4 Mayıs 2026
Cin Sûresi 1-13 (571. Sayfa)
Cin Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 28 âyettir. Ağırlıklı olarak cinlerden bahsettiğiiçin “Cin sûresi” adını almıştır. Sûrede ayrıca tevhit, peygamberlik ve öldüktensonra dirilmek gibi meseleler konu edilmektedir.

Mushaftaki sıralamada yetmiş ikinci, iniş sırasına göre kırkıncı sûredir. A‘râf sûresinden sonra, Yâsîn sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 

Abdullah b. Abbas’ın naklettiği rivayete göre bir gün Hz. Peygamber ashabından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle denilen yerde onlara sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72).

Sûrenin ana konusu cinler ve bunlara ait özel durumlardır. Sûrede bir cin topluluğunun Hz. Peygamber’den Kur’an dinlediği ve ona iman ettiği, inanç bakımından cinlerin de müminler ve kâfirler olarak ikiye ayrıldığı bildirilmekte ve cinlerle ilgili olarak insanın normal yollardan elde edemeyeceği bilgiler verilmektedir. Ayrıca sûrede Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği, büyüklüğü, evrendeki hükümranlığı ve Allah’tan başkasına ibadet edilmemesinin gereği üzerinde durulmuş, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeye iman gibi İslâm’ın bazı inanç esasları ele alınmıştır. Gayb bilgisinin Allah’a mahsus olduğu, bu bilgileri ancak kendisinin razı olduğu kimselere bildireceği ve Allah’ın ilminin kuşatıcılığı ifade edilerek sûre sona ermiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Cin Sûresi 1. Ayet

قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰناً عَجَباًۙ  ...


1-2. Ayetler Meal  :   
(Ey Muhammed!) De ki: “Bana cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: “Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur’an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أُوحِيَ vahyolundu و ح ي
3 إِلَيَّ bana
4 أَنَّهُ gerçekten
5 اسْتَمَعَ (Kur’an) dinledikleri س م ع
6 نَفَرٌ bir topluluğun ن ف ر
7 مِنَ -den
8 الْجِنِّ cin(ler)- ج ن ن
9 فَقَالُوا ve dedikleri ق و ل
10 إِنَّا şüphesiz biz
11 سَمِعْنَا dinledik س م ع
12 قُرْانًا bir Kur’an ق ر ا
13 عَجَبًا harikulade güzel ع ج ب

Sözlükte cin, “örtmek, gizli kalmak” anlamındaki cenne fiilinden isim olup “gizli, görünmeyen varlıklar” mânasına gelir, tekili cinnîdir. Terim olarak cin, ateşten yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irade sahibi, ilâhî emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifade eder. Cin kelimesi gerek Kur’an’da (22 yerde) gerekse diğer İslâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir akıllı / şuurlu varlık türünün adı olarak kullanılmıştır.

İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nisbetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri katedebilir, insanlar onları görmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dair yanlış inancı Kur’an kesinlikle reddeder (bk. Sebe’ 34/14). Gökteki meleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez (bk. Hicr 15/18). Kur’an bazı cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüklerini ve insanlarla beraber çalıştıklarını bildirmektedir (bk. Sebe’ 34/12-13).

Cin telakkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde mevcuttur. Eski Asurlular ve Bâbilliler’de kötü ruh ve cinlere inanılırdı. Sâmî kökenli kavimlerde cinlerin değişik sınıfları bulunduğu kabul edilirdi. Eski Mısır’da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi sürüngenlere benzetilirdi. Eski Yunanlılar’da daimon adı verilen insan üstü varlıklar bulunduğu kabul edilir, bunlar iyi ve kötü olarak ikiye ayrılırdı. Eski Romalılar’da da insanlara zarar verebilen kötü ruhlar telakkisi mevcuttu. Çinliler’de cinlerin her yerde bulunduğu, iyi ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlardı. Hintliler’de de iyi ve kötü cin telakkisi mevcuttu. İran kültüründe cin telakkisi Zerdüşt öncesinden gelir. Eski Türkler’de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler şaman tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı.

İsrail kültüründe, daha çok İran’ın düalist sisteminin tesiriyle kötü ruh ve cin anlayışı belirginleşmişti. Yahudiler cinlerin çöllerde ve harabelerde yaşadığına inanırlardı. Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve felâket veren, kan emen cinlerden söz edilirdi (II. Samuel, 1/9; Süleyman’ın Meselleri, 30/15). Hıristiyan kültüründe cin telakkisi daha çok Yahudilik etkisinde gelişmiştir. Yeni Ahid, cinleri putperestlerin tanrıları (meselâ bk. Resullerin İşleri, 17/18 ), bedensel ve ruhsal hastalıkların kaynağı (Matta, 12/28; Luka, 11/20) olarak gösterir. Bilhassa XII. yüzyıldan itibaren cin telakkisi hıristiyan sanatının önemli bir teması haline gelmiştir. Avrupa’da ve daha sonra Amerika’da cadılık ve büyücülük büyük ilgi görmüştür.

İslâm’dan önce Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, onlar adına kurban keserlerdi. Cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine inanırlar; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı (bk. İbn Âşûr, VII, 405). Câhiliye Arapları’nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı (bk. En‘âm 6/100). Kur’an-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allah’a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir (Zâriyât 51/56). Onlara da peygamber gönderilmiş, içlerinden iman edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuştur (En‘âm 6/130). Hz. Peygamber ilâhî emirleri cinlere de tebliğ etmiştir (Ahkaf 46/29; cinlerin insanlarla ilişki kurup kuramayacağı konusunda bk. Nâs 114/6; cinler hakkında bilgi için bk. M. Süreyya Şahin-Ahmet Saim Kılavuz, “Cin”, DİA, VIII, 5-10, ayrıca bk. En‘âm 6/100; Hicr 15/27; Kehf 18/50).

Yukarıda sûrenin nüzülünden söz ederken belirtildiği üzere cinlerden bir grup, Hz. Peygamber’den Kur’an dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren ve üstün nitelikleri sebebiyle kendilerini hayran bırakan Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi topluluklarına açıklayarak onları da uyarmaya çalışmışlardır. Âyetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber o esnada Kur’an dinleyen cinleri görmemiş, fakat onların Kur’an dinledikleri kendisine vahiy yoluyla bildirilmiştir; ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir (bilgi için bk. Ahkaf 46/29). Cinlerin Kur’an’ı dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber’den defalarca Kur’an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden ibret ve örnek almalarını sağlamaktır (Şevkânî, V, 350).

3. âyette “rabbimizin şanı” diye çevirdiğimiz tamlamadaki ced kelimesi sözlükte “büyüklük, ululuk, zenginlik, güç, asıl” anlamlarına gelmektedir. Burada Allah’ın şanının yüce olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade eder. Âyetin devamında “O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk” meâlindeki cümle de bu yorumu desteklemektedir. Cinlerin bu sözleri onların, müşriklerin “Melekler Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki inançlarından haberdar olduklarını ve bu bâtıl inancı reddettiklerini gösterir.

Abdullah İbni Abbas’ın haber verdiğine göre, hicretten önceki günlerden birinde, bir sabah vakti Resul-i Ekrem Efendimiz birkaç sahabesi ile Ukaz semtine doğru gidiyordu. O günlerde şeytanların semadan haber alması engellenmiş, semaya çıkmak istediklerinde üzerlerine alevler atılmaya başlanmış, bunun üzerine kavimleri onlara: “ Semadan haber almanıza engel olan herhalde yeni bir olay vardır; yeryüzünü dolaşın da, bunun sebebini öğrenin” deyince şeytanlar yeryüzüne dağılmışlardı. Ukaz’dan geçen bir grup O şeytan, Ashabına sabah namazı kıldıran Efendimizin okuduğu Kur’an’ı dinleyince, “ Semadan haber almanızı engelleyen işte budur” dediler ve kavimlerinin yanına gidince “ De ki: ‘Bana, cinlerden bir topluluğun Kur’an dinlediği ve sonra da şöye dediği vahyedildi:’Biz harikulade bir Kur’an dinledik. O doğru yola iletiyor; hiçbir şeyi ortak koşmayacağız “( Cin 72/1-2) dediler. İşte o zaman Allah Teâla da Peygamber aleyhisselama Cin sûresini inzal buyurdu. 
(Buhari, Ezân 105, Tefsir 72/1; Müslim, Salat 149).

  Vehaye وحي :

  Vahiy kavramının aslı süratli bir şekilde işaret etmek demektir. Vahiy hem remz yani işaret ve ima yoluyla, hem cümleden soyutlanmış bir ses aracılığıyla, hem bazı organlarla işaret etmek ve hem de yazı ile olabilir.

  Yüce Allah'ın kendi Peygamberlerine, evliya ve dostlarına ilkâ ettiği ilahi sözlere de 'vahiy' denir. Bu da Şura, 42/51 ayetinde geçtiği üzere birkaç şekilde olur:

1- Vahyi getiren elçinin bizzat görülmesi, sesinin işitilmesi şeklinde gerçekleşen vahiy.

2- Vahiy getirenin gözükmeden sesinin işitilmesi şeklinde gelen vahiy.

3- Vahyin kalbe gönderilmesi şeklinde gelen vahiy.

4- İlham yoluyla gelen vahiy.

5- Boyun eğdirip itaat ettirmek şeklinde gerçekleşen vahiy.

6- Uykuda görülen rüya şeklinde gelen vahiy. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim formunda 78 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli vahiydir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ 


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ‘dir.  Mekulül-kavli  اُو۫حِيَ اِلَيَّ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اُو۫حِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  اِلَيَّ  car mecruru  اُو۫حِيَ  fiiline mütealliktir. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  اُو۫حِيَ  fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُ  şan zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا) Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. İş zamirleri 3’e ayrılır:

-  Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır.

-  Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya ef’ali kulûb ile kullanılır.

- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri)  كَأَنَّ  ، أَنَّ  ، إنَّ ‘nin muhaffefleri olan  كَأَنْ  , أَنْ  , إِنْ ’den sonra hazf edilmiş olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَمَعَ نَفَرٌ  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اسْتَمَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. نَفَرٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  اسْتَمَعَ  fiiline mütealliktir. 

اسْتَمَعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ‘dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اُو۫حِيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

 

 فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰناً عَجَباًۙ


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 Mekulü-l kavli  اِنَّا سَمِعْنَا ‘dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  سَمِعْنَا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. قُرْاٰناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  عَجَباً  kelimesi  قُرْاٰناً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰناً عَجَباًۙ


Surenin ilk ayeti beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Mekke’de nazil olan surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اُو۫حِيَ اِلَيَّ اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اُو۫حِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki sübut ve istimrar ifade eden  اَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle  اُو۫حِيَ  fiilinin naib-i faili konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ  cümlesi,  اَنَّ ‘nin haberidir.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اُو۫حِيَ  fiiline müteallik olan car-mecrur  اِلَيَّ , ihtimam için, fail olan masdar-ı müevvele takdim edilmiştir

نَفَرٌ مِنَ الْجِنِّ [Bir grup cinin…] ifadesinde geçen  نَفَرٌ  kelimesi üçten dokuza kadar kişiden oluşan bir cemaati ifade eder. (Keşşâf, Âşûr)

نَفَرٌ ‘daki tenvin tazim,  مِنَ  ba’diyet ifade eder. 

فَقَالُٓوا اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰناً عَجَباً  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  اَنَّ ‘nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّا سَمِعْنَا قُرْاٰناً عَجَباً  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّ ‘nin haberi olan  سَمِعْنَا قُرْاٰناً عَجَباً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قُرْاٰناً  için sıfat olan  عَجَباً  masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قُرْاٰناً ‘deki  tenvin muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder.

فَقَالُٓوا - قُلْ  ve  اسْتَمَعَ - سَمِعْنَا  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

قُرْاٰناً ; okunan kitap demektir.  عَجَباً  masdardır, mübalağa için sıfat olmuştur. (Beyzâvî)

Kur’an'ın  عَجَباً /acayip olması, nazmın güzelliğinde ve mananın inceliklerinde harika ve insanların kelamından çok farklı olması demektir. (Ebüssuûd, Âşûr)

اَنَّهُ اسْتَمَعَ (dinlediği) ifadesi,  اُو۫حِيَ (bana vahyedildi) fiilinin faili olduğu için, hemze fethalıdır; اِنَّا سَمِعْنَا (işittik) ifadesi ise  فَقَالُٓوا (dediler) fiilinden sonra gelen ve ne denildiğini açıklayan başlangıç cümlesi olduğu için, hemze kesrelidir. Bundan sonra gelecek bütün  اَنَّ  ve  اِنَّ ’ler bu ikisine hamledilerek okunur; yani vahyedilenler fethalı, cinlerin sözü olarak nakledilenler kesrelidir. (Keşşâf)

Peygamber (sav)'ın bu cinleri görüp görmediği hususunda görüş ayrılığı vardır. Kur'an'ın zahiri onun kendilerini görmediğine delil teşkil etmektedir. Çünkü yüce Allah burada:

"Dinlediler" ayeti ile yine yüce Allah'ın: ["Hatırla ki cinlerden bir grubu Kur'an'ı dinlesinler diye sana yöneltmiş idik"] (Ahkaf, 46/29) ayeti bunu gerektirmektedir.

(Kurtubi, Âşûr)

 
Cin Sûresi 2. Ayet

يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَداًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَهْدِي iletiyor ه د ي
2 إِلَى
3 الرُّشْدِ doğru yola ر ش د
4 فَامَنَّا ve inandık ا م ن
5 بِهِ ona
6 وَلَنْ artık
7 نُشْرِكَ ortak koşmayacağız ش ر ك
8 بِرَبِّنَا Rabbimize ر ب ب
9 أَحَدًا hiç kimseyi ا ح د

يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ 


Cümle önceki ayetteki  قُرْاٰناً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  يَهْد۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَى الرُّشْدِ  car mecruru  يَهْد۪ٓي  fiiline mütealliktir.  

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline mütealliktir. 

اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

 

 وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَداًۙ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.  

نُشْرِكَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  بِرَبِّنَٓا  car mecruru  نُشْرِكَ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ناَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

نُشْرِكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ فَاٰمَنَّا بِه۪ۜ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَداًۙ


Ayet, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.  يَهْد۪ٓي اِلَى الرُّشْدِ  cümlesi, önceki ayetteki  قُرْاٰناً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

فَاٰمَنَّا بِه۪  cümlesi atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  سَمِعْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَٓا اَحَداً  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Cümleye istikbalde asla manası kazandıran nefy harfi  لَنْ  aynı zamanda tekid ifade eder. Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Ayetin son cümlesinde, müsbet sıygadan menfi sıygaya iltifat vardır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  نُشْرِكَ  fiiline müteallik olan car-mecrur  بِرَبِّنَٓا , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir

Mef’ûl olan  اَحَداً ‘deki nekrelik herhangi bir manasında kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi, olumsuz siyakta nekre, umum ve şumûle işaret eder.

بِرَبِّنَا  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Mütekellimin, Allah’ın rububiyet ve rahmet sıfatına sığınma isteğine işarettir.

اٰمَنَّا - نُشْرِكَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَهْد۪ٓي  ve  فَاٰمَنَّا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette zikredilen  الرُّشْدِ  kelimesi, hak ve doğru anlamında kullanılmıştır. Bu kelime, dinin ve dünyanın düzeni mânâsını da ifade eder. Tek Allah inancı ve Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih de bu kelimenin anlamlarındandır. Zaten rüşdün hakikati Allah'a ulaşmaktır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Cin Sûresi 3. Ayet

وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَداًۙ  ...


“Doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّهُ doğrusu O
2 تَعَالَىٰ yücedir ع ل و
3 جَدُّ şanı ج د د
4 رَبِّنَا Rabbimizin ر ب ب
5 مَا
6 اتَّخَذَ O edinmemiştir ا خ ذ
7 صَاحِبَةً ص ح ب
8 وَلَا ve ne de
9 وَلَدًا çocuk و ل د

وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَداًۙ


وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  جَدُّ  fail olup lafzen merfûdur.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ’ dir.  صَاحِبَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Birinci mef’ûlün bih mahzuftur.Takdiri, امرأة (zevce) şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  وَلَداً  kelimesi  صَاحِبَةً ‘e matuftur. 

اتَّخَذَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَداًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, masdar tevilinde olup 2. ayetteki  بِه۪ ‘nin zamirine matuftur. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.  

تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا  cümlesi itiraziyye olarak gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَعَالٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı  ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu manasında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212) 

تَعَالٰى  fiilinin faili veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette cinlere ait zamirin, Rabb ismine muzâfun ileyh olmasıyla cinler, yine Rabb ismine muzâf olmasıyla  جَدُّ , şan ve şeref kazanmıştır.

اَنَّ ’nin haberi olan  مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَداًۙ  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Birbirine temâsül nedeniyle atfedilen mef’ûller  صَاحِبَةً  ve  لَا وَلَداًۙ ‘deki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder. 

وَلَا وَلَداً ‘daki nefy harfi olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.

Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekre, umum ve tekid ifade eder. (Vakafat/78)

جَدُّ - تَعَالٰى  ve  وَلَداًۙ - صَاحِبَةً  ve  لَا - مَا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

صَاحِبَةً ‘in,  وَلَداً ‘e takdim edilmesi çocuk eşten olduğu içindir. Atıftan sonra nefy harfi tekrar edilmeseydi birlikte nefy anlamı taşımazdı. Ayette olduğu şekilde gelerek hem ikisini birden, hem de ayrı ayrı her birini olumsuzlamıştır. 

جَدُّ رَبِّنَا  ibaresinde tasrihi istiare vardır. Devlet ve şans manasındaki  جَدُّ  kelimesi şan manasında istiare edilmiştir. Allah'ın şanı, şanslı olmaya benzetilmiştir. Allah teala’nın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Yüceliği dolayısıyla ne eşe, ne çocuğa ihtiyaç duyar. Vech-i şebeh ihtiyaçsızlıktır. (Mahmut Sâfî)

جَدُّ رَبِّنَا  [Rabbimizin şanı] ifadesi, O’nun azamet ve büyüklüğü anlamındadır. جَدَّ فُلاَنٌ في عيني (Falan gözümde büyüdü.) sözünden alınmıştır. Cinler Kur’an’ı dinleyip tevhide ve imana muvaffak kılınınca, kâfir cinlerin Allah’ı yaratılmışlara benzetmeleri, O’nun eş ve çocuk edindiğine inanmaları gibi yanlışların farkına vardılar da Allah’ı ululayıp O’nu böyle noksanlıklardan tenzih ettiler. (Keşşâf)

جَدُّ , nasb ile, temyiz olarak kesre ile de  جَدِّ  şeklinde de okunmuştur ki, buna göre mana, "Onun rubûbiyyetin doğruluğu ve ulûhiyyetinin hak oluşu, eş ve çocuk edinmekten münezzehtir" şeklinde olur. Bu manalara göre, o cinler sanki, Kur'an'ı dinleyince, kâfir olan cinlerin izledikleri yolun yanlışlığını anlamışlar, böylece ilk önce müşriklikten, ikinci olarak da hristiyanlıktan rücu etmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Taberi buradaki  جَدُّ  kelimesinin, azamet, kudret ve saltanat manasına geldiğini söylemenin daha doğru olacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir: Ced kelimesi Arapça'da iki manada kullanılmaktadır. Bunlardan biri, babanın babası veya annenin babası demek olan ‘dede’ manasınadır. Ayette cinlerin, ced kelimesini dede anlamında kullandıkları düşünülemez. Zira onlar ayetin devamında "O ne eş edinmiştir ne de çocuk." demektedirler. Bunu diyen cinlerin, "Rabbimizin dedesi", tabirini kullanarak şirk koşmaları düşünülemez.

جَدُّ  kelimesinin ikinci manası ise, pay ve nasip demektir. İşte cinler bu kelimeyi bu manada kullanmışlardır. Cinler bu sözleriyle şunları kasdetmişlerdir: "Rabbimizin mülk, saltanat, kudret ve azamette olan payı pek yücedir. Artık onun ne eşi olabilir ne de çocuğu. Zira eş edinme, şehvani arzuları giderme acziyetinin bir neticesidir. Rabbimiz ise böyle bir acizlikten beridir, münezzehtir." (Taberî)

جَدُّ , Kâmus yazarının "Besâir"de açıklamasına göre bu maddenin aslı, düz araziyi baştan başa geçmek manasınadır. Çalışma ve gayret, elbiseyi kesip biçmenin neticesi olan yenilik, gece gündüz mesafe alma zımmında yardımcı olan ilâhî feyz, baht, zenginlik, nasip, şan ve ululuk manalarında kullanılır. Bu münasebetle ‘büyük baba’ (dede) manasında da kullanılır. (Elmalılı)

 
Cin Sûresi 4. Ayet

وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطاًۙ  ...


“Demek bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında doğruluktan uzak sözler söylüyormuş.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّهُ gerçek şu ki
2 كَانَ idi ك و ن
3 يَقُولُ söylüyor ق و ل
4 سَفِيهُنَا bizim beyinsiz س ف ه
5 عَلَى hakkında
6 اللَّهِ Allah
7 شَطَطًا saçma şeyler ش ط ط

Mücâhid’e göre cinlere Allah hakkında asılsız şeyler söyleyerek onları Allah’tan başkasına tapmaya davet eden “beyinsiz”den maksat İblîs’tir (bk. Kurtubî, XIX, 9); İblîs Allah’a eş, ortak ve çocuk isnadında bulunur, cinler de ona inanırlardı; ama Kur’an’ı dinleyip bilinçlendikten sonra artık ona inanmaktan vazgeçmişlerdir (Taberî, XIX, 68). Beyinsiz, yalnız İblîs değil, “Cinlerin inkârcı ve itaatsiz olanlarıdır” şeklinde açıklanmıştır (Şevkânî, V, 351).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 474

وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطاًۙ


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانَ  ile başlayan isim cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  يَقُولُ سَف۪يهُنَا  cümlesi  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  

يَقُولُ  damme ile merfû muzâri fiildir.  سَف۪يهُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَقُولُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  شَطَطاً  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. Takdiri, قولا شططا (Haddi aşan sözler) şeklindedir.

وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطاًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup 3. ayetteki  وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا  cümlesine matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

اَنَّ ‘nin haberi olan  كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطاً  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانَ ’nin haberi olan  يَقُولُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)

عَلَى اللّٰهِ car mecruru  يَقُولُ  fiiline mutealliktir.  سَف۪يهُنَا  faildir. 

سَف۪يهُنَا  izafetinde bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır.  

شَطَطاً  mef’ûlu mutlaktan naib olarak onun sıfatıdır. Takdiri, قولا شططا (Haddi aşan sözler) şeklindedir. Mevsufun hazfi, icazı hazif sanatıdır. 

”Beyinsiz" diye ifade edilen  سَف۪يهُ  kelimesinin kökü olan  سَف۪هُ ; akıl noksanlığından dolayı olan hafif meşrepliktir. Ayette kastedilen, dindeki sefihliktir. Allah hakkında saçma sapan şeyler söylüyormuş demektir. ”Saçma sapan şeyler" diye ifade ettiğimiz  شَطَطاً  kelimesi, zulümde ve başka şeylerde haddi aşmak, uzaklıkta aşırılık anlamındadır. Yani o beyinsiz maksadı aşan haddi aşmış sözler söylüyor. Ayet-i kerime işaret etmektedir ki, bilgisiyle amel etmeyen âlim, cahil hükmündedir. Çünkü İblis, ilim ehli idi. Ama ilmiyle amel etmeyince beyinsiz, cahil olarak nitelendi. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)  

شَطَطاً , sınırı aşmış, haktan ve doğruluktan uzak, saçma demektir ki o, beyinsiz kişinin Allah'ın eşi ve oğlu olduğunu söylemesidir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Cin Sûresi 5. Ayet

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۙ  ...


“Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا ve elbette biz
2 ظَنَنَّا sanmıştık ظ ن ن
3 أَنْ
4 لَنْ asla
5 تَقُولَ söylemeyeceklerini ق و ل
6 الْإِنْسُ insanların ا ن س
7 وَالْجِنُّ ve cinlerin ج ن ن
8 عَلَى karşı
9 اللَّهِ Allah’a
10 كَذِبًا yalan ك ذ ب

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۙ


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  ظَنَنَّٓا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

ظَنَنَّٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. ظَنَنَّٓا  sanmak anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.  لَنْ تَقُولَ  cümlesi  اَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  ظَنَنَّٓا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur.  

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.  

تَقُولَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  الْاِنْسُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْجِنُّ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

عَلَى اللّٰه  car mecruru  تَقُولَ ‘deki failinin mahzuf haline mütealliktir.  كَذِباً  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, قولا كذبا  (Yalan bir söz) şeklindedir.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

اَنَّ ‘nin haberi olan  ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَنْ , muhaffefe  اَنَّ ’dir

Şan zamiri, mahzuftur. Muhaffefe  اَنَّ ’nin haberi olan  لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۙ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

اَنْ  ve  لَنْ  olmak üzere iki tekid unsuru ihtiva eden masdar-ı müevvel,  ظَنَنَّٓا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. 

اَنْ ’in haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  تَقُولَ  fiilinin failinden mahzuf haline müteallik olan car mecrur  عَلَى اللّٰهِ , ihtimam için mef’ûl olan  كَذِباًۙ ‘e takdim edilmiştir.

كَذِباً ‘deki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şümule işarettir.

الْجِنُّ - الْاِنْسُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

ظَنَنَّٓا  diye başlayan bu kısım, o beyinsizlerinin saçmalıklarına bu vakte kadar ne sebeple aldanmış olduklarını açıklamaktadır. (Elmalılı)

Bu ayet, en beyinsizlerini taklit ettikleri için, Allah'a karşı bir özür beyanıdır. Yani sanki şöyle dediler: ”Biz Allah'a ebediyyen hiç kimsenin iftira etmeyeceğini zannediyorduk. Ama Kur'an'ı dinleyip de gerçek önümüzde açılınca bildik ki onlar Allah'a iftira ediyorlar." (Rûhu’l Beyân)

Cin Sûresi 6. Ayet

وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقاًۙ  ...


“Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّهُ ve doğrusu
2 كَانَ idi ك و ن
3 رِجَالٌ (bazı) erkekler ر ج ل
4 مِنَ -dan
5 الْإِنْسِ insanlar- ا ن س
6 يَعُوذُونَ sığınırlardı ع و ذ
7 بِرِجَالٍ bazı erkeklere ر ج ل
8 مِنَ -den
9 الْجِنِّ cinler- ج ن ن
10 فَزَادُوهُمْ ve onların artırırlardı ز ي د
11 رَهَقًا şımarıklığını ر ه ق

وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقاًۙ


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانَ  ile başlayan isim cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi  رِجَالٌ  olup lafzen merfûdur. 

مِنَ الْاِنْسِ  car mecruru  رِجَالٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.  يَعُوذُونَ  fiil cümlesi  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  

يَعُوذُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِرِجَالٍ  car mecruru  يَعُوذُونَ  fiiline mütealliktir.  مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  رِجَالٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زَادُو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَهَقاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَاَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقاًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvel cümlesine matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

اَنَّ ‘nin haberi olan  كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان ’nin ismi olan  رِجَالٌ ‘un nekreliği muayyen olmayan cins ifade eder.

مِنَ الْاِنْسِ  car mecruru  رِجَالٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَانَ ’nin haberi olan  يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)

مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  بِرِجَالٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

فَزَادُوهُمْ رَهَقاًۙ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  اَنَّ ’nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Mef’ûl olan  رَهَقاًۙ ‘deki nekrelik nev ve kesret,  رِجَال  kelimelerindeki nekrelik ise muayyen olmayan cins ifade eder.

الْاِنْسِ - الْجِنِّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır. 

رِجَالٌ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Burada cin hakkında ricâl yani erkekler (adamlar) kelimesinin kullanılması çok dikkat çekicidir. Bazıları şöyle der: Cinler için رِجَال /erkekler, adamlar deyimi kullanılmaz. Bu ayette geçen  رِجَال  kelimelerinin ikisinden de maksat, insanlardan olan erkeklerdir ki, buna göre mananın şöyle olması gerekir: İnsanlardan bir takım kişiler cinlerin şerrinden yine bazı insanlara sığınıyorlardı. Mesela, "bu vadinin cininden Huzeyfe'ye sığınıyorum." diyorlardı. Buna göre, "cinlerden" sözü, "insanlardan" sözündeki gibi açıklayıcı mahiyette "adamlar"ın sıfatı değil, bir başlangıç olarak "sığınıyorlar" fiiline bağlı bir mef'ul (dolaylı tümleç)dür. Bu sığınış ise, ölmüş veya diri bir adamın ismine ve ruhaniyetine veya kahinlere başvurmak gibi, fiilen o adamın kendisine başvurmak suretiyle de olabilir. Bu mana da güzel bir manadır. Bu yorumda, cinlerin erkekliğini ve dişiliğini gösteren bir yön yoktur. Fakat alimlerin çoğunluğu, bunlarin ikisinin de "erkekler"i açıklayıcı mahiyette onun sıfatı olmasını daha açık görerek, "bu ayetin zahiri, cinlerin erkekleri ve dişileri bulunduğunu ve onların erkeklerine de "ricâl" denildiğini gösterir" demişlerdir. Şu halde, hiçbir hayvanın erkeğine "racül" denilmediği düşünülürse, burada insan karşılığı zikredilen cinlerin başka bir hayvan olmayıp insanların içinde gizli yaratıklar olmaları gerekeceğini düşünmek lazım gelir. Onun için biz, cinler hakkında kullanılan "ricâl" tabirini, hakikatleri itibarıyla değil, görünüşleri itibariyle olmasına yorumlamak istiyoruz. Özetle, insanlardan bir takım erkekler, cinlerden bir takım erkeklere her ne şekilde olursa olsun sığınıyorlardı, da o sığınan insanlar cinlerin kibir ve taşkınlıklarını artırıyorlardı. (Elmalılı)

Bazıları şöyle der: "Bir adam ıssız bir vadide yatmak veya konup geçmek istediği ve başına bir tehlike gelmesinden korktuğu zaman yüksek sesle, "Ey bu vadinin azizi! Ben senin itaatinde bulunan beyinsizlerden sana sığınıyorum." der ve böylece o vadideki cinninin kendisini koruyacağına inanırdı. Şüphesiz bu inançtaki kişiler başı sıkıldıkça veya herhangi bir amaca ermek istedikçe, işi, önce cinne sığınmak olur. Ebû Hayyan'ın zikrettiği gibi Mukatil şöyle demiştir: Araplarda cinne sığınmak Yemen'de bir kavimden başladı, sonra Beni Hanife'ye geçti, sonra Araplar'da yaygın hale geldi. (Elmalılı)

رَهَقاًۙ , asıl manasında örtmek, sarıp bürümek demek olduğu gibi, bir adamın arkasından yaklaşıp çakmak manasına ve sefâhet yani, hafiflik ve ahmaklık manasına, kötülük ve kargaşa, zulüm ve haksızlık yapmak, haram ve yasak işleri yapmaya koyulup onlarla uğraşmak mânâlarına geldiğinden tefsirciler; günah, cüret ve taşkınlık, hafiflik, geçimsizlik, kibir ve büyüklenme manalarına yorumlamışlardır. Yani o adamlar cinlere sığınmakla cinleri şımartıyor, onların hafiflik ve taşkınlığa cesaretlerini artırıyor; bu şekilde azgın cinler de Allah hakkında bile yalanlar uydurarak cinlere ve insanlara zulüm ve sataşmalarını artırıyorlardı. İnsanlar onlara sığınarak kurtulmak isterlerken, böyle yapmakla onlara yüz verip daha çok tuzaklarına düşüyorlardı. Demek ki insanlara fenalığı cinlerden çok asıl kendileri yapmış oluyor. Cinler insanlara yine insanlar vasıtasıyla zarar veriyorlar. Onları alet ediniyorlar, onların sığınmasından kuvvet alarak sataşma ve otoritelerini artırıyorlar. Şu halde insanlar yalnız Allah'a sığınsalar da cinlere hiç önem vermeselerdi cinler onları saramazlardı. (Elmalılı, Âşûr)

 
Cin Sûresi 7. Ayet

وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداًۙ  ...


“Gerçekten onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّهُمْ ve onlar da
2 ظَنُّوا sanmışlardı ظ ن ن
3 كَمَا gibi
4 ظَنَنْتُمْ sizin sandığınız ظ ن ن
5 أَنْ
6 لَنْ asla
7 يَبْعَثَ diriltmeyeceğini ب ع ث
8 اللَّهُ Allah’ın
9 أَحَدًا hiç kimseyi ا ح د

İnsanlardan âhireti inkâr edenler olduğu gibi cinlerin de Kur’an dinlemeden önce âhireti inkâr ettikleri, öldükten sonra tekrar dirilme olacağına inanmadıkları anlaşılmaktadır. Zira İblîs onlara da menfi telkinlerde bulunmaktadır. “Allah’ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı” diye çevirdiğimiz kısım “Allah’ın hiç kimseyi göndermeyeceğini sanırlardı” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde insanların da cinler gibi Allah’ın hiçbir peygamber göndermeyeceğine inandıklarını söylemiş olurlar.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 475

وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداًۙ


İsim cümlesidir. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  اَنَّهُ كَانَ  masdar-ı müevvele matuftur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar. هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  ظَنُّوا  fiili,  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

ظَنُّوا  damme üzere mebni, mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ظَنُّوا  sanmak anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Takdiri,  ظنّا كظنّكم (Sizin zannınız gibi bir zanla) şeklindedir. 

ظَنَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ ve masdar-ı müevvel  ظَنَنْتُمْ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur. 

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.  لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ  cümlesi muhaffefe  اَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.  

يَبْعَثَ   fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olarak lafzen merfûdur.  اَحَداًۙ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَاَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

اَنَّ ‘nin haberi olan  ظَنُّوا كَمَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداًۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداًۙ  cümlesi, amili  ظَنُّوا   olan mahzuf mef’ûlü mutlakına mütealliktir. Takdiri, ظنّا كظنّكم (Sizin zannınız gibi bir  zanla) şeklindedir. 

ما ’nın sılası olan  ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداًۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

اَنْ , muhaffefe  اَنَّ ’dir. Şan zamiri, mahzuftur. Şan zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنْ ’in dahil olduğu isim cümlesi  اَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداً , masdar tevilinde ظَنَنْتُمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ اَحَداً  cümlesi, muhaffefe  اَنَّ ‘in haberidir. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mef’ûl olan  اَحَداًۙ ‘deki nekrelik nev, kıllet ve umum ifade eder.

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh ظَنُّوا  fiili, müşebbehün bih  ظَنَنْتُمْ  fiilidir. 

ظَنُّوا - ظَنَنْتُمْ  kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet ve bundan öncekinin, cinlerin sözü cümlesinden olmaları muhtemel olduğu için, bu iki ayetin, "vahiy" cümlesinden olmaları da muhtemeldir. Şimdi, eğer bu iki ayet cinlerin birbirlerine söyledikleri sözler cümlesinden ise, kelamın takdiri, "Ey cinler! İnsanlar da, sizin zannettiğiniz gibi, zannetmişler..." yok eğer, vahiy cümlesinden iseler, bu durumda da kelamın takdiri, "Ey Kureyş kâfirleri! Cinler de sizin sandığınız gibi sanmışlardı.." şeklinde olur. Bu iki takdire göre de ayet, cinlerin içinde müşrik, yahudi ve hristiyanların bulunduğuna delalet ettiği gibi, yine onların içinden öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyenlerin de bulunduğuna delalet eder. Bu ayetle, Brahmanizmin de ileri sürdüğü gibi, "Allah, peygamberlik için hiç kimseyi görevlendirmez..." tarzındaki bir mananın kastedilmiş olması da muhtemeldir. Bu sözü, cinlerin söylediği sözler zincirinden kabul etmek daha evladır. Çünkü, hem bu ayetten önceki, hem de sonraki ifadeler, cinlere ait ifadelerdir, binaenaleyh, cinlerin kelamı olmayan bir sözü araya sokmak uygun değildir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Cin Sûresi 8. Ayet

وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَساً شَد۪يداً وَشُهُباًۙ  ...


“Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا ve elbette biz
2 لَمَسْنَا dokunduk ل م س
3 السَّمَاءَ göğe س م و
4 فَوَجَدْنَاهَا ve onu bulduk و ج د
5 مُلِئَتْ doldurulmuş م ل ا
6 حَرَسًا bekçilerle ح ر س
7 شَدِيدًا kuvvetli ش د د
8 وَشُهُبًا ve ışınlarla ش ه ب

Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler öteden beri göklerde dolaşır, oradaki melek vb. varlıkların konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı (bk. Şevkânî, V, 352-353). 9. âyetin “Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk” meâlindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Peygamber gönderildikten ve Kur’an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri dinlemesine izin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. âyette verilen bilgiye göre cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. âyetin son cümlesine göre de cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlardan bilgi kapmaya çalışanlara gözetleme yerlerinden alev topları atılarak gökleri dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzûl sebebini anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah’ın meleklere evrenin yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz. Peygamber’in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin yasaklandığını, bunun sebebini araştırırlarken Nahle denilen yerde Hz. Peygamber’le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını söylemiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72; ayrıca bk. Hicr 15/17-18; Sâffât 37/7-10; Mülk 67/5).

Elmalılı, Hz. Peygamber’i göklere, getirdiği âyet ve mûcizeleri de alev toplarına benzeterek bu âyetleri te’vil etmekte, Kur’an-ı Kerîm karşısında insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu ve artık eskisi gibi gayptan dem vuramayacaklarını anladıklarını söylemektedir (VIII, 5404).

Bazı müfessirler 10. âyeti şöyle yorumlamışlardır: “Gönderilen peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa isyan edecekler de onları helâk mi edecek, bilmiyoruz” (Taberî, XIX, 70). Bu âyetten cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18. âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna, Allah’ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyî bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev toplarıyla engellendiğine işaret edilmiştir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 475-476

وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَساً شَد۪يداً وَشُهُباًۙ


اَنَّ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. 

İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar. نَا  mütekellim zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَمَسْنَا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمَسْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  وَجَدْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

مُلِئَتْ حَرَساً شَد۪يداً  cümlesi  وَجَدْنَا  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

مُلِئَتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  حَرَساً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

شَد۪يداً  kelimesi  حَرَساً ‘nin sıfat olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

شُهُباً  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

وَاَنَّا لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَساً شَد۪يداً وَشُهُباًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

اَنَّ ‘ nin haberi olan  لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لَمَسْنَا السَّمَٓاءَ (Semaya dokunduk) ifadesinde istiare vardır. Bir şeyle hafif bir teması ifade eden  مَس  fiili, gayret ve çabalama anlamında müsteardır. Cinlerin, semaya ulaşmaya muvaffak olamadıklarını mübalağalı şekilde ifade etmiştir.

Şüphe yok ki, biz göğe dokunduk. Göğe yahut haberine ulaşmak istedik,  لَمَسْ  bir şeyi istemek için  مَس  kökünden istiare edilmiştir, o da  مَس  ile aynıdır.  ألمسه - التمسه - تلمسه  da denir. (Beyzâvî) 

فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَساً شَد۪يداً وَشُهُباًۙ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı şekilde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  مُلِئَتْ حَرَساً شَد۪يداً وَشُهُباًۙ  cümlesi,  وَجَدْنَاهَا  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Cümledeki mazi fiiller sebat, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.

شَد۪يداً  kelimesi, temyiz olan  حَرَساً  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret, temyiz, ifadeyi zenginleştirmek ve tekid etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

شُهُباً  kelimesi  حَرَساً ‘e matuftur.

مُلِئَتْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

[Onun bekçilerle doldurulmuş olduğunu gördük.] حَرَساً  kelimesi  حُرَاساً  demektir ki, ism-i cemidir,  الخَدَمِ  gibi kuvvetli sert demektir. Onlar da buna mani olan meleklerdir. (Beyzâvî)

Esasen  لَمَسْ ; dokunmak, elle yoklamaktır. Göğü yoklamak, ne var ne yok diye araştırmak istemek, sınamak anlamlarında mecazdır.

حَرَساً , bekçi ve muhafız demek olan "hâris" kelimesinin çoğuludur. "Hadem" kelimesinin, hizmetçi manasına gelen "hâdim" kelimesinin çoğulu olduğu gibi.

شُهُباً de "şihâb ın çoğuludur. Şihâb, esasen ateş alevidir. Bundan, gökte yıldız kayar gibi kayan parıltılara da isim olmuştur. Mananın özeti şudur: Biz iman ettik ki, "Allah kimseyi peygamber göndermeyecek, göndermez." zannı yanlış imiş, biz yüce bir şahsın peygamber gönderildiğini anladık. Çünkü biz göğü, o yüksek âlemi yokladık da onu şiddetli bekçiler, kuvvetli muhafız melekler ve atılmaya hazırlanmış ateş gibi alevler, korlarla doldurulmuş bulduk. (Elmalılı, Âşûr)

 
Cin Sûresi 9. Ayet

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداًۙ  ...


“Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا ve elbette biz
2 كُنَّا idik ك و ن
3 نَقْعُدُ oturur ق ع د
4 مِنْهَا onun
5 مَقَاعِدَ oturma yerlerinde ق ع د
6 لِلسَّمْعِ dinlemeğe mahsus س م ع
7 فَمَنْ artık kim
8 يَسْتَمِعِ dinlemek istese س م ع
9 الْانَ şimdi
10 يَجِدْ bulur و ج د
11 لَهُ kendisini
12 شِهَابًا bir ışın ش ه ب
13 رَصَدًا gözetleyen ر ص د

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ 


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar,  نَا  mütekellim zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنَّا 'nın   dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كُنَّا  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كُنَّا ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiri olup mahallen merfûdur.  نَقْعُدُ  fiili  كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

نَقْعُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  مِنْهَا  car mecruru نَقْعُدُ  fiiline mütealliktir. مَقَاعِدَ  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.  لِلسَّمْعِ  car mecruru نَقْعُدُ  fiiline mütealliktir. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداًۙ


فَ , istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَسْتَمِعِ  fiili  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَسْتَمِعِ  sukün ile meczum merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  الْاٰنَ  zaman zarfı  يَسْتَمِعِ ’in fiiline mütealliktir. 

فَ  karinesi olmadan gelen  يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداً  cümlesi şartın cevabıdır.  يَجِدْ  sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  لَهُ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir.  شِهَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَصَداً  kelimesi  شِهَاباً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَمِعِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ 


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنَّ ‘ nin haberi olan  كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِۜ  cümlesi, كَان ‘nin haberidir.

كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

مِنْهَا  car mecruru, نَقْعُدُ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir. Böylece  نَقْعُدُ  fiili tazmin olarak  نتّخذ  manasını kazanmıştır. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْهَا  car mecruru ihtimam için mef’ûlü mutlaka takdim edilmiştir.

لِلسَّمْعِ  car mecruru, mef’ûlu mutlak olan  مَقَاعِدَ ‘ye mütealliktir. 

مَقَاعِدَ - نَقْعُدُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 فَمَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداًۙ


فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen cümlede  مَنْ يَسْتَمِعِ الْاٰنَ , şart cümlesidir. Şart ismi  مَنْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَسْتَمِعِ الْاٰنَ  cümlesi haberdir.  

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَجِدْ لَهُ شِهَاباً رَصَداً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Mef’ûl olan  شِهَاباً ‘deki nekrelik nev, tazim ve kesret ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car mecrur  لَهُ , ihtimam için, ilk mef’ûle takdim edilmiştir.

رَصَداً  kelimesi  شِهَاباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

سَّمْعِۜ  -  يَسْتَمِعِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Şüphe yok ki, biz dinlemek için ondan oturacak yerlere oturur idik.] ifadesi bekçilerin ve alevlerin olmadığı yerlere ya da gözetlemek ve dinlemek için uygun yerlere demektir. لِلسَّمْعِۜ  car mecruru,  نَقْعُدُ 'ye mütealliktir ya da  مَقَاعِدَ 'nin sıfatıdır. [Artık şimdi kim dinlerse, kendisi için gözetleyen bir alev bulur.] Yani dinlemek isteyeni gözetleyen ya da onu taşlayarak dinlemekten men eden bir alev bulur. (Beyzâvî)

Deniliyor ki; cinlerin bu şekilde engellenmeleri, Peygamberimize peygamberlik geldiği sırada olmuştur. Ancak sahih olan görüşe göre, daha önce de bu vardı; fakat Peygamberimize peygamberlik geldikten, sonra o kadar çoğaldı ki, insanların da, cinlerin de dikkatini, çekti ve cinlerin, gökleri dinlemeleri tamamen engellendi. Bu durum karşısında cinler: "Bu durum, mutlaka Allah'ın yeryüzü sakinleri için irade buyurduğu büyük hadise sebebiyledir" dediler. (Ebüssuûd)

 
Cin Sûresi 10. Ayet

وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ  ...


“Hakikaten biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا ve elbette biz
2 لَا
3 نَدْرِي bilmiyoruz د ر ي
4 أَشَرٌّ kötülük mü ش ر ر
5 أُرِيدَ istendi ر و د
6 بِمَنْ olanlara
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
9 أَمْ yoksa
10 أَرَادَ diledi ر و د
11 بِهِمْ onları
12 رَبُّهُمْ Rabbleri ر ب ب
13 رَشَدًا doğruya iletmek (mi?) ر ش د

وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي 


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar,  نَا  mütekellim zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا نَدْر۪ٓي  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَدْر۪ٓي  fiili ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Faili müstetir olup takdiri  نَحْنُ ‘dur.  نَدْر۪ٓي  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı. Anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ


Hemze istifham harfidir. شَرٌّ  mahzuf fiilin naibi faili olup lafzen merfûdur. Takdiri, حصل أو تمّ (husule geldi veya tamamlandı) şeklindedir. 

اُر۪يدَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i fail müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اُر۪يدَ  fiiline mütealliktir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

اُر۪يدَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ


اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِهِمْ  car mecruru  اَرَادَ  fiiline mütealliktir.  رَبُّهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رَشَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَاَنَّا لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  لَا نَدْر۪ٓي اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ  cümlesi, لَا نَدْر۪ٓي  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. اَشَرٌّ  mübteda,  اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ  cümlesi haberdir.

Her iki cümlede de müsnedin muzari sıygada fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.  

Veya شَرٌّ , iştigal olmak üzere mahzuf fiilin naib-i faildir. Hemze istifham harfidir. Takdiri  اَحصل شَرٌّ  (Bir şer husule geldi mi) şeklindedir. Bu durumda … اُر۪يدَ  cümlesi fasılla gelmiş tefsiriyye olur. Ve …  اَمْ اَرَادَ بِهِمْ  cümlesi de mahzuf fiile atfedilir.

شَرٌّ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan nev ifade eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , başındaki harf-i cerle birlikte  اُر۪يدَ  fiiline mütealliktir. Sıla cümlesi mahzuftur.  فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

اُر۪يدَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ  cümlesi tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.  اَرَادَ  fiilinin mef'ûlü olan  رَشَداًۙ ‘deki nekrelik, tazim ve nev ifade eder.

رَشَداًۙ , ‘hayır’ demektir. (Beyzâvî)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

رَبُّهُمْ  izafeti, muzâf olan  عَذَابِ ’ye ve muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamirinin aid olduğu kişilere şeref ifade eder.

اُر۪يدَ - اَرَادَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu iki fiilin birincisi meçhul sıyga ile gelmişken, ikincisinde malum sıygaya iltifat vardır.

نَدْر۪ٓي - اُر۪يدَ  fiilleri arasında cinas-ı kalb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

شَرٌّ - رَشَداًۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

اَشَرٌّ اُر۪يدَ بِمَنْ فِي الْاَرْضِ  cümlesiyle,  اَمْ اَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَداًۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Buradaki soru, hikmeti kavrayamamaktaki aczi ortaya koymak içindir. Şerrin değil de hayrın Allah'a nispet edilmesi Kur'an'a has çok değerli edeplerdendir. İşte cinler, yukarıdaki ifade tarzlarıyla hayrı Allah'a nispet edip, şerrin failini gizli tutarak edepli davrandılar. İnançla edebi birleştirdiler. (Rûhu’l Beyân)

Cin Sûresi 11. Ayet

وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَداًۙ  ...


“Doğrusu içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar tutmuşuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا bize gelince
2 مِنَّا bizden vardır
3 الصَّالِحُونَ iyiler (de) ص ل ح
4 وَمِنَّا ve bizden vardır
5 دُونَ başkası (da) د و ن
6 ذَٰلِكَ bundan
7 كُنَّا biz ك و ن
8 طَرَائِقَ yollardayız ط ر ق
9 قِدَدًا çeşitli ق د د

Cinlerin, Kur’an’ı tanımadan önce de iyilerinin ve kötülerinin olduğu belirtilmektedir. “Hâsılı biz farklı gruplardan oluşuyoruz” meâlindeki cümleden cinlerin de insanlar gibi çeşitli fırka ve mezheplere ayrıldığı anlaşılabilir. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 476

وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar.  نَا  mütekellim zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مِنَّا الصَّالِحُونَ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

مِنَّا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الصَّالِحُونَ  muahhar mübteda olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

وَ  atıf harfidir.  مِنَّا  car mecruru mahzuf mukaddem habere  mütealliktir. دُونَ   zaman zarfı mahzuf mübtedanın mukaddem haberine mütealliktir. Mübteda mahzuftur. Takdiri, منّا قوم دون ذلك (Aramızda böyle olmayan bir topluluk vardır) şeklindedir. 

ذٰلِكَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildirir, ك  ise muhatap zamiridir. 

الصَّالِحُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَداًۙ


İsim cümlesidir.  كُنَّا , sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كُنَّا ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiri olup mahallen merfûdur.

طَرَٓائِقَ  kelimesi  كُنَّا ’ nın haberi olarak lafzen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, ذوي طرائق (Yollar sahibi) şeklindedir.  قِدَداً  kelimesi  طَرَٓائِقَ ‘nın sıfat olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الصَّالِحُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ 


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  مِنَّا الصَّالِحُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَّا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الصَّالِحُونَ , muahhar mübtedadır.

İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konuduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

Aynı üslupta gelen  وَمِنَّا دُونَ ذٰلِكَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la haber cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَّا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  دُونَ ذٰلِكَ  mahzuf mübtedanın mukaddem haberine mütealliktir. Mübteda mahzuftur. دُونَ takdir edilmiş mübtedanın mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri: منّا قوم دون ذلك (Aramızda böyle olmayan bir topluluk vardır) şeklindedir. 

Topluluğun sıfatına işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare sanatı vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

مِنَّا الصَّالِحُونَ  cümlesiyle,  مِنَّا دُونَ ذٰلِكَۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مِنَّا الصَّالِحُونَ  "Kimimiz sâlihlerdir" ifadesi, ‘Kimimiz müttakidir’ manasına;  دُونَ ذٰلِكَ   "Kimimiz ise onların daha altındadır" ifadesi de, ‘İçimizde böyle olmayanlar da var’ demektir. Buna göre, burada mevsûf hazf edilmiştir ve tıpkı, ["Bizden her biri için malum bir makam vardır"] (Saffat/164) ayeti gibidir.

"Salihlerin altındakiler" ile kimlerin kastedildiği hususunda şu iki izah yapılmıştır:

1) Bunlar, salih olmada orta halli olup, bu konuda kemâle ulaşmamış kimselerdir.

2) "Salihlikte mükemmel olmayan" ifadesine, orta halli olanlar da, kâfirler de girer. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


كُنَّا طَرَٓائِقَ قِدَداًۙ


Ayetin son cümlesi beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124) 

كَانَ ‘nin ismi  نَا , haberi  طَرَٓائِقَ ‘dır.  قِدَداً  kelimesi  طَرَٓائِقَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sıfat, kendinden önce gelen ismi niteleyen lafızdır. Söze açıklık kazandırma, övgü, yergi, manayı pekiştirme vb. sebeplerle ifadeye fazladan sıfat eklenmesi de ıtnâb kabul edilmektedir.

طَرَٓائِقَ  kelimesi,  ذوي ترائق  yani mezhepler demektir ya da haller gibi değişik yollara yahut da  ترائقنا ترائق  anlamındadır, (çeşitli) farklı demektir.  قِدَداًۙ  kelimesi  قدّة 'nin çoğuludur ki, قدد  kökünden gelir, ‘kesmek’ manasınadır. (Beyzâvî)

طَرَٓائِقَ  kelimesi mezheb anlamında istiaredir. (Sâbûnî, İbdâul Beyan)

Ayetteki  طَرَٓائِقَ  kelimesi,  طَرَٓيق  kelimesinin çoğuludur. طَرَٓيق , adım atılan yani yürünülen yer anlamındadır. İster iyi olsun ister kötü, insanın gittiği yol (hayat tarzı) için kullanılır. ”Çeşitli" diye ifade ettiğimiz  قِدَداًۙ  kelimesinin tekili olan  قدّة , ‘bir şeyi uzunlamasına kesmek, dilmek’ demektir. Bu anlamdan olmak üzere insanın boyuna  القد  denilir. Kamusta  القدة , insanlardan grup (fırka) demektir. Her birinin arzusu müstakildir. [”Biz çeşitli yollara ayrılmıştık"] ayeti, bu anlamdadır. Arzu ve istekleri muhtelif fırkalar demektir, denilmektedir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Cin Sûresi 12. Ayet

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَباًۙ  ...


“Muhakkak ki biz Allah’ı yeryüzünde âciz bırakamayacağımızı, kaçarak da onu âciz bırakamayacağımızı anladık.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا biz
2 ظَنَنَّا anladık ظ ن ن
3 أَنْ
4 لَنْ asla
5 نُعْجِزَ aciz bırakamayacağımızı ع ج ز
6 اللَّهَ Allah’ı
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
9 وَلَنْ ve asla
10 نُعْجِزَهُ O’nu aciz bırakamayacağımızı ع ج ز
11 هَرَبًا kaçmakla ه ر ب

Cinler, Kur’an-ı Kerîm’i dinleyince evrendeki her şeyin Allah’ın kudretinde olduğunu, onun iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandıracağını, kimsenin Allah’a güç yetiremeyeceğini ve O’nun elinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını Kur’an’dan öğrenip anlamışlar; dinleyenler kendileri iman ettikten sonra diğerlerini de inkârcılıktan ve Allah’a ortak koşmaktan sakınmaya çağırmışlardır. 13. âyette Allah’ın kullarına karşı adaletle muamele edeceği cinlerin ağzından dile getirilmektedir. Bu da Allah’ın iyilikleri ödüllendirme, kötülükleri cezalandırma konusundaki kusursuz adaletinin mutlaklığına yani insanlarla sınırlı olmayıp irade sınavına tâbi tutulan bütün varlıkları kapsadığına yapılan bir vurgu olarak değerlendirilmelidir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 476-477

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَباًۙ


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. نَا  mütekellim zamiri  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  ظَنَنَّٓا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

ظَنَنَّٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  ظَنَنَّٓا  sanmak anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir. لَنْ نُعْجِزَ  cümlesi  اَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  ظَنَنَّٓا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

نُعْجِزَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نَحْنُ ‘dur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  نُعْجِزَ  fiilinin mahzuf haline mütealliktir.  

وَ  atıf harfidir. لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. نُعْجِزَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نَحْنُ ‘dur.  Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  هَرَباً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُعْجِزَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  عجز ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَباًۙ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَباًۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَنَّ  ve  لَنْ  olmak üzere iki tekid unsuru ihtiva eden masdar-ı müevvel,  ظَنَنَّٓا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنْ , muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri, mahzuftur. Haberi olan  لَنْ نُعْجِزَ اللّٰهَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muhaffefe  اَنَّ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  لَنْ نُعْجِزَ  fiilinin failinin, mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Aynı üslupta gelen  وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَباً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la … لَنْ نُعْجِزَ  cümlesine atfedilmiştir.

Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden  هَرَباً , haldir.

لَنْ - نُعْجِزَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette ‘anladık ki’ manasını veren  ظَنَنَّٓا , ‘kesin bilgi’ anlamındadır. Çünkü imanın, zanla oluşması mümkün değildir. Üstelik onların maksatları, arkadaşlarını iyiliğe rağbet ettirmek ve kötülükten kaçındırmaktır. Bu da zanla değil, ilimledir. (Rûhu’l Beyân)

لَنْ نُعْجِزَهُ هَرَباًۙ  mana şöyledir: Bizim hakkımızda bir şey dilerse yeryüzünde onu yapmaktan asla aciz bırakmayacağız. Maksat şunu ifadedir: Yeryüzü tüm genişliğine rağmen Allah'tan kurtuluş ve O’ndan kaçış yeri değildir. (Rûhu’l Beyân)

هَرَباًۙ  hal konumunda bir masdardır; bizler kaçarak (onu aciz düşüremeyiz) demektir. (Kurtubî, Âşûr)

 
Cin Sûresi 13. Ayet

وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلَا يَخَافُ بَخْساً وَلَا رَهَقاًۙ  ...


“Gerçekten biz hidayet rehberini (Kur’an’ı) işitince ona inandık. Kim Rabbine inanırsa, artık ne hakkının eksik verilmesinden, ne de haksızlığa uğramaktan korkar.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا biz
2 لَمَّا ne zaman ki
3 سَمِعْنَا işitince س م ع
4 الْهُدَىٰ yol gösteren (Kur’an)ı ه د ي
5 امَنَّا inandık ا م ن
6 بِهِ ona
7 فَمَنْ artık kim
8 يُؤْمِنْ inanırsa ا م ن
9 بِرَبِّهِ Rabbine ر ب ب
10 فَلَا
11 يَخَافُ korkmaz خ و ف
12 بَخْسًا eksik verilmesinden ب خ س
13 وَلَا ve ne de
14 رَهَقًا kötülük edilmesinden ر ه ق

وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ


وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  نَا  mütekellim zamiri  اَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

سَمِعْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. الْهُدٰٓى  mef’ûlun bih olup  ى  üzere mukadder fetha ile mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  اٰمَنَّا بِه۪  cümlesi şartın cevabıdır. اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline mütealliktir. 

اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلَا يَخَافُ بَخْساً وَلَا رَهَقاًۙ


فَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُؤْمِنْ  fiili  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  بِرَبِّه۪  car mecruru  يُؤْمِنْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  karînesiyle  gelen  لَا يَخَافُ  cümlesi şartın cevabıdır.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخَافُ  damme ile merfû muzari. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بَخْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. رَهَقاً  makabline matuftur. 

يُؤْمِنْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَاَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪ۜ


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدٰٓى اٰمَنَّا بِه۪  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  سَمِعْنَا الْهُدٰٓى  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. 

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اٰمَنَّا بِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

الْهُدٰٓى  ve  اٰمَنَّا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

  

 فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪ فَلَا يَخَافُ بَخْساً وَلَا رَهَقاًۙ


فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪  şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُؤْمِنْ بِرَبِّه۪  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَا يَخَافُ بَخْساً وَلَا رَهَقاًۙ  şeklindeki cevap cümlesi menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَا رَهَقاًۙ  mef’ûl olan  بَخْساً ‘e matuftur. Cihet-i camiâ temâsüldür. Aralarında mürâât-i nazîr sanatı vardır. Kelimelerdeki nekrelik, kıllet, nev ve umum ifade eder. Nefy siyakında nekre, umum ve şümule işarettir.

وَلَا رَهَقاً ‘daki nefy harfi olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.

Atıftan sonra nefy harfi tekrar edilmeseydi, sadece ikisinin birlikte olumsuzlandığı anlamını taşırdı. Bu şekilde gelerek hem bunların yalnız başına olduğu durum hem de ikisinin birlikte olduğu durum olumsuzlanmıştır. 

رَبِّه۪  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Mütekellimin, Allah’ın rububiyet ve rahmet sıfatına sığınma isteğine işarettir.

اٰمَنَّا  -  يُؤْمِنْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Gerçekten biz hidayeti işittiğimiz zaman yani Kur'ân'ı, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, korkmaz demektir. فَلَا يَخَاف   (korkmasın) da okunmuştur ki, birincisi müminlerin kurtuluşuna ve bunun onlara has oluşuna daha çok delalet etmektedir. Eksiklikten de haksızlıktan da mükafatın eksikliğinden de onu bir zilletin bürümesinden de ya da eksiltme cezasından demektir. Çünkü o, kimsenin hakkını yememiş ve kimseye zulmetmemiştir. Çünkü Kur'an'a inanan bir mümin bundan sakınmalıdır, bu onun görevidir. (Beyzâvî)

Ayetteki  فَلَا يَخَافُ بَخْساً وَلَا رَهَقاًۙ  tabirine gelince:  بَخْساً   noksanlık,  رَهَقاًۙ  ise zulüm (haksızlık) demektir, bu hususta şu iki izah yapılabilir:

1) O, kendisine karşı noksanlık ve zulüm yapılmasından korkmaz. Çünkü o, hiç kimsenin hakkını noksanlaştırmamış ve hiç kimseye de zulmetmemiştir. Dolayısıyla da bu iki şeyin cezasından korkmaz.

2) O, ecrinin eksik verilmesinden korkmaz. Aksine onun tastamam verileceğine kesinkes inanır ve yine kendisini herhangi bir zilletin (utancın) sarıp bürümesinden korkmaz. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Günün Mesajı
Allah Rasülü aleyhissalâtü vesselâm, büyük bir üzüntü içinde Taif'ten dönerken, Cenab-ı Allah (c.c.) birtakım cinleri O'na doğru sevketmiş ve onlar da O'nu Kur'ân okurken dinlemişlerdi. Bu cinler, Kur'ân'a inanıp, kavimlerine dönerek, işittiklerini ve öğrenip inandıkları gerçekleri onlara anlatmışlardı. Bu hadiseye Ahkaf Sûresi 29-32'inci ayetlerde yer verilmektedir. Allah Rasülü aleyhissalâtü vesselâm, bir defasında da yanındaki birkaç sahabisiyle Ukaz panayırına giderken, yolda sabah namazı kıldı. Yine cinlerden bir grup o anda orada O'nun okuduklarını işittiler ve iman ederek, öğrendiklerini tebliğ etmek üzere kavimlerine vardılar. İşte bu sûrede anlatılan, bu hadisedir. Ahkaf Sûresi'nde sözü edilen cinler Hz. Musa'nın kavminden veya O'nun dininden iken, bu sûrede sözü edilen cinler, Allah'a eş ve çocuklar isnat eden putperest cinlerdi.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah’ı tanımayan, hevesi için yaşayan ve amelleriyle kinlerini besleyen kalplerin aştığı sınırlar dehşet vericidir. Söylenen yalanların ve hazırlanan tuzakların haddi hesabı yoktur. Tarih boyunca işlenen suçların kayıtlı olanlarından daha da fazla bilinmeyenleri vardır. 

Belli sınırları aşmaya yaklaşan ya da aşma alıştırmaları yapanların bazısı, kendilerini kontrol edebilecekleri konusunda kandırırlar. Ancak, dünyaları hızla kendileri gibilerle ve onların amelleriyle dolar. Aşılan sınırlar gözde küçülür ve aşılmayanların aşılmama sebebi unutulur. 

Kimi inkarcıların şu hali de buna benzer: inkarcılığında ısrar edenlerden bazısı inananların imanından rahatsız olur ve onlara düşmanlık ilan eder. Kendilerinin ne kadar inanmadıklarını kanıtlamak istercesine bütün edep sınırlarını aşarak, her türlü hareketi yapacak hale gelirler. 

Ey gördüklerimizin ve görmediklerimizin sahibi olan Allahım! Bize hakikat yolunu gösteren ve hatırlatan kelamın Kur’an-ı Kerim için Sana sonsuz şükürler olsun. Kalplerimizi kinden arındır ve kelamının nuru ile doldur. Sana ve Rasulune düşmanlardan ve onların amellerinden bizi koru. Kalplerimizi ve bedenlerimizi; Senin hakkında yalan konuşanlardan uzaklaştır. 

Bizi, nefsinin hevesiyle değil, Senin rızanı kazanma heyecanıyla harekete geçenlerden eyle. Kendimize ve amellerimize güvenme yanılgısından koru. Zira; kulu ancak Sana olan imanı kurtaracaktır. Allahım! Bizi, samimiyetle, hakiki manada ve sağlam şekilde Sana iman edenlerden; sapkın ve ziyan olmaktan koruduklarından eyle. 

Amin.

***

Kin ile yaşamak insanın iç alemini ve hatta zamanla sosyal ilişkilerini de çürütür. Ahlakları ve güzellikleri gölgelenir. İslam’a ve Allah’a teslim olan kullara karşı düşmanlık besleyenlerin kalpleri kin ile doludur. 

Adeta akıl yollarında tıkanıklıklar olduğu görülür. Konuşma tarzları ve seçtikleri kelimeler ile kendilerini ele verirler. Onlarla mantıklı bir tartışma yürütmek mümkün değildir. Devamlı kendi cümlelerini hesaplar, asla dinlemezler.

Yeryüzüne inen sis gibi önlerini göremez haldedirler. Yanlış olduğu bilinen yalanları ortaya atmaktan çekinmezler. Tam tersine sık sık yalana başvururlar çünkü kinlerine ortak olacak yoldaşlar ararlar. 

Aynı ifadeler ve hatta kendileri etrafında döner dururlar. Zira kinin kaynağında kibir yatar. İtina ile besledikleri kinden arınma gibi bir niyetleri yoktur. Zira bunun için önce haksız olduklarını sonra da üstün olmadıklarını kabul etmelidirler.

Ey Allahım! Kalplerimizi kinden ve kibirden arındır. Hayatlarımızdan kindar ve kibirli insanları uzaklaştır. Yeryüzünde üstünlük iddiası ile dolaşmaktan muhafaza buyur.

Ey Allahım! İçimizi ve dışımızı güzelleştir. Özümüzü ve sözümüzü, doğru ve bir kıl. Bizi etrafımızdakilere, etrafımızdakileri de bize hayırlı yoldaşlardan eyle.

Ey Allahım! Yanlış işlerle, yanlış düşüncelerle ve yanlış insanlarla meşgul olmaktan muhafaza buyur. Bizi takva ve güzel ahlak sahibi kullarından eyle. Kalplerimizi, akıllarımızı ve hayatlarımızı bizi Senin rızana ulaştıracak nice iyiliklerle doldur. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji