Meâric Sûresi 44. Ayet

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ  ...

Dikili putlara akın akın gidercesine, gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde mezarlarından süratle çıkacakları o günü hatırla! İşte o, uyarıldıkları gündür.  (43 - 44. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَاشِعَةً korkulu خ ش ع
2 أَبْصَارُهُمْ gözleri ب ص ر
3 تَرْهَقُهُمْ onları bürümüş ر ه ق
4 ذِلَّةٌ alçaklık ذ ل ل
5 ذَٰلِكَ işte budur
6 الْيَوْمُ gün ي و م
7 الَّذِي
8 كَانُوا olan ك و ن
9 يُوعَدُونَ onlara va’dedilmiş و ع د
 

Müşriklere vaad edilen günden maksat kıyamet günü olup (bk. Şevkânî, V, 339) Hz. Peygamber teselli, inkârcılar ise tehdit edilmektedir. Müşrikler inkârlarını inatla sürdürdükleri için Allah Teâlâ peygamberine artık onları kendi hallerine bırakmasını, zamanı geldiğinde inkâr ettikleri o günü göreceklerini, hatta o zaman –inkâr etmek şöyle dursun– bir hedefe koşan yarışçılar gibi kabirlerinden kalkıp koşarak hesap yerine sevkedileceklerini haber vermektedir. Ancak Hz. Peygamber ile alay ettikleri zamanki gibi şen şakrak değil, orada kibirleri kırılmış, gözlerine korku düşmüş, utançlarından başlarını kaldıracak halleri kalmamış bir halde ve derin bir üzüntü içerisinde olacaklardır.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 460
 

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ


خَـٰشِعَةً  kelimesi  يُوفِضُونَ ‘nin failinden hal olup lafzen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَبْصَارُهُمْ  izafeti  خَاشِعَةً ‘nin faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.  6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ  cümlesi  یُدۡعَوۡنَ ‘deki naib-i failin halini tekid eder. Mahallen mansubdur. 

تَرْهَقُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ذِلَّةٌ  fail olup lafen merfûdur. 

خَاشِعَةً  kelimesi, sülâsi mücerredi  خشع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ذَ ٰ⁠لِكَ ٱلۡیَوۡمُ ٱلَّذِی كَانُوا۟ یُوعَدُونَ


İsim cümlesidir.  ذٰلِكَ  ismi işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildirir,  ك  ise muhatap zamiridir.

ٱلۡیَوۡمُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  ٱلَّذِی  müfred müzekker has ism-i mevsûl  ٱلۡیَوۡمُ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا۟ یُوعَدُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يُوعَدُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يُوعَدُونَ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
 

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ 


خَاشِعَةً  önceki ayetteki  يُوفِضُونَ  fiilinin failinin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.  

اَبْصَارُهُمْ  izafeti, ism-i fail vezninde gelerek istimrar ifade eden  خَاشِعَةً ’in failidir. 

تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ  cümlesi, يُوفِضُونَ  fiilinin failinin ikinci halidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ  ve  تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ  ifadelerinde istiare vardır.  اَبْصَارُهُمْ (gözleri),  خَاشِعَةً ‘in faili yapılarak kişileştirilmiştir. Gözlerin alçak gönüllü, çaresiz olmaya isnad edilmesi, durumun şiddetini, azametini artırmaktadır. Aynı şekilde  ذِلَّةٌۜ ‘ün,  تَرْهَقُهُمْ  fiiline isnadıyla zillet, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Arka arkaya gelen bu iki istiare, kıyamet gününün korkunçluğunu muhayyileyi harekete geçirerek mükemmel bir şekilde ifade etmiştir.


 ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ

 

Surenin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, işaret edileni tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle o günün önemini vurgulamıştır. Ayrıca  الْيَوْمُ ‘nun sıfatı ism-i mevsûlle gelmiş ve sıladaki habere dikkat çekerek tazim ifade etmiştir.

Kıyamet gününe işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 

ذٰلِكَ  mübteda,  الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ  haberdir.  الْيَوْمُ ‘nin işaret isminden bedel veya atfı beyan olması da caizdir.

الْيَوْمُ  için sıfat konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan   كَانُوا يُوعَدُونَ  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

كَانُوا ‘un haberi olan  يُوعَدُونَ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

يُوعَدُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Gözleri horluktan aşağı düşmüş, karşılaşacakları azaba bakamaz, kendilerini şiddetli bir zillet ve büyük bir hakaret kaplamış bir halde kabirlerinden kendilerini çağırana ve onun sesine doğru -ki o İsrafil'dir, bir kaya üzerinden seslenecektir- fırlayarak çıkarlar, işte bu, içerisinde bu korkunç olayların meydana geleceği gün, onların tehdit edilegeldikleri gündür. Dünyada peygamberlerinin dilleri ile o günle tehdit ediliyorlar ama onu yalanlıyorlardı. Bu izahla, ayetle tekrar olduğu tarzındaki bir izlenim izale edilmiştir. Çünkü önceki tehdit, geleceğe aitti. Bu ise geçmişe hamledilir. (Rûhu’l Beyân)

Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. 

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin ayetlerinin çoğundaki fasıla harfleri و - نَ  ve  ي - نَ  ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.