Mürselât Sûresi 39. Ayet

فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَك۪يدُونِ  ...

Eğer bir tuzağınız varsa, haydi bana tuzak kurun!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 كَانَ varsa ك و ن
3 لَكُمْ sizin
4 كَيْدٌ bir hileniz ك ي د
5 فَكِيدُونِ haydi bana hile yapın ك ي د
 

“Ayırım günü”nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, inananın inkâr edenden ayırt edileceği yargı günüdür. Allah o gün gerek Kur’an’ın hitap ettiği topluluğu ve sonraki nesilleri, gerekse Kur’an’ın inmesinden önce gelip geçmiş bütün insanları mahşerde toplayıp aralarında hükmünü verecektir (krş. Vâkıa 56/49-50). Bir yoruma göre “siz ve sizden öncekiler” ifadesiyle bilhassa Hz. Peygamber’in muhatapları olan Arap müşrikleriyle önceki dönemlerin inkârcıları kastedilmiştir. Âyetin özellikle tehdit ve uyarı amacı taşıdığı dikkate alındığında bu yorum daha isabetli görülebilir. Nitekim 39. âyet de bu yorumu desteklemektedir. Burada inkârcılara, “Bir planınız varsa haydi bana karşı uygulayın planınızı!” denilerek hak ettikleri cezadan kurtulma hususunda bir çareleri varsa onu kullanmaları istenir. Ancak bu istek, gerçekten onların bir çare bulmaları için değil, içine düşecekleri çaresizliği ortaya koymak içindir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 530-531
 
Riyazus Salihin, 112 Nolu Hadis
Saîd İbni Abdülazîz’in Rebîa İbni Yezîd’den; Rebîa’nın Ebû İdrîs el-Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh’den; Ebû Zer’in Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi. Müslim, Birr 55)
 

فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَك۪يدُونِ


Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ  cümesine matuftur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  كَيْدٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ك۪يدُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Merfu muzari fiillere, mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  ن  harfi getirilir.  ك۪يدُونِ  fiilinde olduğu gibi. Buna nun-u vikaye denilir

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek ve fasılaya riayet için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 
 

فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَك۪يدُونِ


Ayet atıf harfi  فَ  ile  هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ  cümlesine atfedilmiştir. Ayet şart üslubunda gelmiştir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لَكُمْ  car mecrur, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  كَيْدٌ nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

فَ  karînesiyle gelen  فَك۪يدُونِ  cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Emir üslubunda geldiği halde tehaddi ve korkutmak maksatlı olan cümle, vaz edildiği anlamdan çıktığı için lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ك۪يدُونِ  fiilinin sonundaki  نِ , vikayedir. Mütekellim zamiri fasılaya riayet için hazf edilmiştir. Esre, mef’ûl olan mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

Cümledeki fiillerin muzari sıygasında gelmesi, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap cümleleri arasında müşakele ve müzavece sanatları vardır.

كَيْدٌ - ك۪يدُونِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan)

ك۪يدُونِ - كَيْدٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Varsa (kurtuluş için) bir ‘numara’nız, onu sergileyin hemen Bana! ifadesi, Allah’ın dinine ve mensuplarına tuzak kurdukları için kafalarına kafalarına vurmakta, acizlik ve sefaletlerini tescillemektedir. (Keşşâf)

Buradaki emir onları aciz bırakmak, şartı ise onları azarlamak ve bu dünyadaki kötülüklerini hatırlatmak içindir. (Âşûr)

فَاِنْ كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَك۪يدُونِ  [Eğer bir tuzağınız varsa bana kurun.] dünyada müminlere tuzak kurdukları için onları azarlama ve acizliklerini açığa çıkarmadır. (Beyzâvî)