1 Kasım 2024
Enfâl Sûresi 34-40 (180. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Enfâl Sûresi 34. Ayet

وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Onlar Mescid-i Haram’dan (mü’minleri) alıkoyarken ve oranın bakımına ehil de değillerken, Allah onlara ne diye azap etmesin? Oranın bakımına ehil olanlar ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat onların çoğu bilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا neden
2 لَهُمْ onlara
3 أَلَّا
4 يُعَذِّبَهُمُ azabetmesin? ع ذ ب
5 اللَّهُ Allah
6 وَهُمْ onlar
7 يَصُدُّونَ geri çevirdikleri ص د د
8 عَنِ
9 الْمَسْجِدِ Mescid-i س ج د
10 الْحَرَامِ haramdan ح ر م
11 وَمَا ve
12 كَانُوا olmadıkları halde ك و ن
13 أَوْلِيَاءَهُ onun velisi و ل ي
14 إِنْ
15 أَوْلِيَاؤُهُ onun velileri و ل ي
16 إِلَّا sadece
17 الْمُتَّقُونَ korunanlardır و ق ي
18 وَلَٰكِنَّ fakat
19 أَكْثَرَهُمْ çokları ك ث ر
20 لَا
21 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

Mekke döneminde indiği de rivayet edilen bu iki âyette müşriklerin Kâbe ile ilişkileri, ibadetleri ve taassupları hakkında önemli açıklamalar yapılmaktadır. Çok eski zamanlardan beri var olan bu kutsal mekân ve bina, insanları hem dinî hem de ticarî sebeplerle kendine çekiyor, birçok insanî ilişkiye zemin teşkil ediyordu. Her şeyden önce bir mâbed olan Beytullah’ı ziyarete gelenler burada özel ibadetler yapıyorlar, müşrikler Kâbe’nin içine koydukları putlarına tapınıyorlar, adaklar adayıp bunu yerine getiriyorlardı. Hz. İbrâhim için olduğu kadar onun neslinden gelen Hz. Muhammed aleyhisselâm ve müslümanlar için de kutsal ve mübarek bir mekân olan Kâbe’de müslümanlar da namaz kılmak, dua etmek istediler. Müşrikler, bu durumun insanları etkileyeceğini, müslüman olmalarını teşvik ve telkin edeceğini düşünerek yasak koydular, Hz. Peygamber dahil birçok müslümana burada ibadet ediyor diye işkence ve hakaret ettiler. Kâbe’nin bakım ve yönetim sorumlusu (âyet metnindeki karşılığına göre velîsi) olmak büyük bir mazhariyet ve şerefti; ancak İslâm’a göre buna lâyık ve ehil olmanın şartı takvâ sahibi olmaktı, Allah’ın cezasından korkmak, O’nun kullarına eziyet etmemek ve O’nun evinde kendisine ibadet edenlere mani olmamaktı. Müşrikler Allah’tan korkmadan, O’nun rızâsını gözetmeden müminleri ibadetten menederek Kâbe’ye hizmet şerefine lâyık olmadıklarını ortaya koydular.

 

 Müşrikler, Kâbe mescidinde özellikle Hz. Peygamber ve müminler ibadet ederken ıslık çalıp el çırparak Beytullah’ın çevresinde dolaşmaya başlıyorlar, kendileri de ibadet yapıyorlarmış görüntüsü vererek müminlerin ibadetlerini sabote edip huzurlarını bozuyorlardı. Benimsediğimiz bu yoruma göre onların yaptıkları ibadet değil, ibadet görüntüsü içindebir engelleme hareketi idi (İbn Kesîr, III, 593-594).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 688

وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ

 

 

 İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَا  istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  مَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır.

اَنْ  masdar harfidir.  لاَ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  في  harfi ceriyle birlikte  لَهُمْ ‘deki mahzuf habere  müteallıktır. Takdiri,  أيّ شيء لهم في انتفاء العذاب  (Eziyetten sakınacakları herhangi bir şey var mı?) şeklindedir.

يُعَذِّبَهُمُ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

وَهُمْ يَصُدُّونَ  cümlesi  يُعَذِّبَهُمُ ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubtur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَصُدُّونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَصُدُّونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

عَنِ الْمَسْجِدِ  car mecruru  يَصُدُّونَ  fiiline müteallıktır.  الْحَرَامِ  kelimesi  الْمَسْجِدِ ‘nin sıfatıdır.

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

اَوْلِيَٓاءَهُ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُعَذِّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.   

 

اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ

 

  

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ  mübteda olup lafzen merfûdur.  Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الْمُتَّقُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُتَّقُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

  

وَ  atıf harfidir.  لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

لٰكِنَّ ’nin ismi  أَكۡثَرَ  lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لٰكِنَّ ‘nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ ’dir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ 

 

  

وَ , istînâfiyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda olan  مَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لَهُمْ , bu mahzuf habere müteallıktır. 

Cümlenin takdiri;  أيّ شيء لهم في انتفاء العذاب  (Onlar eziyetten sakındıracak ne vardır?) şeklindedir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil cümlesi  اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ  masdar tevilinde olup takdir edilen  في  harfiyle birlikte mahzuf habere müteallıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması kalplere korku salmak içindir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasında rağmen terkip tevbih ve istihza kastı taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.

مَا  inkari istifham harfidir. (Âşûr)

[Ne özellikleri varmış ki bunların, (müminleri) ondan] yani Mescid-i Harâm’dan [menederlerken Allah onlara azap etmeyecekmiş?!] Yani azaptan kurtulmaya sebep olacak hiçbir özellikleri olmadığından, mutlaka azaba uğrayacaklardır. (Keşşâf)

وَ ‘la gelen  وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ cümlesi  يُعَذِّبَهُمُ  fiilinin mef’ûlünün halidir. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Müsnedinin muzari fiille gelmesi ise  hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَانُ ’nin dahil olduğu menfî isim cümlesi   وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ  , mâkablindeki hal cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَانُ ’nin haberi olan  اَوْلِيَٓاءَهُۜ  izafeti, muzafın şanı içindir. Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

مَا كَانُ ‘li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

 

اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ

 

  

Fasılla gelen cümle Beyânî istînâf veya ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefiy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasındadır.  اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ  maksur / mevsûf, haber olan  الْمُتَّقُونَ maksurun aleyh / sıfattır. Bu tip kasırlar çoğunlukla izafidir. Bir mevsûfu vasıflamak konusunda bu tip kasırlar daha beliğ, ekmel ve akvâdır. Olumsuzluk harfi ve illa ile yapılan kasırlar, çoğunlukla burada olduğu gibi olumsuz bir cümleden sonra ve muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda gelirler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Nefî ve istisnâ şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife olması bu özelliğin kemal derecede olduğuna işaret eder. Ayrıca müsnedin tarifi tahsis ifade eder.

 

 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

  

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Münafıklar kendilerinin değil müminlerin akılsız olduklarına inanıyorlardı. Allah Teâlâ onların bu inancını ters çevirerek, inananların değil kendilerinin akılsız olduğunu ama bunu bilmediklerini dile getirdi. Bunun için kasr-ı kalb olmuştur.

لَا يَعْلَمُونَ  keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir. 

اَوْلِيَٓاءَهُۜ  kelimesinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

اَكْثَرَهُمْ ; bazılarının bu hakikati bildiğine fakat inatla hakkı teslim etmediklerine işarettir. Başka bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat onların tamamıdır.  (Ebüssuûd)


Enfâl Sûresi 35. Ayet

وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  ...


Onların, Kâ’be’nin yanında duaları ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir. Öyle ise (ey müşrikler) inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı tadın azabı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 كَانَ değildir ك و ن
3 صَلَاتُهُمْ onların namazları ص ل و
4 عِنْدَ yanındaki ع ن د
5 الْبَيْتِ Beyt(ullah) ب ي ت
6 إِلَّا başka
7 مُكَاءً ıslık çalmadan م ك و
8 وَتَصْدِيَةً ve el çırpmadan ص د ي
9 فَذُوقُوا O halde tadın ذ و ق
10 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
11 بِمَا dolayı
12 كُنْتُمْ olmanızdan ك و ن
13 تَكْفُرُونَ inkar ediyor(lar) ك ف ر
صدي Sadeye : صَدَى vurulan bir yerden kişiye geri dönen ses (aksi sedâ, yankı) demektir. Bu ayeti kerimede geçen تَصْدِيَةٌ e gelince kendisinde terennüm namına hiçbir şey olmayan faydasız her türlü söze denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sadâ, (aksi) sadâ ve sadettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ 

 

  

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

صَلَاتُهُمْ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عِنْدَ  mekân zarfı,  صَلَاتُ ‘nun mahzuf haline müteallıktır.  الْبَيْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  مُكَٓاءً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  تَصْدِيَةً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُكَٓاءً ‘e matuftur.

 

 فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

  

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كانت هذه طبيعة صلاتكم فذوقوا (Dualarınızın özelliği, tabiatı buysa, tadın) şeklindedir.

ذُوقُوا  fiili  ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harfi ceriyle birlikte  ذُوقُوا  fiiline müteallıktır.  كُنْتُمْ  nakıs fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْفُرُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ

 

  

وَ , istînâfiyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu, menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefiy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasır cümleyi tekid etmiştir.  كَانَ ’nin ismi ve haberi arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  صَلَاتُهُمْ , maksur / mevsûf, haber olan    مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ , maksurun aleyh / sıfattır.

Nefî ve istisnâ şeklindeki kasrlar, muhatabın kabul etmediği veya kuşku duyduğu konularda tercih edilir.

الْبَيْتِ ‘den kasıt Kabe’dir.  عِنْدَ الْبَيْتِ  izafeti muzafın şanı içindir.

مُكَٓاءً - تَصْدِيَةًۜ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ . Kur’an’ın üslubundaki bu parlak ifadeyi bir düşünün. Zira, müşrikler ıslık ve el çırpmayı, Beytullah’ta eda edilmesi gereken namaz yerine koydular. Böylece, ibadetin manasını anlamayan ve Allah’ın evlerinin hürmetini tanımayan hayvanlar gibi oldular. (Safvetu't Tefasir)

Bu hareketleri Peygamber efendimiz Kabe’de namaz kılmak istediği zaman kafasını karıştırmak için yaptıkları da söylenmiştir. (Ebüssuûd)

Islık çalıp el çırpma işi, namaz cinsinden olan birşey değildir. Binaenaleyh, onları, salat lafzından istisna etmek nasıl caiz olabilir? denilise, biz deriz ki:

Bu hususta da şu izahlar yapılmıştır:

a) Onlar, ıslık çalıp el çırpma işinin namazın cinsinden olduğuna inanıyorlardı. Böylece bu istisna da onların bu inançlarına göre yapılmıştır.

b) Bu ifade tıpkı senin,  وددت الأمير فجعل جفائي صلتي [Ben Emîri sevdim amma onun bana olan bağışı, bana zulmetmek oldu.] Yani  أقام الجفاء مقام الصلة فكذا ههنا [İhsan yerine zulümü koydu.]  denilmesi kabilindendir.

c) Bundan maksat şudur: "Namazı ıslık çalmak ve el çırpmak olan kimsenin namazı yoktur." Nitekim Araplar, "Onun kusuru ve ayıbı, sadece cömertliktir" manasını kasdederek, demektedirler. Daha sonra Cenab-ı Hak. "(Ey kâfirler), devam edegeldiğiniz o küfrünüzden dolayı artık tadın azabı" buyurmuştur. Yani, "Bedir Günü'ndeki kılıç azabını tadınız " demektir. Buna, "(Ahirette onlara), küfretmeniz sebebiyle, azabı tadın!" manası da verilmiştir.(Fahreddin er-Râzî)

Ayette geçen  مُكَٓاءً  kelimesi, öfke ile köpürmek, melemek, ağlamak, feryat etmek gibi çeşitli sesleri bildiren mastar grubundaki kelimelerden birisidir. Birisi ağzıyla ıslık çaldığı zaman یمْكُو, مكَا denilir.  تَصْدِیَةً  kelimesi ise alkışlamak, el çırpmak anlamında hava akımının iki elin arasında çarpma ile meydana getirdiği sestir. (Âşûr)

 

 فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

 

فَ ; takdiri  إن كانت هذه طبيعة صلاتكم فذوقوا (Dualarınızın özelliği, tabiatı buysa, … tadın.) olan mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz  önünde canlandırarak dikkatleri artırır.

فَذُوقُوا الْعَذَابَ  [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.

صَلَاتُهُمْ  ve  فَذُوقُوا  arasında gaipten muhataba geçiş şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır.

فَذُوقُوا الْعَذَابَ  [Öyleyse azâbı tadın.]  ifadesinde kastedilen Bedir savaşında öldürülmeleri ve esarete maruz kalmalarıdır. Bir görüşe göre ise, bu azap âhiret azabıdır. O zaman lâm'in ahd için olma ihtimali vardır, ahd de  ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ  [bize acıklı azâbı getir.] (Enfâl: 32) cümlesinde ismi geçen azaptır. (Beyzâvî, Ebüssuûd )

 

Bu ayette  تَكْفُرُونَ olarak A’raf suresinde ise تَكْسِبُونَ şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü burada bahsedilen azap küfür sebebiyledir. A’raf suresinde ise bahsedilen, dalalet ve küfürden dolayıdır. (Âşûr) 


Enfâl Sûresi 36. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ  ...


Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 يُنْفِقُونَ harcarlar ن ف ق
5 أَمْوَالَهُمْ mallarını م و ل
6 لِيَصُدُّوا engel olmak için ص د د
7 عَنْ
8 سَبِيلِ yoluna س ب ل
9 اللَّهِ Allah
10 فَسَيُنْفِقُونَهَا ve harcayacaklar ن ف ق
11 ثُمَّ sonra (bu)
12 تَكُونُ olacak ك و ن
13 عَلَيْهِمْ kendilerine
14 حَسْرَةً dert ح س ر
15 ثُمَّ nihayet
16 يُغْلَبُونَ yenilecekler غ ل ب
17 وَالَّذِينَ ve kimseler
18 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
19 إِلَىٰ
20 جَهَنَّمَ cehenneme
21 يُحْشَرُونَ sürüleceklerdir ح ش ر

Bedir Savaşı’nda, başlarında Ebû Cehil olmak üzere on Kureyş zengini bizzat harbe katılmanın yanında her gün birer deve keserek savaşçılara ikram ediyorlardı, buna rağmen yenildiler. Uhud Savaşı’nda intikam almak istediler; Ebû Süfyân, taşradan gelip Mekke civarına yerleşen gariban takımından (ehâbîş) 2000 kişi kiralayarak savaşa sürdü, ancak bu savaşta da istedikleri sonuca ulaşamadılar; çünkü bu savaşta, kendilerine ulaşan bilginin aksine Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer ölmemişlerdi. Arkadan Hendek Savaşı oldu, bu savaşta da Medine’yi günlerce kuşatma altında tuttular, fakat sonuç alamadan bırakıp gittiler. Müslümanların bütün istedikleri Allah’ın gösterdiği yolda yürümek, O’nun rızâsına uygun bir hayat düzeni kurmaktı. Müşrikler ise bunu onlara çok görüyor, yollarını kesmek istiyor, bu maksatla büyük harcamalar yapıyor, mal ve canlarından oluyorlardı. Bütün bu fedakârlık ve harcamaların sonu hüsran oldu, yenildiler ve acı çektiler. Sonunda iyi ile kötü, pis ile temiz, doğru yolda olanla yanlış yolda olan birbirinden ayrıldı, herkes hür iradesi ile seçtiği yolda yürüdü. Bu yolun sonu iyiler için Allah rızâsı ve cennet, kötüler için ise Allah’ın gazabı ve cehennem oldu, bu her zaman da böyle olacaktır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 2 Sayfa: 689

حسر Hasera: حَسْرٌ giyilmiş ya da örtülmüş bir şeyin üzerindekini sıyırarak açığa çıkarmaktır. Örneğin kelime bu bağlamda çok yolculuk yapması sebebiyle etini ve gücünü kaybetmiş bitkin dişi deve için de ناقَةٌ حَسِيرٌ şeklinde kullanılır. Aynı kökten olan ve Türkçede kullandığımız حَسْرَةٌ hasret kelimesi artık geri getirilemez şekilde elden kaçıp gitmiş bir şey için duyulan üzüntü, keder ve pişmanlık demektir ki bununla sanki o kişinin yaptığı yanlışa onu sürükleyen cahillik perdesinin üzerinden sıyrılıp gerçeği gördüğü; veya duyduğu aşırı üzüntü ve keder sebebiyle gücünün kendinden sıyrılıp gitmesi yahutta elinden gideni telafi etmeye çalışırken yorgun/bitkin düştüğü anlatılmak istenir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hasrettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ 

 

  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُنْفِقُونَ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اَمْوَالَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  يَصُدُّوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُنْفِقُونَ  fiiline müteallıktır. 

يَصُدُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  يَصُدُّوا  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق  ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ

 

  

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  سَيُنْفِقُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  سَيُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكُونُ  nakıs merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تَكُونُ ’nun ismi, müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  حَسْرَةً ‘e müteallıktır.  حَسْرَةً  kelimesi  تَكُونُ ’nun haberi olup lafzen mansubtur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يُغْلَبُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  naibu fail olup mahallen merfûdur.

 

 وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ

 

  

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلٰى جَهَنَّمَ  car mecruru  يُحْشَرُونَ  fiiline müteallıktır.

جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıftır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحْشَرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  naibu fail olup mahallen merfûdur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ

 

  

Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu bahsi geçen kişileri tahkir içindir. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ  cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasında haberî isnaddır. Sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَصُدُّوا  cümlesi, mecrur mahalde  يُنْفِقُونَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  şeref kazanmıştır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

 

 فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ

 

  

فَ , istînâfiyyedir. Cümleye dahil olan  سَ  harfi tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

ثُمَّ  ile makabline atfedilmiş  ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  عَلَيْهِمْ , amili olan haber  كَان ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.

İnfak ettikleri o şeyler kendilerine üzüntü olacaktır.

Hasret (iç acısı) mallara isnad edilmiştir. Çünkü hasretin sebebi onu infakla (harcama) alakalıdır. Bunu hasret kelimesinin kendisiyle haber vermek, mastar kullanmak gibi mübalağa içindir. Mal üzüntünün sebebidir, üzüntünün bizzat kendisi değildir. (Âşûr)  

Yine makabline  ثُمَّ  ile atfedilen  يُغْلَبُونَۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)

فَسَيُنْفِقُونَهَا  [Onu harcayacaklar]  tamamıyla, belki de birincisi o durumdaki harcamalarıdır, o da Bedir harcamasıdır.

İkincisi de gelecekte harcamalarıdır, o da Uhut harcamasıdır. İkisinden tek şey murat etmek de mümkündür, o da birincisi harcamanın maksadını açıklamaktadır, ikincisi de sonunu açıklamaktadır ki o da henüz gerçekleşmemiştir.

ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً  [Sonra da onlara yürek yangısı olacak] pişmanlık ve keder bakımından, çünkü gereksiz yere gitmiştir, kendisi yürek yangısı kabul edilmiştir, bu da harcamanın sonucudur ki bunda mübalağa vardır. (Beyzâvî, Ebüssuûd)

 

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ

 

  

Cümle …اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onları tahkir ifade eder. 

Mevsûlün sılası  كَفَرُٓوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِلٰى جَهَنَّمَ , amili olan  يُحْشَرُونَۙ ’ye önemine binaen takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedlerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

يُنْفِقُونَ - فَسَيُنْفِقُونَهَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Cenab-ı Hakk'ın, Kâfirler en sonunda cehenneme sürüleceklerdir " buyruğu hakkında iki bahis bulunmaktadır:

Birinci bahis: Allah  وإلى جهنم يحشرون [(Ve cehenneme sürüleceklerdir.) buyurmadı. Zira, onların içinde, Müslüman olanlar, ileride olacaklar da bulunuyordu. Aksine Cenab-ı Hak, küfürde devam edenlerin böyle olacağını beyân etmiştir.

İkinci bahis: Bu ifadenin zahiri, onların haşrinin, sadece cehenneme olacağını gösterir. Çünkü, haberin takdimi, hasr ifade eder.

Bil ki bu sözün gayesi şudur: Onlar, o infaklarında mallarını harcamadan dolayı, ancak dünyada yürek acısı ve haybet-i emel; ahirette de şiddetli bir azabı elde edeceklerdir. Bu da böylesi bir infâkta bulunmaktan büyük bir men ve nehyi ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)


Enfâl Sûresi 37. Ayet

لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟  ...


Allah, pis olanı temizden ayırmak, pis olanların hepsini birbiri üstüne koyup yığarak cehenneme koymak için böyle yapar. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيَمِيزَ ayıklasın diye م ي ز
2 اللَّهُ Allah
3 الْخَبِيثَ murdarı خ ب ث
4 مِنَ
5 الطَّيِّبِ temizden ط ي ب
6 وَيَجْعَلَ ve koyup ج ع ل
7 الْخَبِيثَ bütün murdarları خ ب ث
8 بَعْضَهُ birini ب ع ض
9 عَلَىٰ üzerine
10 بَعْضٍ diğerinin ب ع ض
11 فَيَرْكُمَهُ yığsın da ر ك م
12 جَمِيعًا hepsini ج م ع
13 فَيَجْعَلَهُ atsın ج ع ل
14 فِي
15 جَهَنَّمَ cehenneme
16 أُولَٰئِكَ işte
17 هُمُ onlardır
18 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlar خ س ر

لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ

 

  

لِ  harfi,  يَم۪يزَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُحْشَرُونَ  fiiline müteallıktır. 

يَم۪يزَ  mansub muzari fiilidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

الْخَب۪يثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنَ الطَّيِّبِ  car mecruru  يَم۪يزَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 وَ  atıf harfidir. يَجْعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

 الْخَب۪يثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

 بَعْضَهُ  kelimesi  الْخَب۪يثَ ‘den bedel olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُ   muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  جعل fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir.  يَرْكُمَهُ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  جَم۪يعاً  kelimesi  يَرْكُمَهُ ‘deki gaib zamirinin hali olup lafzen mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  يَجْعَلَهُ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ف۪ي جَهَنَّمَۜ  car mecruru car mecruru  يَجْعَلَهُ  fiiline müteallıktır.

جَهَنَّمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıftır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟

 

  

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْخَاسِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخَاسِرُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْخَاسِرُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْخَاسِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ

 

  

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ  cümlesi, mecrur mahalde önceki ayetteki  يُحْشَرُونَۙ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Aynı üsluptaki müteakip üç cümle makabline matuftur.  

يَجْعَلَ - الْخَب۪يثَ - بَعْضٍ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الطَّيِّبِ , müminlerden;  الْخَب۪يثَ  ise kafirlerden kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Ayrıca bu iki kelime arasında tıbak-ı icab vardır.

Burada istiare olduğu da söylenmiştir. الْخَب۪يثَ kelimesiyle kastedilen mana azabı hak etmiş amel’dir. Bu konuda ‘’üst üste yığılma’’(anlamı) doğru olmaz, çünkü bu sadece cisim ve maddeler için geçerlidir. Pis amel’in (el-amelu’l-habis)’’çokluk’’ ile nitelenmesinden kastedilen ise işleyenlerinin çok olmasıdır. Küme bulutlar ve savrulan çöl kumları gibi nesnelerin üst üste yığılması da onların çok olduğunu betimleyen anlatılardır. ‘Amelin cehenneme atılması‘’ ifadesi ise, ‘’Cezası, cehennem ateşi olarak üzerine iner’’ demektir. (Şerîf er-Radî)

 

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟

 

  

Ayetin son cümlesi istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasr ifade eder.

Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim)

“Hüsrana uğrayacaklar da bunlardır”; çünkü onlar ahde vefayı ahdi bozmakla, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bir tutmayı koparmakla, salahı fesatla, ilahi sevabı da ilahi cezayla değiştirmişlerdir. (Keşşâf)

 

 اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟  sözündeki ismi işaret, bundan önce zikredilen sıfatları sebebiyle onların zikredilen bu habere layık olduklarını tenbih içindir. Çünkü bu durumda olan kimse en büyük hüsranı hak etmiştir. O dünya ve ahiret faydalarını kaybetmiştir. (Âşûr)

هُمُ الخاسِرُونَ sözündeki kasr, iddiâidir. Onların hüsran ile vasıflanmaları öyle mübalağalı ifade edilmiştir ki sanki başkaları hüsranda sayılmaz. Sanki  insanlar arasında sadece onlar hüsran içindedir. (Âşûr) 


Enfâl Sûresi 38. Ayet

قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ  ...


Ey Muhammed! İnkâr edenlere söyle: Eğer (iman edip, düşmanlık ve savaştan) vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır. Eğer (düşmanlık ve savaşa) dönerlerse, öncekilere uygulanan ilâhî kanun devam etmiş olacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ söyle ق و ل
2 لِلَّذِينَ kimselere
3 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
4 إِنْ eğer
5 يَنْتَهُوا vazgeçerlerse ن ه ي
6 يُغْفَرْ bağışlanır غ ف ر
7 لَهُمْ kendilerine
8 مَا olanlar
9 قَدْ
10 سَلَفَ geçmiştekiler س ل ف
11 وَإِنْ yok yine
12 يَعُودُوا dönerlerse ع و د
13 فَقَدْ elbette
14 مَضَتْ geçerlidir م ض ي
15 سُنَّتُ kanunu س ن ن
16 الْأَوَّلِينَ öncekilerin ا و ل

Başka dinden olan, farklı inanç taşıyan düşmanlar, müminlere karşı birtakım suçlar işlemiş, zararlar vermiş olabilirler. İnkâr halinde yaşayan insanlar İslâm’a göre günah olan birçok fiil işlemiş, kendi sistemlerine göre geçerli olan hukukî tasarruflarda bulunmuş olabilirler. Bir gün Allah onlara hidâyet nasip ederse daha önceki yapıp etmeleri ne olacaktır? Âyet bu soruya cevap veriyor: Allah onların kâfir iken yaptıklarını bağışlayacaktır, İslâm’a girdikleri andan itibaren sabıka kayıtları silinecek, kendileri için beyaz bir sayfa açılacaktır. Fıkıhçıların bu âyeti, ilgili başka âyet, hadis ve ilkelerle birlikte değerlendirerek ulaştıkları sonuç da şöyledir: Allah kendi haklarını bağışlar, geçmiş günahlarının temeli ve âmili olan inkâr hali ortadan kalktığı için hidâyete ermiş olan kulunu daha önce yaptıklarından sorumlu tutmaz. Kul haklarına gelince bunların maddî bakımdan telâfisi yoluna gidilir, zararlar tazmin ettirilir, haksız yoldan elde edilen mallar sahiplerine iade edilir, tüketilmiş olanlar tazmin ettirilir. Âyetteki genel ifadeye bakarak inkâr halinde işlenen her suçun, yapılan her kötülüğün müslüman olduktan sonra bağışlanacağını söyleyen âlimler de olmuştur (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, II, 851 vd.; İbn Âşûr, IX, 344). İnkâr halinde işlenmiş suç ve günahların hidâyete erdikten sonra silinmesi ve hidâyeti seçen kimsenin dünyada da bunlardan sorumlu tutulmaması hükmü ihtidâyı teşvik bakımından büyük bir önem taşımaktadır.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 2 Sayfa: 689-690

قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ

 

  

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harfi ceriyle birlikte  قُلْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ يَنْتَهُوا  ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder.  يَنْتَهُوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şartın cevabı  يُغْفَرْ لَهُمْ  ‘dur.  يُغْفَرْ  meçhul merfû muzari fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  يُغْفَرْ  fiiline müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  , naibu fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  قَدْ سَلَفَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  سَلَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

يَنْتَهُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  نهي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

  

وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ

 

  

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder.  يَعُودُوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن يعودوا ننتقم منهم لأنه قد مضت سنّة الأولين (Eğer dönerlerse onlardan intikam alacağız çünkü Öncekilere uygulanan Kural onlar için de geçerlidir.) şeklindedir.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  مَضَتْ  mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis harfidir.

سُنَّتُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ

 

  

Bu kelam korkutmayı takiben teşvik, vaîdi takiben vaadin gelmesi veya aksi gibi Kur’anın adetine uygun olarak gelmiştir. Onları uyardığı şeyle uyarmış ve korkuttuğu şeyle korkutmuştur. (Âşûr)   

Ayet istînâfiyyeiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşai isnaddır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl cümlesi şart üslubunda haberî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  يَنْتَهُوا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi  يُغْفَرْ لَهُمْ  de faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiiller muzari sıygada gelerek hudus, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber idtidaî kelamdır.

يُغْفَرْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَٓا ‘nın sılası  قَدْ سَلَفَۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

 

وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ

 

  

Önceki şart cümlesine matuf bu cümle de şart üslubunda haberî isnaddır.  يَعُودُوا  şart cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber  ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi, tahkik harfiyle tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

الْاَوَّل۪ينَ - سَلَفَۚ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اِنْ - قَدْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ  cümlesi ile   وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Yaptıklarına son verirlerse kafirlerin affedileceği haber verilmiş. O halde günahlarımızı, hatalarımızı fark edip sık sık tevbe edelim.


Enfâl Sûresi 39. Ayet

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ  ...


Baskı ve şiddet kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَاتِلُوهُمْ ve onlarla savaşın ق ت ل
2 حَتَّىٰ kadar
3 لَا
4 تَكُونَ kalmayıncaya ك و ن
5 فِتْنَةٌ fitne ف ت ن
6 وَيَكُونَ ve oluncaya (kadar) ك و ن
7 الدِّينُ din د ي ن
8 كُلُّهُ tamamen ك ل ل
9 لِلَّهِ Allah’ın
10 فَإِنِ eğer
11 انْتَهَوْا son verirlerse ن ه ي
12 فَإِنَّ muhakkak ki
13 اللَّهَ Allah
14 بِمَا ne
15 يَعْمَلُونَ yaptıklarını ع م ل
16 بَصِيرٌ görmektedir ب ص ر

Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin de kaydettiği gibi (Ahkâmü’l-Kur’ân, II, 854) âyetin “fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya kadar…” kısmını iki şekilde anlamak mümkündür: 1. “Dünyada veya bölgede hiçbir müşrik kalmayıncaya ve herkes müslüman oluncaya kadar.” 2. “Din ve vicdan hürriyeti yerleşinceye, herkesin serbestçe dinini yaşaması imkânı doğuncaya ve böylece hak olsun bâtıl olsun din seçimi ve dinî hayat baskıya değil, samimi inanca dayanıncaya kadar.” Biz ikinci anlayışı tercih etmiş bulunuyoruz (ayrıca bk. el-Bakara 2/193; en-Nisâ4/75-76).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

 

Cilt: 2 Sayfa: 690

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ

 

  

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَاتِلُوهُمْ  fiili  نَ ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  لَا تَكُونَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  قَاتِلُوهُمْ  fiiline müteallıktır.

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَكُونَ  tam, mansub muzari fiildir.  فِتْنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lamul cuhuddan sonra, 4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vavul maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  يَكُونَ  nakıs fiildir ama burada tam fiil olarak gelmiştir.  الدّ۪ينُ  kelimesi يَكُونَ ’nin ismi veya faili olup lafzen merfûdur.

كُلُّهُ  kelimesi  الدّ۪ينُ  tekit içindir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِلّٰهِ  car mecruru  الدّ۪ينُ ‘nun mahzuf haline müteallıktır.

قَاتِلُوهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 

فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

 

  

فَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder.  انْتَهَوْا  şart fiili olup mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir.

فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

للّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfiyle birlikte  بَص۪يرٌ  kelimesine müteallıktır. İsm-i  mevsûlun sılası  يَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

بَص۪يرٌ  kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merf^dur.

بَص۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ismi fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ismi failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ

 

  

Bu ilâhî hitabın, umûmî olması, müminlerin savaşa teşvik edilmesi,

"Ve eğer yeniden savaşa dönerlerse, daha öncekilere uygulanan yasa (ilâhî sünnet) onlara da uygulanacaktır" buyurulması, ceza va'dinin gerçekleştirilmesi içindir. (Ebüssuûd)

Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gaye bildiren masdar ve cer harfi  حَتّٰى  ve akabindeki  لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ  cümlesi, masdar tevilinde  قَاتِلُوهُمْ fiiiline mütallıktır. Bu cümlede  كَانُ , tam fiildir. Masdar-ı müevvel menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

تَكُونَ  fiiline matuf olan müteakip cümledeki  يكون , nakıs veya tam fiil olabilir. Car mecrur  يكون ’nin mahzuf haberine veya mahzuf hale müteallıktır. Her iki durumda da cümlede îcâz-ı hazif sanatı söz konusudur. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, tüm kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

لَا تَكُونَ - يَكُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinâs ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الدّ۪ينُ ‘deki marifelik, cins içindir. (Âşûr)

Aslolan fitne değil, adalet, sulh ve emniyetin sağlanmasıdır.

فَتَنَ  kelimesinin lügat manası sağlam olanının çürüğünden ayrılması için altının ateşe sokulmasıdır. Bu sözcük insanın ateşe sokulması anlamında da kullanılmıştır. Araplar bu kelimeyi kimi zaman azabın kaynaklandığı şey olarak kimi zaman da deneme/sınama manasında kullanır.  فِتْنَة  sözcüğü belâ sözcüğü gibi kabul edilmiştir. Çünkü her ikisi de insana erişen sıkıntı/darlık anlamında kullanılırlar. Fakat nadiren dirlik genişliği/bolluk manasını da ifade eder. Fitne hem Allah’dan hem de kullardan sâdır olan fiillerdendir. Bela, musibet, öldürme, azap etme ve benzeri hoşa gitmeyen fiiller gibi.. Bu tür fiiller Allah’dan sâdır olduklarında bir hikmete dayanırlar. İnsandan kaynaklandıklarında ise bunun zıddı olur. Bu sebeple Yüce Allah insanı her yere fitne düşürmekle yermiştir. Ahfeş’e göre Kalem suresi 6. ayette geçen  مَفْتُون  kelimesi fitne manasındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 60 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fitne, fettan ve meftundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

Ayette geçen ”onlar" kelimesinden kasıt, müşriklerdir,  فِتْنَةٌ [fitne] ‘den kasıt da Allah'a ortak koşmaktır. Yeryüzünde şirk kalmayıncaya kadar ve bâtıl dinlerin hepsi ortadan kalkıncaya, bâtıl dinlere inanan kimseler topyekün helak edilinceye veya öldürülme korkusuyla şirkten dönünceye kadar müşriklerle savaşın! (Ruhul Beyân) 

 

 فَاِنِ انْتَهَوْا

 

  

فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelmiş cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  انْتَهَوْا cümlesi şarttır. 

Şartın cevabının takdiri  جازاهم الله [Allah onları mükafatlandırır.] olabilir.

Şart ve mahzuf cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede cevabın mahzuf olması, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Şartın cevabının اعْلَمُوا  ile başlaması, bu haberin önemine ve gerçekleşeceğine dikkat çekmek içindir. (Âşûr)

 

 فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

 

  

فَ , taliliyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  بَص۪يرٌ ,  مَا ‘a müteallıktır. Sılası  يَعْمَلُونَ  , muzari fiil sıygasında gelerek hudusa, istimrara, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Cümlede car mecrur önemine binaen amili olan habere takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Allah lafzının tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


Enfâl Sûresi 40. Ayet

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ  ...


Eğer yüz çevirirlerse bilin ki Allah sizin dostunuzdur. O, ne güzel dosttur; O, ne güzel yardımcıdır!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 تَوَلَّوْا dönerlerse و ل ي
3 فَاعْلَمُوا bilin ki ع ل م
4 أَنَّ muhakkak
5 اللَّهَ Allah
6 مَوْلَاكُمْ sizin sahibinizdir و ل ي
7 نِعْمَ O, ne güzel ن ع م
8 الْمَوْلَىٰ sahip و ل ي
9 وَنِعْمَ ve ne güzel ن ع م
10 النَّصِيرُ yardımcıdır ن ص ر

Müslüman olmayanlar müslümanların din özgürlüklerine dokunmadıkça ve yurtlarına saldırmadıkça onlarla barış içinde yaşanır, hatta insanlık için hayırlı olan faaliyetlerde iş birliğine gidilir. Onlar barışı bozar, haksız çıkar veya dinî taassup gibi sebeplerle savaşmayı tercih ederlerse müminler de hukuku, dinlerini ve yurtlarını korumak için savaşacaklardır. Bu savaşı hak için, hürriyet için, erdem için yola çıkanlar kazanacaklardır; çünkü onların sığınağı, dayanağı, dostu, yardımcısı Allah’tır; O’ndan güzel dost, O’ndan güçlü yardımcı, O’ndan güvenli destek de yoktur.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 2 Sayfa: 690

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ

 

  

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّوْا  şart fiili, mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تولّوا فلا تخشوا بأسهم لأنّ الله مولاكم (Eğer yüz çevirirlerse zorbalıklarından korkmayın, çünkü Allah sizin mevlânızdır.) şeklindedir.

اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. 

Bu ayette  اعْلَمُٓوا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  مَوْلٰيكُمْ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

 نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

 

  

نِعْمَ  camid fiil olup medih fiillerindendir.  الْمَوْلٰى  kelimesi  نِعْمَ ’nin faili olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

 نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  الله  şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  نِعْمَ  camid fiil olup medih fiillerindendir. النَّص۪يرُ  kelimesi  نِعْمَ ’nin failidir.  نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri,  الله  şeklindedir.

وَاِنْ تَوَلَّوْا

 

 

وَ , atıf harfidir. İlk cümle önceki ayetteki  فَاِنِ انْتَهَوْا  cümlesine matuftur. Şart üslubunda gelmiş cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  انْتَهَوْا  cümlesi şarttır. 

Şart ve mahzuf cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cevabın mahzuf olması, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

 

 فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ

 

 

فَ  ta’liliyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَنَّ  şeklindeki masdar ve tekid harfinin dahil olduğu isim cümlesi  اعْلَمُٓوا  fiilinin mef’ûlü yerindedir. Sübut  ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

فَاعْلَمُٓوا  ifadesi muhatap zamiriyle gelerek muhataplar bilmeyen menzilesine konmuş, böylece bu affın büyüklüğü gösterilmek istenmiştir. (Âşûr)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

 نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ

  

Cümle müste’nefedir. Tezyil konumundadır. (Âşûr)

Fasılla gelen cümle istînâfiyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Mazi sıygada camid, medih fiili olan  نِعْمَ ’nin mahsusu mahzuftur. Takdiri  الله  ‘dır.  الْمَوْلٰى  , fiilin failidir.

وَنِعْمَ النَّص۪يرُ  cümlesi makabline matuftur. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Camid fiil  نِعْمَ ’nin faili  الْوَك۪يلُ ‘dir.  

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan  نِعْمَ ’nin mahsusu, mahzuftur. Cümlenin takdiri;  نعم اللّٰهُ النَّص۪يرُ (Allah ne güzel yardımcıdır.) şeklindedir.  

مَوْلٰيكُمْۜ - الْمَوْلٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمَوْلٰى - النَّص۪يرُ  kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.

نِعْمَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

تَوَلَّوْا  kelimesinde lafzen veya takdiren  من  harfi varsa, yüz çevirdi manasındadır, yoksa velayet manasındadır. (Müfredat)

Fiillerin harfi cerle farklı mana kazanması tazmin sanatıdır.


Günün Mesajı

Yaptıklarına son verirlerse kafirlerin affedileceği haber verilmiş. O halde günahlarımızı, hatalarımızı fark edip sık sık tevbe edelim.
Aslolan fitne değil, adalet, sulh ve emniyetin sağlanmasıdır.
فَتَنَ  kelimesinin lugat manası sağlam olanının çürüğünden ayrılması için altının ateşe sokulmasıdır. Bu sözcük insanın ateşe sokulması anlamında da kullanılmıştır. Araplar bu kelimeyi kimi zaman azabın kaynaklandığı şey olarak kimi zaman da deneme/sınama manasında kullanır.  فِتْنَة  sözcüğü belâ sözcüğü gibi kabul edilmiştir. Çünkü her ikisi de insana erişen sıkıntı/darlık anlamında kullanılırlar. Fakat nadiren dirlik genişliği/bolluk manasını da ifade eder. Fitne hem Allah’dan hem de kullardan sâdır olan fiillerdendir. Bela, musibet, öldürme, azap etme ve benzeri hoşa gitmeyen fiiller gibi.. Bu tür fiiller Allah’dan sâdır olduklarında bir hikmete dayanırlar. İnsandan kaynaklandıklarında ise bunun zıddı olur. Bu sebeple Yüce Allah insanı her yere fitne düşürmekle yermiştir. Ahfeş’e göre Kalem suresi 6. ayette geçen  مَفْتُون  kelimesi fitne manasındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 60 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fitne, fettan ve meftundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan sadece insanları ve mekanları özlemez. En çok onlarla beraberken, o anların içindeyken hissettiği duyguları özler. İnsanı en çok hüzünlendiren de, o duygulara karşı hissedilen özlemdir.

Bazı duygular vardır, bir kere girer insanın yüreğine. Bazı ilk heyecanlar vardır, tekrarını yaşadığında aynısını hissetmezsin. Bu yüzden insan uzun zamandır hasretini çektiğine kavuştuğunda hayal kırıklığı yaşar. Hatırladığım gibi değilmiş der. Halbuki belki gerçekten de hatırladığın gibiydi ama o tadını çıkardığındaki sen, aynı sen değildir artık.

İnsan yaşı ilerledikçe olgunlaşmaz. Yaşadığı tecrübelerin doğurduğu duygularla olgunlaşır. Bu yüzden kimi insan yaşıtlarına kıyasla daha olgundur. Bir anneyi birden anne olgunluğuna ulaştıran çocuğunun dünyaya gelmesi midir ya da yeni keşfettiği sevgi ve şefkat ve onların doğurduğu sorumluluk boyutları mıdır?

İnsanın yaşadığı günleri geri gelmediği gibi yaşadığı duyguları da geri gelmez. Tecrübeleri arttıkça kimi duygulardan kendisi kaçar, kimisini ise zihnindeki saflık camı çizildiği için eskisi gibi net göremez. Ne olduğunu tanısa da, bir zamanlar o yoğunluğu hissettiren detayları seçemez.

 

Yaşadığı günlerin değerini bildiği gibi yaşadığı duyguların da değerini bilmeli insan. Duygu yoğunluğundan ne kadar sıkılsa da, üzülse de, bunalsa da bu günler geçecek, bu duygular da bitecek. Ve insanoğlu nerede, ne halde olursa olsun, eskiden yaşadığı sıkıntılara rağmen, değerini bilerek yaşayamadığı geçmişini özlediği an illa ki gelecek.

Allah bugünlerimizi aratmasın. Yarınlarımızda kafamızı duvarlara vurup değerini bilseymişim dedirtmesin. Allah’ın gadabıyla değil, merhametiyle olgunlaştırdığı ve karşısına çıkan hakikati öğrenme fırsatlarını değerlendirebilen kullarından olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji