لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِيَمِيزَ | ayıklasın diye |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الْخَبِيثَ | murdarı |
|
4 | مِنَ |
|
|
5 | الطَّيِّبِ | temizden |
|
6 | وَيَجْعَلَ | ve koyup |
|
7 | الْخَبِيثَ | bütün murdarları |
|
8 | بَعْضَهُ | birini |
|
9 | عَلَىٰ | üzerine |
|
10 | بَعْضٍ | diğerinin |
|
11 | فَيَرْكُمَهُ | yığsın da |
|
12 | جَمِيعًا | hepsini |
|
13 | فَيَجْعَلَهُ | atsın |
|
14 | فِي |
|
|
15 | جَهَنَّمَ | cehenneme |
|
16 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
17 | هُمُ | onlardır |
|
18 | الْخَاسِرُونَ | ziyana uğrayanlar |
|
Bedir Savaşı’nda, başlarında Ebû Cehil olmak üzere on Kureyş zengini bizzat harbe katılmanın yanında her gün birer deve keserek savaşçılara ikram ediyorlardı, buna rağmen yenildiler. Uhud Savaşı’nda intikam almak istediler; Ebû Süfyân, taşradan gelip Mekke civarına yerleşen gariban takımından (ehâbîş) 2000 kişi kiralayarak savaşa sürdü, ancak bu savaşta da istedikleri sonuca ulaşamadılar; çünkü bu savaşta, kendilerine ulaşan bilginin aksine Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer ölmemişlerdi. Arkadan Hendek Savaşı oldu, bu savaşta da Medine’yi günlerce kuşatma altında tuttular, fakat sonuç alamadan bırakıp gittiler. Müslümanların bütün istedikleri Allah’ın gösterdiği yolda yürümek, O’nun rızâsına uygun bir hayat düzeni kurmaktı. Müşrikler ise bunu onlara çok görüyor, yollarını kesmek istiyor, bu maksatla büyük harcamalar yapıyor, mal ve canlarından oluyorlardı. Bütün bu fedakârlık ve harcamaların sonu hüsran oldu, yenildiler ve acı çektiler. Sonunda iyi ile kötü, pis ile temiz, doğru yolda olanla yanlış yolda olan birbirinden ayrıldı, herkes hür iradesi ile seçtiği yolda yürüdü. Bu yolun sonu iyiler için Allah rızâsı ve cennet, kötüler için ise Allah’ın gazabı ve cehennem oldu, bu her zaman da böyle olacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 689
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ
لِ harfi, يَم۪يزَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte يُحْشَرُونَ fiiline müteallıktır.
يَم۪يزَ mansub muzari fiilidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْخَب۪يثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنَ الطَّيِّبِ car mecruru يَم۪يزَ fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. يَجْعَلَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْخَب۪يثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
بَعْضَهُ kelimesi الْخَب۪يثَ ‘den bedel olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى بَعْضٍ car mecruru جعل fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. يَرْكُمَهُ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. جَم۪يعاً kelimesi يَرْكُمَهُ ‘deki gaib zamirinin hali olup lafzen mansubtur.
فَ atıf harfidir. يَجْعَلَهُ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ف۪ي جَهَنَّمَۜ car mecruru car mecruru يَجْعَلَهُ fiiline müteallıktır.
جَهَنَّمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıftır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
هُمُ fasıl zamiridir. الْخَاسِرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْخَاسِرُونَ ise haberidir. هُمُ الْخَاسِرُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
الْخَاسِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ cümlesi, mecrur mahalde önceki ayetteki يُحْشَرُونَۙ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Aynı üsluptaki müteakip üç cümle makabline matuftur.
يَجْعَلَ - الْخَب۪يثَ - بَعْضٍ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الطَّيِّبِ , müminlerden; الْخَب۪يثَ ise kafirlerden kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Ayrıca bu iki kelime arasında tıbak-ı icab vardır.
Burada istiare olduğu da söylenmiştir. الْخَب۪يثَ kelimesiyle kastedilen mana azabı hak etmiş amel’dir. Bu konuda ‘’üst üste yığılma’’(anlamı) doğru olmaz, çünkü bu sadece cisim ve maddeler için geçerlidir. Pis amel’in (el-amelu’l-habis)’’çokluk’’ ile nitelenmesinden kastedilen ise işleyenlerinin çok olmasıdır. Küme bulutlar ve savrulan çöl kumları gibi nesnelerin üst üste yığılması da onların çok olduğunu betimleyen anlatılardır. ‘Amelin cehenneme atılması‘’ ifadesi ise, ‘’Cezası, cehennem ateşi olarak üzerine iner’’ demektir. (Şerîf er-Radî)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Ayetin son cümlesi istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.
Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim)
“Hüsrana uğrayacaklar da bunlardır”; çünkü onlar ahde vefayı ahdi bozmakla, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bir tutmayı koparmakla, salahı fesatla, ilahi sevabı da ilahi cezayla değiştirmişlerdir. (Keşşâf)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ sözündeki ismi işaret, bundan önce zikredilen sıfatları sebebiyle onların zikredilen bu habere layık olduklarını tenbih içindir. Çünkü bu durumda olan kimse en büyük hüsranı hak etmiştir. O dünya ve ahiret faydalarını kaybetmiştir. (Âşûr)
هُمُ الخاسِرُونَ sözündeki kasr, iddiâidir. Onların hüsran ile vasıflanmaları öyle mübalağalı ifade edilmiştir ki sanki başkaları hüsranda sayılmaz. Sanki insanlar arasında sadece onlar hüsran içindedir. (Âşûr)