بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
عَمَّ يَتَسَٓاءَلُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | عَمَّ | hangi şeyden? |
|
2 | يَتَسَاءَلُونَ | birbirlerine soruyorlar |
|
عَمَّ يَتَسَٓاءَلُونَۚ
Fiil cümlesidir. عَمَّ harf-i ceri عَنْ ve istifham harfi ماَ’ dan oluşmuştur. عَمَّ car mecruru يَتَسَٓاءَلُونَ fiiline mütealliktir. Soru harfi ماَ ‘ya harf-i cer birleştiği için ماَ ’nın elifi düşmüştür.
يَتَسَٓاءَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَتَسَٓاءَلُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi سأل ‘dir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket, bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef'ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef'ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef'ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَمَّ يَتَسَٓاءَلُونَۚ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle vaz edildiği soru anlamından çıkmıştır. Kastın, cevap beklemek değil, konunun önemini vurgulamak olduğu için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Soru sorarak cevap beklemesi muhaldir. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
عَمَّ , harf-i cer عن ve istifham harfi ما ’dan oluşmuştur. Harf-i cere birleştiği için ما ’nın elifi düşmüştür. عَمَّ car mecruru يَتَسَٓاءَلُونَ fiiline mütealliktir.
Gunnede müşterek oldukları için nun mîm'e idgam edilmiş عَمَّاَ olmuştur. Sonra لم ve بم de olduğu gibi elif hazf edilmiştir. Çünkü onlar da aslında; لِما ve بِما ‘dır. Bu da, ya istifham olanı ile başka şey olan ما ‘yı ayırmak için, yahut da çok kullanıldığından ötürü hafiflik içindir. Buradaki belirsizlik ya sorulan şeyin önemi ve dehşetine ya da alışılmış cinslerin sınırından çıkıldığına işaret içindir. Soru ise hakiki manasında olmayıp, sadece ta'zîrn içindir. Manası ise: ”Hangi büyük şeyden?" demektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr))
عَمَّ sözündeki kapalılık konunun önemini göstermek içindir. "Hangi büyük meseleyi?" demek olur. "Ne için, neden dolayı birbirlerine soruyorlar?" demek olabileceğini de söylemişlerdir. Her iki durumda da bunu birbirlerine soranların maksadı gerek olumlu gerek olumsuz, gerek alay, gerek ciddi olsun her halde inanmayanların dahi bundan önemli bir telaş duyduklarını ve meselenin aslında büyük bir mesele olduğunu bildirir. (Elmalılı)
Sanki çok önemli olduğu için cinsi gizlenmiş de ondan sorulmuştur. Zamir de Mekke halkına râcidir. Çünkü onlar kendi aralarında öldükten sonra dirilmeden sorarlardı. Ya da alay ederek onu Resulullah (sav)'e ve müminlere sorarlardı. (Beyzâvî)
عَنِ النَّبَأِ الْعَظ۪يمِۙ
عَنِ النَّبَأِ الْعَظ۪يمِۙ
Fiil cümlesidir. عَنِ النَّبَأِ car mecruru mahzuf يتساءلون fiiline mütealliktir. الْعَظ۪يمِ kelimesi النَّبَأِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنِ النَّبَأِ الْعَظ۪يمِۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Car mecrur عَنِ النَّبَأِ , takdiri يتساءلون olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
النَّبَأِ kelimesi için sıfat olan الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
النَّبَأِ ‘deki marifelik, cins içindir. (Âşûr)
Ayette ‘’haber’’ kelimesi yerine نَبَاَ tercih edilmiştir. Çünkü, نَبَاَ büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere نَبَاَ denmez. (Müfredat)
النَّبَأِ , önemli haber, önemli olarak kabul edilmesi gerekli olan haber demektir. Başındaki lâm, ahd için olduğundan özellikle Peygamberlik haberi demek olur. الْعَظ۪يمِۙ sıfatıyla nitelenmesi de aslında en büyük haber olduğunu gösterip açıklamaktadır. Bu haber, Peygamber (sav)'in gönderilmesi ve özellikle onun Kur'an ve Peygamberlikle bildirdiği kıyamet haberidir. O gün, herkesin iman ve amelinden sorulacağı ahiret günü, öldükten sonra dirilme günüdür.
İmana gelmeyenler, Hz Muhammed (sav)'in Peygamber olarak gönderilişi ile ilgili birbirlerine soruyorlar: Bu haber ne? O,Allah tarafından Allah'ın birliğine ve ahiret gününe inanmaya çağırmak için gönderilmiş elçi mi imiş? Hele o kıyamet haberi nedir? Ölüler dirilecek, herkese yaptığından sorulacakmış, öyle mi? diyorlar. Kimi "öyle" diyor, kimi "böyle şey mi olur?" diyor. Kimi de "acaba!" diye tereddüt ediyordu. İşte burada bunlar anlatılıyor. (Elmalılı, Âşûr)
اَلَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِي | ki |
|
2 | هُمْ | onlar |
|
3 | فِيهِ | onda |
|
4 | مُخْتَلِفُونَ | ayrılığa düşmektedirler |
|
اَلَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَۜ
Müfred müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي , önceki ayette النَّبَأِ ‘nin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru مُخْتَلِفُونَ ‘ye mütealliktir. مُخْتَلِفُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُخْتَلِفُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَۜ
Önceki ayette النَّبَأِ için sıfat konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan هُمْ ف۪يهِ مُخْتَلِفُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهِ ihtimam için amili olan haber مُخْتَلِفُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan مُخْتَلِفُونَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Surenin ilk üç ayetinin, surenin konusuyla olan sıkı anlam ilişkisi beraatül istihlal sanatıdır.
Berâet-i istihlâl: Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
"Ki onlar bu haberde ayrılığa düşmektedirler". Burada "o haberde" mef'ûlün (tümlecin) önce gelmesi mutlak (soyut) olarak önem için veya ‘sadece’ manasını ifade etmek için olabileceğine göre bunda iki mana vardır: Önemini göstermek için olduğuna göre, kiminin inanarak, kiminin inkâr ederek, kiminin tereddüde düşerek o haber hakkında ihtilaflarını ve bu ihtilafın bile onun önemini gösterdiğini anlatır. ‘Sadece’ manasını ifade etmek için öne alınmış olduğuna göre ise, onların ihtilaf ve tartışmaları sadece o haber verilen şey hakkında olduğunu beyan ile bu ihtilaftan, haberin bir nevi doğruluğu mânâsı çıkar ki, şöyle demek olur: "Onlar onda ihtilaf ediyorlar ama, ihtilaf etmek bile, ilerde bir fayda veya zarar gelebileceği düşüncesiyle olacağından dolayı, gelecekte iyi veya kötü mutlaka bir sorumluluk günü geleceğini hissetmekten kaynaklanır ve bütün kavgalar bundan kopar. Birbirlerine soru soranların, ihtilaf edenlerin asıl farkları da o gün ortaya çıkar." (Elmalılı, Âşûr)
İnsanların, hakkında ihtilaf ettikleri, bazılarının kabul edip diğerlerinin yalanladığı bu büyük haberden maksat, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre, "Öldükten sonra dirilmektir." İnsanlar ölümü bizzat gözleriyle gördüklerinden dolayı onu yalanlamaları mümkün değildir. Fakat öldükten sonra dirilmeyi gözleriyle görmedikleri için bu büyük haberi bazıları tasdik eder mümin olurlar bazıları da yalanlayıp inkâra düşerler.
Mücahid'e göre ise ayette zikredilen büyük haberden maksat, Kur'an-ı Kerim'dir. İnsanlar Kur’an’ı kabul edip etmemek hususunda iki kısma ayrılmış ve bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir. (Taberî)
كَلَّا سَيَعْلَمُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَلَّا | hayır |
|
2 | سَيَعْلَمُونَ | yakında bilecekler |
|
كَلَّا سَيَعْلَمُونَۙ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَعْلَمُونَۙ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَلَّا سَيَعْلَمُونَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette كَلَّا ret ve caydırma harfidir.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümleye dahil olan كَلَّاۜ ve muzari fiile dahil olan gelecek zaman harfi سَ tekid ifade eder.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bir cevap edatı olan كَلَّا , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarını taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
كَلَّا (Hayır!) Bu kelime onların, ölümden sonra dirilişi inkâr etmelerini veya Kur'an'ı yalanlamalarını reddeder. Bundan dolayı üzerinde vakıf yapılır. Bunun: "Gerçekten" anlamında olması ya da; Dikkat edin, haberiniz olsun ki ..." anlamında olması ve onunla söze (yeni bir cümle olarak) başlanmamış olması da mümkündür. Daha kuvvetli olan, onların sorularının ancak ölümden sonra diriliş hakkında olduğudur. Kimi ilim adamımız şöyle demiştir; Buna delil de yüce Allah'ın: Şüphe yok ki hüküm verip, ayırt etme günü belirlenmiş bir vakittir (17. ayet) ayetidir. Bu ayet, onların ölümden sonra diriliş hakkında, birbirlerine soru sorduklarını göstermektedir. (Kurtubî)
[Hayır! Anlayacaklar!] Bu bir reddetme ve tehdittir. Yani, yeniden diriltilme işi, inkâr edilecek ve hakkında şüphe edilecek şey cinsinden değildir ki, bir birbirlerine onun hakkında soruyorlar. Bilecekler ki; birbirlerine sordukları o şey haktır, kimse ona engel olamaz; vuku bulacaktır, onda şüphe yoktur; kesindir, onda şek yoktur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | كَلَّا | hayır |
|
3 | سَيَعْلَمُونَ | yakında bilecekler |
|
ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir.
Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَيَعْلَمُونَۙ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ
Tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, önceki ayete atfedilmiştir. كَلَّا ret ve caydırma harfidir. Önceki ayetin lafzî tekidi olan bu ayetin ثُمَّ ile atfedilmesi, bu cümlenin tehdit anlamını artırmak ve tekidi kuvvetlendirmek içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümleye dahil olan كَلَّاۜ ve muzari fiile dahil olan gelecek zaman harfi سَ tekid ifade eder.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tehdidi ve vaidi artırmak için önceki ayetin tekrarlanması tekid ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Bir cevap edatı olan كَلَّا , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
كَلَّا [Hayır!] ifadesi alaylı alaylı (kıyameti) soranlar için bir engellemedir. Birbirlerine sorup güldükleri şeyin gerçek olduğunu “yakında öğrenecekler!” ifadesi, kıyametin hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde gerçekleşeceğini yakında öğreneceklerine dair onları tehdit etmektedir. Engelleme lafzının tehdit [öğrenecekler!] ile birlikte tekrarlanması bu hususu daha bir perçinlemektedir. ثُمَّ ’nin anlamı, ikinci tehdidin ilkinden daha mübalağalı ve sert olduğuna dair bir ima uyandırmaktır. (Keşşâf)
Allahü teâlâ bu ayetlerde, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden müşriklere cevap veriyor ve onları tehdit ederek buyuruyor ki: "Hayır, durum müşriklerin zannettikleri gibi değildir. Kıyamet gününde onlar, Allah'ın, kâfirlere ne yaptığını bileceklerdir.
Dehhak, bu iki ayetin birincisinin kâfirleri tehdit ettiğini diğerinin ise mü’minlere müjde mahiyetinde olduğunu söylemiştir. Bu izaha göre ayetlerin manası şöyledir: "Hayır, kâfirler, yakında neyin ne olacağını bileceklerdir. Yine hayır, müminler de yakında neyin ne olacağını bileceklerdir." (Taberî, Âşûr)
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداًۙ
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداًۙ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
نَجْعَلِ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نَحْنُ’ dur. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِهَاداً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداًۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Hemze takrirî istifham harfidir. Takrîr; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr: (itirafa zorlama) Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle vaz edildiği soru anlamından çıkarak inkâr ve takrir anlamı kazandığı için mecazı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca cümlede, kelamcıların usûlünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelâmî sanatı vardır.
Menfi muzari fiil sıygasındaki cümlede fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hemze menfi cümlenin başına geldiğinde tenbih, tezekkür ve taaccüp manalarını verir. Bu manalarda sakındarma (tahzir) manası da olabilir. Bu ayette olduğu gibi. (Sahip Aktaş,Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
الْاَرْضَ kelimesi نَجْعَلِ fiilinin ilk mef’ûlü, مِهَاداً ikinci mef’ûldür. مِهَاداً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
İsmi mef’ûl yerine masdar vezninde gelen مِهَاداًۙ mübalağa ifade etmiştir. Mef’ûle isnad alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
مهداًۙ de okunmuştur ki, yer onlar için çocuğun beşiği gibidir, demek olur. مهداًۙ , masdardır, sonra çocuğun içinde uyuması için hazırlanan şeye ad olmuştur. (Beyzâvî)
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداًۙ ifadesinde, teşbih-i beliğ vardır. Müşebbeh الْاَرْضَ , müşebbehün bih مِهَاداًۙ ’dir. Teşbih edatı mahzuftur. Yeryüzü bebek beşiğine benzetilmiştir. Vech-i şebeh ihtiyacı karşılama özelliğidir. Taraflar müfred ve hissidir.
[Biz yeri bir beşik yapmadık mı?] Bu ayetteki, مهداًۙ kelimesi masdardır. Bununla ilgili olarak şu izahlar muhtemeldir: مهداًۙ masdarı ile ism-i mef'ûl, ممهود (döşenmiş bir şey) manası kastedilmiş olup, bu, ism-i mef'ulün, masdar ile ifade edilmesi babındandır. Bu tıpkı, "Bu emirin darbıdır" (yani madrubu, onun tarafından dövülmüş olan kişidir)" demen gibidir. الْاَرْضَ kelimesinin, bizatihî bu masdar ile tavsif edilmiş olmasıdır. Ve bu tıpkı, senin, "O kimse bu sıfatla öylesine özdeşleşmiş ki, adeta bu sıfatın kendisi olmuş" anlamında, صارَ عَيْنَ تِلْكَ الصِّفَةِ demen gibidir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Biz yeryüzünü onlar için bir beşik, yapmadık mı? Ifadesi hak olduğunu dile getiren bazı deliller saymak suretiyle kendisinden sorulan ”haberin gerçekliğini belirtmek için getirilmiş bir başlangıç cümlesidir. Buradan anlaşıldığı üzere kendisinden sorulan şey, öldükten sonra dirilmektir; yoksa Kur'an ve Peygamber (sav)in nübüvveti değildir.
Hemze, İkrar İçindir. مِهَاداًۙ : Beşik ve döşek anlamındadır. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: ”Tıpkı kişinin sergisi üzerinde dilediği şekilde bir ucundan öbür ucuna hareket ettiği gibi, yeryüzünü üzerinde rahatça hareket edebileceğiniz yayılmış bir sergi yapmadık mı?"
Döşek anlamındaki kelimenin çoğul olarak gelmesi, köyler, ülkeler ve daha başka şeylerden oluşan yeryüzündeki mekânların çeşitliliği ve bir kısmını ziraat alanı, bir kısmım yerleşim yeri vb. yapmak suretiyle yeryüzünü çeşitli şekillerde kullanmaktan dolayıdır. مِهَاداًۙ kelimesi, çocuğun beşiğine benzetilerek مهَداًۙ olarak da okunmuştur. Beşik, çocuk için hazırlanan ve üzerinde uyuduğu şeydir. (Rûhu’l Beyân)
وَالْجِبَالَ اَوْتَاداًۖ
وَالْجِبَالَ اَوْتَاداًۖ
Cümle atıf harfi وَ ‘la 6. ayete matuftur. نَجْعَلِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak fetha ile mansubdur. اَوْتَاداً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَالْجِبَالَ اَوْتَاداًۖ
Önceki ayetteki istifhama dahil olan bu ayette وَالْجِبَالَ ve اَوْتَاداً önceki ayetteki اَلَمْ نَجْعَلِ fiilinin iki mef'ûlüdür. اَوْتَاداً ’deki tenvin nev ifade eder.
Ayette teşbihi beliğ sanatı vardır. Dağlar kazıklara benzetilmiştir. Vech-i şebeh sağlamlıktır. Dağlar yeryüzünü sarsıntıdan korur. Tıpkı kazıkların binayı koruması gibi. Teşbihte taraflar müfret ve hissidir. Müşebbeh الْجِبَالَ , müşebbehün bih اَوْتَاداً ’dir. Teşbih edatı mahzuftur.
[Dağları da birer kazık yapmadık mı?] Dağların yeryüzüne birer kazık yapılmasından murat, sağlam bir şekilde tespit edilmesidir. Tıpkı evin sütunlarla, direklerle tespit edilmesi gibi. Ta ki, sakin dursun ve üzerindekiler sallanmasınlar. Bu, edebî bir benzetme türüdür. اَوْتَاداً kelimesi وتَد 'in çoğuludur. O da tahta ve benzeri şeylerden; sallanan, hareket eden şeylerin sağlamlaştırıldığı, sabitleştirildiği şeydir. (Rûhu-l Beyân)
اَوْتَاداًۖ , yere veya duvara çakılan çivi ve kazık demek olan وتَد kelimesinin çoğuludur. Kazık ve çivi; sıkıştırma ve zorlama ile bağlama ve sabit tutma aracıdır. Nitekim bizde de "çivi çakmak" bina yapmaktan kinaye olarak kullanıldığı gibi "kazık çakmak" da bir yerde sabit durmak ve ikâmet etmekten kinaye olarak ebediyet mânâsında bile kullanılır. "Sanki dünyaya kazık çakacak!" denildiği zaman sonsuz kalmak istiyor demekten kinaye olur. Burada yeryüzünün insan hayatı için bir döşek gibi olduğu anlatılırken, dağların da bu döşeğin durumunu sabitleştirmek için çakılmış kazıklar gibi bazı faydaları bulunduğuna ve dağlar kaldırılıverilmiş olsa o döşek üzerinde kalmanın ve huzurun yok olacağına işaret edilmiş bulunuyor. (Elmalılı, Âşûr)
وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجاًۙ
وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجاًۙ
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَزْوَاجاً kelimesi خَلَقْنَا fiilinin failinden hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجاًۙ
Ayet atıf harfi وَ ’la 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifhama dahildir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
اَزْوَاجاً kelimesi خَلَقْنَا ‘deki mef’ûlün halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Matufun aleyhteki muzari sıygadan, bu ayette mazi sıygaya iltifat vardır.
[Sizi çift çift yarattık.] وَخَلَقْنَاكُمْ cümlesi, لَمْ ile olumsuzlanan muzari fiil اَلَمْ نَجْعَلِ üzerine atıftır. Ayetteki اَزْوَاجاًۙ kelimesi, iki sınıftan her birinin diğerine ısınması, muaşeret ve geçim işinin düzene girmesi ve üreme işinin gerçekleşmesi için sizi sınıf sınıf, erkek ve dişi olarak yarattık, demektir. زوَج , ister hayvan, ister başka şey olsun, çift olan iki arkadaştan her birine denir. Mest ve takunya gibi iki şeye zevc değil, زوجانَ denir. Her halde bu, diğerinin yerine, iki şıktan birisiyle yetinme kabilindendir. Kadın için arapçada zevce demek edebî değildir. Hem koca, hem de kadın için eş anlamında zevc kelimesi kullanılır. Çünkü Allah Teâlâ: يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ [Ey Adem! Sen ve zevcin (eşin) cennette yerleşin…] (Bakara: 35) buyurmuştur. İster benzeri olsun, ister zıt olsun, bir başkasıyla bitişik olan her bir şeye zevc denir. (Rûhu-l Beyân, Âşûr)
اَزْوَاجاً Erkek ve dişi, çift çift. Hayatın tabiat üstünde ilk çeşitlenmesi ve yaratıcının özel bir nimeti olarak huzur yatağının ilk sosyal kademesi veya sınıf sınıf, boy boy, güzel ve çirkin gibi tabiatın ahenk ve ritmini değiştiren ve biri diğerini hatırlatan karşıt çiftler. (Elmalılı)
وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتاًۙ
وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتاًۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
نَوْمَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سُبَاتاً kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتاًۙ
Ayet, atıf harfi وَ ’la 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifhama dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
نَوْمَكُمْ fiilin birinci, سُبَاتاً ikinci mef'ûlüdür. سُبَاتاً ’in nekre gelişi nev ve tazim ifade eder.
Dinlenme diye ifade ettiğimiz سُبَاتاًۙ kelimesi سبت 'ten gelir. O da kesmek demektir. يوم السبت (cumartesi günü) buradan gelir. Çünkü o gün İsrailoğulları işten kesilirler, çalışmazlar.(Rûhu’l Beyân)
سُبَاتاً kelimesinin ölüm manası da vardır. مَسبوت da -kesmek anlamındaki- سبت ‘ten gelmek üzere “ölü” demektir; çünkü ölü hareketten kesilip kalmış olandır. Uyku iki ölümden biri olup hastalık kalıbında gelmiştir. Yani سُبَاتاً kelimesi; hastalıkları ifade eden فُعال (sü‘âl, cüzâm, zükâm / öksürük, grip, cüzam) kalıbında gelmiştir. (Keşşâf, Editör)
سُبَاتاً , bir kesim, bir dinlenme, yani kesik bir uyku, bir kestirme, bir rahat ve dinleniş, yahut bir sübat gibi, yani duygu ve işten kesilmek itibariyle bir ölüm gibi sessizlik veya salgınlık demektir. Tefsirlerde ve "Kâmus"ta "sübat" kelimesinin ölüm, uyku veya hafif uyku ve rahat anlamlarında kullanıldığı ve bu nam ile tanınan bir hastalığın da adı olduğu naklediliyor ki insana aşırı bir suskunluk getirir, uykudan gözünü açtırmaz, hatta öldürür(uyku hastalığı denilen bu olmalı). Bu kelime tıp dilimize de girmiş, anatomide "sağ ve sol atardamar sübatı" isimleri meşhur olmuştur. Bununla beraber bu mânâlar kelimenin asıl mânâsı değil, asıl mânâsından anlaşılabilen diğer mânâlar olarak söylenmiş olduğu da açıklanıyor. Deniliyor ki, sübat kelimesinin kökü olan aslında ilk defa "kesmek" mânâsını ifade etmek için kullanılmış bir kelimedir. Kesilmesi düşünülen mef'ûlü (tümleci)ne göre; traş etmek, yok etmek, işi kesip istirahat etmek, meşhur tabirimize göre "tatil yapıp dinlenmek" gibi manalarda kullanılır. Bu şekilde "işi tatil etme günü" manasına da sebt denilmiştir.
Sebt kelimesinin bir diğer lügat manası da uzanıp serilmek, salmak, salıvermektir. Şaşırmak manasına da kullanılır. Sübat kelimesi de aslında böyle kesmek ve salıvermek mânâları ile ilgili olarak keskin fikirli, dâhi ve zeki ve dolandırıcı kimse, ölüm ve bir tür uyku ve bir hastalık mânâlarına mecaz olarak kullanıldığı gibi rahat mânâsına da olabileceği söylenmiştir. Hastalık isimlerinin çoğunlukla bu kalıpta olduğu göz önünde bulundurularak bu kelimenin de ölüm veya bir hastalık mânâsında olmasına da itibar edilmiştir. Ancak şu var ki, burada uykunun ‘’sübat’’ olması nimetler arasında sayılması nedeniyle, bundan bir zarar manası değil, fayda ve nimet özelliği kastedilmiş olduğu da anlaşılmaktadır. İşte bu nedenlerden dolayı uykuya hangi mânâ ile sübat denilmiş olduğunda ihtilaf edilmiştir. Şüphesiz burada sübat, doğrudan doğruya uyku demek olamaz. Çünkü "uykunuzu uyku kıldık" demek anlamsız görünür. Bunu devamlı bir uyku değil, kesik bir uyku mânâsına; yani hayatınıza zararlı değil, biraz uyuyarak dinlendikten sonra uyanıp yine işlerinizi görebileceğiniz hafif ve kesik bir uyku diye tefsir edenler olmuştur. Nitekim bizim de bazan "bir kestirme yaptı" dediğimiz olur.
Şu halde bu detaydan çıkan netice de şu olur: Uykunun sübat olmasında, bütün bu mânâları gösteren bir kavram ile tarifi var demektir. Bu özellikleri bakımından sübat, uykunun önce organizmanın gösterdiği etkinlikte bir yorgunluk ve salıklık ile bir kesiklik ve duyuların geçici olarak kesilmesi ile hayata zıt, bir iş bırakma ve durgunluk olması nedeniyle ilkin bir baygınlık veya ölüm mânâsında hastalıkla ilgili ve olumsuz mahiyette bir olay; ikinci olarak bunun devamlı olmayıp bu kadar süre ile sessizlik ve durgunluk içinde bir dinleniş ile o yorgunluğun kesilip yeni bir üfürme ile öldükten sonra tekrar dirilmek gibi yeni bir canlılıkla uyanmak üzere hayatın geleceği ile ilgili bir dinlenme, bir kür olması nedeniyle de faydalı, sağlıklı, olumlu bir olay olduğunu ve dolayısıyla uykunun kendisi değil, sonucu itibariyle arzulanan bir nimet sayılması gerekeceğini anlatan, yani fizyolojisini özetleyen bir tarifi olmuş olur. (Elmalılı, Âşûr)وَجَعَلْنَا الَّيْلَ لِبَاساًۙ
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ لِبَاساًۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِبَاساًۙ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلْنَا الَّيْلَ لِبَاساًۙ
Ayet atıf harfi وَ ’la 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifhama dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Ayette teşbihi beliğ vardır. الَّيْلَ müşebbeh, لِبَاساًۙ müşebbehün bihtir. Teşbih edatı ve vech-i şebeh mahzuftur.
Burada gece, elbiseye benzetilmiştir. Vech-i şebeh örtmektir. Gece; bazı insanları diğerlerinden gizler. Tıpkı elbisenin sahibini örterek gizlemesi gibi. Taraflar da görüldüğü gibi müfreddir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu teşbihte vech-i şebeh üç şekilde düşünülebilir: Bunlardan biri, gecenin elbise gibi setr olması, örtmesidir. İkincisi, rahatlatmasıdır. Üçüncü de, korumasıdır. Âşûr)
Bilindiği gibi libas, bedeni bürüyüp örten giysi veya örtüdür ki, burada sırta giyilen iç çamaşırlardan daha çok yorgan gibi üstten örtülen örtü manası daha iyi yakışır. Nasıl ki elbisenin, insanın ayıp ve kusur yerlerini örtmek, yani avret yerlerini örtmek, soğuktan, sıcaktan ve haşerelerden korumak gibi bir takım yararları varsa, gecenin de, karanlığıyla başkalarından, düşmandan, yırtıcı hayvanlardan gizlemek ve uyarıcı veya fitneci olan ışığın titreşimlerinden saklamak ve aynı zamanda açıktan erilemeyecek bir takım gayelere ermek için bir pusu hizmeti görmek gibi nice faydaları vardır. (Elmalılı)وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاًۖ
وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاًۖ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. النَّهَارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَعَاشاً kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاًۖ
Ayet atıf harfi وَ ’la, 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifhama dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
النَّهَارَ birinci, مَعَاشاًۖ ikinci mef'ûldür. مَعَاشاًۖ ‘daki nekrelik nev tazim ve kesret ifade eder.
وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاًۖ ifadesinde, teşbih-i beliğ vardır. Müşebbeh النَّهَارَ , müşebbehün bih مَعَاشاًۖ ’dir. Teşbih edatı mahzuftur.
Burada gündüz, geçim zamanına benzetilmiştir. Vech-i şebeh hareketli olmaktır. İnsanlar geçimlerini kazanmak için gündüz vaktinde olduğu gibi hareketlidirler. Taraflar görüldüğü gibi müfreddir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتاًۙ ayetiyle, وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشاًۖ ayeti arasında mukabele sanatı vardır.
6. ayetten itibaren insanların yaratılışıyla ilgili, Allah Teâlâ’nın onlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesinde taksim sanatı vardır. Bu ayetlerde asıl amaç Allah'ın yaratıcı kudreti sergilenerek onun yüceliğini muhataba göstermektir. Bu idmâc sanatıdır.
Uyku bir tür ölüm kılınınca, مَعَاش vakti yani uyanıp ihtiyaç ve kazançlarınız uğruna dönüp dolaştığınız bir geçim vakti [kıldık gündüzü] ayetinde, uyanıklık da مَعَاش (hayat) kılınmıştır. سُبَاتاًۙ ’ın rahatlık anlamına geldiği de söylenmiştir. (Keşşâf)
مَعَاشاًۖ , "maîşet" gibi mimli mastar olarak عَيْشُ, yani geçim manasınadır ki, Râgıb'ın beyanına göre canlılara özgü olan hayat demektir. Sadece melekî ve ruhani olan hayata pek عَيْشُ denmez. Örfümüzde meâş, mecaz olarak geçim sebebine de denir. Burada zaman ismi olması da caiz görülmüştür ki gündüzleyin hayat ve geçim için çalışma vakti demek olur. Demek ki uyku ve gece bu şekilde gündüz çalışmak için bir hazırlık yapma olduğu gibi, uyanıp gündüz çalışmak da hayat gayesine ermek ve yarınki hayat için bir hazırlıktan ibarettir. Bu çalışmak insana ait olmakla beraber yalnız onun işi de değildir. Yüce yaratıcı tarafından insana tahsis edilmiştir. (Elmalılı, Âşûr)وَبَنَيْنَا فَوْقَـكُمْ سَبْعاً شِدَاداًۙ
وَبَنَيْنَا فَوْقَـكُمْ سَبْعاً شِدَاداًۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَنَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. فَوْقَ zaman zarfı, بَنَيْنَا fiiline mütealliktir.
سَبْعاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شِدَاداً kelimesi سَبْعاً ‘in sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَبَنَيْنَا فَوْقَـكُمْ سَبْعاً شِدَاداًۙ
Ayet atıf harfi وَ ’la, 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifhama dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
فَوْقَـكُمْ mekân zarfı, بَنَيْنَا fiiline mütealliktir. شِدَاداً kelimesi, mef’ûl olan سَبْعاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Sağlam diye ifade ettiğimiz شِدَاداًۙ sıfatı, شِديد 'in çoğuludur. Yani, yaratılışı dayanıklı, binası sağlam, üzerinden asırların geçmesinin tesir edemediği yedi kat gökyüzü. Ebul-Leys شِدَاداًۙ ’i ”kalınlık" diye tefsir eder. Her bir göğün kalınlığı beş yüz senelik yoldur. Yaratılışının bina kelimesiyle ifade edilmesi, yaratıkların üzerine konulmuş kubbeler mesabesinde bina edilmesindendir. (Rûhu’l Beyân)
Burada بَنَيْنَا fiili, خَلَقْنا manasında istiare edilmiştir. Vech-i şebeh فَوْقَكم ile ima edilen “insanların üstlerinde” olmasıdır. (Âşûr)
سَبْعاً شِدَاداًۙ ; yedi sağlam bina, yedi göktür. Bunların burada شِدَاداًۙ , yani sağlam vasfıyla nitelenmesi, insanların yaptıkları binalar gibi zaman aşımına uğrayıp yıpranmaması itibariyle kuvvetine, güçlülüğüne, koruyucu sınırlarının sağlamlığına işarettir. (Elmalılı, Âşûr)
وَجَعَلْنَا سِرَاجاً وَهَّاجاًۖ
وَجَعَلْنَا سِرَاجاً وَهَّاجاًۖ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. سِرَاجاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَهَّاجاً kelimesi سِرَاجاً’ ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهَّاجاًۖ sıfat-ı müşebbehedir. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلْنَا سِرَاجاً وَهَّاجاًۖ
Ayet atıf harfi وَ ’la, 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifhama dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
وَهَّاجاً kelimesi, mef’ûl olan سِرَاجاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
وَهَّاجاً - سِرَاجاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سِرَاجاً ; güneştir. Râğıb der ki: ”سِرَاج , fitil ve yağ ile parlayan kandildir. Işık veren her şey bu şekilde ifade edilir. سِرَاج ’a, مصباح 'da denir." وَهَّاجاًۖ ; tutuşup parlayan, ışık veren, harareti yüksek olan ateş anlamındadır. Müfessirlerin bazısı سِرَاجاً وَهَّاجاًۖ demek, aydınlıkla harareti cem eden, parlak kandil demektir, der. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Burada güneş, سِرَاجاً وَهَّاجاًۖ ‘a benzetilerek teşbih-i beliğ olmuştur. (Âşûr)
سِرَاجاً kelimesinden murad güneştir. Bu ayette, yaratmanın eş anlamlısı olan bina kullanıldığı gibi, şemsin (güneşin) eşanlamlısı olan sirac (kandil) kullanılmıştır. (Ebüssuûd)
وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَٓاءً ثَجَّاجاًۙ
وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَٓاءً ثَجَّاجاًۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْمُعْصِرَاتِ car mecruru جَعَلْنَا fiiline mütealliktir
مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ثَجَّاجاً kelimesi مَٓاءً ‘ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثَجَّاجاًۙ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُعْصِرَاتِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَٓاءً ثَجَّاجاًۙ
Ayet atıf harfi وَ ’la, 6. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. İstifhama dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
ثَجَّاجاً kelimesi, mef’ûl olan مَٓاءً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُعْصِرَاتِ , ihtimam için mef’ûl olan مَٓاءً ‘e takdim edilmiştir
مَٓاءً ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
ثَجَّاجاً - مَٓاءً - الْمُعْصِرَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ثَجَّاجاًۙ ve الْمُعْصِرَاتِ mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesindeki mübalağaya işaret etmiştir.
مِنَ الْمُعْصِرَاتِ (Sıkanlardan) yani bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ifadesi bulutlardan demektir ki, sıkıştığı yani rüzgârların onları sıkıştırıp da yağmur yağdırması yaklaştığı zaman demektir. Ya da bulutları sıkıştırma zamanı gelen rüzgârlardan indirdik demektir veya fırtınalı bulutlardan demektir. Su indirmenin buluttan başlatılması bulutu meydana getirmesinden ve memelerinden su fışkırtmasındandır. مُعْصِرَاتِ okunması da bu manayı destekler. ثَجَّاجاًۙ , şarıl şarıl çok miktarda dökülen demektir. (Beyzâvî)
الْمُعْصِرَاتِ kelimesi hem مُعْصِرَ ‘ın, hem de مُعْصِرَةٌ ‘nın çoğulu olabilir. Bu vasıf da birkaç şekilde kapsamlı manalar ifade eder. Zira i'sar kelimesinden türetilmiştir. İ'sar ise; sıkmak, bir şeyin suyunu, öz suyunu çıkarmak manasınadır. Veya vakit manasına gelen asır kelimesini if'al kalıbına sokmak suretiyle türetilmiş olup başında bulunan hemzenin bir yere veya vakte girmek, vakti gelmek manalarını veya geçişlilik ifade etmesine göre ‘vaktine girmek, sıkım vakti gelmek, sıkıp suyunu çıkartmak’ manalarına masdar olduğu gibi sıkıp kavuran bora ve kasırga mânâsına isim de olur. Bunun için, vakti gelmek manasıyla أعْصَرَ ‘dan türetildiğinde, ergenlik çağına eren veya girmisine yaklaşan kıza مُعْصِرَةٌ denildiği gibi, olgun üzüm gibi sıkılıp suyunu çıkarma zamanı gelmiş şeylere veya pres, mengene gibi, bir şeyin sıkıp suyunu çıkartan kuvvetlere de مُعْصِرَةٌ denilir.
Burada bu manaların her birine göre الْمُعْصِرَاتِ , yağmur yağdırma zamanı gelmiş bulutlar veya onları presler gibi sıkıştıran rüzgarlar veya gökler diye tefsir edilmişse de, ne olduklarının belirlenmesine kalkışılmaksızın "sıkım zamanı gelmiş, sıkılıp suyu çıkarılacak şeyler" veya "bir şeyin suyunu çıkartanlar" manalarıyla mutlak olarak anlaşılması daha kapsamlı olacağından mealde "mu'sıreler" demekle yetinmeyi nazmın inceliğine daha uygun gördük.
ثَجَّاجاًۙ , lâzım (geçişsiz) ve müteaddi (geçişli) olarak suyun veya bir akıcı maddenin çok dökülüp şarlayarak akması veya akıtılmasıdır. (Elmalılı, Âşûr)
لِنُخْرِجَ بِه۪ حَباًّ وَنَبَاتاًۙ
لِنُخْرِجَ بِه۪ حَباًّ وَنَبَاتاًۙ
Fiil cümlesidir. لِ harfi, نُخْرِجَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُخْرِجَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نَحْنُ ‘dur. بِه۪ car mecruru نُخْرِجَ fiiline mütealliktir. حَباًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نَبَاتاً atıf harfi وَ’ la makabline matuftur.
نُخْرِجَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
لِنُخْرِجَ بِه۪ حَباًّ وَنَبَاتاًۙ
Ayet, önceki ayetin devamıdır. Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِنُخْرِجَ بِه۪ حَباًّ وَنَبَاتاًۙ cümlesi, masdar tevilinde, başındaki harfi cerle birlikte önceki ayetteki اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِه۪ car mecruru, ihtimam için mef’ûl olan حَباًّ ‘e takdim edilmiştir.
نَبَاتاًۙ , mef’ûl olan حَباًّ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i camiâ temâsüldür. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Nekre gelişleri tazim, nev ve kesret ifade eder.
نَبَاتاً ‘nin حَباًّ ‘e atfı, umumun hususa atfı babında ıtnâb sanatıdır.
Bu ayette لِنُخْرِجَ söylenip لِنُنْبِتَ tercih edilmemesinin amacı ba’se (dirilmeye) imadır. (Âşûr)
Yerden biten her bitkinin gövdesi ya vardır, ya yoktur. Eğer gövdesi yoksa, ya onun tomurcuğu vardır ki öyle olanlar taneli bitkilerdir, ya da tomurcuğu yoktur ki böyle olanlar da otlardır. İşte ayetteki nebat ile bu otlar murad edilmiştir. İşte bu iki kısma, Cenab-ı Hak, ["Yiyiniz ve hayvanlarınıza yediriniz"] (Taha, 54) ayetiyle işaret etmiştir. Gövdesi olanlar ise şecer (ağaç) dir. Binaenaleyh pek çok çeşit ağaç bir araya geldiğinde cennet (bahçe) adını alır. Böylece bu aklî delil ile yerden biten şeylerin bu üç kısma inhisar ettiği sabit olmuş olur. Temel gıda olduğu için, burada Allah taneyi zikretmiştir. Diğer canlıların ihtiyacı oldukları için, ikinci olarak da nebatı zikretmiştir. Cenab-ı Hak, bu ilk ayette cennetlerden bahsetmemiştir. Çünkü meyvelere olan ihtiyaç zaruri değildir. (Fahreddin er-Râzî)
حَباًّ وَنَبَاتاًۙ ifadesinde iki görüş vardır:
Birincisi: حَب , insanların yediği, nebat da yerden bitip de insanların ve hayvanların yediği şeylerdir. Bu da cumhûrun görüşüdür.
Zeccâc da şöyle demiştir: Biçilen her şey hububattır, davarların yediği ot da bitkidir.
İkincisi: حَب (tane), incidir, bitki de ottur.
İkrime de şöyle demiştir: Allah ne kadar gökten yağmur damlası indirirse, o kadar denizde inci oluşturur, yerde de ot bitirir. (Zâdu’l-Mesîr, Âşûr)
وَجَنَّاتٍ اَلْفَافاًۜ
وَجَنَّاتٍ اَلْفَافاًۜ
وَ atıf harfidir. جَنَّاتٍ kelimesi önceki ayetteki نَبَاتاًۙ ‘e matuftur. اَلْفَافاً kelimesi جَنَّاتٍ ‘in sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَنَّاتٍ اَلْفَافاًۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la, önceki ayetteki حَباًّ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezâyüftür. جَنَّاتٍ için sıfat olan اَلْفَافاً mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, tazim ve kesret ifade eder.
12. ayetten itibaren yeryüzü ve gökyüzünün yaratılış özelliklerinin sayılmasında taksim sanatı vardır. Bu ayetlerde asıl amaç Allah'ın yaratıcı kudreti sergilenerek onun yüceliğini muhataba göstermektir. Bu, idmâc sanatıdır.
جَنَّاتٍ kelimesinin اَلْفَافاًۜ ile vasıflanmasında mecaz-ı aklî vardır. Âşûr)
Sarmaş dolaş yani dalları birbirine girmiş, bürüm bürüm demektir. اَلْفَافاًۜ kelimesinin tekili yoktur; tıpkı أوزاع (bölük) ve أخياف (karışık) örneklerindeki gibi. Tekilinin لفَ olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
اَلْفَافاًۜ "Sarmaş dolaş". Bu kelime لفَ kelimesinin çoğulu olup birbirine girmiş, sarmaş dolaş demektir. (Elmalılı, Âşûr)
اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ م۪يقَاتاًۙ
اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ م۪يقَاتاًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. يَوْمَ zaman zarfı اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. الْفَصْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كَانَ ile başlayan isim cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘ nin ismi müstetir olup takdiri هو’ dir. م۪يقَاتاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.
اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ م۪يقَاتاًۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Yaratılışla ilgili ayetlerden sonra surenin başındaki kıyamet günü konusuna geri dönülmesinde istitrat sanatı vardır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi dolayısıyla muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyh olan يَوْمَ الْفَصْلِ ‘nin izafetle marife olması veciz ifade kastı yanında tazim ifade eder.
اِنَّ ‘nin haberi olan كَانَ م۪يقَاتاً cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. م۪يقَاتاً , nakıs fiil كَانَ ’nin haberidir.
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan)
يَوْمَ الْفَصْلِ kıyamet gününden kinayedir.
يَوْمَ الْفَصْلِ kıyamet gününün isimlerindendir. يَوْمَ الْفَصْلِ (Ayırt etme günü), herkes için tayin edilmiş olan vakittir. (Kurtubî - Âşûr)
Kıyamet günü Kur’an-ı Kerîm’de surenin siyakına uygun olarak çeşitli şekillerde isimlendirilmiştir. فَصْلِ kelimesi ‘hüküm’ manasındadır. Bu mananın makama uygunluğu lafız mana uyumu babında teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Burada fasıl gününün zikredilmesinin siyak ile olan münasebeti; kelamın bu fasıl gününü inkâr eden, karşı çıkan, direnen ve yüz çeviren bir gruptan bahsediyor olmasıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.145)
اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ [Şüphesiz hüküm günü]. Bu kısımda "biz kılmadık mı?" ayetinden beri soru ile anlatılan fiillerin gösterdikleri netice ile, o büyük haber açıklanmaya başlanmaktadır. Yani, o uykudan bir kalkış vakti ve o hububat ve bitkilerin, o bağ ve bahçelerin bir kesim vakti olduğu gibi, bütün bu dünya hayatının da bir kesimi, o anlaşmazlıkların bir çözümü, o nimetlerin bir hesap ve sorumluluk vakti olan bir gün geleceği ve o günün bunlara bir sınır ve son olmak üzere Allah katında belirlenmiş belli bir vakit olduğu kesindir. Bunun geleceğini bu delillerden topluca olsun anlamanız gerekir. Anlamak istememeniz durumunda da kesinlikle bir hüküm günü gelecektir. O, şaşmaz bir belirlenmiş vakittir. (Elmalılı)
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاًۙ
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاًۙ
يَوْمَ ikinci zaman zarfı önceki ayetteki م۪يقَاتاًۙ ‘dan bedeldir. يُنْفَخُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْفَخُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. فِي الصُّورِ car mecruru يُنْفَخُ fiilinin naib-i failinine mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَأْتُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzâri fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَفْوَاجاً kelimesi تَأْتُونَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاًۙ
Önceki ayetin devamı olan cümlede zaman zarfı يَوْمَ , müsnedün ileyh olan يَوْمَ الْفَصْلِ ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki يُنْفَخُ فِي الصُّورِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُنْفَخُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاً cümlesi, atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَفْوَاجاً kelimesi تَأْتُونَ ‘deki failin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki fiiller muzari sıygasıyla gelmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[O gün sûra üfürülür] cümlesi ayrım gününden atfı beyan yahut bedeldir. Bölük bölük gelirsiniz, yani gruplar halinde kabirlerden mahşere gelirsiniz demektir. (Beyzâvî)
O hüküm günü Sûr'a üfürüleceği gündür. Bu üfürmenin, yıkım üfürmesi olan ilk üfürme değil, "Sonra ona bir daha üfürülecektir. Bir de bakarsınız hep o yıkılanlar kalkmışlar, bakıyorlar."(Zümer, 39/68) âyetinin ifade ettiği gibi kalkma ve uyanma üfürmesi olan ikinci üfürme olduğu anlaşılıyor: فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاًۙ [bölük bölük gelirsiniz] ifadesindeki فَ , açıklama içindir. Yani, Sûr üfürülünce siz ölüler uykudan uyanır gibi uyanır kalkarsınız da "O gün bütün insanları önderleriyle çağıracağız."(İsra, 17/71) âyetinin manasınca her millet önderiyle çağrılarak derhal alay alay, ümmet ümmet, grup grup mahşere gelirsiniz. (Elmalılı, Âşûr)
İkinci kez sûra üfürüldüğünde insanlar, amellerinin farklılığına göre çeşitli hallerde ve vaziyetlerde zümreler ve cemaatler halinde geleceklerdir.
وَفُتِحَتِ السَّمَٓاءُ فَـكَانَتْ اَبْوَاباًۙ
وَفُتِحَتِ السَّمَٓاءُ فَـكَانَتْ اَبْوَاباًۙ
Fiil cümlesidir. فُتِحَتِ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. ت te'nis alametidir. السَّمَٓاءُ naib-i faili olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. اَبْوَاباً kelimesi كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubdur.
وَفُتِحَتِ السَّمَٓاءُ فَـكَانَتْ اَبْوَاباًۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki يُنْفَخُ فِي الصُّورِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Önceki ayeteki muzari sıygasından bu ayette mazi sıygaya iltifat edilmiştir.
فُتِحَتِ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
Cümlede teşbih-i beliğ sanatı vardır. السَّمَٓاءُ , açılmış kapıya benzetilmiştir. Vech-i şebeh ve benzetme edatının hazfedildiği teşbihte السَّمَٓاءُ müşebbeh, اَبْوَاباًۙ müşebbehün bihtir.
السَّمَٓاءُ kelimesi فُتِحَتِ fiilinin naib-i faili, اَبْوَاباً ise كَان ’nin haberidir.
O gün gökyüzü açılır, yani hiçbir yarık yokken Allah'ın heybetinden yarılır ve orada mûtadları olmayan bir inişle meleklerin inmesi için pek çok kapılar oluşur. Allah Teâlâ’nın: [O gün gökyüzü beyaz bulutlar halinde yarılacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir.] (Furkân: 25) sözünden murad da budur. Ayrıca denilir ki: Açmak’tan murad, o kapıları yok etmek suretiyle yerinden kaldırmaktır. Nitekim Allah Teâlâ [Gökyüzü soyulup çıkarıldığında] (Tekvîr/11) buyurmuştur. Kapılarından murad da yollardır. Yani, kapılar kazınıp soyulur da, yeri, hiçbir şeyin kapatamayacağı yollar haline gelir. (Rûhu’l Beyân)
اَبْوَاباًۙ ‘ın yani kapıların açılmasında anlaşılan mana, yarılma ve çatlamadan anlaşılan manadan başkadır. Gök kapı kapı olabilir, sonra o kapılar açılır da göğün hacminde yarıklık, çatlaklık bulunmayabilir. Hatta nakli deliller göstermektedir ki bu kapıların açılma olayı meydana geldiğinde yarılma ve çatlama ile tamemen yok oluş gerçekleşecektir. Buna göre göğün açılması, henüz kendisinin çatlaması ve yarılması ve tamamen yıkılması değil, bunların başlangıcı olmak üzere kapılarının açılması ve sanki hepsi kapı imiş, açık kapılardan ibaret imiş gibi olması demek olur. Fakat bunlar yıkım üfürmesinde olacak olan olaylardır. Burada ise kalkış üfürmesi anlaşıldığından, bu açılma, yarılmadan önce değil ["Göğü, kitapların sahifelerini dürer gibi düreceğimiz gün."](Enbiya, 21/104) buyrulduğu üzere göğün dürülüp ve tamamen yok oluşun gerçekleşmesinden sonra ["İlk yaratışa başladığımız gibi yine onu iade edeceğiz."](Enbiya, 21/104) ayetinin manası gereğince ilk yaratılış gibi, yeniden yaratılmanın başlangıcı olarak ahiret düzeninin kurulmaya başladığı sıra, yani gelecek olan "O gün Ruh ve melekler saf saf kıyama duracaklar." gününün başlangıcı olmak bu sûrenin akışına daha çok uygundur. Bu kapılar yalnız Melekler ve yüce Ruhun inmesi için değil, A'râf Suresinde: ["Ayetlerimizi yalanlayanlara ve onları kabul etmeyi kibirlerine yediremeyenlere, göklerin kapıları elbette açılmaz. Ve deve, iğnenin deliğinden geçmedikçe onlar cennete giremezler."](A'râf, 7/40) ayetinde geçtiği üzere kâfirler için açılmayıp cennete girecekler için açılacak olan gök kapıları da bunlar olacaktır. (Elmalılı, Âşûr)
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ
وَ atıf harfidir. Fiil cümlesidir. سُيِّرَتِ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْجِبَالُ naib-i faili olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. سَرَاباً kelimesi كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubdur.
سُيِّرَتِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سير ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَـكَانَتْ سَرَاباًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَتَأْتُونَ اَفْوَاجاً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
سُيِّرَتِ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerîm’de tehdit ifade eden fiiller genellikle meçhul sıygada gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَ , atıf harfidir. Cümle hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
الْجِبَالُ kelimesi سُيِّرَتِ fiilinin naib-i fail, سَرَاباً ise كَانَتْ ‘ in haberidir.
Cümlede teşbih-i beliğ sanatı vardır. Dağlar, çöldeki seraba benzetilmiştir. Vech-i şebeh ve benzetme edatının hazf edildiği teşbihte الْجِبَالُ müşebbeh, سَرَاباًۜ müşebbehün bihtir.
[Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.] Şu halde bu gök, yarılıp çatlayacak olan dünya göğü değil, ahiret göğü demektir. Şu ayetler de bunu gösterir gibidir.
Ve dağlar yürütülmüş de bir serap olmuştur. Bir şey kalmamış, daha önce ilk üfürmede bütün parçaları yok olup savrulmuş,
["Yer ve dağlar kaldırıldı ve arkasından da bir defa bir çarpılış çarpıldılar."](Hâkka, 69/14) ayetinde anlatılanlar gerçekleşip yeryüzü veya daha önce onun bulunmuş olduğu yer dümdüz olarak ["O gün yeryüzü başka yeryüzüne çevrilir. Gökler de başkalaşırlar."] (İbrahim, 14/48) sırrı ortaya çıkmış bulunacağından dünyada yeryüzü döşeğinin direkleri olan o dağlar o gün serap gibi hayale dönmüş, artık yeryüzünün sallanmasına engel olacak hiçbir halleri kalmamıştır. (Elmalılı, Âşûr)
اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَاداًۙ
اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَاداًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. جَهَنَّمَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
جَهَنَّمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَتْ ‘in dahil olduğu cümle اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. مِرْصَاداً kelimesi كَانَتْ ‘in haberi olup fetha ile mansubdur.
اِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَاداًۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi dolayısıyla muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَهَنَّمَ kelimesi اِنَّ ’nin ismidir. اِنَّ ‘nin haberi olan كَانَتْ مِرْصَاداً cümlesi, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَتْ ’in haberi olan مِرْصَاداًۙ , mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Cehennemin gözcü olduğu ifadesinde, temsîli teşbih vardır. Cehennem bir gözcüye benzetilmiş ve kimsenin cehennemden kaçamayacağı gerçeğini etkili bir şekilde bildirmiştir. Vech-i şebeh ve benzetme edatının hazf edildiği teşbihte جَهَنَّمَ müşebbeh, مِرْصَاداًۙ müşebbehün bihtir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
Şüphesiz cehennem gözleme yeri oldu, yani rasathane oldu, orada cehennemin bekçileri, kâfirleri gözler ya da cennet hazineleri müminleri gözler ki, geçerken onları alevin çalmasından korusunlar. Fetha ile اِنَّ de okunmuştur, o zaman kıyametin kopma gerekçesi olur (لِاِنَّ). (Beyzâvî)
Kuşeyrî'nin naklettiğine göre مِرْصَاداًۙ tek bir kimsenin düşmanı gözetlediği yerin adıdır. Tıpkı, atların zayıflatıldığı yere مدرار denilmesi gibi. Yani cehennem, cehennemlikler için hazırlanmış olacaktır. Bu durumda ‘pusu’ anlamı verilen مِرْصَاداًۙ mekan anlamını ihtiva etmektedir. Melekler, cehenneme varıncaya kadar kâfirleri gözetleyecektir, Maverdi'nin Ebû Sinan'dan naklettiğine göre bu, ‘gözetleyici’ anlamındadır. Yani onları yaptıkları işler karşılığında cezalandıracaktır. Sıhah'ta ise: “O şeyi gözetleyen" demektir, denilmektedir (Kurtubî)
Böylece ayırım gününün kuruluşu ve dehşeti anlatıldıktan sonra o gün yapılacak olan ayırımın hükümleri de ayrıntılı bir şekilde şöyle anlatılıyor: Şüphesiz cehennem, mirsad olmuştur.
مِرْصَاداًۙ , "Rasat" kökünden türetilmiş bir alet ismi veya مِطْعَام (çok yemek yiyen) gibi aşırılık kipi kalıbında olmakla beraber mihrab, mizmar gibi daha çok mekan ismi olarak kullanılan bir kelime olduğu açıklanıyor. Dolayısıyla مِرْصَاداًۙ dürbün gibi gözetleme aletinden çok gözetleme yeri manasına kullanılır ki avcının av gözlediği yer gibi gözetleme yeri, gözetleme noktası demek olur. Bununla beraber gözetme aleti içinde, gözetleme yeri için de kullanılması hakiki manada olmak gerekir. Gözetleme yeri gibi yerlerin araç ve alet manasında olma özelliği taşımaları nedeniyle alet ismi sıygası ile söylenmiş olmaları düşünülebildiği gibi, aşırılık ifade eden kip ile sıfat ve nispet manasında mecazî olarak kullanılmış olmaları da düşünülebilir ki buna göre mirsad, ‘çok gözetici’ manasıyla yere nispet edilmiş olur. Yani gözetleyen sanki yerin kendisi olmuş olur. (Elmalılı)
Azgınların barınağı olan cehennem de bir gözetleme yeridir. Yani o, Allah'ın hükmü ve takdirinde, içinde gözetleme yapılan gözetleme yeridir. Ve cehennem zebanileri, kâfirleri cehennemde azap etmek için gözetler. مِرْصَاداًۙ , içinde gözetleme yapılan mekânın ismidir. Râğıb der ki: ”Rasat' gibi مِرْصَاداًۙ da gözetleme yeridir, fakat tarassud ve gözetlemeye tahsis edilen yere denir. Allah'ın: ”Cehennem de bir gözetleme yeridir" sözü, cehennemin üzerinde insanların geçit yeri olduğu hususuna bir uyarmadır."
طَغي (azgın) dininde küfürle, dünyasında da zulümle azgınlaşandır. Sözlük anlamı ise, isyanda haddini aşandır. Burada kastedilen ise, bundan sonraki ayetlerin delaletiyle anlaşılıyor ki, müşriklerdir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
لِلطَّاغ۪ينَ مَاٰباًۙ
لِلطَّاغ۪ينَ مَاٰباًۙ
لِلطَّاغ۪ينَ car mecruru مِرْصَاداً ‘ya mütealliktir. مَاٰباً kelimesi كَانَتْ ‘in ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
طَاغ۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi طغى olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلطَّاغ۪ينَ مَاٰباًۙ
Önceki ayetin devamı olan ayette لِلطَّاغ۪ينَ car mecruru مِرْصَاداً ‘e mütealliktir. لِلطَّاغ۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
مَاٰباً , nakıs fiil كَانَ ‘nin ikinci haberidir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)
الطاغى (azgın) dininde küfürle, dünyasında da zulümle azgınlaşandır. Sözlük anlamı ise, isyanda haddini aşandır. Burada kastedilen ise, bundan sonraki ayetlerin delaletiyle anlaşılıyor ki, müşriklerdir. (Rûhu’l Beyân)
لِلطَّاغ۪ينَ sözü, az önce geçen مِرْصَاداًۙ ile veya biraz sonra gelecek مَاٰباًۙ ile ilgili olabilir. Yani, cehennem azgınlar için bir gözetleme yeri yahut azgınlar için bir meâb مَاٰباًۙ , yani dönüp varılacak son yer olan bir gözetleme yeri olmuştur. Bu kelime mirsâdın sıfatı veya ondan bedel veya كَانَ 'in ikinci haberidir. (Elmalılı, Âşûr)لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ
لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ
لَابِث۪ينَ kelimesi لِلطَّاغ۪ينَ ‘den hal olup nasb alameti ى ‘dir. ف۪يهَٓا car mecruru لَابِث۪ينَ ‘ye mütealliktir. اَحْقَاباً zaman zarfı لَابِث۪ينَ ‘ye mütealliktir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَابِث۪ينَ kelimesi sülasi mücerredi لبث olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَابِث۪ينَ ف۪يهَٓا اَحْقَاباًۚ
Önceki ayetin devamı olan ayette لَابِث۪ينَ kelimesi لِلطَّاغ۪ينَ ’den haldir. Hal, cümlede failin, mef'ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Zaman zarfı اَحْقَاباًۚ ve car mecrur ف۪يهَٓا ‘nın müteallakı olan لَابِث۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اَحْقَاباًۚ kelimesi حقَب ’un cemisidir. Uzun zaman ve dehr demektir. Kayıtsız ve nekre gelerek ebedilik ifade etmiştir. (Sâbûni)
Kelime; لَابِث۪ينَ ve لَبِث۪ينَ okunmuş olup لَبِث۪ kelimesi لَابِث۪ ‘den daha sağlamdır; çünkü لَابِث۪ beklediği öngörülen kimsedir; لَبِث۪ ise bir yere neredeyse oradan hiç ayrılmayacak şekilde çöküp kalan kimse gibi, ancak “şanı beklemek olan kimse” için kullanılır. (Keşşâf, )
Ayetteki اَحْقَاباًۚ ’in anlamı şöyledir: Onlar orada sonu gelmeyen ahiret ahkabı (sonsuz devirleri) boyunca kalacaklardır. İfadenin delaleti dolayısıyla ayette "ahiret" lafzı hazf edilmiştir. Çünkü zaten anlatım ahiret ile ilgilidir. Sonsuza kadar, ardı ardınca günler gelecek, demektir. Eğer beş ya da on ahkab denilseydi, ya da buna benzer bir ifade kullanılmış olsaydı, o vakit belirli bir zamana delalet ederdi. اَحْقَاب ’ın söz konusu ediliş sebebi, (tekili olan) حقَوب ‘un onlar nazarında en uzun süreyi kapsamasıdır. Böylelikle onların anlayışlarının benimsediği ve bildikleri şekilde onlara hitap edilmiş olmaktadır. Burada bu ifade ebedilikten kinayedir. Yani onlar orada ebediyyen kalacaklardır. (Kurtubî)
اَحْقَاباًۚ kelimesi حقب 'un çoğuludur, o da Kamusta olduğu gibi seksen veya daha fazla yıl, dehr ve senedir. حقب 'un aslı, peşpeşe gelmek, birbirini takip etmektir. اَحْقَاباًۚ 'ın manası, peşpeşe gelen zamanlar demektir. Bir zaman geçti mi, onu başka bir zaman takip eder ve bu sonsuza kadar gider. Çünkü حقب , neredeyse sadece zamanların peşpeşe gelmesinin ifadesi için kullanılır. O, ebediyetten kinayedir. Yani, orada ebedî olarak kalırlar.
Râğıb der ki: ”Doğru olan, hıkbe'nin zamandan belirsiz bir süre oluşudur, seksen sene değildir."
Kamusta da şöyledir: ” حقبة dehr'dendir ki, vakti olmayan bir süredir."
Kısacası اَحْقَاباًۚ , sonluluğa delalet eder. Her ne kadar o, cemi kıllet (azlık çoğulu) ise de, cemi kesret (çokluk çoğulu) yerindedir ki o da, حقب ‘dur. Veya İstiğrak (tüm fertlere şamil olan) lamıyla belirli kılınmış اَحْقَاباًۚ yerindedir. Her ne kadar onda, cehennemden çıkacaklarına işaret varsa da, onun o işareti mefhum kabilindendir ki, kâfirlerin ebedi kalacaklarına delalet eden açık ifade ile çelişmez. Allah Teâlâ'nın: [”Cehennem ateşinden çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır."] (Maide: 37) sözünde olduğu gibi. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا بَرْداً وَلَا شَرَاباًۙ
لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا بَرْداً وَلَا شَرَاباًۙ
Cümle önceki ayetteki لَابِث۪ينَ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَذُوقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يَذُوقُونَ fiiline mütealliktir. بَرْداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَرَاباً kelimesi بَرْداً ‘e mütealliktir.
لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا بَرْداً وَلَا شَرَاباًۙ
Ayet, önceki ayetteki لَابِث۪ينَ ‘deki zamirden hal cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan بَرْداً ‘e takdim edilmiştir.
Olumsuzluğu tekid için لَا ‘nın dahil olduğu لَا شَرَاباًۙ birinci mef’ûl, بَرْداً ’e atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.
شَرَاباًۙ ve بَرْداً kelimelerinin nekre gelişi, nev, taklil ve tazim ifade eder.
Orada serinlik de, içilecek bir şey de tatmazlar yani hissetmezler. Yoksa zevkin aslı, tadın varlığıdır. Serinlikten murad, onları rahatlatan ve ateşin hararetini onlardan gideren şeydir. Yoksa onlar, cehennemde zemherinin soğuğunu tadarlar. بَرْداً , istifade edecekleri ve kendine meyledecekleri serinlik demektir. بَرْداً kelimesinin belirsiz gelişi, türünü bildirmek içindir. Katâde der ki: ”Arapların, yurdunda sıcak çok olduğu için, rahatlıktan kinaye olarak berd, برد (serinlik) denilmiştir. Öyle ki, insanın hararet anında serinlikten duyduğu lezzete itibar ederek “Allah geçimini tebrid etsin”, yani “güzel kılsın” derler. شَرَاباًۙ kelimesinden murad, susuzluklarını gideren şeydir. (Rûhu-l Beyân, Âşûr)
بَرْداً (Soğuk)tan murad edilen şey hakkında üç görüş vardır:
Birincisi: O şarabın soğukluğudur, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs'tan: Orada ne şarabın soğukluğunu ne de şarabı tadarlar, demiştir.
İkincisi: O güzel koku ve rahatlıktır, bunu da Hasen ile Atâ’, demişlerdir.
Üçüncüsü: O uykudur, bunu da Mücâhid, Süddi, Ebû Ubeyde ve İbn Kuteybe, demişlerdir. (Zâdu’l-Mesîr, Âşûr)
اِلَّا حَم۪يماً وَغَسَّاقاًۙ
اِلَّا حَم۪يماً وَغَسَّاقاًۙ
اِلَّا hasr edatıdır. حَم۪يماً kelimesi شَرَاباً ‘den bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye mübdelün minh denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَسَّاقاً atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اِلَّا حَم۪يماً وَغَسَّاقاًۙ
Ayet, önceki ayetten istisna edilendir. اِلَّا , istisna harfidir. حَم۪يماً kelimesi شَرَاباًۙ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette, “Menfi bir medih sıfatından bir zem sıfatının istisna edilmesi” şeklinde tarif edilen medhe benzeyen şeyle zemmi tekid sanatı vardır.
حَم۪يماً ve غَسَّاقاًۙ kelimelerinin nekre gelişi, nev ve kesret ifade eder.
حَم۪يماً - بَرْداً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
حَمِيمًا وغَسّاقًا munkatı’ istisna olarak بَرْدًا ve شَرابًا ifadeleriyle birlikte düzenli leff ve neşr sanatı oluşmuştur. (Âşûr)
Bu ifade, bu kalışın açıklamasıdır; -kaynar su ve iğrenç akıntılar (ifrazat) dışında- ayeti ise istisnâ-i munkatıadır; yani onlar o cehennemde hiçbir serinlik, ateşin sıcaklığından nefes aldırıp kendilerini ferahlatacak bir rahatlık ve susuzluklarını dindirecek bir su tadamayacaklar; fakat orada kaynar su ve irin tadacaklar. بَرْداً : ’Serinlik’in ‘uyku’ anlamına geldiği de söylenmiştir. (Keşşâf, Âşûr)
اِلَّا, ‘ancak’ manasınadır. حميم , harareti bitmiş kaynar sudur. غساق cehennemliklerin derilerinden akan ve irinlerinden damlayan şeydir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Alimler, غَسَّاقاًۙ ne demek olduğu hususunda şu izahları yapmışlardır:
1) Ebû Muaz şöyle demektedir: "Ben hocalarımdan, bu kelimenin, aslında Farsça bir kelime olduğunu, daha sonra Arapça'ya geçtiğini ve Farslıların bu kelimeyi, pis buldukları şeyler hakkında kullandıklarını ve buna, غَسَّاق dediklerini duymuştum..."
2) ‘Takat getirilemeyecek derecede soğuk’ anlamındadır ki bu, zemheri diye adlandırılan şeydir.
3) Cehennemliklerin gözlerinden, derilerinden akan irin, cerahat, ter vb. pis, nemli, yapışkan şeylerdir.
4) Kokmuş, kokuşmuş şey anlamındadır. Bunun delili ise, Hz Peygamber (sav)'den rivayet edilen şu hadistir, "Şayet bir kova "gassâk", dünyaya dökülseydi, dünyadakilerin hepsi kokardı... Benzer Hadisi, Tirmizi, Cehennem, 4 (4/7071).
5) Karanlığını döken karanlık, anlamındadır. Nitekim Cenab-ı Hak, ["Çöktüğünde, gecenin karanlığının şerrinden..."] (Felak,3) buyurmuştur. Binaenaleyh, tıpkı karanlık bir şeyden irkilmesi gibi, ürküntü duyulan şey, hoşa gitmeyen siyah bir içecek anlamına gelir. (Fahreddin er-Râzî)
جَزَٓاءً وِفَاقاً
جَزَٓاءً وِفَاقاً
جَزَٓاءً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. وِفَاقاً kelimesi جَزَٓاءً sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَزَٓاءً وِفَاقاً
Fasılla gelen ayette جَزَٓاءً , mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Yani, يجزى جَزَٓاءً (Bir cezayla cezalandırılırlar) demektir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
جَزَٓاءً için sıfat olan وِفَاقاً , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
[Uygun bir karşılık olmak üzere] ayeti amellerine uygun bir karşılık olmak üzere... demektir. Bu açıklama İbn Abbâs, Mücahid ve başkalarından nakledilmiştir. Buna göre uygun, muvafık düşmek, uyuşmak anlamındadır. Mukatele (çarpışmak, vuruşmak) anlamında "kıtal"e benzemektedir. جَزَٓاءً (Bir karşılık olmak üzere) lafzı da masdar (mef'ûlu mutlak) olarak nasb edilmiştir. Yani “Biz, onları amellerine uygun bir ceza ile cezalandırdık” demektir. (Keşşâf)
وِفَاقاً (Tam uygun). Aslında masdar olan bu kelime ‘tamamen uygun’ manasına aşırılık ifade eden bir sıfattır. Çünkü o günü inkâr edip, asla böyle bir gün olmayacağını söylemenin tam karşılığı, o günün en şiddetli azabını göstermektir. (Elmalılı, Âşûr)
اِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ
اِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. لَا يَرْجُونَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْجُونَ fiili نَ ‘u sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. حِسَاباً kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. اِنَّ ‘nin haberi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi olan كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin haberidir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ‘nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Kur’an’da كان ’den sonra gelen muzari fiil, o eylemin çokluğuna ve devamlılığına işaret eder. (Celalettin Divlekci, Kur’an’da Bazı Kelimelerin Kullanım Özelliklerine Dair Genel Kaideler)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
لَا يَرْجُونَ fiilinin mef’ûlü olan حِسَاباً ‘in nekreliği kıllet, nev ve umum ifade eder.
[Çünkü onlar hiçbir hesap ummuyorlardı.] Amelleri karşılığında hesaba çekileceklerinden korkmuyorlardı. Hesabın neticesinde mükâfat ummuyorlardı, anlamında olduğu da söylenmiştir. Zeccâc dedi ki: ‘’Onlar ölümden sonra dirilişe iman etmiyorlardı ki, hesaba çekileceklerini umsunlar.’’ (Kurtubî)
لَا يَرْجُونَ ifadesinde iki görüş vardır:
Birincisi: Hesaba çekilmekten korkmuyorlardı, çünkü onlar öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlardı, bunu cumhûr demiştir.
İkincisi: Hesaptan sevap ummuyorlardı, çünkü onlar dirilmeye inanmıyorlardı. Bunu da Zeccâc demiştir. (Zâdu’l-Mesîr, Âşûr)
Kâfirler, kötülük ve büyük günah namına ne varsa hepsini yapmaktadırlar. Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın, o kafirlerin işledikleri küfür çeşitlerinden sadece bunu zikretmesinin sebebi; İnsanın arzu ve isteği hep iyiyi yapmada, yasak olan şeyleri yapmamada yatar.. Bunun sebebi ise, kişinin, bundan ahirette istifade etmesidir. Fakat, ahiret hayatını inkar eden kimse, güzel ve iyi namına hiçbir şey yapmaz, kötü şeylerden ise geri durmaz. Bu sebeple Cenab-ı Hakk'ın, "Çünkü onlar, hiçbir hesabı ummuyorlardı" ifadesi, onların, bütün kötülükleri yaptıklarına, iyi ve güzel namına hiçbir şey yapmadıklarına dikkat çekmektedir. (Fahreddin er-RâzÎ)
وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كِذَّاباًۜ
وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كِذَّاباًۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la önceki ayette كَانُوا cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كِذَّاباً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye ‘kere, defa’ diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
كَذَّبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كِذَّاباًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki كَانَ ‘nin haberi olan لَا يَرْجُونَ حِسَاباًۙ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfi sıygadan, müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. كَانَ ‘nin haberinin cümle olarak gelmesi, hükmü takviye etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
كِذَّاباًۜ , fiilini tekid ifade eden mef’ûlü mutlaktır.
كَذَّبُوا - كِذَّاباًۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sülasisi كذب olan كَذَّبُوا fiili, تفعيل babındadır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu) anlamında mübalağa katar.
Veciz ifade kastına matuf بِاٰيَاتِنَا izafetinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir.
Ayetlerimizi yalanlamakla yalanladılar. كِذَّاباًۜ , tekziben demektir. فعال vezni, تفعيل manasında düzgün konuşan kimselerin kelamında görülür ve yaygındır. Şeddesiz olarak ( كِذاباًۜ ) de okunmuştur ki, kizb (yalan) manasınadır. (Beyzâvî)
بِاٰيَاتِنَا كِذَّاباًۜ ; Peygamberlerin ihsanlarıyla bu olayı dile getiren ayetlerimizi aşırı bir şekilde
pervasızca yalanlamışlardı. Onun için küfür ve çeşit çeşit günahlar üzerinde ısrarlı idiler. Bu durumda uygun karşılık olarak korkunç cezalarla cezalandırıldılar. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَاباً
وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَاباً
وَ atıf harfidir. كُلَّ iştigal üzere mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri; أحصينا (Saydık) şeklindedir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَحْصَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كِتَاباً kelimesi masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
اَحْصَيْنَاهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَاباً
وَ itiraziyye, ayet, önceki ta’lil manasındaki ayet ile sonraki ayet arasında muterizadır. Allah’a onların amellerinden hiç bir şeyin gizli kalmadığını bildirmek için gelmiştir. (Âşûr)
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır.
Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. كُلَّ شَيْءٍ izafeti اَحْصَيْنَاهُ fiilinin mef’ûlü olarak iştigal üzere mansubdur. Mamul amiline takdim edilmiştir. Mef'ûlün amiline takdim edilip, fiilin sonunda bu mef’ûle ait bir zamir bulunması iştigaldir. (Âşûr)
كِتَاباً masdarı, اَحْصَيْنَاهُ fiili için tekid ifade eden mef’ûlu mutlaktır. Çünkü كِتَاباً saymak, ya da اَحْصَيْنَاهُ yazdık manasındadır.
شَيْءٍ ‘deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.
اَحْصَيْنَاهُ - كِتَاباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Levh-i Mahfûz'da ve yahut amel defterlerinde yazılı olarak demektir. (Beyzâvî)
لإحْصاءُ , eşyaların sayısını kaydetmek için saymaktır. التَّحْصِيلِ ve الضَّبْطِ ‘dan kinayedir. (Âşûr)
وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ كِتَاباً ifadesi için Zeccâc şöyle demiştir:
كُلَّ gizli bir fiille mensuptur, اَحْصَيْنَاهُ da onu tefsir etmektedir, mana da: أحصينا كل شيء şeklindedir.
كِتَاباً kelimesi de اَحْصَيْنَاهُ ‘yu tekid etmektedir; çünkü اَحْصَيْنَاهُ ile كتبناه sonuçta birdir,
mana da şöyledir: كتبناه كتابا (onu yazmakla yazdık). Müfessirler şöyle demişlerdir: Bütün amellerini Levh-i Mahfuz’a kaydettik. (Zâdu’l-Mesîr)
فَذُوقُوا فَلَنْ نَز۪يدَكُمْ اِلَّا عَذَاباً۟
فَذُوقُوا فَلَنْ نَز۪يدَكُمْ اِلَّا عَذَاباً۟
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كذّبتم في الدنيا فذوقوا العذاب في الآخرة. (Dünyada yalanlarsanınız ahirette tadın azabı) şeklindedir. Mukadder şart cümlesi mahzuf sözün mekulü’l-kavlidir.
Fiil cümlesidir. ذُوقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ ta’liliyyedir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. نَز۪يدَكُمْ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نَحْنُ ‘dur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا hasr edatıdır. عَذَاباً۟ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَذُوقُوا
فَذُوقُوا , takdiri فَيُقالُ لَهم (onlara denildi..) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Bu takdire göre göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart üslubunda gelen mekulü’l-kavl cümlesinde فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan فَذُوقُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri … إن كذّبتم في الدنيا (Eğer dünyada inkâr ettiyseniz…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, istihza ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
ذُوقُوا (Tadın!) fiili müsteardır. Azap, kötü özelliğiyle hoşa gitmeyen bir yemeğe benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin de insanı memnun etmemesidir. Allah Teâlâ tattırmak lafzını azabın etkisini idrak için istiare etmiştir. Yemek hazf edilmiş, lâzımı söylenmiştir. İstiare-i mücerrede olmuştur.
Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyledir. Alûsî de emrin ihane için olduğunu söyler. Zemahşerî şöyle der: Tadın emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır. (Yunus/52)
Ayette iltifat sanatı vardır. Tevbihi artırmak için gaibten hitaba dönülmüştür. (Sâbûni)
[Tadın öyleyse!..] ifadesi, onların hesabı (kitabı) inkâr etmeleri ve ayetleri yalanlamaları sebebine bağlı bir sonuç olup bu ayet şiddetin nihaî derecesindedir. [“Hiçbir şey artırmayacağız (azaptan başka artık size!..)”] ifadesi de (azabı) artırmayı terk edişin sahihlik anlamına sığmayacak muhal bir şey gibi olduğuna delalet etmesi ve gazabın aşırı derecede arttığına şahitlik edecek şekilde (gaipten hitaba dönülerek) iltifat tarzı üzere gelmiş olması sebebiyle (ey muhatap) seni caydırıcı olmaktadır. Bu ayetin Kur’an’da cehennem ehline en ağır gelen ayet olduğuna dair Hz. Peygamber’den rivayet bulunmaktadır. (Keşşâf)
فَلَنْ نَز۪يدَكُمْ اِلَّا عَذَاباً۟
فَ , ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çevirmiştir. Ayrıca asla manası katarak tekid etmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mef’ûl olan عَذَاباً۟ ‘deki nekrelik tarifi mümkün olmayan nev, tazim, ve kesret ifade eder.
Ayette, menfî bir medih sıfatından bir zem sıfatının istisna edilmesi şeklinde yapılan medhe benzeyen bir şeyle zemmi tekid sanatı vardır. (Âşûr)
Cenab-ı Hak onları, ["Çünkü onlar hiçbir hesap ummuyorlar"] (Nebe, 27) ayetinde gaib sıygasıyla zikretmişken, burada ise, hitap sıygasıyla, "tadınız.." diyerek zikretmiştir. Bu da, gazap ve öfkenin fazlalığına delalet eder. Allah Teâlâ ikab ve cezanın yönlerini iyice saymış, daha sonra da bunun, amellerine uygun bir ceza olduğunu söyleyerek, kepazeliklerini tadâd etmiştir (sayıp dökmüştür). En sonunda da, "tadınız" buyurmuştur. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, hüküm beyan etmiş ve delil ikame buyurmuş; sonra da, bu görüşünü aynen tekrar etmiştir. Bu ise, cezalandırma ve azapta mübalağa ve şiddete delalet etmektedir. Nitekim Hz Peygamber (sav), "Bu ayet, Kur'an'da, cehennemliklere en şiddetli davranan ayetlerdendir. Onlar, bir azap türünden kurtulmayı isteyip dilediklerinde, onlara bundan daha şiddetlisi ile mukabele edilmektedir..." buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Âşûr)
Dünya hayatı, yeryüzünde yaşanan belli dönemler ve bitişler; Kur’an-ı Kerim’i baştan sona okuyarak hatim etmeye benzer.
Heyecanla ve azimle gereken hazırlıklar yapılır ve yola çıkılır. Kimi zaman araya başka hevesler girer. Kimi zaman sözel ya da fiziksel engeller çıkar.
Başlamadan önce yaşanan belirsiz ya da belirgin kararsızlıklar gibi, işin ortasında da bu tür duraklamalarla mücadele edilmesi gerekir.
Kişi, kendisinin ne kadar samimi ve bilinçli niyet aldığına bağlı olarak, pes etmeden, hedefine küçük ya da büyük istikrarlı adımlarla yaklaşmaya devam eder.
Günün birinde, hatim indirmeye niyet almışın son cüze başlaması gibi, hedefine ne kadar yaklaştığını farkeder ve yeniden heyecanlanır.
Nasibinde varsa eğer, son gün gelir çatar ve yolun sonuna ulaşır. Bitiş çizgisine vardığı zaman, zorlukların ve kolaylıkların çoğunun değeri küçülür. Ardında bıraktığı yolda atılan çoğu adım, hafızasında silikleşir. Artık önemli olan, o tamamlanmışlık hissidir.
İşte bu yüzden, hatim indirmek yaşamaya benzer. Diriliş günü, kabirlerinden kaldırılan inkarcıların eksikliği de böyledir. Tamamlanmak umuduyla geri dönmek isterler. Zira; bitirilmeyen her yol insana yük olur ancak en korkuncu telafisi olmayan ebedi eksikliktir.
Ey Allahım! Yarattığın her nimet için Sana hamdeder ve ayetlerine iman ederiz. Gece uykusunda huzurla dinlenme ve gündüz aydınlığında verimli çalışma imkanlarımızı muhafaza buyur. İbadetlerimizi, yalnız Senin için etmemizi ve onlardaki her bereket kırıntısından, iki cihanda da faydalanmamızı nasip eyle. Dünya hayatını ve dünya yollarını, rızana uygun şekilde tamamlamamızı nasip eyle. Rahmetin ile eksikliklerimizi tamamla ve bizi affeyle. Ölümü, Sana kulluk hedefine ulaşmış yani tamamlanmış bir şekilde karşılayanlardan ve huzuruna öyle gelenlerden eyle.
Amin.
***
Umut, yeryüzünün en hoş nimetlerinden biridir. En basit hali ile yeni bir güne uyanmak ya da alışmak ve hatta beklemek umut sebebidir.
İnanan insanların umut etmesi, inanmayanlara kıyasla çok daha kolaydır. Zira bir kulun, Allah’a sığınması, umudun ta kendisidir. Bu belki de canı yandığında teselli edileceğini bilen bir çocuğun annesine koşması gibidir. Yaraların o anın içinde kapanıp kapanmaması önemli değildir. Küçük bir çocuğun hissettiği güven duygusu gibi Allah’a itaat eden bilir ki, Allah yanındadır. Şah damarından yakınındadır.
Umut, sahip olunduğunda lezzetlidir. Kişiyi harekete geçirir. Ağlarken gülümsetir. Yeni başlangıçların ve başarılı sonların anahtarıdır.
Yeryüzünde inanmayanların ya da batıl yollarda yürüyenlerin de umuda tutunma yöntemleri vardır. Yaşadıkları hayatı daha iyi değerlendirmek ve kendilerini mutlu etmek başlıklarıyla dünyaya ait hedeflere yürürler. Bu yüzden de yaptıkları her şey gibi umutları da burada kalır. Diriliş günü Allah’ın rızasını kaybedenler ve Allah katında unutulanlar umutsuzluğun karanlığında hapistir.
Umut, ölümden sonra kaybolup gitmediğinde en sevindirici nimettir. Allah’ın rızası ile cennet kapılarına doğru yürümenin tarifi yoktur.
Ey Allahım! Kalplerimizi iman ile uyandır, nurun ile aydınlat, muhabbetin ile sevindir ve katından gelen umut hali ile coştur. Senin rızan için çalışanlardan ve yeryüzünde iyi işler yapanlardan eyle. Bizi dünyada umutsuzluk gafletine düşmekten ve mahşerde karanlıkta kalmaktan muhafaza buyur. Bizi iki cihanda da Sana yakın olan kullarından eyle. Senin selamına kavuşanlardan ve cennet kapılarından girerek hakiki huzura kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji