İnsan Sûresi 10. Ayet

اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً  ...

“Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا çünkü biz
2 نَخَافُ korkarız خ و ف
3 مِنْ -den
4 رَبِّنَا Rabbimiz- ر ب ب
5 يَوْمًا bir günde ي و م
6 عَبُوسًا suratsız ع ب س
7 قَمْطَرِيرًا çok katı ق م ط ر
 

“Verdikleri söz” diye çevirdiğimiz 7. âyetteki nezr (nezir) kelimesi, “insanın yerine getirmeyi kendisine borç kıldığı, vaad ettiği her türlü iş” demektir (Taberî, XXIX, 129); terim olarak nezir, “dinen mükellef tutulmadığı halde kişinin kendi vaadiyle üzerine vacip kıldığı ibadet ve iyilik” anlamına gelir. Kelimenin âyetteki mânası konusunda iki farklı yorum yapılmıştır. Bir yoruma göre buradaki nezir, genel olarak Allah’ın insanlara yüklediği bütün vecîbeleri ifade eder. Bu durumda âyetin ilgili kısmının anlamı şöyle olur. “Onlar Allah’ın kendilerine yüklediği bütün vecîbeleri yerine getirirler; buyruklarına uyar, yasakladıklarından kaçınırlar.” İkinci bir yoruma göre bu âyetteki nezir de yukarıda belirtilen terim anlamında kullanılmıştır. Bu yoruma göre ise âyeti şöyle anlamak gerekir: “Onlar, bir iyilik yapmayı adadıkları, gönüllü olarak ibadet etmeye niyetlenip karar verdikleri takdirde bunu mutlaka yerine getirirler.” 

Yüce Allah 5. âyette geçen iyilerin bazı özelliklerini 7-10. âyetlerde şöyle sıralamıştır: a) Allah rızası için bir şey yapmayı adadıklarında, yapmaya söz verdiklerinde onu yerine getirirler. Bu açıklama, Allah’ın, verilen bir sözün, adanan bir iyiliğin yerine getirilmesine ne kadar önem verdiğini anlatır; b) Dehşeti her yerde hissedilen bir günden korkarlar; kıyamet gününde Allah’ın huzurunda verecekleri hesabın korku ve kaygısını taşır, hayatlarını bunun verdiği sorumluluk bilinciyle düzenlerler. Böylece âyette kıyamet ve âhiret inancının, amelî hayatımız üzerindeki tesiri ve bu inancın kurtarıcı değeri ortaya konmaktadır; c) Gözden çıkardıklarını değil, sevdikleri ve yararlanabilecekleri nimetleri muhtaçlara verirler; yedirip içirmeyi, doyurmayı görev bilirler. Böylece âyet ferâgat ahlâkının, “öteki”ne karşı sorumluluk duygusunun en veciz tanımını ve bunun İslâm’daki önemini dile getirmiştir. 9. âyette, anılan müminlerin bu özverili davranışları, gösteriş veya herhangi bir menfaat hesabıyla, hatta bir teşekkür karşılığında değil, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıkları bildirilmektedir. İfadenin akışına bakarak âyetteki “ceza” (karşılık) kelimesinin özellikle maddî karşılıkları, “şükür” kelimesinin de teşekkür gibi mânevî karşılıkları ifade ettiği düşünülebilir. Kısaca âyete göre en değerli iyilik, herhangi bir maddî veya mânevî karşılık, bir çıkar elde etme düşüncesi taşımadan, hatta buyurulmamış olsa bile adamak, niyet edip karar vermek suretiyle kendi kendine ödev yükleme şeklinde belirlenip yapılan iyiliktir. Meşhur kutsî hadiste bildirildiğine göre (Müsned, VI, 256; Buhârî, “Rikāk”, 38) bu şekilde gönüllü iyilik ve ibadet yapanların kalpleri, basiretleri ve yolları aydınlanır; inançları doğru, kararları isabetli, işleri hayırlı ve faydalı olur.

8. âyete “Onlar, Allah’ı sevdikleri ve O’nun rızası için yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler” şeklinde de mâna verilmiştir. Müfessirler bu âyette geçen esîr kelimesini mecazi anlamda yorumlayarak “şartların esiri” olan herkesin bu terimin kapsamına girdiğini söylemişlerdir. Buna göre hakiki anlamda savaş tutsakları galiplerin esiri olduğu gibi, meselâ köle efendisinin, borçlu alacaklının, mahkûm da onu hapseden gücün esiridir. Dolayısıyla şu veya bu şekilde esir olan müslüman yahut gayri müslim herkese yardım etmek gerekir (Taberî, XXIX, 130; Râzî, XXX, 245).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 518-519
 

اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  نَخَافُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  مِنْ رَبِّنَا  car mecruru  نَخَافُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  عَبُوساً  kelimesi  يَوْماً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.  قَمْطَر۪يراً  ikinci sıfatı olup fetha ile mansubdur..

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 

اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. 

Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi, hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  نَخَافُ  fiiline müteallik olan  مِنْ رَبِّنَا  car mecruru,  ihtimam için mef’ûl olan  يَوْماً  ‘e takdim edilmiştir.

مِنْ رَبِّنَا  harf-i ceri ibtidaiyye için gelmiştir. Ayrıca tecrîd sanatı vardır.  لِي مِن فُلانٍ صَدِيقٌ حَمِيمٌ (filanda benim için samimi bir arkadaş vardır) sözünde olduğu gibi.  يَوْماً  lafzındaki tenvin tazim içindir. (Âşûr)

Veciz ifade kastına matuf  رَبَّنَا  izafetinde inananların Rabb ismini kendilerine ait zamire muzâf yapmalarında, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteklerine işaret vardır. 

عَبُوساً  ve قَمْطَر۪يراً  kelimeleri  يَوْماً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَبُوساً mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

قَمْطَر۪يراً - عَبُوساً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

5. ayetten itibaren cennetliklerin özelliklerinin sayılmasıyla taksim sanatı yapılmıştır.

Korkuyoruz ifadesinin anlamı şöyle olabilir: Size olan bu iyiliğimiz, o günün şiddetinden korktuğumuz içindir, yoksa siz karşılık veresiniz diye değil. Sadakaya mukabil bir karşılık istemeyi Allah’ın cezalandıracağından korktuğumuz için sizden bir karşılık istemiyoruz. Gün”ün asık suratlı diye nitelenmesi iki yolla mecazdır: Gün, cehennemlik olan ehlinin sıfatıyla nitelenmiştir. Tıpkı Arapların “(Adamın) gündüzü oruçlu.” demeleri gibi. Rivayete göre kâfir, o gün suratını öyle bir asarmış ki iki gözü arasından katran gibi ter akarmış. Ayrıca şiddeti ve zararı sebebiyle bu “gün”, ciddî duran aslana veya cesur kahramana benzetilmiştir. قَمْطَر۪يراً  iki gözünün arası bir araya gelecek şekilde suratını iyice asan demektir. Zeccâc (v. 323/921) bu kelimenin  قطر ’dan türediğini ve  مْ ’in ziyade olduğunu söylemiştir. (Keşşâf)

يَوْماً عَبُوساً  [Çok asık çehreli bir gün] terkibinde mecâz-ı aklî vardır. Asık çehreli olmanın يَوْماً ’e isnat edilmesi, bir şeyin, zamanına isnat edilmesi kabilindendir. Bu, نهاره صائمٌ (O'nun günü oruçludur.) sözüne benzer. Birinci terkip, Çehrelerin asık olacağı gün, manasınadır. İkinci terkip ise; o, gündüzlerini oruçlu geçirir demektir. (Safvetü’t Tefâsir)

O gün, mecâzî olarak  عبوس (asık suratlı) kelimesiyle vasflanmıştır. Sanki gerçekten asık suratlıdır ve bu sıfat hayata ve şuura yayılmıştır. “Gündüzü sâim, gecesi kâim” sözümüze benzer. Ya da  عبوس (asık suratlı) kelimesinin, o günün ehline isnadı kastedilmiştir. Yani, “onun ehli asık suratlı” demektir. Muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir.

Ya da umumîlik, kapsamlılık ve mübâlağa kastedilmiştir. Yani hem o gün, hem de ehli asık suratlıdır. Asık suratlılık umumi olarak hem o günün, hem de o günün içinde olanların sıfatı olur. Bu sıfat, mübalağa kalıbında gelerek bu özelliğin şiddetine ve bu vasfa sahip olanların bu sıfatı ne kadar kuvvetle taşıdığına delalet etmiştir.

عَبُوساً çirkin suratlı, yani "içinde bulunanların yüzlerini ekşitip fenalaştıracak olan kara gün", çatık suratlı deniliyor ki, bu kelime, devenin dölleme sırasında kibir ile veya doğururken sıkıştırma halinde kuyruğunu kaldırıp burnunu çevirerek ve yanlarını derleyerek aldığı çalımlı veya sıkıntılı durumunu anlatan sözünden alınarak, iki gözünün arasını çatıp şiddetle alın buruşukluğu gösteren, yani son derece çirkin veya kötülüğü birbirine girmiş gibi zorlu ve dehşetli veya uzun, uzayıp giden manaları ile tefsir edilmiştir ki o gün, kıyamet günüdür. (Elmalılı)

عَبُوساً kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Çok kaşlarını çatan biri için kullanılır. Yani yüz donuk ve hareket etmiyor demektir. O günün vasfı kaşlarını çatan adamdan istiare olarak alınmıştır. Kötü olayların meydana geldiği gün, kötü ahlâk sahibi ve ilişkilerinde kaşlarını çatan bir adama benzetilmiştir. (Âşûr)

قَمْطَر۪يراً , asık suratın şiddetini ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s.234)

7. ayetteki يُوفُونَ بِالنَّذْرِ  lafzından başlayıp 10. ayetteki  قَمْطَر۪يراً  lafzının sonuna kadarki bölümde tefrî’ (ayrıntılı anlatım) sanatı vardır. (Âşûr)