Nâziât Sûresi 25. Ayet

فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ  ...

Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَخَذَهُ onu cezalandırdı ا خ ذ
2 اللَّهُ Allah
3 نَكَالَ azabıyle ن ك ل
4 الْاخِرَةِ sonun ا خ ر
5 وَالْأُولَىٰ ve ilkin ا و ل
 

İnsanları âhiret hayatı konusunda uyarmak için gönderilen peygamberi yalanlayanların sonunun ne derece kötü olacağı bildirilerek bundan ibret alınması istenmiş; dolaylı olarak Hz. Peygamber teselli edilmiştir (kutsal vadi Tuvâ ve burada Allah’ın Mûsâ’ya seslenişi hakkında bilgi için bk. Kur’an Yolu, Tâhâ 20/11-12; Kasas 28/29-30). Hz. Mûsâ’nın Firavun’a gösterdiği en büyük mûcizeden maksat yılana dönüşen asasıdır. Müfessirler bu mûcizenin, Mûsâ’nın ışık saçan eli, denizin yarılması veya Mûsâ’ya verilen dokuz mûcizenin tamamı olabileceğini de söylemişlerdir (Şevkânî, V, 435; dokuz mûcize hakkında bk. A‘râf 7/107-108, 133-136; İsrâ 17/101). Buna rağmen Firavun inkâr ve isyandan vazgeçmediği gibi sihirbazları ve adamlarını toplayıp onlara “Ben sizin en yüce rabbinizim!” diyerek kendi tanrılığını ilân etmiştir (krş. Kasas 28/38). 

Firavun’un, “Ben sizin en yüce rabbinizim” şeklindeki iddiası, insandaki makam ve mevki tutkusunun, benlik iddiasının nerelere kadar varabileceğini gösteren ibretlik bir sözdür. Gazzâlî, insanın bu tutku ve iddiasının sebeplerini ve mahiyetini benzersiz bir vukuf ve başarıyla işlerken özetle şöyle der: Firavun’a, “Ben sizin en büyük tanrınızım” dedirten motif aslında her insanın içinde saklıdır; fakat kimi bunu dışarı vurur, kimi de bazı sebeplerle içinde tutar veya bastırır. Firavun tipiyle uyuşan insanlardaki bu küstah iddia, her insanda bulunan yetkinlik, yükselme ve özgürleşme arzusu ve arayışının saptırılmış şeklidir. Oysa gerçek yetkinliğe, yükselme ve özgürleşmeye ancak ve ancak Allah’a yönelmek, O’nu tanımak (mârifet), buyruğuna ve rızâsına göre yaşamak, ilâhî ahlâk ile bezenmekle ulaşılabilir. Bunun dışındaki bütün benlik ve yetkinlik iddiaları tam tersine gerçekte bir sefalettir, düşüştür (İhyâ, III, 281-284). Mûsâ’nın davetine inkâr ve isyanla cevap veren Firavun’un durumu da bundan başka bir şey değildir. Bu yüzden insanları zulüm ile ezen Firavun’un yaptıkları karşılıksız kalmamış, hem dünyada hem de âhirette yüce Allah’ın azabına müstahak olduğu bildirilmiştir. Nitekim dünyada başkalarına da ibret olacak şekilde adamlarıyla birlikte denizde boğulmuştur (bk. Tâhâ 20/78).

“Allah da ona ibretlik dünya ve âhiret cezası verdi” diye çevirdiğimiz 25. âyete, “Allah da onu hem sonraki sözünden hem de önceki sözünden dolayı cezalandırdı” şeklinde de mâna verilmiştir (Kurtubî, XIX, 202). Önceki sözünden maksat “Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum” anlamındaki sözüdür (bk. Kasas 28/38); sonraki sözü ise “Ben sizin en yüce rabbinizim!” mânasına gelen sözüdür. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 547-548
 

فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ


Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  قَالَ ‘ye matuftur.

Fiil cümlesidir.  اَخَذَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 

نَكَالَ  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاُو۫لٰى  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْاُو۫لٰى  maksur isimdir.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ


Ayet, فَ  atıf harfiyle önceki ayetteki  فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması korku ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نَكَالَ , mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib masdardır. 

 الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ ‘ye muzâf olmuştur.

Tezat nedeniyle birbirine atfedilmiş  الْاٰخِرَةِ  ve  الْاُو۫لٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

نَكَالَ (ibretlik azap) lafzı bir pekiştirme mastarıdır. Tıpkı  وَعۡدَ ٱللَّهِۖ  [Allah (onlara zafer konusunda) bir vaatte bulunmuştur.] (Rum 30/6) Buna göre adeta  نَكَّل الله به  نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰى  (Allah da ahiretin ve dünyanın ibretlik azabıyla onu azaba uğrattı.) denmiş olmaktadır. نَكَالَ , tenkil anlamındadır; yani ibretlik ceza, ibretlik cezaya çarptırmak anlamındadır. Tıpkı selamın selamlamak anlamında olması ve selamın teslim anlamına gelmesi gibi; yani dünyada sulara gark etme, ahirette de ateşte yakma ile [onu yakalayıverdi]!.. İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, (bu rüsva edici azap) Firavun’un [Sizin en yüce efendiniz benim!] şeklindeki son sözüyle, [Ben sizin için kendimden başka tanrı bilmiyorum!] (Kasas 28/38) şeklindeki ilk sözünün ibretlik azabıdır. Bu iki söz arasında kırk yıl geçtiği de yirmi yıl geçtiği de söylenmiştir. (Keşşâf)