بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يراً
عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يراً
Ayet, önceki ayetteki كَافُوراً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشْرَبُ fiili عَيْناً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشْرَبُ damme ile merfû muzari fiildir. بِهَا car mecruru يَشْرَبُ fiiline mütealliktir. عِبَادُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يراً cümlesi يَشْرَبُ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُفَجِّرُونَهَا fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَفْج۪يراً mef’ûlün mutlak olup fetha ile mansubdur.
يُفَجِّرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فجر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يراً
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiş olan ayette عَيْناً , önceki ayetteki كَافُوراً ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması “bedel” ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, İtnâb-îcâz)
Bu takdirde عَيْناً [bir kaynak] sözü, kâfurdan bedel veya onun açıklayıcısıdır. Yani, o kâsenin katkısı olan kâfur, bir göz, bir çeşme, başka bir tabirle bir kaynak, bir kaynak gözü, bir pınardır. (Elmalılı)
Bu sûrede geçen كَافُوراًۚ , Saffât Sûresi'nde geçen "bembeyaz, içenlere lezzet verir" ve Muhammed Sûresi'nde geçen "Tadı değişmeyen sütten ırmaklar." (Muhammed, 47/15) gibi nitelikler birbirlerine yakın manadadırlar. (Elmalılı)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ cümlesi, عَيْناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz ifade kastına matuf عِبَادُ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan عِبَادُ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafz-ı celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يراً cümlesi يَشْرَبُ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
تَفْج۪يراً , fiili tekid eden mef’ûlu mutlaktır. Mef’ûlu mutlak, manevi tekid şeklinde gelen itnab sanatıdır.
Masdarın bu şekilde tekrarı, fiilin iki kere söylenmesi manasına gelmektedir. Bundan maksat fiilin mecazî manada yorumlanması ihtimalini ortadan kaldırmaktır. (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
يُفَجِّرُونَهَا - تَفْج۪يراً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[O bir pınardır.] Bu da كَافُوراًۚ ‘dan bedeldir, eğer bir suyun ismi kılınırsa. Ya da muzâf takdiri ile كَأْسٍ 'in mahallinden bedeldir. Yani, ماء عين أو خمرها (o pınarın suyundan yahut şarabından içerler) demektir. Ya da عَيْناً lâfzı ihtisas olarak yahut maba'dinin tefsir ettiği bir fiille mansubdur. [Onu Allah'ın kulları içer] ondan zevk duyarak yahut katılmış olarak. بِ edatının zaid yahut من manasına olduğu da söylenmiştir, çünkü içme ondan (kadehten) olduğu gibi ondan başlar. Onu akıtmakla akıtırlar istedikleri yerde kolayca akıtırlar. (Beyzâvî)يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يراً
“Verdikleri söz” diye çevirdiğimiz 7. âyetteki nezr (nezir) kelimesi, “insanın yerine getirmeyi kendisine borç kıldığı, vaad ettiği her türlü iş” demektir (Taberî, XXIX, 129); terim olarak nezir, “dinen mükellef tutulmadığı halde kişinin kendi vaadiyle üzerine vacip kıldığı ibadet ve iyilik” anlamına gelir. Kelimenin âyetteki mânası konusunda iki farklı yorum yapılmıştır. Bir yoruma göre buradaki nezir, genel olarak Allah’ın insanlara yüklediği bütün vecîbeleri ifade eder. Bu durumda âyetin ilgili kısmının anlamı şöyle olur. “Onlar Allah’ın kendilerine yüklediği bütün vecîbeleri yerine getirirler; buyruklarına uyar, yasakladıklarından kaçınırlar.” İkinci bir yoruma göre bu âyetteki nezir de yukarıda belirtilen terim anlamında kullanılmıştır. Bu yoruma göre ise âyeti şöyle anlamak gerekir: “Onlar, bir iyilik yapmayı adadıkları, gönüllü olarak ibadet etmeye niyetlenip karar verdikleri takdirde bunu mutlaka yerine getirirler.”
Yüce Allah 5. âyette geçen iyilerin bazı özelliklerini 7-10. âyetlerde şöyle sıralamıştır: a) Allah rızası için bir şey yapmayı adadıklarında, yapmaya söz verdiklerinde onu yerine getirirler. Bu açıklama, Allah’ın, verilen bir sözün, adanan bir iyiliğin yerine getirilmesine ne kadar önem verdiğini anlatır; b) Dehşeti her yerde hissedilen bir günden korkarlar; kıyamet gününde Allah’ın huzurunda verecekleri hesabın korku ve kaygısını taşır, hayatlarını bunun verdiği sorumluluk bilinciyle düzenlerler. Böylece âyette kıyamet ve âhiret inancının, amelî hayatımız üzerindeki tesiri ve bu inancın kurtarıcı değeri ortaya konmaktadır; c) Gözden çıkardıklarını değil, sevdikleri ve yararlanabilecekleri nimetleri muhtaçlara verirler; yedirip içirmeyi, doyurmayı görev bilirler. Böylece âyet ferâgat ahlâkının, “öteki”ne karşı sorumluluk duygusunun en veciz tanımını ve bunun İslâm’daki önemini dile getirmiştir. 9. âyette, anılan müminlerin bu özverili davranışları, gösteriş veya herhangi bir menfaat hesabıyla, hatta bir teşekkür karşılığında değil, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıkları bildirilmektedir. İfadenin akışına bakarak âyetteki “ceza” (karşılık) kelimesinin özellikle maddî karşılıkları, “şükür” kelimesinin de teşekkür gibi mânevî karşılıkları ifade ettiği düşünülebilir. Kısaca âyete göre en değerli iyilik, herhangi bir maddî veya mânevî karşılık, bir çıkar elde etme düşüncesi taşımadan, hatta buyurulmamış olsa bile adamak, niyet edip karar vermek suretiyle kendi kendine ödev yükleme şeklinde belirlenip yapılan iyiliktir. Meşhur kutsî hadiste bildirildiğine göre (Müsned, VI, 256; Buhârî, “Rikāk”, 38) bu şekilde gönüllü iyilik ve ibadet yapanların kalpleri, basiretleri ve yolları aydınlanır; inançları doğru, kararları isabetli, işleri hayırlı ve faydalı olur.
8. âyete “Onlar, Allah’ı sevdikleri ve O’nun rızası için yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler” şeklinde de mâna verilmiştir. Müfessirler bu âyette geçen esîr kelimesini mecazi anlamda yorumlayarak “şartların esiri” olan herkesin bu terimin kapsamına girdiğini söylemişlerdir. Buna göre hakiki anlamda savaş tutsakları galiplerin esiri olduğu gibi, meselâ köle efendisinin, borçlu alacaklının, mahkûm da onu hapseden gücün esiridir. Dolayısıyla şu veya bu şekilde esir olan müslüman yahut gayri müslim herkese yardım etmek gerekir (Taberî, XXIX, 130; Râzî, XXX, 245).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 518-519يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يراً
Fiil cümlesidir. يُوفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالنَّذْرِ car mecruru يُوفُونَ fiiline mütealliktir. يَخَافُونَ atıf harfi وَ ‘la يُوفُونَ fiiline mütealliktir.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَخَافُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَوْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَانَ شَرُّهُ cümlesi يَوْماً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. شَرُّهُ izafeti كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfudur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُسْتَط۪يراً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.
يُوفُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسْتَط۪يراً kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يراً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi olan يُوفُونَ بِالنَّذْرِ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
بِالنَّذْرِ car mecruru يُوفُونَ fiiline mütealliktir.
النَّذْرِ kelimesindeki harf-i tarif cins ifade eder. Her nezri içine alır. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَيَخَافُونَ يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يراً cümlesi, atıf harfi وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
وَيَخَافُونَ يَوْماً ibaresinde günün korku ile bağlantılı olarak gelmesinde mecazi akli vardır.
Çünkü onlar, o kıyamet gününde olacaklardan ve kötü işlerin ceza ile cezalandırılmasından korktukları için, korku eylemi,korkulan şeylerin zamanıyla bağlantılıdır.(Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl olan يَوْماً ’deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.
يَوْماً için sıfatı olan كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يراً cümlesi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَان ‘nin haberi olan مُسْتَط۪يراً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يراً ifadesinde şerli olmak, güne isnad edilmiştir. Aslında şerrin sebebi gün değil, o günde yaşananlardır. Bu üslup, o gündeki azabın korkunçluğunu vurgulamak için sebep müsebbep alakasıyla yapılan mecazî isnad sanatıdır.
[Onlar adağı yerine getirirler] cümlesi o rızkın niçin verildiğini açıklayan yeni söz başıdır, sanki onlara bu sorulmuş, böyle de cevap verilmiştir. Bu da, vacipleri eksiksiz yerine getirirler ifadesinden daha mübalağalıdır; çünkü Allah Teâlâ’nın hatırı için kendine vâcip kıldığı şeyi yerine getiren kimse Allah Teâlâ’nın vâcip kıldığını daha çok yerine getirir. [Ve bir günün şerrinden korkarlar], yani şiddetlerinden korkarlar, şerri yaygın, her tarafa sıçramış şerrinden korkarlar. Bu da yangının ve şafağın yayılmasından alınmıştır ki, استطار fiili طير 'dan daha mübalağalıdır. Bunda onların itikatlarının güzel olduğuna ve isyanlardan kaçtıklarına işaret vardır. (Beyzâvî)
يُوفُونَ (Yerine getirirler) fiili de muzari sıygası (geniş zaman kipi) ile bunu yerine getirmeye devam ettiklerini ifade eder. Yani, bir iki defa yerine getirmekle kalıvermez, devamlı yerine getirip dururlar. Hem de yaptıklarıyla gururlanıp da "artık yetişir" diye gafil davranmazlar. Ve kötülüğü yaygın olan bir günden korkarlar, o endişe ile korunur dururlar. (Elmalılı)
النَّذْرِ , bir şeyi yapmayı üzerine almak ve adamak demektir ki, bir kimsenin, üzerine gerekli ve vacip olmayan hayırlı bir işi kendine vacip kılarak "yapayım" diye üzerine almasıdır. Şüphesiz, kendine vâcip olmayan nafileyi üzerine alıp da onu yerine getiren kimseler, kendilerine vacip olan vazifeleri haydi haydi yaparlar. Bu nedenle ayeti, gerek kendilerinin vacip kılması ve gerek yüce Allah'ın vacip kılmasıyla üzerlerine vâcip olan her türlü vazife ve görevlerini yerine getirirler demek olur. (Elmalılı)
مُسْتَط۪يراً , uçan, uçuşan, yangının veya sabah aydınlığının yayılması gibi ufuklara dağılıp yayılma kabiliyetinde olan demektir. (Elmalılı)
مُسْتَط۪يراً Uçmak, bir şeyin yayılması ve genişlemesi manasındaki kelime bir kuşun havada yayılmasına benzetilerek mecaz olarak gelmiştir. Aydınlığı bütün ufka yayılan fecri sadık manasındaki الفَجْرُ المُسْتَطِيرُ ifadesi gibidir. (Âşûr)وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪يناً وَيَت۪يماً وَاَس۪يراً
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪يناً وَيَت۪يماً وَاَس۪يراً
Ayet atıf harfi وَ ‘ la önceki ayetteki يُوفُونَ ‘ye mütealliktir. Fiil cümlesidir. يُطْعِمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الطَّعَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
عَلٰى حُبِّه۪ car mecruru يُطْعِمُونَ ‘deki failin veya mef’ûlun bihin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِسْك۪يناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَت۪يماً ve اَس۪يراً atıf harfi وَ ‘la مِسْك۪يناً ‘e matuftur.
يُطْعِمُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طعم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪يناً وَيَت۪يماً وَاَس۪يراً
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَت۪يماً ve اَس۪يراً kelimeleri ikinci mef’ûl olan مِسْك۪يناً ‘e atfedilmiştir. Cihet-i camiâ temâsüldür. Kelimelerdeki nekrelik, muayyen olmayan cins ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يُطْعِمُونَ fiiline müteallik olan car mecrur عَلٰى حُبِّه۪ , ihtimam için ikinci mef’ûl مِسْك۪يناً ‘e takdim edilmiştir
مِسْك۪يناً - اَس۪يراً - يَت۪يماً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, يَت۪يماً - اَس۪يراً arasında ayrıca muvazene sanatı, الطَّعَامَ - يُطْعِمُونَ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلٰى حُبِّه۪ ibaresi fail veya mef’ûlden hâl olarak tetmim ıtnabıdır.
عَلٰى حُبِّه۪ ibaresi وَيُطْعِمُونَ fiilinin fail zamirinden haldir. (Âşûr)
Tetmîm, “cümlede zikredilmemeleri yanlış bir mana vehmedilmesine sebep olmayan mef'ûl, hâl, car-mecrur vs. gibi müstakil bir cümle olmayan, veya rükûn olmayan unsurların zikredilmesi”dir. Bu zikir belâgî bir nükte içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki حُبِّه۪ kelimesindeki zamir الطَّعَامَ kelimesine aittir. Yani, “sevmelerine ve ihtiyaçları olmasına rağmen onu yedirirler” demektir. Çünkü böyle bir durumda yemek yedirmek daha önemli ve daha sevaplıdır. Bu, mübalağa ifade eden bir tetmîmdir. Eğer bu ifade atılacak olsa, mana zayıflar ve terkibin güzelliği bozulur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Allah’a olan muhabbetleri sebebiyle (yedirirler). dediği nakledilmiştir. Bu ibare [Sevdiği halde malından veren…] (Bakara 2/177), [Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, asla ‘iyiliğe erişemezsiniz!] (Âl-i İmrân 3/92) ayetlerine benzer. (Keşşâf)
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ [Seve seve yemek yedirirler.] Burada حُبِّه۪ sözü, sonundaki zamirin yerini tuttuğu isme göre iki mana ifade eder:
Birincisi, yemeğe sevgileri, yani kendi ihtiyaçlarından dolayı istek ve arzuları bulunmasına rağmen, demektir ki, ["Sevmesine rağmen mal verdi."] (Bakara, 2/177) ve ["Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe ulaşamazsınız."] (Al-i İmran, 3/92) ayetlerinin ifade ettiği mana budur.
İkincisi de, o yedirmeyi istemeye istemeye değil, can-ü gönülden isteye isteye, seve seve yaparlar demektir ki, her birinin bir izah ve yorumu vardır. "Miskine, yetime ve esire" yedirirler.
Miskin: Kendi kendine bir şey kazanmaktan aciz kimse demektir.
Yetim: Kendisi için kazanç temin eden ölmüş, kendisi de kazanç elde etmekten aciz manasınadır.
Esir: Köle olup olmamaktan, müslüman olup olmamaktan daha genel olarak, hangi esir olursa olsun demektir.
Burada esirlere, düşkünlere güzel muamele yapılmasına önemli bir şekilde dikkat çekilmektedir. (Elmalılı)
اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُوراً
اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُوراً
يُطْعِمُونَ ‘deki failden hal olan mukadder söz için mekulü’l-kavlidir. Takdiri, يطعمون الطعام قائلين إنّما نطعمكم..(Biz sizi sadece …. için doyuruyoruz diyerek yemek yedirirler) şeklindedir.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe: men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Fiil cümlesidir. نُطْعِمُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِوَجْهِ car mecruru نُطْعِمُ ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ cümlesi نُطْعِمُ ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. مِنْكُمْ car mecruru نُر۪يدُ fiiline mütealliktir. نُر۪يدُ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَزَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شُكُوراً atıf harfi وَ ‘la جَزَٓاءً ‘e matuftur.
نُطْعِمُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طعم ’dir.
نُر۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُوراً
Ayet, önceki ayetteki يطعمون fiilinin failinden hal olan, mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri; يطعمون الطعام قائلين إنّما نطعمكم.…(Biz sizi sadece …. için doyuruyoruz diyerek yemek yedirirler) şeklindedir.
Cümle kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille car mecrur arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen car mecrura tahsis edilmiştir. Yedirme, Allah'ın rızasına kasredilmiştir.
اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatab konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz ifade kastına matuf لِوَجْهِ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan وَجْه , şan ve şeref kazanmıştır. نُطْعِمُكُمْ fiiline müteallik olan لِوَجْهِ اللّٰهِ ifadesi Allah'ın rızası için anlamındadır.
لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُوراً cümlesi نُطْعِمُكُمْ fiilinin failinden müekked hal olarak ıtnâbdır.
Hal; cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)
Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Birbirine tezayüf nedeniyle atfedilmiş جَزَٓاءً ve شُكُوراً kelimeleri, نُر۪يدُ fiilinin iki mef’ûlüdür. Kelimelerdeki nekrelik nev, kıllet ve umum ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
لَا شُكُوراً ‘daki nefy harfi, tekit için gelen zaid harftir.
[Derler ki: Biz size ancak Allah rızası için yediriyoruz.] Bunu lisanı halleriyle veya dilleriyle, sadakayı boşa çıkaran başa kakma şeklinde anlaşılmaması için söylerler. Sizden ne mal ve canla bir karşılık -ecir, dünyevî veya uhrevî olarak amelin kişiye dönen sevabıdır. Karşılık ise, nimete, nimetle mukabeledir. Nimetin dengidir- ne de dille bir teşekkür övgü ve duâ bekliyoruz. Yani bunların hiçbirini sizden beklemiyoruz. Bu cümle, önceki cümle için tekid ve takrirdir. İhlas, yakınlığın ve kabulün sırrıdır. (Rûhu’l Beyân)اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً
اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. مِنْ رَبِّنَا car mecruru نَخَافُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَبُوساً kelimesi يَوْماً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. قَمْطَر۪يراً ikinci sıfatı olup fetha ile mansubdur..
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi, hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. نَخَافُ fiiline müteallik olan مِنْ رَبِّنَا car mecruru, ihtimam için mef’ûl olan يَوْماً ‘e takdim edilmiştir.
مِنْ رَبِّنَا harf-i ceri ibtidaiyye için gelmiştir. Ayrıca tecrîd sanatı vardır. لِي مِن فُلانٍ صَدِيقٌ حَمِيمٌ (filanda benim için samimi bir arkadaş vardır) sözünde olduğu gibi. يَوْماً lafzındaki tenvin tazim içindir. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf رَبَّنَا izafetinde inananların Rabb ismini kendilerine ait zamire muzâf yapmalarında, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteklerine işaret vardır.
عَبُوساً ve قَمْطَر۪يراً kelimeleri يَوْماً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَبُوساً mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
قَمْطَر۪يراً - عَبُوساً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
5. ayetten itibaren cennetliklerin özelliklerinin sayılmasıyla taksim sanatı yapılmıştır.
Korkuyoruz ifadesinin anlamı şöyle olabilir: Size olan bu iyiliğimiz, o günün şiddetinden korktuğumuz içindir, yoksa siz karşılık veresiniz diye değil. Sadakaya mukabil bir karşılık istemeyi Allah’ın cezalandıracağından korktuğumuz için sizden bir karşılık istemiyoruz. Gün”ün asık suratlı diye nitelenmesi iki yolla mecazdır: Gün, cehennemlik olan ehlinin sıfatıyla nitelenmiştir. Tıpkı Arapların “(Adamın) gündüzü oruçlu.” demeleri gibi. Rivayete göre kâfir, o gün suratını öyle bir asarmış ki iki gözü arasından katran gibi ter akarmış. Ayrıca şiddeti ve zararı sebebiyle bu “gün”, ciddî duran aslana veya cesur kahramana benzetilmiştir. قَمْطَر۪يراً iki gözünün arası bir araya gelecek şekilde suratını iyice asan demektir. Zeccâc (v. 323/921) bu kelimenin قطر ’dan türediğini ve مْ ’in ziyade olduğunu söylemiştir. (Keşşâf)
يَوْماً عَبُوساً [Çok asık çehreli bir gün] terkibinde mecâz-ı aklî vardır. Asık çehreli olmanın يَوْماً ’e isnat edilmesi, bir şeyin, zamanına isnat edilmesi kabilindendir. Bu, نهاره صائمٌ (O'nun günü oruçludur.) sözüne benzer. Birinci terkip, Çehrelerin asık olacağı gün, manasınadır. İkinci terkip ise; o, gündüzlerini oruçlu geçirir demektir. (Safvetü’t Tefâsir)
O gün, mecâzî olarak عبوس (asık suratlı) kelimesiyle vasflanmıştır. Sanki gerçekten asık suratlıdır ve bu sıfat hayata ve şuura yayılmıştır. “Gündüzü sâim, gecesi kâim” sözümüze benzer. Ya da عبوس (asık suratlı) kelimesinin, o günün ehline isnadı kastedilmiştir. Yani, “onun ehli asık suratlı” demektir. Muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir.
Ya da umumîlik, kapsamlılık ve mübâlağa kastedilmiştir. Yani hem o gün, hem de ehli asık suratlıdır. Asık suratlılık umumi olarak hem o günün, hem de o günün içinde olanların sıfatı olur. Bu sıfat, mübalağa kalıbında gelerek bu özelliğin şiddetine ve bu vasfa sahip olanların bu sıfatı ne kadar kuvvetle taşıdığına delalet etmiştir.
عَبُوساً çirkin suratlı, yani "içinde bulunanların yüzlerini ekşitip fenalaştıracak olan kara gün", çatık suratlı deniliyor ki, bu kelime, devenin dölleme sırasında kibir ile veya doğururken sıkıştırma halinde kuyruğunu kaldırıp burnunu çevirerek ve yanlarını derleyerek aldığı çalımlı veya sıkıntılı durumunu anlatan sözünden alınarak, iki gözünün arasını çatıp şiddetle alın buruşukluğu gösteren, yani son derece çirkin veya kötülüğü birbirine girmiş gibi zorlu ve dehşetli veya uzun, uzayıp giden manaları ile tefsir edilmiştir ki o gün, kıyamet günüdür. (Elmalılı)
عَبُوساً kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Çok kaşlarını çatan biri için kullanılır. Yani yüz donuk ve hareket etmiyor demektir. O günün vasfı kaşlarını çatan adamdan istiare olarak alınmıştır. Kötü olayların meydana geldiği gün, kötü ahlâk sahibi ve ilişkilerinde kaşlarını çatan bir adama benzetilmiştir. (Âşûr)
قَمْطَر۪يراً , asık suratın şiddetini ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s.234)
7. ayetteki يُوفُونَ بِالنَّذْرِ lafzından başlayıp 10. ayetteki قَمْطَر۪يراً lafzının sonuna kadarki bölümde tefrî’ (ayrıntılı anlatım) sanatı vardır. (Âşûr)
فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراًۚ
Allah Teâlâ yukarıdaki özellikleri taşıyan müminleri kıyamet gününün sıkıntılarından koruyacağını, onlara sevinç ve mutluluk dolu bir hayat nasip edeceğini ifade buyurduktan sonra, vereceği nimetleri açıklamıştır. Başka âyetlerde de kıyamet gününde bir kısım yüzlerin mutluluktan parıldayacağını bir kısım yüzlerin de sıkıntıdan sararıp solacaklarını haber vermiştir (Kıyâmet 75/22-24). Bu âyetlerin genelinden çıkan sonuca göre yüce Allah’ın müminlere ikram edeceği cennet, her türlü ihtiyacın karşılandığı, rahat ve huzur kaynağı imkânların bol bol bulunduğu bir yerdir. Orada canların çektiği, gözleri okşayan her türlü nimetin bulunduğu haber verilmiştir (bk. Zuhruf 43/71).
13. âyet müminlerin âhirette güneş ışınlarından kaynaklanan yakıcı sıcakla karşı karşıya kalmayacaklarını ifade eder. Âyetten cennetin kendine has bir nurla aydınlatılacağı, orada her şey mutedil olup sıkıntı verecek herhangi bir şeyin bulunmayacağı anlaşılmaktadır. 14. âyette belirtilen gölgelerin de cennetteki ağaçların gölgeleri olduğu belirtilir. 15-21. âyetlerde cennetliklerin içecekleri içkiler, sunucular ve hizmetçiler anlatılmakta; elbiseleri ve takıları tasvir edilmektedir. Müfessirler buradaki kâselerin gümüş ve billûrla tanıtılmasının ve diğer maddi tasvirlerin sadece bilinmeyeni bilinenle anlatmak, böylece muhatabın zihninde cennet nimetleriyle ilgili bir imaj, bir fikir oluşturmak ve sonuçta bir arzu uyandırmak maksadıyla yapılmış bir benzetmeden ibaret olduğunu belirtirler. Bunların mahiyetleri hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Abbas, “Cennetteki nimetlerle dünyadakiler arasında isim benzerliğinden başka benzerlik yoktur” demiştir (Râzî, XXX, 249; ayrıca bk. Bakara 2/25).
فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراًۚ
Ayet, atıf harfi فَ ile 7. ayetteki يُوفُونَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. وَقٰيهُمُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
شَرَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. İsm-i işaret ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْيَوْمِ ism-i işaretten bedel olup kesra ile mecrurdur. لَقّٰيهُمْ atıf harfi وَ ‘la فَوَقٰيهُمُ ‘a matuftur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقّٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَضْرَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سُرُوراً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَقّٰيهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراًۚ
Ayet, atıf harfi فَ ile 7. Ayetteki … يُوفُونَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ izafetinde, ذٰلِكَ ’ye muzâf olan شَرَّ ikinci mef’ûl, الْيَوْمِ ise işaret zamiri ذٰلِكَ ’den bedeldir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile güne işaret edilmiştir. İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle, mertebesinin yüksekliğini belirtmiştir. İşaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ [Bu günün şerri] izafetinde şer, ذٰلِكَ الْيَوْمِ ‘ye nispet edilmiştir. Aslında şerli olan gün değil, o günde yaşananlardır. Zamana isnat alakasıyla aklî mecazdır. Bu üslup, o gündeki durumun zorluğuna ve şiddetine delalet eden mecazî bir üsluptur.
Ayetin ikinci cümlesi olan لَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراً atıf harfi وَ ’la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tezâyüf nedeniyle birbirine atfedilen سُرُوراًۚ ve نَضْرَةً kelimeleri mef’ûl konumundadır. Bu kelimelerdeki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade ederek, sevincin ne kadar mükemmel ve yüce olduğunu belirtmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Allah da onları o günün şerrinden korudu, korkmaları ve ondan çekinmeleri sebebiyle ve onlara parlaklık ve sevinç verdi günahkarların asık suratına ve üzüntülerine karşılık. (Beyzâvî)
“Sabretmelerine karşılık,” yani îsâr’a (muhtacı kendisine tercihe) sabretmeleri sebebiyle Allah da yüzlerini ağartıp neşelendirecek şeylerle karşılaştırdı onları demektir. Yani günahkârların surat asıklığına ve hüznüne karşılık, onların yüzüne parlaklık ve kalbine sürur verdi. (Keşşâf)
سُرُوراًۚ kelimesindeki nekrelik tefhîm ve tazim (o sevincin ne kadar mükemmel ve yüce olduğunu) ifade etmek içindir. (Fahreddin er-Râzî)
وقي ve لقي fiilleri arasında cinas-ı muzari vardır. (Âşûr)
وَجَزٰيهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَر۪يراًۙ
وَجَزٰيهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَر۪يراًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki لَقّٰيهُمْ ‘e matuftur. Fiil cümlesidir. جَزٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِ sebebiyyedir. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle جَزٰيهُمْ fiiline mütealliktir.
صَبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. جَنَّةً kelimesi جَزٰيهُمْ ‘ün ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. حَر۪يراً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.وَجَزٰيهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَر۪يراًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki صَبَرُوا cümlesi, masdar tevilinde, harf-i cerle birlikte جَزٰيهُمْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَا , ihtimam için, mef’ûl olan جَنَّةً ‘e takdim edilmiştir. بِ harf-i ceri, sebebiyedir
حَر۪يراً atıf harfi وَ ‘la, جَزٰيهُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü olan جَنَّةً ’e matuftur. Cihet-i camiâ, temâsüldür.
Takvanın bütün hallerini ve bütün salih amelleri bünyesinde topladığı için بِمَا صَبَرُوا İbaresinde idmâc sanatı vardır. Çünkü sevilen bir şeyden ayrılmaya ya da külfet gerektiren bir şey yapmaya, hatta ona olan sevgisine rağmen, yemek yedirmeye nefsin tahammül etmesi çok zordur. (Âşûr)
Mef’ûllerin nekre gelmesi tazim, nev ve kesret ifade eder.
Bu ayetin manası, "Allah onları, başkasını kendisine tercih etme ve bunun neticesi olan açlık ve perişanlığa katlanma gibi zor şeylere dayanmalarına mukabil, içinde çok hoş yiyeceklerin ve harikulade giyeceklerin bulunduğu bir cennetle, bahçe ile ödüllendirmiştir" şeklindedir. Bu ifadenin bir benzeri de, [Oradaki (cennetteki) elbiseleri, ipektir..] (Hac, 23) ifadesidir. (Fahreddin er-Râzî)
"Sabırlarına karşılık onlara verilir", bununla, sabrın, iyi kişilerin muvaffak olma sebeplerinden biri olan en seçkin özellikleri olduğuna ve böylece aynı anda hem şükrettiklerine, hem de sabrettiklerine işaret olunmuştur. (Elmalılı)
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْساً وَلَا زَمْهَر۪يراًۚ
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ
مُتَّكِـ۪ٔينَ , önceki ayetteki جَزٰيهُمْ ‘un mef’ûl olan zamirinden hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهَا car mecruru مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. عَلَى الْاَرَٓائِكِ car mecruru مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘ye mütealliktir.
مُتَّكِـ۪ٔينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْساً وَلَا زَمْهَر۪يراًۚ
لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْساً cümlesi جَزٰيهُمْ ‘un ikinci hali olarak mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يَرَوْنَ fiiline mütealliktir. يَرَوْنَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَمْساً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. زَمْهَر۪يراً atıf harfi وَ ‘la شَمْساً ‘e matuftur.مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ
مُتَّكِـ۪ٔينَ , önceki ayetteki جَزٰيهُمْ fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
ف۪يهَا car mecruru مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘deki zamirin mahzuf haline, عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ car mecruru ise مُتَّكِـ۪ٔينَ ’ye mütealliktir.
مُتَّكِـ۪ٔينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûsuna ve yenilenmesine işaret etmiştir.
الْاَرَٓائِكِۚ gelin odasına kurulan yatak, donatılmış koltuk demektir. (Elmalılı)
لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْساً وَلَا زَمْهَر۪يراًۚ
Fasılla gelen cümle, جَزٰيهُمْ fiilinin mef’ûlünden haldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَرَوْنَ fiiline müteallik olan car mecrur ف۪يهَا , ihtimam için, mef’ûl olan شَمْساً ‘e takdim edilmiştir.
"Onlar onda güneşi görmüyorlar" sözüyle güneşin görülmesinin nefyedilmesi, güneşin varlığını nefyetmekten kinayedir. (Âşûr)
وَلَا زَمْهَر۪يراًۚ ifadesi ilk mef’ûl olan شَمْساً ’e matuftur. Cihet-i camiâ tezattır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.
زَمْهَر۪يراًۚ - شَمْساً kelimelerindeki tenvin nev, tazim ve umum ifade eder. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
ف۪يهَا ve لَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yani cennetin havası ılımandır, ne yakıcı güneş sıcağı, ne de rahatsız edici soğuk vardır. Bir hadiste, “Cennetin havası ılımandır, orada ne sıcak ne de soğuk vardır” diye geçer. (Keşşâf)
"Onlar orada tahtlara kurulmuş olarak bulunurlar; ne güneş harareti görürler orada, ne de zemheri (dondurucu soğuk)."
Yani cennetin havası son derece mutedil olup ne rahatsız eden bir sıcaklık var, ne de rahatsız eden bir soğukluk var. Diğer bir görüşe göre ise, زَمْهَر۪يراًۚ , Tayy lehçesinde ay demektir. Yani cennetin havası bizatihi aydınlıktır; orada güneşe ve aya ihtiyaç yoktur. (Ebüssuûd)
Orada zemheri, yani şiddetli bir soğuk da görmezler. Çünkü aşırı sıcak azap olduğu gibi aşırı soğuk da azaptır. (Elmalılı)
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً
دَانِيَةً atıf harfi وَ ‘la önceki ayette hal olan مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘ye matuftur. عَلَيْهِمْ car mecruru دَانِيَةً ‘e mütealliktir. ظِلَالُهَا ism-i fail دَانِيَةً ‘in faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ism-i failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذُلِّلَتْ atıf harfi وَ ‘la دَانِيَةً ‘e matuftur. ذُلِّلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قُطُوفُهَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَذْل۪يلاً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَانِيَةً kelimesi, sülâsi mücerredi دنو olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذُلِّلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذلل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً
دَانِيَةً önceki ayetteki مُتَّكِـ۪ٔينَ ’ye matuftur. عَلَيْهِمْ car mecruru, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret eden دَانِيَةً ’e mütealliktir.
ظِلَالُهَا izafeti دَانِيَةً ’in failidir. دَانِيَةً , ismi fail vezninde olduğu için fiil gibi amel edebilmiştir.
ظِلَالُهَا ‘da irsâd sanatı vardır.
دَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا cümlesi ‘’bahçedeki dalların sarkması’’ gibi bir terkiptir. Çünkü insanı kaplayan gölge ne yakınlığa ve ne de uzaklığa göre değişmez. ظِلَالُهَا kelimesi lüzumiyet alakasıyla dallardan mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)
Hâl vav’ıyla gelen وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً cümlesi دَانِيَةً ‘e atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade etmektedir. İki çeşittir: hâl-ı müessese ve hâl-i müekkede. Müesses hal, onsuz cümlenin tam olarak anlaşılmadığı hâl türüdür. Müekked hal ise cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, Itnâb-îcâz)
ذُلِّلَتْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Gölgelerin ağaçlardan kinaye olduğuna itibar edildiğinde قُطُوفُها kelimesindeki zamir cennete veya ظِلَالُهَا lafzına aiddir. (Âşûr)
تَذْل۪يلاً masdarı ذُلِّلَتْ fiilinin mef’ûlu mutlakıdır. Fiili tekid etmiştir.
تَذْل۪يلاً - ذُلِّلَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle hal yahut başka bir sıfattır, makabline matuftur ya da cennetin lafzına matuftur. Yani başka bir cennet daha vardır ki, onun da gölgeleri yakındır demektir, bu da onlara iki cennet vaadine göredir, Mesela [Rabbinin huzurunda durmaktan korkan için iki cennet vardır.] (Rahmân: 46) ayeti gibi. Merfû olarak دانِيَةٌ de okunmuştur ki, o zaman ظِلَالُهَا 'nın haberi olur, cümle de hal veyahut sıfattır. [Ve meyveleri boyun eğdirilmekle eğdirilmiştir] cümlesi de makabline matuftur. Ya da دَانِيَةً 'den haldir. Meyvelerin boyun eğdirilmesi istedikleri gibi alması kolay olup bir mani teşkil etmemesindendir. (Beyzâvî)وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ
وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Fiil cümlesidir. يُطَافُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru يُطَافُ fiiline mütealliktir. بِاٰنِيَةٍ car mecruru mahzuf naib-i faile mütealliktir.
مِنْ فِضَّةٍ car mecruru اٰنِيَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اَكْوَابٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. كَانَتْ ile başlayan isim cümlesi اَكْوَابٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هى ‘dir. قَوَار۪يرَاۙ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ
Ayet وَ ’la 12. Ayetteki …جزاهم cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُطَافُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Car mecrur بِاٰنِيَةٍ , meçhul bina edilmiş يُطَافُ fiilinin, mahzuf naib-i failine mütealliktir.
عَلَيْهِمْ car mecruru يُطَافُ fiiline, مِنْ فِضَّةٍ ise بِاٰنِيَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın ve naîb-i failin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَكْوَابٍ atıf harfi ile, بِاٰنِيَةٍ ’e matuftur.
Burada beyaz şişelere benzetilerek gümüş kaplar ifadesi tercih edilmiştir. (Âşûr)
كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ cümlesi اَكْوَابٍ ’in sıfatıdır. Sıfat cümleleri, anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır. Nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
Burada كانَتْ fiilinde teşbih-i beliğ vardır. Bunun karinesi مِن فِضَّةٍ ifadesidir. O kupalar, cam/kristal renginde bir gümüş cinsinden yapılmışlar demektir. Çünkü مِن فِضَّةٍ sözü hakiki manadadır. (Âşûr)
قَوَار۪يرَاۙ - اَكْوَابٍ - اٰنِيَةٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَوَار۪يرَاۙ kelimesinin sonundaki elif, fasılaya riayet için getirilmiş zaid harftir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunu daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Suyuti İtkan) Ar. Gör. Ömer Kara Yüzüncü Yıl Üniversitesi S.B.E. Dergisi sayı:1 Yıl:)
Onlara iyilere, içmek istedikleri zaman gümüşten kaplar ve billurdan kupalar dolaştırılır. Kupa, üst kısmı yuvarlak, kulpu ve emziği olmayan bir içme kabıdır. Çevirmeye ihtiyaç duyulmadan her tarafından kolayca içilebilir. Şu anda bu kap, Arap memleketlerinde kullanılmaktadır. Allah Teâlâ önceki ayetlerde onların yiyeceklerini, giyeceklerini ve eğleşecekleri meskenleri nitelemişti. Burada da içeceklerini belirtti. İçmekte kullandıkları kapları da içeceklerinden önce zikretti. (Rûhu’l Beyân)قَوَار۪يرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْد۪يراً
قَوَار۪يرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْد۪يراً
قَوَار۪يرَ önceki ayetteki قَوَار۪يرَا ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ فِضَّةٍ car mecruru قَوَار۪يرَ ‘ne mütealliktir. قَدَّرُوهَا fiili فِضَّةٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّرُوهَا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. تَقْد۪يراً mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّرُو fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَوَار۪يرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْد۪يراً
قَوَار۪يرَ , önceki ayetteki قَوَار۪يرَاۙ ‘dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması bedel ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, İtnâb-îcâz)
İkinci قَوَار۪يرَ kelimesinin camın inceliğinin kesinliğini pekiştirmek için lafzî tekid olması caiz olduğu gibi kapları sınıflandırmak manasında tekrar olması da caizdir. (Âşûr)
مِنْ فِضَّةٍ car mecruru قَوَار۪يرَ ’nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiş قَدَّرُوهَا تَقْد۪يراً cümlesi فِضَّةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
تَقْد۪يراً mef’ûlu mutlaktır. Tekid ifade eder. تَقْد۪يراً - قَدَّرُوهَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Üzerlerinde (etraflarında) gümüşten bir kapla ve billur kupalarla dolaşılır.] Gümüşten billur yani öyle oluşmuştur ki, cam kadar şeffaf ve gümüş kadar beyaz ve yumuşaktır. ثلاثيلاً 'i tenvinle okuyan قَوَار۪يرَ 'yı da öyle okumuştur; İbn Kesîr de birinciyi öyle okumuştur, çünkü o, ayet başıdır. قَوَار۪يرُمِنْ فِضَّةٍ şeklinde de okunmuştur ki, هي قَوَار۪يرُ demektir. Onu bir takdirle takdir etmişler yani kendileri takdir etmişlerdir, miktar ve şekilleri tam istedikleri gibi olmuştur. Yahut iyi amelleriyle takdir etmişler, o da tam ona göre gelmiştir. Yahut onu dolaştıranlar takdir etmişlerdir, şarabı onların iştahlarına göre takdir etmişlerdir demektir. Bu da يُطَافُ lafzından anlaşılmaktadır. قُدِّرُوهاَ şeklinde de okunmuştur ki, ona istedikleri gibi muktedir kılınmışlardır demek olur. Bu da قُدِّرتُ الشيئاً 'e'den nakledilmiştir ki, bir şeye gücü yeter kılınmaktır. (Beyzâvî)
Gümüşten sırça kaplar, billurlar: Bilindiği gibi gümüş ile sırça billurun tabiatları farklıdır. Gümüşten sırça veya billur olmamak gerekir. Fakat burada eşsiz bir istiare yapılmış, gümüş beyazlığı ile billur berraklığının saflığını içeren çeşitli biçimde kaplar tasvir edilmiştir ki bunda kâfur katkısına da işaret vardır. (Elmalılı)
وَيُسْقَوْنَ ف۪يهَا كَأْساً كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلاًۚ
وَيُسْقَوْنَ ف۪يهَا كَأْساً كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلاًۚ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُسْقَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يُسْقَوْنَ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
كَأْساً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَانَ مِزَاجُهَا cümlesi كَأْساً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. مِزَاجُهَا izafeti كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَنْجَب۪يلاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.
يُسْقَوْنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيُسْقَوْنَ ف۪يهَا كَأْساً كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلاًۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la 15. ayetteki وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُسْقَوْنَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يُسْقَوْنَ fiilindeki zamirin mahzuf haline müteallik car mecrur عَلَيْهِ , ihtimam için mef’ûl olan كَأْساً ‘e takdim edilmiştir
كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلاً cümlesi كَأْساً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s.124)
Veciz ifade kastına matuf مِزَاجُهَا izafeti, كَانَ ’nin ismi زَنْجَب۪يلاً haberidir.
كَأْساً ’in nekra gelişi nev ve tazim ifade eder.
Orada katkısı zencefil olan bir kadehten içirilirler, tadı zencefile benzer demektir. Araplar zencefil aromalı şarabı zevkle içerlerdi. (Beyzâvî)
زَنْجَب۪يلاًۚ , zencefil dediğimiz bilinen hoş kokulu baharatın ismidir ki bazı içeceklere katılınca hoş bir lezzet ve koku meydana getirir. Önce kâfur katkılı kadeh, burada da zencefil katkılı kadeh denilmesinden ve birinde "içerler", öbüründe de "onlara içirilir" tabiri kullanılmasından iki tür kadeh anlaşılıyor ki birinin çalışarak kazanıldığına, diğerinin Allah vergisi olduğuna işaret olsa gerektir. (Elmalılı)
عَيْناً ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلاً
عَيْناً ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلاً
عَيْناً kelimesi önceki ayetteki زَنْجَب۪يلاً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪يهَا car mecruru عَيْناً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلاً cümlesi عَيْناً ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تُسَمّٰى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. سَلْسَب۪يلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تُسَمّٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سمو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
عَيْناً ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلاً
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiş olan ayette عَيْناً , önceki ayetteki زَنْجَب۪يلاً ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması bedel ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekit etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, İtnâb-îcâz)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلاً cümlesi, عَيْناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪يهَا car mecruru عَيْناً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Orada سَلْسَب۪يلاً adında bir pınardır. Boğazdan aşağıya kolayca aktığı için bu isim verilmiştir. Tatlılığından ve temizliğinden dolayı boğazda kolayca kayan içeceğe; شرابٌ سلْسلْ سِلسال سكبِلْ denilir. İbnü'ş-Şeyh şöyle der: ”Allah Teâlâ, iyilerin içkisinin karışımının önce kâfur sonra da zencefil olduğunu söyledi. Çünkü insanların en önemli gayeleri Arasat sıcağından dolayı maruz kaldıkları hararete karşılık soğuk bir şeyi almaları ve sıratı geçme istekleridir. Cennetin çeşit çeşit nimetlerindeki ve yiyeceklerindeki nasiplerini aldıktan sonra canları, iştah artırıcı ve yedikleri şeyleri hazmettirici içkileri almaya meyleder. İnsan fıtratı, onları içmekle lezzet duyar. Herhalde zencefil karışımı olan içkinin, kâfur karışımı olandan sonraya bırakılmasındaki hikmet budur." (Rûhu’l Beyân)
سَلْسَب۪يلاً adının verilmesi, şarabının içiminin pek hoş ve kolay içilebilmesi vasfından dolayıdır.
Bu ifadeden murad, şarabında zencefil tadının bulunduğunu ve içilirken boğazı hiç yakmadığını beyan etmektir. (Ebüssuûd)
سَلْسَب۪يلاً ‘nin ilk önce Kur'an'da işitilmiş bir kelime olduğu söylenmiştir. سَلْسَل ve سَلْسَال gibi, akıcı olmak ve peşpeşe akıp gitmek manalarıyla ilgili olarak "akımı ardarda olan ve içimi ve yudumu boğaza dokunmayacak şekilde gayet kolay ve tatlı" manasını ifade ettiği de söylenmiştir. Mücahid, "akımı kuvvetli, içimi kolay" demiş; Mukatil de, "suyu, istedikleri yere diledikleri gibi akar bir pınar" demiştir. Katade'den rivayet olunduğuna göre, "Arş'ın altında Adn cennetinden fışkırıp bütün cennetlere akan bir pınardır". (Elmalılı)وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la 17.ayetteki يُسْقَوْنَ ‘ye matuftur.
Fiil cümlesidir. يَطُوفُ damme ile merfû muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru يَطُوفُ fiiline mütealliktir. وِلْدَانٌ fail olup lafzen merfûdur.
مُخَلَّدُونَ kelimesi وِلْدَانٌ ‘un sıfatı olup و ‘la merfûdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخَلَّدُونَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً
Şart ve cevap cümlesi وِلْدَانٌ ‘nın ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَيْتَهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً cümlesi şartın cevabıdır.
حَسِبْتَهُمْ şartın cevabı olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لُؤْلُؤ۬اً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مَنْثُوراً kelimesi لُؤْلُؤ۬اً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
مَنْثُوراً kelimesi, sülâsi mücerredi نثر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la, 17. ayetteki … يُسْقَوْنَ ‘cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önemine binaen faile takdim edilmiş عَلَيْهِمْ car mecruru يَطُوفُ fiiline mütealliktir. مُخَلَّدُونَ kelimesi وِلْدَانٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette, tevriye sanatı vardır: مُخَلَّدُونَ kelimesinin iki manası vardır. Kastedilen uzak mana kulağında küpe olmaktır. Ancak muhatap yakın olan ‘ebedî yaşamak’ manasını vehmeder. Halbuki bu kastedilen mana değildir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Etraflarında ölümsüz gençler dolaşırlar denilerek cennetin tasvirinin yapıldığı ayetlerde وِلْدَانٌ kelimesinin sıfatı konumunda olan genel olarak meallerde “ölümsüz” şeklinde tercüme edilen ُمُخَلَّدُونَۚ kelimesi, Kur’an’ın îcâzıyla ilgili eserler vermiş bazı müellifler tarafından, “küpenin kulağa takıldığı yere” Arapçada خَلَّدٌ denildiği için, “küpeliler” anlamında sıfat olarak yorumlanmış “etraflarında küpeli gençler dolaşırlar” şeklinde tercüme edilmiştir. Ayeti okuyan ve dinleyen kişinin aklına ilk gelen onların ebedî oldukları anlamıdır ki bu da ayette tevriye sanatının olduğunu gösterir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً
Müstenefe olan ayet, وِلْدَانٌ için ikinci sıfattır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Şart üslubunda gelmiştir. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan رَاَيْتَهُمْ şart cümlesi olup mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مَنْثُوراً kelimesi حَسِبْتَهُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü olan لُؤْلُؤ۬اً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gaib zamirinden muhatap zamirine iltifat vardır.
13-19. ayetlerde müşebbehi süslemek ve güzel göstermek amacıyla yapılmış teşbihlerle onu methetmek ve ona rağbet ettirmek kastı vardır.
Genç çocuklar gençlik, parlaklık, hepsi aynı boyda ve renkte olmak bakımından dizilmiş incilere benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً (saçılmış inciler) ifadesinde mukayyed teşbih yoluyla benzetme yapılmıştır. Müşebbeh belli bir özelliğe has kılınarak sınırlandırılmıştır. Çünkü onlar aralarında farklılık olsa da güzel görünüm itibariyle inciye benzetmişlerdir. (Âşûr)
وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً
وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. رَاَيْتَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. ثَمَّ mekân zarfı رَاَيْتَ fiiline müteallik olup mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً cümlesi şartın cevabıdır.
رَاَيْتَ şartın cevabı olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. نَع۪يماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مُلْـكاً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. كَب۪يراً kelimesi مُلْـكاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayet, şart üslubunda gelmiştir. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan رَاَيْتَ şart cümlesi olup mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. Mekan zarfı ثَمَّ şart fiili رَاَيْتَ ‘ye mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مُلْـكاً mef’ûl olan نَع۪يماً ‘e matuftur. Cihet-i camiâ, temâsüldür. Kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَع۪يماً ’in nekre gelişi nev ve tazim ifade ederek nimetlerin tarifi imkansız evsafta olduğuna işaret eder. نَع۪يماً ’den sonra مُلْـكاً ’in zikri hususun umuma atfı babında itnâb sanatıdır.
مُلْـكاً ‘un sıfatı كَب۪يراً mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
رَاَيْتَ fiilinin tekrarında, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada إِنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إِنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Muhatab zamirinin gelişi esasen muhatabın karşıda olmasını gerektirse de, bazen kalpte ve zihinde hazır olan muhatab için de gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Orada, yani cennette nereye baksan, gözün neye isabet etse, nitelenemeyecek derecede bol bir nimet ve büyük geniş ve görkemli bir saltanat görürsün. Ayet-i kerime, nimetlerde azdan çoğa terakki ve genelleme kabilindendir. Yani orada anılan miktardan daha büyük ve daha üstün başka şeyler de vardır. (Rûhu-l Beyân)
Hadiste şöyle denilmektedir: "Cennet ehlinin asgari mekânı, ancak bin senelik bir yürüyüşle kat' edilebilen geniş bir mekândır. Sahibi baktığı zaman, en yakın yerini görebildiği gibi, en uzak yerini de görür. (Ebüssuûd)
ومُلْكًا كَبِيرً sözünde beliğ bir teşbih vardır. Yani Rabbinin nimet verdiği büyük padişahın durumuna benzetilmiştir. (Âşûr)
Bu teşbihin faydası, müşebbehi akıllarının idrakine (algılarına) yaklaştırmasıdır. (Âşûr)
الكَبِيرُ tazim (büyüklük) için müsteardır. Mutluluğun yanı sıra yükselmeyi ve zorlukların üstesinden gelmeyi de beraberinde getirir. (Âşûr)
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَاباً طَهُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | عَالِيَهُمْ | üstlerinde vardır |
|
2 | ثِيَابُ | giysiler |
|
3 | سُنْدُسٍ | ince ipekten |
|
4 | خُضْرٌ | yeşil |
|
5 | وَإِسْتَبْرَقٌ | ve kalın ipekten |
|
6 | وَحُلُّوا | ve takınmışlardır |
|
7 | أَسَاوِرَ | bilezikler |
|
8 | مِنْ | -ten |
|
9 | فِضَّةٍ | gümüş- |
|
10 | وَسَقَاهُمْ | ve onlara içirmiştir |
|
11 | رَبُّهُمْ | Rableri |
|
12 | شَرَابًا | bir içki |
|
13 | طَهُورًا | tertemiz |
|
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ
İsim cümlesidir. عَالِيَهُمْ mekân zarfı olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ثِيَابُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. سُنْدُسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
خُضْرٌ kelimesi ثِيَابُ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur. اِسْتَبْرَقٌۘ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. حُلُّٓوا atıf harfi وَ ‘la عَالِيَهُمْ ثِيَابُ ‘e matuftur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حُلُّٓوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. اَسَاوِرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَسَاوِرَ müntehel cum’û kelimelerden olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır. مِنْ فِضَّةٍ car mecruru اَسَاوِرَ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir.
حُلُّٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حلي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَاباً طَهُوراً
Cümle atıf harfi وَ ‘ la حُلُّٓوا ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir. سَقٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَبُّهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَرَاباً ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. طَهُوراً kelimesi شَرَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ayetin ilk cümlesi olan عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi fade-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve icaz-ı hazif sanatları vardır. Mekân zarfı عَالِيَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ثِيَابُ سُنْدُسٍ izafeti, muahhar mübtedadır. خُضْرٌ kelimesi, ثِيَابُ için sıfattır. ثِيَابُ , nekre bir kelimeye muzaf olduğu için marifelik kazanmamıştır. Müsnedün ileyhin nekra gelişi tazim, kesret ifade eder. İzafet şeklinde gelişi ise az sözle çok anlam ifade etmeye yönelik veciz anlatım içindir.
اِسْتَبْرَقٌۘ kelimesinin muzâfı hazf edilmiştir ve ثِيَابُ ’ya matuftur. Cihet-i camiâ, temâsüldür.
سُنْدُسٍ - اِسْتَبْرَقٌۘ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır.] Ayette ince ipek سُنْدُسٍ; kalın ipek de اِسْتَبْرَقٌۘ kelimeleri ile ifade edilmiştir. سُنْدُسٍ kelimesinde güzel ve kıymetli; اِسْتَبْرَقٌۘ kelimesinde de parlaklık anlamı vardır. Elbiselerin rengi yeşildir. (Rûhu-l Beyân, Âşûr)
ثِيابٍ kelimesinin سُنْدُسٍ 'e izafeti خاتَمِ ذَهَبٍ (altından bir yüzük) ve ثَوْبِ خَزٍّ (utanç verici bir elbise) gibi beyaniyye içindir. Yani مِنهُ şeklindedir. (Âşûr)
وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ
وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ cümlesi وَ ‘la, … عَالِيَهُمْ ثِيَابُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
حُلُّٓوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَسَاوِرَ , fiilin mef’ûlüdür. Bu kelime müntehel cum’û olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır.
مِنْ فِضَّةٍۚ car mecruru اَسَاوِرَ ’nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اَسَاوِرَ ve ثِيَابُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bilindiği gibi, bilezik kadınların süslenmek için bileklerine taktıkları ziynettir. Eski dönemlerde krallar da hem kendileri takarlar, hem de ikram edecekleri kişilerin bileklerine bilezik takarlardı. (Rûhu’l Beyân)
وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَاباً طَهُوراً
Ayetin son cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَقٰيهُمْ fiilinin faili olan رَبُّهُمْ izafetinde, cennet ashabına ait olan zamirin Rabb ismine izafesi, onlara şan ve şeref kazandırmıştır.
Müsnedün ileyhin rububiyet vasfı ifade eden Rabb ismiyle gelmesi Allah’ın onlara lütuf ve rahmetle muamelesini ifade içindir.
Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
شَرَاباً ’in sıfatı olan طَهُوراً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
سَقٰي fiili ile أسقي fiili arasında fark vardır. سَقٰي fiili, sulamada zorluk olmayan işlerde kullanılır. Bu yüzden Allah Teâlâ cennetteki içeceklerden söz ederken سَقٰي fiilini, dünyadaki içeceklerden bahsederken de zorluk manası taşıyan أسقي fiilini kullanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
طَهُوراً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu ayette, geçen iki tür şaraptan üstün başka bir şarabı kast ediyor. Bunun içindir ki, onu içirmek azîz ve celil olan Allah'a isnat edilmiştir. Şarabın temiz olarak nitelenmesi içenin maddî zevklere meyilden ve Hak'tan başkasına (masivaya) eğilmekten temizlemesi sebebiyledir.
اِنَّ هٰذَا كَانَ لَـكُمْ جَزَٓاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُوراً۟
اِنَّ هٰذَا كَانَ لَـكُمْ جَزَٓاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُوراً۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا işaret ismi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahalen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَـكُمْ car mecruru جَزَٓاءً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
كَانَ atıf harfi وَ ‘la birinci كَانَ ‘ye matuftur. سَعْيُكُمْ izafeti كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَشْكُوراً۟ kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.اِنَّ هٰذَا كَانَ لَـكُمْ جَزَٓاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُوراً۟
Ayet beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. هٰذَا işaret ismi اِنَّ ’nin ismi, كَانَ لَـكُمْ جَزَٓاءً cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. Bu üslup sadece haberin çok önemli olduğu yerlerde kullanılır.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile cennetliklere verilen mükafata işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan كَانَ لَـكُمْ جَزَٓاءً cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
لَـكُم car mecruru جَزَٓاءً ’nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
هٰذَا ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
Aynı üslupta gelen وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُوراً۟ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
كَانَ ’nin haberi olan مَشْكُوراً۟ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)
Burada, önceki ayetteki gaib zamirinden, muhatap zamirine iltifat vardır.
Bu ayetin başında kavl (söyleme) maddesi gizlidir, işaret de onlara hazırlanan sevabadır ve gayretiniz şükranla karşılanmış oldu ivazı verilecek, zayi edilmeyecektir. (Beyzâvî)
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلاًۚ
Allah Teâlâ önceki âyetlerde insanların dünyadaki inanç ve eylemlerinin değerine göre âhirette ulaşacakları sonuçları tasvir etmişti. Bu âyetler ise Hz. Peygamber’e vahyin değerini hatırlatıyor; Allah’ın hükümlerini yerine getirmede kararlı olup ibadet etmesini öğütlüyor. Sonuçta Resûl-i Ekrem, Allah’tan geldiğinden emin olduğu vahye mazhar olmasının kendisi için ne kadar büyük ve onur verici nimet olduğunu daha derinden kavrayacak; buna ek olarak Allah için yaptığı ibadetlerin de verdiği şevk ve dinamizmle inkârcıların haksız söz ve eylemleri karşısında kendisinin direnci ve kararlılığı da artacaktır. Nitekim tefsirlerde anlatıldığına göre Mekke’nin önde gelen müşrikleri Hz. Peygamber’den kendi dinlerine ve haksız düzenlerine karşı açtığı mücadeleyi durdurmasını istemişler; ona mal-mülk, mevki ve itibar gibi pek çok maddî ve manevî karşılıklar vaad etmişlerdi. Ama Resûlullah (s.a.) bunları elinin tersiyle itmiş, davasından asla vazgeçmeyeceğini bildirmiş ve onlara Fussılet sûresinin 1-3. âyetlerini okumakla yetinmiştir (bilgi için bk. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 82-83).
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلاًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
نَحْنُ munfasıl zamir اِنَّ ‘nin ismini tekid eder. نَزَّلْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَزَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكَ car mecruru نَزَّلْنَا fiiline mütealliktir. الْقُرْاٰنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَنْز۪يلاًۚ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَزَّلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلاًۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haberin اِنَّ ile tekidi, habere ihtimam içindir. Fasıl zamiri نَحْنُ , lafzî tekid olarak haberdeki ihtimamı artırmıştır. Ayrıca fasıl zamiri kasr ifade etmiştir. (Âşûr)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. نَحْنُ maksur/mevsûf, نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلاًۚ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , fasıl zamiri, mef’ûlü mutlak ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Cümle, fiilin azamet zamirine isnadı ve tekrarıyla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكَ , ihtimam için mef’ûl olan الْقُرْاٰنَ ‘ye takdim edilmiştir
Mef’ûlu mutlak olan تَنْز۪يلاًۚ , cümleyi tekid etmiştir.
نَزَّلْنَا - تَنْز۪يلاًۚ kelimeleri arasında ıtnâb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Muhatap Hz. Peygamber olduğu halde ayetin üç tekid unsuruyla gelmesi, Hz. Peygamberin inkâr veya tereddüt içinde olması sebebiyle değildir.
Mütekellim, sözünü muhatabın nefsinde yerleştirmek için de sözünü tekidli getirebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayet, onların inkâr ve alaylarına karşılık bir cevaptır. Bunun içindir ki birçok yönden tekid edilmiştir. Şöyle ki, ibare devamlılık (istimrar) ifade eden isim cümlesi şeklinde gelmiş, tahkik anlamı içeren اِنَّ edatı ile başlamış, اِنَّ ‘nin ismi ile haberi arasına fasl zamiri نَحْنُ girmiş, tazim için müfred yerine cemi zamirleri getirilmiştir.
Allah Teâlâ bu ayet-i kerimeyle Kur’an’ı bizzat kendisinin indirdiğini ifade ederek ona dil uzatılmasının yolunu kapatmış, onu insan sözüne benzemeyen mucizevi bir kelam olarak indirmekle her türlü tahrif, ziyade ve noksanlıktan koruduğunu ve koruyacağını çeşitli tekid vasıtaları kullanarak beyan buyurmuştur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı) Hicr 9. ayetten
[Gerçekten biz Kur'an’ı sana indirmekle indirdik] yani bunu gerektiren hikmete göre parça parça indirdik. Zamirin اِنَّ tahkik edatı ile birlikte tekrar edilmesi ( اِنَّا , نَحْنُ , نَزَّلْنَا ) indirmenin ona has olmasındandır. (Beyzâvî)فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِماً اَوْ كَفُوراًۚ
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِماً اَوْ كَفُوراًۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاء قدر الله فاصبر. şeklindedir.
اصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لِحُكْمِ car mecruru اصْبِرْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا تُطِعْ atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُطِعْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. مِنْهُمْ car mecruru اٰثِماً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. اٰثِماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَفُوراًۚ atıf harfi اَوْ ile اٰثِماً ‘e mütealliktir.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا تُطِعْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِماً اَوْ كَفُوراًۚ
Şart üslubunda gelen müstenefe cümlesinde فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri, إن جاء قدر الله (Allah’ın takdiri gelirse …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
اصْبِرْ fiiline müteallik olan لِحُكْمِ رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir. Rabb ismine muzâf olan حُكْمِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Burada, önceki ayetteki azamet zamirinden, Rabb ismine iltifat sanatı vardır.
وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِماً اَوْ كَفُوراًۚ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İlk cümledeki müspet sigadan bu cümlede nehiy sıygasına iltifat vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اٰثِماً ‘nin mahzuf haline müteallik olan car mecrur مِنْهُمْ , nehyin onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, mef’ûl اٰثِماً ‘e takdim edilmiştir
كَفُوراًۚ kelimesi اٰثِماً ‘e , اَوْ atıf harfiyle atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.
اٰثِماً - كَفُوراًۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَفُوراًۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
اٰثِماً , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
Artık, Rabbinin kâfirlere karşı sana yardım etmeyi geciktirme konusundaki hükmü için sabret. Çünkü övülen, hamd edilen sonuç ona aittir. İntikam işinde acele etme. Çünkü işler vakitlerine bağlıdırlar ve gelecek olan her şey yakındır. Onlardan, kâfirlerden hiçbir günahkara veya nanköre yani onlardan hiçbirine itaat etme. Ayetin anlamı sonuç olarak şudur: ”Seni kendine katılmaya çağıran hiçbir günahkara ve küfürde aşırı giden, seni ona davet eden kâfire itaat etme. (Rûhu’l Beyân)وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ
Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinde olduğu gibi burada da Hz. Peygamber’in yüce Allah’ı sabah akşam zikir ve tesbih etmekle, gece gündüz O’na ibadetle yükümlü olduğu bildirilmektedir. Bu ibadetlerle Hz. Peygamber’in Allah’a derin saygı ve bağlılığının, irade ve azminin daha da güçlendirilmesinin ve müşriklerin çirkin saldırılarına karşı direncinin arttırılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Râzî müfessirlerin bu âyetlerle ilgili görüşlerini üç maddede özetlemiştir:
a) Bu âyetlerde beş vakit namaz emredilmiştir. Zira onlara göre “rabbinin adını anmak”tan maksat namaz kılmaktır. “Sabah” diye çevrilen bükra kelimesi sabah namazının vaktini, “akşam” diye çevrilen asîl kelimesi ise öğle ve ikindi namazlarının vakitlerini ifade eder. “Gecenin bir kısmında O’na secde et” diye tercüme edilen cümleden maksat akşam ve yatsı namazları, gecenin uzun bir bölümünde kılınması emredilen namaz ise Resûlullah’a farz, ümmetine mendup olan teheccüd namazıdır.
b) “Sabah akşam rabbin adını anmak”tan maksat namaz değil, sözle Allah’ı tesbih etmek ve O’nun noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanmaktır. Bu da insanın gece gündüz bütün zamanlarda Allah’ı diliyle ve kalbiyle zikretmesi demektir (XXX, 259; ayrıca krş. Ahzâb, 33/41-42).
c) Allah’ı zikirden maksat bu söylenenlerin tamamıdır; farz olan beş vakit namaz, nâfile namazlarla dua ve istiğfarın hepsi bu zikre dahildir (İbn Âşûr, XXIX, 405 vd.).
Bize göre bu âyetlerde –beş vakit namaz da dahil olmak üzere– genel olarak ibadetin, özellikle gecenin belli vakitlerinde namaz kılmak, tesbih, dua, tövbe ve istiğfar gibi ibadet sayılan faaliyetlerde bulunmak suretiyle Allah’a kulluk, itaat ve bağlılık arzetmenin önemi üzerinde durulmuştur.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ
Ayet, önceki ayetteki cevap cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir.
اذْكُرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اسْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بُكْرَةً zaman zarfı اذْكُرِ fiiline mütealliktir. اَص۪يلاًۚ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ
Ayet, önceki ayetteki cevap cümlesine وَ ‘la, atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve inşaî olmak bakımından mutabakat mevcuttur. Matufun aleyhteki nefy sıygasından bu cümlede müspet emir sıygasına iltifat vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Veciz ifade kastına matuf اسْمَ رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması, Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir. Rabb ismine muzâf olan اسْمَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَص۪يلاًۚ zaman zarfı بُكْرَةً ’e atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اَص۪يلاًۚ - بُكْرَةً , bütün zamanlardan kinayedir. Ayrıca bu kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
‘’Sabah akşam’’ sözüyle devamlılık kastedilmiştir. Yani her an O’nu anmaya devam et demektir. (Rûhu’l Beyân)
بُكْرَةً , ‘erken’ demektir. Sabah ve sabahtan öğleye kadar olan süre için kullanılır.
اَص۪يلاًۚ , ikindi ve akşam üzeri manalarına gelmekle beraber öğleden akşama kadar olan zamana denir. Buna göre "sabahtan akşama kadar" demek olup bunun içinde sabah, öğle ve ikindi namazları vardır. (Elmalılı)
البُكْرَةِ والأصِيلِ ile murad edilen gündüz vakitlerini kapsamasıdır. (Âşûr)
Rabbinin adını zikretmek, daveti tebliğ etmeyi, farz ve nafile namazlarda Allah'a ibadet etmeyi, O'nun azabından korkup, sevabını ümit etmeyi içermektedir. (Âşûr)
Gündüz vakitleri; namaz vakitleri gibi sınırlı vakitleri ve nafile ibadet, dua ve istiğfar vakitleri gibi sınırsız vakitler dahil olmak üzere günün her vaktini kapsar. (Âşûr)
بُكْرَةً günün başlangıcı, أصِيلًا ise akşam vaktidir. (Âşûr)
Dünyası ve ahireti arasında kaldığında, kendisini durdurdu. Seçimini hakikatten yana yapmakta zorlandığında, cennet ayetlerini düşündü ve kalbinde farklı bir aleme adım attı.
İstediği geçici olan değil, kalıcı olandı. Dünyalıkların hepsi tükenecekti, onun kalbi ise sınırsız ve sonsuz olandan yanaydı. Bu alemdeki amacı, Allah’ın rızasını kazanarak; kusursuz huzurla dolu olan ve her zerresiyle rahat hissettiren cennete varmaktı. Orada ne üzülecek, ne de endişelenecekti; ne üşüyecek, ne de terleyecekti; ne acıkacak, ne de susayacaktı; ne bekleyecek, ne de sıkılacaktı. Bunların hepsi bu dünyaya aitti. Allah’ın yardımıyla ve emirlerine itaatle, bu hayatı en güzel ve en doğru şekilde yaşayacak; Allah’ın rahmeti ve izni ile O’na, O’nun sevdiklerine ve cennet nimetlerine kavuşacaktı.
Gözlerini açtı ve geri adım attı. Nefsinin ve bedeninin ihtiyaçlarını topladı, dünyalık hasret sebeplerini yüreğinden attı, haramdan uzaklaşarak helal kılınana yaklaştı, sahip olduklarının çokluğuna hamdederek; dualarla ve zikirlerle Allah yolunda yürüdü.
Ey Allahım! Bizi, verdiği sözleri tutanlardan ve hesap gününe hazırlananlardan eyle. Senin rızanı umarak başka gönülleri sevindirenlerden ve karşılığını yalnız Senden bekleyenlerden eyle. İmtihanlarımızı kolay ve nefsimizi zorlayan ağırlıkları hafif eyle.
Bizi diriliş gününün dehşetinden koru. O gün, yüzlerimizi aydınlat ve kalplerimizi ferahlat. Salih kullarının arasına kat ve İslam bayrağı altında gölgelendir. Kusurlarımızı affet ve şefaatin ile sevindir.
Karınlarımızı cennet meyveleriyle doyur ve bedenlerimizi cennet kıyafetleriyle süsle. Her türlü kusurdan arınmış, her zerresinde rahatlık ve huzur barındıran cennet nimetleriyle kurtuluşa erdir. Gözlerimizi, kulaklarımızı ve kalplerimizi; cennet kusursuzluğu ile doldur. Sana ve sevdiklerine yaklaştır.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji