28 Nisan 2026
Hâkka Sûresi 35-52 / Meâric Sûresi 1-10 (567. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hâkka Sûresi 35. Ayet

فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هٰهُنَا حَم۪يمٌۙ  ...


“Bu sebeple, bugün burada onun samimi bir dostu yoktur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَيْسَ yoktur ل ي س
2 لَهُ onun için
3 الْيَوْمَ bugün ي و م
4 هَاهُنَا burada
5 حَمِيمٌ candan bir dost ح م م

فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هٰهُنَا حَم۪يمٌۙ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كانت هذه حاله في الدنيا فليس له (Eğer dünyadaki hali buysa onun için yoktur...) şeklindedir.

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَهُ  car mecruru  لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  الْيَوْمَ  zaman zarfı  حَم۪يمٌ ‘ in mahzuf haline mütealliktir.  هٰ  tenbih harfidir.  هُنَا  işaret zamiri  حَم۪يمٌ ‘in mahzuf haline mütealliktir.  حَم۪يمٌ  kelimesi  لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.

فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هٰهُنَا حَم۪يمٌۙ

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur.  لَيْسَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  

لَهُ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  حَم۪يمٌ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.

الْيَوْمَ  zaman zarfı ve  هٰهُنَا  mekan zarfı,  حَم۪يمٌ ‘in mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Takdiri … إن كانت هذه حاله في الدنيا (Eğer dünyadaki hali buysa …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır. 

حَم۪يمٌ (Yakın dost)‘un olmayışının ‘’o gün’’ ile kayıtlanması ta’rizdir. Allah Teala’nın (Enam-22) ‘de buyurduğu gibi ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أشْرَكُوا أيْنَ شُرَكاؤُكُمُ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ [Sonra da, Allah'a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız? diyeceğiz.] dünyadaki dostları onlara o gün faydası vermeyecektir. 

حَم۪يمٌۙ , yakın dost anlamında kinayedir. (Âşûr)  

حَم۪يمٌۙ , lügatte başlıca üç anlama gelir. 

1- وليِّ الحميم  sözünde olduğu gibi yakın, candan hısım veya dost demektir. Burada bununla tefsir etmişlerdir. Yani o Allah'a imanı olmayan ve fakirleri gözetip korumayan imansız zalimin o gün kendisini koruyacak bir acıyanı bulunmaz. Çünkü dünyada kendisine yardaklık eden bütün yakınları, dostları o gün kendisinden sakınırlar, kaçarlar. Bundan sonraki sûrede ["Hiçbir dost, hiçbir dosta halini sormaz."] (Meâric, 70/10) buyrulması da bu manadandır ve buna bir ipucu gibidir. 

2- "Kaynar su"(Rahmân, 55/44) ayetinde olduğu gibi son derece sıcak su manasına gelir ki, cehennemin suyuna denilmesi bundandır. Burada bu manada olmadığı açıktır. 

3- Kâmus'ta anlatıldığı üzere ‘soğuk su’ manasına da gelir. Bu, iki zıt manayı ifade eden kelimelerdendir. Zira soğuk kaynak suyu sıcakta buğulanır. Burada bir önceki ayette geçen ve biraz sonra geçecek olan ’yemek’ kelimesiyle olan ilgiden dolayı bu mana daha uygun görünüyor. (Elmalılı)

 
Hâkka Sûresi 36. Ayet

وَلَا طَعَامٌ اِلَّا مِنْ غِسْل۪ينٍۙ  ...


“Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve yoktur
2 طَعَامٌ yiyecek ط ع م
3 إِلَّا başka
4 مِنْ -den
5 غِسْلِينٍ irin- غ س ل

وَلَا طَعَامٌ اِلَّا مِنْ غِسْل۪ينٍۙ


لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  طَعَامٌ  atıf harfi وَ ‘la  حَم۪يمٌ ‘e matuftur.  اِلَّا  hasr edatıdır. 

مِنْ غِسْل۪ينٍ  car mecruru  طَعَامٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

وَلَا طَعَامٌ اِلَّا مِنْ غِسْل۪ينٍۙ


لَا طَعَامٌ  ifadesi önceki ayetteki  لَيْسَ ’nin ismi  حَم۪يمٌ ’a atfedilmiştir.  مِنْ غِسْل۪ينٍ  car mecruru  طَعَامٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

اِلَّا  istisna edatı ve nefy harfi  لَا  ile oluşan kasr,  طَعَامٌ  ve car mecrur arasındadır. 

غِسْل۪ينٍۙ  yıkamak anlamındaki  ألغسل den  فعلين  vezninde bir kelimedir. Sanki bu bedenlerinden yıkanan bir şey gibidir.  غِسْل۪ينٍۙ  cehennem ehlinin yaralarından ve fertlerinden akan irindir. Bu açıklama İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. (Kurtubî)

 
Hâkka Sûresi 37. Ayet

لَا يَأْكُلُهُٓ اِلَّا الْخَاطِؤُ۫نَ۟  ...


Onu günahkârlardan başkası yemez.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَأْكُلُهُ onu yemez ا ك ل
3 إِلَّا başkası
4 الْخَاطِئُونَ hata işleyenlerden خ ط ا

لَا يَأْكُلُهُٓ اِلَّا الْخَاطِؤُ۫نَ۟


لَا يَأْكُلُهُٓ اِلَّا الْخَاطِؤُ۫نَ۟  cümlesi  غِسْل۪ينٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْكُلُهُٓ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  الْخَاطِؤُ۫نَ  fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْخَاطِؤُ۫نَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  خطأ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَأْكُلُهُٓ اِلَّا الْخَاطِؤُ۫نَ۟


Ayet önceki ayetteki  غِسْل۪ينٍ  için sıfattır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Nefy harfi  لَا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasır; fiille fail arasındadır.  يَأْكُلُهُٓ  sıfat /maksûr, الْخَاطِؤُ۫نَ  mevsûf/maksûrun aleyh olur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

İsm-i fail vezninde gelerek istimrar ve istikrar ifade eden  الْخَاطِؤُ۫نَ۟ , günahkârdan kinayedir.

الْخَاطِؤُ۫نَ۟  kelimesi ‘günahkârlar’ demek olup, bununla da, bilerek günah işleyenler kastedilmiştir. Çünkü, bir kimse bilerek günah işlediğinde denilir ki, bunlar da, müşriklerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette günahkâr,  خاطأ  kelimesi ile ifade edilmiştir.  خاطأ ; bile bile doğru olanın aksini yapandır. Yanlışlıkla hata edene yani, doğru yapmak istediği halde kasdın dışında hata edene muhtî denilir. (Rûhu’l Beyân)

الْخَاطِؤُ۫نَ۟  kelimesinin elif lamla marifeliği vasfın kemaline delalet etmek içindir. Yani, en şiddetli günah işleyen müşrikler anlamındadır. (Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 38. Ayet

فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَۙ  ...


38-40. Ayetler Meal  :   
Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَا hayır
2 أُقْسِمُ yemin ederim ق س م
3 بِمَا şeylere
4 تُبْصِرُونَ gördükleriniz ب ص ر

“Görebildikleriniz ve göremedikleriniz” ifadesi, varlık âleminde, görüleni ve görülemeyeni ile üzerine yemin edilmeye değer ne varsa tamamını, meselâ yüce Allah’ın zâtı, sıfatları ve evrende O’nun kudretini gösteren maddî ve mânevî varlıkları, yer ve gök cisimlerini, insanlar, melekler, cinler, âhiret âlemi vb. varlıkları kapsamaktadır.

Kur’an’ı tebliğ eden Hz. Peygamber’e müşriklerden bazıları şair, bazıları da kâhin diyorlardı. Bu sebeple yüce Allah burada yaptığı yeminle Kur’an-ı Kerîm’in bir şair veya kâhin sözü değil, değerli bir elçinin sözü olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca söz sanatı bakımından da Kur’an’ın şiir olmadığını, kâhin sözüne benzemediğini bazan kendileri de itiraf ettikleri halde müşrikler ondan ne ibret almışlar ne de onun ilâhî kelâm olduğuna inanmışlardır (Resûlullah’ın içinde yaşadığı toplumda “şair” kelimesinin kullanıldığı özel anlam hakkında bk. Yâsîn 36/69). Müfessirlerin çoğunluğu Resûlullah hakkında söylenilen şair ve kâhin sözlerini dikkate alarak 40. âyetteki, “değerli elçi”den maksadın Hz. Peygamber olduğu kanaatine varmışlardır. Tekvîr sûresinin 19. âyeti de aynı lafızları taşır; fakat çoğunluğun yorumuna göre orada elçiden maksat Cebrâil’dir. Aslında bu iki yorum arasında bir çelişki yoktur. Zira Kur’an’ı Hz. Peygamber’e Cebrâil getirmiş, o da tebliğ etmiştir. Bu sebeple Tekvîr sûresindeki âyetin bağlamına Cebrâil, buradaki bağlama ise Hz. Peygamber uygun düşmektedir. Gerçekte Kur’an Allah’ın kelâmıdır; nitekim 43. âyette âlemlerin rabbi katından indirilmiş olduğu açıkça ifade buyurulmuştur. Buna göre Cebrâil ve Hz. Peygamber Allah’ın kelâmını kullarına ulaştırmada aracı oldukları için 40. âyette söz onlara nisbet edilmiştir (bk. Râzî, XXX, 117).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 449-450

فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَۙ


Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  لَٓا  zaiddir.  اُقْسِمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اُقْسِمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تُبْصِرُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

تُبْصِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  تُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir. 

اُقْسِمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قسم ‘dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَۙ


فَ , istînâfiyyedir. 

Ayet, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Cümlede  لَٓا  zaid veya nefy cins edatıdır. Kasem fiili muzari sıygada gelerek istimrarî teceddüt ifade etmiştir. Kasemin cevabı 40. ayettedir.

Muksemun aleyh olan müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  اُقْسِمُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  تُبْصِرُونَ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Buradaki  فَ  Kur’anın müşriklerin nisbet ettiği kişiden değil Allahu Teala tarafından indiğini ispat etmek için tefriğ olarak gelmiştir. (Âşûr) 

"Yemin etmem” çünkü durum açıktır ve yeminle pekiştirmeye ihtiyacı yoktur ya da yemin ederim demektir,  لَٓا  da zaittir, ya da  لَٓا  yeniden dirilmeyi inkârlarını reddetmekte,  اُقْسِمُ  (yemin ederim) de yeni söz başıdır. (Beyzâvî)

Ayet, genelleme yoluyla tüm varlıklara atfedilmiştir. Çünkü varlıklar ya görülürler, ya da görülmezler. Hiçbirisi bu iki özelliğin dışında değildir. Görünenler, müşahede edilenlerdir. Görünmeyenler de gaib olanlardır. Dünya, ahiret, cisimler, ruhlar, insanlar, cinler, yaratıklar, yaratan, açık ve gizli tüm nimetler ve daha başka her şey bu iki sözcüğün kapsamına girerler. (Rûhu’l Beyân- Âşûr)

 
Hâkka Sûresi 39. Ayet

وَمَا لَا تُبْصِرُونَۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve şeylere
2 لَا
3 تُبْصِرُونَ görmedikleriniz ب ص ر

وَمَا لَا تُبْصِرُونَۙ


Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  مَا ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا تُبْصِرُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُبْصِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir. 

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَمَا لَا تُبْصِرُونَۙ

 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  مَا ‘ya matuf olup, sılası olan  لَا تُبْصِرُون  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki ayetteki  تُبْصِرُونَ  ve bu ayetteki  لَا تُبْصِرُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Hâkka Sûresi 40. Ayet

اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّهُ şüphesiz o
2 لَقَوْلُ elbette sözüdür ق و ل
3 رَسُولٍ bir elçinin ر س ل
4 كَرِيمٍ değerli ك ر م

اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۚ


Ayet kasemin cevabıdır. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  قَوْلُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَسُولٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  كَر۪يمٍ  kelimesi  رَسُولٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَر۪يمٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۚ


Ayet kasemin cevabıdır.  اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Kur'ân-ı Kerîm Resulullah (sav)'ın sözü değildir. O Allah'ın sözüdür. Sözün Allah'ın Resulüne nispet edilmesi, onu okuyanın, tebliğ edenin ve gereğince amel edenin o oluşundan dolayıdır! (Kurtubî)

Veciz ifade kastına matuf  لَقَوْلُ رَسُولٍ  izafetinde  رَسُولٍ ‘ye muzâf olan  قَوْلُ , şan ve şeref kazanmıştır. 

رَسُولٍ ‘deki nekrelik ve  اِنَّ ’nin haberinin izafetle marife olması tazim ifade eder.

رَسُولٍ  için sıfat olan  كَر۪يمٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Hâkka Sûresi 41. Ayet

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍۜ قَل۪يلاً مَا تُـؤْمِنُونَۙ  ...


O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildir
2 هُوَ O
3 بِقَوْلِ sözü ق و ل
4 شَاعِرٍ bir şa’irin ش ع ر
5 قَلِيلًا az ق ل ل
6 مَا ne de
7 تُؤْمِنُونَ inanıyorsunuz ا م ن

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍۜ 


Ayet, atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. İsim cümlesidir.  مَا   olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. هُوَ  munfasıl zamir  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir.

بِقَوْلِ  lafzen mecrur  مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. شَاعِرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

  

 قَل۪يلاً مَا تُـؤْمِنُونَۙ


قَل۪يلاً  sıfatı olan masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.  مَا  tekid içindir. 

تُـؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُـؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. 

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍۜ 


Ayet, atıf harfi وَ  ile kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Kâfirlerin  هو شاعِرٌ  sözüne reddiye olarak gelmiştir.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir.  بِ , tekid ifade eden zaid harftir. 

Cümlede müsnedin izafet formunda gelmesi, az sözle çok mana ifade kastına matuftur. 

مَا ‘nın haberi olan  بِقَوْلِ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

شَاعِرٍۜ ‘deki nekrelik muayyen olmayan cins ve umum ifade eder. Zaid  بِ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

Olumlu cümlelerde  لَ  harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfi de tekid ifade eder. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, C. II, S. 142)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet-i kerîmede aslında Kur’an’ın Cebrail (as)’ın getirdiği bir kelam olduğu ifade edilirken aynı zamanda kâfirlerin onun şair ve kâhin olduğu yönündeki iddialarına da cevap verilmiştir. Burada ele aldıklarımızın dışında bazı âyetler de vardır ki Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 


قَل۪يلاً مَا تُـؤْمِنُونَۙ


Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. 

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  قَل۪يلاً , amili  تُـؤْمِنُونَ  olan masdardan naib olarak gelmiştir. Cümledeki zaid harf  مَا  ve mef'ûlü mutlak tekid unsurlarıdır. Cümlenin takdiri   تُـؤْمِنُونَۙ إيماناً قَلِلاً (Az bir imanla iman ediyorsunuz) şeklindedir. Bu takdire göre müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayetteki az'lık, yokluktan kinayedir. Bu, seni ziyarete hiç gelmeyen birisine: ”Ne kadar da az geliyorsun!" demene benzer. Aslında maksadın, hiç gelmediğini söylemektir. (Rûhu’l Beyân) 

قَل۪يلا  keli­mesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki  مَا  edatı, bu belirsizlikten çıkan azlık manasını pekiştirmektedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ  ve قَل۪يلاً مَا تُـؤْمِنُونَۙ  cümleleri itiraz cümleleridir. Yani Kur’an şair ve kâhin sözü değildir. Bu olumsuzluk ne imanınızı ne de zikretmenizi etkiler. Çünkü siz inat ehlisiniz. (Âşûr) 
Hâkka Sûresi 42. Ayet

وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ  ...


Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve değildir
2 بِقَوْلِ sözü ق و ل
3 كَاهِنٍ bir kahinin ك ه ن
4 قَلِيلًا az ق ل ل
5 مَا ne de
6 تَذَكَّرُونَ düşünüyorsunuz ذ ك ر

  Kehene كهن:

  كاهِنٌ Bir tür zan yoluyla geçmişteki gizli haberlerle ilgili bilgi veren kimsedir.

  عَرَّافٌ ise aynı yolla gelecek haberler hakkında bilgi veren kimsedir. Bu fiilin mastarı كَهانَةٌ olarak gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de ismi fail formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kâhin ve kehanettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۜ


لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  بِقَوْلِ كَاهِنٍ  atıf harfi وَ ‘la   بِقَوْلِ شَاعِرٍ ‘e matuftur.  كَاهِنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.    


 قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ


قَل۪يلاً  masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.  مَا  kılleti tekid içindir. تَذَكَّرُونَۜ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  تَ ‘lerden biri hazf edilmiştir. 

تَذَكَّرُونَۜ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir. Aslı  يَتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۜ 


Ayette  لَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۜ  izafeti, önceki ayetteki  مَا ‘nın haberi olan  بِقَوْلِ شَاعِرٍ ‘e atfedilmiştir. Kâfirlerin  هو كاهِنٌ  sözüne reddiye olarak gelmiştir.

Zaid nefy harfi  لَا ‘nın tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Matufun aleyhteki gibi,  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş zaid harftir.

Olumlu cümlelerde  لَ  harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfi de tekid ifade eder. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, C. II, S. 142) 

كَاهِنٍۜ ‘deki nekrelik muayyen olmayan cins ve umum ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

Cümlede müsnedin izafet formunda gelmesi, az sözle çok mana ifade kastına matuftur. 

كَاهِنٍۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Ayette, iman, şairliğin olmaması ile birlikte, düşünmek de, kâhinliğin olmaması ile birlikte zikredilmiş. Çünkü Kur’an'ın şiire benzememesi, apaçık bir husustur; inatçıdan başka onu inkâr eden yoktur. Kur’an'ın kehanete benzememesi ise, Peygamberimizin ahvalini ve kâhinlerin yoluna tamamen zıt olan Kur’ân'ın manalarını ve kâhinlerin sözlerinin manalarını kıyaslayıp düşünmeye bağlıdır. Ancak, böyle demişlerse de, malumun olduğu üzere bu hakikatler de, fazlaca düşünmeyi asla gerektirmez. (Ebüssuûd)

  

 قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ


Cümle ikinci itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَل۪يلاً , amili  تَذَكَّرُونَ  olan masdardan naib olarak gelmiştir. Cümledeki zaid harf  مَا  ve mef'ûlü mutlak tekid unsurlarıdır. Cümlenin takdiri   تَذَكَّرُونَۜ تذكيراً قليلاً  (Az ibret alarak düşünüyorsunuz) şeklindedir. Bu takdire göre müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَل۪يلا  keli­mesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki  مَا  edatı, bu belirsizlikten çıkan azlık manasını pekiştirmektedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

تَذَكَّرُونَ  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Mücerret sülasi fiilin anlamını da taşıyabilir.

تفعّل  kalıbı  فاعل 'nin mutâvaatıdır; انفعل  kalıbı ise  فعل 'nin mutâvaatıdır. Bir de  تفعّل 'un aslı tekellüf (zorlanmak) içindir. (Beyzâvî)

[“Ne de az!” ifadesinde] “azlık”, ‘hiçlik’ anlamında kullanılmıştır; yani hiç inanmıyorsunuz ve hiç düşünmüyorsunuz. Mana şöyledir: Siz ne inkârcı, ne gafil insanlarsınız!.. (Keşşâf)

 
Hâkka Sûresi 43. Ayet

تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  ...


O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَنْزِيلٌ indirilmiştir ن ز ل
2 مِنْ tarafından
3 رَبِّ Rabbi ر ب ب
4 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م

تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ


İsim cümlesidir.  تَنْز۪يلٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو (O)‘dir. مِنْ رَبِّ  car mecruru  تَنْز۪يلٌ ‘e mütealliktir. 

Aynı zamanda muzâftır.  الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو  olan mübteda mahzuftur. 

مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  car mecruru haber olan  تَنْز۪يلٌ ‘e mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَنْز۪يلٌ , mezid  تفعيل  babının masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  izafetinde  رَبِّ  lafzına muzâf olması  الْعَالَم۪ينَ ’ye tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Lafza-i celâlin alem ismiyle değil de  رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  vasfıyla ifade edilmesi; O’nun muhatapların rabbi, şairlerin rabbi, tazim edilen kâhinlerin rabbi olduğuna tenbih içindir. (Âşûr)

Hâkka Sûresi 44. Ayet

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاو۪يلِۙ  ...


44-45. Ayetler Meal  :   
Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 تَقَوَّلَ iftira etseydi ق و ل
3 عَلَيْنَا bize
4 بَعْضَ bazı ب ع ض
5 الْأَقَاوِيلِ laflar uydurup ق و ل

“Elbette onu kıskıvrak yakalardık” diye tercüme ettiğimiz 45. âyetteki yemîn kelimesi sözlükte “sağ taraf, sağ el” anlamına gelir. Kelime mecazen “güç, kuvvet”mânasında da kullanılmaktadır (Kurtubî, XVIII, 275). 46. âyetteki vetîn ise “büyük atar damar” demektir; bu damar kesildiğinde canlı ölür. Allah Teâlâ Kur’an’ın şair veya kâhin sözü olmadığını yeminle ifade ettikten sonra Hz. Peygamber’in onu uydurup Allah’a isnat etmesinin de mümkün olmadığını, eğer –farzı muhal– böyle bir şey yapmış olsaydı, şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını ve hiç kimsenin onu bu cezadan kurtaramayacağını haber vermiştir. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 450

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاو۪يلِۙ


وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. Kasemin cevabına matuftur.  لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. 

تَقَوَّلَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلَيْنَا  car mecruru  تَقَوَّلَ  fiiline mütealliktir. 

بَعْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَقَاو۪يلِ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

تَقَوَّلَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  قول ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاو۪يلِۙ


Şart üslubunda gelen ayette  وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasındaki  تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاو۪يلِ  cümlesi şarttır. Şartın cevabı sonraki ayettedir.

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْنَا, ihtimam için mef’ûl olan  بَعْضَ الْاَقَاو۪يلِۙ ‘ye takdim edilmiştir

الْاَقَاو۪يلِۙ  - تَقَوَّلَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Önceki ayetteki Rabb isminden bu ayette azamet zamirine, güzel bir iltifat sanatı vardır.

 
Hâkka Sûresi 45. Ayet

لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَم۪ينِۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَأَخَذْنَا elbette alırdık ا خ ذ
2 مِنْهُ onun
3 بِالْيَمِينِ sağını ي م ن

لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَم۪ينِۙ


لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.b اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.b مِنْهُ  car mecruru  اَخَذْنَا  fiiline mütealliktir.b بِالْيَم۪ينِ  car mecruru  اَخَذْنَا ‘daki faili mahzuf haline mütealliktir.

لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَم۪ينِۙ

 

Ayet önceki ayetteki şartın cevabı olarak  لَ  karinesiyle gelen  لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَم۪ينِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  لَ  ve  مِنْ  tekid unsurlarıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber inkârî kelamdır.

Fiil azamet zamiriyle tazim edilmiştir.

مِنْهُ  car mecruru  اَخَذْنَا  fiiline,  بِالْيَم۪ينِ  car mecruru  اَخَذْنَا ’nın failinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

لَاَخَذْنَا  fiiline müteallik olan  مِنْهُ ‘daki  مِنْ  zaiddir.  هُ , mef’ûle ve onun ameline taalluk eder. بِالْيَم۪ينِۙ ‘deki  بِ  sebebiyyedir. (Âşûr)

Ayetteki  بِالْيَم۪ينِۙ  ifadesi, cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

لَوْ  şartının cevabının başında  لَ  (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363) 

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre  لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)

لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَم۪ينِ  [Elbette onu kuvvetle yakaladık] ayetinde kinaye vardır. Sağ taraf manasına gelen  يَم۪ينِ  lafzı, güç ve kuvvetten kinayedir. (Satvetü’t Tefâsir)

Allah'a iftira edenin helak edilmesi, hükümdarların hışımlarına uğrayanları en feci şekilde helâk etmeleriyle tasvir edilmektedir ki, o idamlarda cellat mahkûmun sağ kolundan tutup cepheden kılıçla kafasını uçurur. (Ebüssuûd) 

 
Hâkka Sûresi 46. Ayet

ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَت۪ينَۘ  ...


Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 لَقَطَعْنَا keserdik ق ط ع
3 مِنْهُ onun
4 الْوَتِينَ can damarını و ت ن

ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَت۪ينَۘ


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.  لَقَطَعْنَا  cümlesi  ثُمَّ  atıf harfi ile şartın cevabına matuftur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  قَطَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru  قَطَعْنَا  fiiline mütealliktir.  الْوَت۪ينَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَت۪ينَۘ


Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

لَ  karinesiyle gelen  لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَت۪ينَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  قَطَعْنَا  fiiline müteallik car mecrur  مِنْهُ , ihtimam için mef’ûl olan  الْوَت۪ينَۘ ‘e takdim edilmiştir.

قَطع الْوَت۪ينَۘ (Şah damarını kesmek) ifadesi öldürmekten kinayedir.

لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَت۪ينَ  ifadesi nasıl -açıkça-  لَقَطَعْنَا الْوَت۪ينَۘ (onun şahdamarını koparırdık) anlamına  geliyorsa,  لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَم۪ينِۙ  ifadesi de  لَاَخَذْنَا بِالْيَم۪ينِۙ (onu sağ elinden yakalardık) anlamında olur.  الْوَت۪ينَۘ , kalbin ana damarı yani şahdamarı demektir ki o koparıldığı zaman sahibi derhal ölür. (Keşşâf - Fahreddin er-Râzî)

Hâkka Sûresi 47. Ayet

فَمَا مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ عَنْهُ حَاجِز۪ينَ  ...


Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا olamazdı
2 مِنْكُمْ sizden
3 مِنْ hiçbir
4 أَحَدٍ kimse ا ح د
5 عَنْهُ ondan
6 حَاجِزِينَ engel ح ج ز

فَمَا مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ عَنْهُ حَاجِز۪ينَ


فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  مِنْكُمْ  car mecruru  اَحَدٍ  mahzuf haline mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir. اَحَدٍ   lafzen mecrur,  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.

عَنْهُ  car mecruru  حَاجِز۪ينَ ‘ye mütealliktir.  حَاجِز۪ينَ  kelimesi  مَا ‘nın ismi olarak mahallen mansub olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Muzâf mahzuftur. Takdiri, عن عقابه (Azabını) şeklindedir. 

حَاجِز۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi حجز  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَا مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ عَنْهُ حَاجِز۪ينَ


Cümle atıf harfi  فَ  ile 45. ayetteki şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Ayette hitap müşrikleredir. (Âşûr)

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.  اَحَدٍ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اَحَدٍ in mahzuf haline müteallik  مِنْكُمْ  car mecruru, durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  عَنْهُ , ihtimam için amili olan  حَاجِز۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir.

مَا ‘nın haberi olan  حَاجِز۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet-i kerîme'de geçen  اَحَدٍ  lafzı,  مَا 'nın ismidir. Başındaki  مِنْ  zaide olup nefyi tekid için getirilmiştir.  مِنْكُمْ  lâfzı  اَحَدٍ  kelimesinin hali,  حَاجِز۪ينَ  de  مَا ’nın haberidir. Nefyin siyakında gelen  اَحَدٍ  kelimesi, cemi manasında olduğu için, cemi sıygası ile getirilmiştir. (Celâleyn Tefsiri-Âşûr)

عَنْهُ (onu)’daki zamir öldürme fiiline râcidir; yani hiçbiriniz onun ölmesini engelleyemez, ölümü ondan def edemezdiniz! Veya Peygamber’e râcidir; yani öldürenin onu öldürmesini engelleyemez, onunla katilinin arasına giremezdiniz. Hitap bütün insanlaradır. (Keşşâf)

Bu ayet el-meẕhebu’l-kelamî sanatı ile Kur’an’ın Allah (cc)’tan olduğunu kanıtlayan bir ifadedir. Allah güçlüdür ve her şeyi bilir. Şayet Kur’an onun katından gönderilmiş olmasa ve peygamber bunu kendisi uydurmuş olsa Allah tarafından bunun kabulü mümkün olamazdı ve bu, onun helaki için bir sebep olurdu. Helak edilmemiş olması peygamberinin böyle bir şey yapmadığının kanıtıdır. Zira şartın içeriğinin oluşmamış olması mantıken cevabın içeriğinin de oluşmadığını gösterir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Burada yani [Hiçbiriniz onu engelleyemezdi] ifadesinde hitap bütün insanlaradır. Tıpkı “İçinizde, yalanlayanlar olduğunu elbette bilmekteyiz!” ayetinde olduğu gibi -ki yalanlamaya karşı bir tehdittir!- Ancak hitabın Müslümanlara olduğu da söylenmiştir; ancak bundan ileride bazı Müslümanların Kur’an’ı inkâr edecekleri anlamı çıkar.  (Keşşâf)

 
Hâkka Sûresi 48. Ayet

وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ  ...


Şüphesiz Kur’an, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُ şüphesiz O
2 لَتَذْكِرَةٌ bir öğüttür ذ ك ر
3 لِلْمُتَّقِينَ muttakiler için و ق ي

Kur’an-ı Kerîm’in, ona ön yargılardan sıyrılmış olarak, iyi niyetle yönelip onu tasdik edenler için önemli bir uyarı ve öğüt olmasına karşılık, Kur’an’ı yalan sayanların daima bulunabileceği belirtilmekte; âhirette onun müminler için kurtuluş, inkârcılar için de ceza sebebi olduğu ortaya çıktığında inkârcıların derin bir pişmanlık içinde olacakları ifade edilmektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 450-451

وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ


Ayet atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  تَذْكِرَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  لِلْمُتَّق۪ينَ  car mecruru  تَذْكِرَةٌ ‘e mütealliktir. مُتَّق۪ينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ


وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  لَتَذْكِرَةٌ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. (Âşûr) 

Haberin masdarla gelişi üç zamanı da içine aldığındandır. Çünkü masdar fiil ve benzerlerinden farklı olarak zamanı hissettirmez. (Âşûr) 

تَذْكِرَةٌ ’a müteallik olan car mecrur  لِلْمُتَّق۪ينَ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın sürekli varlığına, ayrılmayan bir özellik olduğuna işaret eder.

Hâkka Sûresi 49. Ayet

وَاِنَّا لَنَعْلَمُ اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّب۪ينَ  ...


Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّا ve elbette biz
2 لَنَعْلَمُ elbette biliyoruz ع ل م
3 أَنَّ muhakkak
4 مِنْكُمْ içinizdeki
5 مُكَذِّبِينَ yalanlayıcıları ك ذ ب

وَاِنَّا لَنَعْلَمُ اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّب۪ينَ


وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  نَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  أَنَّ  ve masdar-ı müevvel  نَعْلَمُ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  مِنْكُمْ  car mecruru  أَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مُكَذِّب۪ينَ  kelimesi  أَنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُكَذِّب۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّا لَنَعْلَمُ اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّب۪ينَ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  لَنَعْلَمُ اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّب۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ مِنْكُمْ مُكَذِّب۪ينَ , masdar tevilinde,  نَعْلَمُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْكُمْ  car mecruruأَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  مُكَذِّب۪ينَ  kelimesi  أَنَّ ’nin muahhar ismidir.

مُكَذِّب۪ينَ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Hâkka Sûresi 50. Ayet

وَاِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْـكَافِر۪ينَ  ...


Şüphesiz Kur’an, kâfirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُ doğrusu o
2 لَحَسْرَةٌ elbette hasrettir ح س ر
3 عَلَى için
4 الْكَافِرِينَ kafirler ك ف ر

وَاِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْـكَافِر۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

حَسْرَةٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَلَى الْـكَافِر۪ينَ  car mecruru  حَسْرَةٌ ‘e mütealliktir. 

الْـكَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْـكَافِر۪ينَ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin ismi  هُ  zamiridir. Haberi ise  حَسْرَةٌ ’dur.  عَلَى الْـكَافِر۪ينَ  car mecrur  حَسْرَةٌ e mütealliktir. Veya  حَسْرَةٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

الْـكَافِر۪ينَ  مُكَذِّب۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اِنَّهُ  (o)’daki zamirle Kur’an kastedilmektedir. Kur’an’ı inkâr edenler ve yalanlayanlar, onu tasdik edenlere verilen mükâfatı gördüklerinde Kur’an onlar için bir pişmanlık kaynağı olacaktır. Veya zamir tekzibe (yalanlama) racidir. (Keşşâf)

Hâkka Sûresi 51. Ayet

وَاِنَّهُ لَحَقُّ الْيَق۪ينِ  ...


Şüphesiz Kur’an, gerçek kesin bilgidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُ ve şüphesiz O
2 لَحَقُّ muhakkak gerçektir ح ق ق
3 الْيَقِينِ kesin ي ق ن

“Hakku’l-yak^n” tamlaması, “var (sabit), gerçek, doğru” anla­mındaki “hak” ile “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki “yak^n” kelimelerinden oluşan bir terim olup kesinlik bakımından ilme’l-yak^n ve ayne’l-yak^nin de ötesinde ve üstündeki kesin bilgidir. Bu üç aşamayı bir arada, “duyarak, görerek, yaşayarak bilmek” şeklinde ifade etmek mümkündür. Burada Kur’an’ı yalan sayanların âhirette büyük pişmanlık duyacakları ve dolayısıyla azaba mâruz kalacakları haber verilirken bunun kesin olarak yaşanacak bir gerçek olduğu vurgulanmaktadır (“hakku’l-yak^n” konusunda ayrıca bk. Vâkıa 56/95; Yusuf Şevki Yavuz, “Hakka’l-yak^n”, DİA, XV, 203).

Yukarıda Kur’an’ın yüceliği ve müşriklerin isnat ettiği kusurlardan uzak bulunduğu anlatılarak hem Kur’an’ın ilâhî vahiy olduğu hem de Resûlullah’ın peygamberliğinin kesinliği vurgulanmıştı. Son âyet-i kerîmede ise Resûlullah’ın, kendisine verilen bu nimetlerin şükrü olarak rabbinin adını yüceltmesi, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmesi istenmiştir.

وَاِنَّهُ لَحَقُّ الْيَق۪ينِ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

حَقُّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  يَق۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَاِنَّهُ لَحَقُّ الْيَق۪ينِ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 48. ayetteki  وَاِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin ismi  هُ  zamiri, haberi ise  لَحَقُّ الْيَق۪ينِ  izafetidir.

اِنَّ ’nin haberinin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastı yanında tazim içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Şüphesiz kesin bir gerçektir o] Kur’an. Tıpkı [O gerçekten, hakkıyla âlimdir.] sözlerindeki gibi mana ‘’Kur’an yakînin, gerçeğin aynıdır, ta kendisidir.’’ şeklindedir. (Keşşâf)

‘’Şüphesiz’’ ve gerçek diye ifade ettiğimiz ”hak" ve ”yakin" kelimeleri, aynı manaya gelen iki sıfattır. Birisi, ötekine bir şeyin kendi kendisine tamlaması kabilinden tamlama yapılmıştır.Bu: حب الحصيد  terkibinde olduğu gibi tekid için yapılır. Çünkü ”hak", kendisinde hiç şüphe olmayan sabit gerçektir. ”Yakin" de aynı manadadır. (Rûhu-l Beyân)

 
Hâkka Sûresi 52. Ayet

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ  ...


O hâlde sen, yüce Rabbinin adıyla tespih et.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَبِّحْ öyleyse tesbih et س ب ح
2 بِاسْمِ adını س م و
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 الْعَظِيمِ ulu ع ظ م

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. 

سَبِّحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  بِاسْمِ  car mecruru  سَبِّحْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْعَظ۪يمِ  kelimesi رَبِّكَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبِّحْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ


Şart üslubunda gelen ayette  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  بِاسْمِ  car mecruru  سَبِّحْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

اسْمِ  kelimesi, cins manasınadır. Yani maksat, Rabbinin isimlerini an, demek olur. Azîm kelimesi ise Rabbin sıfatıdır. (Rûhu’l Beyân, Vakıa,96)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

Veciz ifade kastına matuf  بِاسْمِ رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir. Ayrıca Rabb ismine muzâf olan  بِاسْمِ , şan ve şeref kazanmıştır. 

بِاسْمِ ‘deki  بِ  musahabe içindir. Yani ‘’Allah’ı yüce ismiyle tesbih et‘’ manasındadır. (Âşûr) 

الْعَظ۪يمِ۟  kelimesi  رَبِّكَ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

[Öyleyse, tenzih ve takdis et (ulu) Rabbinin adını]; yani Rabbinin adını anmak suretiyle tesbihte bulun.  اسْمِ (ad) ile zikir kastedilmiş de olabilir; yani Rabbini zikretmek suretiyle tesbihte bulun. “Ulu” anlamındaki  الْعَظ۪يمِ۟  muzâfın ya da muzâfun ileyhin sıfatıdır; birinciye göre “Rabbinin ulu adını”, ikinciye göre de “Ulu Rabbinin adını” demek olur. (Keşşâf, Vakıa/96)

Allah’ı, الْعَظ۪يمِ (ulu) ismini anarak tesbih et; yani  سبحان الله  diyerek. Sana vahyedip seni (elçiliğe) ehil kıldığı için de bir şükür olmak üzere O’na kulluk et. (Keşşâf)

Bu ayet, Vâkıa Sûresinde 74 ve 96. ayetlerde de gelmiştir. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Surenin son ayeti hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin son sayfasındaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  نِۚ - وَ  ve  نِۚ - ي  ve önceki ayetlerdeki  يَ  ve  ةٌ  harflerinin oluşturduğu mükemmel aheng, sözün güzelliğini, parlaklığını ve ruha etkisini artırmaktadır. Bu fasılalarda secî ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.

Surelerin son cümlelerinde, bedî’ sanatları olan kelimeler mevcuttur. Bu kelimeleri duyan, kelamın sona erdiğini anlamış, bundan sonra dikkate değer bir şey kalmadığını öğrenmiş olur. Zira sure sonlarındaki ayetler dua, tavsiye, farz, hamd, tekbir, mev’iza, vaat ve vaid gibi hususlarla biter. (İtkan c.2 s.285)

 
Meâric Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 44 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyetteki “elMe’âric”kelimesinden almıştır. Me’âric, yükselme yolları demektir. Sûredebaşlıca, Mekke müşriklerinin inkâr, inat ve azgınlıkları, insan tabiatının bazıyönleri, ölüm ötesi hayatın gerçekliği konu edilmektedir
Mushaftaki sıralamada yetmişinci, iniş sırasına göre yetmiş dokuzuncu sûredir. Hâkka sûresinden sonra, Nebe’ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 24. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet genel kabul görmemiştir (İbn Âşûr, XXIX, 152).
Meâric sûresinde kıyamet halleri, öldükten sonra dirilme, hesap gününün sıkıntıları, cehennem azabı, âhiret hayatı ve peygamberlik gibi İslâm’ın inanç esasları ele alınmaktadır. Sûrede cömertlik ve cimrilik konularından bahsedilir; müminlerin güzel vasıfları, iyi işleri ve üstün ahlâkı anlatılır; inkârcıların Hz. Peygamber’e karşı tutumları değerlendirilir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Meâric Sûresi 1. Ayet

سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ  ...


1-3. Ayetler Meal  :   
Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَأَلَ sordu س ا ل
2 سَائِلٌ bir soran س ا ل
3 بِعَذَابٍ azabı ع ذ ب
4 وَاقِعٍ vuku bulacak و ق ع

Huzuruna yükselmenin birçok yolu” diye çevirdiğimiz meâric (tekili: mi‘rec, mi‘râc) “yükselme vasıtaları” demektir. Bazı müfessirler bu kelimeye, “meleklerin yükseldiği gökler, Allah’ın mahlûkata lutfettiği nimetlerin mertebeleri, cennetteki dereceler, mânevî ve ruhanî mertebeler” gibi açıklamalar getirmişlerdir (Elmalılı, XIII, 5352). Bir kısım müfessirler ise meârici mecaz olarak insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve O’nunla mânevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır (bk. Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186). Bizim “istedi” diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi “sormak” mânasına da geldiği için bunu “Birisi ... sordu”şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur. Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu soruları soran Nadr b. Hâris idi (bk. İbn Âşûr, XXIX, 153). 2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza ile cezalandırılmalarını istemişlerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2. âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir. 

Müfessirlere göre 4. âyette geçen “ruh”tan maksat Cebrâil’dir. “Miktarı elli bin yıl olan gün”den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süresi, kimileri de âhirette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bir görüşe göre kıyametin müddeti inkârcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Elli bin senenin, âhiret hayatının toplam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiçbirinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen “huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan” şeklindeki ifadenin ardından burada da “Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O’na yükselmektedirler” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah’a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır (V, 332; krş. Hac 22/47). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 453-454

سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ


Fiil cümlesidir.  سَاَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  سَٓائِلٌ  fail olup lafzen merfûdur.  بِعَذَابٍ  car mecruru  سَاَلَ  fiiline mütealliktir.  وَاقِعٍ  kelimesi  عَذَابٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَٓائِلٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  سَاَلَ  olan fiilin ism-i failidir. 

وَاقِعٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  وقع  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَاَلَ سَٓائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍۙ


Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle  başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

بِعَذَابٍ  car mecruru  سَاَلَ  fiiline mütealliktir.  وَاقِعٍ  kelimesi  عَذَابٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

سَٓائِلٌ - سَاَلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِعَذَابٍ ‘deki nekrelik, soranın taciz ve tehekküm kastına işarettir.

سَاَلَ (sordu) fiiline zımnen  دعا  (çağırdı, istedi) anlamı verilerek, onun gibi geçişli yapılmıştır. Adeta, ‘bir şeyi istedi, talep etti’ anlamında  دعا بكذا  sözünde olduğu gibi  دعا داع بِعَذابٍ واقِعٍ (İstekli biri, başına kesin bir azabın inmesini istedi!) buyrulmaktadır. Tıpkı [Her meyveyi güvenle isteyebilmektedirler orada.] (Duhân 44/55) ayetindeki gibi. (Keşşâf)

Bir isteyici, gelecek olan azabı istedi. Bu ayette istedi manası  سَاَلَ  fiili ile ifade edilmiştir. Aynı mana  دعا   ve  إستدعى  kelimeleri ile de ifade edilmektedir. Nitekim bir ayette  یَدۡعُونَ فِیهَا بِكُلِّ فَـٰكِهَةٍ ءَامِنِینَ  (Duhân/55) buyurulmuştur ki [Orada güven içinde her türlü meyveden isterler] demektir. Buna göre ayetin anlamı: ‘’Bir isteyici, arzulasa da arzulamasa da mutlaka inecek olan azabı istedi.’’ olur. (Rûhu’l Beyân) 

Kur’anı Kerim’deki bütün sureler gibi bu surenin de başındaki ilk ayetlerin seçimi, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir. Bunun için mütekellimin söze başlarken güzel lafızları seçmesi, ağır lafızlardan ve tenâfürden uzak durması, en güzel nazmı tercih etmesi, takîdden kaçınması, sahîh bir mana ifade etmesi, muktezây-ı hâli gözetmesi gerekir. Bu, muhatabı sözün devamını dinlemeye, önemsemeye ve kabullenmeye sevk eder, merakını celbeder. Aksi halde muhatap sözün devamını dinlemez. İsterse dünyanın en güzel kelamı olsun boşa gider. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Meâric Sûresi 2. Ayet

لِلْـكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِلْكَافِرِينَ kafirler için ك ف ر
2 لَيْسَ yoktur ل ي س
3 لَهُ onu
4 دَافِعٌ def edecek د ف ع

لِلْـكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ


لِلْـكَافِر۪ينَ  car mecruru  وَاقِعٍ ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.  لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ  cümlesi önceki ayetteki  عَذَابٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye ‘değildir, yoktur, hayır’ vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَهُ  car mecruru  لَيْس ‘nin mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  دَافِعٌ  kelimesi  لَيْس ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. 

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir. 

دَافِعٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  دفع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلْـكَافِر۪ينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌۙ


Önceki ayetle bağlantılı olan bu ayet fasılla gelmiştir.  لِلْـكَافِر۪ينَ  car mecruru, önceki ayetteki  وَاقِعٍ ’e mütealliktir.

لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ  cümlesi önceki ayetteki  عَذَابٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَيْسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. İsm-i fail vezninde gelerek istimrar ve istikrar ifade eden  دَافِعٌ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.

Mübtedanın nekre gelmesi, nev ve umum ifade eder. Olumsuz cümlede nekre, umum ve şumûle işarettir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

[Kâfirler için onu önleyici yoktur.] Bu da  عَذَابٍ ‘nın başka bir sıfatıdır, ya da  وَاقِعٍۙ 'in sılasıdır (ona mütealliktir). Eğer soru, azap kimin başına gelecek şeklinde olursa, لِلْـكَافِر۪ينَ  cevap olur,  بِ  de buna göre  سَاَلَ 'nin,  إحتمٌَ (ilgilendi) manasını içermesinden dolayıdır. Onu önleyici yoktur, reddedecek yoktur. (Rûhu-l Beyân)  

Meâric Sûresi 3. Ayet

مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنَ -tan
2 اللَّهِ Allah-
3 ذِي sahibi
4 الْمَعَارِجِ yüksek makamların ع ر ج

مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ


مِنَ اللّٰهِ  car mecrur önceki ayetteki  وَاقِعٍ ‘e mütealliktir. ذِي  harfle îrab olan beş isimden biri olup lafza-i celâlin sıfatı olarak cer alameti  ي ‘dir. Aynı zamanda muzâftır.  الْمَعَارِجِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ


Önceki ayetin devamı olan terkipte  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru, önceki ayetteki  دَافِعٌ ’a mütealliktir.  مَعَارِجِ ’e muzaf olan  ذِي , lafza-i celâl için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

(O), derecelerin, yüceliklerin sahibi olan Allah'tandır. Vakti geldiği zaman, onun tarafından gönderilir. Râğıbın dediğine göre ”dereceler" den maksat, feleklerdir ki, onlar da yedi kat gök, kürsî ve arştır. (Rûhu’l Beyân) 

الْمَعَارِجِۜ  yükseklikler, meleklerin emir ve yasakları almak için çıktıkları yüce makamlardır. Yahut üst üste olan göklerdir. (Ebüssuûd)  

مِنَ اللّٰهِ ذِي الْمَعَارِجِۜ [Merdivenlerin sahibi Allah'tan], Allah'tan onun tarafından demektir, çünkü iradesi gerçekleşmiştir. Merdivenler sahibi basamaklar demektir ki, onlar da güzel sözün ve iyi amelin göğe çıktığı basamaklardır. Ya da mü'minlerin sülüklerinde veya sevap yurdunda terakki ettikleri derecelerdir ya da merdivenler meleklerin mertebeleridir ya da göklerdir, çünkü melekler onlara çıkarlar. (Beyzâvî) 

 
Meâric Sûresi 4. Ayet

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ  ...


Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَعْرُجُ çıkar ع ر ج
2 الْمَلَائِكَةُ melekler م ل ك
3 وَالرُّوحُ ve ruh ر و ح
4 إِلَيْهِ O’na
5 فِي içinde
6 يَوْمٍ bir gün ي و م
7 كَانَ olan ك و ن
8 مِقْدَارُهُ miktarı ق د ر
9 خَمْسِينَ elli خ م س
10 أَلْفَ bin ا ل ف
11 سَنَةٍ yıl س ن و

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ


Fiil cümlesidir.  تَعْرُجُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  الرُّوحُ   atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اِلَيْهِ  car mecruru  تَعْرُجُ  fiiline mütealliktir.  

ف۪ي يَوْمٍ  car mecruru  تَعْرُجُ  fiiline mütealliktir.  كَانَ مِقْدَارُهُ  cümlesi  يَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  مِقْدَارُهُ  izafeti  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

خَمْس۪ينَ  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimelere mülhaktır.  اَلْفَ  sayısı  خَمْس۪ينَ ‘nin temyizidir.  سَنَةٍ  kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَلْفَ ‘in temyizidir.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye ‘bakımından, …yönünden’ şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ


Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْمَلٰٓئِكَةُ  ve  الرُّوحُ  kelimeleri  تَعْرُجُ  fiilinin failidir.  اِلَيْهِ  ve  ف۪ي يَوْمٍ  car mecrurları  تَعْرُجُ  fiiline mütealliktir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  يَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Nakıs fiil  كَانَ’ in dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْس۪ينَ اَلْفَ سَنَةٍۚ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِقْدَارُهُ  izafeti  كَانَ ’nin ismi,  خَمْس۪ينَ  haberidir.  اَلْفَ  sayısı  خَمْس۪ينَ ’nin temyizi olup muzaftır. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124) 

الْمَلٰٓئِكَةُ ‘den sonra  الرُّوحُ ‘un zikredilmesi, tazim kastıyla yapılmış, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

الْمَلٰٓئِكَةُ - الرُّوحُ  ve  سَنَةٍۚ - يَوْمٍ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[O melekler ve ruh (Cebrail), oraya, miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselir.] Ruh, Cebrail’dir. Onun imtiyazı ve faziletinden dolayı ayrıca zikredilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise ruh, meleklerin muhafızları olan ayrı bir mahluklar âlemidir. Tıpkı meleklerin, insanların muhafızları olmaları gibi. Ayetteki  اِلَيْهِ (oraya), Arş'a demektir ve Allah'ın emirlerinin kendisinden indiği yüce makam demektir. Oraya, miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselir kelamı, o mekanların, son derece yüksek olduklarının temsilî ve hayali anlatımıdır. Yani o mekanlar, o kadar yüksektir ki, eğer bir zaman diliminde kat edilmesi farz edilecek olsa, o zaman dilimi, dünya yıllarından elli bin yıl miktarı olur. (Ebüssuûd)  

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ [Melekler yükselir] den sonra  الرُّوحُ [Ruh da yükselir] ifadesi umûmdan sonra hususun zikri kabilindendir. Bu, Rûh'un yani Cebrail'in (a.s.) faziletine dikkat çekmek ve onu şereflendirmek içindir. (Safvetü’t Tefâsir)

Burada melekler çoğul, Ruh tekil zikredilmiştir. O halde Ruh'tan maksat nedir? Bundan ilk evvel ["De ki, ruh Rabbimin emrindendir."] (İsra, 17/85) buyrulduğu üzere Rabbin emrinden olan Ruh akla gelir. Tefsircilerin çoğunluğu burada Ruh, ["Meleklerine, Peygamberlerine ve Cebrail'e..."] (Bakara, 2/98) buyrulduğu gibi, genel olarak zikirden sonra özel olarak zikir kabilinden Cebrail (as) olduğunu söylemişlerdir. (Elmalılı)

 
Meâric Sûresi 5. Ayet

فَاصْبِرْ صَبْراً جَم۪يلاً  ...


(Ey Muhammed!) Sen güzel bir şekilde sabret.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْبِرْ şimdi sen sabret ص ب ر
2 صَبْرًا bir sabırla ص ب ر
3 جَمِيلًا güzel ج م ل
“Uzak görüyorlar” diye çevirdiğimiz ifadeyi “imkânsız görüyorlar” şeklinde anlamak da mümkündür. Zira müşrikler öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettikleri için kıyamet, âhiret ve hesap gibi olayların gerçekleşmesini imkânsız buluyor, bunların gerçekleşeceğini haber veren Hz. Peygamber’le alay ediyorlardı. Onların bu tutumlarına karşı peygamberden sabırlı olması istenmekte, ayrıca iddia ettikleri gibi kıyamet olayının imkânsız olmadığı, yakında muhakkak gerçekleşeceği haber verilerek inkârcılar uyarılmakta, Hz. Peygamber de teselli edilmektedir.

فَاصْبِرْ صَبْراً جَم۪يلاً


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن سأل سائل فاصبر ..(Sana birşey sorarsa, sabret) şeklindedir.

Fiil cümlesidir. اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  صَبْراً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَم۪يلاً  kelimesi  صَبْراً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاصْبِرْ صَبْراً جَم۪يلاً


Fasılla gelen ayette, rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَاصْبِرْ صَبْراً جَم۪يلاً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri,  إن سأل سائل ..(Sana birşey sorarsa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

جَم۪يلاً  mef’ûlu mutlak olan  صَبْراً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

صَبْراً  -  اصْبِرْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

O halde sen kavminin eziyetine karşı güzel bir sabır ile sabret. Güzel sabır (sabr-ı cemîl), herhangi bir tahammülsüzlüğün ve Allah'tan başkasına şikayetin olmadığı sabırdır. Musibet sahibinin insanlar arasında olmakla birlikte, onun kim olduğunun bilinmemesi anlamında olduğu da söylenmiştir. Anlamlar birbirlerine yakındır. İbn Zeyd: “Ayet (cihadı emreden) kılıç ayeti ile nesh olmuştur.” demiştir. (Kurtubî)

Meâric Sûresi 6. Ayet

اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداًۙ  ...


Şüphesiz onlar o azabı uzak görüyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّهُمْ onlar
2 يَرَوْنَهُ onu görüyor(lar) ر ا ي
3 بَعِيدًا uzak ب ع د

اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداًۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَرَوْنَهُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَرَوْنَهُ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يَرَوْنَ  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَع۪يداً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداًۙ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  يَرَوْنَهُ بَع۪يداًۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَرَوْنَ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  بَع۪يداًۙ ‘deki nekrelik, kesret ifade eder.

Ayrıca  تَرَ  fiilinin bilmek anlamak manasında kullanılması, mecaz-ı mürsel sanatıdır. sanatıdır.

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)  

Şüphesiz onlar, Mekkeliler o azabı uzak görüyorlar. Yani kendilerine onu imkansız derecede uzak zannediyorlardı. Nitekim: [Biz öldüğümüz, bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz zaman mı?] diyorlardı. (Müminûn:82; Saffât: 16,53; Kâf: 3; Vakıa: 47) [Şu kurumuş kemikleri kim diriltecek?] (Yâsîn: 78) diyorlardı. Bunun için azabı uzak buluyorlardı. Buna sebep de, onu hak ettiklerini bilmemeleri idi. (Rûhu-l Beyân) 

بَع۪يداًۙ  burada imkansızlık anlamında kinayedir. Çünkü onlar vadedilen azabın gerçekleşeceğine inanmamakta fakat bunu müminlere ‘’uzak bir şüphe’’ olarak ifade etmektedirler. Allah onların durumlarından [‘’O vakit ölseydik ve toprak olsaydık. İşte bu uzak bir dönüştür.’’] (Kaf, 3)’de haber vermiştir. 

قَر۪يباًۜ  kelimesi de mübalağa ve takdiri müşakele yoluyla azabın vuku bulacağından kinayedir.  بَع۪يداًۙ  ve  قَر۪يباًۜ  arasında tıbâk vardır. (Âşûr)

 
Meâric Sûresi 7. Ayet

وَنَرٰيهُ قَر۪يباًۜ  ...


Biz ise onu yakın görüyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَرَاهُ biz ise onu görüyoruz ر ا ي
2 قَرِيبًا yakın ق ر ب

وَنَرٰيهُ قَر۪يباًۜ


Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  نَرٰيهُ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

قَر۪يباً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  نَرٰيهُ   bilmek anlamında kalp  fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنَرٰيهُ قَر۪يباًۜ


Ayet atıf harfi  وَ ’la  اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَرٰيهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  قَر۪يباًۜ ‘deki nekrelik, kesret ifade eder.

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görülmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)  

اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداً  cümlesiyle  نَرٰيهُ قَر۪يباً  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

قَر۪يباًۜ - بَع۪يداًۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Biz ise onu yakın görüyoruz, biliyoruz. Yeteneklerine göre onu hak ettiklerini, onun Bize kolay olduğunu, uzak ve zor olmadığını biliyoruz. Ayetteki uzaklık ve yakınlıktan maksat, imkân açısından uzaklık ve yakınlıktır. (Rûhu’l Beyân)

Meâric Sûresi 8. Ayet

يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ  ...


8-9. Ayetler Meal  :   
Göğün, erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 تَكُونُ olur ك و ن
3 السَّمَاءُ gök س م و
4 كَالْمُهْلِ erimiş maden gibi م ه ل

Kıyamet olayının; inkârcı ve mücrimlerin mahşer ve hesap ortamında yaşadıkları derin bunalımın, onları bu âkıbete sürükleyen başlıca kötülüklerin ve cehennem azabının kısa fakat kuşatıcı ve oldukça etkileyici bir anlatımı olan bu âyetlerde, ilâhî kudret ve hikmetin verdiği düzen içinde varlığını sürdüren gök cisimlerinin vakti gelince yine Allah’ın iradesiyle erimiş madenlere, dağların atılmış yüne, pamuğa dönüşeceği bildirilmekte; bu tasvirin ardından da insanın âkıbetinden sarsıcı bir kesit verilmektedir. Buna rağmen o gün suçlu kişinin, en değerli varlıkları olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korkuya kapılacağı anlatılmaktadır. Müfessirler, burada ruh hali tasvir edilen “mücrim”in (suçlu) inkârcıları veya daha genel olarak günahkârları ifade ettiğini belirtirler.

15 ve 16. âyetler cehennemin şiddetli azabını hatırlatmakta, 17 ve 18. âyetler ise oraya girenlerin bu sonuçla karşılaşmalarının başlıca sebeplerine dikkat çekmektedir ki bunlar, a) Peygamberin getirdiği hak dine, tevhid inancına sırt çevirmek, b) Servetinden muhtaçları faydalandırmamak, yani toplumda geçim sıkıntısının hafifletilmesi için üzerine düşeni yapmamaktır. Bu iki günah, yani putperestlerin tevhid davetine sırt çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip insanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur’an-ı Kerîm’in bütününde, özellikle de Mekke’de inen sûrelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tesbite göre Kur’an-ı Kerîm’in insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı, a) Allah’ın varlık ve birliğini tanımak, b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir. İslâm âlimleri bu iki büyük görevi kısaca “Allah’ın buyruğuna saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir.

يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ


يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  قَر۪يباً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكُونُ  ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَكُونُ  nakıs damme ile merfû muzari fiildir.  السَّمَٓاءُ  kelimesi  تَكُونُ ‘nün ismi olup lafzen merfûdur. كَالْمُهْلِ  car mecruru  تَكُونُ ‘nün mahzuf haberine mütealliktir.

يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ


يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  قَر۪يباً ‘den bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.  

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِ  cümlesi, muzari sıygadaki nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّمَٓاءُ  kelimesi  كَان ’nin ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi  كَ ‘nin dahil olduğu  كَالْمُهْلِ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh  السَّمَٓاءُ , müşebbehün bih  الْمُهْلِۙ ‘dir. 

يَوْمَ تَكُونُ السَّمَٓاءُ كَالْمُهْلِۙ [O gün gökyüzü erimiş maden gibi olacak.] Erimiş maden diye ifade ettiğimiz,  الْمُهْلِۙ  kelimesi, zeytinyağının tortusudur. Katı cisimler gibi yavaş aktığı için bu adı almıştır. İbn Mesud'dan gelen rivayete göre bu kelime, ”renklilikte erimiş gümüş gibi veya siyahlıkta zift ve katran gibidir" diye açıklanmıştır. Yani o gün gökyüzü  مُهْلِۙ  gibi olur. Korkunçlukta ve şekilde vasfedilemeyecek bir vaziyettedir. (Rûhu’l Beyân)

Meâric Sûresi 9. Ayet

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَكُونُ ve olur ك و ن
2 الْجِبَالُ dağlar ج ب ل
3 كَالْعِهْنِ renkli yün gibi ع ه ن

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  تَكُونُ  nakıs damme ile merfû muzari fiildir. الْجِبَالُ  kelimesi  تَكُونُ ‘nün ismi olup lafzen merfûdur.  كَالْعِهْنِ  car mecruru  تَكُونُ ‘nün mahzuf haberine mütealliktir.

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ

 

Ayet, önceki ayete  وَ ‘la, atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari sıygadaki nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْجِبَالُ  kelimesi  تَكُونُ ’nin ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi  كَ ‘nin dahil olduğu  كَالْعِهْنِۙ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh  الْجِبَالُ , müşebbehün bih  الْعِهْنِۙ ‘dir. 

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِۙ [Dağlar atılmış renkli yün gibi olacaktır.] Bir başka ayette  كَٱلۡعِهۡنِ ٱلۡمَنفُوشِ : [Atılmış renkli yün gibi] (Kâria: 5) buyurulmuştur. Bu ayetlerde özellikle  عِهْنِۙ  kelimesinin kullanılması, onda bulunan renkten dolayıdır. Nitekim bir başka ayette:  فَإِذَا ٱنشَقَّتِ ٱلسَّمَاۤءُ فَكَانَتۡ وَرۡدَةࣰ كَٱلدِّهَانِ  [Gök yarılıp da erimiş yağ gibi, kırmızı bir gül gibi olduğu zaman..] (Rahman/37) buyurulmuştur. Bu izahlardan sonra ayetin şu anlamda olduğunu söyleyebiliriz: ”Dağlar, muhtelif renklerinden dolayı çeşitli renklere boyanmış atılmış yün gibi olur." (Rûhu-l Beyân)

Meâric Sûresi 10. Ayet

وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يماًۚ  ...


(O gün) hiçbir samimi dost, dostunu sormaz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 يَسْأَلُ sormaz س ا ل
3 حَمِيمٌ dost ح م م
4 حَمِيمًا dostun halini ح م م

وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يماًۚ


وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْـَٔلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  حَم۪يمٌ  fail olup lafzen merfûdur.  حَم۪يماً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Birinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, نصره أو عونه (yardımı) şeklindedir.

وَلَا يَسْـَٔلُ حَم۪يمٌ حَم۪يماًۚ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حَم۪يمٌ  fail, حَم۪يماً  iki mef’ûl alan  يَسْـَٔلُ  fiilinin birinci mef’ûlüdür. Fiilin ikinci mef’ûlü mahzuftur. Takdiri, نصره أو عونه. (yardımı) şeklindedir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

حَم۪يماًۚ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

‘’Dost dostu sormaz, yakın yakının halinden sormaz’’ ifadesini İbn Kesîr meçhul kalıbı ile  وَلَا يُسْـَٔلُ  okumuştur, yani dost dosttan istenmez ya da hali ondan sorulmaz demektir. (Beyzâvî) 

Hiçbir dost diğerine “Nasılsın?” diye sor(a)maz ve onunla konuş(a)maz; çünkü her birinin, onu başkasının halini sorup soruşturmaktan alıkoyacak bir derdi vardır. (Keşşâf)

 
Günün Mesajı
39. ayetteki yemin, gerçeğin sadece gözün gördüğü, aklın idrak ettiği gözlemlenebilir âlemlerde yatmadığını, yaratılışın da bunlardan ibaret olmadığıını ortaya koymaktadır. Bunun da ötesinde asıl gerçek, gözlemlenebilir, insan duyularıyla idrak edilebilir âlemlerin ötesindedir ve bu âlemler, o gerçeğe birer alem, yani işarettir. Bundandır ki Kur'ân, en başta müminleri överken, önce onların gayb'e inanmalarını nazara verir. Buradaki yeminle de dikkatleri aynı noktaya çekmekte ve asıl gerçeklerin gözlemlenebilir âlemlerde aranmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. Gözlemlenebilir âlemler, görebilen için asıl gerçeğe apaçık delil, hatta onun tecellisi, göremeyen için ise onu örten perdelerdir. Bu yeminin öncesindeki Kıyamet ve ahiret gerçeği, bu yeminden sonra gelen vahiy ve Kur'an gerçeği işte bu asıl gerçeklerdendir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Zamanı bilinmeyen ve korkulmayan ama günün birinde kesin yaşanacağı bilinen her türlü zorluk, yaşlılık ve ölüm, kişiye uzak görünür. Bu hem nimettir, hem de imtihandır. Nimettir; hayata devam etme sevinci ve çalışma azmi verir. İmtihandır; dünyevi ve uhrevi işler arasındaki dengeyi korumak mühimdir ve mücadele ister. 

Nefis, Allah’ın sınırlarından uzaklaştıkça, zamanın oyunlarıyla oyalanmayı tercih eder. Zira bu, henüz elle tutulmayan geleceğe hazırlanmak yerine, dünyalık heveslere dalmayı kolaylaştırır. Ancak, yeryüzünde insana uzak gibi görünen herhangi bir şeyin, yaşandığı anda, aslında ne kadar yakın olduğu anlaşılır. 

Uyuyan kişi, rüyadayken, neyi ne kadar yaşadığına inanırsa inansın, uyandığı anda kendisini derinden etkileyen kırıntıların dışındaki her şeyi unutur. Hayatına, kaldığı yerden devam eder. Dönüşü olmayan gün geldiğinde, dünya rüyasından uyanır. Artık devam etmek yoktur, hakiki başlangıç vardır.

Ey Allahım! Yeryüzündeki ömrümüzü hayırlı ve bereketli kıl. Hesap gününe, gerektiği gibi hazırlanan kullarından eyle. Ölümümüzü ve ebedi hayata başlangıcımızı; hayırlı ve bereketli kıl. Her dönemimizi rızana uygun şekilde yaşamamız ve tamamlamamız için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Dünya hayatından, ahiret hayatına olan her geçiş evresinde; bize rahmetin ile muamele et ve hepsini kolaylaştır. Her şeyin sonunda, bizi Sana kavuşan salih kullarından eyle.

Amin.

***

Hakiki manada düşünmek nedir unutuldu. Gelişen teknoloji ile beraber gelen dalgalara kapılan insan yoruldu. Yine de vazgeçemedi çünkü artık durup düşünmekten çekinir oldu. Başka bir ifade ile düşünmek işlevini artık adam yerine koymuyordu. Onun daha çok ayağına dolanarak kendisini yavaşlattığına inanıyordu. Peki bazen yavaşlamanın yanlış bir iş olduğunu ne zaman öğrenmişti?

Düşünce yolunda yürürken, sadece nefsin peşinden gitmemelidir. Dünyayı seven nefis dengesizdir. Kişiyi herhangi bir yola çekebilecek kadar şaşkın ve umursamazdır. Gereksiz yere sinirlendirir, gereksiz yere hüzünlendirir. Her işinde olması gerektiği gibi duyguların ve düşüncelerin sonunda da Allah’a ulaşmayı öğrenmelidir. Çiçeklerin hatırını soran bir arı misali iç dünyasında Allah’ın rızasını aramalıdır.

Yeryüzünde yapılan her iş de olduğu gibi doğru düşünmek de mücadele ister. Duygular ve düşünceler sadece nefsani renklere boyandığı zaman şeytanın ya da nefsin vesveseleri iş başında demektir. Allah’ın emrine itaat ederek her vesvese halinden ve şerden istiaze ile Allah’a sığınmalıdır. Ayakkabı bağını dahi Allah’tan isteyen bir ümmetin parçası olarak bu işi doğru yapabilmeyi de yine Allah’tan istemelidir.

Ey duygu ve düşüncelerimizden haberdar olan Allahım! Bizi düşünmesini bilenlerden ve doğru düşüncelerle meşgul olanlardan eyle. Nefsani duygulara ve düşüncelere kapılıp maddi ve manevi anlamda boğulmaktan muhafaza buyur. İçimizi ve dışımızı hayırlarla doldur, rahmetinle kuşat, nurunla aydınlat ve muhabbetinle sevindir. Rızan ile kurtuluşa erdir ve ebedi huzura kavuştur.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji