بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | كَانَ | olmadı |
|
3 | جَوَابَ | cevabı |
|
4 | قَوْمِهِ | kavminin |
|
5 | إِلَّا | başka |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | قَالُوا | demelerinden |
|
8 | أَخْرِجُوهُمْ | onları çıkarın |
|
9 | مِنْ | -den |
|
10 | قَرْيَتِكُمْ | kentiniz- |
|
11 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
12 | أُنَاسٌ | insanlarmış |
|
13 | يَتَطَهَّرُونَ | fazla temizlenen |
|
Sapıklığa müptelâ olmuş bu kavim, Lût’un uyarılarını dikkate almak şöyle dursun, peygamberi kendisine inananlarla birlikte ülkelerinden kovmaya kalkıştılar; kendilerinin işlediği fuhuştan uzak olmalarını buna gerekçe gösterdiler veya “Çünkü onlar fazla temizlik taslayan insanlar!” diye akıllarınca onlarla alay ettiler (Şevkânî, II, 255).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 551-552
جوب Cevebe :
جَوْبٌ aslen bir araziyi, mesafeyi kat’ etmek adeta delip geçmek demektir. Kuran-ı Kerim’de kelimedeki delme anlamı sebebiyle oymak/kesmek manasında da kullanılmıştır. Bu köke ait bizim Türkçede de kullandığımız sözün/sorunun cevabı (جَوَابٌ) sözü söyleyenin ağzından çıkıp fiilin asıl manasında bulunan araziyi aşarak dinleyenin kulağına ulaşan sözdür. Cevab kelimesi hem bir suale cevap vermek hem de bir isteğe karşılık vermek yani icabet etmek anlamında kullanılır. أجابَ ve إسْتَجابَ fiilleri de Kuran’da icabet etme manasında kullanılırlar. (Müfredat)Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 43 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cevap, icâbet ve müstecâbdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
جَوَابَ kelimesi كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup lafzen mansubtur. قَوْمِه۪ٓ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَخْرِجُوهُمْ ‘dur. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اَخْرِجُوهُمْ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ قَرْيَتِكُمْ car mecruru اَخْرِجُوهُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخْرِجُوهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir هُمْ [onlar] اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اُنَاسٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
يَتَطَهَّرُونَ fiili اُنَاسٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَتَطَهَّرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَطَهَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi طهر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, olumsuz كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
ما كان ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir, 3/79)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. كَانَ , جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ ’nin mukaddem haberidir
Masdar harfi اَنْ ‘i takibeden قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ cümlesi masdar teviliyle كَانَ ’nin ismi konumundadır.
مَا nefy edatı ve اِلَّا istisnâ edatı ile oluşan kasr, كان ’nin haberi ve ismi arasında olup kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Fasılla gelen cümle ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi muzari fiil cümlesi formunda gelerek, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Lut (as) ve ailesine kavminin cevabı: ‘’Onları ülkenizden çıkarın! Çünkü onlar çok temizlenenlerdendir.’’ oldu. Bedî’ ilminde bu sanata zem vehmini veren şeyle tariz denir. Bu yüzden İbn Abbas onların övülen şeyleri ayıpladıklarını söylemiştir. (Sabuni)
Lut (as) ve ailesini çok temiz olmakla vasıflandırmaları, onlarla eğlenmek ve kendilerinin içinde bulunduğu pislikle iftihar etmek anlamındadır. Nitekim habis ve fasıkların âdeti hep böyledir.
اُنَاسٌ kelimesi, ins’in çoğuludur. Kur’an’da 5 kere geçmiştir. İnsanlar manasında ins, ünas, nâs ve insan kelimeleri vardır.
Kavminin cevabı, ‘Çıkarın şunları memleketinizden! (Baksanıza) tertemiz insanlar bunlar!’ demek oldu. Yani Lut (as)’ın, işledikleri yüz kızartıcı işi yadırgayan ve bunun ne kadar vahim bir iş olduğunu anlatan, onları bütün kötülüklerin anası olan ‘aşırılık ve haddi aşma’ ile niteleyen ifadelerine karşı bunlar, verilmesi gereken cevabı vermemişler, aksine, onun sözleriyle hiç ilgisi olmayan bambaşka bir şey söylemiş, onun ve beraberindeki müminlerin memleketten kovulmasını istemişler; böylece, onları ve onlardan işittikleri vaaz ve nasihatleri kendilerinden uzaklaştırmayı amaçlamışlardır. Lut kavminin, اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ [Tertemiz insanlar bunlar!] şeklindeki sözleri, kendi pislik ve çirkeflikleri ile iftihar edip müminlerle ve onların çirkin işlerden berî ve tertemiz halleriyle alay etme kabilinden bir sözdür. (Keşşâf)
التَّطَهُّرُ , temizlik yükümlülüğüdür. Aslı, hakikatı temizliktir ve burada mecazî olarak nefsin arınması ve kötülüklerden sakınmaktır. Bu kemal (mükemmel) bir sıfattır. (Âşûr)
Haberin muzari fiille gelmesi, arınmanın (tertemiz olmaları) onlarda teceddüt ve tekrar ettiğine delalet eder. (Âşûr)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Lût’un karısı geride kalıp kurtulma imkânını kaybetti. Çünkü o da inkârcılardandı (ayrıca bk. Tahrîm 66/10). Belki de o, Sodom halkındandı ve bu yüzden Lût’un ailesiyle birlikte buradan ayrılmak istememişti. Lût ve ailesi diğer inananlarla birlikte ülkeden ayrıldıktan sonra geride kalanlar başlarına taş yağdırılmak suretiyle helâk edildiler (bk. Hûd 11/81-83).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 552
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Mukadder cümleye matuftur. Takdiri; أرادوا إخراجه فأنجيناه أو همّوا بإخراجه فأنجيناه (Onu çıkarmak istediler veya onu çıkarmaya karar verdiler ve Biz onu kurtardık) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَنْجَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَهْلَهُٓ kelimesi atıf harfi وَ ’la mef’ûlun bihe matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. امْرَاَتَهُۘ müstesna olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُ lafzen mansubtur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna
2. Munkatı istisna
3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَتْ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru كَانَتْ ‘in mahzuf haberine müteallıktır.
الْغَابِر۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْغَابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غبر fiilinin ism-i failidir.
اَنْجَيْنَاهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ
فَ atıf harfidir. Ayet mukadder müstenefeye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْجَيْنَاهُ , اَهْلَهُٓ fiilinin mef’ûlüne matuftur.
اَنْجَيْنَاهُ fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)
Türkçede argo olarak kullanılan gebermek fiili غبر kökünden gelir.
Ayeti kerimede زَوْجَة yerine اِمْرَأَة kelimesi kullanılmıştır.
İlgili ayetler incelendiğinde زَوْجَة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:
– Sadâkat – Allah’ın dinine inanmada birlik – Üreme imkânı bulunmak – Nikâhlı olmak
اِمْرَأَة kelimesi زَوْجَة için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: – İhanet (Aldatma) – Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık – Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) – Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk.
(İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen زَوْجَة ve اِمْرَأَة Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)
Cenab-ı Hakk'ın "karısından başka" ifadesine gelince, "zevcesinden başka" demektir. Nitekim, "Onun zevcesi" anlamında "Adamın karısı"; "Onun kocası" anlamında da denilir. Çünkü, "zevc koca", onun maliki demektir. Halbuki kadın, kocasının maliki durumunda değildir. Dolayısıyla kadın, genel isim olarak recûle (erkeğe) izafe edildiğinde zevciyet ve nikâh malikiyeti ifade ettiği gibi, erkek de genel isim olarak kadına izafe edildiğinde zevciyet manası ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)
كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Fasılla gelen cümle beyani istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. مِنَ الْغَابِر۪ينَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
وَاَهْلَهُٓ [Ve ehlini] yani hususi yakınlarını ya da müminleri [kurtardık. Ancak karısı geride kalanlardan, memleketlerinde kalıp helâk olanlardan [oldu.] Geride kalanların tamamı erkek olmadığı halde müzekker olarak الْغَابِر۪ينَ denilmesi tağlib kuralı gereğidir Arapçada kadınlı erkekli gruplar eril/müzekker formu ile ifade edilmektedir. (Keşşâf)
الْغَابِر۪ينَ şeklinde müzekker olması erkeklerin sayıca çok kabul edilmesindendir. (Beyzâvî)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
مطر Metara :
مَطَرٌ buluttan dökülen su demektir. يَوْمٌ مُمْطِرٌ Yağışlı gün manasında kullanılır. Hayırlar hakkında مَطَرَ fiilinin, azab hakkında ise أمْطَرَ fiilinin kullanıldığı ifade edilmiştir. (Müfredat) Kuran-ı Kerim’de ise her defasında menfi anlamda geçmiştir. (Hazırlayanın Notu) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 15 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli mataradır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ
Fiil cümlesidir. وَ haliyyedir. اَمْطَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru اَمْطَرْنَا fiiline müteallıktır. مَطَراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اَمْطَرْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi مطر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
فَ istînâfiyyedir. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur. الْمُجْرِم۪ينَ۟ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُجْرِم۪ينَ۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan hal cümlesinde قد harfi mukadderdir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
mef’ûlü mutlak olan مَطَراًۜ cümleyi tekid etmiştir.
اَمْطَرْنَا - مَطَراًۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَطَرًا kelimesindeki tenkir tazim ve taaccüp içindir. Yani; halkları helak edecek şiddette bir yağmur demektir. (Âşûr)
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۜ [Onların üzerine yağmur yağdırdık.] Kur’an’da مَطَراًۜ kelimesi her zaman bir belayı çağrıştırır şekilde kullanılmıştır. Aslında yağmur demektir. Normal bir yağmur manasında hep غيث kelimesi kullanılmıştır. Yağmur anlamında ودق , rahmet, su kelimeleri de kullanılmıştır. Burada yağmur için “enzele” fiili değil, اَمْطَرْ fiili kullanılmış, böylece mefulü, mefulü mutlak olmuştur. Türkçemizde kullandığımız matara kelimesi bu kökten gelir. Daha fazla bilgi için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.
http://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/1522/CokYor/10153/Mete-Firidin/Kuranda-Yagis-Kelimeleri
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
فَ istînâfiyyedir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin muahhar ismi, الْمُجْرِم۪ينَ۟ ‘ye muzâf olan عَاقِبَةُ ’dur. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
فَ harfi; yağdırdık, hadi bak da hemen görüver gibi bir anlam taşır.
Mücrim kelimesi isim olarak gelerek suç işlemenin onların devamlı bir hali olduğuna işaret edilmiştir.
Son cümle tefekkür ve görme ehliyeti olan herkes içindir. Maksat onları yaptıkları işlerden sakındırmaktır.
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِلَىٰ | ve |
|
2 | مَدْيَنَ | Medyen’e |
|
3 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
4 | شُعَيْبًا | Şuayb’i (gönderdik) |
|
5 | قَالَ | dedi |
|
6 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
7 | اعْبُدُوا | kulluk edin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لَكُمْ | sizin |
|
11 | مِنْ | hiç |
|
12 | إِلَٰهٍ | tanrınız |
|
13 | غَيْرُهُ | O’ndan başka |
|
14 | قَدْ | doğrusu |
|
15 | جَاءَتْكُمْ | size geldi |
|
16 | بَيِّنَةٌ | açık bir delil |
|
17 | مِنْ | -den |
|
18 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
19 | فَأَوْفُوا | tam yapın |
|
20 | الْكَيْلَ | ölçüyü |
|
21 | وَالْمِيزَانَ | ve tartıyı |
|
22 | وَلَا | ve |
|
23 | تَبْخَسُوا | eksiltmeyin |
|
24 | النَّاسَ | insanların |
|
25 | أَشْيَاءَهُمْ | eşyalarını |
|
26 | وَلَا |
|
|
27 | تُفْسِدُوا | bozgunculuk yapmayın |
|
28 | فِي |
|
|
29 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
30 | بَعْدَ | sonra |
|
31 | إِصْلَاحِهَا | düzeltildikten |
|
32 | ذَٰلِكُمْ | böylesi |
|
33 | خَيْرٌ | daha iyidir |
|
34 | لَكُمْ | sizin için |
|
35 | إِنْ | eğer |
|
36 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
37 | مُؤْمِنِينَ | inananlar |
|
Medyen, Mısır ile Filistin arasında, Sînâ yarımadasının kuzeyindeki bölgenin adıdır. Hz. Şuayb döneminde buralarda Araplar’ın Emur (Amoriler) koluna mensup kabileler oturuyordu.
İslâmî kaynaklarda Medyen’le ilgili daha farklı bilgiler de verilmektedir. Bir görüşe göre Medyen’in, Hz. İbrâhim’in oğlunun ismi olduğu, zamanla onun soyundan gelenlerin de bu isimle anıldığı söylenir. Akabe körfezinin doğu kıyısındaki Maan yakınlarında bulunan eski bir şehir bu adı taşımaktaydı (bk. Yâkut, Mu‘cemü’l-büldân, Beyrut 1410/1990, V, 92-93; Fr. Buhl, “Medyen Şuayb”, İA, VII, 473-474; a.mlf., “Şu‘ayb”, İA, XI, 579-580). İbn Kesîr’e göre Medyen halkı “Eyke halkı” diye de anılırdı. Bunlar ağaçlara taptıkları için gür ağaçları ifade etmek üzere kullanılan Eyke ismiyle anılmışlardır (III, 443; VI, 168).
Medyen halkı Şuayb aleyhisselâm döneminde Mısır krallarına bağlıydı. Araplar’la yakın ilişkileri neticesinde zamanla Araplaşmışlardır (İbn Âşûr, VIII, 239-240). Aynı soydan gelen Şuayb’ın şeceresi kaynaklarda İbrâhim oğlu Medyen oğlu Yeşcur oğlu Mîkâil oğlu Şuayb şeklinde verilir. Şeceresi hakkında farklı bilgiler de vardır (bk. Şevkânî, II, 256). Tevrat’ta ismi, Çıkış, 2/18’de Reuel; Çıkış, 3/1’de Midyan kâhini Yetro; Sayılar 10/18’de Reuel oğlu Hobab gibi farklı şekillerde verilmektedir. Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Mûsâ Mısır’dan çıktıktan sonra Medyen’e gelmiş, Hz. Şuayb ile tanışarak on yıl kadar onun işinde çalışmış; sonunda
Şuayb Mûsâ’yı kızıyla evlendirmiştir. Şuayb da Nûh’un davetini tekrarlayarak Medyen halkını Allah’a kulluk etmeye ve O’ndan başka tanrı tanımamaya çağırmış; ayrıca onlara, âyette mahiyeti hakkında bilgi verilmeyen bir “beyyine” (mûcize veya belge) göstermiştir.
Medyen’in, inkârcılıkları yanında, başta gelen toplumsal hastalıkları ticaret ahlâkının bozulması ve din hürriyetinin ortadan kalkmasıydı. Bu yüzden peygamberleri onları bundan menetti; ölçü ve tartıda adaletli olmaya; insanların haklarını nicelik veya nitelik olarak eksiltmeden, zarar vermeden ödemeye; ülkenin düzenini bozup halkın huzurunu kaçırmaktan, gerçeği arayan insanların yollarını keserek onları tehdit etmekten, Allah yolunda gitmelerini engellemekten ve içlerinde kuşku uyandırmaktan vazgeçmeye çağırdı. Bu son ifadelerden anlaşıldığına göre Medyen’in inkârcı insanları, Hz. Şuayb ile görüşüp onun mesajını öğrenmek üzere huzuruna gelmek isteyen insanların yollarını kesiyor, onları tehdit ediyor, içlerine kuşku salıyor, peygamberle görüşmelerini engelliyorlardı.
Fahreddin er-Râzî’ye göre 85. âyetteki Allah’a ibadet buyruğu ile peygamberin getirdiği “beyyine”yi ifade eden kısım “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh) ilkesinin; ardından gelen üç buyruk da “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefkatü alâ halkıllâh) ilkesinin kapsamına girer (XIV, 174). Ölçü ve tartıda dürüstlük buyruğu müşterinin haklarını, “insanların mallarının değerini düşürmeyin” buyruğu da satıcının haklarını korumayı hedefler (İbn Âşûr, VIII/2, s. 243-244). Aynı âyetin sonunda, insanların bu buyruklara uymalarının bizâtihi kendi iyiliklerine olduğu da belirtilmek suretiyle gerek iman, gerekse ahlâk kurallarının insanların yine kendilerine dünya ve âhiret saadeti kazandıracağına işaret edilmiş; buna mukabil 86. âyetin sonunda da inkârcılık ve haksız davranışlarıyla din ve dünya düzenini bozanların uğradıkları kötü âkıbet hatırlatılmıştır. 87. âyette ise Şuayb’ın davetine inananlardan da inanmayanlardan da bir süre sabredip beklemeleri istenmekte; hüküm verenlerin en iyisi olan yüce Allah’ın, mutlak adaletiyle kimin haklı olduğunu ortaya çıkaracağı bildirilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 554-556
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ
وَ istînâfiyyedir. اِلٰى مَدْيَنَ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; أرسلنا şeklindedir.
اَخَاهُمْ mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شُعَيْباً kelimesi اَخَاهُمْ ‘den bedel olup lafzen mansubtur.
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَا قَوْمِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubtur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ ‘dır. اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile masubtur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اِلٰهٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
غَيْرُهُ kelimesi اِلٰهٍ kelimesinin sıfatıdır. Bu kelimenin mahallen merfû oluşu dolayısıyla merfu olarak gelmiştir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَٓاءَتْكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بَيِّنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن آمنتم بالبيّنة فأوفوا (Apaçık delillere iman ettiyseniz vefalı olun.) şeklindedir.
Şart ve cevap fiilleri mazi ve muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْكَيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْم۪يزَانَ kelimesi atıf harfi وَ ‘la الْكَيْلَ kelimesine matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَبْخَسُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَشْيَٓاءَهُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُفْسِدُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru تُفْسِدُوا fiiline müteallıktır.
بَعْدَ zaman zarfı, تُفْسِدُوا fiiline müteallıktır. اِصْلَاحِهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a müteallıktır.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كنتم مؤمنين فافعلوا ذلك الخير (Eğer iman ettiyseniz bu hayırlı işi yapın.) şeklindedir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. اِلٰى عَادٍ car-mecruru takdiri أرسلنا [gönderdik] olan fiile müteallıktır. Mef’ûl olan اَخَاهُمْ ’a takdim edilmiştir. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَخَاهُمْ [içlerinden biri] demektir. Nitekim “Araplardan biri” anlamında
يا احَا العرب derler. Onlardan birinin peygamber olarak seçilmiş olmasının sebebi, kendi içlerinden olan ve doğruluğunu, güvenilirliğini ve her halini gayet iyi bildikleri bir kimsenin söylediklerini daha iyi anlayacak olmalarıdır. (Keşşâf)
قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı olan اعْبُدُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَالَ يَا قَوْمِ ifadesinde atıf harfi hazfedilmiş, Nûh kıssasında denildiği gibi فَقَالََ denilmemiştir. Bu, farazî olarak soru soran bir kimsenin “Peki, Şuayb onlara ne dedi?” şeklinde sorduğu düşünülen bir soruya cevap şeklindedir. Bu yüzden cevap, bağlaçsız [dedi ki: ey kavmim! Sadece Allah’a kulluk edin] şeklinde verilmiştir. (Keşşâf, Âşûr)
Mutaffifin suresinde de ölçü-tartıdan bahsedilir ve Medyen halkını hatırlatır.
تُفْسِدُوا - اِصْلَاحِهَاۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مَا nafiyedir. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda olan اِلٰهٍ , zaid مِنْ sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur. اِلٰهٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. مِنْ harfi bu kelimeye “hiçbir”manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.
اِلٰهٍ , غَيْرُهُۜ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
غَيْرُهُۜ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
اِلٰهٍ - اللّٰهَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin ilk cümleleri, 65. ve 73. ayetlerdeki cümlelerin tekrarıdır. Bu ayetler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/29)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ
Fasılla gelen ve Şuayb (as)’ın sözlerinin devamı olan cümle istînâfiyyedir. قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. بَيِّنَةٌ ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
رَبِّكُمْۜ izafeti, emre itaati teşvik amacıyla gelmiştir.
جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ [size ayetler geldi] ifadesinde mecaz-i isnad ve tecessüm sanatı vardır.
Ayette ayrıca îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ [Muhakkak size bir beyyine geldi] cümlesinde apaçık manasındaki sıfat olan [beyyine] kelimesi zikredilmiş, mevsuf olan ‘’ayetler’’ kelimesi hazfedilmiştir.
Bu cümle de 73.ayetteki cümlenin tekrarıdır. Cümleler arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ
فَ mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Sebebi müsebbebe bağlayan harf olması da caizdir.
Cevap olan فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri إن آمنتم بالبيّنة [Apaçık ayetlere iman ettiyseniz] olan mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ cümlesi şartın cevabına وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
Yine tezâyüf sebebiyle makabline atfedilen …وَلَا تُفْسِدُوا فِي cümlesi aynı üslupta gelmiştir.
الْكَيْلَ - الْم۪يزَانَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تُفْسِدُوا - اِصْلَاحِهَاۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ [İnsanların eşyasını kısmayın” haklarını eksik vermeyin. Genel olarak اَشْيَٓاءَهُمْ demesi, onların önemli ve önemsiz, az ve çok kıstıklarını vurgulamak içindir. (Beyzâvî)
Ayette لَا تُفْسِدُوا /bozgunculuk etmeyin ifadesi nehy-i hazırdır. Nehiy bazen yasaklama anlamından çıkarak cümlenin gelişinden ve durum karinelerinden anlaşılan başka manalara da gelebilir. Bu manaların başlıcaları şunlardır: Dua, irşad, iltimas, temenni, kınama, ümitsizliğe düşürme, tehdit, tahkir, devam, sonuç açıklama, kerahat, i'tinas, tesviye. (Elif Yavuz / Belagat İlminde Haber Ve İnşa Bakara Suresi Örneği)
ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ
Şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen cümle, ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi olan ذلك ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, S. 190)
خَيْرٌ sözündeki tenkir, dünya ve ahiret hayırlarını bir araya topladığı için tazim ve kemâl manası içindir. (Âşûr)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Takdiri إن كنتم مؤمنين فافعلوا ذلك الخير (Eğer müminseniz bu hayırlı işi yapın.) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Ayetin sonundaki şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَقْعُدُوا | ve oturmayın |
|
3 | بِكُلِّ | her |
|
4 | صِرَاطٍ | yola |
|
5 | تُوعِدُونَ | tehdit ederek |
|
6 | وَتَصُدُّونَ | ve engelleyerek |
|
7 | عَنْ | -ndan |
|
8 | سَبِيلِ | yolu- |
|
9 | اللَّهِ | Allah |
|
10 | مَنْ | kimseleri |
|
11 | امَنَ | inanan |
|
12 | بِهِ | onunla |
|
13 | وَتَبْغُونَهَا | ve onun arayarak |
|
14 | عِوَجًا | eğriliğini |
|
15 | وَاذْكُرُوا | ve düşünün |
|
16 | إِذْ | ne zaman ki |
|
17 | كُنْتُمْ | siz idiniz |
|
18 | قَلِيلًا | az |
|
19 | فَكَثَّرَكُمْ | O sizi çoğalttı |
|
20 | وَانْظُرُوا | ve bakın |
|
21 | كَيْفَ | nasıl |
|
22 | كَانَ | oldu |
|
23 | عَاقِبَةُ | sonu |
|
24 | الْمُفْسِدِينَ | bozguncuların |
|
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْعُدُوا fiili نَ ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru تَقْعُدُوا fiiline müteallıktır. صِرَاطٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِكُلِّ ‘deki بِ ilsak içindir. (Âşûr)
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُوعِدُونَ fiili تَقْعُدُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur. تُوعِدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal, menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. تَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru تَصُدُّونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِه۪ car mecruru اٰمَنَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. تَبْغُونَهَا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عِوَجاً hal yerinde masdar olup fetha ile mansubtur. Takdiri; معوجّة şeklindedir.
تُوعِدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وعد ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اذْكُرُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı olup اذْكُرُٓوا fiilinin mahzuf mef’ûlune müteallıktır. Takdiri; اذكروا نعمة الله في هذا الوقت (Bu vakitteki Allah’ın nimetlerini anın.) şeklindedir.
كُنْتُمْ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
قَل۪يلاً kelimesi كُنْتُمْ ‘un haberi olup lafzen mansubtur.
فَ atıf harfidir. كَثَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
كَثَّرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi كثر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. انْظُرُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur. الْمُفْسِد۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُفْسِد۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ
Nehiy üslubundaki cümle, … وَلَا تُفْسِدُوا cümlesine matuftur. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Vasıl sebebi tezâyüftür.
صِرَاطٍ ’deki tenvin nev ifade eder.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تُوعِدُونَ cümlesi, لَا تَقْعُدُوا fiilinin failinden haldir. Müteakip …وَتَصُدُّونَ عَنْ ve وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ cümleleri aynı üslupta gelerek hal cümlesine atfedilmişlerdir.
Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
تَصُدُّونَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası اٰمَنَ بِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübut ve temekkün ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
مَنْ اٰمَنَ بِه۪ sözünün mazi fiil ile ifade edilmesi muzari fiilden ivazdır. Çünkü مَن آمَنَ ifadesinden kastedilen mana imandır. İmana azmeden kişinin bu muradının gerçekleşeceği ifade edilmiştir. Yani onlar bu kişiye engel olmasalardı iman etmişti, demektir. (Âşûr)
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ kelimesi şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ [Allah'ın yolundan çevirerek] yani Allah'ın yolunda oturanları demektir. Zamirin yerine zahirin konulması her yolu açıklamak, çevirdikleri şeyin büyüklüğünü göstermek ve hallerini kötülemek içindir. (Beyzâvî)
Hak Teâlâ'nın, وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ [her yolun başını tutup oturmayın] buyruğu hakkında şu iki görüş ileri sürülmüştür:
a) Bu ayette geçen صِرَاطٍ kelimesi, halkın gidip geldiği yol anlamına kabul edilmiştir. Rivayet edildiğine göre, onlar yolların üzerine oturuyor ve Şuayb (as)'a inananları korkutuyorlardı...
b) Buradaki صِرَاطٍ , "dinin yolları" manasına da yorumlanmıştır. Keşşâf sahibi şöyle demiştir: "Cenab-ı Hakk'ın, "Her yolun başını tutup oturmayın" buyruğunun manası, لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ [andolsun ki, onları saptırmak için senin doğru yolunda pusu kurup oturacağım] (A'râf /16) diyen şeytana uymayınız...." demektir. Buradaki صِرَاطٍ kelimesinden maksat, dinin yolları olan her şeydir; buradaki صِرَاطٍ ile bunun kastedildiğinin delili ise, Şuayb (as)'ın sözüdür. Nitekim, fiili şekillerinde kullanılır. Bu harf-i cerler, anlamları birbirine yakın olduğu için bu gibi yerlerde birbirleri yerine kullanılırlar. Çünkü sen, قعد بمكان كذا، dediğin zaman, buradaki ب harf-i ceri ilsak ifade eder. Bu da, "O kimsenin iltisak ettiğini, yapıştığını, oradan ayrılmadığını" ifade eder.(Fahreddin er-Râzî)
Vaat ve tehdit aynı kökten gelir. وعد vadetmek, أوْعَدَ tehdit etmek demektir.
بغية istemek anlamındadır, أراد fiilinden farkı, haddini aşarak istemek demektir. Hem iyi hem kötü manada olabilir. (Müfredat)
صِرَاطٍ - سَب۪يلِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تُوعِدُونَ - تَصُدُّونَ kelimeleri arasında cinas vardır.
Burada القُعُودُ kinaye olarak lazımı için, yani istikrar manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ
Cümle …وَلَا تَقْعُدُوا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Vasıl sebebi tezâyüftür.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, zaman zarfı اِذْ için muzâfun ileyhtir.
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
فَ ile muzâfun ileyh cümlesine atfedilen mazi fiil sıygasındaki فَكَثَّرَكُمْۖ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezattır.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
قَل۪يلاً - فَكَثَّرَكُمْۖ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Hatırlanması istenen şeylerin, güçsüz oluşları ve çoğaltılmış olmaları şeklinde açıklanması taksim sanatıdır.
وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Makabline matuf son cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin muahhar ismi, الْمُفْسِد۪ينَ ‘ye muzâf olan عَاقِبَةُ ’dur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, انْظُرُوا fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
الْمُفْسِد۪ينَ kelimesi isim olarak gelerek suç işlemenin onların devamlı bir hali olduğuna işaret edilmiştir.
Son cümle tefekkür ve görme ehliyeti olan herkes içindir. Maksat onları yaptıkları işlerden sakındırmaktır.
انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ [Bakın ki, fesat çıkaranların sonu nice olmuştur!] ifadesinin maksadı da, onların direten, isyan eden müfsitlerin akibetinin, sadece bir horlanma ve bir aşağılanma cezası olduğunu anlayıp fesat ve isyanda bulunmaktan kaçınarak itaatkâr kimseler olmalarıdır. Binaenaleyh, bu iki sözün gayesi, ondan önce arzulandırmak (terğib), sonra da korkutup sakındırmak (terhîb) yoluyla taata sevk etmektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
الْمُفْسِد۪ينَ ile kastedilen, şirk inancı ve sapık davranışlarla kendilerini, kanunları çiğneyerek toplumu bozanlardır. (Âşûr)وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | كَانَ | ise |
|
3 | طَائِفَةٌ | bir kısmı |
|
4 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
5 | امَنُوا | inanmış |
|
6 | بِالَّذِي | kişiye |
|
7 | أُرْسِلْتُ | benimle gönderilen |
|
8 | بِهِ | ona |
|
9 | وَطَائِفَةٌ | ve bir kısmı da |
|
10 | لَمْ |
|
|
11 | يُؤْمِنُوا | inanmamış ise |
|
12 | فَاصْبِرُوا | sabredin |
|
13 | حَتَّىٰ | kadar |
|
14 | يَحْكُمَ | hükmedinceye |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | بَيْنَنَا | aramızda |
|
17 | وَهُوَ | ve O |
|
18 | خَيْرُ | en iyisidir |
|
19 | الْحَاكِمِينَ | hükmedenlerin |
|
وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
طَٓائِفَةٌ kelimesi كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.
اٰمَنُوا fiili كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubtur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
الَّذ۪ٓي müfret müzekker has ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte اٰمَنُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلْتُ بِه۪ ‘dir. îrabtan mahalli yoktur.
اُرْسِلْتُ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru اُرْسِلْتُ fiiline müteallıktır. طَٓائِفَةٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la birinci طَٓائِفَةٌ ‘e matuftur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُؤْمِنُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dır.
İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اصْبِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَحْكُمَ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
حَتّٰى sabır için gayeyi yani son noktayı ifade eder. (Âşûr)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde اصْبِرُوا fiiline müteallıktır. يَحْكُمَ mansub muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı, يَحْكُمَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ haberdir. الْحَاكِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْحَاكِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan حكم fiilinin ism-i failidir.
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfret müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfret müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُرْسِلْتُ بِه۪ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ şart harfi, burada her zaman olduğu gibi şartın vukuunda şek ifade etmez. Aksine asıl şart manasında gelmiştir. Çünkü asıl şart edatlarındandır. Bu harf mana olarak doğru olduğunda, şart fiilinin vuku bulma ihtimalinin kuvvetli olduğu durumlarda kullanılan إذا manasında kullanılır. Bu durumda şart fiilinin vuku bulma ihtimalinin azlığına delalet etmez. Burada olduğu gibi mazide gerçekleşmiş bir olay hakkında kullanıldığında nasıl şart fiilinin vuku bulma ihtimalinin azlığına delalet edebilir ki? (Âşûr)
Mazi fiil sıygasına gelen … اٰمَنُوا بِالَّـذ۪ٓي cümlesi كَانَ ’nin haberidir. Mazi fiil hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl اٰمَنُوا , بِالَّـذ۪ٓي ‘ya müteallıktır. Sılası اُرْسِلْتُ بِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Menfi muzari fiil sıygasında gelen لَمْ يُؤْمِنُوا cümlesi, اٰمَنُوا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, atıf sebebi tezattır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ cümlesine dahil olan حَتّٰى , cümleyi gizli bir أن ’le gaye bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde فَاصْبِرُوا fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
يَحْكُمَ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Resule iman edin demek yerine, “benim gönderdiğime iman edin” buyurulması kinayedir. Onun Allah tarafından gönderilmiş olması önemlidir. Bu öneme vurgu yapmak için böyle gelmiş, onun şerefini ve değerini yükseltmiştir.
طَٓائِفَةٌ , inanan ve inanmayan olarak ayrılmıştır. Bu taksim sanatıdır.
كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا cümlesiyle وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
طَٓائِفَةٌ kelimesinin tekrarında, يَحْكُمَ - الْحَاكِم۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
اٰمَنُوا - لَمْ يُؤْمِنُوا arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Eğer sizin içinizden bir fırka, benimle gönderilen şeriatlere ve hükümlere iman eder de, diğer bir fırka da iman etmezse, artık Allah Teâlâ, batıl ehline karşı hak sahiplerini muzaffer kılıncaya kadar bekleyin. Şu halde bu ayet-i kerime, müminler için zafer vaadi, kâfirler için ise ceza tehdididir. (Ebüssuûd)
وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Cümle, Allah’ı övme sebebiyle tezyîldir. Çünkü O’nun hükmü mahza adalettir, hiçbir kasdî veya hataen zulüm taşımaz. Onun dışındaki hakimler hem hata yapabilir hem de zulmedebilir. (Âşûr)
وَ haliyyedir. Beyanî istînâf olmasına da cevaz verilen son cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak, sübut ifade eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ [Allah aramızda hakemlik edinceye kadar] yani iki grup arasında hakemlik edip hak ehlini batıl ehline karşı muzaffer ve galip kılıncaya kadar فَاصْبِرُوا [sabredin] sabırla bekleyin. Bu ifade kâfirleri Allah’ın mutlaka cezalandıracağına dair bir tehdit olup [Öyleyse, bekleyin bakalım; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemedeyiz!] (Tevbe 9/52) ayeti gibidir. Ayrıca, müminlere yönelik bir öğüt, onları sabretmeye, müşriklerden gördükleri eziyetlere tahammül etmeye, Allah aralarında hükmedip müşrikleri cezalandırıncaya kadar beklemeye teşvik anlamında da olabilir. Yine ayetin her iki gruba hitap etmiş olması, yani “Allah aralarında hükmedip güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırıncaya kadar müminler kâfirlerin eziyetlerine sabretsinler; kâfirler de müminlerin iman etmiş olmalarından duydukları rahatsızlığa dayansınlar” anlamında olması da mümkündür. وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ [Hâkimlerin en hayırlısı O’dur] çünkü O’nun hükmü hak ve âdildir; herhangi bir haksızlık içermesinden endişe edilmez. (Keşşâf)Günümüzde konuşulması en çok sevilen konulardan biri: insanın ne kadar kötü bir hale geldiğidir. Herkesin bu konuda söyleyecek bir şeyi vardır. Ancak, fikrimizi beyan etmeden önce önemli bir noktayı hatırlamalıyız.
Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen kavimleri ve tarih kitaplarını okuduğumuzda, insanın tabiatıyla ilgili zihnimize çarpan ilk bilgilerden biri: insan geçmişte ne idiyse, bugün de aynı. Allah’ın emirlerinden uzaklaşmaya, yasakladıklarına ise yaklaşmaya meyilli. Nankörlüğünde, zalimliğinde ve cahilliğinde ısrarcı. Yani değişen insanın ne kendisi, ne de kötülük kapasitesidir. Değişen; insanın nefsini tatmin etmek için kuralları ve sınırları keyfine göre düzenlemesidir.
İnsan geçmişte ne idiyse, bugün de aynı. Değişen: teknolojiyi günahlara yaklaşmasını ve işlediği hatalarını kısa sürede yüzlerce-binlerce insana ilan etmesini kolaylaştırmak için kullanabilmesidir.
Allahım!
Zalimliğinde, cahilliğinde ve nankörlüğünde ısrar edenlere,
İşlediği günahlarıyla övünenlere,
Nefsinin isteklerine göre yaşayanlara,
Bahanelerin ardına gizlenenlere,
Geçmişte helak edilen kavimlerin hallerine benzemekten Sana sığınırım.
Ey hükmedenlerin en hayırlısı olan Rabbim!
Bizi;
Tövbe edenlerden,
Ele geçen her fırsatı, Senin rızana uygun şekilde değerlendirenlerden,
Nefsini terbiye edenlerden,
Adillerden, şükredenlerden ve öğrenenlerden,
Emirlerine yaklaşanlardan ve yasaklarından uzaklaşanlardan,
Senin yolun üzerine yaşayanlardan ve ölenlerden,
Ve böyle nesiller yetiştirenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji