24 Nisan 2026
Kalem Sûresi 43-52 / Hâkka Sûresi 1-8 (565. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kalem Sûresi 43. Ayet

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَاشِعَةً korkuyla خ ش ع
2 أَبْصَارُهُمْ gözleri ب ص ر
3 تَرْهَقُهُمْ onları kaplar ر ه ق
4 ذِلَّةٌ bir zillet ذ ل ل
5 وَقَدْ halbuki
6 كَانُوا ك و ن
7 يُدْعَوْنَ da’vet edilirlerdi د ع و
8 إِلَى
9 السُّجُودِ secdeye س ج د
10 وَهُمْ onlar
11 سَالِمُونَ sağlam iken س ل م

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ 


خَاشِعَةً  önceki ayette olan  یُدۡعَوۡنَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَبْصَارُهُمْ  izafeti  خَاشِعَةً ‘in faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ismi failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ  cümlesi  یُدۡعَوۡنَ ‘deki naib-i failin halini tekid eder. Mahallen mansubdur. 

تَرْهَقُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ذِلَّةٌ  fail olup lafen merfûdur. 

خَاشِعَةً  kelimesi, sülâsi mücerredi  خشع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ 


وَ  haliyedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.  يُدْعَوْنَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُدْعَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  اِلَى السُّجُودِ  car mecruru  يُدْعَوْنَ  fiiline mütealliktir.


وَهُمْ سَالِمُونَ


هُمْ سَالِمُونَ  cümlesi ikinci  يُدْعَوْنَ ‘deki naib-i failin hali olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. وَ  haliyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  سَالِمُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

سَالِمُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  سلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ 


خَاشِعَةً  önceki ayetteki  يُدْعَوْنَ  fiilinin naib-i failinin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  

اَبْصَارُهُمْ  izafeti, ism-i fail vezninde gelerek istimrar ifade eden  خَاشِعَةً ’in failidir. 

تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ  şeklindeki ikinci hal cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تَرْهَقُهُمْ  fiilinin faili olan  ذِلَّةٌۜ ‘deki nekrelik, kesret ve tahkir ifade eder. 

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ  ve  تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ  ifadelerinde istiare vardır.  اَبْصَارُهُمْ (gözleri),  خَاشِعَةً ‘in faili yapılarak kişileştirilmiştir. Gözlerin alçak gönüllü, çaresiz olmaya isnad edilmesi, durumun şiddetini, azametini artırmaktadır. Aynı şekilde  ذِلَّةٌۜ ‘ün,  تَرْهَقُهُمْ  fiiline isnadıyla zillet, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Arka arkaya gelen bu iki istiare, kıyamet gününün korkunçluğunu muhayyileyi harekete geçirerek mükemmel bir şekilde ifade etmiştir.

"Gözleri düşmüş olarak” ifadesi, "güç yetiremezler" ifadesinden haldir. "Kendilerini bir zillet sarmış olarak" ifadesi, "Tıpkı efendisinin kendisinden yüz çevirdiği bir köle gibi, Mevlâ'sının hizmetine devam etmemiş olmaları sebebiyle, onları bir zillet bürümüş olarak" demektir. Çünkü böylesi kimse insanlar arasında zelil, hor hakir olur. yani, "onlar, sapasağlamken, namaz kılma gücüne sahipken, ezan ve kamette namaza çağrıldıklarında, bunu yapmamışlardı" demektir. Burada, cemaata katılmayan, namazın cemaatle kılınması için, müezzinin çağrısına uymayanlar için bir tehdit vardır. (Fahreddin er-Râzî) 


 وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ

 

Ayetin son cümlesi,  تَرْهَقُهُمْ ‘daki mef’ûl zamirin halidir. و  haliyye,  قَدْ  tekid ifade eden tahkik harfidir. Tahkik harfiyle tekid edilmiş,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

كَانُوا ‘in haberi olan  يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

يُدْعَوْنَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اِلَى السُّجُودِ  car mecruru  يُدْعَوْنَ  fiiline mütealliktir.

Hal وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ سَالِمُونَ  cümlesi,  يُدْعَوْنَ  fiilindeki zamirden haldir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal cümleleri failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müsned olan  سَالِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Şayet orada mükellefiyet söz konusu olmadığı halde neden secdeye çağrılıyor olsunlar ki? dersen şöyle derim: Secdeye, ibadet ve mükellefiyet anlamında çağrılmayacaklar; sırf azarlanmak ve dünyada secdeyi terk ettikleri için kendilerine sert davranılmak üzere böyle denilecektir. Belleri katılaştırıldığı, secde edebilmeleri engellendiği halde, dünyada belleri ve eklemleri sağlamken, imkanları varken, kendilerinden istenen ibadet hususunda herhangi bir hastalıkları yokken secdeye çağrıldıkları zaman fırsatı kaçırdıkları için onları pişman etmek için (böyle yapılacaktır). (Keşşâf)

Secdeden murad ya namazdır, ya da namazın içerisindeki secdedir. Secde taatlerin en büyüğü olduğu için özellikle anılmıştır. (Ruhu’l Beyan)

 
Kalem Sûresi 44. Ayet

فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ  ...


(Ey Muhammed!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları bilemeyecekleri biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَرْنِي bana bırak و ذ ر
2 وَمَنْ kimseyi
3 يُكَذِّبُ yalanlayan ك ذ ب
4 بِهَٰذَا bu
5 الْحَدِيثِ sözü ح د ث
6 سَنَسْتَدْرِجُهُمْ onları derece derece yaklaştıracağız د ر ج
7 مِنْ
8 حَيْثُ yerden ح ي ث
9 لَا
10 يَعْلَمُونَ bilmedikleri ع ل م

Bu söz” diye çevirdiğimiz “hadîs” kelimesi “ilâhî vahiy, Kur’an” veya “yeniden dirilmeyi ve âhiret hesabını bildiren ilâhî haber” şeklinde yorumlanabilir. 44. âyetteki “Bu sözü yalan sayanı bana bırak” cümlesi, vahiy ve âhireti inkâr edenleri cezalandırma yetkisinin yalnız Allah’a mahsus olduğunu ifade eder. “Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz” diye çevirdiğimiz cümle ise kısaca şunu anlatıyor: Allah verdikçe onlar şımarır; fakat O, imtihan sebebiyle vermeye devam eder. Bu durum İslâmî literatürde istidrâc terimiyle ifade edilmiştir (bk. A‘râf 7/182).

45. âyette “plan” diye çevirdiğimiz keyd kelimesi, Allah için kullanıl­dığında, İslâmiyet ve müslümanlar aleyhinde çalışan inkârcıların plan­larını boşa çıkaran Allah’ın adaletli ve hikmetli planını ifade eder. Yüce Allah kendi planı uyarınca, âyetlerini yalan sayanları hemen cezalan­dırmayıp onlara mühlet verdiğini, kendilerine bazı imkân ve fırsatlar tanıdığını, fakat onların bu fırsatı değerlendirmeyip derece derece kurtuluşu olmayan bir yıkıma doğru gittiklerini ifade buyurmaktadır (bk. A‘râf 7/182-183; ayrıca krş. En‘âm 6/44).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt: 5 Sayfa: 436-437

فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ 


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا كانت أحوالهم كذلك فذرني …(Onlar bu durumda olduklarında bana bırak) şeklindedir. 

ذَرْن۪ي  sükun üzere mebni emir emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  atıf harfi وَ ‘la  ذَرْن۪ي ‘deki mütekellim zamirine matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  يُكَذِّبُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُكَذِّبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِهٰذَا  car mecruru  يُكَذِّبُ  fiiline mütealliktir.  الْحَد۪يثِ  işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olup kesra ile mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُكَذِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ


Fiil cümlesidir. Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  نَسْتَدْرِجُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

مِنْ حَيْثُ  car mecruru  نَسْتَدْرِجُ  fiiline mütealliktir.  لَا يَعْلَمُونَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı, yani mef‘ûlun fihidir. 

Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

سَنَسْتَدْرِجُهُمْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  درج ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ 


فَ , mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Şart üslubunda gelen terkipte, cevap cümlesi  فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, …  إذا كانت أحوالهم كذلك    (Onlar bu durumda olduklarında bana bırak) olan mahzuf şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, Hz.Peygambere destek, kastedilen kişilere de tehdit maksadıyla söylenmiş olması hasebiyle vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu atıf harfi  وَ  ile  ذَرْن۪ي  fiilinin mef’ûlü olan mütekellim zamirine matuftur. Sılası olan  يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِهٰذَا  car mecruru  يُكَذِّبُ ‘ ye mütealliktir.  الْحَد۪يثِ , ismi işaretten bedeldir. 

الْحَد۪يثِۜ , Kur’an manasındadır. Cem’ ve tecessüm ifade eden işaret ismi  هٰذَا , Kur’an’ı göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip, mertebesinin yüksekliğini belirtmiştir. 

Söze işaret edilen işaret ismi  هٰذَا ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَ  harfi, vavu’l maiyyedir. Kendisinden sonra gelen ise mef’ûlun meahdır. Atıf harfi olması doğru olmaz. Çünkü ‘beni onlarla bırak’ manası kastedilmiştir. (Âşûr)

İşaret ismi, daha önce Kur'an'da vahyedilen, zihinde mukadder olan (kabul edilen) bir şeye işaret eder. (Aşûr)

Mef’ûlün ism-i mevsûlle ifade edilmesi, muhatabın bu kimseleri bildiğini göstermenin yanında tahkir ifade eder.

الْحَد۪يثِ (Söz9 den maksat Kur’an’dır. Çünkü duyma veya vahiy yoluyla insana ulaşan her kelam hadis, sözdür." (Rûhu’l Beyân)

Bu kelam, mezkûr emirden icmalî olarak anlaşılan cezalandırmanın keyfiyetini beyan etmektedir.

Yani biz, onlara olan ihsanımızı, verdiğimiz sıhhatı sürdürerek ve nimetlerini artırarak kendilerini tedricî olarak azaba indireceğiz. Onlar ise, kendileri için bunun istidrac olduğunu bilmiyorlar; aksine kendilerini müminlerden üstün kıldığımızı, nimetlerimiz için onları tercih ettiğimizi sanıyorlar. Halbuki bu, onlarin helakının sebebidir. (Ebüssuûd)

  

 سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ , yakın gelecek bildirir. Tehdit anlamı bulunan cümlelerde tekid ifade eder. 

Fiilin, azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi,  نَسْتَدْرِجُهُمْ ‘ya müteallik olan mekân zarfı  مِنْ حَيْثُ ‘nun muzâfun ileyhidir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümledeki muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَذَرْن۪ي ‘deki müfret sıygadan,  سَنَسْتَدْرِجُهُمْ ‘da cemi sıygaya iltifat sanatı vardır.

“Onu bana bırak!” denir ki; “Onu bana havale et, onunla ilgili olarak ben sana yeterim!” demek isterler. Adeta şöyle demektedir: “Bunu bana bırakman ve onunla benim aramdan çekilmen, yapacak iş olarak sana yeter. Ona ne yapılması gerektiğini biliyorum ve buna gücüm yetiyor!” Kastedilen şudur: “Kur’an’ı yalanlayanı cezalandırma hususunda ben yeterim, kalbini onun durumuyla meşgul etme! Ona hak ettiği cezayı verme konusunda bana güven.” Bu söz Peygamber’i (sav) teselli, yalanlayanları da tehdit etmek için söylenmiştir. Kişi, bir şeyi basamak basamak indirip bir şeyin içine düşürdüğünde  استدراجه إلى كذا  denir. “Allah’ın asileri istidrac etmesi”, onlara sıhhat ve nimet vermesi, onların da Allah’ın rızkını inkârcılıklarının ve günahlarının artmasına sebep ve basamak yapmalarıdır. (Keşşâf)

 
Kalem Sûresi 45. Ayet

وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ  ...


Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُمْلِي mühlet veriyorum م ل و
2 لَهُمْ onlara
3 إِنَّ doğrusu
4 كَيْدِي benim tuzağım ك ي د
5 مَتِينٌ sağlamdır م ت ن

وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ 


Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  سَنَسْتَدْرِجُهُمْ ‘e matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  اُمْل۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.  لَهُمْ  car mecruru  اُمْل۪ي  fiiline mütealliktir.

اُمْل۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال   babındandır. Sülâsîsi  ملو ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.


 اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَيْد۪ي  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَت۪ينٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ 


Ayet,  سَنَسْتَدْرِجُهُمْ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Önceki ayetteki  سَنَسْتَدْرِجُهُمْ  fiilinin cemi sıygasından,  اُمْل۪ي ‘de müfred sıygaya iltifat sanatı vardır.


اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümle,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

اِنَّ ’nin isminin izafetle marife olması, veciz ifade ve tazim içindir.

كَيْد۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  كَيْد۪ , şan ve şeref kazanmıştır.

اِنَّ ’nin haberi olan  مَت۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ ihsanda bulunmasını ve imkan vermesini istidrac olarak isimlendirdiği gibi tuzak  كَيْد۪ي  olarak da isimlendirmiştir; zira bu ihsanlar, helake düşmeye sebep olması sebebiyle tuzak suretindedir. Ve ihsanının helake sebep olma konusundaki güçlü tesirinden dolayı tuzağı da sağlamlıkla  مَت۪ينٌ  nitelemiştir. (Keşşâf)

Târîfât adındaki eserdeki izahat ise şu şekildedir: ”كَيْد۪ ', bir başkasına gizlice zarar vermek istemektir. Bu, insanlar tarafından yapılırsa kötü bir hile, Allah tarafından yapılırsa yaratıkların amellerine karşılık vermek için haklı bir tedbirdir." (Rûhu’l Beyân) 

Allah'ın yaptıkları kötülüğe karşılık hakkı yerine getirmek üzere bir kavme yaptığı iyilikler için kullanılan "aldatma" tabiri bir istiaredir. Çünkü bu, iyiliklerde acele etmek ve kötülüklerin peşinden koşmak bakımından failin eyleminin benzeridir. (Âşûr)

İhsanını ve imkan vermesini helake sebep olması yönüyle tuzak şeklinde olduğu için istidrac olarak adlandırdığı gibi tuzak olarak da adlandırılmıştır. Tuzak, hile ve istidracın asıl manası: Güvenli yerden yakalamaktır (yakalanmaktır). Allah'ın (cc) tuzakçı, hilebaz ve istidrac yapan diye adlandırılması caiz değildir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

 
Kalem Sûresi 46. Ayet

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْراً فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ  ...


Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına mı girmişlerdir?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 تَسْأَلُهُمْ sen istiyorsun (da) س ا ل
3 أَجْرًا bir ücret (mi?) ا ج ر
4 فَهُمْ onlardan
5 مِنْ -tan (dolayı)
6 مَغْرَمٍ borç- غ ر م
7 مُثْقَلُونَ ağır bir yük altındadırlar ث ق ل

Peygamber, tebliğ faaliyetinin karşılığında ücret beklemez, muhataplar da maddî anlamda borç altında olmazlar, tebliğ de itaat de maddî kaygılarla ilgisi olmayan, tamamen dinî ve ahlâkî birer görevdir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt: 5 Sayfa: 437

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْراً 


اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  تَسْـَٔلُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَجْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

 

 فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ


İsim cümlesidir.  فَ  taliliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ مَغْرَمٍ  car mecruru  مُثْقَلُونَ ‘ye mütealliktir.  مُثْقَلُونَ  haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُثْقَلُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan  إِفْعَال  babının ism-i mef’ûlüdür.

اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْراً 


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ ; munkatı’ istifham harfidir. Burada inkârî istifham harfi hemze ve intikal ifade eden  بَلْ  manasındadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen asıl manasının, yani soru manasının dışında kullanılmıştır. Ayetin öncesi ve sonrasına bakılarak nefy ve inkâr ifade ettiği anlamı çıkmaktadır. Buna göre “Peygamber onlardan, yol göstermesine ve gerçeği öğretmesine karşılık bir ücret istememiştir. Yani böyle bir durum yoktur.” manasını taşımaktadır. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İnkâr, (reddetme, yadsıma)  manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَجْراً ’deki nekrelik, herhangi bir manasında nev ve kesret ifade eder.

Yoksa sen risaleti tebliğ ettiğin için onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar, bu yüzden iman etmiyorlar? Soru olumsuzluk manasınadır.

Yani; sen vahyin tebliği için ücret istemiyorsun ki bu onlara ağır gelsin de bu sebeple kaçınsınlar, demektir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)


 فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ


فَ  ta’liliyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ مَغْرَمٍ , önemine binaen, amili olan olan  مُثْقَلُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

مَغْرَمٍ ‘deki nekrelik kesret ve nev ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَغْرَمٍ - اَجْراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayet de, kendisinden sonraki ayetlerle birlikte, Tûr Sûresi'nde tefsir edilmiştir. Hatta diyorum ki: İlgili sözler, ta Kalem 41. ayetten itibaren, tekrardır. (daha önce geçmiştir). مَغْرَمٍ  kelimesi,  غرم (borç) manasına olup, "Ödenmesi gereken şey" demektir, ayetin manası, "O peygamber onlardan, yol göstermesine ve gerçeği öğretmesine karşılık bir ücret istememiştir ki böylece malî yönden bir borçlanma onlara zor gelsin de, dolayısıyla bu onları imandan alıkoyuversin. Yani böyle bir durum yok" şeklindedir. (Fahreddin  er-Râzî)

مِنْ مَغْرَمٍ  car mecruru  مُثْقَلُونَ ‘e mütealliktir.  مِنْ  harfi ibtidaiyyedir. Ta’lil manasında mecazî bir ibtidaiyedir. Mamulun amiline takdim edilmesi, fasılaya riayetle birlikte meşakkatin sebebini zikretmeden önce ihtimam içindir. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 47. Ayet

اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ  ...


Yahut gayb (Levh-i Mahfuz) kendi yanlarında da onlar mı (bundan aktarıp) yazıyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 عِنْدَهُمُ yanlarında (mıdır?) ع ن د
3 الْغَيْبُ gayb غ ي ب
4 فَهُمْ onlar
5 يَكْتُبُونَ yazıyorlar ك ت ب

İnkârcılara soru tarzında başka bir uyarı olup özellikle dinî konularda insanın bilgi kapasitesinin sınırlı olduğuna, Allah’tan başka hiç kimse gayb âlemi hakkında bilgi sahibi olmadığı için bu konularda ileri sürülen iddiaların da temelsiz olacağına, sonuç olarak din konularında Allah’ın peygamberi vasıtasıyla insanlara ulaştırdığı vahiy bilgisinin yegâne kaynak olarak benimsenmesi gerektiğine işaret edilmektedir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt: 5 Sayfa: 437

اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ


اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır.  عِنْدَ  mekân zarfı mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْغَيْبُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

 

فَهُمْ يَكْتُبُونَ


 فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَكْتُبُونَ  haber olarak mahallen merfûdur. 

يَكْتُبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ  munkatıadır. Burada inkârî istifham harfi hemze ve intikal ifade eden  بَلْ  manasındadır.

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak taaccüp ve tevbih anlamı kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  عِنْدَهُمُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْغَيْبُ , muahhar mübtedadır. 

Ayetteki takdim kasr ifade eder. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  عِنْدَهُمُ , maksurun aleyh/sıfat,  الْغَيْبُ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

فَهُمْ يَكْتُبُونَ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsned  يَكْتُبُونَ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yoksa gayb (bilgisi) yani levh-i mahfûz yanlarında da verdikleri hükümleri oradan mı yazıyorlar? (Keşşâf)

Bu ayetle ilgili olarak şu iki izah yapılabilir:

1) Bu, "Levh-i mahfûz yoksa onların yanında da, onlar, üzerinde ısrar ettikleri küfür ve şirkin mükafatı olduğunu oradan mı alıp yazıyorlar? Dolayısıyla bu küfürde mi ısrar ediyorlar" demektir. Bu manaya göre, ayetteki istifham, "istifham-ı inkârî" olmuş olur.

2) Bu, "Görülmeyen şeyler, onların akıllarında sanki mevcutmuş da, böylece onlar Allah'ın aleyhine yazıp, çiziyorlar. Allah aleyhine istediklerine ve dilediklerine karar veriyorlar" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu iki ayet yukarıda geçen ve ayetlerine benzer olmakla beraber manayı toplayıp, ta sûrenin başındaki ayetine kadar götürmüş ve bu suretle "kalem"den maksadın da gayb ilminden olmuş olacak her şeyin kaderini yazan ilâhi kalem olduğunu anlatmıştır. (Elmalılı)

 
Kalem Sûresi 48. Ayet

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ  ...


Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْبِرْ sen sabret ص ب ر
2 لِحُكْمِ hükmüne ح ك م
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 وَلَا ve
5 تَكُنْ olma ك و ن
6 كَصَاحِبِ sahibi gibi (Yunus) ص ح ب
7 الْحُوتِ balık ح و ت
8 إِذْ hani
9 نَادَىٰ seslenmişti ن د و
10 وَهُوَ ve o
11 مَكْظُومٌ sıkıntıdan yutkunarak ك ظ م

“Rabbinin hükmü”nden maksat Hz. Muhammed’e (s.a.v.) verilen peygamberlik ve dini tebliğ görevidir (krş. Müddessir 74/1-7; ayrıca bk. İbn Âşûr, XXIX, 104) veya Allah’ın inkârcılara mühlet vererek onlara karşı Hz. Peygamber’e yardımını ertelemesidir (Râzî, XXX, 98). “Balığın arkadaşı” ise Yûnus peygamberdir. Hz. Peygamber’e, Allah’ın verdiği görevi sabırla yerine getirmesi emredildikten sonra Yûnus’a atıf yapılmakta ve Resûlullah’a onun hatalı davranışını tekrar etmemesi telkin edilmektedir. Çünkü Yûnus, tebliğ ettiği dini halkın kabul etmediğini görünce sabır ve azimle görevine devam edeceği yerde, halkına kızarak ülkeyi (Ninova) terketmiş, bir gemiye binip denize açılmış, yolda fırtına çıkmış, yolcuların bir kısmının denize atılmasına karar verilince çekilen kurada Yûnus’un şansına denize atılmak düşmüştü; fakat denizde bir balık (balina) tarafından yutularak boğulmaktan kurtulmuş, sahile bırakılmıştı. Böylece kendisine burada da Allah’ın rahmeti yetişti. Yûnus Allah’ın emriyle ülkesine dönüp peygamberlik görevini sürdürmeye, tevhid inancını yaymaya devam etti. Bir rivayete göre Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkları takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana geldikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Fakat onların imana geldiklerinden habersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisinin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir (bilgi için ayrıca bk. Sâffât 37/139-148). Burada Yûnus peygamberin kıssasına değinilerek Hz. Muhammed uyarılmakta, Mekke müşriklerinin kendisine gösterdiği muhalefete kızıp da ümitsizliğe kapılmaması ve peygamberlik görevini sürdürmesi telkin edilmektedir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt: 5 Sayfa: 438-439
Âyetteki “ sahibü’l-hût” ifadesiyle Yunus Aleyhisselam kastedilmektedir. Peygamber Efendimiz üstün tevâzuu sebebiyle “ Hiç kimse benim Yunus Peygamber’den daha hayırlı olduğumu kesinlikle söylemesin” buyurmuştur 
(Buhari, Enbiya 35; Müslim, Fezâil 159).

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وقعت في ضيق فاصبر …(Sıkıntı olduğunda sabret) şeklindedir. 

اصْبِرْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لِحُكْمِ  car mecruru اصْبِرْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا تَكُنْ  atıf harfi وَ ‘la  اصْبِرْ ‘a matuftur. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُنْ  nakıs sükun ile meczum muzari fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

كَصَاحِبِ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, لا يكن حالك كحال صاحب الحوت (Senin halin yunusun sahibinin hali gibi olmasın) şeklindedir.  الْحُوتِۢ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ


اِذْ  zaman zarfı mukadder muzâfa mütealliktir. Takdiri, كحال صاحب الحوت وقت ندائه (Yunus sahibinin nida ettiğindeki durumu gibidir.) şeklindedir.  نَادٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.    

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مَكْظُومٌۜ  haber olup lafzen merfûdur. 

مَكْظُومٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  كظم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ


Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Şart üslubunda gelen ayette cevap cümlesi olan  فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri,  إن وقعت في ضيق (Sıkıntı olduğunda …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Veciz ifade kastına matuf  لِحُكْمِ رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir. Rab ismine muzâf olan  حُكْمِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.

وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat edilmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfi  كَ  ile mecrur mahaldeki  كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ  izafeti,  كَانَ ’nin mahzuf habere mütealliktir. 

صَاحِبِ  muzâfun ileyhtir. Takdiri  حالك (Senin halin) olan muzâf, mahzuftur. Yani; لا يكن حالك كحال صاحب الحوت (Senin halin balık sahibinin hali gibi olmasın) demektir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَادٰى  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf muzâfa mütealliktir.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُوَ مَكْظُومٌ  cümle, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal cümleleri anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Rabbinin hükmünü, onlara mühlet vermesini ve senin onlara karşı zaferini geciktirmesi hükmünü sabırla bekle. Acele etmekte ve sıkıntıda balık sahibi Yunus (a.s) gibi olma. O balığın karnında:  لَّاۤ إِلَـٰهَ إِلَّاۤ أَنتَ سُبۡحَـٰنَكَ إِنِّی كُنتُ مِنَ ٱلظَّـٰلِمِینَ  [Senden başka hiç ilâh yoktur. Seni tenzih ederim gerçekten ben zalimlerden oldum.] (Enbiyâ:87) diye öfkeli ve pek üzgün olarak Rabbine yalvarmıştı. Yani senin durumun, onun yalvardığı vakitteki hali gibi olmasın. Ondaki sıkıntı ve hiddet sende bulunmasın. Aksi halde, onun başına gelen musibet senin de başına gelir. (Rûhu’l Beyân) 

Hak Teâla'nın "O balık sahibi gibi olma. Hani o, gamla dolu olarak dua etmişti" ifadesiyle ilgili olarak iki mesele vardır:

Birinci Mesele: Ayetteki, (إذ) ifadesinin amili,  كصاحب الحوت (O balığın arkadaşı)  ifadesinin manasıdır, yani, "Sen dua (nida) ederken, balık sahibi (Yunus) gibi olma" demektir. Bu böyledir. Çünkü "o balık sahibi", o vakit gamla dopdoluydu. Böylece adeta, لا تكن مكظوما (Sen gamlanma, üzülme) denilmek istenmiştir.

İkinci Mesele:  صاحب الحوت (Balığın arkadaşı) ifadesiyle Yunus (as) kastedilmiştir. Çünkü o, balığın karnında:  لا إله إلا أنت سبحانك إنى كنت من الظالمين [Senden başka ilah yok. Seni tesbih ve tenzih ederim. Şüphesiz ben, zalimlerden oldum.] (Enbiya/87) diye dua ve niyazda bulunmuştu.  وهو مكظوم  ifadesi, ‘kederle dopdolu’ demek olup, birisi su kabını doldurduğunda kullandığında deyimine dayanır. Buna göre mana, "Senden, o Yunus'dan sadır olan gibi bir darlık ve gazap sadır olmasın. Eğer olursa, sen de onun gibi imtihan olunursun" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

ذُو  kelimesi bilindiği gibi ‘sahip’ manasındadır. Bazıları ذُو ‘nun  صاحب  kelimesinden daha beliğ ve fasih olduğunu söylemişlerdir. ذُو النون  denildiği zaman, Yunus (as)'ın ona mahkum kalmayıp onun sıkıntısından kurtuluşu;  صاحب  denildiği zaman da o balığın içinde bulunması durumlarına işaret edilmiş oluyor. Onun için Enbiya Suresinde övülürken  ذُو النون , bu surede ise ona benzemekten nehyedilirken  صاحب الحوت  diye isimlendirilmiştir. Burada  الحوت  ve  النون  kelimelerinin ikisinin de balık manasına gelmesi itibariyle, bu ayet ile surenin başındaki  نٓ ‘a dolaylı yoldan bir işaret yapılmış demektir. Bundan bazıları dan maksadın bu  الحوت  olduğu görüşüne varmışlardır. Fakat öyle olsaydı burada  صاحب النون  denilmek uygun düşerdi. Demek ki maksat o olmamakla beraber dolaylı yoldan ona bir işaret de vardır. (Elmalılı)

 
Kalem Sûresi 49. Ayet

لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ  ...


Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْلَا eğer olmasaydı
2 أَنْ
3 تَدَارَكَهُ ona yetişmesi د ر ك
4 نِعْمَةٌ bir ni’metin ن ع م
5 مِنْ -nden
6 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
7 لَنُبِذَ elbette atılırdı ن ب ذ
8 بِالْعَرَاءِ çıplak bir yere ع ر ي
9 وَهُوَ ve o
10 مَذْمُومٌ kınananrak ذ م م

لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ


لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur.

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

تَدَارَكَهُ  fetha ile mansub muzari fiildir.  تَ ‘lerden biri hazf edilmiştir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  نِعْمَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  نِعْمَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  لَوْلَٓا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır.  نُبِذَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو dir.  بِالْعَرَٓاءِ  car mecruru  نُبِذَ  fiiline mütealliktir. 

وَ  haliyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مَذْمُومٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

تَدَارَكَهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi  درك ‘dir. 

Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefâ’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَذْمُومٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ذمم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Şart üslubundaki ayette şart cümlesi isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪  cümlesi, masdar teviliyle, takdiri  موجود  olan mahzuf haber için mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَبِّه۪  izafetinde  صَاحِبِ الْحُوتِۢ ‘ya ait zamir, Rabb ismine muzâfun ileyh olmakla şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

تَدَارَكَ  fiili araya fasıla olarak  هُ  zamiri girdiği için, müzekker getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

تَدَارَكَهُ  mazi ve müzekker bir fiil olup, (müennes olan) nimet onun failidir. (Müennes gelmesi gerektiği halde fiilin müzekker geliş sebebi) "nimet" lafzının müennesliğinin hakiki olmayışından ötürüdür. (Kurtubî)

نِعْمَةٌ ‘deki tenkir tazim içindir. Çünkü nimet tekrarlanarak kat kat verilir. (Âşûr)

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ  ifadesinde istiare vardır.  نِعْمَةٌ (nimet),  تَدَارَكَهُ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Nimetin, idrak etmek-yetişmek fiiline isnad edilmesi, lütfun azametini artırmaktadır. Nimet, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. İstiare sanatı yoluyla, nimetin büyüklüğü, muhayyileyi harekete geçirerek mükemmel bir şekilde ifade etmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ  cümlesi, şartın cevabıdır.  لَ , şartın cevabının başına gelen rabıta harftir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

نُبِذَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

وَهُوَ مَذْمُومٌ  cümlesi,  نُبِذَ  fiilinin zamirinden haldir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i mef’ûl vezninde gelen  مَذْمُومٌ  kelimesinde, sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Çünkü aslında zemmedilmenin sebebi kınamaktır. (Mahmut Sâfî)

[Eğer ona Rabbinden bir nimet, rahmet yetişmemiş, ulaşmamış olsaydı,] -o, tövbeye muvaffak etmesi ve tövbesini kabul etmesidir balığın karnından o yasaklanmış, rahmetten ve ikramdan kovulmuş bir vaziyette ıssız ve ağaçsız boşluğa ağaçlar olmayan kumsal bir yere -Râğıb:  عَرَٓاءِ  kelimesinin, örtüsü olmayan yer olduğunu söyler- atılacaktı. Ama Allah ona merhamet etti. Kınanmamış bir vaziyette fakat bünye açısından hasta olarak attı. (Rûhu’l Beyân)

Kalem Sûresi 50. Ayet

فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  ...


(Fakat böyle olmadı.) Rabbi onu (peygamber olarak) seçti ve salih kimselerden kıldı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاجْتَبَاهُ onun du’asını kabul etti ج ب ي
2 رَبُّهُ Rabbi ر ب ب
3 فَجَعَلَهُ ve onu yaptı ج ع ل
4 مِنَ -den
5 الصَّالِحِينَ salihler- ص ل ح

 Zemme ذمّ :

  Fiil olarak kötü davranışından veya hareketinden dolayı onu zemmetmek, suçlamak, ayıplamak, yermek, kınamak ve paylamak anlamında ذَمَّ-يّذُمُّ şeklinde kullanılır. Bu fiilin mastarı ذَمٌّ olarak gelir.

  Kötü davranış veya hareketinden dolayı ayıplanan, suçlana, yerilen ve kınanan kişiye de مَذْمُومٌ denir.

  ذِمَّةٌ Savsaklayıp bozması halinde kişinin zemmedileceği/suçlanacağı ahit/anlaşma/sözleşme veya verilen sözdür.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 5 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri zimmet, zemmetmek, mezmûm ve zımmîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ


Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir.  اجْتَبٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَبُّهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ الصَّالِح۪ينَ  car mecruru amili  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir.  اجْتَبٰيهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  جبي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ


Ayet atıf harfi   فَ  ile takdiri  فأدركته نعمة من ربه  (Ve rabbinden nimet ona ulaştı.) olan mukadder cümleye atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

Veciz ifade kastına matuf  رَبُّهُ  izafetinde, Hz. Yunus’a ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Hz. Yunus’a tazim ve teşrif içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنَ الصَّالِح۪ينَ  car mecruruجَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

الصَّالِح۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

مِنَ الصَّالِح۪ينَ ’deki  مِنَ , ba’diyet içindir.

الصَّالِح۪ينَ  ile kastedilen, faziletli olan peygamberlerdir. (Âşûr) 

فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ  [Ama Rabbi onu seçti ] cümlesi Rabbinin nimeti ve rahmeti ona yetişti, tevbesini kabul ederek kendisine yaklaştırdı, yeniden vahyine nail eyledi ve onu yüz bin veya daha kalabalık bir topluma gönderdi ve terki daha iyi olan işleri yapmaktan korumak suretiyle salihlerden salâhta kemâle erenlerden kıldı demektir. Ayet, sabrın faziletine, peygamberlerin evla olan şeyleri terketmiş olabileceklerine, kulun yaptığı hatalardan dolayı pişmanlık duyup Allah'a yalvarmasının ikram vesilelerinden olduğuna, Allah'ın tevfikinin (başarılı kılmasının) kendisinden gizli bir nimet olduğuna ve salâhın, Allah'ın seçtiği kullardan başka kimsenin ulaşamayacağı yüksek bir mevki olduğuna işaret eder. (Rûhu’l Beyân)

 
Kalem Sûresi 51. Ayet

وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ  ...


Şüphesiz inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. (Senin için,) “Hiç şüphe yok o bir delidir” diyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve
2 يَكَادُ neredeyse ك و د
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
5 لَيُزْلِقُونَكَ seni devireceklerdi ز ل ق
6 بِأَبْصَارِهِمْ gözleriyle ب ص ر
7 لَمَّا zaman
8 سَمِعُوا işittikleri س م ع
9 الذِّكْرَ Zikr(Kur’an)’ı ذ ك ر
10 وَيَقُولُونَ ve diyorlardı ق و ل
11 إِنَّهُ şüphesiz O
12 لَمَجْنُونٌ mecnundur ج ن ن

Hz. Peygamber’den Kur’an’ı dinleyen müşriklerin gözleri (bakışları) etkili oklara benzetilerek ona karşı duydukları kin, nefret ve kıskançlık gibi menfi duyguları tasvir edilmektedir. Kur’an’ın edebî üstünlüğü karşısında hayranlık duygularını bastıramayan müşrikler, gerek dil gerekse içerik bakımından onda tenkit edebilecekleri herhangi bir kusur bulamayınca insanların Hz. Peygamber’e karşı gösterdikleri ilgi ve dikkati önlemek için onun sözüne güvenilmez bir mecnun olduğunu propaganda etmeye başlamışlardır. Ancak yüce Allah Kur’an’ın üstün niteliklerini açıklayarak onların menfi propagandalarını etkisiz hale getirmiştir.

Müşrikler Hz. Peygamber’i gördüklerinde, ona karşı duydukları kıs­kançlık ve düşmanlık sebebiyle gözleriyle onu oklayıp öldüreceklermiş gibi bakarlardı. 51. âyet onların bu psikolojik durumunu tasvir etmektedir. Bu âyetin nazarla (göz değmesi) ilgili olduğu yolunda yaygın bir kanaat bulunmakla birlikte bu kanaat kesin bir bilgiye dayanmamaktadır. Nitekim Şevkânî’nin aktardığına göre (V, 319) çok yönlü bir âlim olan İbn Kuteybe de âyette müşriklerin Resûlullah’a nazar değdirmelerinden söz edilmediğini, Resûlullah Kur’an okuduğunda inkârcıların ona kin ve düşmanlık duygularıyla baktıklarının anlatıldığını ifade etmiştir. Buna göre nazar hakkında başka deliller varsa da bu âyetin onunla ilgisi yoktur.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt: 5 Sayfa: 439
Bu âyet “ göz değmesi” anlamına gelen nazarın hak ve gerçek olduğunu göstermektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz de “ Göz değmesi bir gerçektir“ (Buhari, Tıb 36, Libas 86; Müslim, Tıb 41,42);” Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, göz değmesi ( nazar) kaderi geçerdi” (Müslim, Tıb 42; Tirmizi, Tıb 17) buyurmuş; Hz. Âişe de “ Resûlullah aleyhisselâm göz değmesinden dolayı okumayı bana emretti” demiştir (Buhari, Tıb 35; Müslim, Selâm 55,56).
Nazar için  Kalem sûresi 51 ve 52. âyetler de okunmalıdır. 
Ebû Sâid el-Hûdri radıyallahu anh şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cinlerden ve göz değmesinden Allah’a sığınırıdı. Nihayet Muavvizeteyn (Kul eûzü bi-rabbi’l-felak ve Kul eûzü bi-rabbi’n-nas) nâzil oldu. Ondan sonra Muavvizeteyn ile Allah’a sığınmaya başladı ve diğer duaları  bıraktı. 
(Tirmizi, Tıb 16; İbni Mâce, Tıb 33).

وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ 


وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَكَادُ  mukarebe fiillerinden nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü  يَكَادُ ‘nun ismi olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  لَيُزْلِقُونَكَ  cümlesi  يَكَادُ ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.

يُزْلِقُونَكَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاَبْصَارِ  car mecruru  يُزْلِقُونَكَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  

لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

سَمِعُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, كادوا يزلقونك (Neredeyse seni devireceklerdi) şeklindedir.

سَمِعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الذِّكْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُزْلِقُونَكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  زلق ’dır.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

 

 وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ


وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ ‘dur.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  مَجْنُونٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَجْنُونٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ


وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

اِنْ , muhaffefe  اِنَّ ’dir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.  اِنْ ’in ismi olan şan zamiri mahzuftur. 

اِنْ ’in haberi olan  يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ , nakıs fiil  يَكَادُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , nakıs fiil  يَكَادُ ’nun ismi konumundadır. Sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ  cümlesi,  يَكَادُ ’nun haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Habere dahil olan  لَ , lam-ı farika’dır.  اِنْ ’in,  اِنَّ ’den hafifletilmiş olduğunun alametidir. بِاَبْصَارِهِمْ  car mecruru  يُزْلِقُونَكَ ’ye mütealliktir.

Ayette ifade edilen “gözleriyle devirmek” aklen muhal olsa bile “neredeyse” ifadesi bu ifadeyi tahayyülde yaşatmış, durumun ciddiyetini ortaya koymak ve tasavvuru netleştirmek için mübalağa sanatı yapılmıştır.

Her açıdan düşünüldüğünde gözlerin kayması istiare-i mekniyyedir. Bakışlar oklara benzetilmiştir ve müşebbehün bih, eşanlamlısı olan  يُزْلِقُونَكَ  fiili ile remz edilmiştir. (Âşûr)


 لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ 


Şart üslubundaki itiraz cümlesi, fasılla gelmiştir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan سَمِعُوا الذِّكْرَ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. الذِّكْرَ , Kur’an-ı Kerim anlamındadır.

Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri;  كادوا يزلقونك () şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 


وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ


Cümle atıf harfi  وَ ‘la,  لَيُزْلِقُونَكَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

O inkâr edenler zikri, Kur’an'ı işittikleri zaman neredeyse seni bakışlarıyla yere devireceklerdi. Ayette murad edilen mana şudur: Onlar sana olan şiddetli düşmanlıklarından dolayı sana öfke ile göz ucuyla bakarlar. Öyle ki neredeyse senin ayağını kaydırıp yere atacaklar. Bu sadece ve sadece, Kur'an'ı işittikleri zamanki öfke ve kinlerinden dolayıdır. Araplar böyle öfke ile bakanlar için ”Bana öyle bir baktı ki, gücü yetseydi neredeyse bakışıyla yere yatıracaktı" derler. İşte ayette murad edilen mana bu kabildendir. (Rûhu’l Beyân)

وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌ  cümlesiyle 2. ayetteki  مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ  cümlesiyle reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. (Âşûr)

 
Kalem Sûresi 52. Ayet

وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ  ...


Hâlbuki o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا halbuki değildir
2 هُوَ o
3 إِلَّا başka bir şey
4 ذِكْرٌ uyarıdan ذ ك ر
5 لِلْعَالَمِينَ alemler için ع ل م

وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. ذِكْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  لِلْعَالَم۪ينَ  car mecruru  ذِكْرٌ ‘a mütealliktir. عَالَم۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ


وَ , haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَٓا  nefy harfi ve  اِلَّا  istisna harfiyle oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır.  هُوَ  maksûr/mevsuf,  ذِكْرٌ  maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

 لِلْعَالَم۪ينَ  car mecruru, haber olan ذِكْرٌ ’a mütealliktir.

وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ  sözü, onların söylediği  اِنَّهُ لَمَجْنُونٌ  sözüne reddiyedir. Çünkü bunu, Kur'an'a olan inançsızlıkları (yalanlamaları) bağlamında söylemişlerdir. (Âşûr)

O kafirlerin batıl hükümlerinin konusu, Peygamberimizden dinledikleri Kur’an olunca, onların iddiaları, Kur’an'ın şanının pek yüce ve hüccetinin pek parlak olduğu beyan edilmek suretiyle reddedilmiştir.

Yani Kur’ân, onların muhtaç oldukları bütün dinî işler için beyan ve öğüttür. O halde kendisine Kur’an indirilmiş olan, Kur’an'ın bütün sırlarına muttali olan ve onun bütün hakikatlerini ihata etmiş bulunan zatın (Peygamberimiz), onların dediği ile alakası olur mu hiç?! 

Diğer bir görüşe göre ise burada zikir, şeref ve fazilet anlamındadır. (Ebüssuûd)

Bu ayetteki  هُوَ  zamirinin, Hazret-i Peygambere ait olduğu da söylenmiştir. Onun âlemler için bir şeref ve zikir olduğunda şüphe yoktur. (Ruhu’l Beyan)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin ayet sonlarındaki fasıla harfleri  نَ  - وَ   ile  نَ - ي ’la meydana gelen lafzî güzellik muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.

Hâkka Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir. Sûre, adını birinci âyeti oluşturan“el-Hâkka” kelimesinden almıştır. Hâkka, mutlaka gerçekleşecek olan kıyametdemektir. Sûrede başlıca, Kıyameti inkâr edenlerin görecekleri cezalarve mü’minler ile kâfirlerin dehşetli Kıyamet günündeki hâlleri konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada altmış dokuzuncu, iniş sırasına göre yetmiş sekizinci sûredir. Mülk sûresinden sonra, Meâric sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrenin ana konusu vahiy yani Kur’an’ın ilâhî kelâm oluşu ve peygamberliktir. Ayrıca kıyamet halleri; yeryüzünde fesat çıkaran ve peygamberleri yalancılıkla itham eden Âd, Semûd, Lût, Firavun, Nûh kavimleri gibi eski kavimlerden, bunların başına gelen felâketlerden söz etmekte, âhirette mutlu ve bedbaht olacak kimselerin durumlarını açıklamaktadı

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hâkka Sûresi 1. Ayet

اَلْحَٓاقَّةُۙ  ...


Gerçekleşecek olan kıyamet!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْحَاقَّةُ gerçekleşen ح ق ق

Burada üç kez tekrarlanan hâkka kelimesi, hak kelimesinden türemiş bir isimdir. Hak ise sözlükte, “gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeyi kesin olarak bilmek” gibi mânalara gelmektedir. İsim olarak “gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey” anlamlarında kullanılan hak kelimesi genellikle bâtılın zıddı olarak gösterilmiştir (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Hak”, DİA, XV, 137). Kıyamet kesin olarak gerçekleşeceği ve bu sayede insanlar dünyada yapıp ettiklerinin gerçek değerini kavrayacakları ve sonuçlarını görecekleri için ona da “Hâkka” ismi verilmiştir. Sûrenin ilk üç âyeti gerek üslûp gerekse anlam olarak kıyamet olayının büyüklüğüne ve şiddetine işaret ettiği gibi ne zaman meydana geleceğinin bilinemeyeceğini de göstermektedir.

Müfessirlerin büyük çoğunluğu hâkka kelimesine “kıyamet” anlamı vermiş olmakla birlikte bu âyetlerin ardından dünyada azaba uğramış kavimlerin anılmasından hareketle hâkka kelimesinden, Hz. Peygamber’e isyan eden Kureyş’in başına gelecek olan ağır yenilgiye dikkat çekildiği görüşünde olanlar da vardır (Ateş, X, 36).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 442

اَلْحَٓاقَّةُۙ


İsim cümlesidir. اَلْحَٓاقَّةُۙ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اَلْحَٓاقَّةُۙ  kelimesi, sülâsi mücerredi  حقق  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْحَٓاقَّةُۙ


Ayette hüsn-i ibtida ve berâat-i istihlâl sanatları vardır. Lafzen, üsluben ve manen konuya güzel bir giriş yapılmıştır.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَلْحَٓاقَّةُ  mübtedadır. 2.ayetteki  مَا الْحَٓاقَّةُ  cümlesi haberdir.

Surenin bu sözle açılması müşrikler için bir tehdittir. (Âşûr)

اَلْحَٓاقَّةُۙ [Mutlaka gerçekleşecek!] (olan,) vukuu gerekli ve gelişi kesin olan kıyamettir ki mutlaka kopacaktır; onun kopacak oluşunda hiçbir şüphe yoktur. Veya kesinlikle gerçekleşecek olan hesap, sevap, ceza gibi işlerin olduğu gündür. Yahut işlerin gerçek veçhesiyle tanınıp bilineceği gündür. Bu üçüncü ihtimale göre kelime, ﻻ أحِقٌُ هذا (Ben onun hakikatini bilmiyorum.) sözünden alınmış; fiil normalde ehline ait olmakla birlikte kıyamete ait kılınmıştır. (Keşşâf)

Hakka, kıyamet, yahut vaki olacağı sabit ve geleceği, zorunlu olan hadise yahut hesap, sevap ve ceza gibi hakikatlerin gerçekleşeceği hadise yahut gerçeklerin anlaşılacağı hadise demektir. (Ebüssuûd)

Bu mübarek sure, bir gün mutlaka gerçekleşecek olan kıyameti haber vererek başlıyor.

Semud ve Âd kavimlerinin, bir gün mutlaka gerçekleşecek olan kıyameti yalanladıkları için Allah Teâlâ tarafından korkunç azaplarla cezalandırıldıkları haber veriliyor. Korkunç çığlık ve aralıksız esen uğultulu soğuk rüzgarın bu kavimleri helak ettiği ve onlardan kurtulan olmadığı beyan ediliyor.

Firavun'un ve ondan önceki kavimlerin de hep aynı hatayı işledikleri ve bu yüzden de helak edildikleri haber veriliyor.

Sure-i celilede kıyametin dehşetli sahneleri ve o zorlu günden sonra hesap verme anı tasvir ediliyor. Amelleri salih olanların cennete konulup nimetlere erdirileceği, inkârcıların ise cehenneme atılacakları ve orada işkencelere tabi olacakları ifade buyuruluyor.

Sure-i celilede bundan sonra Allah Teâlâ, Hazret-i Muhammed (sav)’ in hak peygamber olduğunu yeminle beyan ediyor ve Kur'an'ın kendisi tarafından indirildiğini haber veriyor. Kur'an'ın kâfirler için de bir pişmanlık kaynağı olduğu beyan ediliyor ve sure-i celile, ["Öyle ise ey Peygamber, yüce rabbinin adını tesbih et."] ayetiyle sona eriyor. (Taberî)

 
Hâkka Sûresi 2. Ayet

مَا الْحَٓاقَّةُۚ  ...


Nedir o gerçekleşecek olan kıyamet?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا nedir?
2 الْحَاقَّةُ gerçekleşen ح ق ق

مَا الْحَٓاقَّةُۚ


مَا الْحَٓاقَّةُ  cümlesi önceki ayetteki  اَلْحَٓاقَّةُ ‘nün haberi olarak mahallen merfûdur.

İsim cümlesidir.  مَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحَٓاقَّةُ  haber olarak lafzen merfûdur.

مَا الْحَٓاقَّةُۚ


مَا الْحَٓاقَّةُ  cümlesi birinci  الْحَٓاقَّةُ ’nın haberdir. İstifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحَٓاقَّةُ  haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, bu özelliğin biliniyor olmasının yanında, kemâl vasıflara sahip olduğuna işarettir.

Zamir makamında  الْحَٓاقَّةُۚ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetler, azabın büyüklüğünü haber vermektedir. Çünkü muhataplar ne azabı görmüşler ne de ikazları duymuşlardır. (Fahreddin er-Râzî)  

اَلْحَٓاقَّةُ  mübteda olmak üzere merfûdur. Haberi ise  مَا الْحَٓاقَّةُۚ [Nedir, mutlaka gerçekleşecek?] ifadesidir.  مَا الْحَٓاقَّةُ  gerçekte; “O mutlaka gerçekleşecek (olan) nedir, nasıl bir şeydir?” demektir. Böyle bir soru sorulmasından maksat da onun şanının önemini ve korkunçluğunun vahametini belirtmektir. Bu sebepledir ki zamir yerine açık isim kullanılmıştır; çünkü bu onun korkunçluğunu daha fazla ortaya koymaktadır. (Keşşâf, Âşûr, Beyzâvî)

Nedir o Hakka? Aslı nedir onun? O, hangi halde ve hangi özelliktedir?  الْحَٓاقَّةُ , korkunçluğundan dolayı tekrarlanmıştır. Nitekim; Zeyd'in şanını yüceltmek için ” زيد ما زيد ? denilir. Bu tekrarın faydası, kıyametin açık bir şey ve korkunç bir durum olduğunu belirtmektir.(Ruhu’l Beyan)

 
Hâkka Sûresi 3. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ  ...


Gerçekleşecek olan kıyametin ne olduğunu sen ne bileceksin?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا nerden?
2 أَدْرَاكَ bileceksin د ر ي
3 مَا ne olduğunu
4 الْحَاقَّةُ gerçekleşenin ح ق ق

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ


وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَدْرٰيكَ  haber olarak mahallen merfûdur. 

اَدْرٰيكَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مَا الْحَٓاقَّةُ  cümlesi  اَدْرٰي  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَدْرٰيكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دري ’dir.

إِفْعَال  babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la, ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İstifham harfi  مَا  mübteda,  اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُ  cümlesi haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

مَا الْحَٓاقَّةُ  cümlesi,  اَدْرٰيكَ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İstifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحَٓاقَّةُ  haberdir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, bu özelliğin biliniyor olmasının yanında, kemâl vasıflara sahip olduğuna işarettir.

Zamir makamında  الْحَٓاقَّةُۚ  kelimesinin zikri ve  مَٓا  istifham isminin tekrarı ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatlarıdır.

Ayetteki cümleler, istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Cümleler, vaz edildiği anlamdan çıkarak tazim ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bu istifhamlarda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Nereden bileceksin ki nedir, o ‘mutlaka gerçekleşecek’?] Yani mutlaka gerçekleşecek olan şeyin ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? Yani onun mahiyeti ve büyüklüğünün ölçüsü hakkında senin bir bilgin yoktur; çünkü o, büyüklük ve şiddet bakımından öyle bir noktadadır ki hiç kimsenin aklı ve vehmi ona ulaşamaz. Onun durumu nasıl ve ne şekilde takdir edilirse edilsin, o şüphesiz takdir edilen bu durumdan daha büyüktür. Ayetin başındaki  مَٓا  edatı mübteda olmak üzere merfû konumundadır.  اَدْرٰيكَ  fiili, istifham anlamı içermesi sebebiyle  مَا  edatına bağlıdır. (Keşşâf)

Bu kelam, kıyametin korkunçluğunu ve feciliğini, tekid etmektedir. Zira onun, mahlukların bilgi dairesinin dışında olduğunu beyan etmektedir.

Yani kıyametin şanının azameti, korkunçluğu ve şiddeti, hiç kimsenin dirayetinin ve vehminin erişemediği derecededir. Sen nasıl takdir, tahmin edersen o, tahmininin ötesindedir. İşte bundan dolayı onu hakkıyla bildirmek mümkün değildir. (Ebüssuûd, Ruhul Beyan)

 
Hâkka Sûresi 4. Ayet

كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ  ...


Semûd ve Âd kavimleri, yüreklerini hoplatacak olan büyük felaketi (Kıyameti) yalanladılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَّبَتْ yalanladılar ك ذ ب
2 ثَمُودُ Semud
3 وَعَادٌ ve ’Ad ع و د
4 بِالْقَارِعَةِ başa çarpan olayı ق ر ع

“Kapılarını çalacak felâket” diye çevirdiğimiz karia kelimesi “çarpan, vuran, çarpışan” anlamında olup burada kıyametin bir başka ismi olarak kullanılmıştır. Semûd ve Âd kavimleri âhireti inkâr edip kendilerine gönderilen peygambere isyan ettikleri için birincisi (Semûd), şiddetinden dolayı âyette “tâgiye” (azgın) denilen çok ağır bir depremle yok olup gitmiştir (bilgi için bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68); Âd kavmi ise inkârcılıkta ısrar ettiği için Allah onların üzerine kasıp kavuran bir fırtına göndermiş; bu fırtına Âd kavminin yurdunda yedi gece sekiz gün devam etmiş; sonunda insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi yerlere serivermiştir (krş. Kamer 54/19-20). Âd kavminin muhteşem sarayları ve köşkleri yerle bir olmuş; böylece yok olup gitmişlerdir. Bu iki kavmin âkıbetleri, hem Muhammed ümmetine birer ders ve ibret levhası olarak hem de bu felâketleri gerçekleştiren gücün kıyameti de gerçekleştireceğine bir kanıt olarak zikredilmiştir (bk. A‘râf 7/65-72; Hûd 11/50-60).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5  Sayfa:442

كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ


Fiil cümlesidir.  كَذَّبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  ثَمُودُ  fail olup lafzen merfûdur. 

عَادٌ  atıf harfi وَ ‘la  ثَمُودُ ‘a matuftur.  بِالْقَارِعَةِ  car mecruru  كَذَّبَتْ  fiiline mütealliktir. 

كَذَّبَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

عَادٌ  kelimesi, كَذَّبَتْ  fiilinin faili olan  ثَمُودُ ‘a matuftur.  بِالْقَارِعَةِ  car mecruru, كَذَّبَتْ  fiiline mütealliktir.

كَذَّبَتْ  fiili bu ayette  تفعيل  babında gelmiştir. Bu bab, eylemin mef’ûl ve fiil yönünden  çokluğuna işaret eder.

عَادٌ  ve  ثَمُودُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْقَارِعَةِ [ansızın gelip çatacak olan]; korkuları ve korkunç halleriyle insanların, yarılıp parçalanmakla semanın, dağılıp un-ufak olmakla yerin ve dağların, ışıklarının sönmesi ve uzay boşluğuna saçılmasıyla yıldızların kapılarını ansızın çalıp tepelerine inecek olan korkunç felaket demektir.

الْقَارِعَةِ  kelimesi,  الْحَٓاقَّةُۜ daki  قَارِعَ (ansızın gelip çatma) anlamını göstermek için zamir yerine konulmuş ve böylece, onun şiddet vasfı daha da artırılmıştır.

Kıyameti zikredip gerçekten korkunç olduğunu bildirince, peşinden -Mekkelilere bir hatırlatma olması maksadıyla ve yalanlamalarının akıbetinden onları korkutmak üzere- onu yalanlayanları ve bu yalanlamaları sebebiyle onların başına gelenleri zikret[meye başla]dı: (Keşşâf)

Bu iki milletle ilgili haberler leff ve neşr yoluyla gelmiştir. Çünkü her ikisi de ceza bağlamında bir araya gelmişler ve daha sonra çektikleri azaplar detaylı bir şekilde anlatılmıştır. (Âşûr)

Bu ayetten önce, kıyametin ne kadar büyük bir hadise, olduğunu hiç kimse hakkıyla Peygamberimize bildiremediği beyan edildikten sonra burada da onun bazı halleri Peygamberimize bildirilmektedir. Bu ayet de,  وما أدراك ما هية نار حامية [onun ne olduğunu sana bildiren nedir? O kızgın bir ateştir.] ayetleri ile benzerleri kabilindendir. Şu farkla ki, o ayetlerde beyan edilen şey, sorulan şeyin kendisidir. Burada ise, onun hallerinden biridir. Nitekim وما أدراك ما ليلة القدر ليلة القدر خير من ألف شهر [Kadir Gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir? Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır.] ayetleri de bu kabildendir. İşte bu Kadir Suresinde beyan edilen, Kadir Gecesinin kendisi olmayıp fakat onun fazileti ve şerefi, olduğu gibi, bu ayette de beyan, edilen, kıyametin korkunçluğu, şanının azameti ve onu yalanlayanların helak edilmelerinin hak olan bir gerçek olduğu hususlarıdır. Sanki şöyle denilmiştir: o hak olan hadisenin ne olduğunu sana bildiren nedir? Semûd ve Âd kavimleri o hadiseyi yalan saydılar da, bu yüzden helak edildiler. (Ebüssuûd)

الْقَارِعَةِ  kelimesi, aslında yukarıda geçen  الْحَٓاقَّةُ  kelimesinin yerini tutacak bir zamirin yerine konulmuştur. Buna sebep kıyametteki, ‘gelme, kapıyı çalma’ anlamına işaret etmesi içindir. Ayrıca bu, kıyametin dehşetini ifadede bir fazlalık sağlar. Çünkü  الْقَارِعَةِ  kelimesi  الْحَٓاقَّةُ  kelimesinin içermediği bazı özellikleri de içerir. Mesela ”Onların başına zamanın kâriaları yani şiddet ve korkuları geldi," denir. ”Kur’an’ın kâriaları" sözü de, insanlardan ve cinlerden korkulduğu zaman okunan ayetler için kullanılır. Allah'ın yüceliği zikredilmek suretiyle, eziyet verenlerin kalplerine vurmak, Allah'ın rahmet ve himayesinden medet ummak için bu ayetler okunur. Ayetü'l-Kürsî ve benzerleri bu ayetlerdendir. (Ruhu’l Beyan)

 
Hâkka Sûresi 5. Ayet

فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ  ...


Semûd kavmi korkunç bir sarsıntı ile helâk edildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا bu yüzden
2 ثَمُودُ Semud
3 فَأُهْلِكُوا helak edildiler ه ل ك
4 بِالطَّاغِيَةِ azgın bir vak’a ile ط غ ي

فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ


فَ  atıf olup, tefri’iyyedir.  اَمَّا  şart ve tafsil harfidir.  ثَمُودُ  mübteda olup lafzen merfûdur. فَاُهْلِكُوا  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُهْلِكُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  بِالطَّاغِيَةِ  car mecruru اُهْلِكُوا  fiiline mütealliktir. اُهْلِكُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

طَّاغِيَةِ  kelimesi, sülâsi mücerredi  طغي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ

 

فَ  atıf harfi, tefri’iyyedir. Cümle 4. Ayetteki … كَذَّبَتْ ثَمُودُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Haberî manada olması, şart cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

Şart ve tafsil harfi  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ  , mübteda olan  ثَمُودُ  ’nun haberidir.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin, Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

اُهْلِكُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

بِالطَّاغِيَةِ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

فَاُهْلِكُوا  fiiline müteallik olan car-mecrur  بِالطَّاغِيَةِ ‘ye dahil olan  بِ  harfi, sebebiyyedir. (Sâfî)

Bu konuda farklı bir görüş de vardır: 

بِالطَّاغِيَةِ ‘deki   بِ  harf-i ceri istîane içindir. (Âşûr)

"Semûd'a gelince, o korkunç bir sesle helâk edildiler” şiddeti haddi aşan şeyle ki, o da sestir ya da sarsıntıdır, bu da kıyameti inkârlarından ya da yalanlama ve başka şeyle taşkınlıkları sebebiyledir. Bu durumda  الطَّاغِيَةِ , akıbet vezninde masdar olur. (Beyzâvî) 

 
Hâkka Sûresi 6. Ayet

وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ  ...


Âd kavmine gelince, onlar da uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla helâk edildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ve
2 عَادٌ Ad (kavmi ise) ع و د
3 فَأُهْلِكُوا helak edildiler ه ل ك
4 بِرِيحٍ bir kasırga ile ر و ح
5 صَرْصَرٍ uğultulu ص ر ص ر
6 عَاتِيَةٍ azgın ع ت و

وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ


اَمَّا  atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  اَمَّا ‘ya matuftur. İsim cümlesidir.  عَادٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  فَاُهْلِكُوا  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اُهْلِكُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  بِ  sebebiyyedir.  بِر۪يحٍ  car mecruru  اُهْلِكُوا  fiiline mütealliktir. صَرْصَرٍ  kelimesi  ر۪يحٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  عَاتِيَةٍ  kelimesi  ر۪يحٍ ‘in ikinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُهْلِكُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

عَاتِيَةٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  عتو  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ


Ayet hükümde ortaklık nedeniyle … فَاَمَّا ثَمُودُ  cümlesine atfedilmiştir.

Şart ve tafsil harfi  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır.  عَادٌ  mübteda, cevap cümlesi haberdir.

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍ , mübteda olan  عَادٌ ’nun haberidir.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُهْلِكُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

صَرْصَرٍ  kelimesi  ر۪يحٍ için birinci,  عَاتِيَةٍ  ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَاتِيَةٍۙ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

بِر۪يحٍ ‘ın  عَاتِيَةٍۙ  ile sıfatlanmasında istiare vardır. Rüzgar, boyun eğdiren bir canlıya benzetilerek kişileştirilmiştir. Rüzgarın, iradesi olan bir şahsın özelliğiyle nitelenmiş olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. 

Müsteâr ve müsteârun minh ‘‘boyun eğmemek, inad ederek haddi aşmak‘‘ kelimesidir, aklîdir. Müsteârun leh ‘‘rüzgârın şiddeti’’dir, hissîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Zemahşerî  بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ  tamlamasındaki صَرْصَرٍ  kelimesine değinerek hece tekrarının soğuğun şiddetine hatta yakıcı bir soğuğa delalet ettiğini belirtir. (Zemahşerî, Keşşâf, IV, 586)

Burada şiddet, haddi aşmaya benzetilmiştir. Tasrîhi istiaredir. Ayet, şiddete uygun bir kelamla devam etmiş ve mücerrede olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ  [Semûd ve Âd kavimleri kıyameti yalan­ladılar.) ayetinden sonra  فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ  ve  وَاَمَّا عَادٌ  ayetleriyle bu ka­vimlerin durumlarını açıklamıştır. Böylece daha fazla açıklamak maksadıyle icmalden sonra tafsil yapılmıştır. Yani, (Semûd'a gelince, yok edici bir sesle helak edildiler. Âd'a gelince…) Bu ayette aynı zamanda leffü neşr-i müretteb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

4- 6. ayetlerde, önce Semûd ve Âd’ın kıyameti yalanladıkları zikredilmiş, sonra onların birbirinden farklı olan helak şekilleri konusunda taksim yapılmıştır.

 
Hâkka Sûresi 7. Ayet

سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُوماً فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ  ...


Allah, onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürdün.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَخَّرَهَا onu saldı س خ ر
2 عَلَيْهِمْ onların üzerine
3 سَبْعَ yedi س ب ع
4 لَيَالٍ gece ل ي ل
5 وَثَمَانِيَةَ ve sekiz ث م ن
6 أَيَّامٍ gün ي و م
7 حُسُومًا ardı ardına ح س م
8 فَتَرَى görürsün ر ا ي
9 الْقَوْمَ o kavmi ق و م
10 فِيهَا orada
11 صَرْعَىٰ serilmiş ص ر ع
12 كَأَنَّهُمْ sanki onlar
13 أَعْجَازُ kütükleridir ع ج ز
14 نَخْلٍ hurma ن خ ل
15 خَاوِيَةٍ içi boş خ و ي

 Sara'a صرع :

  صَرْعٌ yıkıp yere çalmak anlamındadır.

  مِصْرَعانِ Aslen kapının iki kanadı demektir. Buna benzetme yapılarak şiirde iki kafiyeye sahip bir beyte mısra denmiştir.

  Son olarak قَوْمٌ صَرْعَى ifadesi yere yıkılan toplum manasında kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri sâra hastalığı ve mısradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُوماً


سَخَّرَهَا  fiili  ر۪يحٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  سَخَّرَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلَيْهِمْ  car mecruru سَخَّرَ  fiiline mütealliktir.  سَبْعَ  zarf olup fetha ile mansubdur.  لَيَالٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  ثَمَانِيَةَ اَيَّامٍ  atıf harfi وَ ‘la  سَبْعَ لَيَالٍ ‘e matuftur. 

حُسُوماً  kelimesi  سَبْعَ  ve  ثَمَانِيَةَ ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

حُسُوماً  kelimesi, sülâsi mücerredi  حسم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ 


فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  تَرَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  تَرَى  bilmek manasında kalp fillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  ف۪يهَا  car mecruru  تَرَى  fiiline mütealliktir. صَرْعٰى  hal olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimdir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid) 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil) 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  صَرْعٰى  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ


كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ  cümlesi  الْقَوْمَ ‘ün hali olarak mahallen mansubdur.  كَاَنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  كَاَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَعْجَازُ  kelimesi  كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. نَخْلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  خَاوِيَةٍ  kelimesi  نَخْلٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

خَاوِيَةٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  خوي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُوماً 


Ayet  ر۪يحٍ  için 3. Sıfattır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

عَلَيْهِمْ  car mecruru ve  سَبْعَ لَيَالٍ  zarfı,  سَخَّرَهَا  fiiline mütealliktir.

ثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ  izafetiسَبْعَ لَيَالٍ  izafetine matuftur. Cihet-i camiâ tezattır.

حُسُوماً  kelimesi, سَبْعَ  ve  ثَمَانِيَةَ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

اَيَّامٍۙ - لَيَالٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

وَثَمَانِيَةَ  ve  سَبْعَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

حُسُوماً , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ (Onu üzerlerine saldı) kudretiyle onlara musallat etti. Bu da yeni söz başıdır ya da onun kozmolojik sebeplerle meydana geldiği vehmini reddeden sıfattır. Öyle bile olsa onu takdir eden ve sebep kılan yine O'dur (Allah'tır). "Yedi gece sekiz gün üzerlerine kahırla saldı”.  حُسُوماً ; arka arkaya demektir ki,  حاسم 'in çoğulu olur. Bu da  حسمت الدابة  deyiminden gelir ki, hayvanı aralıksız dağlamaktır ya da nahisatin (uğursuz) demektir ki, bu da حسمت كل خير (bütün hayırları kesti, kökünü kuruttu) demektir.

Ya da katlatın demektir ki, köklerini kesti demektir.  حُسُوماً 'in masdar olup mef’ûlün leh manasına olması da caizdir,  قاطعات قطعت دابرهم  ‘köklerini kesmek için gönderildi’ demektir ya da mukadder bir durumunu gösteren mef’ûlu mutlaktır yani  تحسمهم حسوما  demektir. Fetha ile  حَصوماً  şeklinde okunuşu da bunu destekler. Bu da  أيام العجوز  günleri idi ki, Çarşamba sabahından öteki çarşambanın güneş batımına kadar devam etmiştir. Ona acuz denilmesi kışın sonu olmasındandır; ya da bir kocakarı yeraltı dehlizine girmişti, rüzgar onu sekizinci gün oradan çekip çıkardı ve helak etti. (Beyzâvî)


فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ


فَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 ف۪يهَا  car mecruru  تَرَى  fiiline mütealliktir.  صَرْعٰىۙ  kelimesi haldir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْقَوْمَ ‘deki marifelik, ahd-i zikri içindir.  الْقَوْمَ , kabiledir. Bu, tüm kabilenin helak edilmesinin bir tasviridir. (Âşûr)

ف۪يهَا ‘deki zamir, gecelere ve günlere aittir. (Âşûr)

Gece ve günlere ait zamire  ف۪ي  harfinin dahil olması istiare oluşturmuştur. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gün ve gece, zarfiyeye uygun olmadığı halde içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ  cümlesi  الْقَوْمَ ’in halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Teşbih ve tekid harfi  كَاَنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

هُمْ  zamiri  كَاَنَّ ’nin ismi, اَعْجَازُ  haberidir.  خَاوِيَةٍ  kelimesi  نَخْلٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.

Vech-i şebeh Âd kavminin helak oluş şeklidir. Sadece ölmekle kalmamışlar adeta içleri boşalmıştır. Burada da helak olan kâfir kavim, ruhsuz cesetlere dönmüş haliyle hurma ağacı gövdelerine benzetilmiştir. Câmî’, boşluk ve sükun halidir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ  [Onlar sanki boş hurma kütükleridir.] ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Zira benzetme edatı (teşbih edatı) zikredil­miş benzetme yönü (vech-i şebeh) zikredilmemiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

 
Hâkka Sûresi 8. Ayet

فَهَلْ تَرٰى لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ  ...


Şimdi onlardan geri kalan bir şey görüyor musun?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَهَلْ -musun?
2 تَرَىٰ görüyor- ر ا ي
3 لَهُمْ onlardan
4 مِنْ hiç
5 بَاقِيَةٍ geri kalan ب ق ي

فَهَلْ تَرٰى لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ


فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَلْ  istifham ismi nefy ifade eder. Muzari fiile dâhil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz. 

Fiil cümlesidir.  تَرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لَهُمْ  car mecruru  بَاقِيَةٍ ‘in mahzuf haline mütealliktir.  مِنْ  zaiddir.  بَاقِيَةٍ  lafzen mecrur mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بَاقِيَةٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  بقي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَهَلْ تَرٰى لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ


فَ , atıftır. Ayet hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki  فَتَرَى الْقَوْمَ  cümlesine atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak olumsuz haber anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin mef’ûlü olan  مِنْ بَاقِيَةٍ deki  مِنْ  tekid ifade eden zaid hartir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  تَرٰى  fiiline müteallik olan car mecrur  لَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

بَاقِيَةٍ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Ayet-i Kerîme'de geçen  بَاقِيَةٍ  lâfzı, mukadder bir nefsin kelimesinin sıfatıdır. Yahut  ةٍ , mübalağa için olup  بَاقِ  tevilindedir. (Celâleyn Tefsiri)

Günün Mesajı
51-52. ayetler nazar ayeti olarak bilinir ve okunur. Haydi gelin bu ayetleri manasıyla birlikte ezberleyelim ve namazlarımızda okuyalım.

 وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ ﴿٥١﴾ وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ ﴿٥٢﴾

O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler.
Oysa o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hastalığın hapsettiği bedenini ima ederek: ‘Yorulmak da bir nimettir.’ dediği günler; sanki, daha dün gibi gözlerimin önünde. Hastalığının son yıllarında, söylediği nasihatleri yazmış, sayfalar biriktirmişim bir kenarda.

‘Derdini anlat ama dilini şikayete alıştırma. Sen susmayı öğretmedikçe, nefsin susmak nedir bilmez. Hedefe ulaşmak için ayağa kalkmadıkça ve hatta bazen kendini zorlamadıkça, beklediğin o ferah yarınlar asla gelmez. Mesela; hareketsizliğe alışmış bir beden, hareket etmediği, yorulmadığı sürece güçlenemez. Hayalini kurarak ertelediğin ibadetlere, yarın değil, bugün başla. Ancak o zaman, nefsin yapmaya alışır ve kalbine sevgisi yerleşir. Düşünmek ya da tek başına istemek değil; bir işe başlamak, bitirmenin yarısıdır çünkü ancak o zaman yola çıkmış olursun.’

Şatafatlı düğünlerin ya da kutlamaların resimlerini görünce; önce mutluluklara gülümser, sonra da bir hüzünlenirdi. Hakka suresinin ilk ayetlerini mırıldanırdı. ‘Düşünsene bir düğünün var ama gelinliğini almamışsın. Bir doğum günü davetin var ama pastanı ayarlamamışsın. Kendi kıyametimize yani ölüm anımıza hazırlığımız ne alemde? Gömüldüğümüz şatafata, dünyalıklara ayırdığımız zamana ve harcadığımız enerjiye bakarsak, sanki kalp alemimizde; ne gelinlik, ne de pasta satan dükkanlarımız var. Yani, ölümü hatırlamazken, düşünmezken; ona hazırlanmak ne mümkün.’

Ey Allahım! Kalp aleminde; mahşer gününe hakiki manada hazırlanmamız için gereken duygu ve düşüncelere sahiplerden eyle. Beden aleminde; Senin rızan için çalışanlardan ve çabalayanlardan eyle. Başladığımız ve niyetini aldığımız işleri, hayırla ve kolaylıkla tamamlamamız için yar ve yardımcımız ol. Yeryüzünde verdiğin nimetlerden israfa, şatafata ve gösterişe kaçmadan faydalananlardan; onlarla nasip olan hoş duygular için Sana şükredenlerden eyle. İki cihanda da; secde halinden uzaklaştırılanlardan olmaktan muhafaza buyur. Zira; “kulun, Rabbine en yakın olduğu secde halidir. Öyleyse çokça dua ediniz.” [Hadis] Kalbi ve bedeni, ihlasla, Sana secde edenlerden eyle. Öldüğümüz ve dirildiğimiz gün; bizi Sana yakın kullarından eyle.

Amin.

***

Ey Kur’an-ı Kerîm’in sahibi olan Allahım! Bizi kitabın Kur’an-ı Kerîm’e iman edenlerden ve onu okuyanlardan eylediğin için Sana sonsuz şükürler olsun. Bizi Kur’an-ı Kerîm’i kalbinde taşıyanlardan ve ayetlerini yaşayanlardan eyle. Kelamını yüreğine, aklına, ibadetine, işine, yoluna ve her kararına işleyenlerden ve son nefesinde de Seni anan kullarından eyle.

Ey tuzak kuranların en hayırlısı olan Allahım! Dünyanın ve insanların tuzaklarından Sana sığınırız. Nefsin ve şeytanın tuzaklarından Sana kaçarız. Senin emirlerine itaati bize sevdir ve kolaylaştır. İbadetlerimizi her geçen gün güzelleştir ve samimileştir. Bizi Senin yolunda, Senin rızan için iyi bir kul olarak kendisini doğru şekilde geliştirenlerden eyle.

Ey kalplerde olanı ve akıllardan geçeni bilen Allahım! Halimiz hz. Yunus’un balık karnındaki hali gibidir. Dünyaya dalarak ve gaflete düşerek kendimize çok zulmettik. Şüphesiz ki attığımız her adımda ve aldığımız her nefeste Senin affına ve yardımına muhtacız. Bizi affet. Bizden razı ol. Bizi müslüman olarak yaşat ve canımızı müslüman olarak al. Bizi Sana yakın kullarından eyle. Sev bizi. Sevdiklerini bize, bizi de sevdiklerine sevdir. İki cihanda da sevindir bizi.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji