بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراًۙ
يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراًۙ
Fiil cümlesidir. فَ karînesi olmadan gelen يُرْسِلِ cümlesi mukadder şartın cevabıdır.
يُرْسِلِ sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْكُمْ car mecruru يُرْسِلِ fiiline mütealliktir. مِدْرَاراً kelimesi السَّمَٓاءَ ‘nin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُرْسِلِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراًۙ
Ayet, mukadder şartın فَ karînesi olmadan gelen cevabıdır.
Cevap cümlesi olan يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراًۙ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin meczum olması şart cümlesinin talep ifade etmesi sebebiyledir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki السَّمَٓاءَ , yağmur manasında gelmiş, hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
مِدْرَاراً kelimesi السَّمَٓاءَ ’nin halidir. Hal anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مِدْرَاراً lafzı aşırılık ifade eder, yani “çok çok yağar” manasındadır. (Safvetü't Tefasir)
Mezkûr cevap ve mahzuf şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart edatı ve fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. [... bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..] (Âl-i İmrân, 31.) ayeti buna misaldir. Bu ayette hazif “Eğer bana uyarsanız,” şeklindedir. (İtkan c.2 s.172)
Kur’an’da yağmur şekli hakkında geçen kelimeler şöyledir:
3 defa مِدْرَاراً , nimet manasında 3 defa غيث , olumlu manada 1 defa طلّ , çiseleme olumlu manada 6 defa مطر , azap ve olumsuz manalarda.
Bu ayetin öncesinde Hz. Nûh kavmini pişman olup Allah’a tövbe etmeye davet etmiştir. Bu davete uymaları halinde ise onlara çeşitli dünyevi nimetlerin bahşedileceğine değinmiştir. İşte bu bölümde dile getirilen يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً [Size bol bol yağmur göndersin] ayetinde السَّمَٓاءَ (gök) kelimesi kullanılmış olup bununla سحاب )bulut] manası kastedilmiştir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 30, s. 138)
مِدْرَاراً akışı (yağışı) bol, demektir. مفعال veznindedir. Bu vezinde müzekker ve müennes müsavidir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَاراًۜ
Mevele مول :
الْمالُ – المَيْلُ maddeleri arasında iştikakı ekber vardır. Bu nedenle Müfredatta iki türev de tek bir madde altında incelenmiştir. (Hazırlayanın notu) مَيْلٌ Orta olandan sapıp iki taraftan birine meyletmektir. Bu sözcük haksızlık ve zulüm için de kullanılır. Cisimler için kullanıldığında yaratılıştaki sapmalar anlamındadır. Arazlarda kullanıldığında ise eğilim göstermek manasındadır. مالٌ da sürekli bir eğilim gösterildiğinden ve eriyip gittiğinden bu ismi almıştır, onun için ona araz adı verilmiştir.
َمال -ُ Çok olmak; özellikle sığır. مالٌ Ç. أمْوالٌ Zenginlik, servet, varlık, mal, özellikle sürüler ve yığınlar.
Bu maddedeki asıl anlam insanın para, hayvanlar, köle vs. ye sahip olmasıdır. الْمالُ ve المِلْك arasındaki fark ise المِلْك kelimesinde bir şeyin onun hükümranlık ve istikrarı altında olmasıdır. المال ise aksine kendisi için kıymeti olan demektir ve şahsın kendisiyle ilgilidir. Aralarında bu yönden umum ve husus ilişkisi vardır.
Sultan, memleket ve insanların işlerine sahip olur ( مَلِكٌ ). O bizzat maliktir denilir. Fakat işler ve nefs maldır denmesi doğru olmaz.
Mallar fayda ve istifade açısından sahibine çocuklardan daha ziyadedir. Zira buna göre Allah u Teala 111/2 مَآ أَغْنَىٰ عَنْهُ مَالُهُۥ وَمَا كَسَبَ buyurmuş da ما أغنى عن وَلَدَهُ dememiştir. Son olarak
(Müfredat-Furuq-Tahqiq-John Penrice) Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 86 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri mal, maval, emvâl, mâli, maliye ve maliyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَاراًۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki يُرْسِلِ ‘ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُمْدِدْكُمْ sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِاَمْوَالٍ car mecruru يُمْدِدْكُمْ fiiline mütealliktir. بَن۪ينَ atıf harfi وَ ‘la makabline mütealliktir. بَن۪ينَ cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ي ‘dir.
يَجْعَلْ atıf harfi وَ ‘la يُرْسِلِ ‘ye matuftur. يَجْعَلْ sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru amili olan يَجْعَلْ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir.
يَجْعَلْ değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَنَّاتٍ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. يَجْعَلْ atıf harfi وَ ‘la يُرْسِلِ ‘ye matuftur.
يَجْعَلْ sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru يَجْعَلْ fiiline mütealliktir. اَنْهَاراًۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُمْدِدْكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مدد ’dir.
إِفْعَال babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَاراًۜ
Ayet atıf harfi وَ ile önceki ayetteki cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin meczum olması şart cümlesinin talep ifade etmesi sebebiyledir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِاَمْوَالٍ car mecruru, يُمْدِدْكُمْ fiiline mütealliktir.
بَن۪ينَ , car mecruru اَمْوَالٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُمْدِدْكُمْ ’de cem, بَن۪ينَ - اَمْوَالٍ ’de taksim vardır.
Aynı üsluptaki وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ ve وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَاراً cümleleri atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Son iki cümledeki لَكُمْ car mecrurları, mahzuf ikinci mef’ûllere mütealliktir. Mef’ûllerin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İki cümlede de takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için birinci mef’ûle takdim edilmiştir.
جَنَّاتٍ ve اَنْهَاراًۜ ’deki nekrelik tazim, kesret ve nev ifade eder.
لَكُمْ - يَجْعَلْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayetin ifade ettiği manadan dolayı yağmur duasında istiğfar (bağış dileme) meşru kılındı. Araziler kurak kış olduğunda ve yağmurlar kesildiğinde tüm bilginlerin ittifakıyla yağmur duasına çıkmak sünnettir. (Rûhu’l Beyân)
مَا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلّٰهِ وَقَاراًۚ
Müfessirlerin 13. âyetle ilgili değişik yorumlarını şu şekilde özetlemek mümkündür: a) Âyeti tevil etmeksizin zâhirî anlamına göre yapılan yorum: “Neden Allah’ın sevabını ummuyorsunuz (ve azabından korkmuyorsunuz)?” b) Tercûne fiilini “önem vermek” anlamında te’vil ederek yapılan yorum: “Neden Allah’ın büyüklüğüne önem vermiyorsunuz?” Bu yorum, “Neden Allah’ın büyüklüğüne önem verip de azabından korkmuyorsunuz?” anlamına gelir. c) Vakar kelimesini “imanın sonucu” anlamında te’vil ederek yapılan yorum: “Neden Allah’tan imanın sonucunu beklemiyorsunuz?” Yani iman edip iyi işler yaptığınız takdirde Allah’ın size sevap vereceğini neden kabul ve ümit etmiyorsunuz? d) “Ne oluyor size de Allah’ın büyüklüğünü hesaba katmıyorsunuz!” Meâlde bu anlam tercih edilmiştir (bu yorumlar için bk. Şevkânî, V, 343; İbn Âşûr, XXIX, 199-200).
14. âyette sözü edilen yaratılış evrelerinden maksat ya ilk insanın topraktan başlayarak mükemmel insan haline gelinceye kadar geçirdiği aşamalardır veya sperm halinden itibaren gerek ana rahminde gerekse doğduktan sonra bedensel ve zihinsel olarak gelişimini tamamlayıncaya kadar geçirdiği aşamalardır (insanın yaratılış evreleri hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Müminûn 23/12-14). Hz. Nûh, Allah’ın insanı aşama aşama yaratarak mükemmel bir varlık haline getirdiğini hatırlatıp insanın O’na minnettar olması, varlığını ve birliğini tanıyıp kulluk etmek suretiyle minnet ve şükrünü göstermesi gerektiğine işaret etmektedir.
مَا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلّٰهِ وَقَاراًۚ
مَٓا istifham ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. لَا تَرْجُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرْجُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru وَقَاراً ‘nın mahzuf haline mütealliktir. وَقَاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلّٰهِ وَقَاراًۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsim cümlesi formundaki cümlede mübteda konumundaki istifham harfi مَا , inkârî manadadır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifham, onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ۠ ’un müteallakı olan haber mahzuftur.
لَا تَرْجُونَ لِلّٰهِ وَقَاراًۚ cümlesi, لَكُمْ ’deki zamirin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Car mecrur لِلّٰهِ , mahzuf hale mütealliktir.
لَا تَرْجُونَ لِلّٰهِ وَقَاراً ifadesi [… yüceltmeyi, ululamayı O’na yakıştıramıyorsunuz!?] anlamında olup manası şöyledir: Sizin ‘neyiniz var ki; sevap yurdu olan ahirette Allah’ın sizi yüceltmesini umacağınız bir hal üzere olamıyorsunuz!?
لِلّٰهِ (Allah için) kelimesi, ‘yüceltecek olan’ı beyan etmektedir; ancak وَقَاراًۚ ’dan sonra gelseydi, onun sılası olurdu. [Hem de sizi aşama aşama O yaratmışken…] cümlesi hal konumundadır. Sanki şöyle denmiştir: İçinde bulunduğunuz şu hal Allah’a iman etmeyi gerekli kıldığı halde size ne oluyor da O’na iman etmiyorsunuz? Çünkü O sizi aşama aşama yaratmıştır. Sizi önce toprak, sonra nutfe, sonra alâk, sonra mudğa, sonra kemik ve et olarak yaratmış; daha sonra sizi bambaşka bir yaratık haline getirmiştir. Allah’ın hilminden ve hemen azap etmeyi terk etmesinden korkup da artık iman etmeyecek misiniz!? Ayetin, “Büyüklüğü sebebiyle Allah’tan korkmuyor musunuz?!” anlamında olduğu da söylenmiştir. İbn Abbas ayeti, size ne oluyor da akıbet(iniz) bakımından Allah’tan korkmuyorsunuz, şeklinde açıklamıştır. Çünkü akıbet, işlerin sonuçlarının ortaya çıkması ve sevap ve azap durumunun netleşmesi demektir. (Keşşâf)
Şerif er-Râdî ayette yer alan وقار kelimesinin aslında ألحلم kelimesi yerine kullanıldığını, dolayısıyla burada istiare olduğunu ifade etmiştir. Râdî’nin kanaatine göre; الوقار kelimesi beden sahibi varlıklar için kullanılmaktadır ve bu kelime ile Allah’ın vasıflanması caiz değildir. Yerine kullanıldığı الحليم kelimesi gerçekte “cezalandırmaya gücü/imkânı olmasına rağmen cezalandırmayı terk eden” manasına gelmektedir. (Şerif Râdî, Telhîsu’l-Beyân, s. 347.)
Ebû Ubeyde ve Şerif er-Râdi’ye göre sûrenin bu bölümünde yer alan لَا تَرْجُونَ kelimesi
ﻻ تخافون manasında kullanılmıştır. Şerif er-Râdî bu görüşünü Arap şiirinden getirdiği örneklerle de delillendirmektedir. (Şerif Râdî, Telhîsu’l-Beyân, s. 347.)
Allah'ın (cc) azametinden korkmuyor musunuz? Ahfeş'ten şöyle nakledilmiştir: Buradaki reca (ümit), korkudur. Çünkü ümit ile birlikte bir parça korku ve bir parça ümitsizlik vardır. Vakar; azamet demektir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
وَقَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَاراً
وَقَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَاراً
قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَاراً cümlesi تَرْجُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. وَ haliyedir. قَدْ tahkik harfidir.Tekid ifade eder.
Fiil cümlesidir. خَلَقَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَطْوَاراً hal olup fetha ile mansubdur. Takdiri, متقلّبين (Değişerek) şeklindedir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَاراً
Ayet önceki ayetteki تَرْجُونَ fiilinin failinden haldir. و haliyye, قَدْ tekid ifade eden tahkik harfidir. Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَطْوَاراً , fiildeki كُمْ zamirinden haldir.
Beşinci ayetten itibaren ayet fasılalarında kelimelerin hepsinin اراً harfleriyle bitmesinde, lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Bu ifade, cümle olarak haldir. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, "Hal bu iken ve bu da O'na iman etmeyi gerektirirken, size ne oluyor da Allah'a iman etmiyorsunuz. Çünkü O, sizi önce toprak, sonra nutfe, sonra alaka, sonra mudga, sonra kemik ve et olarak yaratmış, daha sonra da size bir başka hilkat verdik" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۙ
Nûh aleyhisselâm önceki âyetlerde Allah’ın varlığını ve kudretini gösteren insanın oluşum ve gelişimiyle ilgili delillere dikkat çekmişti; burada da dış dünyadaki delillerden örnekler verilmektedir (yedi gök hakkında bilgi için bk. Bakara 2/29; Talâk 65/12). Ay, ışığını başkasından aldığı için âyette ona “ışık” (nûr) denilmiştir; güneşin ışığı ise kendinden olup bizzat aydınlatıcıdır. Bu sebeple âyette ona “kandil, ışık kaynağı, aydınlatıcı” anlamına gelen sirâc adı verilmiştir (ayrıca bk. Yûnus 10/5; Furkan 25/61-62).
اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۙ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. تَرَوْا bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَيْفَ istifham ismi hal olarak mahallen masubdur. خَلَقَ اللّٰهُ amili تَرَوْا ‘ın mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. سَبْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَمٰوَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzâfun ileyh olur. Muzâfun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzâf olduğu için cümledeki konumuna göre îrabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طِبَاقاً kelimesi سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ‘in hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze takrirî istifham harfi, لَمْ muzariye dahil olup, onu cezm eden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.
Takrîr, mütekellimin, muhatabın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
Bilinen nefy üslubu yerine istifham, onların cahillik ve gaflet içinde oldukları haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir.
تَرَ fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep-müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)
كَيْفَ istifham ismi, hal olarak nasb mahallindedir.
خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاً cümlesi iki mef’ûle müteaddi olan تَرَ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
سَبْعَ kelimesi, خَلَقَ fiilinin mef’ûludur ve سَمٰوَاتٍ ‘e muzâftır.
Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden طِبَاقاً kelimesi سَبْعَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
سَمٰوَاتٍ ‘deki nekrelik tazim içindir.
سَبْعَ سَمٰوَاتٍ (yedi gök) ifadesindeki سَبْعَ kelimesinin, muhatap olan Nuh'un kavminin veya İslama davet edilenlerin bildiği سَبْعَ vasfı olması caizdir. Böylece اَلَمْ تَرَوْا sorusunun kapsamındadır. Ya da idmâc yoluyla muhataba bunu öğretiyor olabilir. (Âşûr)
Onların dikkatini önce kendi yaratılışlarına çekmiştir; çünkü kendilerine en yakın görebilecekleri şey budur. Sonra evrene ve Yaratıcı’nın evrendeki apaçık kudretine ve ilmine şahitlik eden gökler, yer, güneş ve ay gibi varlıklara dikkat çekmiştir. (Keşşâf)
Kur’an'da أولم تر ile ألم تر geçen arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)
"Görmez misiniz?" sorusu gözle görmek anlamında değil, haber vermek anlamındadır. Benim filan kimseye nasıl yaptığımı görmedin mi? demeye benzer. (Kurtubî)
وَجَعَلَ الْقَمَرَ ف۪يهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً
وَجَعَلَ الْقَمَرَ ف۪يهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً
Ayet, atıf harfi وَ ‘la خَلَقَ اللّٰهُ cümlesine matuf olup mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
جَعَلَ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقَمَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ف۪يهِنَّ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir.
نُوراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَعَلَ الشَّمْسَ atıf harfi وَ ‘la خَلَقَ اللّٰهُ cümlesine matuf olup mahallen mansubdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الشَّمْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سِرَاجاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَجَعَلَ الْقَمَرَ ف۪يهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً
Cümle atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلَ fiiline müteallik olan car mecrur ف۪يهِنَّ , ihtimam için, mef’ûl olan نُوراً ‘e takdim edilmiştir
Aynı üsluptaki وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً cümleleri atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْقَمَرَ - الشَّمْسَ ve نُوراً - سِرَاجاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سِرَاجاً ve نُوراً kelimelerindeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.
وَجَعَلَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hz. Nuh kavmine Allah’ın onlara sunduğu imkanları ve nimetleri hatırlatıp tefekküre ve imana davet ederken وَجَعَلَ الْقَمَرَ ف۪يهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً ifadesi ile Ay’ın bir nur/ışık, Güneş’in ise siraç/lamba kılındığından bahsetmiştir. Güneş’in asıl ışık kaynağı olduğu, Ay’ın ise ışığını güneşten aldığını yansıtmak için mecâzî olarak ay ışığa, güneş lambaya benzetilmiştir. Çünkü lamba ışığın kaynağıdır. (Safvetü't-Tefâsir)
Aralarındaki ف۪يهِنّ ifadesi, göklerde demek olsa da bundan maksat dünya semasıdır; çünkü tabaka tabaka oluşları bakımından gökler arasında bir münasebet vardır. Bu bakımdan, her ne kadar hepsinin içinde olmasa da ف۪يهِنَّ كذا (onların içinde şu şu vardır) denmesi mümkündür. Nitekim bir kimse veya bir şey, şehrin sadece bir yerinde olduğu halde (sanki o, şehrin her yerinde imiş gibi) في المدينة كذا denilir. (Keşşâf)
Güneşi lambaya/kandile benzetmesi, karanlığı yeryüzünden izale etmesindendir, nitekim lamba da çevresini aydınlatır. (Beyzâvî)
Nasıl ki evde bulunanlar görmek ihtiyacında oldukları şeyleri kandilin ışığında görüyorlarsa, dünyada yaşayanlar da, yeryüzünü güneşin ışığında görürler, ufukları onunla seyrederler. İşte bu açıdan güneş, beliğ teşbih yoluyla kandile benzetilmiştir. (Ruhu’l Beyan)
وَاللّٰهُ اَنْبَتَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ نَبَاتاًۙ
وَاللّٰهُ اَنْبَتَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ نَبَاتاًۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. اَنْبَتَكُمْ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
اَنْبَتَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْاَرْضِ car mecruru اَنْبَتَكُمْ fiiline mütealliktir. نَبَاتاً masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْبَتَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نبت ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ اَنْبَتَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ نَبَاتاًۙ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, mehabet ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Müsned olan اَنْبَتَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ نَبَاتاًۙ ‘in mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَنْبَتَكُمْ fiiline müteallik car mecrur مِنَ الْاَرْضِ , ihtimam için, mef’ûlü mutlaktan naib olan نَبَاتاً ‘e takdim edilmiştir
اَنْبَتَكُمْ - نَبَاتاًۙ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Akıl ile idrak edilebilecek nimetleri aktararak Allah’ın kudretine dikkat çekmeye devam eden Hz. Nuh bu ayette وَاللّٰهُ اَنْبَتَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ نَبَاتاًۙ [Allah bir bitki gibi sizi topraktan bitirdi.] demektedir. Bu ifade; toprağa atılan bir tohum tanesinin yeşerip olgunlaşması gibi, bir damla su ile insanın anne karnında oluşumunun benzerliğine dikkat çekmiş olabileceği gibi, insanın topraktan biten bitkilerden aldığı vitamin ile oluştuğu gerçeğini mecazî bir tarzda ifade etmiş de olabilir. Bu durumda ayette istiâre-i tebeiyye vardır. İnsanların yaratılmaları ve çeşitli aşamalarla gelişmeleri, yeryüzünden çıkan bitkilere benzetilmiştir. Bitkilerin bitirilmelerini ifade eden اَنْبَتَكُمْ kelimesi, insanın gelişimine olan benzerliğinden dolayı onun yerinde kullanılmıştır. (Safvetü't-Tefâsir, Beyzâvî)
اَنْبَتَكُمْ kelimesi, istiare yoluyla ”meydana getirme" anlamında kullanılmıştır. Çünkü o, meydana gelme olayına daha çok delâlet etmektedir. Zira insanlar bitki olsalardı, hiç şüphesiz bitkilerin sonradan meydana geldikleri gibi meydana geleceklerdi. Ayrıca bu ifade insanın bir yönden bitki olduğuna dikkat çekmektedir. Şüphesiz insanın başlangıcı ve oluşumu bitki gibi topraktandır. O da gelişir, büyür, gerçi onun bitkilerden fazla olan bazı özellikleri vardır ama bitkiye benzer yönleri çoktur.
Bitki, ister ağaç gibi gövdeli olsun, isterse olmasın yerden biten her şeydir. Ama örfte, gövdesi olmayanlara has bir isim olmuştur. Hatta halk arasında sadece hayvanların yediğine nebat (bitki) denilir. (Ruhu’l Beyan)
ثُمَّ يُع۪يدُكُمْ ف۪يهَا وَيُخْرِجُكُمْ اِخْرَاجاً
ثُمَّ يُع۪يدُكُمْ ف۪يهَا وَيُخْرِجُكُمْ اِخْرَاجاً
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
Fiil cümlesidir. يُع۪يدُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪يهَا car mecruru يُع۪يدُكُمْ fiiline mütealliktir. يُخْرِجُكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la يُع۪يدُكُمْ ‘e matuftur.
يُخْرِجُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِخْرَاجاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
يُع۪يدُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عود ’dir.
يُخْرِجُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثُمَّ يُع۪يدُكُمْ ف۪يهَا وَيُخْرِجُكُمْ اِخْرَاجاً
Ayet, tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile önceki ayetteki cümlenin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪يهَا car mecruru يُع۪يدُكُمْ fiiline mütealliktir.
Aynı üsluptaki وَيُخْرِجُكُمْ اِخْرَاجاً cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle mef’ûlü mutlakla tekid edilmiştir.
اِخْرَاجاً - يُخْرِجُكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ثُمَّ يُع۪يدُكُمْ ف۪يهَا cümlesiyle, وَيُخْرِجُكُمْ اِخْرَاجاً cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يُع۪يدُكُمْ (sizi iade eder) - يُخْرِجُكُمْ (sizi çıkarır) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
“Sonra” kabirlere girmenizle “sizi yine oraya” (yere, toprağa) “döndürecek ve” kıyamet günü “sizi bir çıkarışla çıkaracak.” “Çıkaracak” اِخْرَاجاً (bir çıkarışla) masdarıyla tekid etmiş ve sanki “sizi gerçekten çıkaracak, bunda asla şüphe yok” demek istemiştir. (Keşşâf, Âşûr)
Hak Teâlâ'nın "Sonra sizi yine onun içine döndürecek" ifadesi, Kur'an'da alışılagelen "Allah sizi ilkin yaratmaya kadir olunca, yeniden diriltmeye de kadir olur" prensibine bir işarettir.
Hak Teâlâ'nın, وَيُخْرِجُكُمْ اِخْرَاجاً [Sizi yeni bir çıkarışla çıkaracak] ifadesini, mef’ûlu mutlakla tekdd etmiş, dolayısıyla da sanki, "Allah sizi, hiç şüphe yok ki kesinlikle yeniden çıkaracak" demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
”Geri çevirme" ile ”tekrar çıkarma" nın arası, ‘sonra’ anlamındaki ثُمَّ kelimesi ile değil, وَ harfi ile bağlanmıştır. Buna sebep, kabirdeki iade ile, çıkarmanın tek şey olduğuna işaret etmektir. Bunlardan bir kısmının mutlaka gerçekleşip, bir kısmının gerçekleşmemesi düşünülemez. (Ruhu’l Beyan)
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَـكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطاًۙ
“Allah yeryüzünü sizin için sergi gibi döşemiştir” anlamındaki ifade ile arza insanların rahatça hareket edebilecekleri bir yapı verildiği, üzerindeki yollardan ve onun her türlü nimetten yararlanabilecek bir yapıda yaratılmış olduğu anlatılmaktadır.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَـكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطاًۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. جَعَلَ لَـكُمُ cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَـكُمُ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِسَاطاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. جَعَلَ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَـكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطاًۙ
Cümle atıf harfi ‘la 17. ayetteki وَاللّٰهُ اَنْبَتَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ نَبَاتاً cümlesine atfedilmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında zahir isim olarak tekrar zikredilmesi, telezzüz, teberrük, muhabbet ve haşyet duyguları uyandırmak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلَ fiiline müteallik olan car mecrur لَـكُمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûllere takdim edilmiştir.
بِسَاطاًۙ ‘deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَـكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطاًۙ [Allah yeryüzünü sizin için bir yaygı yapmıştır.] Surenin bu bölümünde yeryüzü, düzlüğü ve genişliği açısında بِسَاطاً (yaygıya) benzetilmiştir. Burada da mecazî açıdan istiare bulunmaktadır. (Şerif Râdî, Telhîsu’l-Beyân, s. 349.)
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَـكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطاً [Yeryüzünü sizin için Allah bir döşek, yani (altınıza) serilmiş bir yaygı kılmıştır;] kişi, döşeğinde sağa sola döndüğü gibi siz de yeryüzü yaygısı üzerinde hareket ediyor, sağa sola gidiyorsunuz. (Keşşâf)لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلاً فِجَاجاً۟
لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلاً فِجَاجاً۟
لِ harfi, تَسْلُكُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْلُكُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru تَسْلُكُوا fiiline mütealliktir.
سُبُلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِجَاجاً۟ kelimesi سُبُلاً ‘in sıfatı veya ondan bedel olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلاً فِجَاجاً۟
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلاً فِجَاجاً۟ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle önceki ayetteki جَعَلَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. سُبُلاً ’in mahzuf haline müteallik مِنْهَا car mecruru, konudaki önemine binaen, mef’ûl olan سُبُلاً ‘e takdim edilmiştir.
Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِجَاجاً۟ kelimesi سُبُلاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لِتَسْلُكُوا ve سُبُلاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فِجَاجاً۟ geniş demektir, bu da فج 'in çoğuludur, مِنْ edatı da تَسْلُكُوا fiilinin الاتخاذ (edinme) manasını içermesindendir. (Beyzâvî)
‘’Geniş yol" diye ifadelendirdiğimiz فج kelimesinin, iki dağ arasındaki geçit anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Müfredât adındaki eserde şöyle denilmiştir: فج , iki dağın kuşattığı yoldur. Aynı zamanda geniş yol anlamında da kullanılır. Yani ayetin anlamı şudur: Yeryüzünden yollar edinerek gitmeniz ve geliş gidişte kullanmanız için... Yeryüzünün sergi gibi oluşu, uyumak, dinlenmek, ekmek ve dikmek gibi diğer maksat ve menfaatlere ters düşmez. (Ruhu’l Beyan)
قَالَ نُوحٌ رَبِّ اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُٓ اِلَّا خَسَاراًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | نُوحٌ | Nuh |
|
3 | رَبِّ | Rabbim |
|
4 | إِنَّهُمْ | elbette onlar |
|
5 | عَصَوْنِي | bana karşı geldiler |
|
6 | وَاتَّبَعُوا | ve uydular |
|
7 | مَنْ | bir adama |
|
8 | لَمْ |
|
|
9 | يَزِدْهُ | artırmayan |
|
10 | مَالُهُ | malı |
|
11 | وَوَلَدُهُ | ve çocuğu |
|
12 | إِلَّا | dışında |
|
13 | خَسَارًا | ziyan |
|
Sonraki birçok peygamber gibi Hz. Nûh’un da kendi halkının ileri gelenlerinin direnişiyle karşılaştığı anlaşılmaktadır. Halkın peşlerinden gittiği bu üst tabakanın servet ve mevkileri, kibirlerini ve küstahlıklarını arttırarak onları bir yok oluşa sürüklemiştir. Âyette sadece dünyevî imkân ve ikballere önem vermenin uzun vadede mutlaka mânevî değerleri yok edip toplumun temel dokusunu tahrip edeceği gerçeğine de işaret edilmektedir.
İnkârcı önderlerin “tuzak kurmaları”nı anlatan ifade, ayak takımını Nûh’u öldürmeye kışkırtmaları veya kendilerinin zengin ve güçlü olduklarını hatırlatarak bunu, doğru yolda bulunduklarının bir kanıtı olarak göstermeleri şeklinde açıklanmıştır.
قَالَ نُوحٌ رَبِّ اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُٓ اِلَّا خَسَاراًۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. نُوحٌ fail olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavli رَبِّ اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبِّ muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي ‘dır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَصَوْن۪ي izafeti اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
عَصَوْن۪ي mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اتَّبَعُوا atıf harfi وَ ‘la عَصَوْن۪ي ‘e matuftur.
اتَّبَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يَزِدْهُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَزِدْهُ sukün ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَالُهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَدُهُٓ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اِلَّا hasr edatıdır. خَسَاراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّبَعُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قَالَ نُوحٌ رَبِّ اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُٓ اِلَّا خَسَاراًۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Münada konumundaki رَبِّ izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبِّ izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkâri kelamdır. Cümle haber üslubunda geldiği halde, durumunu arz etmek ve kavmine karşı yardım isteme hazırlık manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan عَصَوْن۪ي , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Haberin اِنَّ ile tekid edilmesi, tehassür(üzüntü) ve yardım isteme duygularını öne çıkarmak için kullanılması sebebiyledir. (Âşûr)
Aynı üsluptaki وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُٓ اِلَّا خَسَاراًۚ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُٓ اِلَّا خَسَاراًۚ cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
Muzari fiiller istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَدُهُٓ , fail olan مَالُهُ ‘ya matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَزِدْهُ fiili, مَالُهُ ‘ya isnad edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan artırma fiili mala nispet edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır.
Hüsranın artması ile mal arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Çünkü mal, hüsranın artış sebebidir. Burada sebep zikredilmiş ve sonuç kastedilmiştir.
Nefy harfi لَمْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan, iki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. يَزِدْهُ maksur/sıfat, خَسَاراًۚ maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir.
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda يَزِدْهُ fiilindeki fail maksûr/mevsûf fiili sadece مَالُهُ maksurun aleyh/sıfat mef'ûlu üzerinde gerçekleştirmeye tahsis edilir ve kasr-ı mevsûf ale’s sıfat olur.
يَزِدْ fiilinin ikinci mef’ûlü olan خَسَاراً ‘daki nekrelik, kesret ve nev içindir.
الخَسارُ; kötülüğün ortaya çıkışı manasında müsteardır. (Âşûr)
Nuh Peygamberin, Rabbine münacatının anlatımı uzadığı için burada da قَالَ نُوحٌ (Nuh dedi ki) ifadesi tekrar edilmiştir. (Ebüssuûd)
وَمَكَرُوا مَكْراً كُبَّاراًۚ
وَمَكَرُوا مَكْراً كُبَّاراًۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. مَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَكْراً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُبَّاراً kelimesi مَكْراً ‘ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
كُبَّاراً mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَكَرُوا مَكْراً كُبَّاراًۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Ayette mütekellim Hz. Nuh, muhatap Allah Teâlâ’dır.
Âşûr ise 5. Ayetteki Nuh (as)’ın sözünden bedeli iştimal olduğu görüşündedir.
Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Mef’ûlu mutlak مَكْراً için sıfat olan كُبَّاراً kelimesi, mübalağa veznindedir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَكَرُوا - مَكْراً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَكَرُوا /Tuzak kurdular fiili, “[zarardanbaşka bir şey] getirmeyen” cümlesine atfedilmiştir. Zamirin çoğul olması ise bunun, çoğul manada kullanılan مَنْ (kimseler) edatına ait olması sebebiyledir. Tuzak kuranlar, elebaşlarıdır. Kurdukları tuzaklar; dinde hilekarlık yapmaları, Hz. Nuh’a tuzak kurmaları, insanları ona eziyet etmeye kışkırtmaları, insanların Hz. Nuh’a meyledip onu dinlemesini engellemeleri ve “Nuh’un Rabbine ibadet edeceğiz diye kendi ilahlarınızı terk etmeyin!” demeleri şeklinde olmuştur. (Keşşâf)
Keşfu'l-Esrar adındaki eserde şöyle denilmektedir: مَكْراً sözlükte: ‘en büyük hile’ anlamındadır. Bu kelime Allah'a nispet edildiğinde tedbir ve idareyi gizlemek anlamında anlaşılır.
كُبَّاراً kelimesi de, büyüklüğün son haddi anlamındadır. Onların ”en büyük tuzak ”ları manası, insanları dinden uzaklaştırmak konusundaki hileleri ve onları Hazret-i Nuh'a eziyet etmeleri için kandırmalarıdır. Tevhid, mertebelerin en yücesi olunca, ondan men etmek ve şirki emretmek büyük günahların en büyüğüdür. Bu yüzden Allah, bu fiili, ”en büyük tuzak" diye nitelemiştir. (Ruhu’l Beyan)
مَكَرُوا (Tuzak kurdular) bu da 21. ayetteki لَمْ يَزِدْهُ 'ya matuftur, zamir مَنْ 'e racidir, cemi olması da manadan dolayıdır (çok büyük bir tuzak) gayet büyük demektir. Bu da كبار 'dan, o da كبير 'den daha mübalağalıdır. Bu da dinde hile yapmalarından ve halkı Nuh'a kışkırtmalarındandır. (Beyzâvî)
وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَداًّ وَلَا سُوَاعاًۙ وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْراًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
2 | لَا |
|
|
3 | تَذَرُنَّ | bırakmayın |
|
4 | الِهَتَكُمْ | tanrılarınızı |
|
5 | وَلَا | ve |
|
6 | تَذَرُنَّ | bırakmayın |
|
7 | وَدًّا | Vedd’i |
|
8 | وَلَا | ve ne de |
|
9 | سُوَاعًا | Suva’ı |
|
10 | وَلَا | ve ne de |
|
11 | يَغُوثَ | ve Yeğus’u |
|
12 | وَيَعُوقَ | ve Ye’uk’u |
|
13 | وَنَسْرًا | ve Nesr’i |
|
Tefsir kaynaklarında burada geçen isimlerin, aslında Âdem’in çocuklarına veya sâlih kişilere ait isimler olduğu bildirilmektedir. Buna göre sâlih kişilerin ölümünden sonra, önceleri onların anılarını canlı tutmak ve hâtıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine temsil ettiği sâlih kişinin ismi verilmiş; fakat zamanla kutsallık yüklenen bu heykellere tanrı gözüyle bakılıp tapılmıştır. Kaynaklar bu heykellerin Câhiliye dönemi Arapları’nın da tanrıları arasında yer aldığını kaydetmektedir. Nitekim Araplar çocuklarına “Vedd’in kulu, Yegūs’un kulu” anlamında Abdü Ved, Abdü Yegūs adlarını veriyorlardı (bk. Zemahşerî, IV, 164; Râzî, XXX, 143; Şevkânî, V, 346). Muhtemelen bunların isimleri Nûh’un gemisinde bulunan müminler tarafından sonraki nesillere anlatılmış, onlar da tanrılarına bu isimleri vermişlerdir.
وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَداًّ وَلَا سُوَاعاًۙ وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْراًۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَذَرُنَّ fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. İltika-i sakineynden dolayı fail olan و hazf edilmiştir. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
اٰلِهَتَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا تَذَرُنَّ atıf harfi وَ ‘la birincisine matuftur.
وَداًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
سُوَاعاً atıf harfi وَ ‘la لَا يَغُوثَ matuftur. يَعُوقَ ve نَسْراً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يَغُوثَ - يَعُوقَ kelimeleri gayri munsarifdir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَداًّ وَلَا سُوَاعاًۙ وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْراًۚ
Ayet atıf harfi وَ ile 21. ayetteki sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Ayette mütekellim Hz. Nuh, muhatap Allah Teâlâ’dır.
Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hz. Nuh'a tabi olmayanlar, sözlerini nun-i sakile ve zaid harfle ile tekid etmişlerdir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Aynı üsluptaki وَلَا تَذَرُنَّ وَداًّ وَلَا سُوَاعاًۙ وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْراًۚ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا سُوَاعاً ve لَا يَغُوثَ ‘daki nefy harfi olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.
وَداًّ وَلَا سُوَاعاًۙ وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْراًۚ kelimeleri birbirine atfedilmiş put isimleridir. Cihet-i camiâ temâsüldür. Kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَا- تَذَرُنَّ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müşriklerin, “ilâhlarınızı bırakmayın” sözünden sonra ilâhlarının isimlerini saymaları umumdan sonra hususun zikri babında, ıtnâb sanatıdır.
[Asla terk etmeyin Vedd’i…] Adı geçen putların, Nuh kavmi nezdinde en büyük putlar olduğu anlaşılıyor. Bu sebeple [Sakın tanrılarınızı bırakmayın!] sözünden sonra özellikle bunları zikretmişlerdir. (Keşşâf, Ebüssuûd)
A‘meş (v. 148/765) يَغُوثَ ve يَعُوقَ kelimelerini munsarif olarak يَغُوثَاً ve يَعُوقَاً şeklinde okumuştur; fakat bu kıraat problemlidir. Çünkü bu iki kelime ister Arapça olsun ister yabancı olsun, her ikisinde de (kelimeyi) gayr-i munsarif kılan iki sebep vardır. Bu iki sebep ya marifelik ve fiil vezni veya marifelik ve yabancı kelime olmaktır. Belki de A‘meş, يَغُوثَ ve يَعُوقَ kelimelerinin kardeşlerinin وَداًّ , سُوَاعاًۙ , نَسْراًۚ şeklinde munsarif olduklarını gördü de aralarındaki yakınlık sebebiyle bu iki kelimeyi de munsarif olarak okudu. (Keşşâf)وَقَدْ اَضَلُّوا كَث۪يراًۚ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا ضَلَالاً
Hz. Nûh’un bu âyetteki ifadesinden anlaşıldığına göre toplumun ileri gelenleri yani zalimler etkili propaganda ve baskılarıyla birçok kimseyi yoldan çıkarmış, putperest yapmışlardır. İnsanları hidayete erdirmek için gönderilmiş olan peygamberin, onların sapkınlıklarının arttırılmasını istemeyeceğini belirten müfessirler, Nûh’un, “(Rabbim!) Sen de artık bu zalimlerin şaşkınlıklarını arttır!” meâlindeki bedduasında kullandığı dalâl (sapkınlık) kelimesine, “ceza” veya “haksız eylemlerinde başarısızlık” gibi anlamlar vermişlerdir (bk. Râzî, XXX, 145; İbn Âşûr, XXIX, 211). Onların iman etmeyecekleri vahyin bildirimiyle kesinlik kazandığı için Nûh’un haklarında beddua ettiği de söylenebilir (bk. Hûd 11/36).
وَقَدْ اَضَلُّوا كَث۪يراًۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَدْ اَضَلُّوا كَث۪يراًۚ cümlesi mukadder mekulü’l-kavl cümlesi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, قال نوح (Nuh dedi) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اَضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَث۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَضَلُّوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا ضَلَالاً
Cümle, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavl’e matuftur.
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir olup dua manasındadır. تَزِدِ sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
الظَّالِم۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِلَّا hasr edatıdır. ضَلَالاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَدْ اَضَلُّوا كَث۪يراًۚ
Ayet takdiri, قال نوح (Nuh dedi ki) olan cümlenin mekulü’l-kavlidir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olan وَقَدْ اَضَلُّوا كَث۪يراً cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl olan كَث۪يراًۚ ‘deki nekrelik kesret ifade eder.
وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا ضَلَالاً
Atıf harfi وَ ile mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiş ve cümle olumlu mana kazanmıştır.
Nehiy üslubunda geldiği halde dua manası taşıması sebebiyle lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşriklerin, bu cümlede zamir yerine الظَّالِم۪ينَ şeklinde zahir isim ile anılmaları, dalaletlerinin asıl sebebine vurgu için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
İkinci mef’ûl ضَلَالاً ‘deki nekrelik kesret ve nev ifade eder.
اَضَلُّوا - ضَلَالاً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الظَّالِم۪ينَ - ضَلَالاً ve تَزِدِ - كَث۪يراًۚ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şayet “Hz. Nuh’un onlar için dalalet istemesi ve bu sapıklığı artırması için Allah’a dua etmesi nasıl caiz olabilir?” dersen şöyle derim: Burada dalâletten maksat; o kimselerin, bütün güçleriyle küfre sarılmaları ve artık imanlarından ümidin kesilmesi sebebiyle, yardımsız bırakılmaları ve lütuflardan mahrum edilmeleridir. Bu ise güzel bir şeydir ve bu şekilde dua edilmesi caizdir. Hatta bunun hilafına dua etmek güzel olmaz. 28. ayetteki [Zalimlerin ise helakten başka bir şeylerini artırma (Allah’ım)!] duasından hareketle dalaletten maksadın yok olmak ve helak olmak anlamında olması da mümkündür. (Keşşâf)
الظَّالِم۪ينَ ile kasdedilen; ona tabi olmayan kavmidir. (Âşûr)
الضَّلالُ kelimesi; 22. ayetteki Nuh (as)’ın وَمَكَرُوا مَكْراً كُبَّاراً [Ve onlar büyük bir hile kurdular.] sözündeki korktuğu hilelerinin başarılı olmaması anlamında müstear olmuştur. (Âşûr)
"Sapkınlık" diye ifade ettiğimiz ”dalâl" kelimesinden murad, yok olmak, telef olmaktır. Yoksa, dinî konulardaki sapkınlık değildir. Dolayısıyla ”Nuh (as) insanları sapkınlıktan kurtarmak için gönderildi. (Ruhu’l Beyan)
مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا فَاُدْخِلُوا نَاراً فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْصَاراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مِمَّا | dolayı |
|
2 | خَطِيئَاتِهِمْ | hatalarından |
|
3 | أُغْرِقُوا | boğuldular |
|
4 | فَأُدْخِلُوا | sokuldular |
|
5 | نَارًا | ateşe |
|
6 | فَلَمْ | ve |
|
7 | يَجِدُوا | bulamadılar |
|
8 | لَهُمْ | kendilerine |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | دُونِ | başka |
|
11 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
12 | أَنْصَارًا | yardımcılar |
|
Bu âyet Nûh’un sözü değil, Allah’ın kelâmı olup inkârcılar hakkında verilen hükmü ve uygulanan muameleyi haber vermektedir. Nûh kavminin, günahları yüzünden tûfanda boğularak dünyada hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları, âhirette de cehenneme gönderilecekleri bildirilmiş; böylece dolaylı olarak onlar gibi putlara tapan Araplar da uyarılmıştır (Nûh tûfanı ve kapsamı hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-44).
مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا فَاُدْخِلُوا نَاراً فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْصَاراً
مِنْ harf-i ceri sebebiyyedir. مَّا zaiddir. مِنَ خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ car mecruru اُغْرِقُوا fiiline mütealliktir. اُغْرِقُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. اُدْخِلُوا atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُدْخِلُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. نَاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَمْ يَجِدُوا atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَجِدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir.
مِنْ دُونِ car mecruru اَنْصَاراً ‘ın mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَنْصَاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُغْرِقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غرق ’dir.
اُدْخِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ‘dir.
إِفْعَال babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا فَاُدْخِلُوا نَاراً فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْصَاراً
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap, Hz. Peygamberdir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
مِنْ harf-i ceri sebebiyye, مَّا tekid için gelen zaid harftir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اُغْرِقُوا fiiline müteallik olan car mecrur مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ , boğulmalarının hataları sebebiyle olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir
Aynı üsluptaki فَاُدْخِلُوا نَاراً cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُغْرِقُوا - اُدْخِلُوا fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an’da tehdit manası olan fiiller genellikle meçhul sıygada gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Ayetteki مَّا edatı sıladır ve ayetin manasını tekit etmektedir. Bu kullanım cümleye; “Tufan sebebiyle değil, kendi hatalarından dolayı boğuldular.” manası vermektedir. (Taberî)
Nuh kavminden bahseden اُدْخِلُوا fiilinin başına فَ edatının getirilmesi, boğulmanın akabinde cehenneme girdirildiklerini ifade etmektedir. Ayetin ifade ettiği bu anlam kabir azabına delil olarak kullanılmıştır. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 30, s. 145)
نَاراً (ateş) kelimesinin nekre olması, ateşin durumunu büyütmek içindir. Veya Allah onlar için, günahlarına göre bir çeşit ateş yaratmıştır. (Keşşâf, Ruhu’l Beyan)
Boğulmak kelimesi ile Cehenneme girmenin lâzımı olan ‘yanmak’ kelimesi arasında tıbâk sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi,)
Bu ateşten murad, kabir azabı olabilir. Buna göre, onların ateşe sokulmaları, tufan suyunda boğulmalarından hemen sonradır. Onların suda olmaları da buna engel değildir. Nitekim Dahhâk'tan rivayet olunduğuna göre diyor ki: "Onlar bir yandan boğuluyorlardı, bir yandan da ateşte yanıyorlardı."
Yahut bu ateşten murad cehennemdir. Buna göre onların boğulma akabinde cehenneme girmeleri, gerçekleşeceği muhakkak olduğu için, boğulmalarından hemen sonra olacakmış gibi sayılmıştır.
Allah'a (cc) karşı yardımcılar bulamamalarının belirtilmesi, onların Allah'tan başka ilâhlar edindiklerine, bunların, kendilerine yardım etmeye muktedir olmadıklarına tarizdir ve onlar için bir tahkirdir. (Ebüssuûd)
مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ günahları yüzünden sözünün öne alınması, onların, ancak günahları yüzünden tufanla boğulduklarını ve ateşlere sokulduklarını beyan içindir. Bu manayı مَّا ‘yı ziyade kılmak suretiyle tekid etti. Günah işleyen kişiye menedici olarak bu yeter. Zira Nuh Kavmi'nin küfrü -en büyükleri de olsa- onların günahlarından sadece biriydi. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Sözünde güzel bir tıbâk vardır. Çünkü ateşle boğulmanın çağrıştırdığı su manası arasında zıtlık mevcuttur. (Âşur)
Burada mef'ûlün fiilden önce getirilmesi, söze ‘ancak, yalnız, sırf’ gibi manalar kazandırır. Yani başka sebepten ötürü değil, açıklandığı üzere sırf kendilerinin birçok büyük günahlarından ötürü suda boğuldular, tufana boğuldular. Sonra da bir ateşe atıldılar. Bu, berzah yani ölülerin ruhlarının kıyamete kadar bulundukları yerdeki veya kabirdeki azaptır. Suya boğulmakla ateşe atılmak gibi iki zıt azabın bir araya getirilmesinde eşsiz bir tıbak sanatı vardır. (Elmalılı)
فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْصَاراً cümlesi atıf harfi فَ ile فَاُدْخِلُوا نَاراً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِن دُونِ اللَّهِ car mecruru mahzuf hale, لَهُمْ car mecruru ise mahzuf ikinci mef’ûle müteallikdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak, مِنْ دُونِ اللّٰهِ car mecruru ise ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti kısa yoldan izah ve gayrıyı tahkir içindir. يَجِدُوا fiilinin mef’ûlü olan
اَنْصَاراً ‘daki nekrelik kıllet, nev ve umum ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا فَاُدْخِلُوا نَاراً فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْصَاراً cümlesi Nuh -aleyhisselâm-'ın sözleri arasına giren itiraziyye cümlesidir. Bu, Nuh (as)’ın söylediği kıssanın bir parçası değildir; Cenab-ı Hakk'ın, Resulu Muhammed (sav)’e gelen bir haberdir. Nuh kavmi için beddua etmeden önce kendisine zafer ve itaat etmeyenlere de ceza takdir edilmişti. Nuh (as) kavminin boğulduğunu Muhammed (sav) biliyordu. Burada sadece sebebini bildirmek kastedilmiştir. (Âşûr)
مِنْ harf-i ceri ta’liliyyedir. ما harfi ta’lil manasını tekid eder. (Âşûr)وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّاراً
Nûh peygamber, artık bundan sonra inkârcılar arasından kendisine iman edenlerin çıkmayacağını vahiy yoluyla öğrenince yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi bırakmamasını Allah Teâlâ’dan niyaz etmiştir. Âyetin devamı Nûh’un kişisel sebeplerden değil, gelecek nesillerin kurtuluşu için böyle bir bedduada bulunduğunu göstermektedir.
وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّاراً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. نُوحٌ fail olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبِّ muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur. لَا تَذَرْ nidanın cevabıdır.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَذَرْ sukün üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلَى الْاَرْضِ car mecruru تَذَرْ fiiline mütealliktir. مِنَ الْكَافِر۪ينَ car mecruru دَيَّاراً ‘ın mahzuf haline mütealliktir. دَيَّاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لْكَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّاراً
Ayet atıf harfi وَ ile 21. ayete atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّاراً cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Cümle nida üslubunda geldiği halde dua manası taşıdığı için lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Münada konumundaki رَبِّ izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
رَبِّ izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّاراً cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. تَذَرْ fiiline müteallik car mecrur عَلَى الْاَرْضِ ve دَيَّاراً ’in mahzuf haline müteallik مِنَ الْكَافِر۪ينَ car mecruru konudaki önemlerine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
تَذَرْ fiilinin mef’ûlü دَيَّاراً ‘deki nekrelik kıllet, nev ve umum ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
دَيَّاراً (yurt tutan) kelimesi, umumi nefy anlamında kullanılan isimlerden biridir. Mesela; “Evde ev sakini namına hiç kimse yok!” anlamında ما بالدارِ ديَّارٌ ve ديّورٌ denilir. قيُّوم - قيَّام gibi. ديَّار kelimesi; ألدَّوْر veya ألدَّار kökünden فيعال veznindedir. Aslı دَيْواَر ‘dır. Buna سَيِّد (efendi) ve ميِّت (ölü) kelimelerinin aslına yapılan şey yapılmıştır. Eğer فعّال vezinden olsaydı دَوَّار olurdu. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı)اِنَّكَ اِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِراً كَفَّاراً
اِنَّكَ اِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِراً كَفَّاراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ تَذَرْهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَذَرْهُمْ şart fiili olup sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُضِلُّوا cümlesi şartın cevabıdır. يُضِلُّوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عِبَادَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَلِدُٓوا atıf harfi وَ ‘la يُضِلُّوا ‘ya matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَلِدُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. فَاجِراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَفَّاراً kelimesi فَاجِراً ‘ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
يُضِلُّوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
إِفْعَال babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاجِراً kelimesi, sülâsi mücerredi فجر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ اِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِراً كَفَّاراً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ‘nin haberi olan اِنْ تَذَرْهُمْ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan تَذَرْهُمْ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi olan يُضِلُّوا عِبَادَكَ , müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عِبَادَ kelimesinin, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, kullar için tazim ve teşrif ifade eder.
وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِراً كَفَّاراً cümlesi atıf harfi وَ ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiş ve cümle olumlu mana kazanmıştır. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاجِراً için sıfat olan كَفَّاراً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِراً كَفَّاراً cümlesinde evveliyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
كَفَّاراً - فَاجِراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette Hz. Nuh’un kavmi aleyhine yaptığı bedduanın devamı vardır. Ayetin وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِراً كَفَّاراً bölümü, Zemahşerî’ye göre “Onlar ahlaksızlık yapacak ve inkar edecek kimseleri doğuracaklar” anlamına gelmektedir. İlerde olacakları durumları ile onları nitelemiştir. (Keşşâf)
Burada alakası “geleceği dikkate almak - evveliyet - i’tibâra mâ yekûnu“ olan bir mecâz-ı mürsel vardır. İ’tibâra mâ yekûnu, alakası bir şeyin gelecekte olacağı haliyle isimlendirilerek kullanılması demektir. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatları Açısından Meal Problemleri)
رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِناً وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَاراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | رَبِّ | Rabbim |
|
2 | اغْفِرْ | bağışla |
|
3 | لِي | beni |
|
4 | وَلِوَالِدَيَّ | ve babamı-anamı |
|
5 | وَلِمَنْ | ve kimseyi |
|
6 | دَخَلَ | giren |
|
7 | بَيْتِيَ | evime |
|
8 | مُؤْمِنًا | inanarak |
|
9 | وَلِلْمُؤْمِنِينَ | ve inanan erkekleri |
|
10 | وَالْمُؤْمِنَاتِ | ve inanan kadınları |
|
11 | وَلَا | ve |
|
12 | تَزِدِ | artırma |
|
13 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
14 | إِلَّا | dışında bir şeyi |
|
15 | تَبَارًا | helaki |
|
Kaynaklar Hz. Nûh’un anne ve babasının mümin olduklarını, bu sebeple onlar için dua ettiğini kaydetmişlerdir. “İnanmış olarak evime girenleri” ifadesiyle mümin olmayan karısı ve oğlunu duasının dışında tuttuğu anlaşılmaktadır. Nûh aleyhisselâmın duasının kıyamete kadar gelecek olan bütün müminleri kapsadığı, aynı şekilde zalimler aleyhindeki bedduasının da kıyamete kadar gelecek olan bütün zalimler hakkında geçerli olduğu kabul edilir.
رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِناً وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبِّ muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
اغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiil olup dua manasındadır. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. ل۪ي car mecruru اغْفِرْ fiiline mütealliktir. لِوَالِدَيَّ car mecruru atıf harfi وَ ‘la ل۪ي ‘e matuftur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceri ile makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası دَخَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
دَخَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَيْتِيَ mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُؤْمِناً kelimesi دَخَلَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لِلْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru اغْفِرْ fiiline mütealliktir. الْمُؤْمِنَاتِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مُؤْمِناً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan إِفْعَال babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَاراً
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَزِدِ sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الظَّالِم۪ينَ mef’ûlün bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِلَّا hasr edatıdır. تَبَاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِناً وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ
İtiraziyye olarak gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmesine karşın, cümle emir anlamından çıkarak dua manasına gelmiştir. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Müşterek ismi mevsûl مَنْ harf-i cer nedeniyle اغْفِرْ fiiline mütealliktir. Mevsûlün sılası olan دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِناً وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
دَخَلَ fiilinin failinden hal olan مُؤْمِناً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Hz. Nuh’un bağışlanmasını dilediği kimselerin sayıldığı cümlede, taksim sanatı vardır.
مُؤْمِناً - مُؤْمِن۪ينَ - مُؤْمِنَاتِۜ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَاراً
Cümle hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la …اغفر cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiş ve cümle olumlu mana kazanmıştır.
Nehiy üslubunda geldiği halde dua manası taşıması sebebiyle lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İkinci mef’ûl olan تَبَاراً ‘in nekreliği nev ve umum ifade eder.
23 ve 28. ayetler: Nuh kavminin önderleri Allah’a karşı putları sahiplenmelerini halka ifade ederken [Sakın ilahlarınızı bırakmayın! Ved’i, Süvâ’ı, Yegus’u, Yeûk’u ve Nesr’i terk etmeyin!] demişlerdir. Ayette öncelikle [İlâhlarınızı bırakmayın!] denilerek umum zikredilmiş, daha sonra husus zikredilerek putlar tek tek aktarılmıştır. Burada belâgat açısından umumdan sonra hususun zikri vardır. 28. ayette ise Hz. Nuh’un duasına yer verilirken [Beni, anne-babamı, evime mümin olarak girenleri ve bütün inananları bağışla.] denilmiştir ki 23. ayetin tersine önce husus zikredilip umuma doğru gidilmiştir. Burada husustan sonra umumun zikri vardır. Her iki yerdeki bu kullanımlar ıtnâb sanatındandır. (Safvetü't-Tefâsir)
Bu ayette Hz. Nuh (as) öncelikle kendisi için ana-babasına ve evine iman etmiş olarak giren ifadesinden sonra da bu üç ifadeyi de kapsayan iman eden erkek المؤمنون ve kadınlar المؤمنات lafızlarını ifade ederek umum için dua etmesi, özel olarak zikredilenlere olan önemi ortaya koymakta ve bir nevi duanın vurgulanması ve önce zikredilenler için duanın tekrarlanması anlamını ortaya çıkarmaktadır. (Suyûtî, Mu‘teraku’l-akrân fî i‘câzi’l-Kur’ân)
Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bahçedeki çiçeklerine bakarken, yapraklarına yansıyan gölgesiyle konuşuyordu:
Bir bitki gibisin. Topraktan geldin, yine oraya döneceksin. İstediğini ye ve giyin, toprak altında yatacaksın. Belki büyüklenirsin, güzelliğin ile övünürsün ama ışıksız ve susuz yaşamını sürdüremezsin. Allah’ın yardımı ve koruması olmasa, dünyanın şiddetine ve fırtınasına karşı koyamazsın, ne kadar da acizsin. İstediğin makama ya da zenginliğe sahip ol, herkes gibi sonunda toprağa karışırsın. Dünyadaki her türlü üstünlüğün geçersiz olduğunu ve Allah katındaki derecenin önemini anlarsın. Allah rızasını kazanmadan ölürsen eğer, tek bir adım olsun ilerleyemediğini görürsün.
Rabbimiz! Sahip olduğumuz her şeyimizle Sana itaat ve ibadet edenlerden eyle. Sapkınlardan ve onların sapkınlıklarından korunanlardan, onlara meyil etmekten ve yolları ile amellerine ortak olmaktan kaçınanlardan eyle. Kalbimiz; Seni ve Senin sevdiklerini sevsin. Zihnimiz; Sana kulluk ve iki cihanda da kazançlı çıkmamız için gerekenleri öğrensin. Nefsimiz; dünya hevesleri karşısında sakinleşsin ve Senin rızana kavuşturacak amellere heves etsin. Dilimiz; Seni ansın ve hayrı konuşsun. Ellerimiz; haramdan uzaklaşsın ve katında helal kıldıklarına uzansın. Ayaklarımız; Sana yaklaşma umudu ile Senin yolunda yürüsün.
Hz. Nuh’un duasını öğrenmek ve gönülden etmek duası ile:
Rabbim! Beni, anne babamı, inanmış olarak evime girenleri, mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla. Zalimleri ise daima helak et.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji