşke ölmekle iş biteydi," diye geçmişle ilgili bir temenni değil, ölümden kaçan o adamın, gördüğü bu felaket içinde bir daha ölmeye razı olup da onu şimdi bir kurtuluş çaresi olmak üzere hasretle arzuladığını ve bu şekilde Hâkka denilen o kıyametin ölümden çok şiddetli olacağını ifade eder. O artık ne ölür, ne dirilir, sade hasret ve pişmanlık duyar. (Elmalılı, Âşûr)

 

Hâkka Sûresi 28. Ayet

مَٓا اَغْنٰى عَنّ۪ي مَالِيَهْۚ  ...


“Malım bana hiçbir yarar sağlamadı.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا hiçbir
2 أَغْنَىٰ yarar sağlamadı غ ن ي
3 عَنِّي bana
4 مَالِيَهْ malım م و ل

مَٓا اَغْنٰى عَنّ۪ي مَالِيَهْۚ


Fiil cümlesidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَغْنٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  عَنّ۪ي  car mecruru  اَغْنٰى  fiiline mütealliktir.  مَالِيَهْ  fail olup  ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ه  sekte içindir. 

Hâ-i sekte: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları, Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan hâ-i sektelerin;

A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında vakıf ve vasıl halinde hâ-i sekteleri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır: Bakara, 259. ayette:  لمْ يَتسَنّهْ / En’am, 90. ayette:  إقْتدِهْ / Hâkka; 19, 25 . ayetlerde:  كِتابيَهْ / Hâkka; 20, 26. ayetlerde: حسابيَهْ / Hâkka, 28. ayette: ماليَهْ / Hâkka, 29. ayette: سلْطانِيَهْ  / Kâria, 10. ayette: ما هِيَهْ

مَٓا اَغْنٰى عَنّ۪ي مَالِيَهْۚ

 

Ayet beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اَغْنٰى  fiiline müteallik olan  عَنّ۪ي  car mecruru durumun ona has olduğunu vurgulamak için fail olan  مَالِيَهْۚ ‘ya takdim edilmiştir.

Bu cümlede fiil  لم  ile değil,  ما  ile olumsuzlanmıştır. Çünkü bu harf daha kuvvetlidir.  ما فعل  sözü  لقد فعل  cümlesini لم يفعل   sözü  فعل  cümlesini olumsuzlar.  ما  harfi, mazi fiili olumsuzladığı zaman kasemin cevabı menzilindedir. (Sibeveyhî, Kitap ve Samerrâî, Tefsir, c. 2, s. 262, Yasin/69)

مَٓا  olumsuzluk bildirir veya yadırgama anlamında bir sorudur; yani sahip olduğum o bolluğu, zenginliği hangi şey benden aldı, götürdü! demektir. (Keşşaf)

مَالِيَهْۚ  izafetinde  يَ  muzâfun ileyh, هْۚ  fasılaya riayet için gelen sükut harfidir. (Yani ha sesi üzere durulsun diye) Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri hâ olmaksızın ya harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de ha’yı ispatla okumuştur. (Keşşâf, Hakka/19)

‘Fayda vermedi’ diye manalandırılan  مَٓا اَغْنٰى  terkibi, Keşşaf tefsirinde inkâr anlamı taşıyan bir soru olarak algılanmış ve: ”Bana ait olan zenginlik, bana ne fayda verir ki? Ömrümü onun uğrunda feda edip, tükettim," şeklinde açıklamıştır. Bunun anlamı şudur: Dünyada topladığım mallar, azaba karşı hiç bir fayda vermedi. Benden azabı gidermedi. Bana fayda vermek şöyle dursun, ahiretten alıkoydu ve zarar verdi. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 29. Ayet

هَلَكَ عَنّ۪ي سُلْطَانِيَهْۚ  ...


“Saltanatım da yok olup gitti.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَلَكَ yok olup gitti ه ل ك
2 عَنِّي benden
3 سُلْطَانِيَهْ gücüm (saltanatım) س ل ط

هَلَكَ عَنّ۪ي سُلْطَانِيَهْۚ


Fiili cümlesidir. هَلَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. عَنّ۪ي car mecruru  هَلَكَ  fiiline mütealliktir. سُلْطَانِيَهْ  fail olup ى  üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri   ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ه  sekte içindir. 

Hâ-i sekte: Kelimenin aslından olmayan, müstakil bir anlam da taşımayan, yalnız bulunduğu kelimenin son harfinin harekesini korumak için bazı kelime sonlarında görülen ( ـه ) harflerine denir.

Kıraat imamları, Kur’an-ı Kerim’de yedi kelimenin sonlarında bulunan hâ-i sektelerin;

A. Vakıf halinde sakin olarak okunması konusunda ittifak etmişlerdir. O halde bu örneklerin bulunduğu yerlerde, diğer kelime sonlarındaki sakin harfler gibi vakıf yapılmalıdır.

B. Vasıl halinde ise bu harflerin okunup okunmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Kıraat imamımız İmam-ı Asım, bu yedi kelimenin tamamında vakıf ve vasıl halinde hâ-i sekteleri, sakin olarak okumuştur.

Bu yedi kelime şunlardır: Bakara, 259. ayette:  لمْ يَتسَنّهْ / En’am, 90. ayette:  إقْتدِهْ / Hâkka; 19, 25 . ayetlerde:  كِتابيَهْ / Hâkka; 20, 26. ayetlerde: حسابيَهْ / Hâkka, 28. ayette: ماليَهْ / Hâkka, 29. ayette: سلْطانِيَهْ  / Kâria, 10. ayette: ما هِيَهْ

هَلَكَ عَنّ۪ي سُلْطَانِيَهْۚ


Ayet beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  هَلَكَ  fiiline müteallik olan car mecrur  عَنّ۪ي , durumun ona has olduğunu vurgulamak için fail olan  سُلْطَانِيَهْۚ ‘ye takdim edilmiştir.

سُلْطَانِيَهْ  kelimesinin sonundaki  ى  harfi muzâfun ileyhtir. Arkadan gelen  هُ , sekte içindir. (Yani   هُ  sesi üzere durulsun diye) Bu harflerin hakkı, durulduğunda var olup geçildiğinde düşmesidir; ancak bu harfler Mushaf hattında var olduğu için durmanın tercih edilmesi güzel görülmüştür. Bununla birlikte, geçerek okuyup bu harflerin düşürülmesinde bir sakınca olmadığı da söylenmiştir. İbn Muhaysın bu kelimeleri  هُ olmaksızın  ى  harfinin iskanıyla okumuştur. Bir grup kurra ise bu kelimeleri Mushaf hattına uyarak geçerken de dururken de  هُ ’yı ispatla okumuştur. (Keşşâf, Hakka/19)

السلاطة : Saltanat, otorite imkânı demektir.   السلطان (Sultan) kelimesi bu kelimeden türemedir. Yani benim mülküm ve insanlar üzerindeki otoritem ve hakimiyetim yok oldu. Muhtaç ve düşkün bir halde kaldım demektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

سُلْطَانِيَهْۚ  için iki görüş vardır:

Birincisi: Delilim aklımdan çıkıp gitti, bunu Mücâhid, İkrime, Dahhâk ve Süddi, demişlerdir.

İkincisi: Mülküm elimden gitti. Bunu da İbn Zeyd, demiştir. (Zâdu’l Mesîr)

 
Hâkka Sûresi 30. Ayet

خُذُوهُ فَغُلُّوهُۙ  ...


(Allah, şöyle der:) “Onu yakalayıp bağlayın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خُذُوهُ tutun onu ا خ ذ
2 فَغُلُّوهُ bağlayın onu غ ل ل
Amel defteri solundan verilen kimsenin hesabı görüldükten sonra Allah Tealâ görevli meleklere o günahkârın ellerini boynuna bağlayıp cehenneme götürmelerini, sonra da suçlulara ait uzun zincirdeki yerine bağlanmalarını emreder. Müfessirler “Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire dizin!” meâlindeki 32. âyette geçen sayıyı çokluktan kinaye olarak yorumlamışlardır (bk. Râzî, XXX, 114). Âhiret hayatı gayb âleminden olduğu için Allah orası ile ilgili bilgileri dünyadaki kullarına temsilî olarak anlatmaktadır. Râzî, bunun benzeri başka bir âyetin (bk. İbrâhim 14/49) tefsirinde bu tür ifadelerin, günahkârların kendi eylem ve eğilimlerini, sonuç olarak öte dünyada topluca içine düşecekleri genel umutsuzluğu dile getiren bir mecaz olduğunu ileri sürmüştür (XIX, 148; Esed, II, 512). 33-34. âyetler günahkârın zincire vurulmasının sebebini açıklamaktadır ki o da Allah’a inanmaması ve yoksula yedirmeyi teşvik etmemesi, yani bencil duygularını aşarak başkalarının sıkıntılarını paylaşma olgunluğunu sergileyememesidir. Yoksulu gözetme konusundaki duyarsızlığın, kişinin zincirlere vurulmasının ana sebeplerinden biri olarak Allah’a inançsızlığın hemen ardından zikredilmesi, İslâm’ın paylaşmaya, sosyal adalete verdiği önemi gösterir. 35. âyet, inkârcılara âhirette yardım veya şefaat edecek hiç kimsenin bulunmayacağına, dünyada kendilerine yardım edip menfaat sağlayan dostların da kendileri için hiçbir şey yapamayacaklarına, bu sebeple dünyada yaptıklarına pişman olup ümitsizliğe kapılacaklarına işaret etmektedir. “Yananların akıntısı” diye tercüme ettiğimiz 36. âyetteki gıslîn kelimesine müfessirler, “cehennemliklerin yediği bir bitki, en kötü yemek, cehennemliklerin yanan bedenlerinden akan akıntı” mânalarını vermişlerdir (bk. Şevkânî, V, 328). İbn Abbas gıslîn kelimesinin ne anlama geldiğini bilmediğini ifade etmiştir (bk. Râzî, XXX, 116). 36-37. âyetler dünyada Allah’a isyan edenlerin âhiretteki beslenmelerinin bile azap olduğunu göstermektedir. 

خُذُوهُ فَغُلُّوهُۙ


Fiil cümlesidir.  خُذُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir çoğul وَ ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

غُلُّوهُ  atıf harfi  ف  ile makabline matuftur. 

فَغُلُّوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir çoğul وَ ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

خُذُوهُ فَغُلُّوهُۙ


Ayet, takdiri  يُقالُ (Denir) olan mukadder sözün mekulü’l kavlidir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl olan  خُذُوهُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Hitap, azab ile görevli zebanileredir. Mekulü’l-kavlin müteallakının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  فَغُلُّوهُ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Bu ve bundan sonraki emirler, yüce Allah'ın zebânilere verdiği emirlerdir. O kimsenin ağzından o işe yaramayan mal ve saltanata söyleniyormuş gibi hikâye tarzında gizli bir "dedi" sözüyle söylenmiştir. (Elmalılı)

خُذُوهُ فَغُلُّوهُۙ  Rabbine isyan eden bu adamı yakalayın, ellerini demir bukağı ile boynuna toplayıp bağlayın. Başı hareket etmesin, buyurur.

Fıkıhta, bir adamın kölesinin ellerini boynuna bağlaması, mekruh sayılmıştır. Çünkü bu cehennem ehlinin cezasıdır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 31. Ayet

ثُمَّ الْجَح۪يمَ صَلُّوهُۙ  ...


“Sonra onu cehenneme atın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 الْجَحِيمَ cehenneme ج ح م
3 صَلُّوهُ sallayın onu ص ل ي

ثُمَّ الْجَح۪يمَ صَلُّوهُۙ


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.  

Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ev matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْجَح۪يمَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  صَلُّوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir çoğul  وَ ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ الْجَح۪يمَ صَلُّوهُۙ


Ayet akıbetin şiddeti konusunda rütbe ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle, önceki ayetteki  خُذُوهُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Fiilin mef’ûlü olan  الْجَح۪يمَ , kasr manası, fasılaya riayet ve acele ifadesi için amili olan  صَلُّوهُۙ ‘ya takdim edilmiştir.

Yani onu cehîm’den başka yere yaslamayın demektir. 

الْجَح۪يمَ (Cehîm), şiddetle köpüren büyük ateş, cehennemin en şiddetli tabakasıdır. Burada          الْجَح۪يمَ  kelimesinin  صَلُّوهُۙ (yaslayın onu) fiilinden önce söylenmesi, fiile ‘sadece’ ve ‘ancak’ gibi manaları kazandırmak içindir. Yani "başka yere değil, ancak Cehim'e atın onu" demektir. (Elmalılı)

صَلُّو  burada  أصابَ  manasına (أصابَهُ حَرْقُها , yani cehennemin harareti ona isabet etti ) gelmiştir. (Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 32. Ayet

ثُمَّ ف۪ي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعاً فَاسْلُكُوهُۜ  ...


“Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 فِي
3 سِلْسِلَةٍ zincire س ل س ل
4 ذَرْعُهَا uzunluğu ذ ر ع
5 سَبْعُونَ yetmiş س ب ع
6 ذِرَاعًا arşın ذ ر ع
7 فَاسْلُكُوهُ vurun onu س ل ك

Müfessirler “Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire dizin!” meâlindeki ifadede geçen sayıyı çokluktan kinaye olarak yorumlamışlardır (bk. Râzî, XXX, 114). Âhiret hayatı gayb âleminden olduğu için Allah orası ile ilgili bilgileri dünyadaki kullarına temsilî olarak anlatmaktadır. Râzî, bunun benzeri başka bir âyetin (bk. İbrâhim 14/49) tefsirinde bu tür ifadelerin, günahkârların kendi eylem ve eğilimlerini, sonuç olarak öte dünyada topluca içine düşecekleri genel umutsuzluğu dile getiren bir mecaz olduğunu belirtmiştir (XIX, 148; ayrıca bk. Esed, II, 512). 33-34. âyetler günahkârın zincire vurulmasının sebebini açıklamaktadır ki o da Allah’a inanmaması ve yoksula yedirmeyi teşvik etmemesi, yani bencil duygularını aşarak başkalarının sıkıntılarını paylaşma olgunluğunu sergileyememesidir. Yoksulu gözetme konusundaki duyarsızlığın, kişinin zincirlere vurulmasının ana sebeplerinden biri olarak Allah’a inançsızlığın hemen ardından zikredilmesi, İslâm’ın yoksullukla mücadeleye, paylaşmaya, sosyal adalete verdiği önemi gösterir. 35. âyet, inkârcılara âhirette yardım veya şefaat edecek hiç kimsenin bulunmayacağına, dünyada kendilerine yardım edip menfaat sağlayan dostların da kendileri için hiçbir şey yapamayacaklarına, bu sebeple dünyada yaptıklarına pişman olup ümitsizliğe kapılacaklarına işaret etmektedir.

“Yananların akıntısı” diye tercüme ettiğimiz 36. âyetteki gıslîn kelimesine müfessirler, “cehennemliklerin yediği bir bitki, en kötü yemek, cehennemliklerin yanan bedenlerinden akan akıntı” mânalarını vermişlerdir (bk. Şevkânî, V, 328). İbn Abbas gıslîn kelimesinin ne anlama geldiğini bilmediğini ifade etmiştir (bk. Râzî, XXX, 116). 36-37. âyetler dünyada Allah’a isyan edenlerin âhiretteki beslenmelerinin bile azap olduğunu göstermektedir.

ثُمَّ ف۪ي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعاً فَاسْلُكُوهُۜ


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

 ف۪ي سِلْسِلَةٍ  car mecruru  اسْلُكُوهُ  fiiline mütealliktir.  ذَرْعُهَا سَبْعُونَ  cümlesi  سِلْسِلَةٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَرْعُهَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  سَبْعُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.  ذِرَاعاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir.  اسْلُكُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir çoğul وَ ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ ف۪ي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعاً فَاسْلُكُوهُۜ


Ayet akıbetin şiddeti konusunda rütbe ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle, önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

ف۪ي سِلْسِلَةٍ  car mecruru  اسْلُكُوهُ  fiiline mütealliktir.  ف۪ي سِلْسِلَةٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  سِلْسِلَةٍ , mazruf mesabesindedir. Cehennemdeki azap duygusunu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf,  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Zincirlerle bağlanmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü zincir, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmî’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. 

İstiare  اسْلُكُوهُۜ  fiilinde kurulduğu durumda, istiare-i mekniyye olur.

ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعاً  cümlesi  سِلْسِلَةٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السِّلْسِلَةُ , demirden halkaların arka arkaya dizilmesi ile meydana gelen şeyin toplamına verilen isimdir. (Âşûr)

ذِرَاعاً  dirsek ile ölçüp takdir etmek anlamına gelir. Nitekim, Dirseği ile ölçüp takdir ettiğinde  ذرع الثوب يذرعه ذرعا  ifadesi kullanılır. O halde, ayetteki ifadesiyle ilgili olarak şu iki açıklama yapılabilir:

1) Ayetin maksadı, onun bu kadar uzunlukta olduğunu belirtmek değil, tam aksine uzun oluş ile nitelemektir. Nitekim Cenab-ı Hak, 2sayısız, hadsiz hesapsız...2 manasız anlamını kastederek, ["Onlar için yetmiş defa istiğfar etsen bile..."] (Tevbe, 80) buyurmuştur.

2) Onun boyunun bu kadar olduğunu belirtmektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

ذِرَاعاً   temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır.

ذَرْعُ - ذِرَاعاً  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Sonra yetmiş arşın bir zincire yani uzun bir zincire onu sokun/vurun onu içine girdirin, cesedinin etrafına sarmakla böylece yorgun düşer, hareket edemez. Önce zincirden bahsetmesi, cehennemden de önce bahsetmesi gibidir ki, özelliği göstermek ve azâp malzemelerine (işkence aletlerine) dikkat çekmek içindir. Sümme edâtı ise aralarındaki şiddet farkını göstermek içindir. (Beyzâvî)

ثُمَّ  edatının anlamı, zaman bakımından sonralığa değil, bağlamak ile cayır cayır yanan ateşe atmak arasındaki ve bununla zincire vurmak arasındaki rütbe farkına delalet etmektir. (Keşşâf)

30-32  

Zuhaylî, son üç ayette  فَغُلُّوهُۙ- صَلُّوهُۙ - فَاسْلُكُوهُۜ  şeklinde fasılalara uyum ve ayet sonlarına riayet bulunduğunu, bunun da bedi‘ ilminde murassa‘ seci‘ diye isimlendirildiğini ifade etmektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Ayetteki  فَاسْلُكُوهُۜ  fiilinin masdarı olan  سلك ; bir kimseyi ip, bağ ve başka bir şeyle bir yere sokmak demektir. Günahkâr kişiyi yakalamak, elini boynuna bağlamak, cehenneme atmak ve bu nitelenen zincirle sokmak konusunda emredilenler birbirini takip etmekle birlikte, son emir, kendisinden öncekilerden daha şiddetli daha korkutucudur. Âyetin anlamı şudur: Kişinin bedenine zincir sararak, çepeçevre kuşatarak cehenneme atınız. İnsan o zincirin içerisinde sıkışır, tahammülsüz kalır. (Rûhu’l Beyân)

فَاسْلُكُوهُۜ  şeklinde onların zincire sokulmaları, o zincirin onların bedenlerine dolanması, bütün cüzlerinin birbirine girecek bir biçimde sıkıştırılması ve bu kimsenin, o zincirin arasında sıkışmış, hareket edemez bir biçimde bulunması demektir. Ferra da şöyle der: " Bu ifadenin manası, ‘Sonra onları o zincire sokun’ şeklindedir. Nitekim Arapça'da,   أدخلت رأسي في القلنسوة (Başımı fese soktum…) denildiği gibi,  وأدخلتها في رأسي (Fesi başıma soktum..) da denir. Ve yine Arapça'da, yüzüğe giren parmak olduğu halde;  الخاتم لا يدخل في إصبعي  "yüzük parmağıma girmiyor, olmuyor!" da denir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 33. Ayet

اِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظ۪يمِۙ  ...


“Çünkü o, azamet sahibi Allah’a iman etmiyordu.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّهُ çünkü o
2 كَانَ idi ك و ن
3 لَا
4 يُؤْمِنُ inanmıyor ا م ن
5 بِاللَّهِ Allah’a
6 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م

اِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظ۪يمِۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  لَا يُؤْمِنُ  cümlesi  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir.  الْعَظ۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظ۪يمِۙ


Ayet beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekit edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ‘nin haberi, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi olan  كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظ۪يمِۙ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظ۪يمِۙ  cümlesi, nakıs fiil  كَانَ ’nin haberidir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان ‘nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Kur’an’da  كان ’den sonra gelen muzari fiil, o eylemin çokluğuna ve devamlılığına işaret eder. (Şinkîtî, c. III, s. 363.)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir.  الْعَظ۪يمِۙ , muzâfun ileyhtir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْعَظ۪يمِۙ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِنَّهُ  (çünkü o) ifadesi istinaf yoluyla illet bildirmedir ki daha beliğdir. Adeta, “O neden böyle şiddetli bir azaba düçar kılındı?” diye sorulmakta ve bu soruya (Çünkü ulu Allah’a iman etmezdi) şeklinde cevap verilmektedir. (Keşşâf) 

Ayette sanki, ”O ne yapmış ki bu şiddetli azapla azap ediliyor?" diye soruldu da şöyle cevap verildi: Yüce Allah'a inanmıyordu. Allah'ın büyüklükle, yücelikle nitelenmesi sadece O'nun büyüklüğe müstehak olduğunu bildirmek içindir. Büyüklüğü ve yüceliği kendisine nispet eden kişi, cezaların en büyüğünü haketmiştir. (Rûhu’l Beyân)

Hâkka Sûresi 34. Ayet

وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ  ...


“Yoksulu doyurmağa teşvik etmiyordu.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 يَحُضُّ ön ayak olmuyurdu ح ض ض
3 عَلَىٰ
4 طَعَامِ doyurmaya ط ع م
5 الْمِسْكِينِ yoksulu س ك ن

وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ


Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَحُضُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

عَلٰى طَعَامِ  car mecruru  يَحُضُّ  fiiline mütealliktir.  الْمِسْك۪ينِ  muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ


Ayet atıf harfi وَ ‘la  لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظ۪يمِۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلٰى طَعَامِ  car mecrur,  يَحُضُّ  fiiline mütealliktir.  الْمِسْك۪ينِ  muzâfun ileyhtir.

طَعَامِ , mezid  افعال  babının masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar  zamandan bağımsızdır.

Bu ayet, Mâûn suresinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.

لَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ ; Yani kendi malından vermek ve yedirmek şöyle dursun, ailesini ve başkalarını bile fakire yemek yedirmeye teşvik etmiyordu. Ayette yapmamanın değil de teşvik etmemenin zikredilmesi, teşviki terkeden böyle olursa, fiili terk edenin nasıl olacağının bilinmesi içindir. Yani o daha şiddetlidir. (Rûhu’l Beyân)

Ayette fakiri yardımdan mahrum etmek, küfürle yanyana getirildi. Bu, onun günahının büyüklüğüne delalet etmesi içindir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Derler kı; burada iki hususun (iman ile yoksulu doyurmanın) zikre tahsis edilmesi, şunun içindir: itikatta en çirkin şey, küfürdür ve rezaletlerin en beteri de cimrilik ve merhametsizliktir. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
17. ayeti kerimede zikredilen Arş kelimesinin sözlükteki asıl anlamı “yükseklik, yüksek yer ve yüksek şey”dir. Buna bağlı olarak “tavan, ev, çadır; ayağın parmaklara doğru uzanan tümsek kısmı” gibi mânalarda da kullanılmıştır. Ayrıca mecazi olarak “hükümranlık, şan, şeref ve taht” anlamlarına da gelir.
Tasavvuf literatüründe geniş bir kullanım alanı vardır. Bir mânaya göre bir varlık mertebesi olup nesneler âleminin (âlem-i halk) başlangıcıdır, “Rahmân arşa istivâ etti” (Tâhâ 20/5) ayetinde bu manaya işaret edilmiştir. Arşı kürsî takip eder. Arş, daha alttaki varlık mertebelerine göre ihata ve mülk mânasına gelen bir sıfat olarak da düşünülür ve bu anlamda rahmânın arşının bütün varlıkları kuşattığı kabul edilir. Genel olarak Allah’tan başka bütün varlıklara Allah’ın arşı (arşullah) denildiği gibi özel olarak Allah isminin mazharı olan insana da bu isim verilir. (TDV İslam Ansiklopedisi, Arş Md)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sessizliğin ve karanlığın dilendiği anlar vardır. Hiçbir şey duymamak ve görmemek için. Kayboluşun ya da kaçışın istendiği anlar vardır. Hiç yaşanmamış ya da olmamış gibi hissetmek için. Yeryüzünde, herkesin kendisini çaresiz hissettiği anıları vardır. Kimininkinin şiddetli oluşu diğerleri tarafından tartışmasız kabul edilirken, kimininki başkalarının kolaylıkla aştıklarıdır.

Akan zamanla ve alışmak adı verilen nimetin varlığıyla, kişi yaşadıklarını kabullenme ve yoluna devam etme kabiliyetine sahiptir. Bu unutmak ya da zorlandığı anların hiç olmayacağı anlamına gelmese de, geçmişte yaşananlara verdiği tepki değiştirilebilir. Ahiret dünyasına inanan her kul, dönülmez çaresizliğe, alışılması ve aşılması mümkün olmayana karşı uyarılmaktadır. 

Çaresiz pişmanlığın sahibi, kitabı sol elinden verilendir. Ne zamanla, ne de alışmayla aşılması mümkün bir haldir. Sürekli yeniden açılan bir yaranın acısının diriliği gibidir. Dünyalıkların hepsi, kendisini bırakıp gider. Ödeyemediği hesabının ağırlığı altında ezilir. Defalarca, yok olmayı diler. Sığınacak hiçbir yer yoktur. Artık, onun için ne geri dönüş, ne de merhamet; ne ölüm, ne de hayat vardır.

Rabbim! Diriliş günü koru bizi. Boş döndürme sağ elimizi. Pişmanlığın acısından ve azabından koru benliğimizi. Rahmetinin nuru ile aydınlat kalbimiz ile yüzümüzü. Hesabımla karşılaşacağımı biliyordum diyenlere kat bizi. Hoş duygu ve düşüncelerle doldur ebedi hayatımızı. Halinden ve hayatından hoşnut kullarından eyle bizi. Cennet nimetleri ile sevindir gönüllerimizi. Sana ve Senin rızana kavuşmanın tarifsiz huzuru ile tamamla bizi.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji