Müddessir Sûresi 48. Ayet

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ  ...

Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا artık
2 تَنْفَعُهُمْ onlara fayda vermez ن ف ع
3 شَفَاعَةُ şefa’ati ش ف ع
4 الشَّافِعِينَ şefa’atçilerin ش ف ع
 
Bu kümedeki âyetlerde iman veya inkâr konusunda yapılan tercihin sonuçları anlatılmakta, kişinin tercihine göre cennetteki nimetlere kavuşacağı veya cehennemdeki azaba sürükleneceği bildirilmektedir. 38. âyetle her nefsin yaptıklarına karşılık rehin olarak tutulması, sorumluluğun ferdî olduğunu, her insanın dünyadaki iman ve itaatine göre hesap gününde ödül veya ceza alacağını, geleceğinin yani kendini rehin olmaktan kurtarmanın buna bağlı olduğunu ifade eder. Kısacası insana ebedî kurtuluşu sağlayacak olan da onu ebedî felâkete götürecek olan da benimsediği inancın doğruluğu veya yanlışlığı, amellerinin ilâhî iradeye uygun veya aykırı oluşudur. İnancı bâtıl, ameli bozuk olanı en yakınları bile kurtaramaz; nitekim Hz. Nûh öz oğlunu, Hz. İbrâhim öz babasını kurtaramamıştır (bk. Hûd 11/45-46; Tevbe 9/114). “Hakkın ve erdemin tarafında olanlar…” diye çevirdiğimiz ashâbü’l-yemîn tamlamasındaki ashap “topluluk, arkadaşlar, taraftarlar”, yemîn ise hem “sağ taraf” hem de mecazî olarak “doğru, gerçek, güç” anlamlarında kullanılır. Bu deyimi kısaca “sağcılar” şeklinde çevirenler bulunmakla birlikte, “sağcılar” kelimesi günümüzde daha çok siyasal veya ideolojik anlamlar içeren bir terim olarak kullanıldığından bu çeviriyi Kur’an’ın kastettiği anlam ve amaca uygun bulmuyoruz. Zira ashâbü’l-yemîn Kur’an’da genellikle iman ve amelleriyle gerçeğin ve erdemin tarafında olanları ifade eder. Müfessirler bu deyimi, “âhirette amel defterleri sağ taraflarından verilenler, müminler, müslümanların çocukları, melekler, Hz. Âdem’in sağ tarafında bulunanlar, dünyada hayırlı işler yapanlar, dürüst, erdemli ve kutsanmış kimseler” gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır (Râzî, XXX, 210; İbn Âşûr, XXIX, 325; Esed, III, 1208). Bize göre burada söz konusu olanlar, Allah’ın iradesine uygun bir inanç ve amel çizgisi benimseyip hayat boyunca bu çizgide sebat eden müminlerdir. Nitekim 43-47. âyetlerde sıralanan günahkârların özellikleri, bir bakıma ashâbül-yemîn deyimiyle ne kastedildiğine de işaret etmektedir. Buna göre ashâbül-yemîn hayatlarının sonuna kadar namazlarını kılar, yoksulu doyurur, bâtıla dalanlardan uzak durur, ceza gününe inanırlar. Buradaki namaz Allah’a iman ve itaati, yoksulu doyurma yaratılmışlara şefkat ve merhameti, imkânları olmayanlarla paylaşmayı; bâtıla dalanlardan uzak olma, daima hakka inanma, hak ölçülerine göre yaşama, hakkı ve haklıyı destekleme, haksızın karşısında olmayı; ceza gününe inanma ise hayatının bütün anlarında, her türlü karar, tercih ve eylemlerini Allah’ın huzurunda sorguya çekilip bunların tek tek hesabını vereceğini bilerek yaşamayı ifade eder.
 

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا كان هذا أمرهم فما تنفعهم شفاعة… (Eğer onların işi buysa, onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.) şeklindedir. 

تَنْفَعُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  شَفَاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  الشَّافِع۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

الشَّافِع۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شفع  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ


Istînâfiyye olarak fasılla gelen ayette rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  مَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin izafetle merfû olması, sözü kısaltmak ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmek içindir.

الشَّافِع۪ينَۜ - شَفَاعَةُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Takdiri, … إذا كان هذا أمرهم (Onların durumu bu olduğunda..) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Yani melekler, nebiler ve diğer bütün şefaatçilerin hepsi şefaat etse bile şefaatleri bunlara fayda vermiyor; çünkü şefaat Allah’ın razı olduğu kimseye edilir. Bunlara ise gazap edilmiştir. Bu sözde o gün şefaatin fayda vereceğine delil vardır; çünkü şefaat Allah’ın razı olduğu kimselerin derecesini artırır. (Keşşâf)

Alimlerimiz bu ayetin, mefhum-u muhalifini nazar-ı dikkate alarak, günahkârlar için şefaatin olacağını söylemiş ve şöyle demişlerdir: "Şefaatin fayda vermeyişinin bu kâfirler için söz konusu olduğu söylenmesi, şefaatçilerin şefaatinin bunlardan başkasına fayda verebileceğine delalet eder." (Fahreddin er-Râzî)