بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
3 | يَعْلَمُ | biliyor |
|
4 | أَنَّكَ | senin |
|
5 | تَقُومُ | kalktığını |
|
6 | أَدْنَىٰ | daha azında |
|
7 | مِنْ | -nden |
|
8 | ثُلُثَيِ | üçte ikisi- |
|
9 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
10 | وَنِصْفَهُ | ve yarısında |
|
11 | وَثُلُثَهُ | ve onun üçte birinde |
|
12 | وَطَائِفَةٌ | bir topluluğun da |
|
13 | مِنَ | -dan |
|
14 | الَّذِينَ | bulunanlar- |
|
15 | مَعَكَ | seninle beraber |
|
16 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
17 | يُقَدِّرُ | takdir eder |
|
18 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
19 | وَالنَّهَارَ | ve gündüzü |
|
20 | عَلِمَ | bildi |
|
21 | أَنْ |
|
|
22 | لَنْ | asla |
|
23 | تُحْصُوهُ | sizin onu sayamayacağınızı |
|
24 | فَتَابَ | bu yüzden affetti |
|
25 | عَلَيْكُمْ | sizi |
|
26 | فَاقْرَءُوا | artık okuyun |
|
27 | مَا | şeyi |
|
28 | تَيَسَّرَ | kolayınıza gelen |
|
29 | مِنَ | -dan |
|
30 | الْقُرْانِ | Kur’an- |
|
31 | عَلِمَ | bilmiştir |
|
32 | أَنْ |
|
|
33 | سَيَكُونُ | bulunacağını |
|
34 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
35 | مَرْضَىٰ | hastalar |
|
36 | وَاخَرُونَ | ve başka kimseler |
|
37 | يَضْرِبُونَ | gezip |
|
38 | فِي |
|
|
39 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
40 | يَبْتَغُونَ | arayan |
|
41 | مِنْ | -ndan |
|
42 | فَضْلِ | lutfu- |
|
43 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
44 | وَاخَرُونَ | ve başka insanlar |
|
45 | يُقَاتِلُونَ | savaşan |
|
46 | فِي |
|
|
47 | سَبِيلِ | yolunda |
|
48 | اللَّهِ | Allah |
|
49 | فَاقْرَءُوا | onun için okuyun |
|
50 | مَا | şeyi |
|
51 | تَيَسَّرَ | kolayınıza gelen |
|
52 | مِنْهُ | O’ndan |
|
53 | وَأَقِيمُوا | ve kılın |
|
54 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
55 | وَاتُوا | ve verin |
|
56 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
57 | وَأَقْرِضُوا | ve borç verin |
|
58 | اللَّهَ | Allah’a |
|
59 | قَرْضًا | bir borçla |
|
60 | حَسَنًا | güzel |
|
61 | وَمَا | ve |
|
62 | تُقَدِّمُوا | verdiklerinizi |
|
63 | لِأَنْفُسِكُمْ | kendiniz için |
|
64 | مِنْ | -dan |
|
65 | خَيْرٍ | hayır- |
|
66 | تَجِدُوهُ | bulacaksınız |
|
67 | عِنْدَ | katında |
|
68 | اللَّهِ | Allah |
|
69 | هُوَ | o |
|
70 | خَيْرًا | daha hayırlıdır |
|
71 | وَأَعْظَمَ | ve daha büyüktür |
|
72 | أَجْرًا | mükafatça |
|
73 | وَاسْتَغْفِرُوا | ve mağfiret dileyin |
|
74 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
75 | إِنَّ | şüphesiz |
|
76 | اللَّهَ | Allah |
|
77 | غَفُورٌ | çok bağışlayandır |
|
78 | رَحِيمٌ | çok esirgeyendir |
|
İlk âyetlerde gece namazına kalkılması ve bunun belli bir vakit içinde eda edilmesi emredilmişti. Uygulamada hem gece namaza kalkma hem de istenen vakti tesbit etme hususunda zorluk ortaya çıkınca yükümlülük hafifletilmiş veya maksadın kesin olarak vakte riayet etmek ve mutlaka kılmak olmadığı, emrin teşvik ve tavsiye mahiyetinde olduğu açıklanmıştır. Gece namazının başlangıçta hem Hz. Peygamber’e hem de ümmete farz kılındığını, daha sonra halkın zorlandığı ortaya çıkınca onlar için nâfile, Hz. Peygamber için farz haline getirildiği görüşünde olanlar da vardır (Şevkânî, V, 371-372).
Müfessirler “Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” meâlindeki bölümü iki türlü yorumlamışlardır: a) Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüt namazı kılın; b) Gece namazında Kur’an’dan kolayınıza gelen miktarda okuyun (bk. Şevkânî, V, 371-372; İbn Âşûr, XXIX, 283-284). Birinci yoruma göre müminler geceleyin belli bir vakte bağlı kalmadan ve farz olmaksızın kalkıp kolaylarına geldiği miktarda nâfile namaz kılarlar; ikinci yoruma göre ise gece kalkıp kıldıkları namazda Kur’an’dan kolaylarına gelen miktarda ve kolay gelen âyetleri okurlar. Ebû Bekir İbnü’l-Arabi bu âyet hakkında şu yorumların yapıldığını söyler: a) Maksat namazdır, namazı belirtmek için “kıraat” kelimesi kullanılmıştır, b) Maksat bizatihi kırâatir (IV, 1881).
Âyetin bundan sonraki bölümünden anlaşıldığına göre hastalıktan, geçim temini için veya başka maksatlarla yapılan yolculuklardan; vatan savunması, özgürlük, bağımsızlık vb. yüce amaçlarla cihadda bulunmak gibi mazeretlerden dolayı Allah Teâlâ kullarına kolaylık lutfetmiş, müminlerin gece kalkıp kolaylarına geldiği miktarda namaz kılmaları farz değil, mendup olmuştur.
Son bölümde ise yüce Allah müminlere, namazlarını usul ve âdâbına uygun olarak kılmalarını, zekâtlarını vermelerini, Allah rızâsı için hayır yapmalarını, iyilikte bulunmalarını, fakirlere karşı şefkat ve merhametle davranıp onlara yardım etmelerini buyurmakta, dünyada bu tür iyi işler yapanların âhirette bu yaptıklarının karşılığını Allah katında kat kat alacaklarını haber vermektedir. Müfessirler genellikle burada geçen, “Namazı kılın, zekâtı verin” cümlesindeki namazı beş vakit namaz, zekâtı da farz olan zekât olarak yorumlamışlarsa da sûrenin tamamının Mekke döneminde inen ilk sûrelerden olduğunu dikkate alırsak bu yoruma katılmak mümkün değildir. Çünkü beş vakit namaz ve belirli kurallara bağlanmış haliyle zekât vecîbesi yıllar sonra farz kılınmıştır. Buna göre âyette, İslâm’ın beş temel şartından ikisini teşkil eden namaz ve zekât ibadetlerine ilişkin yükümlülük bilincini oluşturmanın ve bunların ilk uygulamalarını başlatmanın amaçlandığı söylenebilir. Kullar dünya hayatında ne kadar dikkat ederlerse etsinler hatadan kurtulamayacakları için sûrenin son cümlesinde Allah’tan bağışlanma istemeleri emredilmiştir.
Azame عظم :
عَظْمٌ kelimesi kemik anlamındadır. Çoğulu عِظامٌ şeklinde gelir. Bu temel anlamdan sonra müstear olarak büyük olan her türlü şeyle ilgili kullanılıp algının ya da aklın konusu olsun, maddi veya manevi bir şey olsun büyük olan her tür şey bu kapsama dahil edilmiştir.
Azim عَظِيمٌ sözcüğü maddi şeylerle ilgili kullanıldığında parçaları birleşik olanlar için zikredilirken; كَثِيرٌ sözcüğü ise ordu veya mal gibi parçaları ayrık olanlar için kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 128 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri azamet, azîmet, azim, tâzim, muazzam, azamî ve Azmi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ kelimesi, اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْلَمُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’ dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel يَعْلَمُ fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. كَ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَقُومُ fiili, اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَقُومُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اَدْنٰى zaman zarfı elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. مِنْ ثُلُثَيِ car mecruru اَدْنٰى ‘ya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الَّيْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
نِصْفَهُ kelimesi atıf harfi وَ ‘la اَدْنٰى kelimesine matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُلُثَهُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. طَٓائِفَةٌ kelimesi atıf harfi وَ ‘la تَقُومُ fiilindeki faile matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl مِنَ harfi ceriyle birlikte طَٓائِفَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. مَعَكَ zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. يُقَدِّرُ الَّيْلَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُقَدِّرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّهَارَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
يُقَدِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ
Fiil cümlesidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلِمَ ’nin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur. لَنْ تُحْصُوهُ cümlesi muhaffefe اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تُحْصُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru تَابَ fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إن رغبتم في الثواب فاقرؤوا (Eğer sevap isterseniz Kur’an okuyun) şeklindedir.
اقْرَؤُ۫ا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûlü mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
تَيَسَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنَ الْقُرْاٰنِ car mecruru aid zamir için temyizdir.
تَيَسَّرَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi يسر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
تُحْصُوهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ
Fiil cümlesidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir.
سَيَكُونُ مِنْكُمْ cümlesi muhaffefe اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلِمَ ’nin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur.
سَيَكُونُ nakıs damme ile merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. مِنْكُمْ car mecruru يَكُونُ ‘nun mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مَرْضٰى kelimesi يَكُونُ ‘nun muahhar ismi olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. اٰخَرُونَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ
Cümle اٰخَرُونَ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَضْرِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَضْرِبُونَ fiiline mütealliktir.
يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ
Cümle يَضْرِبُونَ ‘ deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَبْتَغُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ فَضْلِ car mecruru يَبْتَغُونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ atıf harfi و 'la makabline matuftur.
يَبْتَغُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُقَاتِلُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اقْرَؤُ۫ا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَيَسَّرَ مِنْهُ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
تَيَسَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهُ car mecruru تَيَسَّرَ fiiline mütealliktir.
تَيَسَّرَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi يسر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ
وَ atıf harfidir. اَق۪يمُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اٰتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. اَقْرِضُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَرْضاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَسَناً kelimesi قَرْضاً ‘ in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
اَق۪يمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
اٰتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ‘dır.
اَقْرِضُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قرض ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا iki fiili cezmeden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُقَدِّمُوا şart fiili olup نَ ‘nun hazfiyla meczum muzari fiildir. لِاَنْفُسِ car mecruru تُقَدِّمُوا fiiline mütealliktir. مِنْ خَيْرٍ car mecruru مَا ’ nın mahzuf haline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen تَجِدُوهُ cümlesi şartın cevabıdır. تَجِدُوهُ fiili نَ ‘nun hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عِنْدَ mekân zarfı تَجِدُوهُ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُوَ fasıl zamiridir. خَيْراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَعْظَمَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اَجْراًۜ temyiz olup fetha ile mansubdur.
تُقَدِّمُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قدم ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ
وَ atıf harfidir. اسْتَغْفِرُوا fiili نَ ‘nun hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و' ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اسْتَغْفِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi رَبَّكَ ‘nin, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmesi, müsnedün ileyhin şanı ve tazimi içindir. Bu izafette, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır. Muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
Masdar ve tekit harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ cümlesi, masdar teviliyle يَعْلَمُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi اَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ cümlesi اَنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.
Bu ayet-i kerîmede تَقُومُ kelimesi namaz manasında kullanılmıştır. Namazın bir cüzü olan kıyam zikredilmiş, kül olan namaz murad edilmiştir. İşte bu tip mecaza mecaz-ı mürsel denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
تَقُومُ fiiline müteallik olan zaman zarfı اَدْنٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ izafetinin müteallakıdır.
نِصْفَهُ ve ثُلُثَهُ izafetleri اَدْنٰى ‘ya, طَٓائِفَةٌ ise تَقُومُ ’daki müstetir zamire matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has isi mevsulu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte طَٓائِفَةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mekân zarfı مَعَكَۜ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatı vardır.
نِصْفَهُ - وَثُلُثَهُ kelimeleri arasında mürâât-i nazîr sanatı vardır.
طَٓائِفَةٌ ‘deki nekrelik kıllet ve tazim ifade eder.
ثُلُثَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
En yakın anlamına gelen اَدْنٰى kelimesi, emaneten en az anlamında kullanılmıştır. Zira iki şey arasındaki mesafe yaklaşınca, aralarındaki boşluk azalır, uzaklaşınca da çoğalır. (Keşşâf)
اَدْنٰى lafzı daha az manası için istiare edilmiştir, çünkü bir şeye daha yakın olan, ondan daha az uzaktır. (Ebüssuûd)
Haberin إنَّ ile tekid edilmesi önemi dolayısıyladır. Rabbinin ondan razı olduğundan kinayedir. Arkadan zikredilen فَتابَ عَلَيْكُمْ sözünün delaletiyle bu fiilde hafifletme içindir. Böylece gün içindeki çalışmalar için vakit kazanır.
مَعَكَۜ ifadesindeki مَعَ , maiyyet içinse mecazî manadadır. (Âşûr)
اللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ cümlesi müsneddir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.
Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
النَّهَارَۜ , tezat nedeniyle mef’ûl olan الَّيْلَ ‘ye atfedilmiştir. Kelimeler arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
[Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah’tır.] Gece ve gündüzü takdir etmeye, saatlerinin ölçüsünü bilmeye Allah’tan başka kimsenin gücü yetmez. Yüce Allah’ın isminin mübteda olarak başa alınması ve يُقَدِّرُ fiilinin ona isnat edilmesi, takdirin sadece O’na mahsus olduğu anlamına delâlet eder; yani sizin buna gücünüz yetmez. (Keşşâf)
عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ
Ta’lil hükmündeki ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında gelen لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ cümlesi, masdar tevilinde, عَلِمَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. لَنْ edatıyla tekid edilmiş masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir.
Aynı üslupta gelen فَتَابَ عَلَيْكُمْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ cümlesine atfedilmiştir.
عَلِمَ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu iki fiil arasında muzariden maziye geçişte, iltifat sanatı vardır.
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ
İstînafiye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri … رغبتم في الثواب (Eğer sevap isterseniz...) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ismi mevsul مَا ‘nın sılası olan تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. مِنَ الْقُرْاٰنِۜ car mecruru, sıladaki aid zamirin mahzuf haline mütealliktir.
فَاقْرَؤُ۫ا - الْقُرْاٰنِۜ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ [Kur'an'dan kolay olanı okuyun.] ayetinde mecaz-ı mürsel vardır. Yüce Allah burada, kıraatla namazı kastetmiş ve küll (bütün) yerine cüz'ün (parçanın) ismini zikretmiştir. Çünkü kıraat namazın rükünlerinden biridir. (Safvetü’t Tefâsir)
Kur’an kelimesi namazdan kinayedir. Böylece veciz bir ifadeyle hem namaz kılmaya hem de Kur’an okumaya teşvik vardır. (Âşûr)
عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil sıygasında gelen سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ cümlesi, masdar tevilinde, عَلِمَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nakıs fiille dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنْكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مَرْضٰىۙ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir.
اٰخَرُونَ , nakıs fiil كَانَ ’nin ismi olan مَرْضٰىۙ ‘ya atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.
يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ cümlesi اٰخَرُونَ ‘nin sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı göz önüne getirmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ cümlesi يَضْرِبُونَ fiilinin failinin halidir.
Veciz ifade kastına matuf فَضْلِ اللّٰهِۙ izafetinde Allah ismine muzâf olan فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.
اٰخَرُونَ , önceki اٰخَرُونَ ‘ye matuftur. Ciheti camia temâsüldür. Kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰخَرُونَ ‘nin sıfatı olan يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَبِیلِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan sebil, şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ (Allah’ın yolu) ibaresinde tasrîhî istiâre vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün-bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, telezzüz ve teberrükü artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada geçen يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ deyimi, ticaret ve ilim tahsili için yolculuk yapmaktır. (Ebüssuûd)
فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ
İstînafiye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri … رغبتم في الثواب (Eğer sevap isterseniz...) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ismi mevsul مَا ‘nın sılası olan تَيَسَّرَ مِنْهُۙ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Cümle ayette önemini tekid için tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ
Cümle atıf harfi وَ la, فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ ifadesinde istiare vardır. Namaz, dinin direği gibi ifade edilmiş, din çadıra benzetilmiştir. Çadır nasıl direk sayesinde ayakta durursa, din de namaz sayesinde tam olur.
Aynı üslupta gelen وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ ve اَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ cümleleri hükümde ortaklık sebebiyle öncesine atfedilmiştir. Cümleler emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَۜ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَسَناً kelimesi, mef’ûlü mutlaktan naib masdar قَرْضاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
“Allah'a borç vermek” ifadesinde istiare sanatı vardır. Allah için yapılan ibadetler, karşılığı sonradan alınmak üzere verilen mala benzetilmiştir.
اَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناًۜ [Allah'a güzel bir şekilde borç verin.] ayetinde istiare-i tebeiyye vardır. Yüce Allah fakir ve düşkünlere ihsanda bulunmayı, âlemlerin Rabbine borç vermeye benzetti. Bu, güzel istiarelerdendir. (Safvetü’t Tefâsir)
قَرْضاً - اَقْرَضُوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَرۡض gerçek anlamda kullanıldığında bedeli daha sonradan iade edilmek üzere tutulan mal anlamına gelir. Bu tür malın (aslında kesmek anlamındaki) قَرۡض kelimesi ile isimlendirilmesinin sebebi, kişinin onu kendi malından kesip veriyor olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
حَسَنࣰا (İyi bir şekilde) ifadesi güzel bir şekilde demektir. Bu kelime borcun sıfatıdır. Bu ayette borçtan kasıt malının bir kısmını kesmesi ve onu Allah rızasına ulaşmak ve sevabına kavuşmak için fakire vermesidir. Abdullah b. Abbas’a göre buradaki حَسَنࣰا (güzel) ifadesi yaptığı iyiliği hemen, gizli bir şekilde yapması ve küçük görmesidir. Bir görüşe göre fakirlerin başına kakmaması ve onlara eziyet etmemesidir.
قَرْضاً sadaka demektir. حَسَناً ise herhangi bir minnet (başa kakmak) ve eziyet söz konusu olmaksızın içinden gelerek (samimiyetle) ve ecrini Allah'tan bekleyerek vermek demektir. (Kurtubî)
وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ
وَ , itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
İki emir arasında itiraziyye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Cümlede şart ismi مَا , mukaddem mef’ûldür. Müspet muzari fiil sıygasındaki تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ cümlesi, şarttır.
لِاَنْفُسِكُمْ car mecruru تُقَدِّمُوا fiiline, مِنْ خَيْرٍ ise مَا ’nın mahzuf temyizine mütealliktir.
خَيْرٍ ‘deki nekrelik, kıllet ve nev ifade etmiştir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْراً وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ , talebin cevabı olarak meczum muzari sıygada gelmiş hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Fasıl zamiri ile tekid edilen cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı عِنْدَ اللّٰهِ , ihtimam için, mef’ûl olan خَيْراً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûlün nekreliği, kesret, nev ve tazim içindir.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِنْدَ , tazim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
خَيْراً ‘e matuf olan ikinci mef’ûl اَعْظَمَ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. اَجْراًۜ , ikinci mef’ûl için temyizdir.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece sanatı vardır.
خَيْر kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, اَجْراًۜ - خَيْراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاَعْظَمَ اَجْراًۜ ifadesindeki اَجْراًۜ ‘de istiare vardır. Bir hayır takdim edenlerin mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ [Kendiniz için hayırdan ne takdim etmiş iseniz…] ayetinde, husustan sonra umumun zikri vardır. Yüce Allah, namaz, zekat ve Allah yolunda harcamayı zikrettikten sonra, hayrı genelleştirdi ki, bütün iyi amelleri ihtiva etsin. (Safvetü’t Tefâsir)
اَجْراًۜ kelimesi تَجِدُوهُ fiilinin ikinci mef'ûlüdür. هُوَ zamiri de هُ zamirini tekiddir ya da zamir-i fasıldır. (Ebüssuûd)
وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Telezzüz, teberrük ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اسْتَغْفِرُوا kelimesi ile ilgili iki görüş vardır:
a) Bu, “Allah bütün günahlarınızı bağışlayandır” demektir. Bu görüş, Mukâtil’indir.
b) Bu, “Allah, günahta ısrar etmeyenleri bağışlayandır” manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelerek ayette 7. kez tekrarı, tüm ibadetlerin Allah için yapılması gerekliliği ve Allah'ın, yapılan ibadetleri en güzel karşılığı vereceği hükmünün illetini bildirmek için yapılan ıtnâbdır. Bu tekrarda ıtnâb, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd vardır.
Allah’ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.166)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ve Ey |
|
2 | الْمُدَّثِّرُ | örtüsüne bürünen |
|
Hz. Peygamber Hira mağarasında vahiy meleğinin sesini işitip kendisini de görünce korkusundan titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişlerdi. Bunun ardından, “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan Müddessir sûresinin ilk beş âyeti inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 74/1-5). Bununla birlikte “örtüsüne bürünen” ifadesine mecaz olarak “peygamberlik kisvesine bürünen, bu ağır görevi yüklenen” anlamları da verilmiştir (Râzî, XXX, 190; Şevkânî, V, 373; İbn Âşûr, XXIX, 294).
“Kalk, uyar” emri Muhammed aleyhisselâmın, peygamber olarak tevhid dinini ve Allah’ın mesajlarını insanlığa tebliğ etmekle görevlendirilişinin ilânıdır. Resûlullah efendimiz bu emri aldıktan sonra insanları tevhid dinine çağırmaya başlamış, son nefesine kadar da bu görevini sürdürmüştür. “Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir” emri, tevhid dininin en önemli unsuru olan “Allah’ın birliğine iman ve O’na kulluk” esasını ortaya koymaktadır. İslâm’ın bu temel ilkesinin hemen ardından gelen “Elbiseni temiz tut” emri ise Hz. Peygamber’in maddî olarak elbisesini necâset vb. pisliklerden temiz tutması, mânevî olarak da güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması anlamında yorumlanmıştır (Zemahşerî, IV, 180-181). Âyetteki siyâb (elbise) kelimesinin mecaz olarak kullanıldığını belirten ve bu kelimeye “amel, kalp, nefis, beden, aile, din, ahlâk” gibi farklı mânalar veren başka müfessirler de olmuştur (bk. Şevkânî, V, 374). Buradaki temizlik maddî mânada alındığında “elbise” bir örnek olup genel olarak beden temizliğinin, kezâ ev bark, mâbed vb. özel veya ortak alanların temizliğinin de bu buyruğun kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. 5. âyette “Her türlü pislikten uzak dur” diye çevirdiğimiz cümle de dış temizlikten sonra inanç ve ahlâk temizliğini, iç arınmayı vurgulamaktadır. Sonuç olarak bu iki âyette, son derece veciz bir üslûpla, Hz. Peygamber’e ve onun şahsında müslümanlara hem maddî hem de mânevî temizlik emredilmiş olup, bu buyruğun daha ilk inen ve Hz. Peygamber’i risâlet görevine hazırlayan âyetlerde yer alması son derece anlamlıdır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 494-495يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim.
Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُدَّثِّرُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُدَّثِّرُ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ
Surenin ilk ayeti beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir. Nidanın cevabı sonraki ayettedir.
اَيُّ ; nida ile ال kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, sonraki kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır.
Nida çağırmak demektir. Istılah olarak da aslen أدعوُ veya نادي şeklinde mahzûf bir fiilin mef'ûlü olmakla beraber; o fiilden naib olarak gelen harflerle ifade edilen bir seslenme biçimidir. Bu harfler yâ, ey, ây, eyâ, heya, vâ, â’dır. Nidanın gayesi; nida edilene önemli bir şeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifhâm, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
الْمُدَّثِّرُ kelimesi مُتَدثِّر demektir ki, دِثاَر (gömlek giyen) manasınadır. (Beyzâvî)
İkrime’nin açıklamasına göre, “Peygamberlik ve nefsi olgunluklara bürünüp giyinmiş olan” demektir. Bu manalarla bu hitap Müzzemmil gibi Peygamberliğin ilk duyurulmasında şöyle bir kinaye ile uyanık olmaya daveti hissettirir: Ey o bürünen, ey o kendisine verilmiş olan hakikatı halkın bakış ve görüşünden gizlemeye çalışan Muhammed! O bürünmek, uyumak, rahat etmek zamanı geçti. Uyanmak, görünmek, o hakikatı açıklamak, zahmetler çekmek, sıkıntılara katlanmak, halka doğruyu göstermek, etrafı temizlemek için yükümlülükler ve ağır yükler yüklenerek büyük bir kararlılıkla kalkıp hareket etmek zamanı geldi. (Elmalılı Hamdi Yazır)
قُمْ فَاَنْذِرْۙ
قُمْ فَاَنْذِرْۙ
Fiil cümlesidir. Önceki ayetteki nidanın cevabıdır. قُمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘dir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْذِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘dir.
اَنْذِرْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قُمْ فَاَنْذِرْۙ
Önceki ayetteki nidanın cevabı olan bu ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُمْ fiili, bir emri iletmek, görevlendirilmek anlamında müsteardır.
Aynı üslupta gelen فَاَنْذِرْ cümlesi, atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَاَنْذِرْ , fiilinin mef’ûlü umum ifadesi için hazf edilmiştir. Bu cümleyle, قُمْ emrinin muradı açıklanmıştır. (Âşûr)
[Yattığın yerden kalk da uyar.] Tüm insanları, iman etmedikleri takdirde, Allah'ın azabı ile korkut. Çünkü Hazret-i Peygamber (sav) tüm insanlara gönderilmiştir. Onun daveti her millete ulaşmış, uyarısı varmıştır. (Rûhu’l Beyân)
Kalk, yatağından kalk ya da azim ve kararlılık kalkışı ile kalk uyar, genellik için mutlak verilmiştir ya da ["En yakın akrabalarını uyar”] (Şuarâ'/214) yahut [‘’Seni ancak bütün insanlar için müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik”] (Sebe': 28) kavillerinin delalet ettiği mehil takdir edilmiştir (bunları uyar). (Beyzâvî)
وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ
وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبَّكَ amili ـكَبِّرْ ‘nin mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Atıf harfi فَ ile nidanın cevabı olan mukadder cümleye matuftur. Takdiri, قم فكبّر ربّك (Kalk ve Rabbini tekbir et) şeklindedir.
ـكَبِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘ dir.
ـكَبِّرْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar
وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ
Cümle atıf harfi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Fiilin mef’ûlü olan رَبَّكَ , amili olan كَبِّرْ ‘e takdim edilmiştir.
Bu takdim amilin mamulüne kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade etmiştir. Bu tür kasrda maksûrun aleyh; takdim olan kelimedir. Sonradan zikredilen lafız ise maksurdur. رَبَّكَ mevsûf/maksûrun aleyh, فَـكَبِّرْۙ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
رَبَّكَ فَـكَبِّرْ ifadesi aks sanatının güzel bir örneğidir. Aks ve tebdîl lafzî güzelliğin ve bunun verdiği zevkin yanında muhatabın dikkatini celb eder. Ayrıca bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ (Rabbini tekbir et) tekbiri ona tahsis et; yani onu itikat ve söz bakımından ululukla nitele demektir. فَـكَبِّرْۙ 'deki ve sonrasındaki فَ edatı şart manasını ifade etmek içindir, sanki: وَما يكون فكبِّرْ ربَّك (ne olursa olsun, Rabbini tekbir et) denilmiştir. Ya da ف şunu göstermek içindir ki, kalkmaktan ilk kastedilen şey Rabbini şirkten ve insana benzemekten tekbir (ve tenzih) etmektir. Çünkü ilk vâcip olan şey Yaratıcıyı bilmektir ve varlığını bildikten sonra ilk vacip olan şey de onu (noksanlardan) tenzih etmektir. Çünkü o toplum Allah'ın varlığını ikrar ediyordu (fakat şirk koşuyorlardı). (Beyzâvî)
Ayet; “kendini veya kalbini günahtan, haksızlıktan temiz tut, yaptığın uyarıları kabule engel olacak kirli huylardan sakın, öğütlerinin kabul edilmesini sağlayacak olan güzel ahlak ile ahlaklan” diye manevi ve ahlaki temizlik ile tefsir etmişlerdir. Fakat kinaye, hakiki mananın da kastedilmesine engel olmadığı için, bu şekilde bir tefsir aynı zamanda gerek bedenin gerek elbisenin maddi temizliğinin emredilmiş olmasına aykırı olmaz. Çünkü taharet ve nezafet kelimeleri dilimizde temizlik manasına gelmekle birlikte taharet, nezafetten daha genel olarak maddi ve manevi temizliği kapsar. Bununla beraber burada bundan başka bir mana daha vardır ki o da “siyab” kelimesinin bir şeyi yakından bürüyen, kuşatan şeyden ve zarftan kinaye ve mecaz olmasıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ
وَ atıf harfidir. ثِيَابَكَ amili طَهِّرْۙ ‘in mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Atıf harfi فَ ile nidanın cevabı olan mukadder cümleye matuftur. Takdiri, قم. şeklindedir.
طَهِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘dir.
طَهِّرْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi طهر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Fiilin mef’ûlü olan ثِيَابَكَ , amili olan طَهِّرْ ‘e ihtimam için takdim edilmiştir.
ثِيَابَكَ ifadesi veciz anlatım maksadıyla izafet şeklinde gelmiştir.
İbni Abbas; ثِيَابَكَ , kalp ve nefisten kinayedir. Yani kalbini ve nefsini kötülüklerden ve masiyetten temizle anlamındadır, demiştir. (Sâbûnî)
[Elbiselerini temizle necasetlerden] çünkü temizlik namazlarda vâcip, diğerlerinde müstehaptır. Bu da onları yıkamak yahut onları necasetten muhafaza etmekle olur. Mesela etekler yerde sürünür de kirlenir korkusu ile onları kısaltmak gibi. Bu da kötü adetlerden ilk atması emredilen şeydir ya da nefsini kötü ahlaktan ve aşağılık şeylerden temizle demektir. O zaman teorik kuvveti tamamlama emrinden sonra pratik kuvveti tamamlama ile emredilmiş ve ona davet edilmiş olur. Ya da peygamberlik gömleğini onu kirletecek olan kin, sinirlenme ve sabırsızlık gibi şeylerden temizle demektir. (Beyzâvî)
Elbise, tıpkı, insandan ayrılmayan bir şey gibidir. İşte bundan dolayıdır ki, Araplar, ثِيَابَ kelimesini, bizzat insanın kendisini ifade için, kinaye olarak kullanırlar. Nitekim Arapça’da “Övgü, onun dış elbisesinde; iffet de, onun iş elbisesindedir” anlamında, اَلْمَجْدُ فِى ثَوْبِهِ وَ الْعِفَّةُ فِى اِزَارِهِ denilir. (Fahreddin er-Râzî)
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ
وَ atıf harfidir. الرُّجْزَ amili اهْجُرْۙ ‘un mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
Atıf harfi فَ ile nidanın cevabı olan mukadder cümleye matuftur. Takdiri, قم (Kalk) şeklindedir.
اهْجُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘dir.
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ
Cümle, atıf harf وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl الرُّجْزَ , amili olan فَاهْجُرْۙ ‘e ihtimam için takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin, Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
[Terkte sebat ederek azabı terk et] demektir. (Beyzâvî)
Kötü şeylerden, putlardan uzak dur. Veya onlara tapma ve yaklaşma. Nitekim Allah Teâlâ, Hazret-i İbrahim'in diliyle şöyle buyurmuştur: [Ya Rabbi! Bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.] (İbrahim: 35) Maksat, onun putlardan sürekli uzak kalmasıdır. Yoksa, Hazret-i Peygamber puta tapmak ve benzeri kötülüklerden zaten uzaktı. (Rûhu’l Beyân)وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ
Müfessirler 6. âyeti farklı anlamlarda yorumlamışlardır: a) Ey Peygamber! Sakın şerefli ve değerli peygamberlik vazifesinin külfet ve meşakkatini çok görme, bunlara gönül rızası ile katlan; b) Karşılığında daha fazlasını bekleyerek iyilik etme. Şevkânî’ye göre yüce ahlâk sahibi peygamberin böyle bir davranışta bulunması ona haram kılınmıştır; ancak ümmeti için mubahtır (bk. V, 374-375). c) Fakir fukaraya yaptığın yardımı çok görme, fakirleşmekten korkmayan kimselerin verdiği gibi sen de çokça ver (İbn Âşûr, XXIX, 298). 7. âyette Hz. Peygamber’in, insanlığı uyarma görevini yerine getirirken birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalacağına işaret edilmiş ve Allah’ın rızâsını kazanmak için bu sıkıntılara sabretmesi emredilmiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 495وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَمْنُنْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أَنْتَ ‘dir. تَسْتَكْثِرُ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَكْثِرُ damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ’ dir.
تَسْتَكْثِرُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كثر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ
وَ atıf, لَا nahiyedir. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubundan nehiy üslubuna iltifat sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَسْتَكْثِرُۙ cümlesi, لَا تَمْنُنْ fiilinin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren ıtnâb sanatıdır.
[Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.] Veya verdiğini çok görür bir vaziyette verme. Alimlerden birisi şöyle demiştir: ”Ayetteki لَا تَمْنُنْ kelimesi, المنّة kökünden türemedir. Çünkü verdiğini başa kakan kişi, onu çok görür ve önemser. Başa kakma, yapılan iyiliği yıkar. Özellikle Allah'a karşı yaptığı amelinde, onu çok bularak başa kalktığında. Çünkü amel, Allah'tan ona karşı bir minnettir, ihsandır. Nitekim Allah Teâlâ: [...Aksine Allah size ihsan ediyor (sizi minnet altında bırakır)] (Hucurât: 17) buyurmuştur. Bir kimse ömrü boyunca ibadet ederek şükretse, sayılamayacak kadar çeşitli nimet ve zenginlikler bir yana, sadece yaratılış nimetinin şükrünü eda edemez. (Rûhu’l Beyân)
تَسْتَكْثِرُ cümlesi hal ve durum bildirir. مُسْتَكْثِرًا demektir. Sonundaki ر harfi merfû olmayıp “başa kakma” olumsuz emrine cevap olarak cezimli olsaydı, “yaptığın iyiliği başa kakma ki çoğaltasın, çok hayır ve mükafata eresin” demek olurdu. Fakat kıraat-ı aşerede bu okunuş şekli yoktur. Bununla beraber bir sıralanma ve bir önceki cümleye bağlılık kast edilmeden şu mana da olabilir: Yaptığın hizmeti başa kakma, daha çok hayırlara ereceksin. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ
وَ atıf harfidir. لِرَبِّكَ car mecruru اصْبِرْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘dir.
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ
Cümle, atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِرَبِّكَ , amili olan فَاصْبِرْۜ ‘e ihtimam için takdim edilmiştir.
Ayete mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
لِرَبِّكَ ‘deki لِ , ta’lil içindir.
Rabbin için onun rızası yahut emri için sabret sabrı kullan ya da tekliflerin zorluklarına ve müşriklerin eziyetlerine sabret demektir. (Beyzâvî)
فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ
فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. نُقِرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُقِرَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. فِي النَّاقُورِ car mecruru نُقِرَ fiiline mütealliktir.فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ
فَ , istînâfiyedir. Müstenefe olan ayet, şart üslubunda gelmiştir. اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir. Burada إِنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı sonraki ayette gelmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
نُقِرَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
İsm-i fail vezninde gelen فِي النَّاقُورِۙ car mecruru نُقِرَ fiiline mütealliktir.
النَّاقُورِۙ - نُقِرَ kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin başındaki فَ harfi, ”sebep lamı" manasındadır. Buna göre, ayetleri beraberce ele alıp şöyle anlamak gerekir: ”Onların eziyetlerine sabret, Çünkü önlerinde korkunç bir gün var. Onlar, eziyetlerinin; sen ise, sabrının karşılığını o gün göreceksiniz." (Rûhu’l Beyân)
النَّاقُورِۙ , fâûl veznindedir, نقُرِۙ kökünden gelir, ses çıkarmaktır. Aslı sese sebep olan çalmaktır (çalgı aleti gibi). فَاِذَا 'daki فَ sebebiyet içindir. Sanki şöyle buyurmuştur: Zor zamana sabret ki, sen sabrının sonucunu göreceksin, düşmanların da verdikleri zararın sonucunu göreceklerdir. اِذَا lâfzı (işte o gün, çok zor bir gündür) kavlinin delâlet ettiği şeyin zarfıdır. (Beyzâvî)
النَّاقُورِۙ , sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. نَقْرٌ , vurmak ve didiklemek manalarına geldiği gibi boru çalmak manasına da gelir. Zira boru çalındığı zaman içinden hava sıkıştırma ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği için boruya مِنْقَارٌ , gaga, didikleme aleti manasıyla ilgili olarak النَّاقُورِۙ denilmiştir. “Boru çalınmak” örf ve adette kervanın veya askerin yola çıkması için hareket kumandası demek olduğu gibi, “borusu ötmek” de, emir ve kumandasının dinlenmesinden kinaye olması nedeniyle, boruyu çalmak, ahiret yolculuğuna çıkmak için, فَاِنَّمَا هِىَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ [“Çünkü o sura üfürülüş zorlu bir kumandadır.”] (Saffat, 37/19) ilâhi emrinin ortaya çıkması demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ
فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
ذٰلِكَ ’den bedel olan يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdir: ذلك يوم إذ نفخ في الصور يوم عسير (Sûra üfürüldüğü gün zor bir gündür) şeklindedir. عَس۪يرٌ kelimesi يَوْمٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ
فَ rabıtadır. Şartın cevabının başına gelen harftir.
Önceki ayetteki şartın cevabı olarak فَ karinesiyle gelen فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda, يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ haberdir.
ذٰلِكَ ’den bedel olan يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdir: ذلك يوم إذ نفخ في الصور يوم عسير (Sûra üfürüldüğü gün zor bir gündür) şeklindedir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebesinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile zamana işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Duhân Sûresi Belâgî Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/57)
يَوْمٌ ‘un sıfatı olan عَس۪يرٌۙ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
يَوْمٌ ’nin siyaktaki önemine binaen yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ ifadesinde, gün, عَس۪يرٌۙ ile sıfatlanmıştır. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara çetin, haşin olmakla vasıflanan gün, bir canlı yerine konmuştur. Aralarında, zaman alakası vardır. Bu üslup, o günde yaşananların ne kadar zor olduğuna ve şiddetine delalet eden mecazî bir üsluptur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَلَى الْـكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ
Ğayera غير :
غَيْر sözcüğü çeşitli anlamlarda kullanılır: Birincisi: Kendisiyle herhangi bir manayı ispat etmeksizin yalnızca olumsuzlama amacıyla kullanılır. İkincisi: İllâ إلاّ anlamında kullanılıp kendisiyle istisnada bulunulur ve nekra(belirsiz) bir isim nitelenir.
Tağyir تَغْيِيرٌ kelimesi de iki şekilde kullanılır: Biri bir şeyin zâtını değil yalnızca sûretini değiştirme anlamında örneğin bir ev önceki durumundan farklı bir şekilde binâ edildiğinde; diğeri bir şeyin bir başkasıyla değiştirilmesi/tebdil anlamında örneğin bir kimse hayvanını bir başkasıyla değiştirdiğinde kullanılır.
غَيْرانِ ve خِلافانِ sözcüklerinin farkına gelince; غَيْرانِ sözcüğü daha kapsamlıdır çünkü غَيْرانِ ile ifade edilen iki şeyin cevheri aynı olabilir, fakat خِلافانِ ile ifade edilenler böyle değildir. Şu halde her muhtelif gayrıdır ancak her gayrı muhtelif değildir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda toplam 154 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri gayrı, gayret, mugayir, gayûr ve tağyirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
عَلَى الْـكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ
عَلَى الْـكَافِر۪ينَ car mecruru عَس۪يرٌ ‘a müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. غَيْرُ kelimesi يَوْمٌ ‘un ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur. يَس۪يرٍ kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْـكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى الْـكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ
Ayet, önceki ayetin devamıdır. عَلَى الْـكَافِر۪ينَ car mecruru önceki ayetteki عَس۪يرٌۙ ‘e mütealliktir.
الْـكَافِر۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
غَيْرُ يَس۪يرٍ izafeti يَوْمٌ ’un ikinci sıfatıdır. يَس۪يرٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat mevsûfunun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.
يَس۪يرٍ - عَس۪يرٌۙ kelimeleri arasında tıbak-ı icâb, cinas, lüzum ma la yelzem ve muvazene sanatları vardır.
Ayetteki zahiri “Kâfirlere zordur.” anlamına, “Müminlere kolaydır.” anlamı idmâc edilmiştir.
Surenin başından beri gelen ayetlerin fasılaları kısa seci örnekleridir. Kısa seci’ adından da anlaşılacağı gibi fasılanın bulunduğu terkibin kelime sayısının en az iki en çok on olduğu durumdur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
[Kâfirlere zordur] manası ondaki iş kâfirlere zordur, demektir. ذٰلِكَ de Sûr’a üfürme vaktine işarettir, (o) ذٰلِكَ mübtedadır, haberi de يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ 'dür, يَوْمَئِذٍ de bedeldir yahut haberinin zarfıdır, çünkü takdiri şöyledir: فَذَلِكَ الوَقْتُ وقْتُ وُقُوعِ يَوْمٍ عَسِيرٍ (o vakit, zor bir günün gerçekleşme vaktidir). Kolay değildir bu da onlara herhangi bir açıdan kolay olmasını men eden bir tekiddir, müminlere kolay olduğunu göstermektedir. (Beyzâvî)ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يداًۙ
Müfessirler bu âyetlerin Mekkeli müşrik Velîd b. Mug^re hakkında indiğini rivayet etmişlerdir (Taberî, XXIX, 96; Şevkânî, V, 376). Velîd, Kureyş’in ileri gelenlerinden olup çok sayıda oğulları vardı ve oldukça zengindi; buna rağmen Allah’ın kendisine lutfettiği nimetlere şükredecek yerde hem Allah’a hem de peygambere karşı nankörlük etmiş, İslâm’ı boğmak isteyenlere öncülük edenlerden olmuştu.
Allah Teâlâ’nın “Yarattığım şahsı tek başına bana bırak” meâlindeki buyruğu iki türlü yorumlanmıştır: a) Anasının karnında âciz ve tek başına bir durumda yarattığım o şahsı bana bırak, senin onunla uğraşmana gerek yok, ben onun cezasını veririm. b) Onu tek başına benimle baş başa bırak; ben onun hakkından gelir ve gereken cezayı veririm (bk. Şevkânî, V, 376). Âyet, Velîd b. Mug^re hakkında inmiş olsa da amacı genel olup şu mesajı vermektedir: Nimete karşı şükretmek, nimet sahibine minnettar olmak en yalın ahlâkî ödevlerden biri, akıl ve adalet gereğidir. Sıradan birinin alelâde yardım ve iyiliğine bile minnettar olup teşekkür ederken varlığımızı, hayatımızı, sahip olduğumuz, yararlandığımız her türlü maddî ve mânevî nimet ve imkânları lutfeden Allah’a minnettar olmamak, şükretmemek, ibadet ve itaat etmemek büyük bir nankörlüktür; özellikle Allah’ın varlığını ve birliğini tanımamaktan da öte giderek inkâr, şirk ve zulüm hareketlerine öncülük etmek bütün nankörlüklerin ve haksızlıkların en ağırı, en vahimidir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 495-496ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يداًۙ
Fiil cümlesidir. ذَرْن۪ي sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu atıf harfi وَ ‘la mütekellim ى ‘ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılas خَلَقْتُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. وَح۪يداًۙ hal olup mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. Takdiri, من خلقته منفردا (Tek olarak yarattığım kimseyi) şeklindedir. وَح۪يداًۙ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يداًۙ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, ذَرْن۪ي fiilinin mef’ûlüne matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan خَلَقْتُ cümlesi, mevsûlün sılasıdır. وَح۪يداًۙ sılanın mahzuf aid zamirinden haldir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Fiil, Allah Teâlâ’ya ait zamire isnadla tazim edilmiştir.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehdit ve vaîd anlamı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
ذَرْن۪ي [ Bana bırak] Velid bin Muğire hakkında inmiştir, وَح۪يداًۙ kelimesi ي zamirinden haldir. Yani [beni onunla yalnız bırak]; ben onun hakkından gelirim, demektir ya da تُ 'den hâldir. Yani tek yarattığımı, onu yaratmada ortağımın olmadığı kimseyi demektir ya da mahzûf aitten hâl’dir yani onu tek yarattım; ne malı vardı ne de çocuğu demektir. Yahut وَح۪يداًۙ , zemm ile mansubtur; çünkü lakabı böyle idi (tek, eşsiz); Allah ona alay yollu bu ismi vermiştir! (Beyzâvî)
وَح۪يدًا kelimesi, hem yaratanın hem de yaratılanın durumunu gösterebilir. Yani “benimle bırak, hiçbir ortağım olmadığı halde tek başıma yarattığım o kimseyi” yahut “kendisini tek başına, hiç kimsesi olmadığı halde yapayalnız yarattığım o kimseyi” demek de olabilir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bir görüşe göre bu ayetler, Velid b. Muğire el-Mahzûmî hakkında nazil olmuştur. Zira kavmi içinde onun lakabı Vehîd idi. Buna göre bu ifade, onun için ve lakabı için tahkir olup onun malsiz, çocuksuz olduğu, yahut serde eşsiz olduğu belirtilerek onun övgü vesilesi, zem cihetine çevrilmektedir. (Ebüssuûd)
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَمْدُوداًۙ
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَمْدُوداًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki sıla cümlesine atfedilmiştir.
Fiil cümlesidir وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru جَعَلْتُ fiiline mütealliktir. مَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَمْدُوداًۙ sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَمْدُوداًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil, Allah Teâlâya ait zamire isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef'ûle müteallik olan car mecrur اِلَيَّ , ihtimam için, mef’ûl olan مَالاً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Birinci mef’ûl olan مَالاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
مَمْدُوداًۙ kelimesi, مَالاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
“Uzun” anlamındaki مَمْدُوداًۙ , çok sayı ve çeşitte manasında müstear olmuştur.
Kendisine uzun boylu mal verdiğim yani alabildiğine çok mal bağışladığım. Burada sözü edilen mal, Velid’e ait olan Mekke ile Taif arasındaki develer, kısraklar, davarlar, bahçeler, köleler ve cariyelerdir. Kendisine uzun boylu mal verdiğim ay be ay gelir verdiğim, demektir. Numan b. Salim ekip biçtiği arazi diye açıklamıştır. el-Kuşeyrî de şöyle demiştir: Daha kuvvetli görülen, bunun rızkı kesilmeyene, hatta ekin davar ve ticaret gibi rızkı ardı arkasına gelen şeylere işaret olduğudur. (Kurtûbî)
وَبَن۪ينَ شُهُوداًۙ
وَبَن۪ينَ شُهُوداًۙ
بَن۪ينَ atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki مَالاً ‘e matuftur. بَن۪ينَ cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ‘dir. شُهُوداً kelimesi بَن۪ينَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَبَن۪ينَ شُهُوداًۙ
Ayet önceki ayetin devamıdır. بَن۪ينَ önceki ayetteki مَالاً ’e matuftur.
بَن۪ينَ için sıfat olan شُهُوداًۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin mevsûfa olan bağlılığına işaret eden ıtnâb sanatıdır.
مَالاً - بَن۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
جَعَلْتُ fiilinden sonra, verilenlerin mal ve oğullar şeklinde ayrılması taksim sanatıdır.
[Hazır oğullar verdim buyrulmuştur] çünkü Mekke'de hep yanında idiler, onlarla olmaktan zevk duyardı; çünkü babalarının nimeti ile doyduklarından ticaret için sefere çıkma ihtiyacı duymazlardı. O da onları kendi işlerine gönderme ihtiyacı duymazdı, çünkü hizmetçileri çoktu ya da medis ve kulüplerde yanından ayrılmazlardı, çünkü onur ve itibarları vardı. Şöyle de denilmiştir: On yahut daha çok oğlu vardı, hepsi de erkeklik çağına gelmişlerdi. Onlardan üçü Müslüman oldu: Hâlid (bin Velid), Umare ve Hişâm. (Beyzâvî)
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يداًۙ
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يداًۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَهَّدْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru مَهَّدْتُ fiiline mütealliktir. تَمْه۪يداً mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَهَّدْتُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi مهد ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يداًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ile 12. ayetteki وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَمْدُوداًۙ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil, Allah Teâlâ’ya ait zamire isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مَهَّدْتُ fiiline müteallik olan car mecrur لَهُ , durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için, mef’ûlü mutlak olan تَمْه۪يداًۙ ‘e takdim edilmiştir
تَمْه۪يداًۙ - مَهَّدْتُ kelimeleri arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onun için serdikçe serdim, ona riyaset ve büyük şöhret verdim; öyle ki, رَيْحانَةَ قُرَيْشٍ (Kureyş'in Çiçeği) ve الوَحِيدُ (adam)ı derlerdi yani başkanlık ve liderliğinden dolayı böyle derlerdi. (Beyzâvî)
ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۗ
ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۗ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَطْمَعُ damme ile merfû muzari fiildir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harfi ceriyle birlikte يَطْمَعُ fiiline mütealliktir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. اَز۪يدَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنَا ‘dir.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۗ
ثُمَّ tertip ve terahî ifade eden atıf harfidir. Ayet önceki ayete hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında maziden muzariye geçişte, iltifat sanatı vardır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidai kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْ masdar harfi, اَز۪يدَۗ muzari fiilini nasb ederek, masdara çevirmiştir. اَنْ ve akabindeki اَنْ اَز۪يدَۗ cümlesi takdir edilen ب harfiyle يَطْمَعُ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayetlerde nimetler sayıldıktan daha da arttırılmasını istediği belirtilmiştir. Bu ifade, bunca nimetten sonra fazlasının istenmesinin doğru olmadığı anlamını içermektedir. Bu idmâc sanatıdır.
اَز۪يدَۗ ve يَطْمَعُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
O bunu, kendisine verilen malı ve oğulları daha da artırmamı umuyor. Bu ifadede onun nankörlüğünün yanı sıra hırsı, tamahkârlığı ve nimet verene karşı inatçılığı da yadırganmaktadır. Yani, ”artık bu günden sonra küfürle, bol nimet bir arada bulunmaz," denilmektedir. (Rûhu’l Beyân)
Hâlâ daha istemekte!.. ifadesi onun tamah ve hırsının hedefine ulaşamayacağını ve yanlış bir şey olduğunu bildirmektedir; yani ona verilen zenginlik ve bolluk daha fazla artırılmayacaktır. (Keşşâf)
Buradaki ثُمَّ (sonra) kelimesi, hayret ifade etmek içindir ve tıpkı bu, [“Gökleri ve yeri, karanlıkları ve nuru yaratan Allah’a hamdolsun. Bir de bu küfürler tutup Rablerine eş koşarlar”] (En’am/1) ayetindeki ثُمَّ (sonra) gibidir. Şu halde bu ثُمَّ , yadırgama ve hayreti ifade eden bir kelimedir. (Fahreddin er-Râzî)كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ
كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ
İsim cümlesidir. كَلَّا red ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur'an’da كَلَّا Edatı)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لِاٰيَاتِنَا car mecruru عَن۪يداً ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَن۪يداً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ
Fasılla gelen ayette كَلَّا red ve caydırma harfidir.
Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
“Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil” manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil hükmündedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ‘nin haberi, كَانَ ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur لِاٰيَاتِنَا , ihtimam için amili olan haber عَن۪يداًۜ ‘e takdim edilmiştir.
اٰيَاتِنَا izafetinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onun durumunun ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait azamet zamirine izafe edilmiş ve muzaf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.
Önceki ayetteki müfret mütekellim zamirden لِاٰيَاتِنَا ‘da azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
اِنَّ ’nin haberinin كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmesi, o kişinin bu özelliğinin sabit ve ondan ayrılmaz bir parça olduğunun göstergesidir.
[Hayır, çünkü o, ayetlerimiz için çok inatçı idi] ayeti onu tamahından çevirmedir ve yeni söz başı olarak reddin gerekçesidir; çünkü nimet verenin ayetlerine baş kaldırmıştır, bu da nimetin ortadan kalkmasına sebep olmuştur, dolayısıyla da nimetin artmasına manidir. (Beyzâvî)
سَاُرْهِقُهُ صَعُوداًۜ
سَاُرْهِقُهُ صَعُوداًۜ
Fiil cümlesidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. اُرْهِقُهُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘ dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. صَعُوداً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُرْهِقُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هرق ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
سَاُرْهِقُهُ صَعُوداًۜ
Beyanî istînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümleye dahil olan سَ , istikbal harfidir. Tehdit anlamı olan cümleyi tekid eder. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِاٰيَاتِنَا ’daki azamet zamirinden اُرْهِقُهُ fiilinde müfred mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.
صَعُوداًۜ temyiz olarak mansubdur. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnâb sanatıdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
سَاُرْهِقُهُ صَعُوداًۜ ifadesinde istiare vardır. Allah'ın ayetlerine karşı inatçılık ederek, nimetlerine nankörlük eden kişinin yaşayacağı azap (müşebbehün bih), dik yokuşa sürülmeye (müşebbeh) benzetilmiştir. Câmî’, her iki durumdaki zorluktur.
[Dik yokuşa sürmek] her türlü zor iş için istiare yoluyla kullanılan bir terimdir. Mana şudur: Ben onu, istemese de zorlu, dik bir yokuşa çıkmakla sorumlu tutacağım. Öyle ki, onu her taraftan şiddet ve meşakkat kaplayacaktır. Bu, onun katlanılmayacak derecede zor olan azapla karşılaşmasının temsilidir. (Rûhu’l Beyân)“Kur’an-ı Kerim, sonsuz bir alem; nice katmanlar gizlidir içinde. Anlamak ve yaşamak için çabalayana; yansımaları görülür farklı hadiselerde. Sayfa çevirir gibi değiştirir kalplerin halini. Şükürle ve hayranlıkla, çevirir Rabbe yüzleri. Tevbeyle ve korkuyla, koşturur Rabbe benlikleri.”
Şiir gibi konuşanın gözlerine baktı, söylediklerinin hepsini kaydetmek istiyordu. Hocasının sohbetlerini dinledikten sonra, sanki kendisini bir şair gibi hissediyordu. Ne zaman yanından ayrılsa, cihad çağrısına atlayacak cesaret ile doluyordu. Dikkat kesildi tekrar, hocası ne diyordu:
“Kendisinin ve yaşadığı toplumun halinin değişmesini isteyen; Kur’an ve sünnet ışığında uyan. İbret al; vahiyden önce Nur Dağında inzivaya çekilen ancak vahiyden sonra harekete geçen Rasulullah (sav)’in hayatından. Sarınıp uyuduğun dünyalıkların örtülerini, çek at üzerinden.”
Her sohbetten sonra olduğu gibi; içindeki acemi şair konuşmaya başladı yeniden. Ne demişler: değişim başlar, ilk başta kişinin kendisinden. Durduğun yerde hayal kurmak ve dua etmek kolaydır da, lazımdır da. Allah rızası için çabalamak ve hayaller ile duaları fiiliyata dökmektir, asıl gereken.
Ey Allahım! Kur’an-ı Kerim’den ve Rasulullah (sav)’in hayatından ibret alanlardan eyle bizi. Güneşin suya yansıması gibi, ayetlerinin hayatımızdaki yansımalarını görenlerden ve üzerinde düşünenlerden eyle bizi. Sünnetinin nuru ile süsle yollarımızı. Kelamının nuru ile aydınlat gecelerimizi, gündüzlerimizi ve bedenlerimizi. Daima doğruyu seçmeyi kolaylaştır nefislerimize ve hep doğru yola ulaştır kalplerimizi. Dalgınlıktan, gafletten ve hiçliğe varacaklarla oyalanmaktan koru benliklerimizi. Sana ibadeti ve emirlerine itaati, namazı kılmayı ve zekat vermeyi seven ve dünyevi-uhrevi her işinde Senin rızanı gözeten kullarından eyle bizi.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji