İnsan Sûresi 14. Ayet

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً  ...

Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَانِيَةً ve yaklaşmıştır د ن و
2 عَلَيْهِمْ üzerlerine
3 ظِلَالُهَا onun gölgeleri ظ ل ل
4 وَذُلِّلَتْ ve eğdirilmiştir ذ ل ل
5 قُطُوفُهَا meyvaları ق ط ف
6 تَذْلِيلًا aşağı eğdirilerek ذ ل ل
 

Allah Teâlâ yukarıdaki özellikleri taşıyan müminleri kıyamet gününün sıkıntılarından koruyacağını, onlara sevinç ve mutluluk dolu bir hayat nasip edeceğini ifade buyurduktan sonra, vereceği nimetleri açıklamıştır. Başka âyetlerde de kıyamet gününde bir kısım yüzlerin mutluluktan parıldayacağını bir kısım yüzlerin de sıkıntıdan sararıp solacaklarını haber vermiştir (Kıyâmet 75/22-24). Bu âyetlerin genelinden çıkan sonuca göre yüce Allah’ın müminlere ikram edeceği cennet, her türlü ihtiyacın karşılandığı, rahat ve huzur kaynağı imkânların bol bol bulunduğu bir yerdir. Orada canların çektiği, gözleri okşayan her türlü nimetin bulunduğu haber verilmiştir (bk. Zuhruf 43/71).

13. âyet müminlerin âhirette güneş ışınlarından kaynaklanan yakıcı sıcakla karşı karşıya kalmayacaklarını ifade eder. Âyetten cennetin kendine has bir nurla aydınlatılacağı, orada her şey mutedil olup sıkıntı verecek herhangi bir şeyin bulunmayacağı anlaşılmaktadır. 14. âyette belirtilen gölgelerin de cennetteki ağaçların gölgeleri olduğu belirtilir. 15-21. âyetlerde cennetliklerin içecekleri içkiler, sunucular ve hizmetçiler anlatılmakta; elbiseleri ve takıları tasvir edilmektedir. Müfessirler buradaki kâselerin gümüş ve billûrla tanıtılmasının ve diğer maddi tasvirlerin sadece bilinmeyeni bilinenle anlatmak, böylece muhatabın zihninde cennet nimetleriyle ilgili bir imaj, bir fikir oluşturmak ve sonuçta bir arzu uyandırmak maksadıyla yapılmış bir benzetmeden ibaret olduğunu belirtirler. Bunların mahiyetleri hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Abbas, “Cennetteki nimetlerle dünyadakiler arasında isim benzerliğinden başka benzerlik yoktur” demiştir (Râzî, XXX, 249; ayrıca bk. Bakara 2/25).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 519-520
 

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً

 

دَانِيَةً  atıf harfi وَ ‘la önceki ayette hal olan  مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘ye matuftur. عَلَيْهِمْ  car mecruru  دَانِيَةً ‘e mütealliktir.  ظِلَالُهَا  ism-i fail  دَانِيَةً ‘in faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ism-i failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذُلِّلَتْ  atıf harfi وَ ‘la  دَانِيَةً ‘e matuftur. ذُلِّلَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. قُطُوفُهَا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَذْل۪يلاً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

دَانِيَةً  kelimesi, sülâsi mücerredi دنو  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ذُلِّلَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذلل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً

 

دَانِيَةً  önceki ayetteki مُتَّكِـ۪ٔينَ ’ye matuftur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret eden  دَانِيَةً ’e mütealliktir. 

ظِلَالُهَا  izafeti  دَانِيَةً ’in failidir.  دَانِيَةً , ismi fail vezninde olduğu için fiil gibi amel edebilmiştir.

ظِلَالُهَا ‘da irsâd sanatı vardır.

دَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا  cümlesi ‘’bahçedeki dalların sarkması’’ gibi bir terkiptir. Çünkü insanı kaplayan gölge ne yakınlığa ve ne de uzaklığa göre değişmez.  ظِلَالُهَا  kelimesi lüzumiyet alakasıyla dallardan mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)

Hâl vav’ıyla gelen وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً  cümlesi  دَانِيَةً ‘e atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade etmektedir. İki çeşittir: hâl-ı müessese ve hâl-i müekkede. Müesses hal, onsuz cümlenin tam olarak anlaşılmadığı hâl türüdür. Müekked hal ise cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, Itnâb-îcâz)

ذُلِّلَتْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Gölgelerin ağaçlardan kinaye olduğuna itibar edildiğinde  قُطُوفُها  kelimesindeki zamir cennete veya  ظِلَالُهَا  lafzına aiddir. (Âşûr)

تَذْل۪يلاً  masdarı  ذُلِّلَتْ  fiilinin mef’ûlu mutlakıdır. Fiili tekid etmiştir.

تَذْل۪يلاً - ذُلِّلَتْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümle hal yahut başka bir sıfattır, makabline matuftur ya da cennetin lafzına matuftur. Yani başka bir cennet daha vardır ki, onun da gölgeleri yakındır demektir, bu da onlara iki cennet vaadine göredir, Mesela [Rabbinin huzurunda durmaktan korkan için iki cennet vardır.] (Rahmân: 46) ayeti gibi. Merfû olarak  دانِيَةٌ  de okunmuştur ki, o zaman  ظِلَالُهَا 'nın haberi olur, cümle de hal veyahut sıfattır. [Ve meyveleri boyun eğdirilmekle eğdirilmiştir] cümlesi de makabline matuftur. Ya da  دَانِيَةً 'den haldir. Meyvelerin boyun eğdirilmesi istedikleri gibi alması kolay olup bir mani teşkil etmemesindendir. (Beyzâvî)