بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
İnsanları âhiret hayatı konusunda uyarmak için gönderilen peygamberi yalanlayanların sonunun ne derece kötü olacağı bildirilerek bundan ibret alınması istenmiş; dolaylı olarak Hz. Peygamber teselli edilmiştir (kutsal vadi Tuvâ ve burada Allah’ın Mûsâ’ya seslenişi hakkında bilgi için bk. Kur’an Yolu, Tâhâ 20/11-12; Kasas 28/29-30). Hz. Mûsâ’nın Firavun’a gösterdiği en büyük mûcizeden maksat yılana dönüşen asasıdır. Müfessirler bu mûcizenin, Mûsâ’nın ışık saçan eli, denizin yarılması veya Mûsâ’ya verilen dokuz mûcizenin tamamı olabileceğini de söylemişlerdir (Şevkânî, V, 435; dokuz mûcize hakkında bk. A‘râf 7/107-108, 133-136; İsrâ 17/101). Buna rağmen Firavun inkâr ve isyandan vazgeçmediği gibi sihirbazları ve adamlarını toplayıp onlara “Ben sizin en yüce rabbinizim!” diyerek kendi tanrılığını ilân etmiştir (krş. Kasas 28/38).
Firavun’un, “Ben sizin en yüce rabbinizim” şeklindeki iddiası, insandaki makam ve mevki tutkusunun, benlik iddiasının nerelere kadar varabileceğini gösteren ibretlik bir sözdür. Gazzâlî, insanın bu tutku ve iddiasının sebeplerini ve mahiyetini benzersiz bir vukuf ve başarıyla işlerken özetle şöyle der: Firavun’a, “Ben sizin en büyük tanrınızım” dedirten motif aslında her insanın içinde saklıdır; fakat kimi bunu dışarı vurur, kimi de bazı sebeplerle içinde tutar veya bastırır. Firavun tipiyle uyuşan insanlardaki bu küstah iddia, her insanda bulunan yetkinlik, yükselme ve özgürleşme arzusu ve arayışının saptırılmış şeklidir. Oysa gerçek yetkinliğe, yükselme ve özgürleşmeye ancak ve ancak Allah’a yönelmek, O’nu tanımak (mârifet), buyruğuna ve rızâsına göre yaşamak, ilâhî ahlâk ile bezenmekle ulaşılabilir. Bunun dışındaki bütün benlik ve yetkinlik iddiaları tam tersine gerçekte bir sefalettir, düşüştür (İhyâ, III, 281-284). Mûsâ’nın davetine inkâr ve isyanla cevap veren Firavun’un durumu da bundan başka bir şey değildir. Bu yüzden insanları zulüm ile ezen Firavun’un yaptıkları karşılıksız kalmamış, hem dünyada hem de âhirette yüce Allah’ın azabına müstahak olduğu bildirilmiştir. Nitekim dünyada başkalarına da ibret olacak şekilde adamlarıyla birlikte denizde boğulmuştur (bk. Tâhâ 20/78).
“Allah da ona ibretlik dünya ve âhiret cezası verdi” diye çevirdiğimiz 25. âyete, “Allah da onu hem sonraki sözünden hem de önceki sözünden dolayı cezalandırdı” şeklinde de mâna verilmiştir (Kurtubî, XIX, 202). Önceki sözünden maksat “Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum” anlamındaki sözüdür (bk. Kasas 28/38); sonraki sözü ise “Ben sizin en yüce rabbinizim!” mânasına gelen sözüdür.
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
هَلْ istifham harfidir. هَلْ ; Muzari fiile dâhil olursa mânâyı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
Fiil cümlesidir. اَتٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَد۪يثُ fail olup lafzen merfûdur.
مُوسٰىۢ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp muhatabın dikkat kesilmesini sağlamak amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan حَد۪يثُ مُوسٰىۢ , tazim kastıyla izafet formunda gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اَتٰي fiilinin حَد۪يثُ ’ya isnadı mecaz-ı aklîdir. Haber bir şahıs yerine konularak önemi vurgulanmıştır.
Cümlede müsned olan حَد۪يثُ مُوسٰىۢ , faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuf olarak izafetle gelmiş ve muzâfın tazimine işaret etmiştir.
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ [Musa’nın haberi sana geldi mi?] ayetinde teşvik üslubu vardır. Çünkü bundan maksat, kıssayı tanımaya teşviktir. (Safvetü’t Tefâsir)
[Sana Peygamberim Mûsa'nın haberi geldi mi?] onun haberi sana gelmedi mi ki, kavminin yalanlamasına karşılık seni teselli eder ve onları da tehdit ederdi; onlardan büyüğünün başına geldiğine göre bunlara da gelirdi. (Beyzâvî)
Bu ayet 13. ayet ile 27. ayet arasında itiraziyye olarak gelmiştir. (Âşûr)
Bu istifhamın manası şöyledir: Eğer Hazret-i Musa'nın kıssasından Peygamberimize ilk vahyedilen bu ise, bu istifham, bunu dikkatle dinlemesi için bir teşviktir. (Ebüssuûd)
اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ
اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ
اِذْ zaman zarfı önceki ayetteki حَد۪يثُ ‘e mütealliktir. نَادٰيهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَادٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَبُّهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْوَادِ car mecruru نَادٰيهُ ‘daki gaib zamirin mahzuf haline mütealliktir. الْمُقَدَّسِ kelimesi mahzuf ى üzere mukadder kesra ile mecrur وَادِ ‘nin sıfatıdır. Vasıldan dolayı iki sakinden biri hazf edilmiştir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طُوًى kelimesi وَادِ ‘den bedel veya atf-ı beyan olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَادٰيهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُقَدَّسِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ
اِذْ zaman zarfı önceki ayetteki حَد۪يثُ ’e mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Veciz ifade kastına matuf رَبُّهُ izafetinde, Hz. Musa'ya ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması ona tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِالْوَادِ car mecrur, نَادٰيهُ zamirinin haline mütealliktir. Hâlin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْمُقَدَّسِ kelimesi, الْوَادِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
طُوًى kelimesi ismi mekandır. (Âşûr)
طُوًى kelimesi الْوَادِ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin, tefsir ve izah maksadıyla, bir kelimenin bir başka kelimeyle açıklandığı ıtnâb sanatıdır.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması “bedel” ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekit etmektir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, Itnâb-îcâz)
الْمُقَدَّسِ , kutsal mübarek, temiz demektir, طُوًىۚ mukaddes vadinin ismidir. (Nesefî)
Rabbi ona şöyle hitap etmişti: Yani, Rabbi ona seslendiğinde vuku bulan haberi sana geldi mi? Tuvâ Vadisi’nin kutsal olarak isimlendirilmesi, mukaddes, temiz toprağın hudutları içinde bulunmasından ötürüdür. طُوًىۚ Medine ile Mısır arasında bir vadidir. طُوًىۚ kelimesi, الْوَادِ kelimesinin atf-ı beyanı olur. (Rûhu’l Beyân)اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ
Fiil cümlesidir. اِذْهَبْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اِلٰى فِرْعَوْنَ car mecruru اِذْهَبْ fiiline mütealliktir. فِرْعَوْنَ ism-i mecrur olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ طَغٰىۘ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
طَغٰى kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
طَغٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Musa (as)‘dır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنَّهُ طَغٰىۘ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan طَغٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّهُ طَغٰىۘ cümlesi اِذْهَبْ emri için taliliyye cümlesidir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet 16. ayetin açıklaması olarak gelmiştir. (Âşûr)
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰى ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. هَلْ ; Muzari fiile dâhil olursa mânâyı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dâhil olmaz.
لَكَ car mecruru mahzuf mübtedanın mukaddem haberine mütealliktir. Takdiri, رغبة أو سبيل (İstek veya yol) şeklindedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel اِلٰٓى harf-i ceriyle mukadder mübtedaya mütealliktir. Takdiri, ميل إلى أن تتزكّى (Temizlenmeye meyl) şeklindedir.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تَزَكّٰى elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘ dir.
تَزَكّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi زكو ’dir. Aslı تتَزَكّٰىۙ şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ
Ayet atıf harfi فَ ile اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰى cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَكَ mahzuf mübtedanın mukaddem haberine mütealliktir. Takdiri, هَلْ لَكَ سبيلُ التزكية (Senin için bir arınma imkanı var mı?) şeklindedir.
اَنْ ve akabindeki تَزَكّٰى cümlesi, اِلٰٓى harf-i ceriyle birlikte masdar tevilinde mukadder mübtedaya mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَزَكّٰى fiili تَفَعَّلَ babındadır. Aslı تتزكّى şeklindedir. تَ harfi hazf edilmiştir. Sülâsîsi زكو ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
Hz. Musa Firavun ile karşılıklı konuşmasını ‘sunuş’ anlamı taşıyan soru sorma ile başlatmış -ki bu, kişinin kendi misafirine, “Bize konuk olmaya ne dersin?” demesine benzer- ve yumuşak sözle Firavun’u motive etmek ve aşırı kibrinden yumuşaklık mertebesine çekmek için hemen ardından (müteakip ayette yer alan) yumuşak sözü irat etmiştir. Nitekim o, [Ona yumuşak söz söyleyin!...] (TāHâ 20/44) ayetinde belirtildiği üzere bununla memur idi. (Keşşâf)
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki تَزَكّٰىۙ ‘ya matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اَهْدِيَكَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى رَبِّكَ car mecruru اَهْدِيَكَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, إلى معرفة ربّك (Rabbinin mağfiretine) şeklindedir.
فَ ta’liliyyedir. تَخْشٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ
Ayet atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Allah Teâlâ’nın Hz. Musa’nın söylemesini istediği sözün devamıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبِّهِمْۚ izafetinde Rabb isminin Firavun’a ait zamire muzâf olmasında, Rabbinin onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak ve ünsiyet temin etme isteği vardır.
فَتَخْشٰىۚ cümlesinde فَ , ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri, ıtnâb sanatı babındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetteki muzari fiiller, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Sana Rabbine, Allah’ı bilmeye giden yolu göstereyim ve seni O Allah hakkında uyarayım da O’nu tanıyasın ve böylece saygılı olasın.] Çünkü saygılı olma ancak tanımakla olur. Nitekim [Kulları içinde, Allah’a karşı ancak bilginler -yani O’nu bilenler- saygılı olur.] (Fâtır 35/28) buyurmuştur. Hz. Musa’nın haşyeti zikretmesi onun işin esası olması sebebiyledir. Kim Allah’a karşı saygılı olursa ondan her hayır beklenir. Kim de (aldırmaz, ilâhi azaptan) emin olursa her kötülüğe cüret eder. (Keşşâf)
فَتَخْشٰىۚ ibaresinde tefri sanatı vardır. وَاَهْدِيَكَ den sonra gelmesi, Allah korkusunun ancak bilgiyle sağlanabileceğinin göstergesidir. (Âşûr)
Burada korkmak (haşyet), hidayetin gayesi kılınmış, çünkü bu işin temel dayanağı korkmaktır. Zira Allah'tan korkan kimse, her hayrı işler; kendini emniyette bilen kimse ise, her şerre cüret eder. (Ebüssuûd)
Hz. Musa'ya, arz anlamında olan istifham şeklinde Firavun'a hitap etmesi emredilmiştir ki, nezaket ve idare ile, onu azgınlığından vazgeçirebilsin. Bu kelam, ["Sonra ikiniz, ona yumuşak söyleyin, umulur ki, öğüt alır veya korkar."] ayetinin bir nevi açıklamasıdır. (Ebüssuûd)
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ
Ayet atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فذهب إلى فرعون فأراه (Firavun’a git ve ona göster.) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. اَرٰيهُ elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْاٰيَةَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْـكُبْرٰىۘ kelimesi الْاٰيَةَ ‘in sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرٰيهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رأي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ
فَ , fâsihadır, gizli olan cümleleri açıklar. Ayet, takdiri, فذهب إلى فرعون (Firavun’a git…) olan mukadder istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الْاٰيَةَ kelimesi, اَرٰي fiilinin ikinci mef’ûludur. الْـكُبْرٰىۘ kelimesi, الْاٰيَةَ ’nin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
الْاٰيَةَ için sıfat olan الْـكُبْرٰىۘ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Yani; Musa, Allah'ın emriyle gitti ve Firavun'u tevhid ve taate çağırdı. O da ondan, davetindeki doğruluğa delalet eden mucize istedi. Büyük mucizeden murad, asanın yılana dönüşmesi; küçük mucize ise, geriye kalan başka mucizelerdir. (Rûhu’l Beyân)
Bu mucize asanın yılana dönüşmesi idi; çünkü ilk sunulan ve asıl olan oydu. Diğeri (beyaz el) ona tabi gibiydi; çünkü Musa elindeki asadan çekiniyordu. İşte bu yüzden ona [Elini koynuna sok!] (Kasas 28/32) denmişti. Yahut Allah her ikisini (yılan ve beyaz el) birlikte kastetmişse de ikincisi birincisine tabi olması sebebiyle birincisinin cinsindenmiş gibi ikisini bir tek şey kılmıştır. (Keşşâf)
Burada göstermek, ya göze göstermektir yahut tariftir. Zira Firavun, o mucizeyi görünce onun gerçek olduğunu anladı. Onun sihir olduğunu iddia etmesi, gerçek dışı olan bir gösterme gayreti ve celadetini izhar etmek içindi. (Ebüssuûd)
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki اَرٰيهُ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَصٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
عَصٰىۘ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Aynı üslupta gelen عَصٰىۘ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
عَصٰىۘ ve كَذَّبَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَذَّبَ fiili تفعيل babında gelerek fiilde ve mef’ûlde kesret ifade etmiştir.
Musa (as)’ı ve o büyük mucizeyi [yalanlayıp] Musa (as)’ı sihirbaz, mucizeyi de sihir diye isimlendirdi ve durumun sağlıklı oluşunu ve itaatin kendisine gerekli olduğunu bildikten sonra Allah Teâlâ’ya karşı geldi. (Keşşâf)
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. اَدْبَرَ atıf harfi ثُمَّ ile كَذَّبَ ‘ye matuftur.
Fiil cümlesidir. اَدْبَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يَسْعٰىۘ fiili اَدْبَرَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْعٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَدْبَرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دبر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ
Ayet atıf harfi ثُمَّ ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. ثُمَّ atıf harfi, hem zaman açısından hem de rütbe (Bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
يَسْعٰىۘ cümlesi اَدْبَرَ fiilinin failinden halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَسْعٰىۘ kelimesi hakikatte şiddetli koşmak anlamındadır. Burada Musa'nın sözlerini dinlememeyi insanlara emretmede hırslı ve gayretli olmak anlamında müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Sonra arkasını döndü taata sırt çevirdi koşarak onun işini bozmak için koşarak ya da yılanın korkunçluğunu görünce süratle yürüdü. (Beyzâvî)
Sonra hızla arkasını döndü; yani (asanın dönüştüğü) yılanı görünce korkuya kapılarak hızla arkasını dönüp koştu. Hasan-ı Basrî Firavun’un çok ince; hafif bir adam olduğunu söylemiştir. Yahut koşarak ve hilebazlığında alabildiğine gayret sergileyerek, Musa’ya arkasını dönüp gitti. Yahut “(sonra) hızla yönelip geldi.” anlamı kastedilmiştir. (Keşşâf)
فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ
فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki اَدْبَرَ ‘ye matuftur.
Fiil cümlesidir. حَشَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. نَادٰى atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
نَادٰى elif üzere mukadder damme ile merfû mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
نَادٰىۘ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Aynı üslupta gelen فَنَادٰى cümlesi, atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَادٰى fiili, mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak,teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi manalar katar.
حَشَرَ ve نَادٰىۘ fiillerinin mef’ûlleri hazf edilmiştir. Mef’ûllerin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.
حَشَرَ fiilinin mefulü çok açık olduğu için hazf edilmiştir. Çünkü toplanan insanlar onun şehrinin her türlü insanından oluşmaktadır. (Âşûr)
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki نَادٰى ‘ya matuftur.
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli, اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰى ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. رَبُّكُمُ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَعْلٰى kelimesi رَبُّ ‘un sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَعْلٰى maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقالَ أنا رَبُّكُمُ الأعْلى cümlesi başındaki فَ harfiyle birlikte önceki ayetteki فَنَادٰىۘ cümlesinin bedeli mutabıkı olarak gelmiştir. Çünkü bedel mübdelün minhi tekid amaçlı gelir ve araya başka bir kelimenin girmemesi gerekir. (Âşûr)
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ
Ayet, فَ atıf harfiyle önceki ayetteki فَنَادٰىۘ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l kavl cümlesi olan اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ , mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنَا۬ mübtedadır. رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ haberdir.
رَبُّ için sıfat olan الْاَعْلٰىۘ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Firavun’un kendisini رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ şeklinde nitelendirmesi kibrinin büyüklüğünün göstergesidir.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Söylendiğine göre; Firavun bu vahim sözü insanların arasında bir hatip olarak dikilip söylemişti. İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Firavun’un (bundan önceki) ilk sözü: [Ben sizin için kendimden başka tanrı bilmiyorum!] (Kasas 28/38), sonuncu sözü ise [Sizin en yüce efendiniz benim!] ifadesidir. (Keşşâf)
فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ
فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki قَالَ ‘ye matuftur.
Fiil cümlesidir. اَخَذَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
نَكَالَ masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاُو۫لٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْاُو۫لٰى maksur isimdir.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ
Ayet, فَ atıf harfiyle önceki ayetteki فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması korku ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
نَكَالَ , mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib masdardır.
الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ ‘ye muzâf olmuştur.
Tezat nedeniyle birbirine atfedilmiş الْاٰخِرَةِ ve الْاُو۫لٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
نَكَالَ (ibretlik azap) lafzı bir pekiştirme mastarıdır. Tıpkı وَعۡدَ ٱللَّهِۖ [Allah (onlara zafer konusunda) bir vaatte bulunmuştur.] (Rum 30/6) Buna göre adeta نَكَّل الله به نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰى (Allah da ahiretin ve dünyanın ibretlik azabıyla onu azaba uğrattı.) denmiş olmaktadır. نَكَالَ , tenkil anlamındadır; yani ibretlik ceza, ibretlik cezaya çarptırmak anlamındadır. Tıpkı selamın selamlamak anlamında olması ve selamın teslim anlamına gelmesi gibi; yani dünyada sulara gark etme, ahirette de ateşte yakma ile [onu yakalayıverdi]!.. İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, (bu rüsva edici azap) Firavun’un [Sizin en yüce efendiniz benim!] şeklindeki son sözüyle, [Ben sizin için kendimden başka tanrı bilmiyorum!] (Kasas 28/38) şeklindeki ilk sözünün ibretlik azabıdır. Bu iki söz arasında kırk yıl geçtiği de yirmi yıl geçtiği de söylenmiştir. (Keşşâf)اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
عِبْرَةً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar mübtedası olup lafzen mansubdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle عِبْرَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَخْشٰى ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَخْشٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟
Ta’liliyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ذٰلِكَ ile işaret edilmesi önemini vurgulamak ve dikkat çekmek içindir.
Firavunun azabına dikkat çekmek ve uyarmak kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. ذٰلِكَ ile azaba işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde de istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
عِبْرَةً ’deki tenvin tazim ve teşrif ifade eder.
ذَ ٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً ibaresinde اِنَّ ‘nin haberinin lam-ı ibtidaiyye ile tekid edilmesinin sebebi: Kıssanın anlatıldığı dinleyicileri, içerdiği nasihatleri dikkate almadıkları ve onlardan ders almadıkları için, kıssanın içerdiği nasihatleri inkar eden biri menzilesine konmasıdır. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harfiyle birlikte عِبْرَةً ‘e mütealliktir. Sılası olan يَخْشٰى cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin dikkatleri, yeri ve göğü ile evrene çevrilerek, böylesine geniş ve kompleks olan, düzenli ve uyumlu işleyen varlıklar dünyasını yaratan kudretin insanları da öldükten sonra tekrar diriltebileceğine işaret edilmiştir. Başka bir âyette göklerin ve yerin yaratılmasının insanların yaratılmasından daha büyük bir olay olduğu açıkça ifade buyurulmuştur (Mü’min 40/57). Allah’ın gökleri direksiz yaratması (bk. Ra‘d 13/2), geceyi zifiri karanlık, gündüzü ise aydınlık kılması (Bakara 2/164; Nebe’ 78/10-11), yeryüzünü üzerinde yaşanacak bir şekilde yaratıp gerek insanların gerekse hayvanların beslenmesi için her türlü nimetlerle donatması O’nun sonsuz kudretini ve öldükten sonra insanları diriltebileceğini gösteren çok sayıdaki kanıtlardan bazılarıdır.
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠
Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ haber olup lafzen merfûdur. خَلْقاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمِ atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
السَّمَٓاءُ atıf harfi اَمِ ile mübteda اَنْتُمْ ‘e matuftur. بَنٰيهَا۠ fiili السَّمَٓاءُ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur.
بَنٰيهَا۠ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هَا۠ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَشَدُّ ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hemze takrirî istifham harfidir. Takrîr; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr(itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle vaz edildiği soru anlamından çıkarak ikrar ve tevbih anlamı kazandığı için mecazı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca cümlede, kelamcıların usûlünce kesin aklî delîllerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelâmî sanatı vardır.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla bu cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
اَنْتُمْ mübteda, اَشَدُّ haber, خَلْقاً temyizdir.
اَشَدُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
السَّمَٓاءُۜ kelimesi, hemzenin muadili olan atıf harfi اَمِ ile اَنْتُمْ ’e atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezayüftür.
السَّمَٓاءُۜ kelimesindeki tarif cins içindir. Gökler demektir. (Âşûr)
Cümlede ihtibak sanatı vardır. ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً dedikten sonra sadece السَّمَٓاءُۜ lafzıyla yetinilmiş اَشَدُّ خَلْقاً , önceki sözden anlaşıldığı için hazfedilmiştir.
İhtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
14. ayette فَإذا هم بِالسّاهِرَةِ diye gaybtan bahsedilirken bu ayette muhataba geçilerek iltifat yapılmıştır. (Âşûr)
بَنٰيهَا۠ cümlesi, beyanî istînaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Bu hitap, kendi iddialarına göre pek zor bir şey olduğuna binaen tekrar diriltilmeyi inkâr eden Mekke müşrikleri için olup onları tahkir ve ilzam etmektedir. 13. ayetteki, [O diriltme, korkunç bir sesten ibaret olacak.] sözünde Allah'ın kudretine göre bunun pek kolay olduğu beyan edilmişti. (Ebüssuûd)
بِناءُ السَّماءِ (Göğün bina edilmesi) ile maksat yaratılmasıdır. البِناءِ (kurmak) fiiliyle yükseklik açısından evlere benzetilerek istiare yapılmıştır. (Âşûr)
Burada da, göklerin nasıl yaratıldığı açıklanmakta ve onların nasıl bina edildikleri beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ
Fiil cümlesidir. رَفَعَ fetha ile mebni mazi fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَمْكَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوّٰيهَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هَاۙ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
رَفَعَ سَمْكَهَا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
سَمْكَهَا mef’ûlün bihtir. فَ atıf harfiyle رَفَعَ fiiline atfedilmiştir.
Aynı üslupta gelen فَسَوّٰيهَاۙ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فَسَوّٰيهَاۙ kelimesindeki فَ harfi takip içindir. (Âşûr)
Onu düzenlemiştir. Onu hiçbir uyumsuzluk ve çatlak barındırmayacak şekilde, dümdüz ve pürüzsüz olarak ölçülü kılmıştır. Yahut onu, ne ile kemale eriyorsa o şekilde bildiği gibi tamamlamış ve elverişli kılmıştır. Bu (tesviye), سَوّٰي فُلانٍ أمر فُلانٍ (Falanca falancanın işini düzene koydu.) sözünden gelmektedir. (Keşşâf)
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la رَفَعَ ‘ya matuftur. Fiil cümlesidir. اَغْطَشَ fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لَيْلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَخْرَجَ atıf harfi وَ ‘la رَفَعَ ‘ya matuftur.
ضُحٰيهَا mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَغْطَشَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غطش ’dir.
اَخْرَجَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ
Ayetin ilk cümlesi olan وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا , atıf harfi وَ ile önceki ayetteki رَفَعَ سَمْكَهَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
وأغْطَشَ لَيْلَها cümlesi 28. ayetteki رَفَعَ سَمْكَها cümlesine değil, 27. ayetteki بَناها cümlesine matuftur. Çünkü geceyi karartmak ve ışığı çıkartmak البِناءُ (kurmak) ile açıklanan şey değildir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اَغْطَشَ - ضُحٰيهَاۖ ve ضُحٰيهَاۖ - لَيْلَهَا gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَغْطَشَ ve لَيْلَهَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
افعال babındaki اَغْطَشَ ve اَخْرَجَ fiilleri arasında muvazene sanatı vardır.
[Gündüzünü ağartmıştır.] O göğün güneşinin ışığını bariz kılmıştır. Nitekim [Yemin ederim güneşe ve en parlak haline!] (Şems 91/1) ayeti de buna delalet etmekte olup ضُحٰيهَاۖ ile Allah “Onun ışığına andolsun!” demeyi kastetmektedir. Arapların; ضُحٰي (kuşluk) vakti sözü, güneşin parıldayıp, gücünün kıvama erdiği vakit için söylenir. Ayette, gece ve güneşin göğe nispet edilmesi, gecenin göğün gölgesi, güneşin ise (ışığıyla) göğün boşluğunu delen bir kandil olması sebebiyledir. (Keşşâf)
إخْراجُ الضُّحى (Işığın çıkartılması): Işığın nurunu vurgulamaktır. Çıkartmak aslında içinde bulunduğu bir yerden olur. Ortaya çıkarmak manasında yaygın olarak kullanılan bir istiaredir. (Âşûr)
Gündüz, kuşluk olarak ifade edilmiş; çünkü kuşluk vakti, günün en şerefli ve en hoş vaktidir. Bundan dolayı minnet makamında onun zikredilmesi, daha haklı olur. Zaten gecenin, önce zikredilmesinin sırrı da budur. Zira karanlıktan sonra aydınlığın verilmesi, daha tam ve mükemmel bir nimet ve ihsan olur.
Gece ve gündüz, göğe izafe edilmiş çünkü onların oluşmalarının dönüşümü, gökteki hareketlere bağlıdır. (Ebüssuûd)
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. الْاَرْضَ iştigal üzere mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, دَحٰي (Döşedi) şeklindedir. Sonrasındaki دَحٰيهَا fiili onu tefsir eder.
Mef’ûl fiilden önce gelir ve fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştigal denir. (M.Meral Çörtü, Nahiv, s.282)
بَعْدَ zaman zarfı mahzuf دَحٰي ‘ya mütealliktir. İşaret ismi ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
دَحٰيهَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْاَرْضَ , takdiri دَحٰي olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْدَ zaman zarfı, mahzuf fiil دَحٰي ’ya mütealliktir. ذٰلِكَ ism-i işareti, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun önemini belirtmiştir. İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ve bu ayette tazim ifade eden ذٰلِكَ ile gece ve gündüzün yaratılışına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
دَحٰيهَاۜ cümlesi tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki mazi fiiller temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ
Fiil cümlesidir. اَخْرَجَ fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهَا car mecruru اَخْرَجَ fiiline mütealliktir.
مَٓاءَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَرْعٰيهَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَخْرَجَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَخْرَجَ fiiline müteallik olan car mecrur مِنْهَا , ihtimam için, mef’ûl olan مَٓاءَهَا ‘ya takdim edilmiştir.
مَرْعٰيهَاۖ temâsül nedeniyle مَٓاءَهَا ’ya atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠ - رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ [Göğü Allah bina etti. Onun boyunu yükseltti.] ve
[Onu kusursuz işleyen bir sisteme bağladı.] ayetleri ile وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ - اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ [Ondan sonra da yerküreyi döşedi ve onun, hayvanlarınız ve kendiniz için bir faydalanma olmak üzere yerden suyunu ve otlağını çıkardı.] ayetleri arasında mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ [Yerden, suyunu ve otlağını çıkarttı.] ayetinde istiare-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, insanların yemesini hayvanların otlamasına benzetti. İnsanların ve hayvanların bitkilerden yemesi alakasıyla, otlamak insanlar için müstear olarak kullanıldı. Burada güzel bir istiare vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Şayet اَخْرَجَ ‘nin başına atıf edatı getirilmeli değil miydi?” dersen şöyle derim: Bu konuda iki farklı yorum vardır:
1) Arzı yaymıştır. ifadesi, (Onu yayıp, yerleşime uygun biçimde döşeyivermiştir.) demektir. Sonra bu döşeme işini Arz’ın yerleşime imkan vermesi hususunda mutlaka gerekli olan şeyle tefsir etmektedir ki o da yeme-içme işini düzenleme, su ve otlağın çıkarılması, yerin ve üzerindekilerin rahatça yerleşebilmesi için dağların kazık misali çakılıp perçinlenmesi sayesinde yerin üzerinde oturabilme imkanıdır.
2) Öncesine bir قدْ edatı takdir ederek اَخْرَجَ ’nin hâl olmasıdır. (Keşşâf)
Bu ayet-i kerîme arzın insanlar ve hayvanlar için yetiştirdiği her türlü azığa ve yiyeceğe delalet eder. Ot, ağaç, odun, giyecek, ateş, su vs (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ضُحٰيهَاۖ - دَحٰيهَاۜ - مَرْعٰيهَاۖ - اَرْسٰيهَاۙ gibi âyet sonlarında, son harflerin uygunluğu vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardan olup buna "seci" denir. (Safvetü’t Tefâsir)وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ
وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 30. ayetteki الْاَرْضَ ‘ya matuftur. الْجِبَالَ iştigal üzere mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, اَرْسٰي (Yerleştirdi) şeklindedir. Sonrasındaki اَرْسٰيهَاۙ fiili onu tefsir eder.
اَرْسٰيهَاۙ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَرْسٰيهَاۙ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ
Ayet, atıf harfi وَ ile 30. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. الْجِبَالَ , takdiri اَرْسٰي (Yerleştirdi) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَرْسٰيهَاۙ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki mazi fiiller temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu kelam, bir hakkı tahkik etmekte ve Kuran'ın birçok yerlerinde dağlara nispet edilen bu sabit kılma vasfı, aslında bizatihi dağlara ait olmayıp Allah'ın kudretine bağlı olduğuna ve ilâhi kudret olmasa, değil yeri sabit kılmaları, kendileri bile sabit kalmayacaklarına dikkat çekmektedir.
Dağların sabit kılmaları, vücut olarak daha önce olduğu ve yerin döşenmesiyle ilgisi daha kuvvetli olduğu halde, suyun ve otların yerden çıkarılmalarının önce zikredilmesi, yiyecek ve içeceğe son derece önem verildiğini göstermek içindir. (Ebüssuûd)
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ
مَتَاعاً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile masubdur. Takdiri, متّعكم بذلك متاعا (Bununla sizi metalandırdı.) şeklindedir. لَكُمْ car mecruru مَتَاعاً ‘a mütealliktir.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِاَنْعَامِكُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ
Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَتَاعاً , takdiri متّعكم بذلك (Sizi faydalandırdı..) olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَكُمْ ve لِاَنْعَامِكُمْۜ car mecrurları masdar veznindeki مَتَاعاً ‘a mütealliktir. لَكُمْ car mecruru مَتَاعاً ’a mütealliktir. لِاَنْعَامِكُمْۜ car mecruru لَكُمْ ‘e matuftur.
Ve bunu “siz ve hayvanlarınız için bir meta” geçimlik kılma yapmıştır; çünkü (tüm nimetlerin) bolca döşenmesinin menfaati insanlara ve hayvanlarına ulaşmaktadır. (Keşşâf)
لَكُمْ ve لِاَنْعَامِكُمْۜ kelimelerindeki lam harfi lam-ı takviyedir. (Âşûr)
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ
Arap dilinde “dayanılamayacak kadar ağır ve başka musibetleri bastıracak ölçüde büyük musibet” anlamına gelen tâmme kelimesi burada kıyameti ifade eder. Kıyametin dehşeti insanlara diğer sıkıntıları unutturacak kadar ağır olduğu için ona bu isim verilmiştir (Şevkânî, V, 439). O gün insanlara dünyada yaptıkları iyilikler de kötülükler de gösterilir; o zaman yapıp da unuttuklarını hatırlar ve itiraf ederler. “Cehennem” diye çevirdiğimiz cahîm kelimesi sözlükte “derin çukurda yakılmış büyük ateş” anlamına gelir (İbn Âşûr, XXX, 91).
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الطَّٓامَّةُ fail olup lafzen merfûdur. الْكُبْرٰىۘ kelimesi الطَّٓامَّةُ ‘in sıfatı olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, يبعث الناس (İnsanları diriltir.) şeklindedir.
الْكُبْرٰىۘ ism-i tafdildir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الطَّٓامَّةُ kelimesi, sülâsi mücerredi طمم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ
فَ , istînâfiyyedir. Şart üslûbunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
المَجِيءُ (Gelmek) ifadesi burada meydana gelmek ve vuku bulmaktan mecâzdır. Çünkü ileri bir tarihe ertelenen geçici bir şey, bir hedefe yürüyen insana benzer. (Âşûr)
Takdiri يبعث الناس (İnsanlar yeniden diriltilir) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
الطَّٓامَّةُ için sıfat olan الْكُبْرٰىۘ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Burada إنْ değil اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Bastıran felaket yani tüm belaları bastıran; üste çıkıp galip gelen bela. Arapların جري الوادي فطمَّ على القرى (Vadi akıp köyleri altına aldı.) şeklinde bir deyimleri vardır. Bu felaket, kıyamettir; zira tüm korkuları bastırmakta, hepsinin fevkine çıkmaktadır. Bunun sûra ikinci üfürüş olduğu veya cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenneme sevk edileceği saat olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ
يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, يحاسب (Hesaba çekilir.) şeklindedir. يَتَذَكَّرُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَذَكَّرُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاِنْسَانُ fail olup lafzen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel amili يَتَذَكَّرُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَعٰىۙ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَتَذَكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ
Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri يحاسب (Hesaba çekilir) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi مَا ve akabindeki سَعٰىۙ cümlesi, masdar teviliyle يَتَذَكَّرُ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
يَتَذَكَّرُ fiili, tefa’ûl babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
‘’Düşündüğü gün’’ ifadesi ‘’Bastıran felaket geldiğinde’’ ifadesinden bedeldir; yani insan, amellerinin kendi amel defterinde tafsilatlı şekilde toplandığını gördüğü vakit, daha önce onları unutmuş iken bir bir hatırlamaya başlar. Tıpkı [Kendileri unutmuş olsa da Allah, onu bir bir kaydetmişti!] (Mücâdele 58/6) ayetindeki gibi. (Keşşâf)
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى
Ayet, atıf harfi وَ ‘la يَتَذَكَّرُ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. بُرِّزَتِ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْجَح۪يمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle بُرِّزَتِ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَرٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
يَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بُرِّزَتِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi برز ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى
Ayet, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki … يَتَذَكَّرُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الْجَح۪يمُ kelimesi بُرِّزَتِ fiilinin naib-i failidir.
بُرِّزَتِ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kur’ân’da tehdit ifade eden fiiller genellikle meçhul sıygada gelir.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Başındaki harfle birlikte بُرِّزَتِ fiiline müteallik, mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَرٰى cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Görebilen herkese, tüm görenlere demektir; yani her bir kimseye açıkça aşikar olarak gösterilmektedir. Ebû Nuheyk (sülâsîden) ve َبرَزَتْ (ortaya konmaktadır) şeklinde okumuştur; yani o cehennem apaçık, ayan beyan bir şekilde tamamen açığa çıkarılarak, mahşer halkının tümü onu görecektir. (Keşşâf)فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَمَّا | artık |
|
2 | مَنْ | kim |
|
3 | طَغَىٰ | azmışsa |
|
Bu birkaç kısa âyette âhiretteki büyük kaybı veya büyük kurtuluşu hazırlayan olumsuz ve olumlu tutumların çok veciz bir özeti yapılmıştır. “Azgınlık” diye çevirdiğimiz “tuğyân” kavramı Tûr sûresinde (52/33) “akıllı ve ağırbaşlı düşünüp davranma” mânasındaki “hilm”in karşıtı olarak kullanılır; bu da Câhiliye insanının işin önünü sonunu hesap etmeyen, fevrî, bilinçsiz, inatçı ve inkârcı tutumunu ifade eder. Böyleleri genellikle anlık yaşadıkları için fâni dünyanın ötesine bakmazlar. İşte 39. âyette bunların kötü âkıbeti hatırlatılmaktadır. Bu kümenin son iki âyetinde ise, Allah’ın huzurunda dünyada yaşadığı hayatın hesabını vereceğini düşünerek geçici heveslerini bir yana bırakıp sorumlu bir hayat geçirenlerin büyük ödüle ve kurtuluşa kavuşacakları müjdelenmektedir.
فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ
فَ atıf harfi, tefri’iyyedir. اَمَّا tafsil ve şart harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
İsim cümlesidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası طَغٰىۙ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Mübteda olan مَنْ ‘in haberi mahzuftur. Takdiri, عذّب (Azap eder.) şeklindedir.
طَغٰىۙ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ
فَ , istînâfiyye, اَمَّا tafsil manasında şart harfidir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi şarttır. Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in haberi ve şartın cevabı 39. ayette gelmiştir. Haberin ve cevap cümlesinin mukadder olmasına da cevaz vardır.
İsm-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan طَغٰىۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki فَ harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında فَ harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)
فَاَمَّا kelimesi, اِذَا ’nın cevabı olup [O bastıran felaket geldiğinde durum böyle olacaktır;] yani o cayır cayır yanan ateş onun sığınağı olacaktır! manasındadır. (Keşşâf)وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ
وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. اٰثَرَ fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْحَيٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّنْيَاۙ kelimesi الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰثَرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أثر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ
Ayet, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki طَغٰىۙ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الْحَيٰوةَ için sıfat olan الدُّنْيَا , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ
فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ
فَ ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْجَح۪يمَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olarak lafzen mansubdur.
هِيَ fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَأْوٰى kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ
37. ayetteki mahzuf haber için ta’liliyye olarak gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Ayetin 37. ayetteki şart cümlesinin cevabı ve مَنْ ’in haberi de olması caizdir.
اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. الْجَح۪يمَ tekid harfi اِنَّ ‘nin ismi, الْمَأْوٰىۜ , haberidir. هِيَ fasıl zamiridir.
Müsned olan الْمَأْوٰىۜ ‘nın marife gelişi, sahip olduğu özelliğin kemâline işaret eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
الْمَأْوٰىۜ 'daki lâm-ı tarif izafetten bedel değildir. Ne var ki azgının, o sığınağın sahibi olduğu ve örnekteki adamın kendisinden başkasının gözünü yumamayacağını bilindiği için izafet terk edilmiştir; الْمَأْوٰىۜ lafzının başına lam-ı tarif gelmesi marifelik kazandırmak içindir; çünkü bilinen, tanınan şeydir. هِيَ zamiri ise ya اِنَّ 'nin ismiyle haberi arasına girmiş olan fasıl zamiridir ya da mübtedadır. (Keşşâf)وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ
وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la اَمَّا مَنْ طَغٰىۙ cümlesine matuftur. اَمَّا tafsil ve şart harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)
İsim cümlesidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَافَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Mübteda مَنْ ‘nin haberi mahzuftur. Takdiri, دخل الجنة (Cennete girdi) şeklindedir.
خَافَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَقَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَهَى atıf harfi وَ ‘la خَافَ ‘ye matuftur.
نَهَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. النَّفْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَنِ الْهَوٰى car mecruru نَهَى fiiline mütealliktir.
وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ
Tezad sebebiyle 37. ayetteki مَنْ طَغٰىۙ cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir.
اَمَّا tafsil ve şart harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübteda olan ism-i mevsûlun sılası خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İrabdan mahalli yoktur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri , دخل الجنة (Cennete girdi) şeklindedir.
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî “ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
خَافَ fiilinin mef’ûlü olan مَقَامَ رَبِّه۪ izafetinde inanan kişiye ait zamirin Rab ismine muzafun ileyh olmasıyla o kişi, yine Rabb ismine muzâf olan مَقَامَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ cümlesi sılaya matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ [Azan ve dünya hayatını ahirete tercih edene gelince…] ayetleri ile, وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ [Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzak tutana gelince…] ayetleri arasında mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
مَن خافَ مَقامَ رَبِّهِ sözü مَن طَغى sözünün mukabilidir. Çünkü korku (الخَوْفَ) azgınlığın (الطُّغْيانِ) zıddıdır. ونَهى النَّفْسَ عَنِ الهَوى sözü de وآثَرَ الحَياةَ الدُّنْيا sözünün mukabilidir. (Âşûr)
الهَوى ile kastedilen nefsin arzuladığı şeylerdir. Mefûl manasında gelmiş bir masdardır. Nefsin şehevi ve öfke kuvvelerinin arzuladığı şey olup hakka aykırı ve tam bir fayda sağlayan şeylerdir. (Âşur)
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ
فَ ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْجَنَّةَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
هِيَ fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَأْوٰى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ
Önceki ayetteki mahzuf haber için ta’liliyye olarak gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Ayetin şart cümlesinin cevabı ve مَنْ ’in haberi olması da caizdir.
اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. الْجَنَّةَ tekid harfi اِنَّ ‘nin ismi, الْمَأْوٰىۜ , haberidir. هِيَ fasıl zamiridir.
Müsned olan الْمَأْوٰىۜ ‘nın marife gelişi, sahip olduğu özelliğin kemâline işaret eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Allah'tan korkma, insanın heva-u hevesini def etmeye yardımcı bir sebep olduğu için, Hak Teâlâ, sebebi neticeden önce zikretmiştir. Ayetteki o iki sıfata, bütün kötülükler girdiği gibi, buradaki bu iki sıfat bütün taat ve güzel şeyleri içine alır. (Fahreddin er-Râzî)يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ
Müşrikler kıyamet ve âhirete inanmadıkları için her fırsatta Hz. Peygamber’e kıyametin ne zaman kopacağını sorarak onu zor duruma düşürmeye çalışıyor, hatta nasıl olsa böyle bir şeyin imkânsız olduğunu düşündükleri için alay olsun diye kıyametin çabucak gelmesini ister görünüyorlardı. Hz. Peygamber ise onların iman etmelerine vesile olur ümidiyle, “Keşke sorularına cevap vermek mümkün olsaydı!” diye temennide bulunuyordu. Yüce Allah, “Sen onun hakkında ne söyleyebilirsin ki!”meâlindeki âyetle onun bu konuda bilgi edinme imkânının bulunmadığını, bu bilginin yalnız kendi zâtına ait olduğunu (krş. Lokmân 31/34), Hz. Peygamber’in görevinin, kıyametin ne zaman kopacağını bildirmek değil, kıyametin bir gün mutlaka geleceğine dikkat çekmek, buna inanıp âhiret kaygısı taşıyanları uyarmak ve o güne hazırlık yapmalarını teşvik etmek olduğunu vurgulamıştır.
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ
Fiil cümlesidir. يَسْـَٔلُونَكَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنِ السَّاعَةِ car mecruru يَسْـَٔلُونَ fiiline mütealliktir.
اَيَّانَ istifham ismi, zaman zarfı olarak mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مُرْسٰيهَا muahhar mübteda olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هَاۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُرْسٰيهَا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَيَّانَ مُرْسٰيهَا cümlesi, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. İstifham ismi اَيَّانَ , zaman zarfı olarak mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُرْسٰيهَاۜ , muahhar mübtedadır.
İstifham harf ve isimlerinin sadaret hakkı (lafzın, sözün başında gelme özelliğine sahip olması) vardır.
اَيَّانَ مُرْسٰيهَا cümlesi istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, mütekellimin amacının alay etme olması sebebiyle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
السَّاعَةِ kelimesi bu ayette kıyamet gününden kinayedir. السَّاعَةِ kelimesi Kur’an-ı Kerim’de belli bir zaman dilimini belirten sözlük anlamı yanında, sık sık kıyametin kopacağı vakti ifade etmek üzere de kullanılmaktadır.
اَيَّانَ azamet ve vehameti gerektiren yerler dışında kullanılmaz. Bu ayette olduğu gibi kıyamet ve yeniden diriltilme gibi hep azamet ve vehamet içeren konular için kullanılmıştır. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)
مُرْسٰيهَاۜ kelimesi إرساءُها anlamında olup “ne zaman kurulacağını” demektir; Allah’ın kıyameti ne zaman kuracağını, gerçekleştirip oluşturacağını kastetmektedirler. اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ ifadesinin “O saatin sonu ve karargâhı ne zaman?” anlamında olduğu da söylenmiştir; tıpkı geminin demir attığı yerin, en son ulaştığı istikrar mahalli olması gibi. (Keşşâf)ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فِيمَ | ne (bilirsin)? |
|
2 | أَنْتَ | sen |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | ذِكْرَاهَا | onun söyleyesin |
|
ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ
ف۪يمَ cer harfi ف۪ي ile istifham harfi ما ‘nın bileşimi olan bu edatın anlamı, ‘nerede’ şeklindedir. Cer harfinden sonra istifham harfi geldiğinde elif hazf edilir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
ف۪يمَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Munfasıl zamir اَنْتَ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ ذِكْرٰيهَا car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İnkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette muhatab Hz. Peygamberdir, fakat maksat müşriklere duyurmaktır.
İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪يمَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْتَ , muahhar mübtedadır. ف۪يمَ , harf-i cer ف۪ي ve istifham harfi مَٓا ’dan oluşmuştur. Harf-i cere birleştiği için istifham harfi ما ‘nın elifi düşmüştür.
Ayet istifham üslubunda geldiği halde sorunun maksadı, cevap beklemek değil, konunun önemini vurgulamaktır. Cümle, vaz edildiği anlamdan çıkması nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olan inkârî istifhâm ile kabul edilmeyen ve edilmemesi gereken bir durumun neden hala farkına varılmadığı sorgulanır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Car mecrur مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ , mahzuf habere mütealliktir.
ف۪يمَ [Nerede…?!] ifadesinin onların suallerini yadırgama niteliğinde olduğu da söylenmiştir; yani “Bu sualin mantığı ne?” buyrulduktan sonra; “sen zaten kıyametin hatırlatması sayılırsın” denmektedir; yani sen kıyamete yakın bir dönemde gönderilmiş; nebiler silsilesinin sonu ve resullerin sonuncusu olduğuna göre senin peygamberliğin kıyametin hatırlatılması adına bir ihtar, emarelerinden bir emaredir zaten! Dolayısıyla, senin bu durumun kıyametin yaklaşmasına, kendisiyle yüz yüze gelinmesine ve kendisi için hazırlık yapma gerekliliğine dair onlara yetecek bir delildir; sorup durmalarının anlamı yok! (Keşşâf)اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ
اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ
İsim cümlesidir. اِلٰى رَبِّكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُنْتَهٰيهَا muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُنْتَهٰيهَا sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûlüdür.اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ
Önceki ayetteki istifhamın ta’lili olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur اِلٰى رَبِّكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُنْتَهٰيهَاۜ muahhar mübtedadır.
Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. (Âşûr)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِلٰى رَبِّكَ , maksurun aleyh/sıfat, مُنْتَهٰيهَاۜ maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rab ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle رَبِّ isminde tecrîd sanatı vardır.
مُنْتَهٰي , sülasisi نهي olan افتعال babının ism-i mef’ûlüdür.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur.
https://islamansiklopedisi.org
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُنْذِرُ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخْشٰيهَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَخْشٰيهَا elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مُنْذِرُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 43. ayetteki istifham için diğer bir ta’lil cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasrla tekit edilmiştir. اِنَّمَٓا kasır edatıdır. اَنْتَ mübteda, مُنْذِرُ haberdir.
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنْتَ mevsûf/maksûr, مُنْذِرُ sıfat/maksûrun aleyh yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
مُنْذِرُ ‘nun muzafun ileyhi olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan يَخْشٰيهَاۜ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsned olan مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ ‘nin izafetle marife olması, faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
Yani sen, bilinmesi onlara hiçbir fayda sağlamayacak kıyamet vaktini kendilerine bildiresin diye gönderilmedin. Sen ancak kıyametten endişe duyma hususunda uyarman kendisine lütuf olacak kimseleri kıyametin korkularına karşı uyarmak için gönderildin. (Keşşâf)
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا
Sûrenin bu son âyetinde şu iki gerçeğe dikkat çekilmektedir:
a) İnsanlar, ikinci hayata döndüklerinde ebedî olan âhirete göre geçici olan dünya hayatının ne kadar kısa olduğunu anlayacaklardır.
b) Psikolojik olarak insana geçmiş daima kısa bir zamanmış gibi gelir; çünkü geçmiş artık olmuş bitmiştir. İnsan için geçmişten daha önemlisi, henüz bir imkân olan ve farklı durumlara açık bulunan, bu yönüyle de daima önemli ve ilginç görülen, hatta kaygı uyandıran gelecektir.
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا
İsim cümlesidir. كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. هُمْ muttasıl zamir كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
يَوْمَ zaman zarfı يَلْبَثُٓوا ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. يَرَوْنَهَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَرَوْنَهَا fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَمْ يَلْبَثُٓوا cümlesi كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَلْبَثُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَشِيَّةً zaman zarfı يَلْبَثُٓوا fiiline mütealliktir.
ضُحٰيهَا atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Teşbih ve tekit harfi كَاَنَّ ‘nin dahil olduğu cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا cümlesi, كَاَنَّ ‘nin haberidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. لَمْ يَلْبَثُٓوا fiilinin failinin mahzuf haline müteallik olan zaman zarfı يَوْمَ ihtimam için takdim edilmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَرَوْنَهَا cümlesi, يَوْمَ ’nin muzafun ileyhidir. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfi لَمْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan, iki tekid hükmündeki kasr, fiille zaman zarfı arasındadır. يَلْبَثُٓوا maksur/sıfat, عَشِيَّةً maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsned, bu zarfa hasredilmiştir.
Birbirine tezat nedeniyle atfedilen ضُحٰي - عَشِيَّةً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî ve mürâât-i nazîr sanatları vardır.
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا [Sanki onlar, kıyamet gününü gördüklerinde dünyada geçirdikleri ömür, bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar gelir.] ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir. Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Ayrıca bu ayetin, surenin ilk ayeti ve konusuyla olan anlam bağlantısı teşâbüh-i etraf sanatıdır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin, kısa seci üslubunda gelen bütün ayetlerindeki fasıla harfleri ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.
Bu kelam, anılan uyarının bildirdiği uyarı konusu kıyametin süratle gelmekte olduğu anlamını takrir ve tekid ediyor olabilir. Özellikle anılan ikinci görüşe göre bunun takrir olması, daha anlamlıdır.
Yani onlar kıyameti gördüklerinde, onlar sanki uyarıdan sonra bir günün akşam vaktinden ya da kuşluk vaktinden başka hiç kalmadıklarını sanırlar.
(Ebüssuûd)
Çocukluğundan beri oynadığı bir oyun vardı. Neredeyse her gün, elindeki her işi bırakır ve bulunduğu ortamı inceleyerek şükür sebeplerini sıralardı. Gördükleri, işittikleri ve dokunduklarının hepsi dahildi.
Her şeyden şikayet eden ve devamlı olumsuzlukları gören bir ailede yetişmişti. O ise aklının yetmediği günlerde bile farklıydı. Her yenilik ve güzellik karşısında sevinçle dolar ve heyecanlanırdı.
Aklen ve bedenen olgunlaştığı zaman iyice anladı. Ailesi, kendi nankörlüklerini haklı buluyor ve bu dramatik havayı diri tutmak için ellerinden geleni yapıyordu. Onlar gibi olmak istemediğine karar verdi.
Sıkıntılarından kaçtığı gibi nankörlükten de uzaklaştı ve Allah’a sığındı. En zor anlarında bile şükür oyununa devam etti çünkü zorluklarla beraber gelen kolaylıkların farkına ancak o zaman varabilirdi.
Zira şikayetlere gömülen kişinin gözünden çok şey kaçardı. Hayatının bir köşesinde ağladığı dertlerle oyalandığında, diğer köşelerde gerçekleşen güzellikleri göremez ve sıkışmaktan öteye gidemezdi.
İnsan, bu hayatta güzel olanı istemeliydi (sağlık, afiyet, huzur, şifa vb.) ama bunların yanında bu nimetlerin kıymetini bilecek mutmain bir kalbi ve Allah yolunda sağlam adımlarla yürütecek azimli imanlı hali de duasına katmalıydı.
Aksi takdirde; gül gibi eşi ya da evladı, parası ya da mesleği, güzelliği ya da sağlığı var da; kıymetini bilmiyor ya da boş boş dolaşıyor diye bilinenlerden ve nankörlüğü ile hesaba çekilenlerden olurdu.
Elini dertli arkadaşının sırtına koydu ve dedi ki: Aldığın her nefesin şükür sebebidir çünkü Allah’ın rızasına ulaşmak için bir fırsattır. Dünyanın yükünü indir ve dünyalık pusulaları bırak. Seni yaşatan, seni senden iyi bilen ve yaşadığın hiçbir anı boşa çıkartmayacak olan Allah’a güven.
Allahım! Bizi, Seni bilenlerden ve Sana iman edenlerden eylediğin için hamd olsun. Kulluğumuzdaki kusurları gider ve bizi affet. Bizi ve neslimizi müslüman olarak yaşat ve canımızı müslüman olarak al. Her anımızda yol göstericimiz ve yardımcımız ol. Zor ve kolay anlarımızda; dünya için yaşayan nefsiyle değil, Sana iman eden kalbiyle tepki verenlerden eyle. Bizi; şükür sebeplerini görenlerden, verdiğin nimetlerin kıymetini bilenlerden ve şükür ehlinden eyle.
Amin.
***
Kim pis kalmak ister?
Dışarı sokaklarda dolaşanın, günlük işlerini yapanın ya da hastalıklardan korunmak isteyenin ellerini ve yüzünü yıkamaya ihtiyaç duyduğu gibi kalp de yıkanmak ve korunmak ister. Sabah uykuyu dağıtmak ya da sıcak havalarda serinlemek için yüze çarpılan su gibi kalp de gafletten uyanmak ve ferahlamak ister. Yaralarını temizlemek ya da yanıkları hafifletmek için kullanılan su gibi kalp de arınmak ister.
Pisliğe alışan kişinin pislik algısı da değişir. Kokusundan ve görüntüsünden rahatsız olmaz hale gelir. Küçük yaraların iyileşmesi daha kolay iken, büyümelerine göz yumar ve hatta kendi kararlarıyla büyütür. Günah işlemeyi alışkanlık haline getiren de böyledir. Tuhaf bahaneler ile Allah’ın emirlerinden uzaklaşmayı kendisine hoş gösterir. Mesafe algısı da bozuktur, hemen geri dönecek kadar yakında olduğuna inanır.
Pisliğe karşı hassas olan kişinin ise algısı açıktır. Allah’ın yasakladıklarından uzaklaşır. Aynı ortamda bulunduğu zaman bile rahatsız olur. Her uzvunu, aklını ve kalbini Allah’ın hoş görmediği her türlü halden korumaya özen gösterir. Yalan, adaletsizlik, zina, faiz, nifak, şirk gibi girdikleri yeri bulandıran günahlardan kaçınır. Allah’ın ilmine, kudretine ve rahmetine iman eder ve O’nun sınırlarına güvenir.
Ey Allahım! Tövbe kapısı açıkken istiğfar edenlerden ve af edilenlerden eyle bizi. Bile isteyerek pislik içinde kalanlara benzemekten muhafaza buyur. Manevi boyutta iç ve dış dünyasını temiz tutmak için elinden geleni yapanlardan eyle bizi. Sadece görünüşe önem vererek bedenini süsleyip kalbini boşlayanlara benzemekten muhafaza buyur. Temiz bir kalp ve sağlam bir iman ile huzuruna gelenlerden eyle bizi.
Ey Allahım! Yaşadığımız her gün, Sana daha da yaklaşanlardan eyle bizi. Uzaklaşmaktan ve uzaklaştırılmaktan muhafaza buyur. Dost ve yoldaş seçtiklerimizi doğru kıl. Bizi de başkalarına doğru dost ve yoldaş eyle. Senin yolundan uzaklaşanların ellerini tutmaktan ve peşlerinden gitmekten muhafaza buyur. Rahmetin ile maddi ve manevi pisliklerden arındır bizi. Canımızı Sana hakiki manada teslim olduğumuz bir anda al ve bizi salih kulların arasına kat.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji