7 Ekim 2024
A'râf Sûresi 88-95 (161. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 88. Ayet

قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ  ...


Şu’ayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dediler ki ق و ل
2 الْمَلَأُ ileri gelenler م ل ا
3 الَّذِينَ kimseler
4 اسْتَكْبَرُوا büyüklük taslayan ك ب ر
5 مِنْ -nden
6 قَوْمِهِ kavmi- ق و م
7 لَنُخْرِجَنَّكَ mutlaka seni çıkarırız خ ر ج
8 يَا شُعَيْبُ Şu’ayb
9 وَالَّذِينَ ve kimseleri
10 امَنُوا inanan(ları) ا م ن
11 مَعَكَ seninle beraber
12 مِنْ -den
13 قَرْيَتِنَا kentimiz- ق ر ي
14 أَوْ ya da
15 لَتَعُودُنَّ dönersiniz ع و د
16 فِي
17 مِلَّتِنَا dinimize م ل ل
18 قَالَ dedi ki ق و ل
19 أَوَلَوْ bile mi?
20 كُنَّا biz ك و ن
21 كَارِهِينَ istemezsek ك ر ه

Millet kelimesi “din” anlamına gelir. Müşrikler Şuayb ve ona inananları, kendi dinlerine dönmemeleri halinde ülkelerinden süreceklerini kesin bir dille açıklayarak tehdit ettiler. Hz. Şuayb’ın “Biz istemesek de mi?” şeklindeki ifadesi, hiç kimsenin inancını değiştirmeye zorlanamayacağını, inancında ısrar ettiği için yurdundan da sürülemeyeceğini göstermesi bakımından özellikle ilgi çekicidir.

 İnkârcı zorbaların “… dinimize döneceksiniz!” şeklindeki tehditkâr sözleriyle Hz. Şuayb’ın, “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek…” şeklindeki ifadesi, ilk bakışta Şuayb’ın daha önce onların dinine bağlı olduğu gibi bir kanaat doğuruyorsa da; bütün müfessirler âyetten böyle anlamın çıkarılmaması gerektiğini ısrarla vurgulamışlardır. Zira İslâm inancına göre peygamberlerin hepsi,peygamber olmadan önce de şirk ve küfürden korunmuşlardı. Buna göre Şuayb, kendi adına değil, ihtida etmiş olan arkadaşları adına böyle konuşmuş olabilir. Söz konusu ifadeler yukarıdaki temel inanç çerçevesinde, daha başka şekillerde de açıklanmıştır (bk. Zemahşerî, II, 129-130; Râzî, XIV, 177; Şevkânî, II, 257). 89. âyetin son cümleleri, zorbalıklarını insanların vicdanları üzerinde baskı kurmaya kadar götüren zalimler karşısında iyilerin Allah’a güven ve bağlılıklarını, sebatkâr ve yürekli tavırlarını sergilemesi bakımından anlamlı ve yol gösterici ifadelerdir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 556-557

 

ملّ Melle: Millet مِلَّة kelimesinin köküyle ilgili farklı görüşler mevcuttur. Biz önce her zamanki gibi Müfredat müellifi Râgıb El İsfahani’nin görüşüne yer verdik. Bunun ardından da Ebu Hilal El Askeri’nin fikirlerinden alıntı yaptık. (Hazırlayanın notu) Millet sözcüğü din sözcüğü gibidir. Aralarındaki fark ise millet kavramının sadece peygambere isnad edilebildiğidir. مِلَّة kelimesi aslen أمْلَلَ الكِتابَ yazıyı imlâ etti/yazdırdı ifadesinden gelmektedir. Yine مَلَّ fiilinin bir kullanımı da مَلَّ خُبْزَهُ- ekmeğini pişirdi- şeklindedir. مَلِيلٌ ateşe bırakılmış şey, مَلِيلَةٌ ise insanın içinde hissettiği hararettir. Orta harfinin kesra şeklinde okunduğu مَلِلْتُ ise usandı/bıktı manasına gelir. (Müfredat) Dîn ve Millet Arasındaki Fark: Millet, şeriatin bütününe, din ise şeriat mensuplarının her birinin sahip oldukları şeye verilen bir isimdir. Millet Allah’ı ikrar eden şeriatlerin ismidir, din ise bünyesinde bir şeriat barındırmasa bile insanların görüşlerine dayanan ve Allah’a yaklaştırdığına itikad edilen bir şeydir; şirk ehlinin dini gibi… Her millet bir dindir ancak her din bir millet değildir. Yahudilik bir millettir; çünkü bünyesinde bir takım şeriatler bulundurmaktadır. Oysa şirk bir millet değildir. Allah indinde din kuşkusuz İslam’dır. اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠ Âl-i İmran, 3/19
Din kelimesi mutlak (kayıtlanmamış) olarak kullanıldığında karşılığında sevap olan genel tâat anlamına gelir. Mukayyed (kayıtlanmış) olarak getirilmesi durumunda ise anlamı değişir.
Arapçada millet kelimesinin aslı mell dir. Mell ise kurdun bir şeye atlayıp saldırmasıdır. Milletin böyle isimlendirilmesi ehlinin o millette sürekli olması sebebiyledir. Denilmiştir ki; millet kelimesinin aslı tekrardır. Bu mana tekrar tekrar gidilip gelinerek çiğnenen yol için söylenen ’tarîkun melîlun (işlek yol ) ifadesinden alınmıştır. Aynı şekilde melel kelimesinin bir şeyin nefse bıkkınlık verecek kadar çok tekrar etmesi; millet kelimesinin de felaketler karşısında birbirini koruyan topluluğun davranış biçimi olduğu söylenmiştir. Din kelimesinin aslı ise tâattir. Kök anlamının âdet sözcüğü olması da caizdir. Daha sonra insan bünyesinin âdet edinip sürekli hale getirdiği için tâat hakkında din denilmiş olabilir. (Furuku-l Lugavî)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri millet, milliyet, (beyne-l) milel, melül ve melildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلَأُ  fail olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  Cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  الْمَلَأُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.  İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪  ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اسْتَكْبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ قَوْمِه۪ٓ  car mecruru  اسْتَكْبَرُوا  ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli, mukadder kasem ve cevabıdır.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نُخْرِجَنَّكَ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

يَا  nida harfidir.  شُعَيْبُ  münadadır. 

Nida cümlesi tehdit için gelmiş muterize bir cümledir.

Nidanın cevabı  ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا ‘dır.

اسْتَكْبَرُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر  ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ 

 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl , نُخْرِجَنَّكَ ‘deki muhatap zamirine matuf olup mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَعَ  mekân zarfı,  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَرْيَتِنَٓا  car mecruru  نُخْرِجَنَّكَ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  تَعُودُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Mahzuf  ن ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

ف۪ي مِلَّتِنَا  car mecruru  تَعُودُنَّ  ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavli hazfedilmiştir. Takdiri;  أنعود فيها (Oraya geri döner miyiz?) şeklindedir.

Hemze istifham harfidir.  وَ  haliyyedir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنَّا ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.

كَارِه۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nin haberi olup  nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

كَارِه۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كره  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.

قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

الْمَلَأُ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli kasem üslubunda gelmiştir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

لَ  ve  نَّ ‘la tekid edilen  لَنُخْرِجَنَّكَ  şeklindeki cevap cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Nida üslubunda talebî inşâî isnad olan  يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ  cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Melenin, iman etmiş kişileri ism-i mevsulle belirtmeleri, onları tahkir edip küçük gördüklerine işaret eder.

Muhayyerlik bildiren  اَوْ  atıf harfiyle gelen  لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ  cümlesi, ayetteki mahzuf ikinci kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  لَ  ve  نَّ ‘la tekid edilmiştir. 

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Tekid nunu, çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu harf ( َّنَّ ) fiilin üç defa tekidini sağlar. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

Mele’, doldurmak demektir. Bu kelime cemaat ismi olup tekili yoktur. Ayette geçen İsrailoğullarının melesi; göz dolduranları, önde gelenleri demektir. Bunlar korku salarak gözleri ve ziynet olarak da meclisleri doldururlar veya evleri arzu edilen nimetlerle doludur.

Dilimizde kullandığımız imla kelimesinin Mele’e (ملأ) kökünden olduğu görüşü de vardır. Dolu manasına gelen kelimenin, harekeli, yani sesli harfleri bildiren noktaları doldurulmuş yazı sözcüğünün if’al vezni masdarı olması muhtemeldir.

Burada ülkeden çıkarma fiilinin önce Şuayb (as)’a, sonra ona inananlara isnad edilmesi asıl hedefin Şuayb (as) olduğuna dikkat çekmek içindir. 

Ayetin sonundaki soru ya hakiki sorudur ya da inkâr içindir. (Ebüssuûd)

Burada da Şuayb (as) aslında kendisini oradan çıkarmak isteyen kavimden olmamasına rağmen ona  لَتَعُودُنَّ  şeklinde hitap edilmiştir. Bunda da tağlîb vardır. Yani Şuayb (as) kendisine iman eden müminlerle beraber o kavimdenmiş gibi kabul edilerek, kendilerine dönmesi istenmiştir. 89. ayet de bunun gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, onun öğütlerini dinledikten sonra karşı gelmekle kalmadılar ve azgınlıkta o derece ileri gittiler ki, Şuayb ile ona uyan mü'minlerden kendi bâtıl dinlerine uymalarını istediler. Aksi takdirde kendilerini cezalandıracaklarını söylemek suretiyle onlari icbara cür'et ve bu beyanlarını yeminle teyid ettiler.

Bu kelâmda, ülkeden çıkarma fiilinin önce Şuayb'a ve ikinci olarak atıf yoluyla mü'minlere nisbet edilmesi, çıkarma işinde asıl hedeflerinin Şuayb olduğuna, dikkat çekmek içindir.

Onlar, Şuayb'a iki seçenek tanımakla beraber asıl maksatları Şuayb ile mü'minlerin, kendi dinlerine dönmeleridir. Yurtlarındandan çıkarmanın zikredilmesi ise, sırf onları dinlerine dönmeye icbar içindir. Bu: "Siz, bizim dinimize dönmezseniz, sizi aramızda barındırmayız" demektir.

Önceleri kendi dinlerinde olanlar, Şuayb'a iman etmiş olanlardir. Şuayb ise, hiçbir zaman onların bâtıl dininde olmamıştır. Böyle iken Şuayb hakkında da dinlerine dönme ifâdesinin kullanılması, cemaati, (kendisine iman eden mü'minleri) ferde galip kılmak kabilindendir. (Ebüssuûd)


 قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli

mahzuftur. Takdiri;  أنعود فيها (Oraya geri döner miyiz?) şeklindedir.

Hem şart hem istifham manası taşıyan cümle inşâî isnaddır. Hemze inkârî ve taaccüp manasındadır. 

Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp inkâr, taaccüp ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Cümle mukadder fiilin zamirinden haldir.

لَوۡ ‘in cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Hz Şuayb bu soruyu, -onların bâtıl sözlerini red - ve yalan yeminlerini tekzib için söylemiştir. Başka bir deyişle buradaki istifham inkâr içindir. Fakat bu istifham gerçek de olabilir.

Burada istememekten maksat, mü'minlerin, ülkelerinden sürülme tehdidine maruz kaldıktan sonraki haldir. Nitekim bu sürgün hali o kadar zor bir olaydır ki,

"Eğer Biz gerçekten onlara, "Kendinizi öldürün!", yahut "Yurtlarınızdan çıkın!" diye emretmiş olsaydık, onlardan pek azı müstesna bunu yapmazlardı." ayetinde görüldüğü gibi öldürülme ile beraber zikredilmiştir. Çünkü o kâfirler, mü'minlerin sürgün tehdidi karşısında bâtıla dönmemelerini uzak görüyor ve sürgün korkusuyla dönmeyi tercih edeceklerini umuyorlardı.(Ebüssuûd)

 
A'râf Sûresi 89. Ayet

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ  ...


“Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدِ muhakkak
2 افْتَرَيْنَا atmış oluruz ف ر ي
3 عَلَى üzerine
4 اللَّهِ Allah’ın
5 كَذِبًا yalan ك ذ ب
6 إِنْ eğer
7 عُدْنَا tekrar ona dönersek ع و د
8 فِي
9 مِلَّتِكُمْ sizin dininize م ل ل
10 بَعْدَ sonra ب ع د
11 إِذْ ne zaman ki
12 نَجَّانَا bizi kurtardı ن ج و
13 اللَّهُ Allah
14 مِنْهَا ondan
15 وَمَا değildir
16 يَكُونُ mümkün ك و ن
17 لَنَا bizim için
18 أَنْ
19 نَعُودَ dönmemiz ع و د
20 فِيهَا ona
21 إِلَّا dışında
22 أَنْ
23 يَشَاءَ dilemesi ش ي ا
24 اللَّهُ Allah
25 رَبُّنَا Rabbimiz ر ب ب
26 وَسِعَ kuşatmıştır و س ع
27 رَبُّنَا Rabbimiz ر ب ب
28 كُلَّ her ك ل ل
29 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
30 عِلْمًا bilgice ع ل م
31 عَلَى
32 اللَّهِ Allah’a
33 تَوَكَّلْنَا dayanmışız و ك ل
34 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
35 افْتَحْ aç(ığa çıkar) ف ت ح
36 بَيْنَنَا aramızı ب ي ن
37 وَبَيْنَ ve arasını ب ي ن
38 قَوْمِنَا kavmimizin ق و م
39 بِالْحَقِّ gerçekle ح ق ق
40 وَأَنْتَ muhakkak ki sen
41 خَيْرُ en iyisisin خ ي ر
42 الْفَاتِحِينَ aç(ığa çıkar)anlanın ف ت ح

Riyazus Salihin, 376 Nolu Hadis

Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre  Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Üç  özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: 

Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesden fazla sevmek.

Sevdiğini Allah için sevmek.

Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”

Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67.Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ

 

قَدِ  tahkik harfidir.  افْتَرَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْتَرَيْنَا  fiiline müteallıktır.  كَذِباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  عُدْنَا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

 ف۪ي مِلَّتِكُمْ  car mecruru  عُدْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَعْدَ  zaman zarfı,  عُدْنَا  fiiline müteallıktır.  اِذْ  zaman zarfı, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَجّٰينَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَجّٰينَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مِنْهَا  car mecruru  نَجّٰينَا  fiiline müteallıktır.

افْتَرَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

نَجّٰينَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

 

 وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَكُونُ  tam muzari fiil olup  ينبغي  (Gerekir.) manasındadır.  لَـنَٓا car mecruru  يَكُونُ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَكُونُ ‘un faili olarak mahallen merfûdur.

نَعُودَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  ف۪يهَٓا  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  اِلَّٓا  istisna harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, munkatı’ istisna  olarak mahallen mansubtur.

يَشَٓاءَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  رَبُّنَا  kelimesi lafza-i celâlinin sıfatıdır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَسِعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عِلْماً  temyiz olup fetha ile mansubtur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.


عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ

 

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَوَكَّلْنَا  fiiline müteallıktır.  تَوَكَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.


 رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ

 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ , muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  افْتَحْ بَيْنَنَا  ‘dir.  افْتَحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت  ‘dir.

بَيْنَ  mekân zarfı,  افْتَحْ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَ  mekân zarfı atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  قَوْمِنَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالْحَقِّ  car mecruru  افْتَحْ  fiiline müteallıktır.

وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur.   

الْفَاتِح۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْفَاتِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فتح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً

 

İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesi tahkik harfiyle tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

افْتَرَيْنَا -  كَذِباً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi …عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ , müspet mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla beraber cümle  إن عدنا فقد افترينا  [Eğer dönersek muhakkak ki iftira ederiz.] takdirindedir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sıygasında gelerek sübut ve temekkün ifade eden  نَجّٰينَا اللّٰهُ  cümlesi zaman zarfı  اِذْ  ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

ف۪ي مِلَّتِكُمْ  ibaresinddeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  مِلَّتِ  içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  مِلَّتِ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

اَنْجَيْنَاهُ  fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tef’îl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)


 وَمَا يَكُونُ لَـنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ 

 

وَ ’la gelen cümle,  قَدِ افْتَرَيْنَا  cümlesine matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede  يَكُونُ , tam fiildir.

Masdar  harfi  اَنْ  ‘i takip eden … نَعُودَ ف۪يهَٓا  cümlesi, masdar teviliyle  يَكُونُ  fiilinin failidir.

Ayetteki ikinci  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil sıygasındaki  يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, müstesna konumundadır.

Genel olarak  شَٓاء   fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Allah lafzının zamir değil de açık isim olarak gelmesi yalvarış ve yakarışlarını mübalağalı olarak ifade eder.

Hiçbir halde bizim sizin o bâtıl dininize dönmemiz söz konusu olamaz; ancak Allahü teâlâ'nın bizim o dine dönmemizi dilemesi müstesna. Ve Allahü teâlâ'nın bunu dilemesi de mümkün değildir. Nitekim bundan sonra gelen "Rabbena — Rabbimiz" ifâdesi de bu gerçeği bildirir. Çünkü Allahü teâlâ'nın onların Rabbi (terbiye edicisi) olduğunun belirtilmesi, onların haktan bâtıla dönmelerini dilemesinin imkânsızlığını ortaya koyar. Keza, daha önce geçen,

"Allah bizi ondan kurtardıktan sonra..." ifadesi de, bu hakikati bildirir. Çünkü Allahü teâlâ'nın, o mü'minleri bâtıldan kurtarması, onların tekrar o dine dönmelerini dilemeyeceğinin kesin delillerinden biridir.

Diğer bir görüşe göre bu, ancak Allahü teâlâ'nın bizim perişanlığımızı dilemesi hariç, demektir.

Bir görüşe göre de bu ayet-i kerime, küfrün de Allahü teâlâ'nın dilemesi olduğuna delildir.

Mezkûr görüşlerden hangisi olursa olsun, bundan maksat, Allahü teâlâ'nın dilemesine bağlı olarak, Şuayb ile etrafındaki mü'minlerin, küfre dönmelerinin imkân dahilinde olduğu ve gerçekleşme tehlikesi bulunduğu demek değildir. Aksine, bunun gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu beyan etmektir. Yani, bunun açık anlamı şudur:

"Bizim sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir; ancak Rabbimiz Allahü teâlâ'nın dilemesi müstesna ki O'nun bunu dilemesi zaten mümkün değildir."

Zikredilen bütün bu deliller, Allahü teâlâ'nın bunu dilemeyeceğini gösterir. (Ebüssuûd)



 وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًۜ 

 

Ta’lil manasında istînâf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَسِعَ  lafzı, her şeyi kuşatma manasına mecaz olarak gelmiştir. (Âşûr)

رَبُّنَا  izafeti, veciz ifadenin yanında mütekellimin Allah Teâlâ’ya yakın olma ve rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder.

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

عِلْماًۜ  temyiz olarak mansubtur. 

Temyiz, kapalı bir ifadenin arkasından onu açıklayan bir ifade getirmek suretiyle yapılan ıtnâbtır. Temyizli ifadeler düz anlatıma göre daha beliğdir. Çünkü bunda kapalıyı açma özelliği yanında kaplam ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır. (İsmail Durmuş, TDV. Itnâb md.)

Allahü teâlâ'nın ezelî ve ebedî, sınırsız ilmi,

- Olmuş ve olacak her şeyi,

- Kullarının bütün hallerini, azim, irade ve niyetlerini,

- Her kula layık olan şeyin ne olduğunu kuşatmıştır.

Bu itibarla O, bizi küfürden kurtardıktan sonra tekrar bizim küfre dönmemizi dilemesi imkânsızdır. Üstelik biz, sadece O'na sarılmışız.

İşte, " Biz Allah'a tevekkül ettik." cümlesi de, bunu ifade eder. Yani, bizi, üzerinde bulunduğumuz iman üzere bizi sabit kılması, bizi şirkten tamamen kurtarmak suretiyle bize olan nimetini tamamlaması hususunda sadece Allahü teâlâ'ya tevekkül etmiş bulunuyoruz. (Ebüssuûd)


عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَى اللّٰهِ , amili olan  تَوَكَّلْنَاۜ ‘ya takdim edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ  ibaresinde  عَلَى اللّٰهِ  ibaresinin takdimi ihtisas ifade eder. Yani; ‘’O’ndan başkasına tevekkül etmeyiz’’, demektir.

Hazret-i Şuayb (as) sözünü şu iki şey ile bitirmiştir:

a) Allah'a tevekkül etmek. O "Biz ancak Allah'a güvenip dayandık" demiştir. Bu tabir "hasr" manası ifade eder, yani, "Biz, başkasına değil sadece ve sadece O'na güvenip dayandık" demektir. Sanki o, bu makamda bütün sebepleri bir kenara bırakıp, sebeplerin müsebbibi olan Allah'a yükselmiştir.

b) Dua... O şöyle demiştir: "Ey Rabbimiz, sen bizimle kavmimiz arasında hak olana hükmet" (Fahreddin er-Râzî)



رَبَّـنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mütekellimin münadaya yakın olma isteği sebebiyle hazfedilmiştir.

Nidanın cevabı olan  افْتَحْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda olduğu halde dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Allah’ın rububiyet sıfatının tecellisini isteyerek yapılan bu duada  رَبَّنَٓا  izafetiyle muzâfun ileyh şeref kazanmıştır.

افْتَحْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

 وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  Ayetin fasılası, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir. 

İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak, sübut ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Ayeti kerimede 3 kere Allah ismi, 3 kere de  رَبُّنَاۜ  geçmiştir. Bu kelimelerde reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. Bu tekrar, manaları zihinde yerleştirir. Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 1, S. 234)

افْتَحْ - الْفَاتِح۪ينَ  ve  عُدْنَا - نَعُودَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَيْنَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu cümleler, Şuayb'ın (as), kâfirlerin, azgınlık ve inatta son derece aşırı gittiklerini anladıktan sonra onlara hitab etmekten vazgeçtiğini ve Allahü teâlâ'ya yöneldiğini, kendisi ile onlar arasında, her fırkanın haline uygun olan şeyle hükmetmesi için duâ ettiğini belirtir. Yani,

- bizim ile kavmimiz arasında hakkaniyetle hükmeyle;

-yahut bizin dâvamızın ne olduğunu ortaya çıkar ki, bizimle onlar arasındaki fark iyice anlaşılmış ve hak üzere olanla bâtıl üzere olan birbirinden ayrılmış olsun.

Her iki manaya göre de son cümle, makablinin muhtevası için açıklayıcı bir zeyl mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

 
A'râf Sûresi 90. Ayet

وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ  ...


Şu’ayb’ın kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dediler ki ق و ل
2 الْمَلَأُ ileri gelenler م ل ا
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
5 مِنْ -nden
6 قَوْمِهِ kavmi- ق و م
7 لَئِنِ eğer
8 اتَّبَعْتُمْ uyarsanız ت ب ع
9 شُعَيْبًا Şu’ayb’e
10 إِنَّكُمْ muhakkak siz
11 إِذًا
12 لَخَاسِرُونَ ziyana uğrarsınız خ س ر

Medyen’in inkârcı ve baskıcı eşraf takımı, halkı Şuayb’a inanmamaları hususunda uyarıp tehdit ederken, asıl kendileri hak ettikleri büyük felâkete uğramışlar; bu dünyada öyle bir topluluk yaşamamış gibi yok olup gitmişlerdir. Şuayb, daha önce onları dalâletten kurtarmak ve böyle bir âkıbete mâruz kalmalarını önlemek için elinden gelen her şeyi yaptığından, artık onlara acımanın da yersiz olduğunu düşünmüştür. 

Buraya kadarki âyetlerde beş peygamberin kendi toplumlarıyla ilişkileri, davetlerinin mahiyeti, bu davet karşısında inanan ve inanmayanların tutumları, özellikle inkâr etmekle yetinmeyip inananlar üzerinde baskı kuran ve toplumda türlü kötülüklerin yayılmasına öncülük edenlerin bu yüzden uğradıkları büyük felâketler bir tarihî bilgi vermekten ziyade ders verme üslûbuyla veciz bir şekilde özetlenmiştir. Aşağıda ise bütün bu toplumların uğradığı felâketlerin, zorlukların insanları ıslah etmeye yönelik amaçlar taşıdığı bildirilmektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 557

وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلَأُ  fail olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  Cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  الْمَلَأُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.  İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪  ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ قَوْمِه۪ٓ  car mecruru  كَفَرُوا ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli,  اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً  ‘dur. 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

اتَّبَعْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

شُعَيْباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اِذًا  cevap harfidir.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

خَاسِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

خَاسِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle  mahzuftur. 

اتَّبَعْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ

 

88.ayetteki  قال الملأ الذين استكبروا  cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelamdır.

الْمَلَأُ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübut ve temekkün ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan, kasem lâmının dahil olduğu  لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً  cümlesi , şart üslubunda gelmiştir. Mazi fiil sıygasındaki  اتَّبَعْتُمْ , şart fiilidir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş  اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ  cümlesi, kasemin cevabıdır. Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevabı hazfedilmiştir.

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

88.ayet gibi başlamıştır, reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

إنِ  şart harfi vuku bulma ihtimali nadir durumlar için kullanılır. ‘’Ona tabi olmazsınız, ama olur da tabi olacak olursanız …’’ anlamındadır.

خَاسِرُونَ  lafzı, fayda murad ederken zarar meydana gelmesi manasında kullanılmış müstear bir lafızdır. Genel manadadır, fakat onların daha çok ehemmiyet verdikleri dünyevi işler olduğu için burada onlar ‘’dünya ile ilgili işlerinizde zarar görürsünüz’’ demişlerdir. (Âşûr)

Allahü teâlâ, Şuayb (as)'ı yalanlamak suretiyle düşmüş oldukları sapkınlığın ne derece büyük olduğunu beyan etmiş; sonra onların bununla yetinmeyip, başkalarını da saptırdıklarını ve Şuayb (as'a tâbi olanları kınayarak, "Eğer Şuayb'a uyarsanız, o takdirde muhakkak en büyük zarara uğramış kimseler olacaksınız" dediklerini açıklamıştır. Alimler bu ifadenin manası hakkında ihtilafa düşmüş; bir kısmı, "onların din hususunda hüsrana uğramaları" manasında olduğunu söylerken; bir kısmı "onların dünya hususunda hüsrana uğramaları" manasında olduğunu, çünkü kâfirlerin, Hz Şuayb (as)'e tabî olanlara: "O (Şuayb) sizi, daha çok dünya malı almaktan ve kazanmaktan men ediyor" dediklerini söylemişlerdir.

İşte o kâfirler bu sözü söyledikleri zaman, önce kendilerinin sapkınlıktaki durumları, sonra da başkalarını saptırmadaki durumları iyice ileri bir dereceye varmış ve böylece de helaki haketmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

A'râf Sûresi 91. Ayet

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ  ...


Derken, onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَخَذَتْهُمُ derken onları yakalayıverdi ا خ ذ
2 الرَّجْفَةُ o müthiş sarsıntı ر ج ف
3 فَأَصْبَحُوا çökekaldılar ص ب ح
4 فِي
5 دَارِهِمْ yurtlarında د و ر
6 جَاثِمِينَ diz üstü ج ث م

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَخَذَتْهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الرَّجْفَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir.  اَصْبَحُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ‘ı  اَصْبَحُوا ’nun ismidir.  ف۪ي دَارِهِمْ  car mecruru  جَاثِم۪ينَ ‘ye müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَاثِم۪ينَ  kelimesi  اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

جَاثِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جثم  fiilinin ism-i failidir.

جَاثِم۪ينَ  kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ

 

فَ  atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nakıs fiil  اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu iki cümle arasındaki cihet-i câmia tezâyüftür.

Car-mecrur  ف۪ي دَارِهِمْ , amili olan  جَاثِم۪ينَ  ‘ye, önemine binaen takdim edilmiştir.

İsim cümlesi sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesi yenilenme ve tekrarlanma ifade eder.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela: fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, S. 190-191)

الرَّجْفَةُ  kelimesi marife gelerek tanıdıkları, daha önce karşılaştıkları bir şey, belki volkanik bir şey olduğuna işaret edilmiş olabilir. Ya da bu sarsıntının kemâl derecede olduğuna delalet eder.

الرَّجْفَةُ  "müthiş, öldürücü ve şiddetli bir zelzele" demektir. Allahü teâlâ'nın, zalim kavimlerin kıssaları olarak anlattığı üzere bu zelzeleye, korkunç ve şiddetli bir ceza da eklenince, helak oluş, daha büyük ve dehşetli hale gelir. Çünkü onları, o zaman azab üstlerinden ve altlarından kuşatır. Böylece, "Onlar, meskenlerinde, yurtlarında cansız, hareketsiz ve sönmüş kimseler haline geldiler."  (Fahreddin er-Râzî)

جَاثِم۪ ; dizüstü çöküp kalan demektir. Mecazi olarak hareketsiz kalmak anlamında kullanılır. Bundan maksat, mûtat ölümde olduğu gibi üzerlerine azap inen kişilerin hareketsiz ve cansız kaldıklarını ifade etmektir.

Cüsûm, "tavşanın ve kuşun uyuduğu şekilde iki bacağı el ile kavrayarak göğsü üzerine yere çöküp yapışmaktır". Yani vatanlarında öyle sürçüp yüzü koyun çöktüler ki, kendilerinde hareketten hiç bir iz kalmadı. (Elmalılı)

Allahım; gazabına ve azabına uğramaktan sana sığınırız.

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ  ibaresinde mecazi isnad veya istiare vardır.

78. ayetle, tekrarı olan bu ayet arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
A'râf Sûresi 92. Ayet

اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ  ...


Şu’ayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şu’ayb’ı yalanlayanlar var ya, asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
3 شُعَيْبًا Şu’ayb’i
4 كَأَنْ sanki gibi oldular
5 لَمْ
6 يَغْنَوْا hiç oturmamış غ ن ي
7 فِيهَا orada
8 الَّذِينَ kimseler
9 كَذَّبُوا yalanlayan ك ذ ب
10 شُعَيْبًا Şu’ayb’i
11 كَانُوا oldular ك و ن
12 هُمُ onlar
13 الْخَاسِرِينَ ziyana uğrayanlar خ س ر

اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

شُعَيْباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَا  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَاَنْ  şeddeliden tahfif edilmiştir. İsmi mahzûftur. Takdiri;  كأنهم  şeklindedir.  لَمْ يَغْنَوْا  cümlesi  كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَغْنَوْا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

ف۪يهَا  car mecruru  يَغْنَوْا  fiiline müteallıktır.

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  كذب ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.  


  اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

شُعَيْباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانَ  isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ‘ı  كَانُوا ’nun ismidir.  هُمُ  fasıl zamiridir.  

الْخَاسِر۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun  haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْخَاسِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet isim cümlesiyle başlamıştır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَذَّبُوا شُعَيْباً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muhaffeffe  كانَّ ’nin dahil olduğu  كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ   cümlesi, haberidir. 

 انَّ ’nin kardeşlerinden olan  كانَّ , aynı zamanda teşbih harfidir.

كانَّ , çoğunlukla müşâbehet için kullanılır. Bu da haberin camid olduğu durumlardır. Bu ayette olduğu gibi bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan  كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ  cümlesinde,  كانَّ ‘nin isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberinin menfi muzari fiil sıygasında gelmesi, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Zeccâc, bu ifadenin manasının, "onlar orada sanki zengin olarak hiç yaşamadılar" şeklinde olduğunu; Arapça'da, insan ihtiyaçsız ve zengin olduğu zaman "Adam, müstağni oldu" denildiğini söylemiştir. Bu kelime, fakirliğin zıddı olan "ğinâ" masdarından alınmıştır.

Cenâb-ı Hakk'ın, "Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki (yurtlarında) hiç oturmamış gibi oldular" beyanı, bu azabın sadece bu yalanlayıcı kavme has olduğuna delalet eder.  Bu, Şuayb (as) hakkında, büyük bir mu'cizeye delalet eder. Çünkü gökten inen azab, aynı beldede olduktan halde, şu topluluğun başına değil de ötekinin başına gelirse, bu en büyük mucizelerden birisi olur. (Fahreddin er-Râzî)


اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ

 

Önceki cümleyi tekid mahiyetinde gelen bu istînâf cümlesinde fasıl sebebi kemâl-i ittsâldir.  Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.

Mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَذَّبُوا شُعَيْباً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, haberidir.

Her iki cümlede de müsnedün ileyhin aynı kişileri işaret eden ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan  كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ  cümlesinde,  كَان  ‘nin haberi, ism-i fail sıygasında gelerek bu durumun onlarda sürekli bir özellik olduğuna işaret etmiştir.

Ayet-i kerimede  اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْباً  tabirinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu ayet-i kerimede, hem medh hem de zem olduğu için idmâc vardır. Şuayb’ı (as) yalanlayanlarla ilgili haber zem üzere gelirken, Şuayb (as) methedilmiştir. 

İdmâc, bir mana için gelen kelamın içine başka bir mana daha sokmaktır. Muhatabın dikkatini toplamasına yardımcı olur. İstitbâdan daha umumidir. Çünkü istitbâ sadece medh için olur. İdmâc ise hem medhi hem de başka amaçları kapsar. Böylece iki mesele birbiri içinde belîğ bir surette anlatılmış olur. Türkçe’de “bir taşla iki kuş vurmak” dediğimiz şeydir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)

[Şuayb (as)’ı yalanlayanlar helâk edilmeye ve sanki memleketlerinde hiç yerleşmemiş, orada hiç yaşamamış gibi köklerinin kurutulmasına hususen müstehak olanlardır. Zira Şuayb (as)’a iman edenleri Allah kurtarmış, böylece onu inkâr edenler bu büyük hüsrana maruz kalmışlardır; Şuayb'ın takipçileri ise bu hüsrandan kurtulmuş ve kazananlar, kârlı çıkanlar onlar olmuştur.] Bu şekilde yeni bir cümle başlangıcı yapılmış, öncesinden ayrı bir cümle ile konunun anlatılmış ve tekrarların yapılmış olmasında, kavminin ileri gelenlerinin takipçilerine söyledikleri sözlerin en etkili bir şekilde cevaplandırılması, onların görüşlerinin akılsızca olduğunun gösterilmesi, toplumlarına tavsiyelerinin alaya alınması ve başlarına gelen azabın ne kadar büyük olduğunun bildirilmesi söz konusudur. (Keşşâf)

Cenâb-ı Hak, "Şuayb'ı yalanlayanlar, en büyük zarara uğrayanların ta kendileri oldular" buyurmuş ve onların uğradıkları zilletin büyüklüğü ile, cehaletleri sebebiyle müstehak oldukları cezanın korkunçluğunu belirtmek için, "Şuayb'ı yalanlayanlar..." ifadesini tekrarlamıştır. (Fahreddin er-Râzî)

A'râf Sûresi 93. Ayet

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟  ...


(Şu’ayb) onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini ulaştırdım. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, inkârcı bir topluluğa nasıl üzülürüm?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَوَلَّىٰ öteye döndü و ل ي
2 عَنْهُمْ onlardan
3 وَقَالَ ve dedi ق و ل
4 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
5 لَقَدْ andolsun
6 أَبْلَغْتُكُمْ ben size duyurdum ب ل غ
7 رِسَالَاتِ mesajlarını ر س ل
8 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
9 وَنَصَحْتُ ve öğüt verdim ن ص ح
10 لَكُمْ size
11 فَكَيْفَ artık nasıl ك ي ف
12 اسَىٰ acırım ا س و
13 عَلَىٰ
14 قَوْمٍ bir kavme ق و م
15 كَافِرِينَ kafir ك ف ر

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. 

Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَنْهُمْ  car mecruru  تَوَلّٰى  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı mukadder kasemin cevabıdır.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَبْلَغْتُكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

رِسَالَاتِ  ikinci mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  ise Rabb isminin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

نَصَحْتُ لَـكُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la kasemin cevabına matuftur.

نَصَحْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

لَـكُمْ  car mecruru  نَصَحْتُ  fiiline müteallıktır.

تَوَلّٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن لم تؤمنوا فكيف آسى (Eğer inanmazsanız nasıl acırım?)  şeklindedir.

كَيْفَ  ismi istifham harfidir,  اٰسٰى  fiilinin hali olarak mahallen mansubtur.  اٰسٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdir  انا ’dir.

عَلٰى قَوْمٍ  car mecruru  اٰسٰى   fiiline müteallıktır.  كَافِر۪ينَ۟  kelimesi  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olup cer alameti  ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

كَافِر۪ينَ۟  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ

 

Ayetin ilk cümlesi  فَاَصْبَحُوا… ,  فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ  , cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki …قَالَ  cümlesi de  وَ  ile makabline hükümde ortaklık nedeniyle  atfedilmiştir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı olan  لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّ۪ي  cümlesi  mahzuf kasemin cevabıdır.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  

قَدْ  ve  لَ  ile tekid ifade edilen cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Münada olan  قَوْمِ  kelimesinin sonundaki esre, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

رِسَالَةَ رَبّ۪ي  izafetinde, Rabb isminin muzâfun ileyhi olan  ي  zamiri ve Rabb ismine muzâf olan  رِسَالَاتِ  , şan ve şeref kazanmıştır.

رَبّ۪ي  izafeti, mütekellimin Allah Teâlâ’ya yakın olma ve rububiyet vasfına sığınma isteğine işaret eder.

اَبْلَغْتُكُمْ - نَصَحْتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نَصَحْتُ - النَّاصِح۪ينَ  arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Şuayb (as)’ın kavmine hitabı, Resulullah’ın (sav) Bedir Savaşında cesetleri oradaki bir kuyuya atılan müşriklere hitabı kabilindendir. 

Şuayb (as) kavminin helak olmasından dolayı bir üzüntü duydu, fakat onların üzüntüye layık olmadıklarını ve küfürleriyle azabı hak etmiş olduklarını düşünerek onlarla olan bütün manevî ilgisini kesti. Kısacası "oh olsun" demedi, ancak "vah" etmenin de caiz olmayacağını düşünerek ve böyle söyleyerek onlardan tamamen yüz çevirdi. (Elmalılı)


فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟

 

Takdiri  إن لم تؤمنوا (Eğer inanmazsanız… ) olan  mukadder şartın cevabı olan cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Fakat, Şuayb (as) nefsini kınamak üzere böyle söylemiştir. Yani; ‘’Küfürde ısrarlı olan bir kavme nasıl bu kadar üzülürüm?!’’ manasındadır. Soru hakiki soru değildir. Mecaz-I mürsel mürekkebtir.

قَوْمٍ  ’deki tenvin tahkir ifade eder.

قَوْمٍ , كَافِر۪ينَ۟  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır.

اَبْلَغْتُكُمْ - نَصَحْتُ  fiilleri arasında mürâât-ı nazîr vardır. 

اٰسٰى ; hüznün şiddetli olması demektir. Şuayb Peygamber, kavmi için çok hüzünlenmiş, sonra da kendini yadırgamış ve “Küfürleri ve başlarına gelen azaba müstahak olmaları sebebiyle kendileri için hüzünlenmeye değmeyecek olan kimseler için nasıl bu kadar şiddetli hüzünlenirim?!” demiştir. Yine burada, “Size o kadar tebliğ ettim, nasihatte bulundum; başınıza gelecekler konusunda sizi uyardım; böylece mazeretinizi tükettim ama siz benim sözüme kulak vermediniz, bana inanmadınız, şimdi sizin için nasıl hüzünleneyim ki?!” anlamının kastedilmiş olması da mümkündür. Yani onlar hüzünlenmeye değmeyecekleri için Şuayb Aleyhisselâm onlara üzülmemiştir. (Keşşâf)

 
A'râf Sûresi 94. Ayet

وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ  ...


Biz hiçbir memlekete bir peygamber göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 أَرْسَلْنَا göndermedik ر س ل
3 فِي
4 قَرْيَةٍ bir ülkeye ق ر ي
5 مِنْ hiçbir
6 نَبِيٍّ peygamber ن ب ا
7 إِلَّا
8 أَخَذْنَا sık(ma)dığımız ا خ ذ
9 أَهْلَهَا halkını ا ه ل
10 بِالْبَأْسَاءِ yoksulluk ب ا س
11 وَالضَّرَّاءِ ve darlıkla ض ر ر
12 لَعَلَّهُمْ diye
13 يَضَّرَّعُونَ yalvarıp yakarsınlar ض ر ع

“Dert” diye çevirdiğimiz be’sâ’ kelimesi tefsirlerde “bedensel hastalıklar”; “sıkıntı” diye çevirdiğimiz darrâ’ ise “geçim sıkıntısı, yoksulluk” şeklinde açıklanır. Kur’ân-ı Kerîm’de karye kelimesi çoğunlukla kendilerine peygamber gönderilen bir toplumun yaşadığı küçük veya büyük yerleşim birimini yahut ülkeyi ifade eder ve söz konusu toplumun yerleşik bir hayat yaşadığını gösterir. 

 Sûrenin 59. âyetten buraya kadar geçen kısmında Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb peygamberlerin kavimleriyle ilişkileri, mücadeleleri, tebliğ sırasında karşılaştıkları güçlükler ve peygamberlere karşı koyarak inkâr ve isyanda direnenlerin uğradıkları felâketlerin ibrete şayan kesitleri kısa fakat etkili ifadelerle özetlendikten sonra burada da, bir bakıma bu anlatılanların birer örnek olduğuna işaretle, esasen her devirde, kendilerine peygamberler gönderilen bütün toplumların, inkâr ve isyandan vazgeçerek Allah’a yönelmelerini sağlamak üzere hastalık veya yoksulluk gibi bazı sıkıntılara mâruz bırakıldığı; daha sonra kötülüğün yani hastalık ve yoksulluğun yerine iyilik (sağlık ve bolluk) verildiği, böylece onların Allah’ı tanıyıp O’na şükretmeleri için imkân ve fırsatlar yaratıldığı bildirilmektedir.

 Kuşkusuz bu imkân ve fırsatlardan yararlananlar bulunmuşsa da, bu âyetlerin asıl maksadı Hz. Muhammed’in risâletine karşı direnen müşrik ve münkirler olduğu için, özellikle onları alâkadar eden tutum ve davranışlar üzerinde durularak bir bakıma şöyle denilmektedir: Daha önce sizin gibi inkâr edip kötülük işleyenlerin, hastalık ve yoksulluk gibi sıkıntılarla imtihan edildiklerinde, bundan Allah’ın kendilerini cezalandırdığı anlamını çıkararak tövbe etmeleri; yahut sıkıntıdan kurtulup sağlık ve bolluğa kavuştuklarında Allah’ın lutfu sayesinde bu durumdan kurtulduklarını düşünerek O’na şükretmeleri gerekirdi. Halbuki onlar “Hastalık ve yokluk, sağlık ve zenginlik gibi haller, bizim gibi geçmişte atalarımızın da başına gelen, zamana bağlı, zamanın ortaya çıkardığı normal olaylardır” diyerek inkârcılıkta ısrar ettiler; Allah da onları hiç ummadıkları bir zamanda ve ortamda ansızın yakalayıp belâlarını verdi. Eğer sizler aklınızı kullanıp basîretli davranmaz, meşakkatlerin veya nimetlerin temelindeki anlamları ve hikmetleri gerektiği şekilde kavramaz, gerekli dersi alarak iyiliklerin de kötülüklerin de kendisinden geldiği Allah’a yönelmez, sapıklık ve kötülüklerinizden vazgeçmezseniz o eski inkârcılar gibi sizin de bir şekilde cezalandırılacağınızı unutmayınız. Çünkü inançsızlık ve isyankârlığın sonu hüsrandır, yıkımdır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 559-560

Riyazus Salihin, 50 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Erkek olsun, kadın olsun mü’min, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.”  

(Tirmizi, Zühd 57)

وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪ي قَرْيَةٍ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنْ  zaiddir.  نَبِيٍّ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَخَذْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اَهْلَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْبَأْسَٓاءِ  car mecruru  اَخَذْنَٓا  fiiline müteallıktır. 

الضَّرَّٓاءِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْبَأْسَٓاءِ ’ye matuftur.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَضَّرَّعُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَضَّرَّعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَضَّرَّعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ضرع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr ve zaid harfle tekid edilmiştir.

Yine mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ cümlesi,  قد  takdiriyle haldir.

Nefy harfi  مَٓا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşmuş kasr, faille hal arasındadır.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir, başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

قَرْيَةٍ  ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ifade etmiş, zaid  مِنْ  harfi de kelimeye “hiçbir’’ anlamı katmıştır.

ف۪ي قَرْيَةٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  قَرْيَةٍ  içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  قَرْيَةٍ  hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın sözünün kesinliğini vurgulamak üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

الْبَأْسَٓاءِ  ve  الضَّرَّٓاءِ  kelimelerinin ikisi de dünyevi sıkıntı demektir.  الْبَأْسَٓاءِ ’da korku manası da vardır. (Sâbûnî)

الْبَأْسَٓ: korkunun baskın olduğu hayati zorluk.  الضَّرَّٓاءِ  menfaat olarak kullandığımız  نفع  kelimesinin karşıtı olan zarar demektir. (Farklar sözlüğü)

Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ  [ِdarlık ve sıkıntıya sokmuşuzdur] ifadesindeki  الْبَأْسَٓاءِ  kelimesi bu’s ve fakr (darlık ve fakirlik) anlamında, ِالضَّرَّٓاءِ  ise sıkıntı ve hastalık anlamındadır. Onların darlık ve sıkıntıya sokulmasının sebebi ise peygamberlerine tâbi olma ve ona gereken hürmeti gösterme konusunda kibirli davranmış olmalarıdır. (Keşşâf)

Allahü teâlâ, bu peygamberlerin hallerini ve bunların ümmetlerinin başına gelen durumları bize bildirince, insan, Allah'ın o ümmetlerin kökünü kurutan o azabın, sadece o peygamberlerin zamanında olduğunu zannedebilir. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerime, bu tür helak ve azabı, başkalarının başına da getirdiğini beyan etmiş ve bunu yapmasının sebebini açıklayarak: "Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek, onun halkını mutlaka fakirlikle, şiddetle ve hastalıkla yakaladık..." buyurmuştur. Cenâb-ı Hak burada  قَرْيَةٍ  (memleket, şehir) kelimesini kullanmıştır; çünkü karye, kendilerine peygamber gönderilen kavmin toplu olarak bulunduğu yerdir. Bu lafız, şehir manasını da ifade eder. Çünkü şehir, birçok toplulukların bulunduğu yerdir. (Fahreddin er-Râzî)


 لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil manasında gayrı talebî inşâ cümlesidir. 

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ , vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir.

لَعَلَّ ‘nin haberi  يَضَّرَّعُونَ , muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724) ise; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, yani ‘sakınıp korunmanız için’’ demektir, der. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

الضَّرَّٓاءِ - يَضَّرَّعُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ   ifadesi; kibir ve üstünlük taslama libasını çıkarıp huşû ve tevazu içerisinde olmaları için demektir. (Keşşâf)
A'râf Sûresi 95. Ayet

ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  ...


Sonra kötülüğün (sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve (nankörlük edip): “Atalarımız da darlığa uğramış ve bolluğa kavuşmuşlardı” dediler. Biz de, farkında değillerken onları ansızın yakaladık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 بَدَّلْنَا değiştirip getirdik ب د ل
3 مَكَانَ yerine ك و ن
4 السَّيِّئَةِ kötülüğü س و ا
5 الْحَسَنَةَ iyilik ح س ن
6 حَتَّىٰ ta ki
7 عَفَوْا çoğaldılar ع ف و
8 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
9 قَدْ muhakkak
10 مَسَّ dokunmuştu م س س
11 ابَاءَنَا atalarımıza ا ب و
12 الضَّرَّاءُ darlık ض ر ر
13 وَالسَّرَّاءُ ve sevinç س ر ر
14 فَأَخَذْنَاهُمْ biz de onları yakaladık ا خ ذ
15 بَغْتَةً ansızın ب غ ت
16 وَهُمْ ve onlar
17 لَا değillerdi
18 يَشْعُرُونَ farkında ش ع ر

ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَدَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مَكَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  السَّيِّئَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْحَسَنَةَ  mef’ûlun bih sânî olup fetha ile mansubtur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  مكان الحسنة (Güzellik mekânı) şeklindedir.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  عَفَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  بَدَّلْنَا  fiiline müteallıktır.

بَدَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل  ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  قَدْ مَسَّ ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

قَدْ  tahkik harfidir.  مَسَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اٰبَٓاءَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الضَّرَّٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur.  السَّرَّٓاءُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الضَّرَّٓاءُ  ‘ye matuftur.


فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

 

 Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَخَذْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بَغْتَةً  hal olup fetha ile mansubtur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يَشْعُرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَشْعُرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ

 

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile … اَخَذْنَٓا  cümlesine atfedilen ayette ilk cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عَفَوْا  cümlesine dahil olan  حَتّٰى , cümleyi gizli bir  أن ’le gaye bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel cer mahallinde  بَدَّلْنَا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i  haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالُوا  cümlesi  وَ ’la masdar-ı müevvele atfedilmiştir.  قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ  cümlesi, mekulü’l-kavl konumundadır.

قَدْ  ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelam olan mazi fiil cümlesidir.  

Ayet-i kerimedeki  حَتّٰى عَفَوْا  tabirinde istiare vardır.   عَفَوْا; kendileri çoğaldılar, malları da çoğaldı anlamındadır. Bu mana, saç bırakılıp çoğaldığında söylenen  عفى الشعر (saç uzadı) sözünden gelir. Buna göre Allah Teâlâ, onların çoğalmasını, bırakılan saçların çoğalmasına benzetmiştir. Bu; çokluğu anlatan bir çok kelimeden daha edebidir. (Şerîf er-Radî)

السَّيِّئَةِ - الْحَسَنَةَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

السَّيِّئَةِ - الْحَسَنَةَ    lafızlarındaki marifelik cins içindir.  (Âşûr)

Allahü teâlâ, bu memleket ahalisi ile ilgili tedbirlerinin aynı üslub üzere bulunmadığını; onları imana en çok yaklaştıracak bir şekilde tedbir edip yönettiğini beyan etmiş ve "Sonra bu sıkıntının yerine iyilik verdik" buyurmuştur. Çünkü fakirlik, şiddet ve hastalıklardan sonra, beden ve mal ile ilgili pek çok nimetin gelmesi, insanı itaat etmeye ve şükürle meşgul olmaya sevkeder. Bu ayette geçen "الْحَسَنَةَ " ve "السَّيِّئَةِ  ", bolluk ve sıkıntı manasındadır. Dil alimleri: "السَّيِّئَةِ, sahibine sıkıntı verip kötü gelen her şeydir; الْحَسَنَةَ de, insanın tabiatının ve aklının güzel ve hoş gördüğü her şeydir. Buna göre Allahü teâlâ, günahkârları, bazan sıkıntılarla, bazan da rahatlıklarla yakaladığını haber vermektedir" demişlerdir.  (Fahreddin er-Râzî)

عَفَوْا ; bazen çoğalmak, artmak manalarına gelir "...ve sana Allah yolunda ne vereceklerini soruyorlar, de ki:  عَفَوْا (yani ihtiyaçtan fazlasını) verin..." (Bakara, 2/219) ayetinde yer alan afvın fazla manasına olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu manaya göre tefsircilerin çoğu, ayeti şöyle tefsir etmişlerdir. Yani onlar, mal ve nüfusça çoğaldılar, sayı ve kuvvet yönünden fazlalaştılar. (Elmalılı)

Atalarımıza da fakirlik, şiddet, hastalık, iyilik, genişlik dokunmuştur" buyruğunun manası, "Onlara ne zaman bir sıkıntı ve darlık isabet etse, onlar, "Bu, bizim benimsemiş olduğumuz din ve amel sebebiyle değildir. Bu ancak, zamanın bir işidir. Bize isabet eden darlık, sıkıntı ve fakirlik, Allah'tan bir ceza değildir..." demişlerdir" şeklindedir. Bu nakil, onların Cenâb-ı Hakk'ın onları sıkıntıdan sonra bolluk, korkudan sonra da emniyet ve güvenle yönetmesinden, bu şekilde muamele etmesinden faydalanamamış olduklarına, aksine onların, bunun, insanlar hakkında zamanın bir eseri ve fiili olduğu, bu sebeple de onlarda bazan sıkıntı ve kıtlığın; bazan da bolluk ve rahattan meydana geldiğini söyleme yolunu tuttuklarına delalet etmektedir. Buna göre Allah, onların mazeretlerini izale edip, her türlü illet ve bahanelerini ortadan kaldırdığını, ama onların, yine inkıyad etmeyip bu mühletten faydalanmadıklarını beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً

 

فَ  harfi …قَالُوا  cümlesiyle, sebep müsebbep ilişkisi olan müteakip iki cümle arasında rabıtadır. Cümle  فَ  atıf harfiyle,  عَفَوْا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Masdar olan  بَغْتَةً , hal konumundadır. 

Mazi fiiller sebat, temekkün ve istikrara delalet eder. (Vakafat, S. 107)

Cenâb-ı Hakk'ın "onları ansızın tutup yakalayıverdik..." beyanının manası şudur: "Onlar, her iki durumda da isyan edip azgınlaşınca, Allahü teâlâ daha fazla nedamet ve pişmanlıklarına sebep olsun diye, nerede olurlarsa olsunlar, onları ansızın yakalayıverir..." (Fahreddin er-Râzî)

Onların ansızın yakalanmalarından maksat, Ad ve Lût kavmi gibi bir anda helâk edilmeleri değil, fakat Semûd kavminde olduğu gibi yakalama ile helâk arasında geçen belli bir zamanı ve helâk şeklini kapsayan bir anlamdır. (Ebüssuûd)


وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Müekked hal olan cümle ıtnâb sanatıdır.

Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

 
Günün Mesajı
Mele’, doldurmak demektir. Bu kelime cemaat ismi olup tekili yoktur. Ayette geçen İsrailoğullarının melesi; göz dolduranları, önde gelenleri demektir. Bunlar korku salarak gözleri ve ziynet olarak da meclisleri doldururlar veya evleri arzu edilen nimetlerle doludur. Dilimizde kullandığımız imla kelimesinin Mele’e (ملأ) kökünden olduğu görüşü de vardır. Dolu manasına gelen kelimenin, harekeli, yani sesli harfleri bildiren, noktaları doldurulmuş yazı sözcüğünün ifˁāl vezni masdarı olması muhtemeldir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Mahallemizin delisinin – bence bir çok insandan daha akıllı – evlendiğine dair söylentileri duyalı iki ay olmuştu. Dedikodular susmuyordu, o ise görünmüyordu. Bugün işten dönerken, onu her zamanki yerinde otururken görünce, bir çocuk gibi sevindim. Allah rızası için sevdiğim bu kişiyi, özlediğimi hissettim. Kimse hiçbir şey soramıyordu çünkü onunla sohbet edilmezdi. O, kendi sohbetini yapar, gönüllerimizdeki Allah aşkını uyandırır ve giderdi:

‘Allah yolunda yürüyen, yaşlı bir kul varmış. Yolculuğun yorgunluğu yüzündeki kırışıklıklara sığınmış. Gençliğin terkettiği bedenini yaşlılık sarmalamış. Çoğunluğun kaçtığı ölümün yolunu, Allah’a kavuşma heyecanıyla gözlermiş. Bir duayı diline dolamış, o da: son nefesine kadar bu yolda ilerlemek ve son nefesini de bu yol üzerinde vermekmiş. 

Yıllar içerisinde çok farklı sahnelere şahit olmuş. Kimisi korkutmuş, kimisi üzmüş. Kimi zaman bir kolundan insanlar, diğer kolundan dünya çekiştirerek, yolun dışına çekmeye çalışmış. Kimi zaman sadece nefsinin konuşmalarına daldığı için dengesinin bozulduğunu farketmiş. Kimi zaman ise insanların hallerine üzülmüş; en çok da sıkıntılı dönemlerinde ağlayarak bu yola sığınanlardan bazısının dertleri geçince, yoldan çıkıp gitmelerine şaşırırmış. 

 

Hepsinin sonunda: Alması gereken ibretleri araştırır, nefsinin kınama ve merakını susturur, yoluna devam edermiş. Kendisini günaha meyil eder bulunca, tövbe kapısına kaçar. Nefsinin dırdırlarından ve şeytanın vesveselerinden de Rabbine sığınırmış.

Ömrünün son gününde; kulaklarından kalbine bir rüzgar esmiş ve yıllardır beklediği müjdeyi bırakmış. Hemen sevinçle secdeye kapanmış. Durumu anlayan yoldaşları, duasına ortak olma umuduyla yanına koşmuş:

Bizi doğru yola iletene hamd olsun!

Ey ilmi her şeyi kuşatan Rabbim! Ey affetmesini seven Rabbim! Bizi; yanlış yoldan kurtarıp, doğrusuna ilettikten sonra geri dönenlerin hallerine benzemekten koru. Son anına kadar: Rabbim Allah, Rasulum Muhammed ve kitabım Kur’an diyenlerden eyle. Yürüdüğümüz yolu; indirdiğin kelamın Kur’an, İslam’ın yaşanmış en güzel örneği sünnet ve gönüllerimize yerleştirdiğin iman nuruyla aydınlat. Yolunda attığımız adımlara bereketini, aldığımız nefeslere zikrini, kalbimizdeki duygulara sevgini ve zihnimizdeki düşüncelere kelamını yerleştir. Öyle ki, nereye bakarsak bakalım, ne işle uğraşırsak uğraşalım, hangi hale düşersek düşelim; daima Seni hatırlayalım ve daima Sana koşalım.’

Hakk yolunda yürüyenlerden, Allah katında derecesi yükselenlerden, Hakk yolunda ölenlerden ve Allah dostlarına komşu olanlardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Allah’a iman ile gelen aydınlığa yüz çevirerek, küfrün karanlığına gömülmek; henüz boğulmaktan kurtulan birinin, yüzmeyi bilmemesine rağmen denize geri atlaması gibidir. Belki denizin temsil ettiği dünyalıklardan ve o dünyalıklara bağımlı olan nefsinin huzur sevdasından vazgeçememektedir. Bu yüzden de inkarcıların, imanlarına sıkıca tutunanları anlamalarının imkanı yoktur. 

Allah’a iman ile hakiki manada kurtulduğunun bilincinde olan ve bunun için hamdeden kişinin yapacağı ilk iş; denizden ve denize düşürecek tehlikelerden uzaklaşmaktır. Zira mü’min bir kul, Allah rızası için fiziksel ve zihinsel olarak hareket edendir. Allah’a sığınırken veya O’ndan bir şey isterken; Allah’ın yardımını ve duasının kabulunu umarak  kararlar alır ve adımlar atar. 

Ey ilmi ile her şeyi kuşatan Allahım!
Bizi bildiğimiz ve bilmediğimiz her türlü tehlikeden;
Dünyalıkların ve nefislerimizin söyledikleri yalanlara kanmaktan;
Aydınlıktan karanlığa, kurtuluştan kayboluşa geçenlere benzemekten muhafaza buyur.

Ey kalplerimizi iman ile sevindiren ve nurlandıran Allahım! 
Bizi, Seni bilmenin ve Sana inanmanın kıymetini bilenlerden;
İman ile yaşayanlardan ve ölenlerden;
Nurun ile aydınlanmış yüzlerle dirilenlerden, mağfiretin ile hafifleyenlerden ve muhabbetin ile sevinenlerden eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji