Nuh Sûresi 15. Ayet

اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۙ  ...

‘Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?’
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَرَوْا görmediniz mi? ر ا ي
3 كَيْفَ nasıl ك ي ف
4 خَلَقَ yarattı خ ل ق
5 اللَّهُ Allah
6 سَبْعَ yedi س ب ع
7 سَمَاوَاتٍ göğü س م و
8 طِبَاقًا tabaka tabaka ط ب ق
 

Nûh aleyhisselâm önceki âyetlerde Allah’ın varlığını ve kudretini gösteren insanın oluşum ve gelişimiyle ilgili delillere dikkat çekmişti; burada da dış dünyadaki delillerden örnekler verilmektedir (yedi gök hakkında bilgi için bk. Bakara 2/29; Talâk 65/12). Ay, ışığını başkasından aldığı için âyette ona “ışık” (nûr) denilmiştir; güneşin ışığı ise kendinden olup bizzat aydınlatıcıdır. Bu sebeple âyette ona “kandil, ışık kaynağı, aydınlatıcı” anlamına gelen sirâc adı verilmiştir (ayrıca bk. Yûnus 10/5; Furkan 25/61-62). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 466
 

اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۙ


Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

تَرَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  تَرَوْا  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَيْفَ  istifham ismi hal olarak mahallen masubdur.  خَلَقَ اللّٰهُ  amili  تَرَوْا ‘ın mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  سَبْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  سَمٰوَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzâfun ileyh olur. Muzâfun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzâf olduğu için cümledeki konumuna göre îrabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طِبَاقاً  kelimesi  سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ‘in hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاًۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze takrirî istifham harfi,  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezm eden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.

Takrîr, mütekellimin, muhatabın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrîr (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur. 

Bilinen nefy üslubu yerine istifham, onların cahillik ve gaflet içinde oldukları haber üslubundan daha etkili bir şekilde  ifade etmiştir.

تَرَ  fiili aklî (manevi) bir durumla ilgili olup basiretle (hissî) ilgili değildir. İlim manasında rü’yet kelimesinin kullanılmasında, sebep-müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, aklî ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konulmuştur. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi  Suret-i, Meryem 77. Ayetten Uyarlama, s. 307)

كَيْفَ  istifham ismi, hal olarak nasb mahallindedir. 

خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقاً  cümlesi iki mef’ûle müteaddi olan  تَرَ  fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

سَبْعَ  kelimesi,  خَلَقَ  fiilinin mef’ûludur ve  سَمٰوَاتٍ ‘e muzâftır.

Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden  طِبَاقاً  kelimesi  سَبْعَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

سَمٰوَاتٍ ‘deki nekrelik tazim içindir. 

سَبْعَ سَمٰوَاتٍ (yedi gök) ifadesindeki  سَبْعَ  kelimesinin, muhatap olan Nuh'un kavminin veya İslama davet edilenlerin bildiği  سَبْعَ  vasfı olması caizdir. Böylece  اَلَمْ تَرَوْا  sorusunun kapsamındadır. Ya da idmâc yoluyla muhataba bunu öğretiyor olabilir. (Âşûr)

Onların dikkatini önce kendi yaratılışlarına çekmiştir; çünkü kendilerine en yakın görebilecekleri şey budur. Sonra evrene ve Yaratıcı’nın evrendeki apaçık kudretine ve ilmine şahitlik eden gökler, yer, güneş ve ay gibi varlıklara dikkat çekmiştir. (Keşşâf)

Kur’an'da  أولم تر  ile ألم تر  geçen  arasındaki fark için, vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر  tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر  tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)

"Görmez misiniz?" sorusu gözle görmek anlamında değil, haber vermek anlamındadır. Benim filan kimseye nasıl yaptığımı görmedin mi? demeye benzer. (Kurtubî)