Hâkka Sûresi 12. Ayet

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ  ...

Şüphesiz, (Nûh zamanında) su bastığı vakit, sizi gemide biz taşıdık ki, bu olayı sizin için bir uyarı yapalım ve belleyecek kulaklar da onu bellesin.  (11 - 12. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِنَجْعَلَهَا onu yapalım diye ج ع ل
2 لَكُمْ size
3 تَذْكِرَةً bir ibret ذ ك ر
4 وَتَعِيَهَا ve onu bellesin و ع ي
5 أُذُنٌ kulak(lar) ا ذ ن
6 وَاعِيَةٌ belleyen و ع ي
 

Firavun’dan maksat, Hz. Mûsâ zamanındaki Mısır kralıdır (İbn Âşûr, XXIX, 120; Firavun ve kavmi hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/103 vd.). “Ondan öncekiler” tamlaması ise genel bir ifade olup Firavun’a kadar gelmiş geçmiş ve isyanları sebebiyle helâk olmuş kavimleri kapsamaktadır. Yukarıda geçen Âd ve Semûd kavimleri de bu grubun içinde yer alır. Altı üstüne getirilen şehirler ise Lût aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Sodom ve Gomore olarak yorumlanmıştır (bk. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/77-83). İşte bu kavimlerin her biri kendi peygamberine isyan edip onu yalancılıkla itham ettikleri için ayrı ayrı şiddetli cezalara mâruz kalmışlardır. 10. âyetteki “resul” kelimesinin tekil olması her bir kavme gönderilmiş olan ayrı bir peygamberi ifade eder (İbn Âşûr, XXIX, 122).

11. âyette değinilen olay, Hz. Nûh zamanında meydana gelmiş olan tûfandır. Nûh kavmi peygambere isyan etmelerinin cezasını tufanda boğularak çekmişler, Nûh’a inanıp onun gemisine binenler ise kurtulmuşlardır. İşte, “Sular coştuğu vakit sizi gemide biz taşıdık” meâlindeki cümle o gün Nûh’un gemisinde bulunup da Allah’ın lutfuyla kurtuluşa eren, sular çekildikten sonra da karaya çıkan ve sonrakilerin ataları, dedeleri durumunda bulunan müminlere işaret eder. Yukarıda kısaca değinilen olaylarda inkârcıların cezalandırılmış, inananların ise kurtarılmış olduğu bildirilerek olayların nesilden nesile aktarılması ve duyan herkesin bundan ibret alması amaçlanmıştır. Nitekim bu husus 12. âyette açıkça ifade edilmiştir (Nûh kavmi ve tûfanı hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/59-64; Hûd 11/25-49). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 443
 

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ


Fiil cümlesidir. لِ  harfi,  نَجْعَلَـهُٓ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte önceki ayette geçen  حَمَلْنَاكُمْ  fiiline mütealliktir.   

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)‘den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَجْعَلَهَا  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  تَذْكِرَةً ‘e mütealliktir. 

تَذْكِرَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  تَعِيَهَٓا  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اُذُنٌ  fail olup lafzen merfûdur.  وَاعِيَةٌ  kelimesi  اُذُنٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur.  وَاعِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وعى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ


Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle önceki ayetteki  حَمَلْنَا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

لَكُمْ  car mecruru ikinci mef’ûl olan  تَذْكِرَةً ‘e mütealliktir. 

Masdar sıygasında gelerek mübalağa ifade eden  تَذْكِرَةً ‘deki nekrelik, tazim ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.

Aynı üslupta gelen  وَتَعِيَهَٓا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öğrenmek anlamındaki  الوعى  kelimesi, aslında bilgiyi muhafaza etmek demektir. İnsanın bir şeyi kendisinin dışında bir kapta korumasına da  وعاء  kelimesinden,  اوعيت المتاع  denilir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

وَتَعِيَهَٓا  fiili  اُذُنٌ ‘a nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. İradesi olan canlılara mahsus olan tahsis etme fiili kulağa nispet edilmiş, böylece bir organ, kişi yerinde kullanılmıştır.

Ayrıca kulak, ism-i fail veznindeki  وَاعِيَةٌ  ile sıfatlanarak kişileştirilmiştir. Bilinçli iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اُذُنٌ  kelimesinin nekre oluşu tazim ifade eder. 

el-Hâkka suresinin dokuzuncu ayetinde ifade edilen  مَنْ قَبْلَهُ  kısmı, sonraki ayetlerle birlikte düşünüldüğünde Firavun’dan önce bu şekilde şiddetli bir yakalama ile cezalandırılan başka bir millet olmadığı için Nûh (as) kavmini hatırlatmaktadır. Devam eden ayetlerde de suyun taşmasından bahsedilmesi bunu desteklemekte ve bu olayda insanlığın taşındığını vurgulamaktadır. Bunun bir ibret olduğu düşünülür ve Nûh (as)’ın insanlığın ikinci babası olduğu hatırlanacak olursa, ve  مَنْ قَبْلَهُ  ifadesinde Allah’ın gazabının ve nimetinin idmâc edildiği anlaşılacaktır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اُذُنٌ وَاعِيَةٌ (Kavrayan kulaklar) korunması gerekeni koruyan (alıcı) kulaklar, bu da onu düşünmek, onu yaymak, üzerinde fikir yürütmek ve gereğince amel etmekle olur.  اُذُنٌ  şeklinde nekre olması onun azlığı ve böyle az bir şeyin büyük bir kalabalığın kurtarılması ve nesillerinin devam etmesine sebep olduğu içindir. (kulaktan kulağa anlatılması ve duyanların bundan ibret alması gibi). (Beyzâvî,  Âşûr)