İnsan Sûresi 15. Ayet

وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ  ...

Etraflarında gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيُطَافُ ve dolaştırılır ط و ف
2 عَلَيْهِمْ yanlarında
3 بِانِيَةٍ kablar ا ن ي
4 مِنْ -ten
5 فِضَّةٍ gümüş- ف ض ض
6 وَأَكْوَابٍ ve kupalar ك و ب
7 كَانَتْ olan ك و ن
8 قَوَارِيرَا billur ق ر ر
 

Allah Teâlâ yukarıdaki özellikleri taşıyan müminleri kıyamet gününün sıkıntılarından koruyacağını, onlara sevinç ve mutluluk dolu bir hayat nasip edeceğini ifade buyurduktan sonra, vereceği nimetleri açıklamıştır. Başka âyetlerde de kıyamet gününde bir kısım yüzlerin mutluluktan parıldayacağını bir kısım yüzlerin de sıkıntıdan sararıp solacaklarını haber vermiştir (Kıyâmet 75/22-24). Bu âyetlerin genelinden çıkan sonuca göre yüce Allah’ın müminlere ikram edeceği cennet, her türlü ihtiyacın karşılandığı, rahat ve huzur kaynağı imkânların bol bol bulunduğu bir yerdir. Orada canların çektiği, gözleri okşayan her türlü nimetin bulunduğu haber verilmiştir (bk. Zuhruf 43/71).

13. âyet müminlerin âhirette güneş ışınlarından kaynaklanan yakıcı sıcakla karşı karşıya kalmayacaklarını ifade eder. Âyetten cennetin kendine has bir nurla aydınlatılacağı, orada her şey mutedil olup sıkıntı verecek herhangi bir şeyin bulunmayacağı anlaşılmaktadır. 14. âyette belirtilen gölgelerin de cennetteki ağaçların gölgeleri olduğu belirtilir. 15-21. âyetlerde cennetliklerin içecekleri içkiler, sunucular ve hizmetçiler anlatılmakta; elbiseleri ve takıları tasvir edilmektedir. Müfessirler buradaki kâselerin gümüş ve billûrla tanıtılmasının ve diğer maddi tasvirlerin sadece bilinmeyeni bilinenle anlatmak, böylece muhatabın zihninde cennet nimetleriyle ilgili bir imaj, bir fikir oluşturmak ve sonuçta bir arzu uyandırmak maksadıyla yapılmış bir benzetmeden ibaret olduğunu belirtirler. Bunların mahiyetleri hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Abbas, “Cennetteki nimetlerle dünyadakiler arasında isim benzerliğinden başka benzerlik yoktur” demiştir (Râzî, XXX, 249; ayrıca bk. Bakara 2/25).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 519-520
 

وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Fiil cümlesidir.  يُطَافُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  عَلَيْهِمْ car mecruru  يُطَافُ  fiiline mütealliktir.  بِاٰنِيَةٍ  car mecruru mahzuf naib-i faile mütealliktir.  

مِنْ فِضَّةٍ  car mecruru  اٰنِيَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اَكْوَابٍ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  كَانَتْ  ile başlayan isim cümlesi  اَكْوَابٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هى ‘dir.  قَوَار۪يرَاۙ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
 

وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ

 

Ayet  وَ ’la 12. Ayetteki …جزاهم  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُطَافُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Car mecrur  بِاٰنِيَةٍ , meçhul bina edilmiş  يُطَافُ  fiilinin, mahzuf naib-i failine mütealliktir.

 عَلَيْهِمْ  car mecruru  يُطَافُ  fiiline,  مِنْ فِضَّةٍ  ise  بِاٰنِيَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın ve naîb-i failin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَكْوَابٍ  atıf harfi ileبِاٰنِيَةٍ ’e matuftur.

Burada beyaz şişelere benzetilerek gümüş kaplar ifadesi tercih edilmiştir. (Âşûr)

كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ  cümlesi  اَكْوَابٍ ’in sıfatıdır. Sıfat cümleleri, anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır. Nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Burada  كانَتْ  fiilinde teşbih-i beliğ vardır. Bunun karinesi  مِن فِضَّةٍ  ifadesidir. O kupalar, cam/kristal renginde bir gümüş cinsinden yapılmışlar demektir. Çünkü  مِن فِضَّةٍ  sözü hakiki manadadır. (Âşûr)

قَوَار۪يرَاۙ - اَكْوَابٍ - اٰنِيَةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

قَوَار۪يرَاۙ  kelimesinin sonundaki elif, fasılaya riayet için getirilmiş zaid harftir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunu daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Suyuti İtkan) Ar. Gör. Ömer Kara Yüzüncü Yıl Üniversitesi S.B.E. Dergisi sayı:1 Yıl:)

Onlara iyilere, içmek istedikleri zaman gümüşten kaplar ve billurdan kupalar dolaştırılır. Kupa, üst kısmı yuvarlak, kulpu ve emziği olmayan bir içme kabıdır. Çevirmeye ihtiyaç duyulmadan her tarafından kolayca içilebilir. Şu anda bu kap, Arap memleketlerinde kullanılmaktadır. Allah Teâlâ  önceki ayetlerde onların yiyeceklerini, giyeceklerini ve eğleşecekleri meskenleri nitelemişti. Burada da içeceklerini belirtti. İçmekte kullandıkları kapları da içeceklerinden önce zikretti. (Rûhu’l Beyân)