Meâric Sûresi 16. Ayet

نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ  ...

Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz cehennem, derileri kavurup çıkaran alevli ateştir.  (15 - 16. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَزَّاعَةً kavurur soyar ن ز ع
2 لِلشَّوَىٰ derileri ش و ي
 

Kıyamet olayının; inkârcı ve mücrimlerin mahşer ve hesap ortamında yaşadıkları derin bunalımın, onları bu âkıbete sürükleyen başlıca kötülüklerin ve cehennem azabının kısa fakat kuşatıcı ve oldukça etkileyici bir anlatımı olan bu âyetlerde, ilâhî kudret ve hikmetin verdiği düzen içinde varlığını sürdüren gök cisimlerinin vakti gelince yine Allah’ın iradesiyle erimiş madenlere, dağların atılmış yüne, pamuğa dönüşeceği bildirilmekte; bu tasvirin ardından da insanın âkıbetinden sarsıcı bir kesit verilmektedir. Buna rağmen o gün suçlu kişinin, en değerli varlıkları olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korkuya kapılacağı anlatılmaktadır. Müfessirler, burada ruh hali tasvir edilen “mücrim”in (suçlu) inkârcıları veya daha genel olarak günahkârları ifade ettiğini belirtirler.

15 ve 16. âyetler cehennemin şiddetli azabını hatırlatmakta, 17 ve 18. âyetler ise oraya girenlerin bu sonuçla karşılaşmalarının başlıca sebeplerine dikkat çekmektedir ki bunlar, a) Peygamberin getirdiği hak dine, tevhid inancına sırt çevirmek, b) Servetinden muhtaçları faydalandırmamak, yani toplumda geçim sıkıntısının hafifletilmesi için üzerine düşeni yapmamaktır. Bu iki günah, yani putperestlerin tevhid davetine sırt çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip insanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur’an-ı Kerîm’in bütününde, özellikle de Mekke’de inen sûrelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tesbite göre Kur’an-ı Kerîm’in insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı, a) Allah’ın varlık ve birliğini tanımak, b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir. İslâm âlimleri bu iki büyük görevi kısaca “Allah’ın buyruğuna saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir.

 

نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ


نَزَّاعَةً  kelimesi  لَظٰى ‘daki müstetir zamirin hali olup fetha ile mansubdur.  لِلشَّوٰى  car mecruru  نَزَّاعَةً ‘e mütealliktir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَزَّاعَةً  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ


Ayet, önceki ayetteki cümlenin devamıdır.  نَزَّاعَةً  kelimesi  لَظٰى ‘daki müstetir zamirden haldir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لِلشَّوٰى  car mecruru  نَزَّاعَةً ‘e mütealliktir. İsm-i fail kalıbı  نَزَّاعَةً ‘in müteallak olmasını sağlamıştır.

نَزَّاعَةً , mezid  تفعيل  babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

نَزَّاعَةً (kavurup soyan) kelimesi de  اِنَّnin birinci haberden sonra gelen ikinci haberidir. (Merfû okunduğu takdirde) Eğer  اِنَّهَا ‘daki zamir zamir-i kıssa ise,  لَظٰىۙ (alev) kelimesinin haberi olur. Eğer  لَظٰىۙ  alev anlamında olursa o takdirde  نَزَّاعَةً  onun sıfatı olur.  نَزَّاعَةً ’in   müennesliği ise onun ateş anlamında olmasından dolayıdır.  نَزَّاعَةً ’un korkunç bir şeyle korkutmak üzere  هي نَزَّاعَةٌ (o [ateş] kavurup soyandır) şeklinde merfû olması da mümkündür. Kelimenin, نَزَّاعَةً  şeklinde nasb ile okunması ya hâl-i müekkide olmasından veya  أنّها متلظيةٌ نَزَّاعَةً (o ateş kavurup soymak için alevlenmiştir) anlamında olmasından yahut korkunç bir şeyle korkutmak için ihtisas için olmasından dolayıdır. (Keşşâf)

Cehennemin onları kendine çağırması, onları kendine cezbetmesi ve içine çekmesi anlamındadır.

Cehennemin çağırdığı kimseler, haktan yüz çevirip itaatten dönen, servet biriktirip de zekatını ve diğer haklarını vermeyen, malları yüzünden dinle ilgilenmeyen ve serveti, hırs ve emelini tahrik eden bedbahtlardır. (Ebüssuûd)