İnsan Sûresi 1. Ayet

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً  ...

san (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَلْ
2 أَتَىٰ geçmedi mi? ا ت ي
3 عَلَى üzerinden
4 الْإِنْسَانِ insanın ا ن س
5 حِينٌ bir süre ح ي ن
6 مِنَ -den
7 الدَّهْرِ uzun devir- د ه ر
8 لَمْ
9 يَكُنْ olmadığı ك و ن
10 شَيْئًا bir şey ش ي ا
11 مَذْكُورًا anılan ذ ك ر
 

İnsan kelimesi, “beşer, insan topluluğu” anlamına gelen ins kökünden türetilmiş olup akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan sosyal bir varlık türünü ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, Müfredâtü’l-Kur’ân, “ins” md.). Kur’an’da altmış beş yerde insan, on sekiz yerde ins, bir yerde de insî (insanın her bir ferdi) geçmekte, bir âyette “enâsî”, 230 yerde nâs şeklinde çoğul olarak yer almaktadır. İlgili âyetlerin çokluğundan da anlaşıldığı üzere Kur’an’da insan çeşitli yönleriyle ele alınmış; onun nasıl yaratıldığı, mahiyeti ve yaratılış amacı anlatılmıştır (meselâ bk. Nisâ 4/1; Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15; Kıyâmet 75/37; ayrıca bk. İlhan Kutluer, “İnsan”, DİA, XXII, 320-323).

Kıyâmet sûresinin son âyetlerinin devamı mahiyetindeki bu âyetlerde öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden insana, onun varlık alanına çıkmazdan önceki hiçliği, aslı ve yaratılış aşamaları hatırlatılarak bundan ibret alması ve ders çıkarması istenmiştir. İlk âyetteki hîn kelimesi “sınırlı bir zaman, bir süre” anlamına gelir; dehr ise “bir vakitle sınırlanmamış mutlak zaman” demektir (Râgıb el-İsfahânî, a.g.e., “hyn” ve “dhr” md.). Elmalılı âyetin bu kısmını şöyle açıklar: “Hîn”, mutlak ve bütün zamanı değil, zamandan, az veya çok bir müddeti, vakit gibi az veya çok bir cüzü ifade eder. Burada “dehr”in başlangıcı olan âlemin yaratılışı ile insanın yaratılışı noktalarıyla sınırlıdır. Hîn kelimesinin nekre (belirsiz) olması ise haddi zatında sınırlı olmakla beraber, insana nazaran miktarının meçhul olduğuna işarettir. Yani, şu muhakkak ki, insan cinsi âlemin yaratılışından hayli müddet sonra yaratılmıştır. Âlemin yaratılışı ile başlayan “dehr”den, insan cinsinin yaratılmasına kadar sizin için meçhul, ama yine de bu iki nokta ile sınırlı bir müddet cereyan etmiş, insana doğru gelmiştir. Öyle ki, o müddet zarfında insan, anılır, bu nam ile tanınır bir şey olmamıştır (IX, 5492-5493). 

Diğer yönden her bir insan, var olmazdan önce bir hiçtir; sonra babasında bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra bu ikisinin birleşmesiyle ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim 2. âyette insanın “katışık bir nutfe”den yani ana rahminde döllenmiş yumurtadan yaratıldığı ifade buyurulmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lutfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tâbi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır (insanın yaratılış aşamaları hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15; Kıyâmet 75/37).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 516-517 
 

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً


هَلْ  istifham harfidir. هَلْ , muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.

Fiil cümlesidir. اَتٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. عَلَى الْاِنْسَانِ car mecruru اَتٰى  fiiline mütealliktir.  ح۪ينٌ  fail olup lafzen merfûdur. مِنَ الدَّهْرِ  car mecruru  ح۪ينٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.  

لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً  cümlesi  الْاِنْسَانِ ‘ın hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.  شَيْـٔاً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  مَذْكُوراً  kelimesi  شَيْـٔاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَذْكُوراً  kelimesi, sülâsi mücerredi ذكر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً


Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Cenab-ı Allah İnsan Suresinin başında şöyle buyuruyor: [İnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki.] Tergîb ve teşvik makamında zikredilen ayetlerden bir örnektir. Bu beyan üslubu, bir nevi surenin mealinin elbisesini giymiştir. Kur’an’ın bu beyanı, Cennetteki Kevser havuzunun suyu gibi hoş, selsebil çeşmesi gibi selâsetle akar; Cennet meyveleri gibi tatlı, huri elbisesi gibi güzeldir. (Prof. Dr. Ali Bakkal, Kur’an’ın En Güçlü İ’câz Yönü Olan Belâğat Üzerine -Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi Örneği) 

هَلْ , takrir ifade eden istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetteki istifhamdan maksat muhataba onaylatmaktır. İstifham şeklinde gelmesinde muhataba tenbih ve konu üzerinde düşünmeye teşvik kastı vardır. Dolayısıyla cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ’nın, sorunun cevabını bilmemesi gibi bir durumun muhal olması nedeniyle, istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَتٰى  fiiline müteallik olan car mecrur  عَلَى الْاِنْسَانِ, ihtimam için, fail olan  ح۪ينٌ ‘a takdim edilmiştir

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

الْاِنْسَانِ ‘nın elif lam’la marifeliği; إنَّ الإنْسانَ لَفي خُسْرٍ [Muhakkak ki insan hüsrandadır] (Asr/2) ayetinde olduğu gibi istiğrak içindir. (Âşûr)   

الدَّهْرِ , Câsiye sûresinde de geçtiği gibi Ragıb'ın açıklamasına göre asıl manası, alemin var oluşunun başlangıcından son bulmasına kadar bütün süre, yani zamanın tamamı demektir. Burada da bu manayadır. Bilinmeyen uzun zamanlara da dehr denilir. 

ح۪ينٌ , zamanın az veya çok, sınırlı bir süresine denir. Zamanın tamamı için kullanılmaz. Vakit gibi zamanın bir parçasına denilir. Buradaki  ح۪ينٌ  kelimesi, dehrin başlangıcı olan âlemin yaratılışı ile insanın yaratılışı arasında kalan, bunlarla sınırlanan süreyi ifade eder. Nekre, yani belirsiz olarak kullanılması ise, aslında sınırlı olmakla beraber insan açısından miktarının bilinmediğine işarettir. Yani şu bir gerçek ki insan cinsi, alemin yaratılışından bir hayli zaman sonra yaratılmıştır. (Elmalılı)

مِنَ الدَّهْرِ  car mecruru  ح۪ينٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyh olan  ح۪ينٌ ‘deki nekrelik muayyen olmayan süreye işaret eder. 

لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً  cümlesi  الْاِنْسَانِ ‘nin hali olarak ıtnâbdır. 

Hal; cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)

Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)

لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını mazi ve istikbalde olumsuz yapan harftir. 

Menfi muzari sıygada nakıs fiil  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)

مَذْكُوراً , nakıs fiil  كَان ‘nin haberi olan  شَيْـٔاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Gerçekten insanın üzerinden geçti: هَلْ  istifhamı, geçeni tespit ve onaylama içindir, bu sebepledir ki, قد  (tahkik edatı) ile tefsir edilmiştir. (Beyzâvî) 

Geldi, anlamındaki  اَتٰى  fiilinin başındaki  هَلْ  aslında ”mi, mı?" anlamında soru edatıdır. Ama bu kelime ”şüphesiz, muhakkak" anlamında da kullanılmaktadır ve burada bu anlamdadır. Kelime ile soru kastedilmediğinin delili, Allah'ın bir şeyi öğrenmek maksadıyla sora sormasının imkânsızlığıdır. O zaman cümleyi haber anlamında almaktan başka çare yoktur. Bu kullanışın misalleri mevcuttur. Meselâ birisine: ”Sana öğüt verdim mi?" dediğin zaman ona öğüt verdiğini ikrar etmesini kastetmiş olursun. (Rûhu’l Beyân) 

Şayet  لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً  [Henüz anılır bir şey değilken] cümlesinin mahalli nedir?” dersen şöyle derim: Onun mahalli  الْاِنْسَانِ ‘nin hali olarak nasbdır. Sanki şöyle denilmiştir: İnsanın üzerinden; zamandan, (insan olarak) anılmadığı bir vakit geçmiştir. Veya  ٌح۪ينٌ  kelimesinin sıfatı olarak refdir; tıpkı [Babanın, oğlu adına hiçbir şey ödeyemeyeceği bir gün[den sakının]! (Lokman 31/33) ayetindeki gibi. (Keşşâf)

Ayetteki takriri soru, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edene yöneltilir. Takdir şöyledir: Evet o, kayda değer bir şey değilken zamandan bir süre onun üzerine geldi. Ona: ”O yokken kim var etti? Öyleyse öldükten sonra onu tekrar diriltmek nasıl imkânsız olur?" denilir. (Rûhu’l Beyân)