فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ
İnsanları âhiret hayatı konusunda uyarmak için gönderilen peygamberi yalanlayanların sonunun ne derece kötü olacağı bildirilerek bundan ibret alınması istenmiş; dolaylı olarak Hz. Peygamber teselli edilmiştir (kutsal vadi Tuvâ ve burada Allah’ın Mûsâ’ya seslenişi hakkında bilgi için bk. Kur’an Yolu, Tâhâ 20/11-12; Kasas 28/29-30). Hz. Mûsâ’nın Firavun’a gösterdiği en büyük mûcizeden maksat yılana dönüşen asasıdır. Müfessirler bu mûcizenin, Mûsâ’nın ışık saçan eli, denizin yarılması veya Mûsâ’ya verilen dokuz mûcizenin tamamı olabileceğini de söylemişlerdir (Şevkânî, V, 435; dokuz mûcize hakkında bk. A‘râf 7/107-108, 133-136; İsrâ 17/101). Buna rağmen Firavun inkâr ve isyandan vazgeçmediği gibi sihirbazları ve adamlarını toplayıp onlara “Ben sizin en yüce rabbinizim!” diyerek kendi tanrılığını ilân etmiştir (krş. Kasas 28/38).
Firavun’un, “Ben sizin en yüce rabbinizim” şeklindeki iddiası, insandaki makam ve mevki tutkusunun, benlik iddiasının nerelere kadar varabileceğini gösteren ibretlik bir sözdür. Gazzâlî, insanın bu tutku ve iddiasının sebeplerini ve mahiyetini benzersiz bir vukuf ve başarıyla işlerken özetle şöyle der: Firavun’a, “Ben sizin en büyük tanrınızım” dedirten motif aslında her insanın içinde saklıdır; fakat kimi bunu dışarı vurur, kimi de bazı sebeplerle içinde tutar veya bastırır. Firavun tipiyle uyuşan insanlardaki bu küstah iddia, her insanda bulunan yetkinlik, yükselme ve özgürleşme arzusu ve arayışının saptırılmış şeklidir. Oysa gerçek yetkinliğe, yükselme ve özgürleşmeye ancak ve ancak Allah’a yönelmek, O’nu tanımak (mârifet), buyruğuna ve rızâsına göre yaşamak, ilâhî ahlâk ile bezenmekle ulaşılabilir. Bunun dışındaki bütün benlik ve yetkinlik iddiaları tam tersine gerçekte bir sefalettir, düşüştür (İhyâ, III, 281-284). Mûsâ’nın davetine inkâr ve isyanla cevap veren Firavun’un durumu da bundan başka bir şey değildir. Bu yüzden insanları zulüm ile ezen Firavun’un yaptıkları karşılıksız kalmamış, hem dünyada hem de âhirette yüce Allah’ın azabına müstahak olduğu bildirilmiştir. Nitekim dünyada başkalarına da ibret olacak şekilde adamlarıyla birlikte denizde boğulmuştur (bk. Tâhâ 20/78).
“Allah da ona ibretlik dünya ve âhiret cezası verdi” diye çevirdiğimiz 25. âyete, “Allah da onu hem sonraki sözünden hem de önceki sözünden dolayı cezalandırdı” şeklinde de mâna verilmiştir (Kurtubî, XIX, 202). Önceki sözünden maksat “Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum” anlamındaki sözüdür (bk. Kasas 28/38); sonraki sözü ise “Ben sizin en yüce rabbinizim!” mânasına gelen sözüdür.
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰى ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. هَلْ ; Muzari fiile dâhil olursa mânâyı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dâhil olmaz.
لَكَ car mecruru mahzuf mübtedanın mukaddem haberine mütealliktir. Takdiri, رغبة أو سبيل (İstek veya yol) şeklindedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel اِلٰٓى harf-i ceriyle mukadder mübtedaya mütealliktir. Takdiri, ميل إلى أن تتزكّى (Temizlenmeye meyl) şeklindedir.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَزَكّٰى elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘ dir.
تَزَكّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi زكو ’dir. Aslı تتَزَكّٰىۙ şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ
Ayet atıf harfi فَ ile اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰى cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَكَ mahzuf mübtedanın mukaddem haberine mütealliktir. Takdiri, هَلْ لَكَ سبيلُ التزكية (Senin için bir arınma imkanı var mı?) şeklindedir.
اَنْ ve akabindeki تَزَكّٰى cümlesi, اِلٰٓى harf-i ceriyle birlikte masdar tevilinde mukadder mübtedaya mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَزَكّٰى fiili تَفَعَّلَ babındadır. Aslı تتزكّى şeklindedir. تَ harfi hazf edilmiştir. Sülâsîsi زكو ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
Hz. Musa Firavun ile karşılıklı konuşmasını ‘sunuş’ anlamı taşıyan soru sorma ile başlatmış -ki bu, kişinin kendi misafirine, “Bize konuk olmaya ne dersin?” demesine benzer- ve yumuşak sözle Firavun’u motive etmek ve aşırı kibrinden yumuşaklık mertebesine çekmek için hemen ardından (müteakip ayette yer alan) yumuşak sözü irat etmiştir. Nitekim o, [Ona yumuşak söz söyleyin!...] (TāHâ 20/44) ayetinde belirtildiği üzere bununla memur idi. (Keşşâf)