5 Mayıs 2026
Cin Sûresi 14-28 (572. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Cin Sûresi 14. Ayet

وَاَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَۜ فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَداً  ...


“Kuşkusuz içimizde müslüman olanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Kim müslüman olursa, işte onlar doğruyu arayıp bulmuşlardır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّا ve elbette biz
2 مِنَّا bizden vardır
3 الْمُسْلِمُونَ müslümanlar س ل م
4 وَمِنَّا ve bizden vardır
5 الْقَاسِطُونَ doğru yoldan sapanlar ق س ط
6 فَمَنْ artık kimler
7 أَسْلَمَ müslüman olursa س ل م
8 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
9 تَحَرَّوْا aramışlardır ح ر ي
10 رَشَدًا doğru yolu ر ش د

“Haksızlığa sapanlar”dan maksat inanç ve amelde doğruluktan, adaletten sapanlardır. Bunlar, özellikle Allah’a ortak koşmakla hem hakikat çizgisinden saptıkları hem de böylece kendilerine haksızlık ettikleri için âyette “zalimler” anlamına gelen kāsitûn sıfatıyla nitelendirilmişlerdir (İbn Âşûr, XXIX, 236). Nitekim bir âyet-i kerîmede şirk büyük bir haksızlık (zulüm) olarak nitelenmiştir (Lokmân 31/13).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 477

وَاَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَۜ 


اَنَّ  masdar-ı müevvel atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. نَّا  mütekellim zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مِنَّا الْمُسْلِمُونَ  isim cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

مِنَّا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  الْمُسْلِمُونَ  muahhar mübteda olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مِنَّا الْقَاسِطُونَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

مُسْلِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

قَاسِطُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  قسط  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَداً

 

فَ  istînâfiyyedir. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَسْلَمَ  şart fiili olup mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اَسْلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ  işaret zamiri mübteda olarak mahallen merfûdur. تَحَرَّوْا رَشَداً  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. 

تَحَرَّوْا  iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş elif üzerine mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  رَشَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَسْلَمَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سلم ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

تَحَرَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  حري ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَاَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَۜ 


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘ nin haberi olan  مِنَّا الْمُسْلِمُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَّا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمُسْلِمُونَ , muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konuduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

Aynı üslupta gelen  وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la haber cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَّا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْقَاسِطُونَ , muahhar mübtedadır.

مِنَّا الْمُسْلِمُونَ  cümlesiyle  مِنَّا الْقَاسِطُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

الْقَاسِطُونَۜ  - الْمُسْلِمُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Her ikisi de ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَمِنَّا ‘nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Sapıtan anlamında kullanılan  قَاسِطُ , sapan, zalim demektir. Çünkü o, haktan ayrılmıştır. مقسيط  ise, adil anlamındadır. Zira o, hakka yönelmiştir. Bir kimse zulmettiği zaman  قسط , adil davrandığı zaman  أقسط  denilir. (Rûhu’l Beyân) 

 

 فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَداً

 

فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen cümlede  فَمَنْ اَسْلَمَ  cümlesi, şarttır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki  اَسْلَمَ  cümlesi mübtedanın haberidir. 

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)

فَ  karinesiyle gelen  اُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَداً  şeklindeki cevap cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle işaret edilenin önemini vurgular. 

Her iki cümlede de haberin mazi sıygada fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

اَسْلَمَ - الْمُسْلِمُونَ  kelimeleri  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mef’ûl olan  رَشَداً ’ın nekre gelmesi nev ve tazim ifade eder.

 
Cin Sûresi 15. Ayet

وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَباًۙ  ...


“Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ise
2 الْقَاسِطُونَ hak yoldan sapanlar ق س ط
3 فَكَانُوا olmuşlardır ك و ن
4 لِجَهَنَّمَ cehenneme
5 حَطَبًا odun ح ط ب

وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَباًۙ


وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  şart ve tafsil harfidir. İsim cümlesidir. الْقَاسِطُونَ  mübteda olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

فَكَانُوا  ile başlayan isim cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir. كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

لِجَهَنَّمَ  car mecruru  حَطَباً ‘nin hali olup mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَهَنَّمَ  gayri munsarif olduğu için kesra almamıştır.  حَطَباً  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَاسِطُونَ  kelimesi;, sülâsi mücerredi  قسط  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَباًۙ


Ayet, önceki ayetteki şart cümlesine  وَ ‘la, atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Şart ve tafsil harfi  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde  الْقَاسِطُونَ  mübteda, cevap cümlesi haberdir.

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَباً , mübteda olan  الْقَاسِطُونَ ’nin haberidir.

Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  حَطَباً ‘nin mahzuf haline müteallik olan car mecrur  لِجَهَنَّمَ , ihtimam için  كَان ‘nin haberine takdim edilmiştir. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)

Önceki ayetle birlikte bu ayette, cem' ma’at-taksim ve tefrik sanatı vardır. Cinler, topluluklarını müslüman olanlar ve sapanlar olarak ayırdıktan sonra müslüman olanların ve sapanların durumunu belirtmişlerdir.

Önceki ayetteki  فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَداً  cümlesiyle,  وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَباًۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Kâfirlerin cehennemde kalışları temlih ve tahkir yoluyla odunun ateşte kalışına benzetilmiştir. Yani, onlar cehaletleri sebebiyle akletmeyen odun gibidir. Allah Teâlâ’nın Bakara; 24 ‘de [‘’tutuşturucusu insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.’’] ayetinde buyurduğu gibi. (Âşûr) 

Sapıtanlar, hidayet yolundan ayrılanlar ise cehenneme odun olmuşlardır. Cehennem, insanların kâfirleri ile tutuşturulduğu gibi, onlarla da tutuşturulur. (Rûhu’l Beyân)

Cinlerin sözü bu ayetle sona ermiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Cin Sûresi 16. Ayet

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقاًۙ  ...


16-17. Ayetler Meal  :   
Yine de ki: “Bana şöyle de vahyedildi: ‘Eğer yolda dosdoğru olurlarsa, mutlaka onlara bol yağmur yağdırırız ki bununla onları imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْ لَوِ ve şayet
2 اسْتَقَامُوا doğru gitselerdi ق و م
3 عَلَى
4 الطَّرِيقَةِ yolda ط ر ق
5 لَأَسْقَيْنَاهُمْ onları sulardık س ق ي
6 مَاءً su ile م و ه
7 غَدَقًا bol غ د ق

Müfessirler bu âyetlerin cinlerin sözü değil, sûrenin 1. âyetinin başında yer alan, “De ki ...” buyruğu ile bağlantılı olduğunu kabul ederler (Zemahşerî, IV, 170; Şevkânî, V, 355). Buna göre mâna şöyle olur: “Ey Peygamber! Muhataplarına, sana vahyolunan yukarıdaki bilgileri duyurduğun gibi şu gerçeklerin vahyolunduğunu da duyur: Eğer onlar teslimiyet gösterip hak yolda dosdoğru yürürlerse biz de kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere boğarız...” Burada, doğru yolda gidenlere bolca nimetler nasip edileceği, ama bu lutufların daima bir fitne yani sınav ve deneme amacı da taşıdığı belirtilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de, inancı doğru, yaşayışı düzgün olanların nimetlerle, güzel bir hayatla ödüllendirileceği (meselâ bk. Nahl 16/97; Nûh 71/10-12); fakat bu lutufların aynı zamanda bir sınav yanının da olduğu (meselâ bk. Enfâl 8/28; Tâhâ 20/131; Zümer 39/49) başka yerlerde bildirilmiştir. 16. âyete şöyle de mâna verilir: Eğer onlar, içinde bulundukları inkârcılığa devam ederlerse istidrâc olarak onların rızıklarını çoğaltırız, sonunda zenginliklerine ve güçlerine güvenerek fitneye düşer, büsbütün sapkınlaşırlarsa onları hem dünyada hem de âhirette cezalandırırız (Taberî, XXIX, 72; Şevkânî, V, 356; istidrâc kavramı için bk. A‘râf 7/182). Bu mânayı destekleyen başka âyetler de vardır (meselâ bk. En‘âm, 6/44). 17. âyette de Allah’ı anmaktan yüz çevirenlerin çetin bir azaba atılacakları ifade buyurulmuştur. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 479

  Mevehe موه : 

  Su anlamına gelen ماءٌ sözcüğünün aslı مَوَهٌ şeklindedir. Çoğulu مِياهٌ ve أمْواهٌ şekillerinde gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de 63 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli mâyi (sulu) dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقاًۙ


وَ  itiraziyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. İsim cümlesidir.  اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.Takdiri; وأوحي إليّ أن لو استقاموا (Bana onlar dosdoğru gitselerdi diye vahyedildi) şeklindedir. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Şart fiili ve cevabı muhaffefe  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اسْتَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلَى الطَّر۪يقَةِ  car mecruru  اسْتَقَامُوا  fiiline mütealliktir. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اَسْقَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَٓاءً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  غَدَقاً  kelimesi  مَٓاءً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَقَامُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  قوم ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.  

اَسْقَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقاًۙ


وَ , itiraziyyedir. İstînâfiyye olması da caizdir. Masdar harfi  اَنْ ’nin dahil olduğu ayet, masdar tevilinde olup mahzuf fiilin naib-i faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri  وأوحي إليّ (Bana vahyedildi) olan fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Masdar-ı müevvel, şart üslubunda gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ  cümlesi, şarttır.

Şartın cevabı  لَ  karinesiyle gelen  لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقاً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

مَٓاءً  için sıfat olan ikinci mef’ûl  غَدَقاً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقاًۙ  ifadesi rahmetten kinayedir. 

مَٓاءً ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Bol suyun zikre tahsis edilmiş olması, hayat kaynağı olduğu için, bir de Araplarda su az ve aziz olduğu içindir. (Ebüssuûd)

اَسْقَيْنَاهُمْ  -  مَٓاءً - غَدَقاًۙ  ve  اسْتَقَامُوا  -  الطَّر۪يقَةِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الطَّر۪يقَةِ  kelimesinde istiare vardır. İslam dini anlamında müsteardır.

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

‘’Yoldaki istikamet’’ tabiri, salih ahlâk ve gerçek imanla vasıflanan kişiyi, yolda doğru yürüyen kimseye benzeten bir temsildir. Bu sebepten  الطَّر۪يقَةِ deki marifelik ahd için değil, cins içindir. (Âşûr) 

[Şüphesiz eğer onlar o yol, İslam dini üzere dosdoğru gitselerdi…] Bu sözün manası şudur: Bana vahyolundu ki eğer cinler ve insanlar İslam dini üzere dosdoğru gitselerdi onlara bol su verirdik. Burada su, bollukla mübalağa için nitelenmiştir. Özellikle sadece bol suyun anılması, onun, zenginliğin ve maişetin aslı oluşu ve Araplar arasındaki değerinden ötürüdür. (Rûhu’l Beyân)

 

 
Cin Sûresi 17. Ayet

لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَاباً صَعَداًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِنَفْتِنَهُمْ onları sınayalım diye ف ت ن
2 فِيهِ onunla
3 وَمَنْ ve kim
4 يُعْرِضْ yüz çevirirse ع ر ض
5 عَنْ -tan
6 ذِكْرِ anmak- ذ ك ر
7 رَبِّهِ Rabbini ر ب ب
8 يَسْلُكْهُ onu sokar س ل ك
9 عَذَابًا bir azaba ع ذ ب
10 صَعَدًا alt eden ص ع د

لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ 


لِ  harfi  نَفْتِنَهُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَسْقَيْنَاهُمْ  fiiline mütealliktir. 

نَفْتِنَهُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ف۪يهِ  car mecruru  نَفْتِنَهُمْ  fiiline mütealliktir.


 وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَاباً صَعَداًۙ


وَ  itiraziyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُعْرِضْ   şart fiili olup mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُعْرِضْ  sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْ ذِكْرِ car  mecruru  يُعْرِضْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  يَسْلُكْهُ  cümlesi şartın cevabıdır.  يَسْلُكْهُ  sukün ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَذَاباً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  صَعَداً  kelimesi  عَذَاباً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُعْرِضْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عرض ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ 

 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle önceki ayetteki  اَسْقَيْنَاهُمْ  mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.


 وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَاباً صَعَداًۙ


وَ , itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.) 

Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi 

مَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يُعْرِضْ  fiiline müteallik olan  عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪  izafetinde yüz çevirene ait zamirin Rabb ismine muzafun ileyh olmasıyla Allah’ın rububiyet vasfı hatırlatılmış, yine Rabb ismine muzâf olan  ذِكْرِ  tazim edilmiştir.

يُعْرِضْ (Yüz çevirmek); iki şekilde açıklanmıştır. Birinci açıklama -kâfirler hakkında olduğu kabul edilirse- kabul etmekten yüz çevirirse... demektir. İkincisi ise; eğer müminler hakkında olduğu kabul edilirse, amel etmekten yüz çevirirse demektir. (Kurtubî) 

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  يَسْلُكْهُ عَذَاباً صَعَداً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

صَعَداً  ikinci mef’ûl olan  عَذَاباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَاباً ’deki tenvin, tarifi mümkün olmayan nev ve kesret ifade eder. 

ذِكْرِ , İslam dininden veya Kur’an’dan kinayedir.

السَّلْكُ  fiili, fiilin vukuundaki şiddet manasında müstear olmuştur. “Ondan ayrılmayan bir azapla azap ederiz” manasındadır. Azap kelimesi mef’ûlu olarak gelmiştir. Zarfın mazrufu kaplaması gibi azabın kaplaması anlamında mecazen kullanılmıştır. (Âşûr)

Önceki ayetteki  لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقاًۙ  cümlesiyle,  وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَاباً صَعَداًۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

[Ta ki onları onunla, su vermek ve rızıklarını bollaştırmakla sınayalım.] Bakalım nasıl şükredecekler? Şu ayette ifade buyurulan da bu manadadır: [...Onları iyiliklerle sınadık.] (A'râf: 168) [Kim Rabbini anmaktan, O'na ibadet etmekten yüz çevirirse Rabbi onu çetin, dayanamayacağı, zor bir azaba sokar.] Ayetteki  يَسْلُكْ  fiili, sokar manasınadır. Araplar ”ipliği iğneye soktum" anlamında  سلكتُ الخيط في الابرة  derler. Nitekim bir başka ayette de bu kelime kullanılarak: [Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?] (Müddessir: 42) buyurulmuştur. (Rûhu’l Beyân)  
Cin Sûresi 18. Ayet

وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَداًۙ  ...


“Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّ ve şüphesiz
2 الْمَسَاجِدَ mescidler س ج د
3 لِلَّهِ Allah’a mahsustur
4 فَلَا artık
5 تَدْعُوا yalvarmayın د ع و
6 مَعَ ile beraber
7 اللَّهِ Allah
8 أَحَدًا hiç kimseye ا ح د

Mescid, müslümanların namaz kılmalarına ayrılmış mekânı ifade eder (bk. Bakara 2/114). Bu âyet de sûrenin birinci âyetinde geçen, “bir cin topluluğunun (Kur’an’ı) dinlediği” meâlindeki cümlecikle bağlantılı olup ibadet yerlerinin Allah’a mahsus olduğunu, insanların Allah’tan başkasına ibadet etmemeleri gerektiğinin Hz. Peygamber’e vahyedildiğini bildirmektedir. Müfessirler, buradaki mesâcid kelimesine bunun dışında şu anlamları da vermişlerdir: a) Mescidlerden maksat Mescid-i Haram’dır. Âyet Kâbe’ye putları yerleştirip onlara tapan müşrikleri uyarmakta ve yaptıklarının yanlış olduğuna işaret etmektedir (İbn Âşûr, XXIX, 240). 

b) Namaz ve ibadet yalnız camilere hasredilmiş olmadığından burada bütün yeryüzü kastedilmiştir. c) Secdede yere temas eden uzuvlar yani eller, ayaklar, dizler ve alın kastedilmiş, Allah’ın verdiği bu organlarla O’ndan başkasına secde edilmemesi emredilmiştir. d) Bazı müfessirlerce, secdenin namazın bir rüknü olduğu göz önüne alınarak bu kelime “namaz” anlamıyla da açıklanmıştır (Şevkânî, V, 356).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 479-480

وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَداًۙ


اَنَّ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  اَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا  olan masdar-ı müevvele matuftur. 

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  الْمَسَاجِدَ  kelimesi  اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. لِلّٰهِ  car mecruru  اَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إن تهيّأتم للعبادة فلا تدعوا  (İbadete hazırlandığınızda Allah’tan başkasına yalvarmayın.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَدْعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَعَ  mekân zarfı  تَدْعُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ

 

وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup 16. ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır.  الْمَسَاجِدَ  masdar harfi  اَنَّ ‘nin ismidir.  لِلّٰهِ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki mütekellim zamirinden bu ayette lafz-ı celâle iltifat zamiri vardır.

لِلّٰهِ  sözündeki lam istihkak(hak etmek) içindir. Yani, O’na layık olan Allah’tır, putlar ve başka şeyler değildir. Kim Allah’ın mescidlerine putları koyarsa Allah’a karşı haddi aşmış olur. (Âşûr) 

[Mescidler şüphesiz Allah'ındır.] Yani O'na ve O'nun ibadetine mahsustur. Özellikle Mescid-i Haram. Bu yüzden oraya Allah'ın evi anlamında ”beytullah" denilmiştir. Mescidden murad, namaz kılma ve Allah'ı anmak için inşa edilmiş olan yerdir. Mescidlerin başka bir açıdan Allah'tan başkasına izafe ve nispet edilmesi, yukarıda söylenene zıt değildir. Bu başkası, onu inşa eden olabilir: ”Resulullah’ın Mescidi" demek gibi. Bulunduğu mekan olabilir, ”Beytül-Makdis Mescidi" gibi. (Rûhu’l Beyân)

Mescidler içerisinde en saygıya değer olanı Mescid-i Haram'dır. Sonra Medine'deki Mescid-i Nebevi sonra Kudüste'ki Mescid-i Aksa, sonra Cuma kılınan camiler, sonra mahalle mescitleri, sonra çarşı mescitleri, sonra da evlerdeki mescidlerdir. (Rûhu’l Beyân)

 

 فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَداًۙ

  

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَداً , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri,  إن تهيّأتم للعبادة (İbadete hazırlandığınızda) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 

Ayetteki üsluptan umum anlaşılmaktadır. Mef’ûl olan  اَحَداً  kelimesi nefy siyakında nekra olarak gelmiş, kıllet, cins ve umum kastedilmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekra, umuma delalet eder.

Cümlede Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayette bütün esmâ-i hüsnayı ve kemâl sıfatları kendinde toplayan lafza-i celâl telezzüz ve haşyet kastıyla tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

تَدْعُوا  ve  الْمَسَاجِدَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Gerçekten mescitler Allah'ındır ona aittir, Artık Allah ile beraber hiçbir kimseye ibadet etmeyin oralarda ondan başkasına dua etmeyin. Kim yasağın illeti olarak  اَنَّ 'de  لِ 'ı mukadder kılarsa (لِ اَنَّ şeklinde) , فَ  'den beklenen faydayı sıfıra indirmiş olur. (Beyzâvî)    

Her kim bütün kemâl vasıfları kendisinde toplayan, her türlü noksanlıktan münezzeh olan, semavat ve arzı yaratan Zatı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek putlara taparsa, bu kişi muhakkak ki aklını ziyan etmiş, tabiatının fesadını ilan etmiş ve nefsini hakir görmüştür. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.73)

 
Cin Sûresi 19. Ayet

وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداًۜ۟  ...


“Allah’ın kulu (Muhammed), O’na ibadet etmek için kalktığında cinler nerede ise (Kur’an’ı dinlemek için kalabalıktan) onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّهُ ve şüphesiz
2 لَمَّا ne zaman ki
3 قَامَ kalktığında ق و م
4 عَبْدُ kulu ع ب د
5 اللَّهِ Allah’ın
6 يَدْعُوهُ O’na yalvarınca د ع و
7 كَادُوا nerdeyse ك و د
8 يَكُونُونَ oluyorlardı ك و ن
9 عَلَيْهِ onun üzerine
10 لِبَدًا keçe gibi birbirlerine geçecek ل ب د

“Allah’ın kulu”ndan maksat Hz. Peygamber’dir. Allah Teâlâ resulünü onurlandırmak için onu yüce zâtına izâfe ederek anmıştır. Âyette Hz. Peygamber Nahle denilen yerde ashabına namaz kıldırırken cinlerin ondan Kur’an dinlemek için neredeyse birbirlerini çiğneyecek şekilde etrafını kuşattıkları ifade edilmektedir. “Üstüne çıkarcasına” diye tercüme ettiğimiz libed kelimesinin farklı kıraatlerine göre âyete şöyle de mâna verilmiştir: “Peygamber Allah’a kulluk etmeye ve O’na çağırmaya başlayınca cinler ve insanlar onun getirdiği dini yok etmek için birbirlerini destekliyorlardı, ancak Allah onlara fırsat vermedi.” Taberî bu anlamı tercih etmiştir (XXIX, 75; Şevkânî, V, 356-357).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 480

وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداًۜ۟


اَنَّ  ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki masdar-ı müevvele veya birinci ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. 

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

Şart ve cevap cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

قَامَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قَامَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَبْدُ اللّٰهِ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  يَدْعُوهُ  fiili  قَامَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَدْعُوهُ  mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

كَادُوا  mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

كَادُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكُونُونَ  ile başlayan isim cümlesi  كَادُوا ‘nun haberi olup mahallen mansubdur. 

يَكُونُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla nakıs merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  يَكُونُونَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  لِبَداً ‘e mütealliktir.  لِبَداً  haber olup lafzen mansubdur.

وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداًۜ۟


وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu cümle, masdar tevilinde olup 1. ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداًۜ۟  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ  şart cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

قَامَ  fiilinin faili olan  عَبْدُ اللّٰهِ  izafetinde Hz. Peygambere işaret eden  عَبْدُ , Allah ismine muzâf olmasıyla şan ve şeref kazanmıştır.

عَبْدُ اللّٰهِ  olarak Resulullah’ın ‘’kul’’ olarak ifade edilmesi, onun bulunuşunun ve ibadetinin gereğinin kulluk olduğunu yani onun Allah'a kul olduğunu bildirmek içindir. (Rûhu’l Beyân) 

يَدْعُوهُ  cümlesi  عَبْدُ اللّٰهِ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi   كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداً , nakıs fiil  كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَاد ’nin haberi olan  يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداً   cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)   

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)  

عَبْدُ - يَدْعُوهُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

[Şüphe yok ki, Allah'ın kulu kalktığı zaman] yani Peygamber (sav) demektir. Ona  عَبْدُ (kul) denilmesi tevazu içindir. Çünkü orada kendinden bahsetmektedir, bir de kalkmasını gerektiren şeyi bildirmek içindir.  يَدْعُوهُ  ona ibadet etmek için neredeyse cinler üzerinde keçeler gibi olacaklardı, yani gördükleri ibadetinden ve işittikleri okumasından şaştıkları için üzerine üşüşeceklerdi ya da insanlar ve cinler onun işini bozmak için tepesine çullanacaklardı. لِبَداًۜ۟  kelimesi  لِبْدَ 'nin çoğuludur, o da aslan yelesi gibi üst üste yığılan şeydir. (Beyzâvî) 

Bu ifadeyi, Hazret-i Peygamber (sav) 'e vahyedilenler cümlesinden kabul edenler, başındaki elif edatının hemzesini meftuh; cinlerin sözü cümlesinden kabul edenler ise, onu kesreli okumuşlardır. Allah Teâlâ niçin, Hazret-i Muhammed (sav)'i Allah'ın kulu diye isimlendirdi de, onu, Allah'ın Resulü veya Allah'ın nebisi diye zikretmedi?" denilirse, biz deriz ki: Bu böyledir, çünkü bu söz, eğer Hazret-i Muhammed (sav)'e vahyolunanlar cümlesinden ise, Peygamber (sav)’in tevazuuna yakışan, kendisini kulluk vasfıyla zikretmesidir. Eğer cinlerin kelamından ise, o zaman mana şöyle olur: Allah'ın kulu, Allah'a ibadet ile meşgul olduğunda, yaptığı bu iş akla uygun olmasına rağmen, bu kâfirler niye onu bundan men etmek için bir araya toplanıp bu hususta çaba sarfediyorlar? (Fahreddin er-Râzî) 

يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداًۜ۟  ayeti, topluluklar halinde (bir araya geldiler), demektir. Bu ise ‘bir şeyin, bir şeyin üstüne keçe gibi toplanmasını anlatmak üzere kullanılan’ tabirinden gelmektedir. (Kurtubî) 

 
Cin Sûresi 20. Ayet

قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَداً  ...


De ki: “Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنَّمَا ancak
3 أَدْعُو ben yalvarırım د ع و
4 رَبِّي Rabbime ر ب ب
5 وَلَا ve
6 أُشْرِكُ ortak koşmam ش ر ك
7 بِهِ O’na
8 أَحَدًا hiç kimseyi ا ح د

Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber’e, tebliğ ettiği tevhid dini yüzünden insanların düşmanlığını kazandığını, eğer bu davadan vazgeçerse kendisini düşmanlarına karşı koruyacaklarını söylüyorlardı (bk. Şevkânî, V, 357). Bu âyetler onlara cevap olarak inmiş ve böylece Hz. Peygamber’in Allah’tan başkasına kulluk etmesinin söz konusu olamayacağı, onun kendisine verilen ilâhî emir ve mesajları tebliğ etme görevini yerine getirmekten başka gayesinin bulunmadığı ifade edilmiştir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 480

قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَداً


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfedir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi,  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org 

اَدْعُوا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  رَبّ۪ي  mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَٓا اُشْرِكُ  atıf harfi وَ ‘la  اَدْعُوا ‘ya matuftur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اُشْرِكُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  بِه۪ٓ  car mecruru اُشْرِكُ  fiiline mütealliktir.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اُشْرِكُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَداً


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي  cümlesi, kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille mef’ûlü arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبّ۪ي  izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَداً  cümlesi, mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mekulü’l-kavlin ilk cümlesindeki olumlu sıygadan bu cümlede menfi sıygaya iltifat vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَٓا اُشْرِكُ  fiiline müteallik olan car mecrur  بِه۪ٓ , ihtimam için mef’ûl olan  اَحَداً ‘e takdim edilmiştir

اَحَداً ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ifade ettiği için ‘hiçbir’ anlamındadır.

18-20. ayetlerde, aralarındaki münâsebet sebebiyle, bir manadan diğerine geçmek, sonra ilk manaya geri dönmek sanatı olarak tarif edilen istitrat sanatı vardır.

[De ki: Ben ancak Rabbime ibadet ederim.] Yani Peygamber (sav): Ben ancak Rabbime ibadet ederim” dedi. Hiç kimseyi de O’na ortak koşmam. Kıraat alimlerinin pek çoğu; Dedi ki" şeklinde onun dediğini haber veren bir kip olarak okumuşlardır. Ancak Hamza ve Âsım; “De ki” diye emir kipi olarak okumuşlardır. (Beyzâvî - Fahreddin er-Râzî)

 
Cin Sûresi 21. Ayet

قُلْ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا رَشَداً  ...


De ki: “Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنِّي elbette ben
3 لَا
4 أَمْلِكُ sahip değilim م ل ك
5 لَكُمْ size (vermeye)
6 ضَرًّا zarar ض ر ر
7 وَلَا ve ne de
8 رَشَدًا akıl ر ش د

قُلْ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا رَشَداً


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَٓا اَمْلِكُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَمْلِكُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. لَكُمْ  car mecruru  اَمْلِكُ  fiiline mütealliktir. 

ضَراًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  رَشَداً  atıf harfi وَ ‘la  ضَراًّ ‘a matuftur.

قُلْ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا رَشَداً

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا رَشَداً  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا رَشَداً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَٓا اَمْلِكُ  fiiline müteallik olan car mecrur  لَكُمْ , ihtimam için, mef’ûl olan  ضَراًّ ‘a takdim edilmiştir

وَلَا رَشَداً , mef’ûl olan  ضَراًّ ‘a matuftur. Ciheti camiâ tezattır. Aralarında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Kelimelerdeki nekrelik kıllet, nev ve umum ifade eder. Nefy siyakında nekre, umum ve şümule işarettir.

وَلَا رَشَداً ‘daki nefy harfi olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.

Atıftan sonra nefi harfi tekrar edilmeseydi, sadece ikisinin birlikte olumsuzlandığı anlamını taşırdı. Bu şekilde gelerek hem bunların yalnız başına olduğu durum hem de ikisinin birlikte olduğu durum olumsuzlanmıştır. 

[De ki: Şüphesiz ben sizin için ne bir zarara ne de bir hayra sahibim.] وﻻ نفعاً أوْ ضراً (ne yarara ne zarara). Birini ismi ile diğerini sebebinin (çünkü رَشَداً  fayda demektir) veyahut sonucunun ismi ile ( ضَراًّ ‘ın manası bağy بغي  dir.) tabir etmesi, her iki manayı akla getirmek içindir. (Beyzâvî)

Burada zarar karşılığında faydanın zikredilmesi gerekirken, sapıklık karşılığı olan rüşdün zikredilmesinde bir tür ihtibâk sanatı vardır. Yani: ne bir zarar verebilirim ne de bir yarar. (Elmalılı - Âşûr)

 
Cin Sûresi 22. Ayet

قُلْ اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداًۙ  ...


De ki: “Gerçekten beni Allah’a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنِّي elbette beni
3 لَنْ
4 يُجِيرَنِي kurtaramaz ج و ر
5 مِنَ -tan
6 اللَّهِ Allah-
7 أَحَدٌ hiç kimse ا ح د
8 وَلَنْ ve asla
9 أَجِدَ bulamam و ج د
10 مِنْ
11 دُونِهِ ondan başka د و ن
12 مُلْتَحَدًا sığınacak kimse ل ح د

قُلْ اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداًۙ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَنْ يُج۪يرَن۪ي  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. يُج۪يرَن۪ي  fetha ile mansub muzari fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  يُج۪يرَن۪ي  fiiline mütealliktir.  اَحَدٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. اَجِدَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  مِنْ دُونِه۪  car mecruru  اَجِدَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مُلْتَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

يُج۪يرَن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  جور ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُلْتَحَداً  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûlüdür.

قُلْ اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداًۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’ân-ı Kerîm'de pek çok kez geçen bu emir, Resulullah'ın (sav) kendinden tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah'a (sav) قُلْ  diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur’an-ı Kerîm'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce, kendisine bunu indiren Allah'ın ona  قُلْ  dediğini işitiriz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 419)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ  cümlesi, menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye istikbalde asla manası kazandıran nefy harfi  لَنْ , aynı zamanda tekid ifade eder.

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَنْ يُج۪يرَن۪ي  fiiline müteallik olan car mecrur  مِنَ اللّٰهِ , ihtimam için, fail olan  اَحَدٌ ‘e takdim edilmiştir. 

اَحَدٌ ’daki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Burada hiçbir kimse anlamındadır. Olumsuz siyakta nekra umum ifade eder.

Aynı üslupta gelen  وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car mecrur  مِنْ دُونِه۪ اللّٰهِ , ihtimam için ilk mef’ûl  مُلْتَحَداً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  دُونِه۪  izafeti, Allah’tan gayrının tahkiri içindir.

مُلْتَحَداً ‘deki tenvin nev ve kıllet ifade eder.

مُلْتَحَداًۙ , gidecek yer yahut sığınak demektir. Aslı girecek yer demektir ki,  لحد 'den gelir.  (Beyzâvî)

Cin Sûresi 23. Ayet

اِلَّا بَلَاغاً مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِه۪ۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ  ...


“Ancak Allah’tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O’nun vahiylerini açıklayabilirim. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا sadece (yapabileceğim)
2 بَلَاغًا duyurmaktır ب ل غ
3 مِنَ -tan
4 اللَّهِ Allah-
5 وَرِسَالَاتِهِ ve O’nun elçiliğidir ر س ل
6 وَمَنْ artık kim
7 يَعْصِ baş kaldırırsa ع ص ي
8 اللَّهَ Allah’a
9 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
10 فَإِنَّ şüphesiz
11 لَهُ ona vardır
12 نَارَ ateşi ن و ر
13 جَهَنَّمَ cehennem
14 خَالِدِينَ sürekli kalacağı خ ل د
15 فِيهَا içinde
16 أَبَدًا ebedi ا ب د

اِلَّا بَلَاغاً مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِه۪ۜ


اِلَّا  istisna edatıdır.  بَلَاغاً  müstena olup fetha ile mansubdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  بَلَاغاً ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir.  رِسَالَاتِه۪  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

    

 وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَعْصِ اللّٰهَ   mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَعْصِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

رَسُولَهُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  لَهُ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. نَارَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.

جَهَنَّمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِد۪ينَ  kelimesi  لَهُ ‘deki zamirden hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  ف۪يهَٓا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.  اَبَداً  zaman zarfı  خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا بَلَاغاً مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِه۪ۜ 


Ayetin başındaki bu ibare  مُلْتَحَداًۙ ‘den istisna edilenlerdir.  اِلَّا  istisna harfi,  بَلَاغاً  müstesnadır. Âşûr ise farklı görüştedir. 21. Ayetteki  ضَراًّ - رَشَداً ‘den istisna edilendir. Munkatı’ istisnadır. (Âşûr) 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  بَلَاغاً ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

رِسَالَاتِه۪  lafza-i celâle matuftur.

Veciz ifade kastına matuf  رِسَالَاتِه۪ۜ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رِسَالَاتِ, tazim edilmiştir.

رِسَالَاتِه۪ۜ  -  بَلَاغاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette zemme benzeyen bir şeyle medhi tekid sanatı vardır. Bu sanat bir şeyi yeriyormuş gibi görünerek methetmektir. İstisna veya istidrak edatlarıyla yapılır. İstisna edatından önceki olumsuz cümle zem gibidir ama arkadan gelen ayet medihtir. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatlari Hasan Uçar Doktora Tezi) 


وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ , sübut ifade eden isim cümlesidir. 

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَ  karinesiyle gelen  فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداً  cevap cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

نَارَ جَهَنَّمَ  izafeti,  اِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifadesi içindir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi  لَهُ ‘deki zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

خَالِد۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.  ف۪يهَٓا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.  اَبَداً  zaman zarfı  خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

Allah’a asi olma ifadesinden sonra resulüne asi olmanın zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâbdır.

نَارَ -  جَهَنَّمَ  ve  خَالِد۪ينَ - اَبَداًۜ  ve  اللّٰهَ - رَسُولَهُ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Veciz ifade kastına matuf  رَسُولَهُ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamirin Rabb ismine muzâf olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

رِسَالَاتِه۪ۜ - رَسُولَهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Kim isyan ederse, hiç şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır.] ayetindeki: [Hiç şüphesiz] lafzının hemzesinin kesreli gelmesi ceza (yani şart cümlesinin cevabının) başına gelen  فَ ‘den sonrasının ibtidâ konumunda oluşundan dolayıdır. İbtidâ halinde ise "elif nun"un hemzesi kesreli okunur. Onlar, orada ebediyyen kalacaklardır ayetindeki: “Kalıcılar olarak" lafzı hal olarak nasb edilmiştir. Çoğul olarak gelmesi ise bu şekilde hareket eden herkesin bu durumda olacağından dolayıdır. O bakımdan (fiilin) ilkin tekil olarak gelmesi:  مَنْ (Kim) lafzından dolayıdır. Daha sonra da manadan ötürü ‘’ebediyen kalıcılar’’ lafzı çoğul olarak gelmiştir.  اَبَداً /Ebediyen kelimesi, burada isyandan kastın şirk olduğunu göstermektedir. Şirkin dışındaki masiyetler diye de açıklanmıştır. (Kurtubî)
Cin Sûresi 24. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِراً وَاَقَلُّ عَدَداً  ...


Nihayet uyarıldıkları şeyi gördüklerinde kimin yardımcısı daha zayıf, kimin sayısı daha azmış, bilecekler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا zaman
3 رَأَوْا gördükleri ر ا ي
4 مَا şeyi
5 يُوعَدُونَ kendilerine va’dedilen و ع د
6 فَسَيَعْلَمُونَ bileceklerdir ع ل م
7 مَنْ kimin
8 أَضْعَفُ daha zayıftır ض ع ف
9 نَاصِرًا yardım edeni ن ص ر
10 وَأَقَلُّ ve daha azdır ق ل ل
11 عَدَدًا sayıca ع د د

Hz. Peygamber’e ve müslümanlara yardım edip onları dünyada zafere, âhirette de kurtuluşa erdireceğini, inkârcıları ise cezalandıracağını bildiren âyetler geldikçe müşrikler onlarla alay edip bu işin ne zaman ve bu zayıf müminlerle nasıl olacağını soruyorlardı. İşte âyet onların bu sorularına cevap vermektedir (İbn Âşûr, XXIX, 245).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 480

حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِراً وَاَقَلُّ عَدَداً


حَتّٰٓى  ibtidaiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَاَوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رَاَوْا  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُوعَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl amili  يَعْلَمُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَضْعَفُ نَاصِراً ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَضْعَفُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir.  نَاصِراً  temyiz olup lafzen mansubdur.  اَقَلُّ عَدَداً  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نَاصِراً  kelimesi, sülâsi mücerredi نصر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِراً وَاَقَلُّ عَدَداً


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. حَتّٰٓى  ibtidâ harfi, اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda ve şart cümlesi olan  رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

رَاَوْا  fiili, ayette idrak etmek manasında müsteardır.

Ruveynî’ye göre  رَاَوُا  fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebeb müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilirsiniz; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveynî, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi, S. 77)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  يُوعَدُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

يُوعَدُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

فَ  karinesiyle gelen  فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِراً  şeklindeki cevap cümlesinde, cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  اَضْعَفُ نَاصِراً , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو  olan mübteda mahzuftur. 

Mahzuf mübtedanın haberi olan  اَضْعَفُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupta gelen  وَاَقَلُّ عَدَداً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو  olan mübteda mahzuftur. 

Mahzuf mübtedanın haberi  اَقَلُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

نَاصِراً  ve  عَدَداً  temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

اَضْعَفُ  -  اَقَلُّ  ve  مَنْ - مَا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Nihayet tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman,] dünyada (mesela Bedir Savaşı gibi) ya da ahirette.  حَتّٰٓى  edatının gösterdiği gaye (son) [neredeyse üzerine çullanacaklardı] kavline aittir, bu da ikinci manaya göredir ya da durumdan anlaşılan mahzufa aittir, o da kâfirlerin onu zayıf görüp ona karşı çıkmalarıdır. [Kimin yardımcı bakımından daha zayıf ve sayıca daha az olduğunu bilecekler o mudur yoksa onlar mıdır?] (Beyzâvî)

Cin Sûresi 25. Ayet

قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَداً  ...


De ki: “Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi koyacaktır, bilemem.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنْ hayır
3 أَدْرِي bilmem د ر ي
4 أَقَرِيبٌ yakın mıdır? ق ر ب
5 مَا şey
6 تُوعَدُونَ size söylenen و ع د
7 أَمْ yoksa
8 يَجْعَلُ koyacak (mıdır?) ج ع ل
9 لَهُ onun için
10 رَبِّي Rabbim ر ب ب
11 أَمَدًا uzun bir süre ا م د

Müminlere vaad edilen zaferin veya inkârcılara verilecek cezanın ve kıyamet olayının ne zaman gerçekleşeceği konusu gayb bilgilerinden olduğu için Allah bildirmedikçe peygamberin de onu bilmesi mümkün değildir. Sûrenin başından beri işlenen konularda ağırlıklı olarak cinlerin gaybı bilmedikleri ya açıkça veya işaret yoluyla ifade edilmiştir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 480

قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَداً


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَدْر۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. 

اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ  amili  اَدْر۪ٓي ‘nin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.  اَدْر۪ٓي  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hemze isitifham harfidir.  قَر۪يبٌ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur.  مَا  ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  

تُوعَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَجْعَلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يَجْعَلُ ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlü bihine mütealliktir.  رَبّ۪ٓي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَمَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَجْعَلُ  değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَداً


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an-ı Kerîm'de pek çok kez geçen bu emir, Resulullah'ın (sav) kendinden tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Rasûlullah'a (sav) قُلْ  diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur’ân-ı Kerîm'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce, kendisine bunu indiren Allah'ın ona  قُلْ  dediğini işitiriz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 419)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ  cümlesine dahil olan  اِنْ , nefy harfidir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan  اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ  cümlesi, اَدْر۪ٓي  fiilinin iki mef’ûlü konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اَقَر۪يبٌ , mukaddem haberdir.

Masdar harfi  مَا  ve sılası olan  تُوعَدُونَ , masdar tevilinde muahhar mübtedadır. Muzari sıygada gelerek istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden fiil, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)  

يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَداً  cümlesi, hemzeye muadil atıf harfi olan  اَمْ ’le makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

İstifhama dahil olan cümle müspet muzari fiil sıygasında gelerek istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastına matuf  رَبّ۪ٓي  izafetinde Hz. Peygambere ait zamirin Rabb ismine muzâf olmasıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car mecrur  لَهُ رَبّ۪ٓي , ihtimam için ilk mef’ûl  اَمَداً ‘e takdim edilmiştir.  

اَمَداً - قَر۪يبٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ  cümlesiyle  اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَداً  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

[De ki: Tehdit olunduğunuz yani kıyâmetin kopması -dünya azabı da denilmiştir- yakın mıdır yoksa Rabbim ona uzun bir zaman bir süre ve bir ecel mi tayin etmiştir.] bilmiyorum? Yani ben, bunu bilmiyorum. Bu da şu demektir: Azabın ne zaman ineceğini de, kıyametin ne zaman kopacağını da ancak Allah bilir. Bu, kendisine dair Allah'ın bana bildirdiklerinden başkasını asla bilemeyeceğim bir gaybdır. Tehdit olunduğunuz ifadesindeki  مَا 'nın fiil ile birlikte masdar anlamını vermesi söz konusu olduğu gibi; ism-i mevsûlü anlamında olup, aid zamirin takdir edilmesi de sözkonusu olabilir. (Kurtubî)

Cin Sûresi 26. Ayet

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَداًۙ  ...


O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَالِمُ bilendir ع ل م
2 الْغَيْبِ gaybı غ ي ب
3 فَلَا
4 يُظْهِرُ göstermez ظ ه ر
5 عَلَىٰ
6 غَيْبِهِ gizli bilgisini غ ي ب
7 أَحَدًا kimseye ا ح د

Gaybı yalnızca Allah’ın bildiği, bu konuda O’nun hoşnut olup seçtiği elçinin dışında –cinler dahil– hiç kimseye bilgi vermediği ifade buyurulmuştur. Allah’ın hoşnut olup seçtiği elçiden maksat peygamberler, onlara bildirdiği gayb bilgileri ise ilâhî vahiyler ve haberlerdir ki bunlar da onların peygamber olduğunu gösterir. Meselâ Hz. Peygamber’e kıyamet gününde ve âhirette meydana gelecek olaylar vb. birçok gayb haberini içeren Kur’an vahyedilmiştir. Şevkânî’nin eserinde, Kur’an ve vahiy dışında da Hz. Peygamber’e fiten ve benzeri bazı gayb bilgilerinin verildiği zikredilmiş ve âyetin bunlara da işareti söz konusu edilmiştir (bk. Taberî, XXIX, 76-77; Şevkânî, 358-359). 

İlâhî vahyin korunması, ona şeytan sözünün karışmaması ve peygamberlerin Allah’ın mesajlarını tebliğ edip etmediklerinin tam olarak ortaya çıkması için Allah Teâlâ, elçisinin önünde ve arkasında koruyucu / gözetleyici melekler görevlendirmiş (bk. İbn Âşûr, XXIX, 250), çevrelerini bunlarla donatmış ve tahkim etmiştir. Allah bunu, vahyi koruyamadığından değil, hikmeti gereği yapmaktadır; zira Allah’ın her şeye gücü yeter; O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır (gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/2). Allah’ın peygamberlerini kıyamet ve âhiret halleri gibi bazı gayb konularından haberdar etmesinin bir amacı da mûcize mahiyetindeki bu bilgilerle onların nübüvvetini kanıtlamaktır. Bu âyetler, astroloji yoluyla olağan üstü bilgilere ulaştıklarını söyleyenleri de yalanlamaktadır. Zemahşerî gibi Mu‘tezile âlimleri bu âyetlere dayanarak kerametin imkânsızlığını, keramet olduğu söylenenlerin asılsız olduğunu savunmuşlardır (bk. V, 172-173). Ancak Râzî, burada özellikle âhiretle ilgili gaybî bilgilerden söz edildiğini belirterek Mu‘tezile’nin âyetten bu anlamı çıkarmasını dayanaksız bulmuştur (XXX, 168-170).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 481

عَالِمُ الْغَيْبِ 


İsim cümlesidir.  عَالِمُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو ‘dir.  Aynı zamanda muzâftır.  الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَالِمُ kelimesi, sülâsi mücerredi  علم olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَداًۙ


فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْهِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

عَلٰى غَيْبِه۪ٓ  car mecruru  يُظْهِرُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُظْهِرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ظهر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَداًۙ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هو  olan mübteda mahzuftur. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsned olan  عَالِمُ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Müsnedin izafetle marife olması faydayı çoğaltıp, anlamı kamil hale getirmek içindir.

Ayetin ikinci cümlesi  فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَداًۙ  atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine iltifat sanatı vardır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يُظْهِرُ  fiiline müteallik olan car mecruru  عَلٰى غَيْبِه۪ٓ  ihtimam için, mef’ûl olan  اَحَداًۙ ‘e takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  اَحَداً ‘deki nekrelik nev, kıllet ve umum ifade eder. Burada hiç kimse anlamındadır. Nefy siyakta nekre umum ifade eder.

عَالِمُ  - غَيْبِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Cin Sûresi 27. Ayet

اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَداًۙ  ...


27-28. Ayetler Meal  :   
Ancak seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.) Fakat O, Resûlün önünde ve arkasında gözetleyici (melek)ler yürütür ki resûllerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ ettiklerini bilsin. Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak (gösterir)
2 مَنِ kimseye
3 ارْتَضَىٰ razı olduğu ر ض و
4 مِنْ -den
5 رَسُولٍ elçi- ر س ل
6 فَإِنَّهُ çünkü O
7 يَسْلُكُ sevk eder س ل ك
8 مِنْ
9 بَيْنِ önüne ب ي ن
10 يَدَيْهِ önüne ي د ي
11 وَمِنْ ve
12 خَلْفِهِ arkasına خ ل ف
13 رَصَدًا gözetleyiciler ر ص د

اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ 


اِلَّا  istisna edatıdır. İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنِ  müşterek ism-i mevsûl  اَحَداً ‘den bedel olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  ارْتَضٰى ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ارْتَضٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ رَسُولٍ  car mecruru  ارْتَضٰى ‘nın mukadder mef’ûlünun temyizidir. Takdiri, ارتضاه رسولا (O’nu resul olarak seçti) şeklindedir. 

ارْتَضٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi رضو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَداًۙ

 

İsim cümlesidir.  فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَسْلُكُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَسْلُكُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ بَيْنِ  car mecruru  يَسْلُكُ  fiiline mütealliktir. 

يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  يْ  ile mecrurdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ خَلْفِه۪  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  رَصَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ 


Önceki ayetten istisna edilenlerin bildirildiği ayet fasılla gelmiştir.  اِلَّا  istisna harfidir. 

اَحَداً ‘den bedel olan müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’in sılası olan  ارْتَضٰى , mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

مِنْ رَسُولٍ  car mecruru  ارْتَضٰى  fiilinin mukadder zamirinden mahzuf hale veya temyize mütealliktir.

رَسُولٍ ’deki tenvin özel bir nev ve tazim ifade eder. 


 فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَداًۙ


فَ  ta’liliyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

اِنَّ ’nin haberi olan  يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَداًۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَسْلُكُ  fiiline müteallik olan car mecrurlar  مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ ve  مِنْ خَلْفِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan  رَصَداًۙ ‘e takdim edilmiştir.

رَصَداً ‘deki tenvin özel bir nev ve kesret ifade eder.

مِنْ - مَنِ  arasında ve  مِنْ ’in tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki  مِنْ  harf-i ceri, "Beğenip seçtiği..." ifadesinin beyaniyesi olup, "Allah, gaybın bilgisine, ancak beğenip seçtiği bir resulü muttali kılar" demektir. (Fahreddin er-Râzî) 

بَيْنِ - خَلْفِه۪  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ancak risaleti ile ilgili bazı gaypları açıklamak için seçip beğendiği bir resul müstesna. Ama resulün risaleti ile ilgili olmayan, kıyametin kopma zamanı gibi gaybleri hiç kimse ebediyen bilemez. Çünkü onun vaktini açıklamak risalet yörüngesinin döndüğü teşrîî hikmete aykırıdır. Üzerinde durduğumuz ayet, şu ayetin benzeridir: [...Allah size gaybı bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini seçer…] (Âli İmrân: 179) Çünkü onun, razı olunan elçinin önünden ve arkasından gözetleyiciler koyar. Yani Allah Teâlâ  peygamberin her bir yanından meleklerden bekçiler koyar. Onlar Allah kendisine risaleti ile ilgili bazı şeyleri açıkladığında onu, bazı şeytanlardan muhafaza ederler. (Rûhu’l Beyân)
Cin Sûresi 28. Ayet

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَداً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيَعْلَمَ bilsin diye ع ل م
2 أَنْ
3 قَدْ elbette
4 أَبْلَغُوا duyurduklarını ب ل غ
5 رِسَالَاتِ risaletini ر س ل
6 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
7 وَأَحَاطَ ve kuşatmıştır ح و ط
8 بِمَا herşeyi
9 لَدَيْهِمْ onlarda bulunan
10 وَأَحْصَىٰ ve saymıştır ح ص ي
11 كُلَّ her ك ل ل
12 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
13 عَدَدًا bir bir ع د د

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَداً


لِ  harfi,  يَعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَسْلُكُ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْلَمَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.  قَدْ  tahkik harfidir.Tekid ifade eder. 

اَبْلَغُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. رِسَالَاتِ  mef’ûlun bih olan nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Veya haliyye olmasıda caizdir.  اَحَاطَ  fiili  يَعْلَمَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَحَاطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَحَاطَ  fiiline mütealliktir.  لَدَيْهِمْ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْصٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. كُلَّ   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَدَداً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَبْلَغُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بلغ ’dir. 

اَحَاطَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حوط ’dir. 

اَحْصٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حصي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ 


Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle başındaki harfle birlikte önceki ayetteki  يَسْلُكُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْ , muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri, mahzuftur. Şan zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنْ ’in dahil olduğu isim cümlesi  اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ , masdar tevilinde,  يَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ  cümlesi, muhaffefe  اَنَّ ‘in haberidir. Cümlenin başındaki  قَدْ  tekid içindir. Tahkik ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

Cümlede müsnedin mazi fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Veciz ifade kastına matuf  رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ  izafetinde, Peygamberlere ait zamirin Rab ismine muzafun ileyh olmasıyla Peygamberler, yine Rab ismine muzaf olmasıyla  رِسَالَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

رَسُولٍ  müfred,  رِسَالَاتِ  cemi gelmiştir. Bu müfred cemi farkı iltifat sanatıdır. Bu iki kelime arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada Allah'ın onu bilmesinin zikredilmesi, tebliğ ve cihada çok önem verdiğini ve bunların büyük mükâfatları olduğunu bildirmek, ikisini de ziyadesiyle teşvik etmek ve her ikisinde de taksirat göstermekten sakındırmak içindir. (Ebüssuûd) 

[Ta ki Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin.] Yani bilsin ki, kendilerine vahyedilen peygamberler, Rablerinin risaletini ümmetlerine tebliğ ettiler. Yine bilsin ki o risalet kendilerine tebliğ edildikten sonra şeytanlar tarafından kapılmasın ve bir şeyle karıştırılmasın. Allah onlarda bulunan veya onların hallerinden olan her şeyi kuşatmış ve olan ve olacak olan her şeyi tek tek en ince teferruatına kadar ihata edecek şekilde saymıştır. (Rûhu’l Beyân)


 وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَداً


Cümle  يَعْلَمَ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlü, başındaki  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَحَاطَ  fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. Mekan zarfi olan  لَدَيْهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَداً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كُلَّ شَيْءٍ  mef’ûlun bih, عَدَداً  temyiz olarak mansubdur. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

شَيْءٍ ‘deki nekrelik nev ve kesret ifade eder.

Allah’ın birliği, yüceliği, gizli aşikar her şeyi hakkıyla bildiği, cinler hakkında abartılmış bilgi ve inançların yanlışlığı ve asılsızlığı, Kur’an vahyinin cinler üzerindeki etkisi ve ahiret hayatının kesin olduğu gibi hususları ihtiva eden surenin ilk yarısında dini gerçekler cinler vasıtasıyla, ikinci yarısında ya doğrudan ilahî ifadeler şeklinde veya Hz. Peygamber’e söyletilmek suretiyle tekrar dile getirilerek pekiştirilmiştir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/cin-suresi)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

 
Günün Mesajı
Bu son ayetlerde anlatılan gerçeğe Sâffât Sûresi'nin ilk ayetlerinde de temas edilmektedir. Hz. Cebrail (a.s.) Allah Rasülü'ne vahyi getirirken, yol boyunca sayısız denebilecek melek ona eşlik eder, vahye müdahale etmek isteyen şerli cinleri, şeytanları kovarlar, bazı melekler de Allah Rasülü'nün etrafını kuşatırlardı. Allah Rasülü (s.a.s.) vahyi tebliğ ederken de benzer bir koruma olurdu. Yani vahiy ve onunla bildirilen İlâhi-gaybi gerçek Allah'tan geldiği şekilde hiçbir değişikliğe, eksiltme ve artırmaya  maruz kalmadan insanlara tebliğ edilmiştir.
Allah (c.c.), vahyin rasulune iletilmesini, O'nun tarafından insanlara tebliğ edilmesini tam bir emniyet altına almıştır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her şeyin çok olanını isterdi çünkü gözü doymadan, gönlü de doymazdı. Yıllar geçtikçe, İslam terbiyesi ile nefsinin çocukluğu da geçti. Gördüklerinin fazlasına ya da rağbet görenlere özenen nefsine, her seferinde: “çokluğa aldanma, o da tükenecek ve sen yine acıkacaksın” dedi. 

Yiyeceklerden az ya da çok yedi, sindirimin sonu aynıydı. Kalabalıkların uyguladığı teknikleri denedi, hepsinin modası geçti. Beğendiklerinin hepsini almaya çabaladı, alışverişe doymadığı gibi kullanabilme kapasitei de sınırlı kaldı. Aslında dünyalık herhangi bir nimetin az ve öz olanı ile yetinebildiğini öğrendi.

Batıl yolda yürüyenlerin çokluğuna üzülen ve cesareti kırılan benliğine; kalabalık ordulara karşı zafer kazanan ama sayıca az olan İslam ordularını ve Halid bin Velid (ra)’ın sözlerini hatırlattı. O karşısına çıktığı ordulara şöyle demişti: “Allah’a and olsun ki sizin hayatı sevdiğiniz gibi ölümü seven ve sizin dünyayı sevdiğiniz gibi ahireti seven bir toplulukla geldim.”

Gönlü ferahlayıp cesaret ile dolduğunda anladı. Batıl yolunun yolcuları, sağlam bir temelleri olmadığı için birbirlerinin ve sahip olduklarının çokluklarından destek alıyorlardı. Dünyada istedikleri her yere ellerini uzatabilseler dahi, hüküm günü, dünyalık her şeyleri yok olacaktı. Allah’ın huzurunda ve O’nun gazabı karşısında yalnız ve zayıf kalacaklardı.

Ey Allahım! İstediğimiz ve istemediğimiz güzellikleri verensin. Korktuğumuz ve korunmayı akıl edemediğimiz hallerden koruyansın. Zorlandığımız ve yalnız kaldığımız zamanlarda yardım edensin. Gönüllerimizi ferahlatan, yüklerimizi hafifleten, mükafatları veren, yüzümüzü güldüren ve rahmeti bol olansın. 

Elhamdulillah.

Tek sığınağımız Sensin. Secdelerin ve sınırsız hayırların tek sahibisin. Dünyanın yanılgısından, insanların baskısından, canı yanan halimizden ve nefsimizin acelesinden ya da herhangi gaflet halinden dolayı Senden başkasından istemek günahından ve batıl inançlardan muhafaza buyur. Bizi, her halinde Sana koşan, her şeyini Senden isteyen ve verdiğinde ya da vermediğinde bir hikmet olduğuna iman eden gönlü mutmain kullarından eyle. 

Ölümü vuslat bilen, ahirete doğru şekilde hazırlanan ve her şeyin sonunda Allah’a kavuşanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji