اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً
İnsan kelimesi, “beşer, insan topluluğu” anlamına gelen ins kökünden türetilmiş olup akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan sosyal bir varlık türünü ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, Müfredâtü’l-Kur’ân, “ins” md.). Kur’an’da altmış beş yerde insan, on sekiz yerde ins, bir yerde de insî (insanın her bir ferdi) geçmekte, bir âyette “enâsî”, 230 yerde nâs şeklinde çoğul olarak yer almaktadır. İlgili âyetlerin çokluğundan da anlaşıldığı üzere Kur’an’da insan çeşitli yönleriyle ele alınmış; onun nasıl yaratıldığı, mahiyeti ve yaratılış amacı anlatılmıştır (meselâ bk. Nisâ 4/1; Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15; Kıyâmet 75/37; ayrıca bk. İlhan Kutluer, “İnsan”, DİA, XXII, 320-323).
Kıyâmet sûresinin son âyetlerinin devamı mahiyetindeki bu âyetlerde öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden insana, onun varlık alanına çıkmazdan önceki hiçliği, aslı ve yaratılış aşamaları hatırlatılarak bundan ibret alması ve ders çıkarması istenmiştir. İlk âyetteki hîn kelimesi “sınırlı bir zaman, bir süre” anlamına gelir; dehr ise “bir vakitle sınırlanmamış mutlak zaman” demektir (Râgıb el-İsfahânî, a.g.e., “hyn” ve “dhr” md.). Elmalılı âyetin bu kısmını şöyle açıklar: “Hîn”, mutlak ve bütün zamanı değil, zamandan, az veya çok bir müddeti, vakit gibi az veya çok bir cüzü ifade eder. Burada “dehr”in başlangıcı olan âlemin yaratılışı ile insanın yaratılışı noktalarıyla sınırlıdır. Hîn kelimesinin nekre (belirsiz) olması ise haddi zatında sınırlı olmakla beraber, insana nazaran miktarının meçhul olduğuna işarettir. Yani, şu muhakkak ki, insan cinsi âlemin yaratılışından hayli müddet sonra yaratılmıştır. Âlemin yaratılışı ile başlayan “dehr”den, insan cinsinin yaratılmasına kadar sizin için meçhul, ama yine de bu iki nokta ile sınırlı bir müddet cereyan etmiş, insana doğru gelmiştir. Öyle ki, o müddet zarfında insan, anılır, bu nam ile tanınır bir şey olmamıştır (IX, 5492-5493).
Diğer yönden her bir insan, var olmazdan önce bir hiçtir; sonra babasında bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra bu ikisinin birleşmesiyle ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim 2. âyette insanın “katışık bir nutfe”den yani ana rahminde döllenmiş yumurtadan yaratıldığı ifade buyurulmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lutfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tâbi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır (insanın yaratılış aşamaları hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15; Kıyâmet 75/37).
اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. خَلَقْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاِنْسَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ نُطْفَةٍ car mecruru خَلَقْنَا fiiline mütealliktir. اَمْشَاجٍ kelimesi نُطْفَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَبْتَل۪يهِ cümlesi خَلَقْنَا ‘daki failin veya mef’ûlünden hal olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَبْتَل۪يهِ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. جَعَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَم۪يعاً mef’ûlün hali olup fetha ile mansubdur. بَص۪يراً ikinci hal olup fetha ile mansubdur.
سَم۪يعاً - بَص۪يراً mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kelimenin اِنَّ harfi ile tekid edilmesi, müşriklerin kendilerini yaratmamış olan putlara taparak insanı yaratan Allah’ı inkâr etme menziline koymak içindir. Çünkü insanı yoktan yaratmak ilim gerektiri ki bu da putlarda yoktur. (Âşûr)
اَمْشَاجٍۗ kelimesi نُطْفَةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْاِنْسَانَ ’daki tarif, cins içindir. نُطْفَةٍ ’deki nekrelik ise nev ve tazim ifade eder.
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen نَبْتَل۪يهِ cümlesi, خَلَقْنَا fiilinin failinden veya mef’ûlünden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ ; ayette meni, katışık olarak vasıflandırılmış, çünkü ondan murad iki suyun toplamıdır ve iki sudan her birinin de rengi, inceliği ve kalınlığı gibi muhtelif vasıfları ve zıt özellikleri vardır. Nitekim erkek suyu beyaz, kalın ve yapışma kuvveti olan bir sıvıdır. Kadının suyu ise sarı, ince ve yapışkan maddeleri tutan bir sıvıdır. İşte bunun ikisinden çocuk yaratılmaktadır. Bu iki suyun özelliklerinden dolayıdır ki insan bedenindeki kaslar, kemikler ve kuvvet, erkeğin suyundan oluşmaktadır. Et, kan ve saç ise kadının suyundan oluşmaktadır, Kurtubî diyor ki: "Bu husus, merfû olarak (Peygamberimize kadar çıkan bir rivayet senediyle) rivayet olunmaktadır." (Ebüssuûd)
Ebû Osman el-Mağribî (ks) şöyle der: ”Allah Teâlâ yaratıkları dokuz çeşit şeyle imtihan etmiştir.
Bunlardan üçü fitneye düşürücüdür. Onlar gözü, kulağı ve dilidir.
Üçü inkârcı (hakikati gizleyici) dir. Onlar nefsi, hevâsı ve düşmanı olan şeytandır.
Üçü de mümindir. Onlar da aklı, ruhu ve kalbidir.
Allah kulunu yardımı ile güçlendirirse aklı kalbine galip gelip ona hakim olur. Nefis ve hevayı esir alır. Böylece nefis ve heva hareket imkânı bulamazlar. Nefis ruhla, heva da akılla bütünleşir, onların içinde erirler. O zaman da Allah'ın kelimesi (tevhid) en üstün olur." (Rûhu’l Beyân)
فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Cümle takip ifade eden atıf harfi فَ ile … خَلَقْنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
جَعَلْنَاهُ fiilinin mef’ûlünden hal olan بَص۪يرًا - سَم۪يعًا kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayetteki fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
İlk cümlede, insanın nutfeden yaratılması inşa etmek manasındaki خَلَقَ fiiliyle, bu cümlede, onun işitir ve görür kılınması جَعَلَ fiiliyle gelmiştir. جَعَلَ fiili, mevcut olan bir varlığı bir halden başka bir hale değiştirmeyi ifade eder.
[Şüphe yok ki, biz, şu insanı katışık bir nutfeden yarattık.] Bu iki ayette de insandan murat, insan cinsidir. Şu halde ikinci ayet, birincisi için fazla bir izah mahiyetindedir. Yahut insandan murat, Hazret-i Âdem'dir. İbni Akbaş, Katâde, Sevrî, İkrime ve Şa'bî'den rivayet olunan da budur. Mâverdî'nin, İbn-i Abbâs'a ulaşan bir senetle anlattığına göre, ayette zikredilen ٌح۪ينٌ kelimesi, miktarı bilinmeyen pek uzun zamandır. Şu halde birinci ayet, Hazret-i Âdem'in yaratılışına işaret etmektedir. Bu ayet de, onun evladının yaratılışını beyan etmektedir.
‘’Biz kendisini imtihan edeceğiz. Bunun için onu işiten ve gören kıldık.’’ Yani vahiy ayetlerini dinleyebilmeyi ve kainat ayetlerini de görmesi için biz, insanı işitir ve görür kıldık. (Ebüssuûd)