بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ
“Doğular ve batılar” ifadesi, güneş, ay ve yıldızların doğduğu ve battığı noktalar yanında, yıl boyunca güneşin doğduğu ve battığı ufuktaki farklı noktaları da kapsar. Yüce Allah’ın bu şekilde yıldızların doğduğu ve battığı yerlere yemin etmesi O’nun evrendeki bütün yörünge hareketlerine hâkimiyetini ve sonsuz kudretini gösterir. “Onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) Bu muazzam evreni yaratan ve onun yönetimine hakim olan sonsuz kudret, inkârcıları yok edip onların yerine, kendisine iman edip emir ve yasaklarına uyan kullar da getirir, hiçbir güç buna engel olamaz. b) Bundan maksat yüce Allah’ın, insanları öldükten sonra dirilttiğinde onları dünyadaki yaratılışlarından daha sağlam ve ebedî hayata elverişli olabilecek şekilde yaratmasıdır (İbn Âşûr, XXIX, 180).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 460فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اُقْسِمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أناَ ‘dir. بِرَبِّ car mecruru اُقْسِمُ fiiline mütealliktir. الْمَشَارِقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْمَغَارِبِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اِنَّا لَقَادِرُونَ kasemin cevabıdır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. لَقَادِرُونَ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
لَقَادِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan قدر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُقْسِمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال babındadır. Sülâsîsi قسم ’dir.
إِفْعَال babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قَادِرُونَۙ kelimesi sülâsî mücerred olan قدر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ
فَ , istînâfiyyedir. Cümlede لَٓا , zaid veya nefy cins edatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
وَالْمَغَارِبِ , muksemun aleyh olan بِرَبِّ الْمَشَارِقِ ‘ye matuftur. Cihet-i camiâ tezattır.
رَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ izafeti, رَبِّ ismine muzâfun ileyh olan الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ ‘ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْمَشَارِقِ - الْمَغَارِبِ kelimeleri arasında muvazene, mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
اُقْسِمُ ‘daki müfred mütekellim zamirinden, اِنَّا ’da cemi mütekellim zamirine iltifat vardır.
اِنَّا لَقَادِرُونَ cümlesi kasemin cevabıdır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan قَادِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bu, "Senenin her gününün doğusuna batısına; yahut, her yıldızın doğusuna batısına..." demektir. Yahut الْمَشَارِقِ ile, her nebinin davetinin zuhur etmesi; الْمَغَارِبِ ile de, nebinin ölümü; ya da çeşitli hidayetler ve çaresizlikler kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki sözünde doğulardan ve batılardan maksat, senenin her günü güneşin doğduğu ve battığı yerlerdir. Her yaz ve kış için yüz seksen tane doğuş ve batış yeri vardır. (Rûhu’l Beyân)
Âşûr da benzer yorumlardan bahsetmiştir.عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلٰٓى harf-i ceriyle önceki ayetteki قَادِرُونَ ‘ye mütealliktir. اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُبَدِّلَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. خَيْرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْهُمْ car mecruru خَيْرًا ‘a mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. نَحْنُ munfasıl zamir, مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harfi zaiddir.
بِمَسْبُوقٖينَ kelimesi lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansub olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
نُبَدِّلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ
Ayet kasem cümlesinin devamıdır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ cümlesi, masdar tevilinde olup عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte önceki ayetteki قَادِرُونَ ‘ye mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan خَيْراً ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi وَ ’la kasemin cevabı olan اِنَّا لَقَادِرُونَۙ ‘ye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. مَا ‘nın haberi olan بِمَسْبُوق۪ينَ , ism-i mef’ûl vezninde gelmiştir. بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Olumlu cümlelerde لَ harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَا 'nın haberinin başında gelen بِ harfi de tekid ifade eder. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, C. II, S. 142)
‘’Onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmeye’’ yani onları helak edip yerlerine onlardan daha idealist bir yaratık getirmeye ya da Muhammed'e sav onların yerine kendilerinden daha hayırlısını vermeye ki, onlar da Ensâr'dır. Biz geçilenler de değiliz eğer bunu yapmak istersek mağlup edilmeyiz demektir. (Beyzâvî)
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَۙ
Müşriklere vaad edilen günden maksat kıyamet günü olup (bk. Şevkânî, V, 339) Hz. Peygamber teselli, inkârcılar ise tehdit edilmektedir. Müşrikler inkârlarını inatla sürdürdükleri için Allah Teâlâ peygamberine artık onları kendi hallerine bırakmasını, zamanı geldiğinde inkâr ettikleri o günü göreceklerini, hatta o zaman –inkâr etmek şöyle dursun– bir hedefe koşan yarışçılar gibi kabirlerinden kalkıp koşarak hesap yerine sevkedileceklerini haber vermektedir. Ancak Hz. Peygamber ile alay ettikleri zamanki gibi şen şakrak değil, orada kibirleri kırılmış, gözlerine korku düşmüş, utançlarından başlarını kaldıracak halleri kalmamış bir halde ve derin bir üzüntü içerisinde olacaklardır.
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَۙ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. إذا تبيّن أنّنا قادرون عليهم فذرهم (Onlara gücümüzün yettiği ortaya çıktığında, onları bırakın.) şeklindedir.
ذَرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mefulün bih olup mahallen mansubdur.
يَخُوضُوا cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تذرهم يخوضوا (Eğer onları terk edersen dalarlar.) şeklindedir.
يَخُوضُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَلْعَبُوا fiili atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
يَلْعَبُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir, يُلَاقُوا muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُلَاقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَوْمَهُمُ zaman zarfı يُلَاقُوا ‘ya mütealliktir.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl يَوْمَهُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوعَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
يُلَاقُوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi لقى ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَۙ
Şart üslubundaki ayet, müstenefedir. Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan فَذَرْهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri … إذا تبيّن أنّنا قادرون عليهم (Onlara gücümüzün yettiği ortaya çıktığında, onları bırakın) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَخُوضُوا cümlesi, ayetteki ikinci mukadder şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri إن تذرهم (Eğer onları terk edersen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle يَخُوضُوا cümlesine atfedilmiştir. Talebin cevabı olarak meczum muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا ‘ye mütealliktir.
Âşûr ise "onlara mühlet ver ve onları bekle" manasından dolayı ذَرْهم fiiline müteallik olduğu görüşündedir. Çünkü onlara vadedilen gün, alaylarının ve küfürlerinin cezasının verileceği kıyamet günüdür. Buradaki amaç onların terk edilmelerinin sürekliliğinden kinayedir. (Âşûr)
يَوْمَهُمُ için sıfat olan الَّذ۪ي , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Sıfatın ism-i mevsulle ifade edilmesi tazim ve sıladaki haberin önemini vurgulamak içindir.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan يُوعَدُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُوعَدُونَۙ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de, tehdit ifade eden fiiller genellikle meçhul sıygada gelir.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
‘’Onları terk et’’ sözünün manası, “zikri/hatırlatmayı bırak” demek değildir, zira hatırlatma sürekli olarak devam eder, kesilmez. Burada onları terk et sözü, ‘onların batıldan döneceklerini bekleme’ manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 358)
Artık kendilerine vadolunan günleri ile karşılaşıncaya kadar bırak onları! Dalsınlar, oyalansınlar. Yani bırak onları batıllarında dalıp dursunlar, dünyalarında oyalansınlar. Bu, tehdit mahiyetindedir. Sen ise ne ile emrolundunsa onunla uğraş, onların şirkleri gözünde büyümesin. Çünkü bunlar için tehdit olundukları şeyle karşılaşacakları belli bir gün vardır. (Kurtubî)
Tehdit edildikleri günden murad, ikinci kez sûr üflenmesinde yeniden dirilme günüdür; yoksa vehmedildiği gibi, ilk sûra üflenmesi günü değildir. (Ebüssuûd)
اللَّعِبُ ; Onların, İslami daveti kabul etme ve akıl ve ciddiyet sınırlarından çıkıp, haset ve öfke gibi duyguları yaymak için yaptıkları oyun, şaka ve alaydır. (Âşûr)
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ
يَوْمَ zaman zarfı, önceki ayetteُ geçen يَوْمَهُمُ ‘den bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْرُجُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخْرُجُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْاَجْدَاثِ car mecruru يَخْرُجُونَ fiiline mütealliktir. سِرَاعًا kelimesi يَخْرُجُونَ ‘nin failinden hal olup fetha ile mansubdur.
كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَ cümlesi يَخْرُجُونَ ‘nin failinden veya سِرَاعًا ‘den hal olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّ isim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلٰى نُصُبٍ car mecruru يُوفِضُونَ ‘ye mütealliktir.
يُوفِضُون fiili كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يُوفِضُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُوفِضُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال babındadır. Sülâsîsi وفض ’dir.
إِفْعَال babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ
Ayetin başlangıcındaki zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayetteki يَوْمَهُمُ ‘dan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar, ve tecessüm ifade etmiştir.
مِنَ الْاَجْدَاثِ car mecruru يَخْرُجُونَ ‘ye mütealliktir.
سرع fiilinin مفاعلة babında masdarı olan سِرَاعاً kelimesi يَخْرُجُونَ ‘deki failin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Halin, masdar vezninde gelmesi mübalağa ifade etmiştir.
Teşbih ifade eden masdar ve tekid harfi كَاَنَّ ‘nin dahil olduğu كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَ cümlesi masdar tevili ile يَخْرُجُونَ ‘nin failinden veya سِرَاعًا ‘den halidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
هُمْ zamiri كَاَنَّ ’nin ismi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوفِضُونَۙ cümlesi كَاَنَّ ‘nin haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur اِلٰى نُصُبٍ , cümledeki önemine binaen, amili olan يُوفِضُونَۙ ‘ye takdim edilmiştir. نُصُبٍ ‘deki nekrelik tahkir ifade eder.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh, “mezarlarından hızla çıkmaları”, müşebbehün bih, “dikili bir şeye koşmaları”dır .
يُوفِضُونَۙ ve سِرَاعاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَ (Onlar sanki dikili bir şeye koşuyorlarmiş gibi…) ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Onların buna benzetilmelerinde alay etme, akıllarının az olduğuna tariz ve ibadete layık olandan başkasına ibadet için koşmalarından dolayı rezil edici bir cehaletle tescil edilmeleri vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَ [O gün onlar, sanki dikili bir şeye...] Bundan maksat, dikilen ve Allah'tan ayrı olarak ibadet edilen her şeydir. Bir ayette de: وَمَا ذُبِحَ عَلَى ٱلنُّصُبِ [Dikili şeyler adına kesilmiş olanlar..] (Mâide/ 3) buyurulmaktadır. Arapların, taptıkları ve kendileri için kurban kestikleri bir taş vardı. Koşuyorlar gibi… Yani onu önce hangisi selamlayacak diye koşar gibi... Bu ifade de onların, alıştıkları cahili halleri olan hiçbir fayda ve zarar veremeyecek şeylere koşmaları zikredilmek suretiyle cahili tavırları kınanıp, kendileri ile alay edilmektedir. (Ruhu’l Beyân)
يُوفِضُونَ ’nin manası, ‘hızlıca gitmek’tir. Buna göre ayetin manası, “onlar, kabirlerinden çıkarıldıkları gün, size doğru, tıpkı, putlarına doğru koşuştukları gibi, koşar, ok gibi fırlarlar” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
خَـٰشِعَةً kelimesi يُوفِضُونَ ‘nin failinden hal olup lafzen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْصَارُهُمْ izafeti خَاشِعَةً ‘nin faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ cümlesi یُدۡعَوۡنَ ‘deki naib-i failin halini tekid eder. Mahallen mansubdur.
تَرْهَقُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ذِلَّةٌ fail olup lafen merfûdur.
خَاشِعَةً kelimesi, sülâsi mücerredi خشع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذَ ٰلِكَ ٱلۡیَوۡمُ ٱلَّذِی كَانُوا۟ یُوعَدُونَ
İsim cümlesidir. ذٰلِكَ ismi işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir.
ٱلۡیَوۡمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. ٱلَّذِی müfred müzekker has ism-i mevsûl ٱلۡیَوۡمُ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا۟ یُوعَدُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.
يُوعَدُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يُوعَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ
خَاشِعَةً önceki ayetteki يُوفِضُونَ fiilinin failinin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اَبْصَارُهُمْ izafeti, ism-i fail vezninde gelerek istimrar ifade eden خَاشِعَةً ’in failidir.
تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ cümlesi, يُوفِضُونَ fiilinin failinin ikinci halidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ ve تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ifadelerinde istiare vardır. اَبْصَارُهُمْ (gözleri), خَاشِعَةً ‘in faili yapılarak kişileştirilmiştir. Gözlerin alçak gönüllü, çaresiz olmaya isnad edilmesi, durumun şiddetini, azametini artırmaktadır. Aynı şekilde ذِلَّةٌۜ ‘ün, تَرْهَقُهُمْ fiiline isnadıyla zillet, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Arka arkaya gelen bu iki istiare, kıyamet gününün korkunçluğunu muhayyileyi harekete geçirerek mükemmel bir şekilde ifade etmiştir.
ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
Surenin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, işaret edileni tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle o günün önemini vurgulamıştır. Ayrıca الْيَوْمُ ‘nun sıfatı ism-i mevsûlle gelmiş ve sıladaki habere dikkat çekerek tazim ifade etmiştir.
Kıyamet gününe işaret eden ذٰلِكَ ‘de istiare vardır
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
ذٰلِكَ mübteda, الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ haberdir. الْيَوْمُ ‘nin işaret isminden bedel veya atfı beyan olması da caizdir.
الْيَوْمُ için sıfat konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan كَانُوا يُوعَدُونَ cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَانُوا ‘un haberi olan يُوعَدُونَ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
يُوعَدُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Gözleri horluktan aşağı düşmüş, karşılaşacakları azaba bakamaz, kendilerini şiddetli bir zillet ve büyük bir hakaret kaplamış bir halde kabirlerinden kendilerini çağırana ve onun sesine doğru -ki o İsrafil'dir, bir kaya üzerinden seslenecektir- fırlayarak çıkarlar, işte bu, içerisinde bu korkunç olayların meydana geleceği gün, onların tehdit edilegeldikleri gündür. Dünyada peygamberlerinin dilleri ile o günle tehdit ediliyorlar ama onu yalanlıyorlardı. Bu izahla, ayetle tekrar olduğu tarzındaki bir izlenim izale edilmiştir. Çünkü önceki tehdit, geleceğe aitti. Bu ise geçmişe hamledilir. (Rûhu’l Beyân)
Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ayetlerinin çoğundaki fasıla harfleri و - نَ ve ي - نَ ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّا | elbette biz |
|
2 | أَرْسَلْنَا | gönderdik |
|
3 | نُوحًا | Nuh’u |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | قَوْمِهِ | kavmine |
|
6 | أَنْ | diye |
|
7 | أَنْذِرْ | uyar |
|
8 | قَوْمَكَ | kavmini |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | قَبْلِ | önce |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَأْتِيَهُمْ | onlara gelmeden |
|
13 | عَذَابٌ | bir azab |
|
14 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Nuh a.s.'in duası (Nouman Ali Khan)
Nûh aleyhisselâm, Kur’an’da adı çokça geçen ve dini tebliğ konusunda kavmiyle mücadelesine yer verilen peygamberlerin ilkidir. Kur’an’da Nûh’tan önceki bazı peygamberler de anılmakla birlikte onların inkârcılarla mücadelesi hakkında detaylı bilgi verilmemiştir. Nûh’un soyu, hayatı, peygamberliği, inkârcı toplumuna karşı sergilediği mücadele ve Nûh tûfanı hakkında Hûd sûresinin tefsirinde genişçe bilgi verilmiştir (bk. 11/25-49; ayrıca krş. A‘râf 7/59-64).
Müfessirler, birinci âyette sözü edilen “can yakıcı azab”ın Nûh tûfanı olduğu kanaatindedirler.
4. âyette Nûh’un, bir taraftan “... size belirli bir vadeye kadar süre tanısın” derken, diğer taraftan Allah’ın belirlediği vade geldiğinde artık ecelin ertelenmeyeceğini söylemesi müfessirlerce iki şekilde açıklanmıştır: a) Allah, topluluk olarak iman etmeleri şartıyla insanlar için bir ecel tayin etmiştir. Ancak inkârda ısrar ettikleri takdirde belirlenen ecel gelmeden yine topluluk olarak cezalandırılıp helâk edilmeleri de ilâhî takdirin gereğidir. İman etmeleri halinde ise belirlenen o vakte kadar toplumsal varlıklarını devam ettirirler. b) Maksat, ömrün zamansal anlamda uzayıp uzamaması değil, bereketli, hayırlı ve verimli geçip geçmemesidir. Şu halde burada Allah tarafından belirlenen ecelin değişebileceği bildirilmemiş; fakat insanların değişmeyecek ecelleri gelinceye kadar iman ederlerse bereketli, mutlu ve huzurlu bir ömür yaşayıp ölecekleri, ama iman etmezlerse mutsuz ve huzursuz yaşayacakları, nihayet hayatlarının da felâketlerle son bulacağı anlatılmak istenmiştir (Zemahşerî, IV, 161; Şevkânî, V, 342).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 464-465اِنَّٓا اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur اَرْسَلْنَا نُوحاً cümlesi اِنَّ ’ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
أَرۡسَلۡنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. نُوحًا mef’ûlun bih olup fetha mansubdur. اِلٰى قَوْمِه۪ٓ car mecruru أَرۡسَلۡنَا fiiline mütealliktir.
أَنۡ tefsiriyyedir. أَنذِرۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup اَنْتَ ‘dir. قَوۡمَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِن قَبۡلِ car mecruru أَنذِرۡ fiiline mütealliktir.
أَن ve masdar-ı müevvel قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِيَهُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur. أَلِیمࣱ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
إِفْعَال babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ٓ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ٓ cümlesi, اِنَّٓ ‘nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
اَرْسَلْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَنْ اَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Tefsiriyye olarak fasılla gelen cümlede اَنْ , tefsir harfidir. Cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi, masdar teviliyle قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَذَابٌ ‘un sıfatı olan اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ ’daki nekrelik, azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, mübalağa vezniyle gelen اَل۪يمٌ ’le sıfatlanması bu korkunçluğa delildir.
عَذَابٌ ‘un يَأْتِيَهُمْ fiiline isnadında istiare sanatı vardır. Azap, fiilin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır.
Bilginlerden birisi ayetteki ‘’kavmine gönderdik’’ ifadesinin, Hz. Nuh'un tüm insanlığa değil, sadece kendi milletine gönderildiğini ifade ettiğini söylemiştir. Eğer tüm insanlığa gönderilseydi Hz. Peygamber Efendimize, [Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.] (Sebe/28) denildiği gibi, ”insanlara" veya benzeri bir şey denilirdi. Hazret-i Peygamberin şu sözü de buna işaret etmektedir: ”Peygamberler sadece kendi halkına gönderildi. Ben ise tüm insanlara gönderildim." (Rûhu’l Beyân)
İnsanların uyarılacağı (elim azap) ile kastedilen mana surede açıkça ifade edilmemiştir. Bu nedenle ayet mübhemâtü’l-Kur’an kapsamında değerlendirilmiştir. “Elim azap” ifadesi müphem (kapalı) bir lafız olduğu için tefsirlerde bu azap ile tufan hadisesinin veya ahiret azabının kastedildiği yönünde iki farklı görüş bulunmaktadır. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 30, s.134)
قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي لَـكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي لَـكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli يَا قَوْمِ اِنّ۪ي لَـكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nidadır. قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı إِنِّی لَكُمۡ نَذِیرࣱ مُّبِینٌ ‘dur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan mütekellim ي ‘sı اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. لَكُمۡ car mecruru اِنَّ ’nin haberine mütealliktir.
نَذِیرࣱ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُّبِینٌ kelimesi نَذ۪يرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan إِفْعَال babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي لَـكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا قَوْمِ اِنّ۪ي لَـكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اِنّ۪ي لَـكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , ihtimam için amili olan نَذ۪يرٌ ’a takdim edilmiştir.
مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُب۪ينٌ - نَذ۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
مُب۪ينٍ , bilindiği gibi إبان ’den ism-i faildir. إبان ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı)
اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ وَاَط۪يعُونِۙ
اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ وَاَط۪يعُونِۙ
اَنِ masdar harfidir. Tefsiriyye olması da caizdir. اعْبُدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اتَّقُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أَطِیعُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Kelimenin sonundaki kesra mahzuf mütekellim ى ‘ sından ivazdır.
اتَّقُو fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَط۪يعُونِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال babındadır. Sülâsîsi طعو ’dir.
إِفْعَال babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ وَاَط۪يعُونِۙ
Ayet tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. اَنِ tefsir harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Aynı üslupta gelen وَاتَّقُوهُ ve اَط۪يعُونِ cümleleri, atıf harfi وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اتَّقُوا - اَط۪يعُونِ arasında mürâât-ı nazîr vardır. اَط۪يعُونِ fiilinin sonundaki kesra, fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَغْفِرْ | bağışlasın |
|
2 | لَكُمْ | sizin için |
|
3 | مِنْ | bir kısmını |
|
4 | ذُنُوبِكُمْ | günahlarınızdan |
|
5 | وَيُؤَخِّرْكُمْ | ve sizi ertelesin |
|
6 | إِلَىٰ | kadar |
|
7 | أَجَلٍ | bir süreye |
|
8 | مُسَمًّى | belli |
|
9 | إِنَّ | zira |
|
10 | أَجَلَ | süresi |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | إِذَا | zaman |
|
13 | جَاءَ | geldiği |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يُؤَخَّرُ | ertelenmez |
|
16 | لَوْ | keşke |
|
17 | كُنْتُمْ | olsaydınız |
|
18 | تَعْلَمُونَ | bilenlerden |
|
يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ
فَ karinesi olmadan gelen یَغۡفِرۡ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمۡ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri إن تعبدوا الله ... يغفر لكم (Allah’a kulluk ederseniz sizi affeder) şeklindedir. یَغۡفِرۡ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُم car mecruru یَغۡفِرۡ fiiline mütealliktir.
مِّن ذُنُوبِكُمۡ car mecruru یَغۡفِرۡ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi atıf harfi وَ ‘la يَغْفِرْ fiiline matuftur.
يُؤَخِّرْكُمْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يُؤَخِّرْكُمْ fiiline mütealliktir. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ‘in sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسَمًّى kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
يُؤَخِّرْكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اَجَلَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha ile mebni mazi fiildir, faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَ karînesi olmadan gelen لَا يُؤَخَّرُۢ cümlesi şartın cevabıdır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُؤَخَّرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir.
لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı mahzuftur, Takdiri, لآمنتم (Muhakkak iman ederdiniz) şeklindedir.
يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Nuh (as)’ın sözlerinin devamı olan ayette فَ karînesi olmadan gelen يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ cümlesi, mukadder şartın cevabıdır.
Talebin cevabı olarak meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Takdiri … إن اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ (Eğer Allah’a ibadet eder ve O’na karşı takvalı olursanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart edatı ve fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. [... bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..] (Âl-i İmrân, 31.) ayeti buna misaldir. Bu ayette hazif “Eğer bana uyarsanız,” şeklindedir. [İtkan c.2 s.172]
مِنْ ذُنُوبِكُمْ ve لَـكُمْ car mecrurları, يَغْفِرْ fiiline mütealliktir.
يَغْفِرْ - ذُنُوبِكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ cümlesi atıf harfi وَ ‘la … يَغْفِرْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يُؤَخِّرْ fiiline mütealliktir. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bu ayetteki مِنْ edatından dolayı يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ cümlesinde, günahların bazısının affedilmesi anlamı ortaya çıkmaktadır. Halbuki Müslüman olmakla günahların tamamının affedilmesi gerekirken ayette bazı ifadesinin bulunması ilk bakışta ayette müşkil bir durumun bulunduğunu düşündürmektedir. Bu durum gerek Arap dilcilerini gerekse müfessirleri bu ayet hakkında düşünmeye ve yorumlamaya sevk etmiştir. Ahfeş gibi dilciler bu ayetteki min edatının zait olduğunu, ayetin aslında يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبِكُمْ şeklinde olduğunu belirtmiştir. Bir diğer görüşte ise ayetin takdirinin يَغْفِرْ لَـكُمْ عن ذُنُوبِكُمْ şeklinde olup عن manasında مِنْ edatı kullanılmıştır. Bu durumda ayet umumilik ifade etmektedir. (İbn Furek, Tefsîru İbn Furek, s. 49)
Bu ayetin mecazî bir ifade ile Müslüman olduktan sonraki günahları ifade etmesi mümkündür. Dolayısıyla “günahların bazısının affedilmesi” ifadesi, Müslümanlıktan önceki günahların tamamını, sonrasında ise tövbe edilen günahları kapsamaktadır. (İzzeddin Abdülazîz b. Abdüsselam, Fevâid fî Müşkîlil-Kur’ân, s. 247.)
اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan جَٓاءَ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَا يُؤَخَّرُۢ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يُؤَخِّرْ - لَا يُؤَخَّرُۢ ifadeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale's sadr sanatları vardır.
Burada bir taraftan "ertelesin" deniliyor, bir taraftan da "gelince ertelenmez" deniliyor. Gelince ertelenmeyecek bir şey için "ertelensin" demek çelişki olmaz mı denecek olursa, ilk bakışta sorulabileceği zannedilen bu sorunun sorulamadığı az bir düşünme ile anlaşılır. Çünkü gelince ertelenmeyenin gelmeden önce ertelenmesi çelişki değil, gerçeğin ta kendisidir. Zira henüz gelmemiş olan ertelenmiş demektir. Bundan başka "sizi ertelesin" ayetinde ertelenen ecel değil, muhataplardır. Eceliniz ertelensin denilmemiş, siz ecele kadar bağışlanmak suretiyle ertelenesiniz denilmiştir ki bu, bağışlanmış olarak ecele eresiniz demek olur. Oysa çelişki olabilmesi için "ertelesin" denilen şeyle "ertelemez" denilen şeyin aynı olması gerekir. Siz ecele ertelenirsiniz, ecel ertelenmez demek hiç bir zaman çelişki olmaz. Şu kadar var ki, bu mânâya göre burada "Sizi bir belirli ecele kadar ertelesin." cümlesinin açık bir faydası anlaşılmaz. Onun için bundan ilk akla gelen mana çelişki değil, şu olur: Şüphesiz bir belirli ecel vardır. Ondan büsbütün kurtuluşa imkan yoktur. Ancak o ecel gelmeden önce Allah'a îman ve itaat ile iyi korunmak gibi bazı sebeplerden ötürü ertelenebilir. Fakat ecel gelince asla ertelenmez. (Elmalılı Hamdi Yazır)
لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır. Şartın, takdiri لآمنتم (İman ederdiniz) olan cevabı, mahzuftur. Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînlığı arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle, şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَان ’nin haberi olan تَعْلَمُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Nuh (as) kavmine üç şeyi emretmiştir: Allah'a ibadet etmelerini, O'ndan korkmalarını ve O'na itaat etmelerini. Dolayısıyla, ibadet emri, kalbî ve uzvî tüm vâcip ve mendup olan amellerin hepsini içine alır. Takva emri de, haramlardan ve mekruhlardan sakınmayı içine alır. "ve bana itaat edin..." cümlesi de, Cenab-ı Hakk'a itaati ve emredilen-nehyedilen ne varsa her şeyi içine alır. Bu üçüncü şık, her ne kadar Allah'a ibadet etme ve O'ndan korkma emrini içinde mütalaa edilebilse bile, Cenâb-ı Hak bu emri iyice tekid etmek için, onu, müstakil olarak zikretmiştir.
Allah Teâlâ, Nûh (as)'ın kavmini bu üç şeyle mükellef tutunca, bu üç şeye mukabil onlara iki şeyi vadetmiştir:
a) Ahiret zararlarını onlardan kaldırması ki bu, "Ta ki, (Allah) sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın..." buyruğundan anlaşılmaktadır.
b) İmkan nispetinde, onlardan dünyevi zararları gidermesi. Bu da, onların ömürlerini, mümkün olan en uzun bir biçimde uzatmak suretiyle yapılan bir vaattir. (Fahreddin er-Razi)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي لَيْلاً وَنَهَاراًۙ
Bir peygamberin görevi davetini eksiksiz yapmaktır; davetin etkisi, sonuç getirip getirmemesi ise insanların kabule yönelmesine ve Allah’ın hidayet etmesine bağlıdır. Burada da Hz. Nûh’un gece gündüz demeden bütün gücüyle halkının kurtuluşu için çalıştığı, böylece sorumluluğunu yerine getirdiği bildirilmektedir. Nûh’un insanları kurtuluşa çağırması karşısında günahkârların parmaklarını kulaklarına tıkamaları ve elbiselerini başlarına bürümeleri, peygamberin tebliğ ettiği dini reddettiklerini ifade eden mecazi bir anlatım olarak görülmektedir. Ancak peygamberin konuştuklarını işitmemek için gerçekten parmaklarını kulaklarına tıkamış, onu görmemek ve duymamak için elbiselerini başlarına bürümüş de olabilirler.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 465De'ave دعو :
Dua دُعاءٌ ile nidâ birbirine benzer. Ancak nidâ نِداءٌ sonuna herhangi bir isim eklenmeksizin sadece yâ يا gibi bir edatla telaffuz edilebilir. Dua دُعاءٌ ise bu edatlarla birlikte bir isim kullanılarak telaffuz edilir. Bu açıklamadan sonra ikisinin de birbiri yerine kullanıldığına rastlanır.
Dua دُعاءٌ sözcüğü isim verme manasında da (çocuğa isim verme gibi) kullanılır.
Sülasi دَعا fiili bir şey istemek/yardım talep etmek demektir.
İddia إدِّعاءٌ kelimesi birinin bir şeyin kendisine ait olduğunu iddia etmesidir. Savaşta ise biriyle akraba olduğunu iddia ederek kendini tanıtmasıdır.
Yine dava دَعْوَى lafzı hem iddia hem de dua anlamları için kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda olmak üzere 212 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri dua, davet, davetiye, dava, iddia, müddeî ve istidadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي لَيْلاً وَنَهَاراًۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli رَبِّ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ münadadır. Kelimenin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. Nidanın cevabı إِنِّی دَعَوۡتُ قَوۡمِی ’dir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. دَعَوۡتُ قَوۡمِی cümlesi, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
دَعَوۡتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
قَوۡمِی mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَیۡلࣰا zaman zarfı, دَعَوۡتُ fiiline mütealliktir.
نَهَارࣰا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي لَيْلاً وَنَهَاراًۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle haber üslubunda geldiği halde, durumunu arz etmek ve kavmine karşı yardım istemeye hazırlık manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve münadadaki muzâfun ileyhin hazfi mütekellimin, münadaya yakın olma isteği sebebiyledir.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla رَبّ kelimesinden önce nida harfi hazf olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyn olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz.Nuh, şan ve şeref kazanmıştır.
Nidanın cevabı olan اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkâri kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan دَعَوْتُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
لَيْلاً ve tezat nedeniyle ona atfedilen نَهَاراًۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarıyla tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَٓاء۪ٓي اِلَّا فِرَاراً
فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَٓاء۪ٓي اِلَّا فِرَاراً
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. یَزِدۡ sükun üzere meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمۡ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. دُعَاۤءِیۤ fail olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِلَّا hasr edatıdır. فِرَارࣰا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَٓاء۪ٓي اِلَّا فِرَاراً
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Hz. Nuh’un sözlerine dahildir.
Menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber İnkârî kelamdır. Cümle haber üslubunda geldiği halde, durumunu arz etmek ve kavmine karşı yardım isteme hazırlık manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
لَمْ muzariye dahil olup, onu cezm eden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.
دُعَٓاء۪ٓي faildir. اِلَّا hasr edatıdır. İkinci mef’ûl olan فِرَاراً ‘deki nekrelik kesret ve tahkir içindir.
Nefy harfi لَمْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. لَمْ يَزِدْهُمْ دُعَٓاء۪ٓي maksur/mevsûf, فِرَاراً maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsned, bu mef’ûle hasredilmiştir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Bu durumda يَزِدْهُمْ maksur/sıfat, فِرَاراً maksurun aleyh/mevsuf olur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir.
يَزِدْهُمْ دُعَٓاء۪ٓي (Davetim artırdı) ifadesi ile onların tabi olmaması kastedilmektedir. Uzaklaşmanın artması ile davet arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Çünkü davet, uzaklaşmanın artış sebebidir. Burada sebep zikredilmiş ve sonuç kastedilmiştir.
دَعَوْتُ - دُعَٓاء۪ٓي kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette, çağırma kaçışı artıran fail olarak gösterilmiştir; ancak bu, şu anlamdadır: Hz. Nuh onları çağırdığında, kaçışları daha fazla olmuştur; fazlalığın sebebi çağrıdır. Tıpkı [Kalplerinde hastalık bulunanların ise murdarlığına murdarlık katar inkârlarını iyice pekiştirir inen o sure (Tevbe 9/125), [Ama bu, iman etmiş olanların imanını pekiştirmiştir.] (Tevbe 9/124) ayetlerindeki gibi. (Keşşâf)
Ayette kâfirlerin kaçışlarının Nuh (as)’ın davetine isnad edilmesi mecazî anlamdadır. Zira peygamberin onları Allah’a ibadet etmeye çağırması onların itirazlarının ve şirke bağlılıklarının artmasına sebep olmuştur. Halbuki yıllar süren davetin onların hidayetlerini artırması beklenirdi. Tam tersinin olduğunun ifade edilmesi daveti ve davetten kaçışı tekid etmektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَاِنّ۪ي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَاَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَاراًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنِّي | ve elbette ben |
|
2 | كُلَّمَا | her nezaman |
|
3 | دَعَوْتُهُمْ | onları da’vet ettimse |
|
4 | لِتَغْفِرَ | bağışlaman için |
|
5 | لَهُمْ | onları |
|
6 | جَعَلُوا | koydular |
|
7 | أَصَابِعَهُمْ | parmaklarını |
|
8 | فِي |
|
|
9 | اذَانِهِمْ | kulaklarına |
|
10 | وَاسْتَغْشَوْا | ve başlarına çektiler |
|
11 | ثِيَابَهُمْ | örtülerini |
|
12 | وَأَصَرُّوا | ve direttiler |
|
13 | وَاسْتَكْبَرُوا | ve böbürlendiler |
|
14 | اسْتِكْبَارًا | kibirle |
|
وَاِنّ۪ي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ى mütekellim zamiri اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfıdır. دَعَوۡتُهُمۡ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمۡ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, تَغۡفِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte دَعَوۡتُهُمۡ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَغۡفِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَهُمۡ car mecruru تَغۡفِرَ fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen جَعَلُوۤا۟ cümlesi şartın cevabıdır. جَعَلُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أَصَـٰبِعَهُمۡ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِیۤ ءَاذَانِهِمۡ car mecruru جَعَلُوۤا۟ fiiline mütealliktir.
وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَاَصَرُّوا
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ٱسۡتَغۡشَوۡا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ثِیَابَهُمۡ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَصَرُّوا۟ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
أَصَرُّوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
أَصَرُّوا۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال babındadır. Sülâsîsi صرر ’dir.
إِفْعَال babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَاراًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. وَٱسۡتَكۡبَرُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. ٱسۡتِكۡبَارࣰا mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَاِنّ۪ي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَاَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَاراًۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la 5. ayetteki اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ ‘nin haberi olan كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ cümlesinde كُلَّمَا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.
Şart cümlesi olan دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren masdar harfi لِ ‘nin gizli أن ‘le masdar yaptığı تَغْفِرَ لَهُمْ cümlesi, دَعَوْتُهُمْ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
“Kulaklarına parmaklarını tıkadılar” ifadesinde istiare vardır. Yüz çevirip, iman etmeyen kimse kulakları tıkalı olupta söyleneni anlamayan kimseye benzetilmiştir.
اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ (Parmaklarını kulaklarına tıkadılar.) ayetinde mecâz-ı mürsel vardır. Parmaklardan maksat uçlarıdır. Bu, zikr-i kül irade-i cüz türündendir. (Safvetü’t Tefâsir)
Aynı üsluptaki وَاَصَرُّوا ve وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَاراً cümleleri atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. İki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelam olan وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَاراًۚ cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ (elbiselerine büründüler) cümlesinde istiare sanatı vardır. Davetle ilgilenmeyen kimse, elbiselerine bürünerek kendini izole eden bir kimseye benzetilmiştir.
اسْتَكْبَرُوا - اسْتِكْبَاراًۚ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Cümle haber üslubunda geldiği halde, durumunu arz etmek ve kavmine karşı yardım isteme, hazırlık manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
Elbiselerine bürünmeleri; Hz. Nûh’un sesini duymak istemedikleri gibi yüzünü de görmek istemediklerini yansıtmaktadır. Bu davranış ile kendisinden yüz çevirdiklerini göstermişlerdir. Aynı zamanda bu tutumun düşmanlıktan kinaye olduğu yönünde açıklamalar bulunmaktadır. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 30, s. 136)
Israr etmeleri; kendi yollarını bırakmamak, Nûh’un davetini duymamak ve şirk hususundaki inatlarını ifade etmektedir. (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm)
وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَاراًۚ cümlesinde mastar manayı te'kîd etmek için zikredilmiştir. Edebiyatta buna ıtnâb denilir. (Safvetü’t Tefâsir)
“Kibirlendiler”, Hz. Nuh’a uymak ve ona itaat etmek hususunda kendilerini gurur bürüdü. اسْتِكْبَاراًۚ (büyüklendikçe) masdarının zikredilmesi günaha yöneliş ve azgınlıklarının aşırılığına delalet etmekte ve bu manayı kuvvetlendirmektedir. (Keşşâf)ثُمَّ اِنّ۪ي دَعَوْتُهُمْ جِهَاراًۙ
Hz. Nûh’un, şartlara ve kişilerin özelliklerine göre tebliğlerini açıktan veya gizli olarak sürdürdüğü bildirilmekte, böylece farklı davet ve tebliğ metotlarının kullanılabileceğine işaret edilmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 465ثُمَّ اِنّ۪ي دَعَوْتُهُمْ جِهَاراًۙ
İsim cümlesidir. ثُمَّ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
دَعَوْتُهُمْ جِهَارًا cümlesi, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
دَعَوْتُهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جِهَارًا mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.
ثُمَّ اِنّ۪ي دَعَوْتُهُمْ جِهَاراًۙ
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنّ۪ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkâri kelamdır. Cümle haber üslubunda geldiği halde, durumunu arz etmek ve kavmine karşı yardım isteme hazırlık manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarıyla tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan دَعَوْتُهُمْ جِهَاراً , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
جِهَاراًۙ , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib olarak masdar vezninde gelmiş ve mübalağa ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ثُمَّ اِنّ۪ٓي اَعْلَنْتُ لَهُمْ وَاَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَاراًۙ
ثُمَّ اِنّ۪ٓي اَعْلَنْتُ لَهُمْ وَاَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَاراًۙ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَعْلَنْتُ لَهُمْ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَعْلَنْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru اَعْلَنْتُ fiiline mütealliktir.
اَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَارًا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَسْرَرْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru اَسْرَرْتُ fiiline mütealliktir. اِسْرَارًا mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.
اَعْلَنْتُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. إِفْعَال babındadır. Sülâsîsi علن ’dir.
إِفْعَال babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ثُمَّ اِنّ۪ٓي اَعْلَنْتُ لَهُمْ وَاَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَاراًۙ
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile önceki ayette atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. اِنّ۪ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle haber üslubunda geldiği halde, durumunu arz etmek ve kavmine karşı yardım isteme hazırlık manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarıyla tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
Hz. Nuh’un önceki cümleyle aynı manaya gelen bu sözleri, manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan اَعْلَنْتُ لَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Aynı üsluptaki وَاَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَاراً cümlesi atıf harfi وَ ‘la اِنّ۪ٓ ‘nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
اِسْرَاراً , cümleyi tekid eden mef’ûlu mutlaktır.
اِنّ۪ٓي اَعْلَنْتُ لَهُمْ cümlesiyle, اَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَاراًۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَعْلَنْتُ - اَسْرَرْتُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَهُمْ ‘un tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hazret-i Nûh'un davetinin üç merhalede gerçekleştiğine delalet eder. Binaenaleyh o bu işe önce gizli gizli nasihatlarla başlamış; ama kavmi ona, biraz önce saydığımız dört tavırla karşılık vermiş.
1) "Parmaklarını kulaklarına tıkadılar" yani onlar, hüccet ve delilleri duymamak için taklitte, parmaklarını kulaklarına tıkayacak noktaya vardılar.
2) "Elbiselerine sarındılar" yani, "onun yüzünü görmemek için, elbiselerini başlarına geçirdiler. Bu, "Onlar onun sözünü duymak istemedikleri gibi, yüzünü de görmek istemediler" demektir. Yahutta bu, onların, Nuh (aleyhisselâm)'un sözünü hiç dinlemediklerini anlatmaktadır. Çünkü onlar, kulaklarını tıkayıp, bunun yanı sıra da elbiselerini başlarına geçirince, duymama işi daha sağlam olmuş olur.
3) "Ayak dirediler" yani onlar ya, kendi yollarında ısrar edip durdular, yahut da gerçek daveti duyup dinlememe hususunda ısrar edip durdular.
4) "Alabildiğine büyüklük tasladılar" yani onlar bu hususta had noktaya ulaştılar.
(Fahreddin er-Râzî)
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ اِنَّهُ كَانَ غَفَّاراًۙ
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l kavli اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ‘dur. قُلْتُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. اسْتَغْفِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul وَ ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَغْفِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنَّهُ كَانَ غَفَّاراًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. غَفَّارًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
غَفَّاراً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ
Cümle atıf harfi فَ ile önceki ayetteki وَاَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَاراً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قُلْتُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
رَبَّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan كُمْ zamiri, şeref kazanmıştır.
رَبَّكُمْ izafetinde inanmayanlara aid zamire Rabb isminin muzâf olmasında, Allah’ın onlar üzerindeki rububiyet vasfını hatırlatmak ve inkarlarının ne büyük nankörlük olduğunu belirtmek kastı vardır.
Rabb ismi onlara ait zamire izafe edilmiş, böylece o'nun rabbinin ve onların rabbinin aynı olduğu, onun ve onların Rabbinden başkasına ibadet etmenin onların aleyhine olduğu ve O'na tövbe etmeleri/dönmeleri gerektiği, O'ndan başka Rableri olmadığı ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s. 319)
اِنَّهُ كَانَ غَفَّاراًۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekit edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ‘nin haberi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi olan كَانَ غَفَّاراً , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi tekid edilen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)
كَان ’nin haberi olan غَفَّاراًۙ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اسْتَغْفِرُوا - غَفَّاراًۙ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette, ‘bağışlayıcı’ anlamında غَفَّاراًۙ kelimesi kullanılmıştır. Çünkü bu, aynı anlamı ifade eden غَفور kelimesinden daha mübalağalıdır. Bu kelime sözlükte, ‘örtmek, kapatmak’ anlamındadır. Bu anlamda olmak üzere savaşta başa giyilen başlığa, miğfer (örtme âleti) denilmiştir. Çünkü o, başı örter. Allah'ın mağfireti, kulların tövbe ve taatlerinden dolayı değil, kendi rahmet ve fazlı ile günahları örtüp, affetmesidir. Tövbe ve taat bir kulluk ifadesinden ve ihtiyaç arzından ibarettir. Yine bir kudsî hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ”Ey kulum! Bana yeryüzü dolusu günahla bile gelsen, Bana ortak koşmadıkça seni bağışlarım." (Rûhu’l Beyân)
Ayetin son kısmında yer alan اِنَّهُ كَانَ غَفَّاراًۙ ifadesi, tövbe etmeleri için onları teşvik içermektedir. (Kurtubî)
Burada mazi kipinin kullanılma hikmeti olarak; Allah’ın her zaman mağfiret sahibi olduğuna, bu durumun yeni ortaya çıkmış bir şey olmadığına işaret edilmiş, adeta bağışlama onun sanatıdır mesajı verilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen peygamberleri çok seven biri vardı. Hayatının herhangi bir evresinde ya da tecrübesinde; onlardan birini hatırlar ve hatırlatırdı.
Gelişen teknolojiyle beraber insanlarla ilgili gereğinden fazla bilgi öğrenmenin, faydalı olduğu kadar zararlı olduğuna inanıyordu. Hatta belki de, yerine göre daha da zararlıydı. Sosyal medyanın şişirdiği karakterler ve söylemlerden dolayı, tahammülsüzlük ve bıkkınlık artıyordu. Kaynağı bilinmeyen haberler, toplum içi ve dışındaki sosyal ilişkilere yıkıcı darbeler vuruyordu.
Toplumlarla ilgili olumsuz genellemeler yapanlara gülümsüyordu. Bu gülümseme, dile getireceği acı gerçek öncesi teskin edici bir ifadeydi. Başkalarını küçümseyen genellemelerin arkasında, nefsin büyüklenmesinin yattığını hatırlatıyordu. Daha sonra da hz. Nuh’u ve kavmini anlatıyordu:
‘Nefsinin ümitsizliğe açılan vesveseli halinden uzaklaşmak için peygamberleri düşün. Dünyalık duygu ve düşüncelere kapıldığında fayda derecesini sorgulayasın. Böylece faydasız yorgunluktan kurtulup, hayırlara açılan kapıdan girersin ve aklını hayırlarla meşgul edersin. Bulunduğun toplumdan bunalıp küçümseyici genellemelere kapıldığında, 950 yıl boyunca aynı kavmin içinde yaşayan hz. Nuh’u an. Belki, ömrünün o kadar olmadığına şükredersin ya da sabrına hayran kalırsın. Belki tebliğ yollarını öğrenir, hoşgörü ve tahammül seviyeni güncellersin. Dikkatli düşün. Karısı ve oğlu inkarcıların arasında kalan hz. Nuh’un gemide yalnız olmadığı üzerinde iyi düşün.’
Allahım! Kibrin her çeşidinden, kibirlilerden ve kibrin şerrinden Sana sığınırız. Hayrı düşünenlerden ve hayrı konuşanlardan eyle. Dünya ve ahiret hayatı için çabalayanlardan ve hayırlı işlerle meşgul olanlardan eyle.
Allahım! Yardımın ve rahmetin ile sözlerin, düşüncelerin, hislerin ve işlerin faydasız, hayırsız ve gereksiz olanından kaçınırız. Bizi faydalı, hayırlı ve gerekli olanlara yönlendir. Bugünkü halimize güvenmek gafletinden ve sahip olduklarımızla büyüklenmekten sakınırız. Yarınımızla bugünümüzü arar hale düşmekten Senin rahmetine sığınırız. Bizi koru. Bizi affet.
Allahım! Bizi, yaşadığımız her geçen gün; amellerini güzelleştirenlerden, kendisini geliştirenlerden, dinine ve toplumuna hayırlara vesile olacak şekilde hizmetlerde bulunanlardan ve katında hizmeti kabul olunanlardan eyle.
Amin.
***
Dünyada yaşamak tatlı ve tatsız, anlaşılır ve karmaşık anlarla dolu bir rüyaya dalmak gibidir. İnsan, çoğunlukla uyanma derdinden uzak bir halin içindedir. Bazı anlarda ise bulunduğu yerden kaçıp gitmek ve bir an önce uyanmak ister. Ve tek bir anın içinde uyanır.
Bazen gece uzasa, saatler yavaşlasa da tekrar uykuya dönsün ister. Bazen gün içerisinde daha hoş bir heyecan var ise uyandığına şükür ederek hazırlıklara başlar. Rüyaların çoğu zihninin tozlu raflarında kaybolur gider. Kayıtlarda hep bir sıkıntı vardır, az önce gördüğü resim yoktur.
Dünya hayatının ne kadar uçucu olduğu rüyalardan bellidir. İbret almak neden bu kadar zordur, sanki aklı hep başka yerlerdedir. Belki de hayallere kapılmak ve biteceğini bildiği anların sonu yokmuş gibi yaşamak daha kolaydır. Belki de gerçekçi yaklaşmak sıkıcıdır.
Ömrünü zayi edene yani hep rüyalarda kalmak isteyene acıyarak bakılır. Yaşamak varken, uyumak; hakiki olana ulaşmak varken, sahtesiyle yetinmek nedendir soruları sorulur. Beden çürür. İlişkiler yıpranır. Kalp yorulur. Gerçekleştirilmediği için hayallerin hepsi solar.
Rüyalar gibi ömürler de biter. Uykudan uyananlar gibi ölüler de dirilir. Kimi uyandırıldığına üzülecek, kimi ise sevinecektir. Kimi yok olmayı dileyecek, kimi ise hamd ile koşacaktır. Bu yüzden de; uyandırılmadan uyananlardan, ölmeden dirilenlerden ol, denir.
Ey Allahım! Yeryüzündeki ömrümüzü en güzel şekilde yaşamamız için yar ve yardımcımız ol. Dostluğu ve rehberliği yanlış yerlerde aramaktan Sana sığınırız. Dostumuz ve yol göstericimiz ol. Rüyalar uğruna hayatı, geçici hevesler uğruna kalıcı olanı harcama gafletinden muhafaza buyur. Bizi uyandırılmadan itaat ile uyananlardan ve ölmeden iman ile dirilenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji