6 Mayıs 2026
Müzzemmil Sûresi 1-19 (573. Sayfa)
Müzzemmil Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 20 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMüzzemmil”kelimesinden almıştır. Müzzemmil, örtünüp bürünen demektir.Sûrede başlıca, Hz. Peygamberin ibadet ve taat hayatı konu edilmiştir.
Mushaftaki sıralamada yetmiş üçüncü, iniş sırasına göre üçüncü sûredir. Kalem sûresinden sonra, Müddessir sûresinden önce Mekke’de inmiştir; 20. âyetinin Medine’de indiğine dair bir rivayet de vardır (Kurtubî, XIX, 30). Müddessir sûresinden sonra indiği, dolayısıyla dördüncü sırada yer aldığı görüşünde olanlar da vardır (bk. İbn Âşûr, XXIX, 254; Esed, III, 1199).
Resûlullah’a şahsı ve peygamberliği ile ilgili bazı görevlerin verildiğini ifade eden âyetlerle başlayan sûrede daha sonra kıyamet günündeki olaylar, âhiretteki hesap ve ceza konuları anlatılmakta; son olarak da müminlerin ibadet yüklerinin hafifletildiği bildirilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Müzzemmil Sûresi 1. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ  ...


Ey örtünüp bürünen (Peygamber)!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ve ey
2 الْمُزَّمِّلُ örtüsüne bürünen ز م ل

Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber Hira mağarasında ilk vahyi aldığında bu olaydan fevkalâde etkilenmiş, doğruca evine gidip eşi Hz. Hatice’ye, “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler, korkusu geçip rahatlayıncaya kadar bu şekilde kalmıştır (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3, 7; Müslim, “Îmân”, 252, 255). İşte 1. âyetteki “müzzemmil” kelimesi onun bu halini ifade etmektedir. Hz. Peygamber örtüsüne bürünmüş bir halde dururken yine Cebrâil gelmiş ve “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan yeni vahiyler getirmiştir (bk. Şevkânî, V, 364; İbn Âşûr, XXIX, 256). Bundan sonraki Müddessir sûresi de aynı sebeple gelmiştir. Çünkü bu durum bir süre devam etmiştir. Bununla birlikte “örtüsüne bürünen” ifadesine mecaz olarak, “peygamberlik kisvesine bürünen, Kur’an’a bürünen, uyumak için örtüsünü üzerine çeken, uykuya dalmış olan, kendi kendine dalıp düşünen” anlamları da verilmiştir (Şevkânî, V, 364; Esed III, 1200). 2. âyette Hz. Peygamber’e gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirmesi emredilmiş; 3 ve 4. âyetlerde ibadet süresinin, gecenin yarısı kadar, daha azı yahut biraz fazlası olabileceği belirtilmiştir. İleride, 20. âyette ise bu sürenin, üçte ikisine yakın, yarısı, üçte biri olarak uygulandığı bildirilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde gece kalkıp namaz kılmanın Hz. Peygamber’e farz olduğu, beş vakit namaz farz kılındıktan sonra da bu ödevin aynen devam ettiği bildirilmektedir. Teheccüd adı verilen bu gece namazı yükümlülüğü Hz. Peygamber’e mahsus olup ümmetinin de geceleyin kalkıp bu namazı kılmaları sünnet kabul edilmiştir (İbn Âşûr, XXIX, 258; ayrıca krş. İsrâ 17/79).

Tane tane, hakkını vererek oku” diye çevirdiğimiz fiilin masdarı olan tertîl, sözlükte “bir şeyi güzel bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıklamak” anlamlarına gelmektedir. Burada Kur’an’ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş yavaş, mânası üzerinde düşünerek okunması kastedilmektedir. Bu şekilde okumak Kur’an’ı anlamaya ve mânalarını düşünmeye daha elverişli olduğu için yüce Allah böyle okunmasını emretmiştir. Hz. Peygamber’in Kur’an’ı, harflerinin hakkını vererek ağır ağır okuduğu rivayet edilir (İbn Kesîr, VIII, 276).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 485-486

يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُزَّمِّلُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُزَّمِّلُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ


Surenin ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münada,  هَا  tekid ifade eden tenbih harfidir.

يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ  nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir. Nidanın cevabı sonraki ayettedir.

İsm-i fail vezninde gelen  الْمُزَّمِّلُۙ , Hz.Peygamberden kinayedir.

الْمُزَّمِّلُ  kelimesinin aslı  مُتزَّمِّلُ 'dir. Bu, bürünen ve örtünen manasına gelir. Peygambere (sav) bu vasıfla, yani "Ey bürünen!" diye hitap edilmesi ona karşı ünsiyet ve okşayıcı olma manası ifade eder. Süheylî şöyle der: Araplar, muhatabı azarlamayıp ona nazik davranmak istediklerinde, onu içinde bulunduğu du­rumla ilgili bir isimle isimlendirirler. (Safvetü’t Tefâsir) 

الْمُزَّمِّلُۙ , tefe'ul babından etken ism-i fail (ortaç) olup aslı  مُتَزَمِّلُ ‘dir.  ت  harfi  ز  harfine çevrilmiştir. ‘Örtüsüne bürünüp örtünen’ demektir ki kendisi örtünmüş veya başkası tarafından örtülmüş olabilir. Bunun büyük bir olay karşısında başını içine çekmek, gizlenmek, kaçınmak, rahata meyletmek gibi kinaye manaları da olabilir. (Elmalılı)

تَزَمُّلاً  masdarının üç harfli kökü olan  زَمْلاً  kelimesinin birçok anlamı vardır. Mesela, زَمْلاً  ve زَمَلاً ; at, davar gibi hayvanların neşe ve cümbüşle bir tür yürüyüşü demektir. Yine زَمْلاً , atın terkisine birisini almak, yük yüklemek manasına gelir. زَمِل ve زِمْل , binicinin arkasına oturan, arkadaş;  زُمْلَ  de çok yoldaş topluluğu demektir. Bu bakımdan  تَزَمُّلاً  kelimesi bunların herhangi birinden türetilerek bu bâba nakledilmiş olabilir. Fakat özellikle bilinen ve duyulan manasının, "elbiseye bürünüp örtünmek" olduğu açıklanıyor. Bir de müzzemmil, yük yüklemek manasına gelen  زَمْلاً' den türetilerek ‘yükü yüklenen’ manasında mecaz olarak, "Ey Peygamberlik yükünü yüklenen!" demek olduğunu söylemiştir ki, güzel bir manadır. (Elmalılı)

"Ey Müzzemmil (örtüye bürünen Resulüm)! Birazı hariç geceleri kalk namaz kıl!"

 Peygamberimiz, böyle örtüye bürünmüş halde iken, Cebrail kendisine seslenip: "Ey bürünen!.." dedi. Buna göre, bürünme vasfının zikre tahsis edilmesi, latife ve ünsiyet içindir.

Bir diğer görüşe göre ise, ‘Ey büyük bir işi yani peygamberliği yüklenmiş olan kişi!’ demektir. Buna göre, müzzemmil vasfının zikredilmesi, kalkmanın, yahut bu emrin illetini bildirmek içindir. Zira Peygamberimize peygamberliğin yüklenmesi, ibadet için çok gayret harcamayı gerektirmektedir. (Ebüssuûd)

 
Müzzemmil Sûresi 2. Ayet

قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ  ...


2-3. Ayetler Meal  :   
Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُمِ kalk ق و م
2 اللَّيْلَ geceleyin ل ي ل
3 إِلَّا yalnız
4 قَلِيلًا birazında ق ل ل

قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ


Fiil cümlesidir. قُمِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الَّيْلَ  zaman zarfı  قُمِ  fiiline mütealliktir. Nidanın cevabıdır.  اِلَّا  istisna edatıdır. قَل۪يلاًۙ  müstesna olup fetha ile mansubdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna minh;a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna  2. Munkatı’ istisna  3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ


Ayet önceki ayetteki nidanın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.

الَّيْلَ  zaman zarfı  قُمِ  fiiline mütealliktir. اِلَّا  istisnadır. قَل۪يلاً  müstesnadır.

Bu ayet-i kerîmede  قُمِ  kelimesi namaz manasında kullanılmıştır. Namazın bir cüzü olan kıyam zikredilmiş, kül olan namaz murad edilmiştir. İşte bu tip mecaza mecaz-ı mürsel denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

Müzzemmil Sûresi 3. Ayet

نِصْفَهُٓ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلاًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نِصْفَهُ onun yarısında ن ص ف
2 أَوِ yahut
3 انْقُصْ eksilt ن ق ص
4 مِنْهُ bundan
5 قَلِيلًا biraz ق ل ل

نِصْفَهُٓ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلاًۙ


نِصْفَهُٓ  kelimesi  قَل۪يلاً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَوِ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

انْقُصْ  atıf harfi  اَوِ  ile nidanın cevabına matuftur. انْقُصْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  مِنْهُ  car mecruru  انْقُصْ  fiiline mütealliktir.  قَل۪يلاً  mahzuf kelimenin sıfatıdır. Takdiri,  زمانا (Zaman) şeklindedir.

نِصْفَهُٓ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلاًۙ


نِصْفَهُٓ  izafeti, önceki ayetteki  قَل۪يلاً den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır. 

نِصْفَهُٓ  kelimesi  قَل۪يلاًۙ  kelimesindeki kapalılığı açıklayan bedeli mutabıktır. Yani buradaki az kısmı, yarısı veya biraz daha azı demektir. (Âşûr)

انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلاً  cümlesi muhayyerlik ifade eden اَوْ  atıf harfiyle önceki ayetteki nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  انْقُصْ  fiiline müteallik olan car mecrur  مِنْهُ , konunun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  قَل۪يلاً ‘e takdim edilmiştir.

نِصْفَهُٓ - انْقُصْ - قَل۪يلاًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نِصْفَهُٓ (Yarısı),  الَّيْلَ ’den bedeldir. Ancak az bir kısmı ifadesi de ‘yarısı’ndan istisnadır. Adeta Gecenin yarısından az bir kısmında kalk!  Buyrulmaktadır.  مِنْهُ  ve  عَلَيْهِ ’deki zamir, نِصْفَ ’ya racidir. Peygamber’e iki durumdan birini tercih etme hakkı verilmekte; gecenin yarısından az bir kısmında mutlaka kalkmakla iki şeyden birini tercih arasında muhayyer bırakılmaktadır. Bu iki durum da yarıdan biraz azaltmak veya ona biraz ilave etmektir. İstersen ‘yarısı’nı ‘biraz’dan bedel de yapabilirsin. (Keşşâf)

Bu emirler, muhayyerliği ifade etmektedir; Peygamberimiz, gecenin yarısını, yahut ondan az bir kısmını, yahut da ondan çok bir kısmını namaz kılmakla geçirmek arasında muhayyer bırakılmaktadır. (Ebüssuûd)

 
Müzzemmil Sûresi 4. Ayet

اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلاًۜ  ...


Yahut buna biraz ekle. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ veya
2 زِدْ artır ز ي د
3 عَلَيْهِ bunu
4 وَرَتِّلِ ve oku ر ت ل
5 الْقُرْانَ Kur’an ق ر ا
6 تَرْتِيلًا ağır ağır ر ت ل
Resul-i Ekrem Efendimiz Kur’an okumaktan zevk alan kimselerin bu zevki Cennet’te de devam ettireceklerini ve Kur’an okudukça derecelerinin artacağını şöyle ifade buyurmuştur: Her zaman Kur’an okuyan kimseye şöyle denecektir: Oku ve yüksel, dünyada kurallarına tam uyarak (tertil ile) oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır. “
( Ebû Dâvud, Vitr 20; Tirmizi, Fezailü’l-Kur’an 18; Ahmed b Hanbel, Müsned, II ,92).

Ve yine bir hadisinde şöyle buyurmuştur:” Kur’an’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir. Kur’an’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır. 
(Buhari, Tevhid 52; Müslim, Müsafirin 244).

اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلاًۜ


اَوِ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

زِدْ  atıf harfi  اَوِ  ile nidanın cevabına matuftur.

Fiil cümlesidir.  زِدْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  عَلَيْهِ  car mecruru  زِدْ  fiiline mütealliktir.  رَتِّلِ  atıf harfi وَ ‘la  زِدْ ‘e matuftur. 

وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلاً  atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. 

رَتِّلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَرْت۪يلاً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَتِّلِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  رتل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلاًۜ


Cümle muhayyerlik ifade eden  اَوْ  atıf harfiyle önceki ayetteki  انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلاً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

عَلَيْهِ car mecruru,  زِدْ  fiiline mütealliktir. 

وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلاًۜ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bihtir.  تَرْت۪يلاً  mef’ûlu mutlaktır.  

رَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلاً [Kur'an'ı tertîl ile oku] ayetinde, daha çok beyan ve izahta bulunmak için, fiil, mastar ile pekiştirilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

تَرْت۪يلاًۜ  - رَتِّلِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. زِدْ - انْقُصْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَرْت۪يلاً (tane tane) masdarı, Kur’an’ı tertîl üzere okumanın vacipliğini, okuyanın, mutlaka bunu yapması gerektiğini tekit etmektedir. (Keşşâf) 

تَرْت۪يلاًۜ : Bir şeyi güzel, düzgün ve tertip ile kusursuz bir şekilde açık açık, hakkını vererek açıklamaktır. Aralarında çok değil, biraz açıklık bulunmakla beraber gayet güzel bir düzgünlükte görülen ön dişler için kullanılır. Sözü de öyle tane tane, yavaş yavaş, ara vererek ve güzel sıralama ve ifadeyle söylemeye de "tertîl-i kelam" derler. Kur'an'ın tertili de böyle her harfinin, edasının, tertibinin, manasının hakkını doyura doyura vererek okunmasıdır. Burada emrinden sonra mastarıyla vurgu yapılması da bu tertîlin en güzel şekilde olmasının arandığını gösterir. (Elmalılı)

 
Müzzemmil Sûresi 5. Ayet

اِنَّا سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَق۪يلاًۜ  ...


Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا doğrusu biz
2 سَنُلْقِي bırakacağız ل ق ي
3 عَلَيْكَ senin üzerine
4 قَوْلًا bir söz ق و ل
5 ثَقِيلًا ağır ث ق ل

“Ağır söz”den maksat Kur’an-ı Kerîm’dir; yüceliği, önemi ve değerinden, içeriğinin zenginliğinden, getirdiği sorumlulukların ağırlığından dolayı ona ağır söz denilmiştir (Râzî, XXX, 174; Şevkânî, V, 365). Hz. Peygamber’e geceleri kalkıp namaz kılma emri verilmesinden de onun psikolojik olarak bu ağır göreve hazırlanmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. “Gece vakti” diye tercüme ettiğimiz nâşie kelimesine müfessirler “gece vakitleri ve bu vakitlerde meydana gelen olay, gece kalkan kimse” gibi anlamlar vermişlerdir (Şevkânî, V, 365). Âyette gece vaktinin sessizlik, tenhalık, karanlık, serinlik gibi özelliklerinden dolayı huzur ve sükûn içerisinde ibadetle meşgul olmak ve Kur’an okumak için gündüzden daha elverişli veya geceleyin kılınan namazın insanı mânen yüceltmeye, Kur’an’ı anlayacak ve üzerinde düşünecek şekilde okumaya daha müsait olduğu bildirilmektedir. 

7. âyetteki sebh kelimesi, “yüzme” anlamının yanında, mecaz olarak, “ihtiyaçlar ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip gelme, dolaşıp durma” şeklinde de açıklanmış olup (bk. Şevkânî, V, 366) meâlde bu mâna dikkate alınmıştır. Burada Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine, gündüzleri daha çok maişet temini, Kur’an’ı tebliğ, dini öğretme ve daha başka işlerle meşgul olacakları, bu tür maksatlarla koşuşturacakları; bu sebeple namaz, Kur’an okuma gibi ibadetler için gecenin daha uygun bir zaman olduğu hatırlatılmıştır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 486-487

اِنَّا سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَق۪يلاًۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. نُلْق۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

عَلَيْكَ  car mecruru  سَنُلْق۪ي  fiiline mütealliktir.  قَوْلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ثَق۪يلاًۜ  kelimesi  قَوْلاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَنُلْق۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اِنَّا سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَق۪يلاًۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

اِنَّ ’nin haberi olan  سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَق۪يلاً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  سَنُلْق۪ي  fiiline müteallik olan car mecrur  عَلَيْكَ , ihtimam için, mef’ûl olan  قَوْلاً ‘e takdim edilmiştir 

ثَق۪يلاً  kelimesi  قَوْلاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قَوْلاً ثَق۪يل  ifadesinde istiare vardır. Söz, ağır olmakla nitelenerek ağır bir yüke benzetilmiştir.

[Gerçekten biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız] yani Kur'an'ı demektir, çünkü ondaki zor tekliflerden dolayı mükelleflere ağırdır, bilhassa Resul (sav)’e, çünkü onu taşıması ve onu ümmetine taşıtması gerekiyordu.  اِنَّا سَنُلْق۪ي  cümlesi itiraziyedir. Teklifi teheccüt namazı ile kolaylaştırmak içindir ve teheccüdün zor ve tabiata aykırı, nefse muhalif olduğunu gösterir ya da Kur'an, lafzının sağlamlığından ve manasının derinliğinden dolayı ya da onun üzerinde düşünmek isteyene zordur, çünkü bunun için sırrını (içini) tasfiye etmesi ve bakışını da diğer şeylerden soyutlaması lazımdır.

Ya da mizanda ağırdır, yahut kâfir ve fasıklara ağırdır, ya da onu almak ağırdır. Çünkü Hazreti Aişe (ra) şöyle buyurmuştur: Aleyhis-salâtü ves-selâm'ın üzerine çok soğuk kış gününde vahiy indiğini gördüm, o hal geçtiği zaman alnından ter fışkırırdı. Bu son veçhe (mülahazaya) göre  ثَق۪يلاًۜ  masdarın sıfatı,  سَنُلْق۪ي  cümlesinin de öteki vecihlere göre yeni söz başı olması da caizdir. Çünkü teheccüt, nefsi ağırlığı kaldıracak şeye karşı hazırlar. (Beyzâvî, Ebüssuûd, Elmalılı)

Müzzemmil Sûresi 6. Ayet

اِنَّ نَاشِئَةَ الَّيْلِ هِيَ اَشَدُّ وَطْـٔاً وَاَقْوَمُ ق۪يلاًۜ  ...


Şüphesiz gece ibadetinin etkisi daha fazla, (bu ibadetteki) sözler (Kur’an ve dua okuyuşlar) ise daha düzgün ve açıktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ gerçekten
2 نَاشِئَةَ kalkmak ن ش ا
3 اللَّيْلِ gece ل ي ل
4 هِيَ o
5 أَشَدُّ daha ش د د
6 وَطْئًا tesirlidir و ط ا
7 وَأَقْوَمُ ve daha sağlamdır ق و م
8 قِيلًا söz(ler) ق و ل

اِنَّ نَاشِئَةَ الَّيْلِ هِيَ اَشَدُّ وَطْـٔاً وَاَقْوَمُ ق۪يلاًۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَاشِئَةَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

الَّيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  هِيَ  fasıl zamiridir.  اَشَدُّ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  وَطْـٔاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. اَقْوَمُ ق۪يلاً  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.   

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَشَدُّ  ve  اَقْوَمُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

نَاشِئَةَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  نشأ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ نَاشِئَةَ الَّيْلِ هِيَ اَشَدُّ وَطْـٔاً وَاَقْوَمُ ق۪يلاًۜ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ayet beyanî istînâf olarak gelmiştir. Gece namazını kılma emrinin hikmeti, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ruhunu vahyin şiddetine dayanmaya hazırlamak içindir. Bu da Allah'ın bu işi ona kolaylaştırdığının göstergesidir. (Âşûr)

Cümle, iki kez tekrar gücünü taşıyan  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin ismi olan  نَاشِئَةَ الَّيْلِ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade edilmiştir.

اَشَدُّ وَطْـٔاً  terkibi  اِنَّ ‘nin haberdir.  هِيَ  fasıl zamiri, marife olan ism-i tafdili sıfattan ayırmak ve hükmü takviye içindir.

وَاَقْوَمُ , haber olan  اَشَدُّ ‘ya temâsül nedeniyle atfedilmiştir. Her ikisi de ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

ق۪يلاً  ve  وَطْـٔاً  temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

اَشَدُّ وَطْـٔاً (daha uyumludur) yani -özellikle- gece kalkan, kalp dil uyumu bakımından gündüz kalkandan daha uyumludur.  نَاشِئَةَ ye kişi anlamı verirsen bu anlamda olur; ama نَاشِئَةَ yle kalkmayı, ibadeti veya saatleri kastedersen, gece kalkanın kalbi geceleyin diliyle daha uyumludur anlamında olur. Veya huşû ve ihlas gibi istenen vasıflara daha uygundur. (Keşşâf)

وَطْـٔاً ; Lügatte; basmak, çiğnemek, yumuşatıp döşemek, hazırlamak, uydurmak, yani uygun hale koymak ve uygunluk manalarında mastardır. Bir de tümseklikler arasında basık ve engin yere denir.

Ebû Amr ve İbnü Amir kıraatlerinde vav'ın kesri ve ta'nın fethasıyla ve uzatarak okunur. Bununla aynı babtan mastar olan  مُوَاطَأَةً  uygunluk, uyuşma demektir. Yani, gece yapılan amel daha baskın, daha samimi yahut kalp ve vicdana daha uygun demektir. Gece sessizlik ve her şeyden ayrılma zamanı olduğu için, uyanık olanların gözü gönlüne daha uygun ve gündüzleyin çeşitli engeller ve meşgaleler içinde duyulamayacak olayları duymak için keşfi daha açık ve gösterişten, başkalarının bakısından kurtulmuş olarak ihlaslı davranmaya daha uygun yahut daha keskin, daha dokunaklıdır. (Elmalılı)

Buna göre Cenab-ı Hak adeta "Ben sana geceleyin namaz kılmanı emrettim. Çünkü, geceleyin, kalp ile dilin uyum sağlaması kemâl ve doruk noktasına ulaşır. Aynı zamanda da, geceleyin gönle gelen fikir, hatıra ve düşünceler, ruhani mükaşefeleri daha fazla elde ederler" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Müzzemmil Sûresi 7. Ayet

اِنَّ لَكَ فِي النَّهَارِ سَبْحاً طَو۪يلاًۜ  ...


Çünkü gündüzün sana uzun bir meşguliyet vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ çünkü
2 لَكَ senin vardır
3 فِي
4 النَّهَارِ gündüzde ن ه ر
5 سَبْحًا uğraşacağın şeyler س ب ح
6 طَوِيلًا uzun süre ط و ل

اِنَّ لَكَ فِي النَّهَارِ سَبْحاً طَو۪يلاًۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  لَكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

فِي النَّهَارِ  car mecruru  سَبْحاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. سَبْحاً  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. طَو۪يلاً  kelimesi  سَبْحاً ‘nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طَو۪يلاً  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ لَكَ فِي النَّهَارِ سَبْحاً طَو۪يلاًۜ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ  ve  فِي النَّهَارِ  car mecrurları, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

سَبْحاً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismidir. Kelimedeki nekrelik nev ve kesret ifade eder. 

طَو۪يلاً  kelimesi  سَبْحاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

فِي النَّهَارِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen النَّهَارِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf,  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. İnsanın gündüz vakitlerinde dünya işleriyle meşgul olması, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Çünkü gündüz, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

سَبْحاً ; yani vazife ve meşguliyetlerin için (gündüzün) çalışmaların ve koşturmaların olacak, ancak gece boş kalabileceksin; o halde geceleri, zihin rahatlığını ve meşgalelerden kurtulmuş olmayı gerektiren Allah’a münacat ile meşgul olmalısın. Bu kelimenin  خ  ile okunması,  سَبْخُ السُّفي (yünün didilmesi, dağıtılması) ifadesinden istiaredir; zira gündüz zihin dağılır, kalp çeşitli meşguliyetlerle bölünür. (Keşşâf) 

Peygamber’i (sav) önce gece kalkıp ibadet etmekle mükellef tutmuş, sonra da bu sorumlu tuttuğu şeydeki hikmeti bildirmiştir: Koşuşturmaların bitip ayakların sükunete ermesi ve seslerin kesilmesi sebebiyle gecenin uyumluluğa daha fazla imkan vermesi, okuyuşun daha sağlam olması. Gece kalp daha derli toplu olur, gündüz ise düşünceler dağılır; çünkü gündüz, düşüncelerin ayrılma, zihnin dağılma, dünya ve ahiret ihtiyaçları için koşturma vaktidir. (Keşşâf)

سَبْحاً  kelimesi aslında yüzmek demektir. müstear olarak gelmiştir. Gündüzün vaktinin bol bol olması, vücudun çok ve geniş olan bir suda kolay kolay yüzmesine benzetilmiştir. Çünkü su yüzeyinde gezinmesine engel olan hiçbir şey ya da karada yürümenin yorgunluğu yoktur. (Âşûr)

"Zira şüphesiz gündüz vakti, senin için uzun bir meşguliyet vardır."

Bundan önce, gece ibadetinin haddizatında pek kıymetli olduğu beyan edildikten sonra bu kelam da, gece ibadetinin harici sebebini beyan etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Müzzemmil Sûresi 8. Ayet

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ  ...


Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاذْكُرِ ve an ذ ك ر
2 اسْمَ adını س م و
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 وَتَبَتَّلْ ve yönel ب ت ل
5 إِلَيْهِ O’na
6 تَبْتِيلًا bütün gönlünle ب ت ل

Önceki âyetler, ilâhî mesajı alarak onu kendi mânevî dünyasına yansıtması ve insanlara tebliğ etmesi için Hz. Peygamber’i psikolojik yönden hazırlamaya yönelikti. Bu âyetler ise mânevî hazırlıkla birlikte tebliğin nasıl yapılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Bunlar, daima Allah’ı anarak O’ndan yardım istemek, samimi kalp ile O’na yönelmek, O’nun gücüne dayanmak ve koruyuculuğuna güvenmek; inkârcıların kendisi hakkında söyledikleri “sihirbaz, kâhin, şair, mecnun” gibi yakışıksız sözlere, iftiralara aldırmamak, bunlara sabırla göğüs germek ve böyle durumlarda bu tür sözleri söyleyenlerle gereksiz ve verimsiz bir tartışma ve çatışma ortamına girmektense onlardan uzaklaşmaktır (krş. En‘âm 6/68). Mekke döneminin ilk zamanlarında inkârcıların, Resûlullah’a ve yeni müslüman olan az sayıdaki insana karşı tutumları daha çok sözlü sataşma şeklindeydi. Âyette Hz. Peygamber’in gittikçe şiddetlenecek olan bu olumsuz davranışlar karşısında takınacağı tavır belirlenmektedir. Buna göre Resûl-i Ekrem’in gerek üstün ahlâkı gerekse tebliğ görevi onun kötülüğe kötülükle karşılık vermesini engelleyecek; dolayısıyla o, –korktuğu, âciz olduğu için değil– görevi gerektirdiği için düşmanlarının haksız sözlerine, sataşmalarına katlanmayı bilecektir. Onun, bu tür saldırganlardan “uygun bir şekilde uzaklaşması” da fiziksel anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hz. Peygamber’in tutumu da burada belirtildiği şekilde olmuştur.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 487

   Betele بتل :

  Yüce Allah (c.c.) Müzzemmil,73/8 ayetinde وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا buyurmuştur. Yani ibadette ve niyeti halis kılmada, kendini O'na öyle ada, öyle hasret ki sadece ve sadece O'na mahsus olsun.

  تَبَتُّلٌ sözcüğünün evlenmeyi terk etmek manası da vardır. Onun için Hz. Meryem'e erkeklerle bağını kesmiş bakire anlamında الْعَذْراءُ الْبَتُولُ Betül Azra denmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de biri fiil biri isim formunda olmak üzere 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli Betül'dür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اذْكُرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اسْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

تَبَتَّلْ  atıf harfi وَ ‘la  اذْكُرِ ‘a matuftur. 

تَبَتَّلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اِلَيْهِ  car mecruru  تَبَتَّلْ  fiiline mütealliktir.  تَبْت۪يلاًۜ  masdardan naib mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تَبَتَّلْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بتل ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اسْمَ  mef’ûldur. 

Veciz ifade kastına matuf  اسْمَ رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olmasıyla Hz.Peygamber, yine Rabb ismine muzâf olmasıyla  اسْمَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اذْكُرِ  fiiline müteallik olan car mecrur  اِلَيْهِ , ihtimam için, mef’ûlü mutlaktan naib mef’ûlun  olan  تَبْت۪يلاًۜ ‘e takdim edilmiştir.

تَبْت۪يلاًۜ - تَبَتَّلَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatarı vardır. 

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ [Rabbinin ismini zikret! ] Gecende, gündüzünde onu zikre devam et ve bu konuda hırslı ol! Allah’ı zikir; Peygamber’in (sav) gece ve gündüzünün uzun saatlerini verdiği tesbih, tehlil, tekbir, temcid, tevhid, namaz, Kur’an tilaveti, ilim öğrenme gibi her türlü güzel zikri içine alır. (Keşşâf)

Tesbih (sübhanallah), tehlil (la ilahe illallah), tahmid (elhamdulillah), namaz, Kur’an kıraati ve ilim tedrisatı vecihlerinden herhangi biriyle gece gündüz Rabbini anmaya devam et ve bütün himmet ve azminle O'nu tefekküre yönel. (Ebüssuûd)

Zikire gelince, bil ki Allah Teâlâ burada, "Rabbinin adını zikret" buyurmuş, bir başka ayette de, ["Rabbini içinden, yalvararak ve korkarak (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an.’’] (Araf, 205) buyurmuştur. Çünkü işin başında bir müddet dil ile mutlaka o ismi zikretmek gerekir. Daha sonra o isim zail olur, geride müsemma kalır. Binâenaleyh işte ilk derece burada, ["Rabbinin adını an"] ayetiyle; ikincisi de, diğer sûredeki, "Rabbini içinden ... an" (Araf, 105) ayetiyle anlatılmıştır. Sen Rabbinin rubûbiyyetini mütalaa ettiğin makamda, ancak Rabbinin zikriyle meşgul olmuş olursun. O'nun rubûbiyeti ise, seni çeşitli şekillerde eğitmesi ve sana ihsanda (iyiliklerde) bulunması demektir. Bu makamda bulunduğun müddetçe, kalbin o'nun nimet ve ihsanlarını mütalaa etmek (düşünmek)le meşgul olur. Dolayısıyla da kalbin bizzat O'nunla içiçe olmaz, O'nda müstağrak olmaz. Bu durumda git gide yükseliş artar. Böylece de artık O'nun ulûhiyyetini zikreder hale gelirsin ki işte bu makama, Hak Teâlâ, ["Babalarınızı (atalarınızı) anışınız gibi, hatta ondan daha ileri bir derecede Allah'ı zikredin, anın"] (Bakara, 200) ayetiyle işaret etmiştir.(Fahreddin er-Râzî)

تَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاً  [Ve her şeyinle O’na yönel!] Şayet “Neden  تَبَتُّولاً  yerine  تَبْت۪يلاً  denilmiş? dersen şöyle derim: Çünkü  تَبَتَّلَ  fiili, بَتَّلَ نفسه  (kendini başka şeylerden kesti, ayırdı) anlamındadır. Fasıla uyumuna riayet için, تَبَتُّولاً  ile aynı manada  تَبْت۪يلاً  getirilmiştir. (Keşşâf)

Tebettülün asıl manası, (ilgi ve alakayı) kesip (bir yere) yönelmek"dir. Nitekim ibadette, her şeyden alakayı kesip, sadece Allah'a yöneldiği için Hazret-i Meryem'e بَتُول /betül denilmiştir. Yine veren kimsenin malından kesilip alındığı için sadakaya "صَدَقَةٌ بَتْلَةٌ" denir. Leys, "تَبْت۪يل , bir şeyi bir şeyden ayırma, بَتُول ‘ün ise, erkeklere arzu duymayan, onlardan sıkılıp geri duran manasına geldiğini söylemiştir.

Zeyd b. Eşlem de,  تَبَتُّول  dünyayı içindeki her şey ile birlikte bırakıp, Allah'ın katında olan şeyi arama, onu elde etmeye çalışma manasına geldiğini söylemiştir.

Bil ki bu ayetin manası, bu zahir ehlinin dedikleri manaların üstündedir. Çünkü "O'na tebettül et" ayeti, "O'na yönel" demektir. Binaenaleyh ahiretin peşinde koşan kimse, Allah'a yönelmiş sayılmaz. Aksine ahirete yönelmiş olur. Allah'a ibadet etmekte meşgul olan, Allah'a değil, ibadete yönelmiş olur.(Fahreddin er-Râzî)

Tebtîlde olmayan incelik tebettülde vardır. Normalde burada, ya وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبَتَّلًا  ya da, بَتِّلْ نَفْسَكَ اِلَيْهِ تَبْتٖيلًا  denilmesi gerekirdi. Fakat Cenab-ı Hak böyle buyurmamış ve ayetteki ince ifadeyi tercih etmiştir. Bundaki incelik şudur: Bizzat maksûd olan tebettül (Allah'a yöneliş)dir. Tebtîle (yöneltme) gelince, bu bir tasarruftur. Tasarrufla meşgul olan ise Allah'a yönelmiş olmaz. Çünkü başkasıyla meşgul olan, "مُنْقَطِعٌ إلي لَلَّه" (başka her şeyden kesilmiş Allah'a yönelmiş) olamaz. Fakat tebettülün olabilmesi için, önce bir tebtîl lazımdır. Nitekim Hak Teâlâ, ["Bizim için cihat edenleri Biz yollarımıza sevk ederiz"] (Ankebût, 69) buyurmuş ve tebettülün her şeyden önce bizzat kastedilen bir şey, tebtîlin ise mutlaka gerekli bir şey olan, fakat bizzat kastedilen değil, bilvasıta (vasıta olarak) kastedilen bir şey olduğuna işaret etmek için, tebettülü ilk olarak, tebtîli ikinci olarak zikretmiştir. Bil ki O'na yöneliş (tebettül), ancak muhabbetin (sevginin) oluşmasından sonra elde edilir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Müzzemmil Sûresi 9. Ayet

رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَك۪يلاً  ...


O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O’nu vekil edin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبُّ Rabbidir ر ب ب
2 الْمَشْرِقِ doğunun ش ر ق
3 وَالْمَغْرِبِ ve batının غ ر ب
4 لَا yoktur
5 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
6 إِلَّا başka
7 هُوَ O’ndan
8 فَاتَّخِذْهُ yalnız O’nu edin ا خ ذ
9 وَكِيلًا vekil و ك ل

رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَك۪يلاً

  

İsim cümlesidir.  رَبُّ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو ‘dir. Aynı zamanda muzâftır.  الْمَشْرِقِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْمَغْرِبِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  mahzuf mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül  2. Bedel-i ba’z  3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردت التوفيق في أعمالك فاتّخذه وكيلا (Eğer amellerinde tevfik istersen hemen onu vekil edin) şeklindedir.

اتَّخِذْهُ  sukün üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. وَك۪يلاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اتَّخِذْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ 


Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. 

رَبُّ الْمَشْرِقِ , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّ الْمَشْرِقِ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması,  الْمَشْرِقِ ’ye tazim manası kazandırmıştır.

Tezat nedeniyle birbirine atfedilen  الْمَشْرِقِ - الْمَغْرِبِ  kelimeleri arasında muvazene, tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi mukadder mübtedanın ikinci haberidir. Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Fasıl zamiriyle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır.  هُوَۚ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 


 فَاتَّخِذْهُ وَك۪يلاً


Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan فَاتَّخِذْهُ وَك۪يلاً  , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  إن أردت التوفيق في أعمالك فاتّخذه وكيلا   (Eğer amellerinde tevfik istersen…)  olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

İkinci mef’ûl olan  وَك۪يلاً ‘in nekreliği tazim ifade eder.

 
Müzzemmil Sûresi 10. Ayet

وَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْراً جَم۪يلاً  ...


Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاصْبِرْ sabret ص ب ر
2 عَلَىٰ
3 مَا şeylere
4 يَقُولُونَ onların dedikleri ق و ل
5 وَاهْجُرْهُمْ ve onlardan ayrıl ه ج ر
6 هَجْرًا bir ayrılışla ه ج ر
7 جَمِيلًا güzel ج م ل

وَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْراً جَم۪يلاً


Ayet, atıf harfi وَ ‘ la 8. ayetteki اذْكُرِ ‘a matuftur. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  عَلٰى  harf-i ceriyle اصْبِرْ  fiiline mütealliktir. 

يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اهْجُرْ  atıf harfi وَ ‘la  اصْبِرْ ‘e matuftur. 

اهْجُرْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. هَجْراً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَم۪يلاً  kelimesi  هَجْراً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

وَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْراً جَم۪يلاً


Ayet atıf harfi  وَ ‘la 8. ayetteki … اذْكُرِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  يَقُولُونَ  cümlesi, masdar tevilinde, başındaki harf-i cerle birlikte  اصْبِرْ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَاهْجُرْهُمْ هَجْراً جَم۪يلاً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle mef’ûlü mutlak olan  هَجْراً  ile tekid edilmiştir.

جَم۪يلاً  kelimesi  هَجْراً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

هَجْراً - اهْجُرْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هَجْرِ الجميل (güzel terkediş); kalbiyle ve aklıyla inkârcılardan uzaklaşması, onlara; güzel, yumuşak davranıp idare ederek, göz yumarak, karşılık vermeden muhalefet etmesidir. Ebu’d-Derdâ’nın (ra) (v. 32/652) şöyle dediği nakledilir: “Kalplerimiz onlara karşı öfke dolu olduğu halde nicelerinin yüzüne tebessüm eder, güleryüz gösterirdik.” -Bunun, Seyf ayeti (Tevbe 9/5) ile neshedildiği de söylenmiştir. (Keşşâf)

هَجْرِ الجميل , kalben ve fikren onlardan uzak durup yaptıkları işlerde onlara uymamakla beraber kötülüklerine karşılık vermeye kalkışmayıp hoşgörü, idare ve güzel ahlak ile güzel bir muhalefet yapmaktır. (Elmalılı)

 
Müzzemmil Sûresi 11. Ayet

وَذَرْن۪ي وَالْمُكَذِّب۪ينَ اُو۬لِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَل۪يلاً  ...


Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَذَرْنِي beni yalnız bırak و ذ ر
2 وَالْمُكَذِّبِينَ ve yalanlayıcıları ك ذ ب
3 أُولِي sahibi ا و ل
4 النَّعْمَةِ ni’met ن ع م
5 وَمَهِّلْهُمْ ve onlara mühlet ver م ه ل
6 قَلِيلًا biraz ق ل ل

“Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak” cümlesi, elde ettikleri nimetlerin şükrünü yerine getirmeyen ve Allah’ın gönderdiği peygamberi yalancılıkla itham eden varlıklı ve despotik tavırlı Mekke müşrikleriyle ilgilidir. Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e onlarla uğraşmasına gerek olmadığını, onların cezalarını kendisinin vereceğini bildirmiştir. Müfessirlerin çoğunluğu, bu cezalandırma sürecinin hicretten sonra Bedir Savaşı’yla başladığını belirtirler. 12. âyet onların cezalarının dünyada sona ermediğine, âhirette de cehennem ateşiyle cezalandırılacaklarına işaret etmektedir. “Prangalar” diye çevirdiğimiz enkâl kelimesi “kelepçeler, bukağılar, demir halkalar” anlamına da gelmektedir. Buna göre âyet suçluların elleri kelepçeli, ayakları bukağılı, boyunlarına halka geçirilmiş olarak cehenneme sürüleceklerine işaret eder. 13. âyetin son bölümünde suçlular için ayrıca mahiyeti belirtilmeyen elem verici bir azaptan söz edilmektedir. 14. âyette de bu cezaların, dağların ve yeryüzünde bulunanların şiddetli bir şekilde sarsılması ve dağların kum yığını haline gelmesi ve kıyametin kopmasıyla başlayacağı haber verilmiştir (dağların parçalanması hakkında bilgi için bk. Kehf 18/47). Bütün bunlar dünyada verilen ağır cezalara benzetme yoluyla uhrevî cezanın ağırlık ve dehşetini tasvir etmeye yönelik anlatımlardır. Uhrevi cezaların mahiyetini ise ancak Allah Teâlâ bilir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 487-488

وَذَرْن۪ي وَالْمُكَذِّب۪ينَ اُو۬لِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَل۪يلاً


Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  اصْبِرْ ‘a matuftur.

Fiil cümlesidir.  ذَرْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مُكَذِّب۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la  ذَرْن۪ي ‘deki mütekellim zamirine matuftur. 

اُو۬لِي  kelimesi  الْمُكَذِّب۪ينَ ‘nin sıfatı olup cemi müzekker salime mülhak olduğundan nasb alameti ي ‘dir. İzafetten dolayı  نَ  düşmüştür.  النَّعْمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَهِّلْهُمْ  atıf harfi وَ ‘la اصْبِرْ ‘a matuftur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَهِّلْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. قَل۪يلاً , zaman zarfından naib mef’ûlun fihdir. Takdiri, زمانا قليلا (Az bir zaman) şeklindedir. 

مَهِّلْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  مهل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

مُكَذِّب۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَذَرْن۪ي وَالْمُكَذِّب۪ينَ اُو۬لِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَل۪يلاً

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … اصْبِرْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehdit ve vaîd anlamı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

وَ ‘la  ذَرْن۪ي  fiilindeki mef’ûl zamire atfedilen  الْمُكَذِّب۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.

المُكَذِّبِينَ  kelimesi mütekellim zamiri ile beraber mef’ûl makamındadır.  و  harfi vav-ı maiyye (beraberlik ifade eden vav) dır. (Âşûr)

Az sözle çok anlam ifade eden  اُو۬لِي النَّعْمَةِ  izafeti  الْمُكَذِّب۪ينَ ‘nin sıfatıdır.

المُكَذِّبِينَ  kelimesinin zamir yerine açık isim olarak gelmesi, yalanlamanın ayetteki bu tehdidin sebebi olduğunu ifade etmek içindir. (Âşûr)

النَّعْمَةِ  kelimesinin tarifi ahd içindir. (Âşûr)

Aynı üslupta gelen  وَمَهِّلْهُمْ قَل۪يلاً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قَل۪يلاً , zaman zarfından naib sıfattır. Takdiri,  زمانا قليلا (Az bir zaman) şeklindedir. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. 

الْمُكَذِّب۪ينَ ( (O) yalanlayanlar ) lüks içinde müreffeh bir hayat süren Kureyş’in ileri gelenleridir. (Keşşâf)

Müzzemmil Sûresi 12. Ayet

اِنَّ لَدَيْنَٓا اَنْكَالاً وَجَح۪يماًۙ  ...


12-13. Ayetler Meal  :   
Çünkü bizim yanımızda (kâfirler için) bukağılar vardır, cehennem vardır, boğazdan zor geçen yiyecekler vardır ve elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ doğrusu
2 لَدَيْنَا bizim yanımızda vardır
3 أَنْكَالًا bukağılar ن ك ل
4 وَجَحِيمًا ve cehennem ج ح م

   Cehame جحم :

  جَحِيمٌ çok kızışmış ateş demektir. Öfkenin şiddetinden yüzü kızardı deyimi, ateşin kızışmış halinden alınmış bir kinayedir. Bu da kalbin sıcaklığının kaynamasından meydana gelir.
Ateş yakmak demektir. Cehennem müennes bir kelime olup; cehennem ateşi ve şiddetli bir şekilde yakan ateş manaları vardır.
Bu kelime hararetin ve yanmanın şiddetini ifade eder. Yanmış ateş ve ateşin yeri için kullanılır. Ateş hem hissi (maddi), hem de kötü amel ve niyetlerden hasıl olan aklî ve ruhanî olabilir.
Bu ateş yani Cahîm (جَحِيمٌ), hararet ve yanış bakımından Hümeze,104/6-7 de geçen hissî ateşten yani Nâr (نارٌ)'dan daha şiddetlidir. 
Çünkü nâr (hissî ateş) sadece maddiyat üzerinde bir tesir bırakır, madde etkilenmek ve kabullenmek bakımından zayıf ve sınırlıdır. Metafizik alemden farklı olarak mevcudiyeti ve tahammülü devamlı değildir, azabın şiddetiyle yok olur. 
İki mananın bir arada olması için bir engel söz konusu değildir. Mümkün mertebe dikkatle baktığımızda; Kuranı Kerim bilgisi maddi/hissi alemlerle sınırlı değildir.
Nefiste hasıl olan ruhani ateş (nâr), insanın kalbinde de bulunur. Bu; düşük bir basiret için bile idrak edilebilir bir malumattır ve onun mevcudiyeti kat’idir ve kabul edilmiştir.
Tutuşmuş ateş ve ateşin yandığı yer için de kullanılır.
Kuran’da türevleriyle beraber 26 kez geçmektedir.
İlgili ayetlerde belirtildiğine göre cahîmin dibinden, cehennemliklerin yiyeceği olan ve şeytanların başlarına benzeyen zakkum ağacı çıkar. Kur’an’da daha çok cehennem yerine, birkaç âyette de “tutuşturulan yakıcı ateş” anlamında kullanılmıştır. (Müfredat-Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 26 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Cehennemin isimlerinden biridir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ لَدَيْنَٓا اَنْكَالاً وَجَح۪يماًۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  لَدَيْنَٓا  mekân zarfı olup  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Sükun üzere mebnidir. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْكَالاً  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. 

جَح۪يماً  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

اِنَّ لَدَيْنَٓا اَنْكَالاً وَجَح۪يماًۙ

  

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَدَيْنَٓا  mekân zarfı,  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اَنْكَالاً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismidir.

Müsnedün ileyhin nekreliği tazim içindir. 

Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirden bu ayette cemi mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen  لَدَيْنَٓا  izafetinde azamet zamirine muzâf olan  لَدَيْ , tazim edilmiştir.

جَح۪يماً  kelimesi  اَنْكَالاً ’e matuftur. Cihet-i camiâ, temâsüldür. Kelimelerin nekreliği tarifi mümkün olmayan nev ifadesi içindir. 

Çünkü katımızda ellerindeki nimetlerin zıttına, ağır boyunduruklar var! -Yani ağır kelepçe ve prangalar. Şa‘bî’den (v. 104/722) nakledildiğine göre (cehennemden çıkmak için) tırmandıklarında bu ağır boyunduruklar onları aşağı çekecekmiş. اَنْكَالاً ‘in tekili نِكِل  ve  نَكِل ‘dir. Bir de cahîm var!.. Yani sıcaklığı ve yanışı çok şiddetli bir ateş! (Keşşâf)

Müzzemmil Sûresi 13. Ayet

وَطَعَاماً ذَا غُصَّةٍ وَعَذَاباً اَل۪يماً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَطَعَامًا ve bir yiyecek ط ع م
2 ذَا
3 غُصَّةٍ boğazı tırmalayan غ ص ص
4 وَعَذَابًا ve bir azab ع ذ ب
5 أَلِيمًا acı veren ا ل م

وَطَعَاماً ذَا غُصَّةٍ وَعَذَاباً اَل۪يماً

 

طَعَاماً  atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  اَنْكَالاً ‘e matuftur.  ذَا , harfle îrablanan beş isimden olup  طَعَاماً ‘nin sıfatı olarak elifle mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

غُصَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَذَاباً  atıf harfi وَ ‘la  طَعَاماً ‘e matuftur.  اَل۪يماً kelimesi  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَطَعَاماً ذَا غُصَّةٍ وَعَذَاباً اَل۪يماً


طَعَاماً  atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  اَنْكَالاً ‘e matuftur. 

طَعَاماً ’in sıfatı olan  ذَا غُصَّةٍ  izafeti, veciz ifade kastına matuftur.

طَعَاماً ‘in  ذَا  ile sıfatlanmasında istiare vardır. Canlılara mahsus olan sahip olma sıfatı yemeye nispet edilerek yemek, bir canlı yerine konmuştur.  Aynı zamanda ifadede tecessüm sanatı vardır.

طَعَاماً  kelimesinin  غُصَّةٍ  ile izafeti mecazî bir tamlamadır. Bu en değersiz durum için yapılan tamlamalardandır.  الغُصَّةَ  (boğaza takılan lokma) çirkin bir şey olduğu için hoş olmayan yiyecek veya içeceklerin boğazda sebep olduğu bir engeldir. (Âşûr)

عَذَاباً  kelimesi  طَعَاماً e matuftur. Cihet-i camiâ, temâsüldür. Kelimelerin nekreliği tarifi mümkün olmayan nev ifadesi içindir.

غُصَّةٍ - عَذَاباً - اَل۪يماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَاباً  için sıfat olan  اَل۪يماً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Boğazdan geçmeyen yani boğaza takılıp yutulamayan bir yiyecek var! Bununla darî‘ ve zakkum ağacı kastedilmiştir. Ayrıca can yakıcı bir azap var! Yani diğer azap çeşitleri... (Keşşâf)

Bu ifadenin  عَذَاباً اَل۪يماً  şeklinde nekre oluşu, bu azabın, geçenlerden daha şiddetli ve daha mükemmel olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

 
Müzzemmil Sûresi 14. Ayet

يَوْمَ تَرْجُفُ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَث۪يباً مَه۪يلاً  ...


Yerin ve dağların sarsılacağı ve dağların akıp giden kum yığını olacağı günü (kıyameti) hatırla.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 تَرْجُفُ sarsılır ر ج ف
3 الْأَرْضُ yer ا ر ض
4 وَالْجِبَالُ ve dağlar ج ب ل
5 وَكَانَتِ ve olur ك و ن
6 الْجِبَالُ dağlar ج ب ل
7 كَثِيبًا kum yığınları ك ث ب
8 مَهِيلًا dağılan ه ي ل

  Heyele هيل :

  هالَ fiili serpmek, saçmak; toprak kum/toprak toplayıp yığmak. (Dağarcık) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri heyelan, heyulâ ve Hâle'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَوْمَ تَرْجُفُ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَث۪يباً مَه۪يلاً

 

يَوْمَ  zaman zarfı  عَذَاباً ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, عذابا واقعا يوم ترجف (Sarsıntı gününde vuku bulan azap) şeklindedir.

يَوْمَ , hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَرْجُفُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَرْجُفُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْاَرْضُ  fail olup lafzen merfûdur. 

الْجِبَالُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  كَانَتِ  atıf harfi  وَ ‘la  تَرْجُفُ ‘e matuf olup mahallen mecrurdur. 

كَانَتِ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تْ  te’nis alametidir.  الْجِبَالُ  kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. 

كَث۪يباً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. مَه۪يلاً  kelimesi  كَث۪يباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَه۪يلاً  kelimesi, sülâsi mücerredi هيل  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

يَوْمَ تَرْجُفُ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَث۪يباً مَه۪يلاً

 

يَوْمَ  zaman zarfı  عَذَاباً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Takdiri, عذابا واقعا يوم ترجف (Sarsıntı gününde vuku bulan azab) şeklindedir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  تَرْجُفُ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْجِبَالُ  kelimesi  تَرْجُفُ  fiilinin faili olan  الْاَرْضُ ’ya matuftur. Cihet-i camiâ temâsüldür.

Yeryüzünün sarsılacağından sonra dağların zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَث۪يباً مَه۪يلاً  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la, … تَرْجُفُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Nakıs fiil  كَانَتْ ’in dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124) 

مَه۪يلاً  kelimesi  كَث۪يباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْجِبَالُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müzzemmil Sûresi 15. Ayet

اِنَّٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ رَسُولاً شَاهِداً عَلَيْكُمْ كَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ رَسُولاًۜ  ...


(Ey Mekkeliler!) Şüphesiz biz size üzerinize şahitlik edecek bir peygamber gönderdik. Nitekim, Firavun’a da bir peygamber göndermiştik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا doğrusu biz
2 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
3 إِلَيْكُمْ size
4 رَسُولًا bir elçi ر س ل
5 شَاهِدًا tanıklık edecek ش ه د
6 عَلَيْكُمْ aleyhinize
7 كَمَا gibi
8 أَرْسَلْنَا gönderdiğimiz ر س ل
9 إِلَىٰ
10 فِرْعَوْنَ Fir’avn’a
11 رَسُولًا bir elçi ر س ل

Geçmişte kudret ve saltanatına güvenerek hak yoldan saptığı, zorbalık yaptığı ve Allah’ın gönderdiği peygambere karşı geldiği için cezalandırılmış olan Firavun örnek verilerek insanların bundan ders almaları istenmektedir. Hz. Mûsâ ile Hz. Peygamber’in durumları ve dini tebliğ ettikleri kimselerden aldıkları tepkiler birbirine benzediği için yüce Allah bu örneği vermiştir (Hz. Peygamber’in insanlar hakkında şahit olarak gönderilmesi konusunda bk. Bakara 2/143; Nisâ 4/41).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 488

اِنَّٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ رَسُولاً شَاهِداً عَلَيْكُمْ كَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ رَسُولاًۜ


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَرْسَلْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكُمْ  car mecruru  اَرْسَلْنَٓا  fiiline mütealliktir. 

رَسُولاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  شَاهِداً  kelimesi  رَسُولاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  شَاهِداً ‘e mütealliktir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle amili  اَرْسَلْنَٓا ‘nın mef’ûlu mutlakına mütealliktir. اَرْسَلْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلٰى فِرْعَوْنَ  car mecruru  اَرْسَلْنَٓا  fiiline mütealliktir.

فِرْعَوْنَ  ism-i mecrur olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَسُولاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

اَرْسَلْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنَّٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ رَسُولاً شَاهِداً عَلَيْكُمْ كَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ رَسُولاًۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ رَسُولاً شَاهِداً  cümlesi  اِنَّٓ ‘nin haberidir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Fiiller, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْكُمْ , ikaz için mef’ûl olan  رَسُولاً ‘e takdim edilmiştir. رَسُولاً ‘deki nekrelik tazim içindir.

رَسُولاً  için sıfat olan  شَاهِداً , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir. İsm-i fail vezninde gelmesi, car mecrur  عَلَيْكُمْ ‘e müteallak olmasını sağlamıştır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا , amili  اَرْسَلْنَٓا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. 

ما ’nın sılası olan  اَرْسَلْنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ رَسُولاً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلٰى فِرْعَوْنَ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan رَسُولاً ‘e takdim edilmiştir. رَسُولاً ‘deki nekrelik tazim içindir.

رَسُولاً  -  اَرْسَلْنَٓا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Mekke halkına hitap edilmektedir. Kıyamet günü size, yani inkârınıza ve yalanlamanıza şahitlik edecek (bir peygamber). (Keşşâf)

اِنَّٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ رَسُولاً [Kuşkusuz biz size bir peygamber gönderdik.] ayetinde, III. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönüş vardır. Aslına göre devam etseydi, Yüce Allah  اِنَّٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهمْ رَسُولاً  derdi. Bu dönüşten maksat, iman etmemekten dolayı kınamak ve azarlamaktır. (Safvetü’t Tefâsir)

Daha önce hitap rasule yönelik iken burada müşriklere yöneliktir. Münasebet tahallus sanatıdır. Efendimize yönelik emirlerden sonra 11-14. ayetlerde müşriklere verilecek ahiret azabından bahsedilmiş burada yine Allah’ın hitabına dönülmüştür. Kelam istînâfi ibtidaiyyedir. Bu hitap iltifat sayılmaz. Çünkü konuşma (kelam) önceki amacın dışında bir amaca yönelmiştir. (Âşûr) 

والمَقْصُودُ مِن هَذا الخَبَرِ التَّعْرِيضُ بِالتَّهْدِيدِ أنْ يُصِيبَهم مِثْلُ ما أصابَ أمْثالَهم مِمَّنْ كَذَّبُوا الرُّسُلَ فَهو مَثَلٌ مَضْرُوبٌ لِلْمُشْرِكِينَ.

Bu haberle kastedilen, kendileri gibi elçileri yalanlayanların başına gelen belanın aynısının kendilerine yaşatılacağını tehdidiyle onları korkutmaktır ki bu müşrikler için bir misaldir. (Âşûr)

Haberin  إنَّ  ile tekid edilmesinin nedeni muhatapların Allah'ın kendilerine bir elçi gönderdiğini inkâr etmeleridir. (Âşûr)

رَسُولًا  kelimesi nekre gelmiştir. Çünkü onlar bu konuşmanın ne anlama geldiğini biliyorlardı ve tehditler ve görüşler, Resulün (sav) şahsıyla değil, elçilik sıfatıyla alakalıdır. (Âşûr)

Görüş ve tehditlerin içine, onlara karşı bir şahit olduğu için Resulullah (sav)'in vasfını da katmıştır. (Âşûr)

Firavun'a gönderilen elçi  رَسُولًا  şeklinde nekre olarak gelmiştir. Çünkü, كَما أرْسَلْنا إلى فِرْعَوْنَ derken, amaç gönderme fiildir, resulun şahsı değildir. Teşbih gönderme fiilindedir. Takdiri; كَإرْسالِنا إلى فِرْعَوْنَ رَسُولًا  şeklindedir. (Âşûr)

 
Müzzemmil Sûresi 16. Ayet

فَعَصٰى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَاَخَذْنَاهُ اَخْذاً وَب۪يلاً  ...


Ama Firavun o peygambere isyan etti, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde yakalayıverdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَعَصَىٰ karşı geldi ع ص ي
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 الرَّسُولَ elçiye ر س ل
4 فَأَخَذْنَاهُ biz de onu yakaladık ا خ ذ
5 أَخْذًا bir yakalayışla ا خ ذ
6 وَبِيلًا ağır و ب ل

فَعَصٰى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَاَخَذْنَاهُ اَخْذاً وَب۪يلاً


Ayet atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Fiil cümlesidir.  عَصٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. فِرْعَوْنُ  fail olup lafzen merfûdur. الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فَ  atıf harfidir. 

اَخَذْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

اَخْذاً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.  وَب۪يلاً  kelimesi  اَخْذاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَب۪يلاً  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَعَصٰى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَاَخَذْنَاهُ اَخْذاً وَب۪يلاً


Ayet mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Cümleler arasında meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

فِرْعَوْنُ  fail,  الرَّسُولَ  mef’ûldur.

Zamir makamında Firavun’un zahir isimle zikredilmesi tahkir için yapılan ıtnâb sanatıdır.

فَاَخَذْنَاهُ اَخْذاً وَب۪يلاً  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اَخْذاً  mef’ûlu mutlak,  وَب۪يلاً  kelimesi  اَخْذاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَب۪يلاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

الرَّسُولَ ’deki elif lam takısı ahd-i sarihidir.

اَخْذاً - اَخَذْنَا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

اَخَذْنَاهُ اَخْذاً وَب۪يلاً [Biz de onu ağır ve çetin bir şekilde ceza­landırdık.] ayette, daha çok beyan ve izahta bulunmak için fiil, mastar ile pekiştirilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir ve Âşûr) 

Şayet  الرَّسُولَ  kelimesi neden önce nekire olarak geldi de daha sonra marife yapıldı?” dersen şöyle derim: Çünkü “ Firavun’a peygamberlerden birini gönderdik.” demek istemiştir. Aynı peygamberden tekrar bahsedince -ki daha önce kendisinden bahsedildiği için, artık bilinen biri konumuna gelmiştir- aynı şahıstan bahsedildiğine işaret olarak başına ma‘rifelik bildiren  ال  getirilmiştir. (Keşşâf) 

["Fakat Firavun, o Peygambere karşı geldi; biz de onu çetin bir şekilde muaheze ettik"]

Bu ifade tarzı, Firavun gibilerin başına gelen büyük felaketin, Mekke müşriklerinin başına da geleceğine dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)

أخْذُ  kelimesi  الإهْلاكِ (helak etme) manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Onları hayattan soyutlaması, izale etmesi, bir şeyi yerinden alıp yanına koymaya benzetilmiştir. (Âşûr)

فَعَصى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ  tefrîiğdir. Bu, haberin amacının bu olduğuna dair imadır. Resul'e itaatsizlik ettiklerinde muhataplarının başına da Firavun'un başına gelen şeyin geleceğiyle tehdit edilmişlerdir. (Âşûr)

Zuheyr demiştir ki  الوَبِيلُ  kelimesi burada çok kötü bir sonuç manasında müsteardır ve bununla kastedilen, Firavun ve halkının başına gelen suda boğulmalarıdır. (Âşûr)

Cenab-ı Hak burada, diğer peygamberler ve milletleri değil de, özellikle Hz. Musa ve Firavun kıssasını zikretmiştir?

Cevap: Çünkü tıpkı Firavunun Musa (as)'ı büyütüp, Musa (as)'ın onlar içinde doğup büyümesinden dolayı, Firavun'un onu ayıplaması ve hafife alması gibi, Hazreti Muhammed (sav) de Mekkeliler arasında doğup büyüdüğü için, Mekkeliler Hazret-i Peygamber (sav)'i ayıplamış ve hafife almışlardır. Hak Teâlâ, Hazreti Musa'nın durumunu, "(Firavun) ["Biz seni çocukken kendi içimizde büyütmedik mi?..." (dedi)"] (Şuâra, 19) ayetinde de  belirtmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Müzzemmil Sûresi 17. Ayet

فَـكَيْفَ تَتَّقُونَ اِنْ كَفَرْتُمْ يَوْماً يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ ش۪يباًۗ  ...


Hâl böyle iken inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günden (kıyametten) nasıl korunursunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَكَيْفَ peki nasıl? ك ي ف
2 تَتَّقُونَ kendinizi kurtaracaksınız و ق ي
3 إِنْ eğer
4 كَفَرْتُمْ inkar ederseniz ك ف ر
5 يَوْمًا o günden ي و م
6 يَجْعَلُ yapan ج ع ل
7 الْوِلْدَانَ çocukları و ل د
8 شِيبًا ihtiyar ش ي ب

Yüce Allah önceki âyetlerde inkârcılıkta devam edenlerin dünyada nasıl cezalandırılacağını Firavun olayını da örnek vererek anlattıktan sonra bu âyetlerde bir misalle kıyamet gününün şiddetini ve inkârcıların o günkü hallerini tasvir etmektedir. 17. âyetin, kıyamet gününün dehşetinden dolayı çocukların yaşlanacaklarını bildirdiği veya kıyamet olayı karşısında insanların güçlerini kaybedeceklerini gösteren temsilî bir ifade olduğu şeklinde yorumlar vardır. Artık bunlardan ders çıkarıp Allah’a giden yolu seçmek insanların hür iradelerine bırakılmıştır; dileyen Allah yolunu seçerek kurtuluşa erer, dileyen de şeytanın yolunu tercih ederek cezasını bulur. Hiç kimse bu yollardan birini seçmeye zorlanmaz. Bu ve benzeri âyetler Kur’an’ın din ve vicdan özgürlüğüne ne derecede önem verdiğini göstermesi bakımından ayrıca dikkat çekicidir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 488-489

فَـكَيْفَ تَتَّقُونَ اِنْ كَفَرْتُمْ يَوْماً يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ ش۪يباًۗ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جحدتم يوم القيامة فكيف تتّقون عذاب الله (Eğer kıyamet gününü inkar ederseniz Allah’ın azabından nasıl korunursunuz) şeklindedir.

كَيْفَ  istifham harfi  تَتَّقُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

تَتَّقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

كَفَرْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  يَوْماً  amili  تَتَّقُونَ ‘nin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. يَجْعَلُ  fiili  يَوْماً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَجْعَلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْوِلْدَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

ش۪يباً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  ش۪يباً  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَـكَيْفَ تَتَّقُونَ اِنْ كَفَرْتُمْ يَوْماً يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ ش۪يباًۗ


فَ , mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi olan  كَيْفَ تَتَّقُونَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  كَيْفَ  istifham ismi,  تَتَّقُونَ  fiilinin failinden mukaddem haldir. Mahallen mansubdur.

Takdiri, … إن جحدتم يوم القيامة (Eğer kıyamet gününü inkar ederseniz …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

اِنْ كَفَرْتُمْ  cümlesi tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. 

Cümle şart üslubundadır. Müspet mazi fiil sıygasında olan  كَفَرْتُمْ  şeklindeki şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 

يَجْعَلُ الْوِلْدَانَ ش۪يباًۗ  cümlesi  تَتَّقُونَ  fiilinin mef’ûlü olan  يَوْماً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْوِلْدَانَ  birinci,  ش۪يباًۗ  ikinci mef’ûldür. Kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Burada  يَجْعَلُ  fiili, mecâz-ı aklî yoluyla gün kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki maksat hakiki fail olan Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ hakiki faildir ama fiili, o gün işlemektedir. Dolayısıyla hakiki fail ile zaman ifade eden kelime arasında bir mülabeset vardır. Bunun için zamaniyye denilen mecâz-ı aklî ile fiil, zamana isnad edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Çocukları (dehşetiyle) ihtiyara çeviren] ifadesi şiddet bildiren bir deyimdir. Zorlu günler için;  يوْمٌ يُشِيبُ نَوَاسِيَة الأطفال (bebeklerin perçemlerini ağartan bir gün) denir. Bunun aslı şudur: Dertler ve tasalar bir insanın üzerine yığılınca saçlarının ağarması hızlanır. (Keşşâf)   

Pek iyi, küfürde kalmaya devam ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?"

Yani o günün şiddetli dehşeti ve perişanlığı çocukları bile ak saçlı ihtiyarlara çevirecek.

Bu ifade ya hakikattir, yahut temsildir. Zira kederler ve üzüntüler insana çökünce kuvvetleri zayıflar ve çabuk ihtiyar olurlar. (Ebüssuûd)

يَجْعَلُ الوِلْدانَ شِيبًا  sözünü  يَوْم (güne) atfetmek iki adımlı (seviyeli) bir mecaz-ı aklîdir. Çünkü o gün, çocukların saçlarının beyazlamasına neden olan dehşetlerin (korkuların) yaşandığı gündür ve korkular geleneksel (örfî) olarak saçların beyazlamasına neden olur. (Âşûr)

Ağarmış saç bu dehşetten (korkudan) kinayedir. Dolayısıyla ayette iki mecaz-ı aklî bir arada gelmiştir.  يَجْعَلُ الوِلْدانُ شِيبًا  sözündeki bir kinaye ve bir mübalağa (abartı) vardır. (Âşûr)

 
Müzzemmil Sûresi 18. Ayet

اَلسَّمَٓاءُ مُنْفَطِرٌ بِه۪ۜ كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولاً  ...


O günle gök (bile) yarılır, Allah’ın va’di gerçekleşir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 السَّمَاءُ gök س م و
2 مُنْفَطِرٌ yarılır ف ط ر
3 بِهِ onun sebebiyle
4 كَانَ olmuştur ك و ن
5 وَعْدُهُ O’nun va’di و ع د
6 مَفْعُولًا mutlaka yapılmıştır ف ع ل

اَلسَّمَٓاءُ مُنْفَطِرٌ بِه۪ۜ 


Ayet,  يَوْماً ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اَلسَّمَٓاءُ  mübteda olup lafzen merfûdur. مُنْفَطِرٌ  haber olup lafzen merfûdur. بِ  sebebiyye veya zarfiyyedir.  بِه۪  car mecruru مُنْفَطِرٌ ‘e mütealliktir. 

مُنْفَطِرٌ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولاً


İsim cümlesidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  وَعْدُهُ  izafeti  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَفْعُولاً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. 

مَفْعُولاً  kelimesi, sülâsi mücerredi فعل  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

اَلسَّمَٓاءُ مُنْفَطِرٌ بِه۪ۜ


Ayet  يَوْماً  için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَلسَّمَٓاءُ  mübteda, مُنْفَطِرٌ  haberdir. 

Müsned olan مُنْفَطِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

بِه۪  car mecruru مُنْفَطِرٌ e mütealliktir.  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir.

بِ  harf-i ceri  في  manasındadır ve sebep içindir. (Âşûr)

 

 كَانَ وَعْدُهُ مَفْعُولاً

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)

Müsnedün ileyh izafet şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.  وَعْدَهُ  izâfetinde Allah’a ait zamire muzâf olması vaat için tazim ve teşrif ifade eder.

Bir başka görüşe göre  وَعْدُهُ  izafetindeki muzâfun ileyh  يَوْماً ’e aittir. Bu durumda günün, وَعْدُ  masdarına izafesi istiaredir. Gün, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. İstiare sanatı yoluyla günün azameti, şiddeti mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir.  

[O gün, gökyüzü çatırdamaktadır.] Bu ifade de kıyamet gününü şiddetle nitelemektedir. Gökyüzü bütün azamet ve sağlamlığına rağmen o gün çatırdıyorsa diğer varlıkların hali ne olur? (Keşşâf)

وَعْدُهُ (Ona dair vaat) ifadesinde masdar mef‘ûle muzāf olmuştur; zamir gün kelimesine aittir. Masdarın faile muzâf olması da mümkündür ki o fail de Yüce Allah’tır ve malum olduğu için mef‘ûl burada zikredilmemiştir. (Keşşâf)

كانَ وعْدُهُ مَفْعُولًا  cümlesi  يَوْمًا  için ikinci bir sıfattır. (Âşûr)

 
Müzzemmil Sûresi 19. Ayet

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً۟  ...


Şüphesiz bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 هَٰذِهِ bu
3 تَذْكِرَةٌ bir öğüttür ذ ك ر
4 فَمَنْ kimse
5 شَاءَ dileyen ش ي ا
6 اتَّخَذَ tutar ا خ ذ
7 إِلَىٰ varan
8 رَبِّهِ Rabbine ر ب ب
9 سَبِيلًا bir yol س ب ل

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ 


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰذِه۪  işaret ismi  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَذْكِرَةٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.


 فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً۟


 فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  شَٓاءَ  mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  اتَّخَذَ  cümlesi şartın cevabıdır.  اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلٰى رَبِّه۪  car mecruru  اتَّخَذَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  سَب۪يلاً۟  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

اتَّخَذَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّ هٰذِه۪ تَذْكِرَةٌۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede  اِنَّ ‘nin isminin işaret ismiyle marife olması işaret edileni tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip mertebesinin yüceliğini belirtmiştir. 

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  هٰذِه۪  ile zikre işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsned olan  تَذْكِرَةٌۚ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.


 فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً۟


فَ , atıf harfidir. Cümle makabline atfedilmiştir. Cümlenin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır. Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ شَٓاءَ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, mazi fiil sıygasıyla gelen  شَٓاءَ  cümlesi haberdir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلاً۟  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car mecrur  اِلٰى رَبِّه۪ , ihtimam için, ilk mef’ûl olan  سَب۪يلاً۟ ‘e takdim edilmiştir

Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّه۪  izafetinde Rabb isminin muzâf olmasıyla  ه۪  zamirinin ait olduğu kişi şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

سَب۪يلاً۟ ’in nekreliği tazim ifade eder. Bu kelimede istiare vardır.  سَب۪يلاً۟  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) islam hazf edilmiş, müsteârun minh yol kalmıştır.

Bu tarizli teşviki  فَمَن شاءَ اتَّخَذَ إلى رَبِّهِ سَبِيلًا  sözüyle sarih (açık) olan teşvikle dallandırıp tefrî yapmıştır. (Âşûr)

إلى رَبِّهِ  sözünde kurtarıcı ve kerim isteyenin durumu gibi, zafer ve hidayet arayan kimsenin durumu için de bir temsil vardır. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
Gelecek ayetlerden anlaşıldığı üzere, Allah Rasülü aleyhissalâtü vesselâm, risalet yükünün ağırlığı altında ve heyecanı içinde gelecek vahiyleri bekliyordu. Cenab-ı Allah, “Ya eyyühe'l müzzemmil (Ey Risalet yükü altında örtüsüne bürünmüş olan!”) iltifatıyla O'na kulluk ve risalet misyonunu yerine getirme adına her şeyden önce neler yapması gerektiğini talim buyurdu.
“Taşıması ağır ve pek kıymetli” olarak tercüme edilen kelimenin aslı sakîl olup, Cenab-ı Allah, bu ayette Kur'ân hakkında sakîl söz tabirini kullanmaktadır. Sakîl ağır demektir. Hüseyin ibn Fazl bunu, “Ancak Allah'ın yardımına, muvaffakiyet vermesine mazhar bir kalbin ve Tevhid'le donatılmış bir nefsin taşıyabileceği bir ağırlık” olarak tefsir eder (Kurtubi). Gerçekten de, özellikle Kur'an olarak tecelli eden vahyin ağırlığını anlayabilmek açısından şu ayet çok önemlidir: Bu Kurân ki, eğer onu bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, o dağın, Allaha olan derin saygı ve taziminden dolayı başını eğip parça parça olduğunu görürdün. İnsanlar için böyle temsillerde bulunuyoruz ki, sistemlice düşünüp gerekli dersi alsınlar. (Haşr/59: 21) 
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünyalık her türlü olumsuz duygudan ama özellikle de korkudan kurtulmak isteyen biri vardı. Bunların, bana hiçbir faydası yok, hatta zararı var diye kendisini savundu. Masallarda bahsi geçen, yaşı bilinmeyen yaşlı görünümlü kişi bir ilaç uzattı. Bunu içtiğin zaman isteğine kavuşacaksın dedi.

İlaçları aldı ve gerçekten de birkaç gün içerisinde olumsuz duygu diye adlandırdıklarından arındı. Aylar boyunca, elindeki ilaçların kendisi ve etkisi tükenene kadar görünmedi. Eski haline kavuştuğunu hissettiği gün şehre geri döndü ve yaşlı bilgine uğradı.

Gittiğinde, bilgin, sanki haline özel olarak, kendisinin zayıflık olarak değerlendirdiği duyguları hisseden peygamberlerin anlatıldığı ayetleri okuyordu. Vahiy başlangıcında, eve korkuyla dönen ve örtülerin altına bürünen Rasulullah (sav)’i görür gibi oldu ve ağlamaya başladı.

Okuması biten bilgine ilaç için gelmediğini söyledi: İlacın etkisi altındayken doğru yerdeyim diye düşündüm ama bittiğinde sanki bir kabusa uyandım. Evimden, ailemden ve işimden uzaklaştığımı farkettim. Duygusuzluk beni yaşamın her lezzetinden mahrum bırakmış. Bu yüzden de hayatımın hiçbir alanında bir arpa boyu ilerleyemediğimi gördüm. Meğer maddi ve manevi anlamda gelişmek için o duygulara ihtiyacım varmış. Zira sıkıntısını hissetmeden; açken doymanın, hastayken iyileşmenin, korkarken cesaretin ve özlerken kavuşmanın sevinci de, azmi de, anlamı da yokmuş. Anladım ki, dünya için yaşayan nefsimin olumsuz algıladığı duyguları, Allah’a arzettiğim anda şekilleri değişir, olumluya dönüşürmüş. Zira; Allah’ın rızasına ulaştıracak rahmet ve hayır kapıları açılırmış. 

Ey doğunun ve batının Rabbi olan Allahım! Ey Rasulullah’ı bize elçi olarak gönderen Allahım! Peygamber Efendimiz (sav)’e salat ve selam olsun. Bizi, dünya gafletinden uyananlardan ve dünyalıkların ağırlığından sıyrılanlardan eyle. Nefsi ile değil, kalbi ile; yaşayanlardan, sevenlerden ve hissedenlerden eyle. Her halini Sana arzedenlerden ve yalnız Sana sığınanlardan eyle. Son nefesine kadar huşu ile namazını kılan ve hakkını vererek kelamını okuyan kullarından eyle. Ebedi huzursuzluktan ve hakiki korkudan muhafaza buyur; ebedi huzura ve hakiki mutluluğa kavuştur.

Amin.

***

Yaşanan zulümler karşısında verilen tepkilere bakıldığı zaman müslüman toplumlarının üzerinde ağır bir örtünün olduğu görülmektedir. Birçok insan dünyanın geçici heveslerinin sersemletici ve uyuşturucu yorganına sarılmış yatmaktadır. Rahatlatıcı ve kolaylaştırıcı sebeplerin çoğalmasıyla beraber herkes hayatını yaşamayı istemektedir. 

Özellikle de maddi ve manevi yürütülmüş uzun sömürge yıllarının ardından sanki mücadele istekleri uykuya yatırılmıştır. Belki de kimileri bu şekilde rahat bırakılmayı ummaktadır. Şüphesiz ki bu hal müslümanın özüne aykırıdır ve ümmet bir gün uykusundan uyanacak, üzerindeki ağırlığı atıp kalkacaktır. 

Dünya haberlerinin hızla yayılması sonucunda birçok insanın kalbine ve aklına bir çeşit güneş doğmaktadır. Uykudan uyandırıcı tohumlar atılmaktadır. Dünya hayatının geçiciliği ve müslümanların bir araya toplanması gerektiği daha iyi bir şekilde idrak edilmektedir. Kardeşlik ve ümmet duygularının özlemi belki de uzun yıllardan sonra ilk defa bu kadar net hissedilmektedir. 

Zira dünya yorganını başına kadar çekenler, başkalarıyla arasına bir çeşit set koyarak nefsini hakikati hatırlatıcı hallerden de uzaklaştırmaktadır. Ancak bu şekilde, ne yazık ki bir ümmetin parçası olmak varken kendisini ısrarla dipsiz ve faydasız bir yalnızlığın kucağına itmektedir.

Ey Allahım! Bizi geç kalmadan uyanan ve dirilen kullarından eyle. Dünyanın ağırlığını ve heveslerin uyuşukluğunu üzerimizden kaldır. İmanın ve nûrun ile özümüzü aydınlat ve bize yol göster. Senin yolunda, Senin rızan için mücadele etme isteğini uyandır. 

Ümmet uyanmaktadır. Dünya büyük bir değişimin eşiğindedir. Doğru yolda, doğru tarafta, doğru işlerle meşgul olanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji