وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | أَرْسَلْنَا | göndermedik |
|
3 | فِي |
|
|
4 | قَرْيَةٍ | bir ülkeye |
|
5 | مِنْ | hiçbir |
|
6 | نَبِيٍّ | peygamber |
|
7 | إِلَّا |
|
|
8 | أَخَذْنَا | sık(ma)dığımız |
|
9 | أَهْلَهَا | halkını |
|
10 | بِالْبَأْسَاءِ | yoksulluk |
|
11 | وَالضَّرَّاءِ | ve darlıkla |
|
12 | لَعَلَّهُمْ | diye |
|
13 | يَضَّرَّعُونَ | yalvarıp yakarsınlar |
|
“Dert” diye çevirdiğimiz be’sâ’ kelimesi tefsirlerde “bedensel hastalıklar”; “sıkıntı” diye çevirdiğimiz darrâ’ ise “geçim sıkıntısı, yoksulluk” şeklinde açıklanır. Kur’ân-ı Kerîm’de karye kelimesi çoğunlukla kendilerine peygamber gönderilen bir toplumun yaşadığı küçük veya büyük yerleşim birimini yahut ülkeyi ifade eder ve söz konusu toplumun yerleşik bir hayat yaşadığını gösterir.
Sûrenin 59. âyetten buraya kadar geçen kısmında Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb peygamberlerin kavimleriyle ilişkileri, mücadeleleri, tebliğ sırasında karşılaştıkları güçlükler ve peygamberlere karşı koyarak inkâr ve isyanda direnenlerin uğradıkları felâketlerin ibrete şayan kesitleri kısa fakat etkili ifadelerle özetlendikten sonra burada da, bir bakıma bu anlatılanların birer örnek olduğuna işaretle, esasen her devirde, kendilerine peygamberler gönderilen bütün toplumların, inkâr ve isyandan vazgeçerek Allah’a yönelmelerini sağlamak üzere hastalık veya yoksulluk gibi bazı sıkıntılara mâruz bırakıldığı; daha sonra kötülüğün yani hastalık ve yoksulluğun yerine iyilik (sağlık ve bolluk) verildiği, böylece onların Allah’ı tanıyıp O’na şükretmeleri için imkân ve fırsatlar yaratıldığı bildirilmektedir.
Kuşkusuz bu imkân ve fırsatlardan yararlananlar bulunmuşsa da, bu âyetlerin asıl maksadı Hz. Muhammed’in risâletine karşı direnen müşrik ve münkirler olduğu için, özellikle onları alâkadar eden tutum ve davranışlar üzerinde durularak bir bakıma şöyle denilmektedir: Daha önce sizin gibi inkâr edip kötülük işleyenlerin, hastalık ve yoksulluk gibi sıkıntılarla imtihan edildiklerinde, bundan Allah’ın kendilerini cezalandırdığı anlamını çıkararak tövbe etmeleri; yahut sıkıntıdan kurtulup sağlık ve bolluğa kavuştuklarında Allah’ın lutfu sayesinde bu durumdan kurtulduklarını düşünerek O’na şükretmeleri gerekirdi. Halbuki onlar “Hastalık ve yokluk, sağlık ve zenginlik gibi haller, bizim gibi geçmişte atalarımızın da başına gelen, zamana bağlı, zamanın ortaya çıkardığı normal olaylardır” diyerek inkârcılıkta ısrar ettiler; Allah da onları hiç ummadıkları bir zamanda ve ortamda ansızın yakalayıp belâlarını verdi. Eğer sizler aklınızı kullanıp basîretli davranmaz, meşakkatlerin veya nimetlerin temelindeki anlamları ve hikmetleri gerektiği şekilde kavramaz, gerekli dersi alarak iyiliklerin de kötülüklerin de kendisinden geldiği Allah’a yönelmez, sapıklık ve kötülüklerinizden vazgeçmezseniz o eski inkârcılar gibi sizin de bir şekilde cezalandırılacağınızı unutmayınız. Çünkü inançsızlık ve isyankârlığın sonu hüsrandır, yıkımdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 559-560
Riyazus Salihin, 50 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Erkek olsun, kadın olsun mü’min, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.”
(Tirmizi, Zühd 57)
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي قَرْيَةٍ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır. مِنْ zaiddir. نَبِيٍّ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَخَذْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اَهْلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْبَأْسَٓاءِ car mecruru اَخَذْنَٓا fiiline müteallıktır.
الضَّرَّٓاءِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْبَأْسَٓاءِ ’ye matuftur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir, إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. يَضَّرَّعُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَضَّرَّعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَضَّرَّعُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ضرع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ
وَ istînâfiyyedir. Menfi fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr ve zaid harfle tekid edilmiştir.
Yine mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ cümlesi, قد takdiriyle haldir.
Nefy harfi مَٓا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşmuş kasr, faille hal arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir, başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
قَرْيَةٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ifade etmiş, zaid مِنْ harfi de kelimeye “hiçbir’’ anlamı katmıştır.
ف۪ي قَرْيَةٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla قَرْيَةٍ içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü قَرْيَةٍ hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın sözünün kesinliğini vurgulamak üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
الْبَأْسَٓاءِ ve الضَّرَّٓاءِ kelimelerinin ikisi de dünyevi sıkıntı demektir. الْبَأْسَٓاءِ ’da korku manası da vardır. (Sâbûnî)
الْبَأْسَٓ: korkunun baskın olduğu hayati zorluk. الضَّرَّٓاءِ menfaat olarak kullandığımız نفع kelimesinin karşıtı olan zarar demektir. (Farklar sözlüğü)
Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ [ِdarlık ve sıkıntıya sokmuşuzdur] ifadesindeki الْبَأْسَٓاءِ kelimesi bu’s ve fakr (darlık ve fakirlik) anlamında, ِالضَّرَّٓاءِ ise sıkıntı ve hastalık anlamındadır. Onların darlık ve sıkıntıya sokulmasının sebebi ise peygamberlerine tâbi olma ve ona gereken hürmeti gösterme konusunda kibirli davranmış olmalarıdır. (Keşşâf)
Allahü teâlâ, bu peygamberlerin hallerini ve bunların ümmetlerinin başına gelen durumları bize bildirince, insan, Allah'ın o ümmetlerin kökünü kurutan o azabın, sadece o peygamberlerin zamanında olduğunu zannedebilir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerime, bu tür helak ve azabı, başkalarının başına da getirdiğini beyan etmiş ve bunu yapmasının sebebini açıklayarak: "Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek, onun halkını mutlaka fakirlikle, şiddetle ve hastalıkla yakaladık..." buyurmuştur. Cenâb-ı Hak burada قَرْيَةٍ (memleket, şehir) kelimesini kullanmıştır; çünkü karye, kendilerine peygamber gönderilen kavmin toplu olarak bulunduğu yerdir. Bu lafız, şehir manasını da ifade eder. Çünkü şehir, birçok toplulukların bulunduğu yerdir. (Fahreddin er-Râzî)
لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil manasında gayrı talebî inşâ cümlesidir.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ , vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir.
لَعَلَّ ‘nin haberi يَضَّرَّعُونَ , muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724) ise; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, yani ‘sakınıp korunmanız için’’ demektir, der. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
الضَّرَّٓاءِ - يَضَّرَّعُونَ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ ifadesi; kibir ve üstünlük taslama libasını çıkarıp huşû ve tevazu içerisinde olmaları için demektir. (Keşşâf)