بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازاًۙ
Yeri geldikçe belirtildiği, özellikle bir kutsî hadiste de ifade buyurulduğu üzere, 31. âyette “müttakiler” şeklinde anılan itaatkâr müminler için âhirette hazırlanan nimetler, lütuf ve ikramlar “gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir” (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312). Çünkü bütünüyle âhiret gayb alanıdır; gaybı da Allah’tan başkası bilemez (bk. Bakara 2/3). Bununla birlikte, Allah Teâlâ, kullarının uhrevî nimetlere dair yaklaşık bir fikir edinmelerini sağlamak ve onlarda bir arzu uyandırmak için, birçok âyette olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsilî bir anlatımla bu dünyada en çok ihtiyaç duydukları, arzuladıkları, sevdikleri nesneler ve hazlardan örnekler vermiştir. Bu anlatımda Kur’an’ın ilk muhataplarının beklentilerinin dikkate alındığı da söylenebilir; kezâ bu anlatımdan, âhirette cennete girmeyi hak eden her bir insana, dünyadaki ameline, zihnî ve ruhî kemaline, mutluluk anlayışına ve beklentisine göre neleri istiyor ve bekliyorsa onların verileceği sonucunu çıkarmak da mümkündür (ayrıca bk. Fussılet 41/30-33).
“Bunlar rabbinin bol bol lutfettiği karşılıktır, bağıştır” diye tercüme ettiğimiz 36. âyete, “Bunlar rabbinden, amellerine göre hesap ve takdir edilmiş bolca mükâfatlardır” şeklinde de mâna verilmiştir (İbn Âşûr, XXX, 47-48). Burada kapalı bir şekilde ifade edilmiş olan amellerin karşılığının, başka âyetlerde Allah’ın lutfu olarak on katı (En‘âm 6/160), 700 katı (Bakara 2/261), hatta hesapsız (Zümer 39/10) bir şekilde kat kat verileceği bildirilmiştir. 26. âyette azgınlara verilecek cezanın dünyada yaptıklarına uygun bir karşılık olduğu bildirilmişti. Burada da müminlerin yaptıklarına karşılık olarak verilecek ödülün Allah’ın bolca lutfu ve bağışı olduğu belirtilmektedir. 36. âyette müminlere âhirette verilecek nimetlerin niceliğini bildiren hisâben kelimesi, “çok, bol bol, yeter deyinceye kadar” şeklinde yorumlandığı gibi, “yeterli, kâfi miktarda, amellerin miktarına göre, hak edişe göre” şeklinde de açıklanmıştır. Ancak meâlde biz, kısmen birbirinden farklı olan bu iki yorumdan ilkini tercih ettik. Çünkü ödülün, amellere göre kat kat fazlasıyla, hatta hesapsız verileceğini bildiren âyetler de vardır (Bakara 2/261; Zümer 39/10; Gāfir 40/40) ve bu âyetlerde ahirette ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allah’ın razı olduğu kullarına, ölçüye ve hesaba sığmaz lütufları olarak verileceği belirtilmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 539-540اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازاًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَفَازاًۙ kelimesi اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
مُتَّق۪ينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ مَفَازاًۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلْمُتَّق۪ينَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَفَازاًۙ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismidir.
اِنَّ ‘nin isminin haberine takdimi, müttakileri yüceltmek ve ihtimam içindir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin nekre gelişi tazim, nev ve teksir ifade eder.
اِنَّ ‘nin ismi مَفَازاًۙ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
مَفَازاًۙ , amaçlanan kurtuluş ve zafer, yahut kurtuluş yeri anlamındadır. Bu kelimenin, cehennemliklerin içinde bulundukları şeyden kurtuluş veya bir kurtuluş yeri olduğu da söylenmiştir. Bu kurtuluş da sonrasındaki ayetlerle açıklanmıştır. (Keşşâf-Kurtubî)
Bu, Kur'anî bir adet olarak, kâfirlerin kötü durumlarının açıklanmasının arkasından, müminlerin iyi durumlarını açıklama sadedinde bir başlayıştır. (Rûhu’l Beyân)
مَفَازاًۙ ‘dan murad; cennet ve nimetleridir. Cennet yerine مَفَازاًۙ kelimesinin tercih edilme sebebi, فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاًۙ (Nebe/18) ve فَذُوقُوا فَلَنْ نَز۪يدَكُمْ اِلَّا عَذَاباً۟ (Nebe/30) sözüyle muhatap olanlarda pişmanlık uyandırmasıdır. (Âşûr)
حَدَٓائِقَ وَاَعْنَاباًۙ
حَدَٓائِقَ وَاَعْنَاباًۙ
حَدَٓائِقَ kelimesi önceki ayetteki مَفَازاً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur. حَدَٓائِقَ müntehel cumû’ sıygasında gayri munsarif olduğundan tenvin almamıştır.
Müntehel cumû’ kelimenin ikinci harfinden sonra elif, eliften sonra ise iki veya üç harf bulunan cemi isimlerdir.(Dr.Mustafa Meral Çörtü,Arapça Dilbilgisi Nahiv)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْنَاباًۙ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَدَٓائِقَ وَاَعْنَاباًۙ
Önceki ayetin devamı olan ayette حَدَٓائِقَ , müsnedün ileyh olan مَفَازاًۙ ‘den bedel-i iştimâl yahut bedel-i ba’zdır. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَعْنَاباًۙ kelimesi حَدَٓائِقَ ‘ya matuftur. Cihet-i camiâ temâsüldür. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَدَٓائِقَ suyu olan ve türlü meyve ağaçlarını ve çiçekleri kapsayan, etrafı duvarla çevrili bostan ve bahçe demektir. (Elmalılı)
وَكَوَاعِبَ اَتْرَاباًۙ
وَكَوَاعِبَ اَتْرَاباًۙ
كَوَاعِبَ kelimesi atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki حَدَٓائِقَ ‘ya matuftur. اَتْرَاباً kelimesi كَوَاعِبَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَوَاعِبَ kelimesi, sülâsi mücerredi كعب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَوَاعِبَ اَتْرَاباًۙ
Atıfla gelen ayet öncekinin devamıdır. كَوَاعِبَ kelimesi حَدَٓائِقَ ’ya matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
كَوَاعِبَ için sıfat olan اَتْرَاباًۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَوَاعِبَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
حَدَٓائِقَ - كَوَاعِبَ kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.وَكَأْساً دِهَاقاًۜ
وَكَأْساً دِهَاقاًۜ
كَأْساً kelimesi atıf harfi وَ ‘la 32. ayetteki حَدَٓائِقَ ‘ya matuftur. دِهَاقاً kelimesi كَأْساً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. دِهَاقاً sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَأْساً دِهَاقاًۜ
Ayet, önceki ayetteki وَكَوَاعِبَ اَتْرَاباًۙ ’ya matuftur.
كَأْساً için sıfat olan دِهَاقاًۜ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
دِهَاقاًۜ dolu demektir, أدهق الحوض da havuzu doldurmaktır. (Beyzâvî)لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا كِذَّاباًۚ
لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا كِذَّاباًۚ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْمَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يَسْمَعُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.
لَغْواً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. كِذَّاباً atıf harfi وَ ‘la لَغْواً ‘e matuftur.لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا كِذَّاباًۚ
Beyanî istînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَا يَسْمَعُونَ fiiline müteallik olan car mecrur ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan لَغْواً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûl ve ona atfedilen لَا كِذَّاباًۚ ‘deki nekrelik umum ve şümule işaret eden cins içindir.
لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا كِذَّاباًۚ sözündeki mecrur zamirin كَأْساً ‘e ait olması caizdir. Bu durumda ف۪ي harf-i ceri mecazen zarfiye manasındadır. Pişman olanın bardaktan su içmesi meknî istiare yoluyla bardağın içine dalmaya benzetilmiştir. ف۪ي harfi tahyil veya ta’lil içindir. (Âşûr)
Masdar vezninde gelen لَا كِذَّاباًۚ ‘deki nefy harfi لَا , olumsuzluğu tekid eden zaid harftir.
لَغْواً - كِذَّاباًۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Buradaki zamir, "cennet"e racidir, yani, Onlar cennette, hoşlanmayacakları hiçbirşey duymazlar demektir. (Fahreddin er-Râzî)
جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَاباًۙ
جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَاباًۙ
Fiil cümlesidir. جَزَٓاءً mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak fetha ile mansubdur. Takdiri, يُجزون جَزَٓاءً (Bir mükafatla mükafatlandırılırlar) şeklindedir.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ رَبِّكَ car mecruru جَزَٓاءً ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَطَٓاءً kelimesi جَزَٓاءً ‘den bedel olup fetha ile masubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حِسَاباً kelimesi عَطَٓاءً ‘nin sıfatı olup fetha ile masubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَزَٓاءً مِنْ رَبِّكَ عَطَٓاءً حِسَاباًۙ
Fasılla gelen ayette جَزَٓاءً , mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Yani, يُجزون جَزَٓاءً (Bir mükafatla mükafatlandırılırlar) demektir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اُو۫حِيَ fiiline müteallik car mecrur مِنْ رَبِّكَ , ihtimam için bedel olan عَطَٓاءً ‘e takdim edilmiştir.
حِسَاباًۙ ‘deki tenvin teksir içindir. Masdar ismiyle ile vasfedilmesi mübalağa için olup mef’ûl anlamındadır. Yani ‘’amellerine göre hesaplanıp takdir edilmiştir.’’(Âşûr)
حِسَاباًۙ kelimesi, جَزَٓاءً ’den bedel olan عَطَٓاءً için sıfattır. Sıfat ve bedel dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Burada, tedricî olarak kemale erdiren anlamını bildiren Rab unvanının, Peygamberimizin zamirine izafetle zikredilmesi, onun için ziyadesiyle bir şeref ifade etmektedir. (Ebüssuûd)
جَزَٓاءً - عَطَٓاءً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, عَطَٓاءً - جَزَٓاءً kelimeleri arasında ise muvazene sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
جَزَٓاءً kelimesi [Müttakiler içinse büyük bir kurtuluş var.] ayetinin anlamıyla nasb edilmiş olan bir mef‘ûl-i mutlaktır; adeta جاز المتَّقين بِمفازٍ (Senin Rabbin muttakileri büyük bir kurtuluş ödülüyle mükâfatlandırmıştır.) buyurulmaktadır. عَطَٓاءً kelimesi ise tıpkı mef‘ûlun bihin nasbedildiği gibi ًجَزَٓاءً masdarıyla nasb edilmiştir; جزاهمْ عَطَٓاءً (Onları bir atâ / vergi ile mükâfatlandırmıştır.) demektir. حِسَاباًۙ de (yeterince) anlamında bir masdar olup أحسبُ الشيئ ’u ifadesinden alınmadır ki bu ifade bir şeyin, “Artık yeter” diyecek derecede kişiye yeterli gelmesi halinde kullanılır. (Keşşâf)رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ
Burada Allah Teâlâ’nın, müminlerin de müşriklerin de rabbi olduğuna bir ima vardır. Çünkü yüce Allah yerlerin, göklerin ve evrendeki her şeyin rabbidir. O, rahmân isminin bir tecellisi olarak bütün insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lutfettiği halde, müşrikler cehâlet ve nankörlüklerinin sonucu olarak Allah’ı bırakıp başka varlıklara tapıyor, onların kendilerini Allah’a yaklaştıracağını (bk. Zümer 39/3) ve O’nun huzurunda kendileri için şefaatçi olacaklarını iddia ediyorlardı (Yûnus 10/18). Böylece Allah’ın rahmân isminin gereği olan rahmetten de kendi iradeleriyle kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar dahi kendilerine ne konuşma izni verilecek ne de özür dileme izni (krş. Mürselât 77/36). Çünkü o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yaptıklarının karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece Allah’ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah’ın iradesine uygun bir hayat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir.
Müfessirler 38. âyette zikredilen ruh hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. “Büyük meleklerden biri, Cebrâil, meleklerin ileri gelenleri” diyenler bulunduğu gibi, Allah’ın melek olmayan ordularından bir ordu, Âdemoğulları, Âdemoğulları’nın ruhları veya Kur’an olduğunu söyleyenler de vardır (bk. Râzî, XXXI, 24; Şevkânî, V, 428). Ruh ve melekler, Allah’a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiç kimse hakkında şefaat edemeyeceklerdir (krş. Yûnus 10/3). Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyeceklerdir; çünkü orada hakikatin dışına çıkmak veya herhangi bir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 540-541رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ
رَبِّ kelimesi önceki ayetteki رَبِّكَ ‘den bedel olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَا müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur. بَيْنَ mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُمَاۙ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرَّحْمٰنِ kelimesi رَبِّ ‘den bedel olup kesra ile mecrurdur. لَا يَمْلِكُونَ cümlesi الرَّحْمٰنِ ‘nın hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefi-y harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru يَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir. خِطَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۙ الرَّحْمٰنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ
Fasılla gelen ayette رَبِّ , önceki ayetteki رَبِّكَ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّ السَّمٰوَاتِ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması السَّمٰوَاتِ ’ye tazim kazandırmıştır.
وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.
Ayette Allah’ın, rabbi olduğu şeylerin yeryüzü, gökyüzü ve arasındakiler olarak sayılması taksim sanatıdır.
Burada, Allah'ın hepsinin Rabbi olduğunun ve geniş rahmetinin zikredilmesi, anılan mükâfatin asıl kaynağını zımnen bildirmektedir. (Ebüssuûd)
الرَّحْمٰنِ kelimesi, رَبِّ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ cümlesi الرَّحْمٰنِ için haldir. Mahallen mansubdur. مِنْهُ car mecrur, يَمْلِكُونَ ’ye mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَمْلِكُونَ ’ye müteallik car mecrur مِنْهُ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan خِطَاباًۙ ‘e takdim edilmiştir.
Sıfat ve hal dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
الرَّحْمٰنِ ve رَبِّ isimlerinde mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle tecrîd sanatı vardır.
الرَّحْمٰنِ - رَبِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَبِّ السَّمٰوَاتِ ifadesi önceki رَبِّكَ 'den bedeldir. Hicaz'lı iki kurra ile Ebû Amr mübteda olarak merfû okumuştur. الرَّحْمٰنِ cer ile رَبِّ sıfatıdır, İbn Âmir, Âsım ve Ya'kûb kıraatında cer iledir, Ebû Amr kıraatında da ref iledir, Hamze ile Kisâî'nin kıraatında birincisi cer, ikincisi de ref iledir, o zaman mahzuf mübtedanın haberi olur ya da mübtedadır, haberi de لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَاباًۙ ‘’O’na bir hitaba sahip olamazlar’’ kavlidir. لَا يَمْلِكُونَ 'deki cemi وَ 'ı göklerdeki ve yerdekilere râcidir yani ona hitap edemezler, verdiği sevaba ve mükafata itiraz edemezler, demektir. Çünkü onun kayıtsız şartsız mülküdürler, ona itiraz hakları yoktur. Bu ise izin verdiği takdirde şefaate aykırı değildir. (Beyzâvî - Rûhu’l Beyân)يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفاًّۜ لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَاباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | يَقُومُ | dururlar |
|
3 | الرُّوحُ | Ruh |
|
4 | وَالْمَلَائِكَةُ | ve melekler |
|
5 | صَفًّا | sıra sıra |
|
6 | لَا |
|
|
7 | يَتَكَلَّمُونَ | konuşamaz |
|
8 | إِلَّا | dışındakiler |
|
9 | مَنْ | kimseler |
|
10 | أَذِنَ | izin verdiği |
|
11 | لَهُ | O’nun |
|
12 | الرَّحْمَٰنُ | Rahman’ın |
|
13 | وَقَالَ | ve o da söyler |
|
14 | صَوَابًا | doğruyu |
|
يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفاًّۜ
يَوْمَ zaman zarfı önceki ayetteki لَا يَمْلِكُونَ ‘ye mütealliktir. يَقُومُ الرُّوحُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُومُ damme ile merfû muzari fiildir. الرُّوحُ fail olup lafzen merfûdur. الْمَلٰٓئِكَةُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. صَفاًّۜ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَاباً
لَا يَتَكَلَّمُونَ cümlesi الرُّوحُ ve الْمَلٰٓئِكَةُ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.
Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتَكَلَّمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مَنْ müşterek ism-i mevsûl يَتَكَلَّمُونَ ‘deki failden bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَذِنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَذِنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru اَذِنَ fiiline mütealliktir. الرَّحْمٰنُ fail olup lafzen merfûdur. قَالَ atıf harfi وَ ‘la اَذِنَ ‘ye matuftur.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. صَوَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَكَلَّمُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفاًّۜ
Zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayetteki لَا يَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir.
يَوْمَ zaman zarfı, يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلٰٓئِكَةُ صَفاًّۜ cümlesine muzâf olmuştur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette ruh ile meleklerin kıyam etmelerinin ve saf olmalarının zikredilmesi, Allah'ın saltanatının azametini, Rab olmanın ululuğunu ve bu sure-i kerimenin başından sonuna kadar kelamın konusu olan ahiret gününün korkunçluğunu tahkik etmek içindir. (Ebüssuûd)
الْمَلٰٓئِكَةُ kelimesi fail olan الرُّوحُ ’ya atfedilmiştir. Cihet-i camiâ temâsüldür.
الرُّوحُ Cebrail (as)’dır. Meleklerden biri olduğu halde الْمَلٰٓئِكَةُ kelimesinin الرُّوحُ ’ya atfedilmesi umumun hususa atfı babında, özelin önemine ve üstünlüğüne dikkat çekilme amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır..
الرُّوحُ ‘un marifeliği cins içindir. Tekil ve çoğulu aynıdır. Mana, ‘o gün ruhlar bedenlere yerleştirilmesi için getirilir.’ şeklindedir. Bu yüzden يَقُومُ fiili hem hakiki hem de mecazî manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
الْمَلٰٓئِكَةُ - الرُّوحُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الرُّوحُ ve الْمَلٰٓئِكَةُ ‘dan hal olan صَفاًّۜ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَاباً
Fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. الرُّوحُ ve الْمَلٰٓئِكَةُ ’den hal olan cümle,
muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلَّا istisna edatı, مَنْ fiildeki zamirden müstesnadır. (Âşûr)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , ihtimam için fail olan الرَّحْمٰنُ ‘ye takdim edilmiştir
Ayette mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle الرَّحْمٰنُ isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
وَقَالَ صَوَاباً cümlesi, ism-i mevsûlden haldir veya اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ cümlesine atfedilmiştir.
Yani إلّا مَن قالَ صَوابًا anlamındadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden صَوَاباً mef’ûl veya mahzuf mef'ûl için sıfattır. Takdiri كلاما olan mevsûfun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
صَوَاباً ’deki tenkir, tazim ifade eder.
وَقَالَ صَوَاباً cümlesi ويَقُولُ صَوابًا şeklinde muzari manada kullanılmıştır. Mazi ile zikredilmesi Allah’ın ilminde bunun gerçekleştiğini ifade etmek içindir. (Âşûr)
لَا يَتَكَلَّمُونَ ve قَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.
Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün... Anlaşılan şu ki ruh, melekler cinsindendir. Fakat o, yaratılış ve şeref bakımından onlardan üstündür. Çünkü o, insan ruhunun karşılığıdır. Nitekim melekler de ruhanî güçler karşılığıdır. Şüphesiz ki ruh, kendine tabi olan güçlerden daha üstündür. صَفاًّۜ kelimesinin cümle içindeki durumu haldir. Yani, çokluklarından ve kulların durumları hakkında Allah'ın emirlerini yerine getirmekle vazifeli oldukları için saf saf oldukları halde demektir. Rahmân'ın izin verdiklerinden başka orada bulunanlar hiç konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler. Yani, içlerinde Ruh ve melekler de bulunan gökler ve yerdekiler konuşmazlar. Ancak onlardan Allah'ın kendisine izin verdiği konuşur. Bu kendisine izin verilen de sözünde hata etmeksizin gerçek doğru söz konuşur. (Rûhu’l Beyân)ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰباً
Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak insanların, Allah’a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları hatırlatılmıştır. 40. âyette insanların uyarıldığı bildirilen “yakın azap”tan maksat uhrevî cezadır. “Gelecek olan her şey yakındır” anlayışına göre bu cezaya da “yakın azap” denilmiştir. Ayrıca her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun ömrü kadar olduğu söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı ve bu hayata bağlı zaman ölçüsü de bitmiştir. Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da hayattaki ameline göre bir tür ödüllendirilme veya cezalandırılma sürecine gireceği bildirilmektedir. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 26; Buhârî, Cenâiz, 89) Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması arasındaki “berzah” denilen dönemin “zaman” dışı veya farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık âhiretin uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda âhiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey değildir. Bu sebeple sûrenin bu son âyetinde yüce rabbimiz, 37 ve 38. âyetlerde geçen rahmân isminin bir tecellisi olarak, kullarına rahmet sıfatıyla hitap etmekte; “yakın bir azap” konusunda onları vaktinde uyarmaktadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayın! O bir gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O’na doğru giden bir yol tutmanız için muhtaç olduğunuz fırsat ve özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyin; hayat kısa, şu halde âhiret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünyadayken oraya gönderdikleriniz, yani kendi imanınız ve amelinizdir. O gün, inançsızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır.
ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْيَوْمُ işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. الْحَقُّ haber olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰباً
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن عرفتم أمر ذلك اليوم فمن شاء …(Bu günün durumunu anladıysanız kimi dilerse….) şeklindedir.
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. شَٓاءَ fiili mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ karînesi olmadan gelen اتَّخَذَ cümlesi şartın cevabıdır. اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اتَّخَذَ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى رَبِّه۪ car mecruru مَاٰباً ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَاٰباً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Birinci mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, اتّخذ الإيمان ..(İman etsin) şeklindedir.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذٰلِكَ mübteda, الْحَقُّۚ ise haberdir. الْيَوْمُ muşârun ileyhi, ذٰلِكَ ’den bedeldir.
الْيَوْمُ ‘deki الْ takısı, kemâl manaya delalet eder. (Âşûr)
Müsnedin الْ takısıyla marife olması bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edileni tazim ve muşârun ileyhin hak olduğunu ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebesinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile fasıl gününe işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰباً
فَ , atıf harfidir. Cümle makabline atfedilmiştir. Cümlenin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır. Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde şart ismi مَنْ mübteda, mazi fiil sıygasıyla gelen شَٓاءَ cümlesi haberdir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰباً müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car mecrur اِلٰى رَبِّه۪ , ihtimam için, ilk mef’ûl olan مَاٰباً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûlun hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّه۪ izafetinde Rabb isminin muzâf olmasıyla ه۪ zamirinin ait olduğu kişi şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَاٰباً ’in nekreliği tazim ifade eder. Bu kelimede istiare vardır. مَاٰباً dönüş yolu demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) islam hazf edilmiş, müsteârun minh yol kalmıştır.
Bu ayet, surenin sonunun yaklaştığına işaret eden ayettir. Berâat-i intihâ sanatına güzel bir örnektir.
[İşte bu, o hak gündür. O halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin.] İşte bu olan ve meydana gelen o hak gündür. O halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu.. salih amel ile bir dönüş edinsin. Kişi sanki hayırlı bir amel işleyecek olursa, bu onu Allah'a geri çevirecek, kötü bir iş yaparsa ondan uzaklaştıracak gibi bir anlam taşımaktadır. Katade dedi ki: مَاٰباً ‘Bir dönüş yolu, bir yol’ demektir. (Kurtûbî)
اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّا | elbette biz |
|
2 | أَنْذَرْنَاكُمْ | siz uyardık |
|
3 | عَذَابًا | bir azab ile |
|
4 | قَرِيبًا | yakın |
|
5 | يَوْمَ | o gün |
|
6 | يَنْظُرُ | bakar |
|
7 | الْمَرْءُ | kişi |
|
8 | مَا | işlere |
|
9 | قَدَّمَتْ | öne sürdüğü |
|
10 | يَدَاهُ | ellerinin |
|
11 | وَيَقُولُ | ve der |
|
12 | الْكَافِرُ | kafir |
|
13 | يَا لَيْتَنِي | keşke |
|
14 | كُنْتُ | ben olsaydım |
|
15 | تُرَابًا | toprak |
|
اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّٓا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْذَرْنَاكُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنْذَرْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَاباً ikinci mef’ûlUn bih olup fetha ile mansubdur. قَر۪يباً kelimesi عَذَاباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْذَرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً
يَوْمَ zaman zarfı عَذَاباً ‘e mütealliktir. يَنْظُرُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَنْظُرُ damme ile merfû muzari fiildir. الْمَرْءُ fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. يَدَاهُ zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. Aynı zamanda muzâftır. Müsenna نْ ‘u izafetten dolayı mahzuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقُولُ atıf harfi وَ ‘la يَنْظُرُ ‘ya matuftur. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. الْـكَافِرُ fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli يَا لَيْتَن۪ي ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا tenbih edatıdır. لَيْتَ temenni harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref yapar. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي harfi لَيْتَ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur.
كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi لَيْتَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabıdır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُ mütekellim zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تُرَاباً kelimesi كان ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّٓا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّٓ ‘nin haberi olan اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَاباً قَر۪يباًۚ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir/1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْذَرْنَاكُمْ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
عَذَاباً ’deki nekrelik, tasavvuru mümkün olmayan evsafta olduğunun işaretidir.
Mef’ûl olan عَذَاباً için sıfat olan قَر۪يباً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Azabın yakınlığı, gerçekleşeceği manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Yoksa örfen uzaktır. (Âşûr)
Bu yakın azap, ahiret azabıdır. Onun yakın olması, kesin olarak gerçekleşeceği içindir. Veya dünya azabıdır. Çünkü iki azabın (dünyevî ve uhrevî azapların) en yakını budur. (Ebüssuûd)
عَذَاباً ’e müteallik olan يَوْمَ zaman zarfı, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ cümlesine muzaftır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَنْظُرُ fiilinin mef’ûlu olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan قَدَّمَتْ يَدَاهُ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada يَنْظُرُ ‘nun kullanımı umumiyet (ıtlakiyet) alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الْمَرْءُ ‘ün marifeliği istiğrak ifade eden cins çindir. (Âşûr)
وَيَقُولُ الْـكَافِرُ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً cümlesi … يَنْظُرُ الْمَرْءُ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ تُرَاباً cümlesine dahil olan nida harfi tenbih manasındadır. لَيْتَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, talebî inşâî isnaddır. لَيْتَ nevasıhtandır. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref yapar. Temenni harfidir. Hasıl olması arzu edilen, sevilen ama bunun imkansız ya da çok zor olduğu durumlarda kullanılır.
مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ cümlesi ya ellerin tüm iş aletleri manasında mecazı mürseldir. Ya da temsil yoluyla muhtelif işler yapan âmil, kendi elleriyle bir zanaat yapan birine benzetilmiştir. (Âşûr)
لَيْتَ ‘nin haberi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. تُرَاباً , nakıs fiil كَانَ ’nin haberidir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)
الْـكَافِرُ kelimesi ile, zamir zikredilmesi gereken yerde zahir isim zikredilerek ıtnâb yapılmıştır.
Ayet hüsn-i intihâ sanatının en güzel örneklerindendir.
Gerçekten biz sizi yakın bir azapla uyardık, yani ahiret azabı ile. Yakınlığı muhakkak olmasındandır, çünkü her gelecek yakındır, bir de bunun başlangıcı ölümdür. O günde kişi iki elinin önceden yaptığına bakar, Önceden işlediği hayır veya şerri görür. Kişi lafzı geneldir, kâfir olduğu da söylenmiştir. Çünkü [gerçekten biz sizi uyardık] (Nebe'/40) buyurmuştur. O zaman kâfir lafzı daha çok kınamak için zamir yerine zahir olarak konulmuş olur. مَا edatı da mevsûledir, يَنْظُرُ ile mansubdur ya da istifhamiyyedir. قَدَّمَتْ ile mansubdur yani elinin neyi öne sürdüğüne bakar, demektir. Kâfir: Ah keşke toprak olsaydım, der dünyada yaratılmasaydım da mükellef olmasaydım yahut bugün toprak olsaydım da dirilmeseydim, der. (Beyzâvî)
" يَا لَيْتَن۪ي , keşke ben... ”ünleminde ünlenen gizlidir ve ”Yâ kavm, ey kavmim" demektir. Sırf pişmanlık ve uyarılanı belirtmeye yönelik olmaksızın tenbih için olması da caiz olur. (Rûhu’l Beyân)
Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir. Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin 38 ve 40.ayetleri hariç, kısa seci üslubunda gelen bütün ayetlerindeki fasıla harfleri ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ
Allah Teâlâ bazı varlıklara yemin ederek sûrenin ana konusu olan kıyamet ve öldükten sonra dirilme olayının mutlaka gerçekleşeceğini vurgulamıştır. Müfessirler, adlarına yemin edilen bu varlıkların neler olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
a) Bunların hepsi meleklerdir. İlk âyette “batmak üzere yükselenler” diye çevrilen nâziât kelimesinin anlamları içinde “kuyudan kova ile su çekenler” mânası da vardır. İnsanların ruhlarını bedenlerinden çekip çıkaran ölüm meleği ve yardımcıları bu sıfatla nitelendirilmiştir. Sözlükte “boğmak” anlamına gelen garkan kaydı, burada ölüm meleklerinin inkârcıların ruhlarını şiddetle çekip çıkarmalarını, “Sakin ve düzenli hareket edenler” diye çevrilen nâşitât ise müminlerin ruhlarını incitmeden hafifçe çekip alan melekleri ifade eder. “Yüzdükçe yüzenler”den maksat ise ya Allah’ın emrini yerine getirmek için gelip giderken ufuklarda denizde yüzer gibi hareket eden veya dalgıcın denizde yüzdüğü gibi insan bedeninde yüzerek ruhunu çıkartan meleklerdir. “Yarıştıkça yarışanlar” ise müminlerin ruhlarını cennete, kâfirlerin ruhlarını cehenneme götürürken birbirleriyle yarışan meleklerdir. “Emri, uygun yol ve yöntemle yerine getirenler”e gelince bunlar da evrenin nizamında Allah tarafından kendilerine verilen işleri yerine getiren meleklerdir.
b) İnsanların ruhlarıdır. Ölüm anında bedenlerinden zorlukla veya kolaylıkla ayrıldıkları, hızla ruhlar âlemine vardıkları, ruhlar âlemindeki makamlarına yarışırcasına gittikleri ve işleri yöneten meleklerin katına yükseldikleri için bu vasıflarla anılmışlardır.
c) Gaziler anlatılmaktadır. Yayları iyice gererek ok attıkları, oklarını kolayca fırlattıkları, karada hızla yürüdükleri ve denizde yüzdükleri, düşmanla savaşta yarışırcasına vuruşarak ileri geçtikleri ve savaş işlerini yürüttükleri için bu sıfatlarla nitelenmişlerdir.
d) Yıldızlardan söz edilmektedir. Bir ufuktan doğup diğerinden battıkları, bir burçtan diğerine yavaş ve düzenli bir şekilde akıp gittikleri, yörüngelerinde yüzerek yol aldıkları, hızları farklı olduğundan yarışır gibi birbirlerini geçtikleri ve Allah’ın koyduğu kanunlar uyarınca işlevlerini yerine getirdikleri için bu vasıflarla nitelenmişlerdir. Biz bu anlayışa daha yakın bir çeviri yapmış olduk.
Râzî âyetlerde bu mânaların hepsinin mevcut olma ihtimalinin bulunduğunu söylemiştir (daha fazla bilgi için bk. XXXI, 27-32; Şevkânî, V, 430-432; Elmalılı, VIII, 5552-5556; Ateş, X, 302-303).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 545-547وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ
وَ harfi cer olup, kasem harfidir. وَالنَّازِعَاتِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. غَرْقاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri, لتبعثنّ أيّها الكافرون. (Ey kâfirler, muhakkak ki diriltileceksiniz.) şeklindedir.
النَّازِعَاتِ kelimesi, sülâsi mücerredi نزع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir.
وَ , kasem harfidir. Muksemun bih olan النَّازِعَاتِ mecruruyla birlikte, takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kasemin cevabı mahzuftur. Takdiri, لتبعثنّ أيّها الكافرون (Ey kâfirler muhakkak ki diriltileceksiniz.) şeklindedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cümle mahzuf cevabıyla birlikte kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Ayette geçen beş fiil ile: şiddetle çekmek, yavaşça çekmek, yüzüp gitmek, yarışıp geçmek ve iş çevirmek gibi bu beş işi yapanlara yemin edilmiş, cevabı da daha sonra gelenlerden elde edilen karine ile bilindiği için zikredilmemiştir ki, "Bunlar olacak, o kıyamet ve öldükten sonra dirilme gerçekleşecek." demektir. Bu beş fiilin ilk üçü olan şiddetle çekmek, yavaşça çekmek ve yüzüp gitmek arasında bir sıralama gözetilmeyip وَ bağlacıyla bağlanmış; geçmek ve iş çevirmek fiilleri ise فَ ile birbirlerine ve öncekilere bağlanmakla fiilde veya zikirde bir sıralama gözetilerek ifade edilmişlerdir ki, bununla bu iki fiilin öbürlerinin neticesi ve gayesi gibi olduğu anlatılmış demektir. (Elmalılı)
النَّازِعَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
غَرْقاً kelimesi, mef’ûlu mutlaktan naib masdardır.
غَرْق kelimesi, إغراق manasına masdar ismidir. إغراق , suya daldırıp boğmak, bir kabı doldurmak, dolmuş hale getirmek ve yayı şiddet ve aşırılıkla doldura doldura çekmek demektir. Bu manalardan hareketle herhangi bir şeyde aşırı gitmek, uzağa gitmek manalarında kullanılır. (Elmalılı - Âşûr)
وَ kasem (yemin) içindir. Kasem ise, kendine kasem edilenin şanının büyüklüğüne delalet eder. Allah Teâlâ bu büyüklüğe dikkat çekmek için mahlukatından istediği şeye kasem eder. (Rûhu’l Beyân)
Allah, tırnak ve parmaklarından ve her bir kılın altından sökercesine kâfirlerin cesetlerinden ruhları söküp çıkaran melekler topluluğuna yemin etmiştir. Tıpkı kökleri toprağın her bir yanına dağılmış ağaçların söküldüğü, ıslak yünden çok taraklı şişlerin çıkarıldığı, canlı hayvanın derisinin yüzüldüğü ve insanın kılıçla bin defa hatta daha fazlasıyla vurulması gibi. (Rûhu’l Beyân)
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki النَّازِعَاتِ ‘ya matuftur. نَشْطاً ism-i fail النَّاشِطَاتِ ‘nın mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّاشِطَاتِ kelimesi, sülâsi mücerredi نَشْط olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ
Ayet, وَ ‘la önceki ayeteki muksemun bihe atfedilmiştir.
النَّاشِطَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
نَشْطاً mef’ûlu mutlaktır.
Mef’ûlu mutlaklı ifadelerde masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. (Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (2011))
Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz.
نَشْطاًۙ - النَّاشِطَاتِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Atıf yoluyla başka bir yemindir. Allah bu sefer de, müminlerin ruhlarını rıfk ve yumuşaklıkla bedenlerinden çıkaran melekler topluluğuna yemin etmiştir. Kovanın kuyudan, kılın yağdan çekildiği, damlanın su kabından ayrılıp düştüğü gibi. (Rûhu’l Beyân - Fahreddin er-Râzî)وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ
السَّابِحَاتِ kelimesi atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. سَبْحاً ism-i fail السَّابِحَاتِ ‘in mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
السَّابِحَاتِ kelimesi, sülâsi mücerredi سَبْح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ
Ayet, وَ ‘la önceki ayetteki muksemun bihe atfedilmiştir.
السَّابِحَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
سَبْحاً mef’ûlü mutlaktır.
Mef’ûlu mutlaklı ifadelerde masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. (Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (2011))
Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz.
سَبْحاًۙ - السَّابِحَاتِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Atıf yoluyla başka bir yemindir. Allah, geçişlerinde yüzen melekler topluluğuna yemin etmiştir. Yani, gökten yere öyle hızlı inerler ki, bu inişleri suda yüzen kimseye benzetilir.(Rûhu’l Beyân)
السَّابِحَاتِ ifadesini, kimileri canları alan meleklere tahsis ederlerken, kimileri bu ifadeyi, diğer melek grupları manasına hamletmişlerdir. Melekler müminin canını alırken yavaş yavaş, aralıklarla alırlar ve o ruhu, tıpkı, suda yüzen bir kimsenin yüzmesi gibi, çok yumuşak ve sezdirmeden almaya çalışırlar. Çünkü, suda yüzen kimse de, boğulmasın diye, çok yavaş hareket eder. Aynen bunun gibi melekler de, mümin kimsenin canını alırken ona herhangi bir an ve şiddet dokunmasın diye, bu işte son derece şefkatli davranırlar. İşte Cenab-ı Hakk'ın ayetinden kastedilen budur. Diğer melekler manasına alanlara gelince, onlar da şöyle demişlerdir: Melekler, gökyüzünden çok hızlı biçimde inerler. Böylece, onların semadan inişleri, tıpkı, suda yüzen kimsenin yüzmesine benzetilmiştir. Çünkü Araplar, iyi cins atlara (yarış atlarına), سابِح (yüzen) derler. (Fahreddin er-Râzî)فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ
لسَّابِقَاتِ kelimesi atıf harfi فَ ile birinci ayetteki النَّازِعَاتِ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَبْقاًۙ ism-i fail لسَّابِقَاتِ in mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve mef'ûl alabilir. Bu fail veya mef'ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَّابِقَاتِ kelimesi, sülâsi mücerredi سَبق olan fiilin ism-i failidir.
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ
Ayet, tertip ifade eden atıf harfi فَ ile önceki ayetteki muksemun bihe atfedilmiştir.
السَّابِقَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
سَبْقاً tekid ifade eden mef’ûlu mutlaktır.
Mef’ûlu mutlaklı ifadelerde masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. (Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17 (2011))
Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz.
سَبْقاًۙ - السَّابِقَاتِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ [öncü olarak koşanlara…] ayetinde bu kelimeyi, ‘ruhları alan melekler’ manasına almışlar ve bunların, kâfirlerin ruhlarını cehenneme, müminlerin ruhlarını da cennete hızlı biçimde götürdüklerini söylemişlerdir. Yine bu görüşte olanlardan, bu kelimeyi ‘diğer melekler grubu’ anlamına alanlar da vardır. (Fahreddin er-Râzî)فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ
فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ
الْمُدَبِّرَاتِ kelimesi atıf harfi فَ ile birinci ayetteki النَّازِعَاتِ ‘ya matuftur. اَمْراً , ism-i fail مُدَبِّرَاتِ ‘ın mef’ûlun bihi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
مُدَبِّرَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ
Ayet, tertip ve takip ifade eden atıf harfi فَ ile ile önceki ayetteki muksemun bihe atfedilmiştir.
الْمُدَبِّرَاتِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir. الْمُدَبِّرَاتِ ‘nin mef’ûlü olan اَمْراًۢ ‘deki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
Yani, aşırı gitmeksizin ve kusur yapmaksızın kendilerine planlandığı gibi, kulların dünyevî ve uhrevî işlerini çekip çeviren vazifeli meleklere kasem olsun demektir.
Üzerine kasem edilen anılmamıştır. O da, daha sonra zikredilen kıyametin delaletiyle anlaşılıyor ki, ”mutlaka dirileceksiniz" cümlesidir. Dirilmenin gereği ise, zulmün yeryüzünde devam etmemesi, mükâfat ve ceza için ölümün onun başına mutlaka gelmesidir. Rabbin kullarına zulmedici değildir. (Rûhu’l Beyân)يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ
Yüce Allah’ın önceki âyetlerde yemin ederek gerçekleşeceğini haber verdiği kıyamet ve öldükten sonra dirilme olayları anlatılmaktadır. “O gün sarsılan şiddetle sarsılır, onu ikinci sarsıntı izler” meâlindeki 6 ve 7. âyetleri de müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır:
a) Burada, kıyamet gününde şiddetle sarsılacak olan yerküresi ile bunun ardından sarsılacak olan göklerden söz edilmektedir. Bu sarsıntıda gökler çatlar, yarılır ve parçalanır. 8-9. âyetlerde yeniden diriltilen insanoğlunun kıyamet olayı sırasında ve mahşerde içine düşeceği derin korku, dehşet, kaygı gibi olağanüstü psikolojik haller özetlenmiştir.
b) 6. âyette, sûra birinci üflemede, 7. âyette ise ikinci üflemede meydana gelecek seslerden söz edilmektedir. Sûra ilk defa üflendiğinde tamamen kâinat sarsılır, toz duman olur, kıyamet kopar; ikinci defa üflendiğinde ise yeniden dirilme olayı gerçekleşir (bilgi için bk. Şevkânî, V, 432-433).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 547يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ
يَوْمَ zaman zarfı mukadder kasemin cevabına mütealliktir. Takdiri, لتبعثنّ (elbette diriltileceksiniz) şeklindedir.
تَرْجُفُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَرْجُفُ damme ile merfû muzari fiildir. الرَّاجِفَةُ fail olup lafzen merfûdur.
الرَّاجِفَةُ kelimesi, sülâsi mücerredi رجف olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ
Zaman zarfı يَوْمَ , kasemin mahzuf cevabı olan لتبعثنّ (elbette diriltileceksiniz) fiiline mütealliktir.
يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَرْجُفُ fiilinin faili olan الرَّاجِفَةُ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
الرَّاجِفَةُۙ - تَرْجُفُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَرْجُفُ fiilinin الرَّاجِفَةُۙ ‘e isnadı mecaz-ı aklî olarak caizdir. الرَّاجِفَةُۙ kelimesi رجف ‘nin sebebi olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
رجف ’den murad, yeryüzü ve dağlar gibi sakin cisimlerin kendisiyle sarsıldığı, yani korkusundan şiddetli bir şekilde hareket ettiği bir hadisedir. O, birinci üflemedir. (Rûhu-l Beyân-Ebüssuûd)
Tekrar dirilme, ancak ikinci nefhada gerçekleştiği halde o günün böyle uzun olmasının itibar edilmesi, iki muazzam hadisenin o gün vaki olacağını, birincisinde bütün canlıların öleceğini, ikincisinde de hepsinin tekrar dirileceklerini beyan etmek suretiyle o günün ne kadar korkunç olduğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ cümlesi الرَّاجِفَةُ ‘in hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. تَتْبَعُهَا damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الرَّادِفَةُ fail olup lafzen merfûdur.
الرَّادِفَةُ kelimesi, sülâsi mücerredi ردف olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ
Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki الرَّاجِفَةُ ’nun halidir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Hal, cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَتْبَعُهَا fiilinin faili olan الرَّادِفَةُۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
Bu da ردف ’dir ki, birinciden sonra gelen, onu izleyen hadisedir. Bu ise, ikinci üflemedir. Çünkü o, birinciden sonra gelir. İrşad'da Ebussuûd der ki: ”Öldükten sonra dirilme ancak ikinci üflemeden sonra olmasına rağmen, iki büyük hadisenin cereyan ettiği açıklanmak suretiyle günün dehşetini beyan için zamanın uzunluğu nazara alınmıştır. Birincinin meydana gelişinde hayatta hiçbir canlı kalmaz, ölür; ikincide de dirilip kalkmayan hiçbir ölü kalmaz." (Rûhu’l Beyân)قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ
İsim cümlesidir. قُلُوبٌ mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı وَاجِفَةٌ ‘e mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. وَاجِفَةٌۙ kelimesi قُلُوبٌ ‘ün sıfatı olarak damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاجِفَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi وجف olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin haberi sonraki ayettedir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için, amili olan وَاجِفَةٌۙ ‘ya takdim edilmiştir.
وَاجِفَةٌۙ ‘e müteallik olan يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
Mübteda olan قُلُوبٌ ‘un nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade eder. (Âşûr) Mübtedanın haberi sonraki ayettedir.
قُلُوبٌ ‘un sıfatı olan وَاجِفَةٌۙ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, müteallik almasına olanak sağlamıştır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاجِفَةٌۙ (titrer) yani şiddetli bir ıstırap duyar! وَجِد ve وَجِف (kalp ıstırabını ifade eden) iki kardeş lafızdır. خَاشِعَةٌۢ (yere çakılmıştır) yani zelildir. (Keşşâf)
Şayet قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ ayetinde ifadeye nekre ile başlamak nasıl caiz olmuş? dersen şöyle derim: قُلُوبٌ (gönüller) kelimesi mübteda olmak üzere merfû, وَاجِفَةٌۙ (titrer) kelimesi ise onun sıfatıdır; arkadan gelen اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ ise bunun (yani mevsuf nekrenin) haberidir. Tıpkı وَلَعَبۡدࣱ مُّؤۡمِنٌ خَیۡرࣱ مِّن مُّشۡرِكࣲ [İmanlı bir köle, müşrik bir erkekten o hoşunuza gitse de daha iyidir.] (Bakara 2/221) ayetindeki gibi. (Keşşâf)اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ cümlesi önceki ayetteki قُلُوبٌ ‘nün haberi olup lafzen merfûdur. İsim cümlesidir. اَبْصَارُهَا ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَاشِعَةٌۢ haber olup lafzen merfûdur.
خَاشِعَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi خشع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayette اَبْصَارُهَا , ikinci mübteda, خَاشِعَةٌۢ haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tahkir içindir.
خَاشِعَةٌۢ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَاشِعَةٌۢ - وَاجِفَةٌۙ ve اَبْصَارُهَا - قُلُوبٌ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Gözleri yerdedir.] [O gün kalpler titremektedir] çok titrer, bu da وجيف 'ten gelir ki, o da kalplerin sıfatıdır, haber de [gözleri yerdedir] kavlidir, yani kalp sahiplerinin gözleri yerdedir, sinmiştir. Bunun içindir ki, kalplere izafe edilmiştir. (Beyzâvî)
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ [Gözleri zilletle eğilenler] cümlesi, korkan, kalbi hoplayan kimsenin bakışlarının, başına gelecek o büyük belayı gözleyen, eğilmiş, zelil olmuş bir bakış olduğu malumdur. (Fahreddin er-Râzî)
يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ
Arapça’da “geldiği yola geri dönme” mânasındaki deyim 10. âyette “öldükten sonra tekrar dirilip önceki hale dönme” anlamında kullanılmıştır. Müşrikler kemikleri bile çürümüş insanların tekrar dirilmesini imkânsız buluyor, dolayısıyla öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. 10-12. âyetler onların öldükten sonra dirilme konusundaki düşünce ve tutumlarını dile getirmektedir. “Mahşer” diye çevirdiğimiz 14. âyetteki sâhire kelimesi “geceyi uykusuz geçiren, sahra, düz alan” anlamlarına gelir. Mahşerde korkudan kimsenin gözüne uyku girmeyeceği için ona da sâhire denilmiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 547يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ
Cümle, titreyen kalp ehlinin hali olarak mahallen mansubdur.
يَقُولُونَ mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, هُمْ (Onlar) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مَرْدُودُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْحَافِرَةِ car mecruru مَرْدُودُونَ ‘e mütealiktir.
مَرْدُودُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi ردد olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هُمْ şeklindedir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ cümlesine dahil olan hemze inkâri istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve inkâri manada geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesi اِنَّ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen, اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s.176)
Ba’s gününe inanmayanların, sözlerini birden fazla unsurla tekid etmeleri, muhatabı ikna için değil, kendi şaşkınlık ve çaresizliklerini izhar içindir.
حَافِرَةِ , esasen ‘kazıcı’ manasına sıfat olmakla beraber, atın tırnağına isim olmuştur. Bu münasebetle atın tırnağının kazdığı çukura, yani izine ve o suretle açılan çığıra da hafire denilir. حَافِرَةِ , önceki yaratılış ve hayattan kinaye olarak manası: Biz önceki halimizde hayata geri mi çevrileceğiz?" demek olur ki, bu İbni Abbas'tan rivayet edilmiş olup tefsircilerin tercih ettiği görüştür. (Elmalılı)
فِي الْحَافِرَةِ car mecruru, haber مَرْدُودُونَ ’ye mütealliktir. مَرْدُودُونَ , sülasisi ردد olan fiilin ismi mef’ûlüdür.
Ayet, yeniden dirilmeyi ve olmayan bir şeyin tekrar canlanmasını inkâr için bir tekiddir. Halbuki Allah'ın bütün mümkinata (olması caiz olan şeylere) gücü yeter, elementlerin parçalarını toplayıp onlara hayat verebilir. Çünkü o parçalar, Yaratıcı'nın ilminde vardır, bellidir. Tıpkı sütle karışık su gibi. Zira onlar her ne kadar karışmış iseler de her biri Allah'ın ilminde ayrıdırlar. Her ne kadar insan aklı bunu idrak etmekten aciz ise de. (Rûhu’l Beyân)ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ
Hemze istifham harfidir. اِذَا zaman zarfı, cevaba mütealliktir. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَّا mütekellim zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
عِظَاماً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. نَخِرَةًۜ kelimesi عِظَاماً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فهل نبعث من جديد (Yeniden diriltirmiyiz?) şeklindedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَخِرَةًۜ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ
Mekulü’l-kavle dahil olan ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Şart üslubunda gelmiştir.
Şart manalı müstakbel zaman zarfı اِذَا ’nın dahil olduğu ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkarî manadadır.
Şart cümlesi olan كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةً , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve taaccüp amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin cevap bekleme kastı olmadığı soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takdiri فهل نبعث من جديد.(Yeniden diriltir miyiz?) olan cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebi inşai kelamdır.
نَخِرَةً kelimesi عِظَاماً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
نَخِرَةً çürümüş, ufalanmış, rüzgarla savrulan, yahut delik deşik, göz göz olmuş, rüzgar estikçe ses veren, vızıldayan kemik demektir. Evvelkine نَخِرَةً , ikinciye نَاخِرَةً denilerek aralarında fark da gözetilmiştir. Böyle çürümüş kemiklerin hayattan uzaklığına bakıp bundan bir netice çıkarmaya çalışarak Yâsîn Suresi'nde geçen ["Bu çürümüş kemiklere kim can verecek miş?"] (Yâsin, 36/78) demeleri gibi, bunu uzak ve imkansız görüp inkâr ettiler. (Elmalılı)
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ
Ayet önceki cümleyi tekid eder. Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تِلْكَ işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اِذاً cevap harfidir. كَرَّةٌ haber olup lafzen merfûdur. خَاسِرَةٌۢ kelimesi كَرَّةٌ ‘un sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَاسِرَةٌۢ kelimesi, sülâsi mücerredi خسر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki … يَقُولُونَ cümlesinin lafzî tekidi hükmündeki cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiilden mazi fiile iltifat sanatı vardır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavl cümlesi تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin işaret ettiği şeye önem verdiğinin işaretidir. اِذاً , cevap ve ceza harfidir.
Müsned olan كَرَّةٌ ‘ün sıfatı olan خَاسِرَةٌۢ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
كَرَّةٌ ‘in خَاسِرَةٌۢ ile vasıflanması mecaz-ı aklî olarak mübalağa içindir. Çünkü kaybeden o değil sahibidir. (Âşûr)
كَرَّةٌ ‘in خَاسِرَةٌۢ ‘la sıfatlanmasında istiare vardır. Canlılara mahsus olan “hüsrana uğramış” sıfatı, كَرَّةٌ ‘ye nispet edilerek bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ
فَ istînâfiyyedir. اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. زَجْرَةٌ haber olup lafzen merfûdur. وَاحِدَةٌ kelimesi زَجْرَةٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ
فَ , istînâfiyye, ayet müstenefedir. Kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هِيَ mevsuf/maksûr, زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ sıfat/maksûrun aleyhtir.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
زَجْرَةٌ bütün cinslere işaret eden masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
زَجْرَةٌ için sıfat olan وَاحِدَةٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şayet bu ifade neye binaen söylenmiştir? dersen şöyle derim: Hazfedilmiş bir cümleyle ilintilidir; anlamı şöyledir: [Ey inkârcılar] o dönüşü zor saymayın! Zira o tek bir sert komuta bakar; yani bu dönüşün mutlak izzet ve celâl sahibi Allah’a zor geleceğini sanmayın! Zira O’nun kudretine göre bu çok ama çok kolaydır; o ancak tek bir haykırışa bakar! Sert komut la da Sûr’a ilk üfürüş kastedilmektedir. (Keşşâf)
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ cümlesi, onların inkârlarına karşılık Allah tarafından bir cevap ve mukadder bir hükmün sebebidir. Yani: O diriltmeyi Allah'a zor gelir sanmayın. O'nun kudreti içinde o, kolaydır. O ancak tekrar etmeyen bir sayhadır ki, yerin içinde oldukları halde onu işitirler. O, ikinci üflemedir. (Rûhu’l Beyân)فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | hemen |
|
2 | هُمْ | onlar |
|
3 | بِالسَّاهِرَةِ | uyanıklık alanındadırlar |
|
فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا نفخ في الصور فإذا هم ….(Sura üfürüldüğünde bir de bakarsın ki onlar) şeklindedir.
ذَا mufacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِالسَّاهِرَةِۜ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ
Şart üslubunda gelen ayette فَ mukadder şartın başına gelen rabıta harfidir .
Takdiri, … إذا نفخ في الصور (Sura üfürüldüğünde …) olan şart cümlesinin hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.
Mukadder şartın cevabı olan فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, ‘ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum’ anlamları katar.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan هُمْ ’un haberi mahzuftur. بِالسَّاهِرَةِ car mecruru bu mahzuf habere mütealliktir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
بِالسَّاهِرَةِۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Bir de bakmışsın ki tamamı -yerin böğründe birer ölü iken sonrasında yerin yüzeyinde birer diri oluvermiş!.. (Keşşâf)
سَّاهِرَةِۜ , uyanık göz ve gözlere serap görünen düpedüz açık yeryüzü, sahra, meydan demek olup burada, gözleri açılarak apaçık mahşer yerinde bulunacakları anlatılmıştır. (Elmalılı)
Ey göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların rabbi olan Allahım! Bize nasip ettiğin nimetlerden, hayra ulaştıracak şekilde faydalananlardan ve onlarla Senin yolunda amel işleyen kullarının arasına kat. Uzuvlarımızı kullanırken, Senin rızanı gözetenlerden eyle ve bunun için bize rahmetin ile yol göster. Zira onlara, nefse ve dünyalık heveslere itaat hoş gelir.
Ölçüp tartmadan konuşmak çok kolaydır ama bir o kadar da tehlikelidir. Yerinden kalkmadan saniyeler içinde; yalan, gıybet ve iftira günahlarına bulaşılabilir. Allahım! Halimizi dil belasından muhafaza buyur. Sığınılması gereken bir durum olmasaydı; şüphesiz cennet nimetleri arasında anılmazdı: Bizi, boş sözlerin işitilmediği ve söylenmediği cennetine kavuştur.
Her insan, değerli hissetmek ister ve doğru ya da yanlış yöntemlerle bu değerini arttırmaya çalışır. Şüphesiz ki; İslam dini, insanı değerinin en üst seviyesine ulaştırır ve bu halini nefsin meyillerinden arındırarak korur. Allahım! Hüküm günü; değersizliklerinden dolayı toprak olmayı dileyeceklerin ve konuşmaktan men edilenlerin haline benzemekten, halimizi muhafaza buyur.
Allah’a varan yolu tutanlara selam olsun. Allah’ın rahmeti ile dünya yollarında kinden arınmış kalplerle birbirini sevenlerden, hayırda yardımlaşanlardan, İslam yolunda yarışanlardan olmak ve Allah’ın rızası ile cennet nimetlerine kavuşmak, bahçelerinde sohbet etmek nasip olsun. Allah katında yükselenlerden, iki cihanda da yüzü gülenlerden ve mutmain kalbe sahiplerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji