بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاذْكُـرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَاٰوٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاذْكُرُوا | düşünün ki |
|
2 | إِذْ | bir zaman |
|
3 | أَنْتُمْ | siz |
|
4 | قَلِيلٌ | az idiniz |
|
5 | مُسْتَضْعَفُونَ | hırpalanıyordunuz |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
8 | تَخَافُونَ | korkuyordunuz |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يَتَخَطَّفَكُمُ | sizi kapıp götürmesinden |
|
11 | النَّاسُ | insanların |
|
12 | فَاوَاكُمْ | (Allah) sizi barındırdı |
|
13 | وَأَيَّدَكُمْ | ve sizi destekledi |
|
14 | بِنَصْرِهِ | yardımıyle |
|
15 | وَرَزَقَكُمْ | ve sizi besledi |
|
16 | مِنَ |
|
|
17 | الطَّيِّبَاتِ | güzel şeylerle |
|
18 | لَعَلَّكُمْ | belki |
|
19 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
Allah’a ve resulüne itaat etmek, ilâhî çağrıya katılmak, fitneyi engellemek için çaba göstermek İslâmî erdemlerdir. Bunlar telkin edildikten sonra bir başka önemli erdeme geçilmiş, nimetlerin unutulmaması ve bunlara şükredilmesi istenmiştir. Bu âyetlerin geldiği günlerde müslümanların en fazla hatırlayıp şükretmeleri gereken nimetler, müşriklerin zulüm ve işkencelerinden kurtarılmaları, kendilerine güvenli bir yurt bağışlanması, düşmanlarına karşı mûcizevî destekler sağlanması ve başta ganimet olmak üzere maddî sıkıntılarını gideren imkânlar bahşedilmesidir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 681
وَاذْكُـرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اذْكُرُٓو fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı اذْكُرُٓوا fiiline müteallıktır. اَنْتُمْ قَل۪يلٌ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَل۪يلٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُسْتَضْعَفُونَ ikinci haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
فِي الْاَرْضِ car mecruru مُسْتَضْعَفُونَ’ye müteallıktır.
مُسْتَضْعَفُونَ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.
تَخَافُونَ cümlesi mübtedanın üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur.
تَخَافُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. يَتَخَطَّفَكُمُ mansub muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
النَّاسُ fail olup lafzen merfûdur.
يَتَخَطَّفَكُمُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi خطف ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَاٰوٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اٰوٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. اَيَّدَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِنَصْرِه۪ car mecruru اَيَّدَكُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. رَزَقَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنَ الطَّيِّبَاتِ car mecruru رَزَقَكُمْ fiiline müteallıktır. طَيِّبَاتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَشْكُرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيَّدَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi أيد ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاذْكُـرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. اذْكُـرُٓوا fiilinin mef’ûlü olan zaman zarfı اَنْتُمْ قَل۪يلٌ ,اِذْ cümlesine muzâf olmuştur. Sübut ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْتُمْ ,مُسْتَضْعَفُونَ için ikinci haberdir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi üçüncü haber konumundadır.
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ, masdar teviliyle, تَخَافُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
İbni Âşûr ayette geçen تَخَطَّفَ kelimesinin “hızlıca almak” şeklinde tercüme edildiğini, buradaki hızlıca almak ifadesinin, “galip gelmek” anlamında mecazi olarak kullanıldığını söyler. Galip gelmenin de bir şeyi almaya benzediğini ifade eder. Bu kelimenin hızlıca almak anlamına Bakara suresinin 20. ayetini, mecazi anlamına ise Ankebut suresinin 27. ayetini istişhâd olarak kullanmıştır. (İbni Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, c. 9, s. 74)
اَنْتُمْ قَل۪يلٌ cümlesinde çoğul zamirden tekil bir kelimeyle haber verilmiştir. Çünkü قَلِيلًا وكَثِيرًا kelimeleri genellikle zamire mutabık olarak gelmez. (Âşûr)
فَاٰوٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ
Cümle, اَنْتُمْ قَل۪يلٌ cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)
فَاٰوٰيكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelen وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ cümlesi ve وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ cümlesi, فَاٰوٰيكُمْ ’a atfedilmiştir. Her iki cümlenin de atıf sebebi tezâyüftür.
مُسْتَضْعَفُونَ - اَيَّدَكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Allah’ın güçsüz olanlara verdiği nimetlerin barındırmak, yardım ve rızık olarak sayılması taksim sanatıdır.
بِنَصْرِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması نَصْرِ için şan ve şeref ifade eder.
قَل۪يلٌ - مُسْتَضْعَفُونَ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ cümlesinde sayıca az iken çoğalmak ve Allah’ın verdiği zafer nimetini hatırlatarak idmâc yapılmıştır. Emniyet ve sayısal çokluk rızkın bolluğunu getirir.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَشْكُرُونَ’nin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَخُونُوا | hiyanet etmeyin |
|
6 | اللَّهَ | Allah’a |
|
7 | وَالرَّسُولَ | ve Elçisine |
|
8 | وَتَخُونُوا | hiyanet ederek |
|
9 | أَمَانَاتِكُمْ | emanetlerinize |
|
10 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
11 | تَعْلَمُونَ | bildiğiniz halde |
|
Hıyanet “emanete riayet etmemek, genellikle sahibinin bilgisi dışında hak yemek, hukuku çiğnemek, ödev ve görevi hakkıyla yapmamak”tır. Allah’a karşı kulluk ödevlerini yapmayanlar O’nun hakkını çiğnemiş, kullarına emanet ettiği yükümlülüklere hıyanet etmiş olurlar. Resul aynı zamanda ilk İslâm toplumunun lideri ve devletinin başkanıdır. Onu hakkıyla desteklemeyenler, devlet sırlarını yabancılara açanlar, şahsî menfaatlerini ümmetin menfaatine tercih edenler de ona hıyanet etmiş sayılırlar. İnsanlar arasında güvene dayalı alışveriş ve diğer ilişkilerde güveni kötüye kullananlar, başkalarının bilmeme ve görmemelerinden yararlanarak haklarını çiğneyenler de hemcinslerine hıyanet etmiş olurlar. Hıyanet bir ahlâkî kusurdur, ayıptır, yerine göre günahtır ve İslâm’da şiddetle yasaklanmıştır.
Yahudilerden Kurayzaoğulları hicretin ilk yıllarında yapılan saldırmazlık ve dayanışma antlaşmasını bozmuş, müslümanları arkadan vurmaya kalkışmışlardı. Peygamberimiz onların kalesini kuşatıp sıkıştırınca anlaşma istediler, fakat “Senin hükmüne razı olmayız, Sa‘d b. Muâz’ı hakem tayin ediyoruz” dediler. Müslümanları temsilen görüşmeye giden Ebû Lübâbe’nin bazı yahudilerle menfaat ilişkisi ve orada bir kısım aile fertleri vardı; bu sebeple onlara, yanlış adamı hakem seçtiklerini söyledi, boğazını kesme işareti yaparak bunun kendilerini ölüme götüreceğini ifade etti. Sonra da bu yaptığını müslümanlara hıyanet sayarak pişman oldu, kendini mescidin direğine bağladı ve bağışlanmasına kadar açlık grevi yapacağını söyledi. Dokuz gün bağlı ve aç yaşadı. Sonra Hz. Peygamber onun bağışlandığını açıkladı, elleriyle çözdü. O da kefâret olsun diye bütün malını dağıtmak istedi, Resûlullah’ın tavsiyesi üzerine bunu üçte bire indirdi. Açıklanan âyetin bu veya buna benzer başka olaylar üzerine nâzil olduğuna dair rivayetler de vardır (Kurtubî, VII, 395; İbn Kesîr, III, 581).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 681-682
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَخُونُوا’dur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخُونُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الرَّسُولَ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
وَ atıf harfi veya vav-ı maiyyedir. تَخُونُٓوا fiili نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَمَانَاتِكُمْ mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olarak gelen لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ cümlesi, nidanın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ cümlesi, لَا تَخُونُوا fiilinin failinden hal olarak mansub mahaldedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَا تَخُونُوا - تَخُونُٓوا arasında tıbâk-ı selb vardır.
Bu ayete dikkat edildiğinde, müminlerin Allah ve Resulüne ihanet etmeleri söz konusu olmadığından buradaki nehiyden maksadın sadakate devam mesajı vermek olduğu anlaşılmaktadır. Mevcut bir eylemin devamlılığının istenmesi aynı zamanda zeminin çok kaygan olduğuna ve büyük bir hassasiyet gösterilmesi gereğine dikkat çekme amacına matuf olmalıdır. (Ensari, Esalibu’l Emr ve’n-Nehy, s. 382)
İbni Âşûr, ayetin Allah ve Resulüne itaati emrettikten sonra müminleri açık veya gizli isyandan sakındırmak maksadı güttüğünü belirtmektedir. Bu nedenle yalnızca bir sakındırma olup müminlerden sadır olan herhangi bir ihanet söz konusu değildir. Atıfla yetinmeye müsait bir bağlama rağmen fiilin ikinci kez tekrar edilmesi ise, hıyanetin bir başka türüne dikkat çekmek içindir. Allah ve Resulüne ihanet etmek onlara verilen itaat sözünü çiğnemektir. Emanete ihanet de sahiplerine verilen sözü çiğnemek anlamına geldiğinden mümin için çok büyük bir problem teşkil etmektedir. (İbni Âşûr, Tefsîru’t Tahrîr ve’t-Tenvîr, 321-324)
Ey iman edenler! şeklindeki bu hitapların böyle iman özelliği ile art arda tekrar edilmesi, gelecek emir ve tenbihlerin önemini ve onlara son derece özen göstermek gerektiğini açıklamak ve bunlara özen göstermenin imanın gereği olduğunu bilhassa anlatmak gibi bir özel belâgatı içerir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
2 | أَنَّمَا | şüphesiz |
|
3 | أَمْوَالُكُمْ | mallarınız |
|
4 | وَأَوْلَادُكُمْ | ve çocuklarınız |
|
5 | فِتْنَةٌ | birer fitne(sınav)dır |
|
6 | وَأَنَّ | ve süphesiz |
|
7 | اللَّهَ | Allah(’a gelince) |
|
8 | عِنْدَهُ | o’nun yanındadır |
|
9 | أَجْرٌ | mükafat |
|
10 | عَظِيمٌ | büyük |
|
İslâm beş değerin korunmasına büyük önem vermiş, bu maksatla Kur’an’da ve Sünnet’te birçok hüküm, tâlimat ve tavsiyeye yer verilmiştir. Bu değerler hayat, din, mal, nesil ve akıldır. Mal ve nesil bir yandan korunması dinin hedefleri arasına girmiş değerlerdir, diğer yandan da müminler için imtihan araçlarıdır; müminler bu iki değerli varlıkla ilgili ödev ve sorumlulukları, bunlarla olan ilişkilerinin kulluklarına müsbet veya menfi etkisi bakımlarından sınanacaklar ve sonunda bu nimetlerin hesabını vereceklerdir. Mal ve servetle ilgili âyetlerde bunların “dünya hayatının ziyneti” (el-Kehf 18/46) olduğu bildirilmiş, “müminleri, mal ve çocuklarının Allah’ı anmaktan alıkoymaması istenmiş” (el-Münâfikn 63/9), “eşlerin ve çocukların bir kısmının insana düşman olabileceği” gerçeği hatırlatılmış, bunun da bir imtihan aracı olduğu tekrarlanmıştır (et-Tegåbün 64/14-15). Müminler Allah sevgisi ile servet ve evlât sevgisi arasında gerekli dengeyi kurmak, bunlara yönelik istek ve menfaatler ile Allah’ın emirleri çatıştığında O’na itaat etmek durumundadırlar. İnsanın servet ve evlâda düşkünlüğü bazan ilâhî emirlere uyma konusunda onu zor duruma düşürecek, her şeye rağmen Allah’a itaatte sebat edenler imtihanı kazanmış olacaklardır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 682-683
Riyazus Salihin, 376 Nolu Hadis
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesden fazla sevmek.
Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”
(Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67.Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10)
Bir başka hadisinde de şöyle buyurmuştur: “ Bir kimse beni ana babasından daha çok sevmedikçe gerçek mü’min olamaz. “
(Buhari, İman 8; Müslim, İman 70).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّـمَٓا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
اَمْوَالُكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْلَادُكُمْ kelimesi atıf harfi وَ ‘la اَمْوَالُكُمْ’e matuftur.
فِتْنَةٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mukadder اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
عِنْدَهُٓ اَجْر cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَجْرٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
عَظ۪يمٌ۟ kelimesi اَجْرٌ’un sıfatıdır.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ
Nidanın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tekid ve kasr harfi اَنَّـمَٓا ’nin dahil olduğu اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ şeklindeki isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Mübteda ve haberden oluşan bu cümle, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ ; mevsûf/maksûr, فِتْنَةٌۙ; sıfat/maksûrun aleyhtir. Evlat ve mal fitne olmaya kasredilmiştir.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
اَمْوَالُكُمْ - اَوْلَادُكُمْ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr vardır.
Ayette, “İki veya daha çok lafzı bir hüküm altında toplama” şeklinde tarif edilen cem’ sanatı vardır.
“Mallar” ve “çocuklar”, fitne (imtihan) hükmünde cem‘ edilmişlerdir. (Allân, el-Bedî‘ fi’l Kur’an, s. 382; Karamollaoğlu, Bedî‘ İlmi, s. 98)
Fitne kelimesi rafine işlemi manasındadır. Posa ile cevherin ayrışmasını ifade eder. Posa mı olacağız yoksa cevher mi? Biz çocuklarımızı eğitmeyi düşünürken bir taraftan da onlar bizi eğitirler.
Mallarımız bize hizmet mi ediyor, yoksa biz mi onlara hizmet ediyoruz?
Bunlar fitnedir, çünkü kalbi dünya ile meşgul eder ve insanı mevlâsının hizmetinden alıkoyar.
Cenab-ı Allah, daha sonra ahiret mutluluklarının, dünyevî mutluluklardan daha hayırlı olduğuna; çünkü ahiretin gerek şeref gerek mükâfat gerekse müddet bakımından daha fazla olduğuna ve ahiretin sonsuz ve baki olduğuna dikkat çekmek için وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟ buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Burada malın evlada takdimi bu makamda ihanetin merkezi olması dolayısıyladır. İhanet sebeplerinin en kuvvetlisi olduğu için evlad, mallara atfedilmiştir. Çünkü insanların çoğunun mal toplamaktan maksadı kendilerinden sonra çocuklarına bırakma isteğidir. Bunun için Kur’an’daki uyarılarda bu iki kelime çoğunlukla birlikte gelir. Ayetteki şekil bunların fitne olduğunu mübalağalı olarak ispat için iddiaî kasr şeklinde gelmiştir. (Âşûr)
وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟
وَ atıf harfidir. Cümlenin başında takdiri اعْلَمُٓوا olan fiil mahzuftur. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, takdir edilen اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ’nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma kastıyladır. Lafza-i celalde tecrîd sanatı vardır.
اَنَّ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede عِنْدَهُٓ ’nun amili olan, mukaddem haber mahzuftur. Kasr ifade eden bu takdim, cümleyi tekid etmiştir. Azim ecrin, sadece ve sadece onun katında olduğu kasr üslubuyla belirtilmiştir.
Muahhar mübteda اَجْرٌ ‘un nekre gelişi ve عَظ۪يمٌ۟ ’le sıfatlanması, tazim ve özel bir nev olduğuna işaret eder.
عِنْدَهُٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması عِنْدَ için şan ve şeref ifade eder.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | تَتَّقُوا | korkarsanız |
|
6 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
7 | يَجْعَلْ | O verir |
|
8 | لَكُمْ | size |
|
9 | فُرْقَانًا | iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış |
|
10 | وَيُكَفِّرْ | ve örter |
|
11 | عَنْكُمْ | sizin |
|
12 | سَيِّئَاتِكُمْ | kötülüklerinizi |
|
13 | وَيَغْفِرْ | ve bağışlar |
|
14 | لَكُمْ | sizi |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah |
|
16 | ذُو | sahibidir |
|
17 | الْفَضْلِ | lutuf |
|
18 | الْعَظِيمِ | büyük |
|
Takvâ Allah’ı saymak, O’nun rızâsına aykırı davranmaktan korunmak ve sakınmaktır. Bakara sûresinin ikinci âyetinde açıkça ifade edildiğine göre Kur’ân-ı Kerîm, takvâ ahlâkına bağlı olarak yaşamak isteyenlere yol göstermek için gönderilmiştir. Bu âyette takvânın üç meyvesinden söz edilmektedir: İnsanda iyi, güzel ve doğruyu kötü, çirkin ve yanlıştan ayırmasını sağlayan bir akıl, sezgi gücü ve vicdan ölçütü hâsıl etmesi (furkan), Allah Teâlâ’nın takvâ sahibi kullarının günahlarını örtmesi ve onları bağışlaması.
İnsanın yaşama tarzının; aldığı gıdaların miktar, cins ve kalitesinin, psikolojik temrinlerin (alıştırmalar) ve ibadetlerle yapılan eğitimin bilgi kaynaklarını etkilediği, ilham, keşif ve sezgi kapılarını açtığı konusunda tecrübeye dayalı bir genel kabul vardır. İbadet ve bilginin imanı arttırması da, amelle zihin ve kalp arasında bir etkileşimin bulunduğunu göstermektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de takvânın, insana problemlerden çıkış yolu sunduğu, hayat yolunda yürürken önünü aydınlatan bir nur oluşturduğu başka âyetlerde de ifade buyurulmuştur (et-Talâk 65/2; el-Hadîd57/28). İnsanın akıl ve vicdanının işlevini amaca uygun bir şekilde yerine getirmesini engelleyen maddî ve özellikle mânevî faktörlere karşı takvâ ilâcının tavsiye edilmiş bulunması müminler için eşi bulunmaz bir fırsat ve imkân teşkil etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 683
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ ’dır. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تَتَّقُوا şart fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Şartın cevabı يَجْعَلْ لَكُمْ’dur. يَجْعَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru يَجْعَلْ fiiline müteallıktır. فُرْقَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. يُكَفِّرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْكُمْ car mecruru يُكَفِّرْ fiiline müteallıktır. سَيِّـَٔاتِكُمْ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubtur. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. يَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
تَتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
يُكَفِّرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
İsim cümlesidir. و atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
Haberi ذُو , harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ’dır. الْفَضْلِ muzâfun ileyhtir. الْعَظ۪يمِ ise الْفَضْلِ’nin sıfatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra Beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Nidanın cevabı şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi تَتَّقُوا اللّٰهَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi olan يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ ve وَيَغْفِرْ لَكُمْ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir.
فُرْقَاناً ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
Takvalı olunduğu zaman verilecek mükâfatlar; furkan, günahların örtülmesi ve mağfiret şeklinde sayılmıştır. Bu, taksim sanatıdır.
يَغْفِرْ - كَفِّرْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kâfir kelimesi burada lügat manasında yani örtmek manasında kullanılmıştır.
Furkan; çıkış yolu manasındadır. Kendilerine furkan verilenler, kendilerine arız olan şüphelerden kurtulur ve hidayete ererler. (Muhsin Demirci)
Furkan; müminin kalbinde birbirine benzer görünen şeyler/durumlar arasında doğruyu seçmesini sağlayan bir nur olarak da tarif edilmiştir. Takva, Allah’ın furkan vermesine vesile olabilir.
Bir kimse şöyle diyebilir: “Bir hükme اِنْ şart edatını getirmek, ancak işlerin sonunun nereye varacağını bilmeyen kimseler için yerinde olur. Bu ise Allah Teâlâ’ya uygun düşmez.” Buna şöyle cevap verilir: “Bizim, “Eğer şu olursa, neticede şu olur.” şeklindeki sözümüz, ancak bu şartın o neticeyi gerektirdiğini ifade eder. Ama şartın mevcut olup olmadığı meselesi, ya bilinir ya şüpheli olur. Bu husus şart edatından anlaşılmaz. Bu edatın bir şüphe ifade ettiğini kabul etsek bile, Cenab-ı Hakk ceza hususunda kullarına sanki şüphe eden bir kimse gibi davranır. Hakk Teâlâ’nın “Andolsun ki sizi imtihan edeceğiz. Ta ki içinizden mücahitleri ve sabr-ı sebat edenleri bilelim “ (Muhammed Suresi, 31) ayeti de bu manadadır.
Bu şarta bağlı hükmün şartı tek bir şeydir. O da Allah'tan ittika etmektir. Allah’tan ittika, bütün büyük günahları işleme hususunda Allah’tan korkmayı içine alır. Biz, bu ittikanın, bilhassa büyük günahlarla ilgili olduğunu söylüyoruz. Çünkü Allah Teâlâ, şartın cevabı olan (neticesi olan) hükümde, seyyiatın (suçların) bağışlanmasından bahsetmiştir. Halbuki neticenin (cevabın), şart koşulan şeyden başka olması gerekir. Binaenaleyh şart ile ceza (cevap) arasındaki farkın ortaya çıkması için ayette bahsedilen ittikayı, büyük günahlardan korunma; seyyiâtı da küçük günahlar manasına hamlettik. (Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا hitab ile iman vasfinin vurgulanması, bundan sonrasına önem verildiğini göstermek ve bundan önceki iki hitap gibi, bunlara riayetin imanı gerektiren hakikatlerden olduğunu bildirmek içindir.
Vurgulanan şudur:
Ey iman edenler, eğer siz bütün işlerinizde Allah Teâlâ'ya aykırılıktan sakınırsanız, O, bu sebeple kalbinize hidayet bahşeder; siz de o hidayetle hak ile batılı birbirinden ayırt edersiniz. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
İstînâfiyye olan bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir. Ayrıca konunun önemini gösterir.
Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
الْعَظ۪يمِ kelimesi الْفَضْلِ kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Itnâb babındandır. Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir.
Son cümle, makablinin illetini izah eder; Allah Teâlâ'nın onlara takva karşılığı olarak vaadettiklerinin, kendi lütuf ve ihsanı olduğuna, takvanın gerektirdiği nimetler olmadığına dikkat çeker. (Ebüssuûd)
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | يَمْكُرُ | tuzak kuruyorlardı |
|
3 | بِكَ | sana |
|
4 | الَّذِينَ | kimseler |
|
5 | كَفَرُوا | inkar edenler |
|
6 | لِيُثْبِتُوكَ | seni tutup bağlamaları için |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | يَقْتُلُوكَ | öldürmeleri için |
|
9 | أَوْ | ya da |
|
10 | يُخْرِجُوكَ | sürmeleri için |
|
11 | وَيَمْكُرُونَ | onlar tuzak kurarlarken |
|
12 | وَيَمْكُرُ | tuzak kuruyordu |
|
13 | اللَّهُ | Allah da |
|
14 | وَاللَّهُ | Allah |
|
15 | خَيْرُ | en iyisidir |
|
16 | الْمَاكِرِينَ | tuzak kuranların |
|
Medine’ye hicret izni verilince birçok müslümanın oraya göç ederek yeni bir yurt edinmeleri, kendi kabilelerinden olmayan kimselerle birleşip bütünleşmeleri, Hz. Peygamber’in de Medine’ye giderek müslümanların başına geçmesi ve Medine’de güçlenerek kendilerine zulmeden Mekkeliler’e karşı savaşması ihtimali müşrikleri korkuttu. Probleme bir çare bulmak üzere Dârünnedve denilen meclislerinde toplandılar. İleri sürülen şu teklifleri sırasıyla müzakere ettiler: 1. Daha önce gelip geçmiş ve içinde yaşadığı topluluğa ters düşmüş şairlerden Züheyr ve Nâbiga’ya yapıldığı gibi bunu da hapsedelim, bağlayalım, yiyecek içecek vermeyelim, ölüp gitsin. 2. Sürgüne gönderelim, bizden uzaklara gitsin, gittiği yerde ne yaparsa yapsın, bizi ilgilendirmez. 3. Her kabileden bir genç seçelim, birlikte gidip onu öldürsünler. Katiller bu kadar çok ve çeşitli kabilelere mensup olunca onun kabilesi bunların hepsine karşı intikam savaşı açamaz, diyete razı olur, onu da öderiz. Bu sonuncu teklif Ebû Cehil’den gelmişti. Tarihçilerin kaydettiğine göre Necidli bir ihtiyar kılığına girerek müzakereye katılan şeytan, birinci teklifi, “Gelip kurtarırlar”, ikinci teklifi “Gittiği yerde insanları, çekici kişiliği ile etkiler, taraftarlarını çoğaltır, sonra gelip sizi mağlûp eder ve dilediğini yapar” diyerek tenkit ve reddetti. Ebû Cehil’in teklifini ise beğendi ve kabul edilerek uygulanmasını telkin etti. Şeytanca olduğu için şeytana nisbet edildiği anlaşılan bu teklif oy birliği ile benimsendi. Ancak durum Resûlullah’a bildirildiği için o da tedbir aldı, yatağına Hz. Ali’yi yatırdı, kendisi de kuşatma altındaki evinden, Allah’ın yardımı ile kimseye görünmeden çıktı, Hz. Ebû Bekir ile birlikte Medine’ye hicret etti (İbn Hişâm, Sîre, II, 123-128). Müşrikler Hz. Peygamber’i tesirsiz hale getirmek için tuzak kurdular, o da Allah’ın izin ve irşadı ile onların tuzaklarını bozdu.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 686
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. يَمْكُرُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَمْكُرُ merfû muzari fiildir. بِكَ car mecruru يَمْكُرُ fiiline müteallıktır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِ harfi, يُثْبِتُوكَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَمْكُرُ fiiline müteallıktır.
يُثْبِتُوكَ fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. يَقْتُلُوكَ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. يُخْرِجُوكَ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَمْكُرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. يَمْكُرُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. خَيْرُ haberdir.
الْمَاكِر۪ينَ۟ muzâfun ileyh olup cer alameti ی ‘dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمَاكِر۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan مكر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَيْرُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. Muzâfun ileyh olan يَمْكُرُ بِكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i habear ibtidaî kelamdır. يَمْكُرُ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası olan كَفَرُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerak sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
لِيُثْبِتُوكَ cümlesine dahil olan لِ, sebep bildiren ve masdar yapan harf-i cerdir. Gizli أنْ’le masdar yaptığı cümle, mecrur mahalde olan يَمْكُرُ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki يَقْتُلُوكَ ve يُخْرِجُوكَ cümleleri masdar teviliyle لِيُثْبِتُوكَ ’ye tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.
لِيُثْبِتُوكَ kelimesine, İbni Abbas (r.a.) “seni tutup bağlamaları için” manasını vermiştir. Bağlanan herkes tutulmuş ve sabit kılınmış olur. Çünkü böyle bir insan hareket etmeye muktedir olamaz. Bu ifadeye, “seni hapsetmek, seni alıkoymak ve seni bir evde tutmak için” manaları da verilmiştir. Böylece manası açıkça anlaşıldığından, ayette nerede hapsedilmek istendiği hazfedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu cümle, [Hatırlayın o zamanı ki siz sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf olarak tanınıyordunuz. (Enfal Suresi, 26)] mealindeki cümleye atıftır.
Bu hitap Peygamberimiz için ise de burada bütün Müslümanlara ihsan edilmiş bir nimet hatırlatılmaktadır. (Ebüssuûd)
Çoğunlukla olduğu gibi إذْ ismiyle birlikte mazi yerine muzari fiil gelerek hile içinde debelenenlerin halini zihinlerde canlandırmak istenmiştir. (Âşûr)
وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ
وَ ’la gelen cümle, muzâfun ileyh olan يَمْكُرُ بِكَ cümlesine matuftur. Âşûr; Bu harfin itiraziyye veya hal manasında olduğu görüşündedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَيَمْكُرُ اللّٰهُ cümlesi, makabline matuftur.
وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Allah ismiyle marife olması kalplere korku salmak içindir.
Müsnedin, îcaz yollarından biri olan izafetle gelmesi sebebiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir.
الْمَاكِر۪ينَ - يَمْكُرُ- يَمْكُرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca يَمْكُرُونَ - يَمْكُرُ kelimeleri arasında farklı manalara geldikleri için tam cinas ve bu cümleler arasında mukabele vardır.
Burada مَكَرَ (hile yapma) fiili, mecazen cezalandırmak manasında kullanılmıştır. Çünkü hile yapmak, tuzak kurmak Allah Teâlâ’nın zatıyla uyuşmaz. Ancak bu cezaya onların mekri (hilesi) sebep olduğu için sebep alakasıyla mecaz-ı mürsel olmuştur. Lâzım söylenmiş, melzûm kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı haşyet uyandırma amacıyladır. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ’nın kendinden “Allah” şeklinde bahsetmesi tecrîddir.
Bu vb. ayetlerde Allah’a izafe edilen veya Allah’ın bizzat eylemin faili olduğu مكر kelimesi, Allah’ın onları cezalandırması ve onların tuzaklarını bozması şeklinde tercüme edilmiştir. Aslında Allah’ın onlara vereceği ceza ve azap onların yaptıkları davranışa uygun olarak مكر diye isimlendirilmiştir. Allah’ın fiilinin يَمْكُرُ ,مكر veya مَكِرنَا kelimeleriyle ifade edilmesi hem onların davranışlarının kötülük derecesini artırmakta hem de onlara, verilecek cezanın bu kabilden hafife alınmayacak bir ceza olacağı hatırlatılmaktadır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Allah’ın cezası; وَيَمْكُرُ اللّٰهُ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ şeklinde hile kelimesiyle ifade edilmiştir. Allah’ın cezası, ziyadesiyle korkutmak, kaba davranmak ve cezalarının daha şiddetli olacağını ima etmek için onların davranış lafzı söylenerek müşâkele yoluyla ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ İlmi)
Burada muzari fiil gelmesi olayı zihinde canlandırmak içindir.
Ya da “onların kurdukları komplo ve tuzağı boşa çıkardı” manasındadır. Müşâkele, lafzın aynı mananın farklı olmasıdır. (Safvetu't Tefasir)
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ [Hani sana komplo hazırlıyorlardı] cümlesinde enteresan bir durumu yani müşriklerin Hz Peygambere (s.a.) hazırladıkları komployu, bu anda oluyormuş gibi dinleyenlerin zihninde tasvir etmesi için muzari sıygası kullanılmıştır. (Safvetu't Tefasir)
مَكَر fiilinin Allah’a isnat edilmesi, öncesindeki مَكَرُوا (plan kurdular) fiiline müsahabetten dolayıdır. Söz konusu lafız ilk geçtiği yerde hakiki anlamıyla kullanılırken ikinci yerde sözlük anlamından bağımsız farklı bir manada; “planı boşa çıkarma” manasında kullanılmış olup iki lafız arasında biçim ve fonetik uyum dışında bir alaka bulunmamaktadır. (Adem Yerinde, Belâgat İlminde Müşâkele Sanatı)
Bu cümle önceki cümle için tezyîl cümlesidir. (Ebüssuûd) Bu sureyi okurken Bedir Savaşı’nı düşünmeliyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.) Mekke’de iken onu öldürmek, hapsetmek, kovmak istediler. Neticede Peygamber Efendimiz (s.a.) orayı terk etmek zorunda kaldı. Allah da hile yapıyordu yani Allah onların hilesini bozuyordu. Hileyi hayırla sonuçlandırıyordu.
20 ile 30. ayetler arasında önemli mesajlar vardır. Allah Teâlâ Bedir Savaşı’nda her iki tarafa da karşı tarafın sayısını az göstermişti. Böylece Müslümanlar rahatça savaşmışlar, diğerleri de Müslümanları az gördükleri için rehavet içinde hareket etmişlerdir. Müslümanlar da kibre ve rehavete kapılmasınlar diye böyle nasihatler gelmiştir. Allah da mekrler düzenler. Önce onlara yaptıkları mekrden bir ümit verir, sonra da mekrlerini boşa çıkarır, kendi başlarına geçirir. Nitekim onlara mekr yapmaları ve tertibat almaları için müsade etti, uğraştırdı, yordu fakat bütün çabalarını sonuçsuz bırakıp gizlice Hz. Peygamberin hicretini sağlayıverdi. Sonra yine onlara ümit verip Bedir’e kadar getirdi, Müslümanları gözlerine az gösterdi, onlar da hemen saldırıya geçtiler ve göreceklerini gördüler. Evet, Allah işte böyle mekre karşı mekreder. Allah, mekredenlerin hayırlısıdır, خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ’dir. O’na karşı hiçbir mekrin hükmü yoktur. O, bütün mekrcilerin mekrini iptal edip geçersiz kılar. O’nun mekri de hayırdan ve hikmetten hali (uzak) değildir. Bundan dolayı O’na “makir” veya “mekkar” diyemezsiniz. çünkü O, خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ’dir. Allah’ın işi, hadd-i zatında bir hile ve tuzak olmaktan, bir mekr olmaktan çok uzaktır ve münezzehtir. O’nun işi, mekri savuşturmak ve geçersiz kılmaktan ibarettir. Mekrcilerin mekrini önlemek bakımından umuma hayır olduğu gibi, mekrcilere hadlerini bildirmek ve bir kısmının tövbe edip o işten vazgeçmesine sebep olmak bakımından da bizzat o mekri yapanlar için bile hayırdan başka bir şey değildir. Şu halde bu ilahi fiile mekr/مَكَر denilmesinin sebebi: mekrcilerin mekrine karşılık olmak üzere onların haberi olmadan ve bütün tahminlerin dışında bambaşka bir tedbirle onların çabalarını boşa çıkarması bakımından bir müşâkeledir, bir yanıltmadır. Yoksa Allah’a gerçekte doğrudan doğruya mekr isnad edilemez ve “makir” denilemez. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Eğer “Kâfirlerin tuzaklarının hiçbirinde hiçbir hayır olmadığı halde Hak Teâlâ niçin, ‘Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.’ demiştir?” denilirse biz deriz ki: Bu hususta şunlar söylenebilir:
1. Ayetteki, “tuzak kuranların en hayırlısı” tabiri ile “tuzak kuranların en kuvvetlisi en kuvvetli tuzak kuranı” manası kastedilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk bu tabirle, fiili karşısında her türlü tuzağın etkisiz ve geçersiz olduğuna dikkat çekmek için “en hayırlısı” ifadesini, “en şiddetli, en güçlü” manasında kullanmıştır.
2. Bundan murad, “Eğer onlar hile ve tuzaklarında faraza iyilik ve hayır bulunma hali olursa bilsinler ki Allah o tuzak kuranların en hayırlısıdır.” manasıdır.
3. Ayetteki “hayr” kelimesi, tafdil ifade etmez. Yani “en hayırlı” manasına değil, aksine “hayırlı” manasınadır. (Fahreddin er-Razi)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | تُتْلَىٰ | okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
4 | ايَاتُنَا | ayetlerimiz |
|
5 | قَالُوا | dediler |
|
6 | قَدْ | muhakkak |
|
7 | سَمِعْنَا | İşittik |
|
8 | لَوْ | şayet |
|
9 | نَشَاءُ | istesek |
|
10 | لَقُلْنَا | biz de söyleriz |
|
11 | مِثْلَ | gibisini |
|
12 | هَٰذَا | bunun |
|
13 | إِنْ |
|
|
14 | هَٰذَا | bu |
|
15 | إِلَّا | ancak |
|
16 | أَسَاطِيرُ | masallarındandır |
|
17 | الْأَوَّلِينَ | evvelkilerin |
|
Kur’ân-ı Kerîm defalarca müşriklere meydan okumuş (el-Bakara 2/23), Kitab’ın Allah’tan geldiğine inanmıyorlarsa bir benzerini yapmalarını istemişti. Hz. Peygamber’i durdurmanın en kısa yolu bu meydan okumaya cevap vermek ve Kur’an benzeri bir kitap ortaya koymaktı. Müşrikler bunu yapamadılar, ancak gerçeği kabul edip teslim olmak yerine “yapmak isteseydik yapardık” tavrı içine girdiler. İçlerinden biri, İran’a yaptığı seyahatlerinde Acem destan ve masallarını öğrenmiş bulunan Nadr b. Hâris, hem üslûbu hem de içeriği bakımından Kur’an’la karşılaştırılması bile abes olan Acem masallarını ileri sürerek “İşte Kur’an benzeri kitap, o da geçmişlerin masalı, bu da!” dedi. Ancak masallar masal olarak kaldı, Kur’an ise on dört asırdır milyonlarca insanın yoluna ışık tuttu, İslâm medeniyetinin omurgasını teşkil etti (masallar konusu için bk. el-En‘âm 6/25).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 686-687
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
تُتْلٰى şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُتْلٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline müteallıktır.
اٰيَاتُنَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı قَالُوا’dur. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, قَدْ سَمِعْنَا’dır. قَالُوا fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
سَمِعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. نَشَٓاءُ şart fiili olup merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِثْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. هٰذَٓا işaret ismi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اَسَاط۪يرُ haber olup lafzen merfûdur. الْاَوَّل۪ينَ kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا
وَ, istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا şart cümlesi, اِذَا ’nın müteallakı olan قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا ise cevap cümlesidir.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli قَدْ سَمِعْنَا cümlesi tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰيَاتُنَا izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا cümlesinde fiil meçhul gelmiştir. Kimin okuduğu bellidir. Peygamber Efendimiz (s.a.) okumaktadır. Ama kötü bir olaydan bahsedildiği için burada kendisinin ismi zikredilmemiştir.
لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ
Cümle istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَشَٓاءُ, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş şart cümlesidir. لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ, cevap cümlesi olarak rabıta lamı ile gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındadır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlün هٰذَٓاۙ ile işaret edilmesi, işaret edilene tahkir kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır.
Çoğunlukla olduğu gibi burada da لَوْ harfinin şart fiili muzari, cevap fiili mazi olarak gelmiştir. Çünkü bu harf maziden bahseder. Cümlelerden birinin veya her ikisinin mazi olması gerekir. (Âşûr)
اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
Kasrla tekid edilmiş menfi isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi, işaret edilene tahkir kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır.
Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Kâfirlerin sözlerini isim cümlesi formunda ifade etmeleri, inançlarının sağlamlık derecesine işarettir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا - قُلْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هٰذَٓا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | قَالُوا | demişlerdi |
|
3 | اللَّهُمَّ | Allah’ım |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | كَانَ | ise |
|
6 | هَٰذَا | bu |
|
7 | هُوَ | (kişi) |
|
8 | الْحَقَّ | bir gerçek |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | عِنْدِكَ | senin yanından gelmiş |
|
11 | فَأَمْطِرْ | yağdır |
|
12 | عَلَيْنَا | başımıza |
|
13 | حِجَارَةً | taş |
|
14 | مِنَ |
|
|
15 | السَّمَاءِ | gökten |
|
16 | أَوِ | yahut |
|
17 | ائْتِنَا | bize getir |
|
18 | بِعَذَابٍ | bir azab |
|
19 | أَلِيمٍ | acıklı |
|
Müşrikler Kur’an’ın gerçek bir vahiy ürünü ve Allah’ın kitabı olmadığı konusundaki iddialarını, kitabın dili, içeriği veya –farzımuhal– varsa hatalarını ortaya koyarak kanıtlamak yerine, Allah’ın kanunlarına ve âdetine aykırı taleplerde bulunma yolunu seçtiler. Planlarına göre bu talepleri yerine gelmezse kitabın Allah’tan gelmediği, dinin de hak olmadığı ortaya çıkmış olacaktı.
Allah İslâm’ı, kıyamete kadar bütün insanlığa son bir çağrı olarak göndermişti. İnsanların, inanmadıkları takdirde helâk olma korkusundan değil, mâkul buldukları ve ihtiyaçlarına cevap verdiği için ona iman etmelerini istemişti. Bu ilâhî irade müşriklerin isteklerine ters düşüyordu, dilekleri hemen kabul edilemezdi. Bu genel ilke dışında kısmen veya toptan imha eden felâketlerle cezalandırmayı iki şey daha engellemekteydi: 1. Hz. Peygamber’in içlerinde, aynı topluluk ve şehir içinde olması. 2. Müşriklerin inatlarından vazgeçerek tövbe etmeleri, hak dini kabul ederek bağışlanmayı dilemeleri. Hz. Peygamber’in dünyadan ayrılmasından sonrada ya kâfirlerin imana gelip tövbe etmeleri veya bunların çocuklarının hidayete ermesi ihtimali açık bulunduğundan âyetteki istiğfar, fiilen yapılanın yanında “devamlı olan istiğfar ihtimali” olarak da anlaşılmış, bu doğrultudaki bazı rivayetlere dayanılarak felâketlerle cezalandırmanın hiç olmayacağı ileri sürülmüştür (İbn Kesîr, III, 589-590; Elmalılı, III, 2398-9). Ancak müşriklerin gökten taş yağması veya kendilerini toptan imha edecek bir felâket gönderilmesi dışında kısmen imha edecek felâketlerle veya başka şekillerde cezalandırılmaları hem bu âyete hem de ilâhî irade ve âdete aykırı değildir. Peygamberimiz Medine’ye göç edince müşrikler birinci güvenceyi kaybetmiş oldular. Geriye iman ve tövbe kaldı, buna sarılanlar kurtuldular; inkârlarında ısrar edenler ise dünyada yenilerek, esir düşerek, yaralanıp ölerek cezalandırıldılar, âhirette de cehenneme girerek ceza göreceklerdir.
Bütün bu açıklamalar peşin hükümle zihinleri perdelenmemiş insanları şu sonuca götürmektedir: Kur’an Allah katından gelmiştir, bunu ispat etmek için gökten taş yağdırmaya gerek yoktur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 687-688
وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. قَالُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, nida cümlesi ve cevabıdır. قَالُوا fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُمَّ münadadır. Nida harfi mahzuftur. اللّٰهُمَّ ifadesindeki مَّ, nida harfi olan يَا ’nın yerine gelmiştir; dolayısıyla bu iki harf birlikte kullanılmaz. Bu, Allah lafzının hususiyetlerinden biridir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, şart cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
هٰذَٓا işaret ismi, كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. هُوَ fasıl zamiridir.
الْحَقَّ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
عِنْدِكَ car mecruru الْحَقَّ ‘nın mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَمْطِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت’dir.
عَلَيْنَا car mecruru اَمْطِرْ fiiline müteallıktır. حِجَارَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَمْطِرْ fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ائْتِنَا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِعَذَابٍ car mecruru ائْتِنَا fiiline müteallıktır. اَل۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ’in sıfatıdır.
وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. Muzâfun ileyh olan قَالُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli …اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan اللّٰهُمَّ’deki مَّ harfi, mahzuf nida harfinden ivazdır.
Nidanın cevap cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart olan اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ cümlesi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
كَانَ ’nin isminin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene tahkir kastı taşımaktadır.
هُوَ , cümleyi tekid eden fasıl zamiridir. كَانَ ’nin haberi olan الْحَقَّ, marife gelerek bu sıfatın mevsufta kemâl derecede olduğuna işaret etmiştir.
وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ ifadesi hakkında Zeccâc şöyle demiştir: “ الْحَقَّ kelimesi, كَانَ ’nin haberi olarak mansubtur. Aradaki هُوَ ise fasl zamiri olup, îrabtan mahalli yoktur. Bu tıpkı, tekid için olan ما edatı gibidir. Bu, الْحَقَّ kelimesinin هٰذَا lafzının sıfatı değil, كَانَ’nin haberi olduğunu göstermek için araya girmiştir. الْحَقَّ kelimesinin merfû olması da caizdir. Ama ben, bunu merfû olarak okuyan kimseyi duymadım. Bunun merfû okunabileceği hususunda nahivciler arasında bir ihtilaf yoktur. Fakat kıraat sünnettir.” Keşşâf sahibi, A’meş’in bu kelimeyi merfû olarak okuduğunu rivayeti vardır. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ
فَ rabıtadır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan اَمْطِرْ cümlesi, şartın cevabıdır.
Şartın cevabına اَوِ ile atfedilen ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ cümlesi, aynı üslupta inşaî isnaddır.
Atıf sebebi tezâyüftür.
حِجَارَةً ve بِعَذَابٍ kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Sıfat olan اَل۪يمٍ sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مْطِرْ (ara ara yağdırdı) demektir. Kökün if‘âlden kullanılışı genelde azap bağlamındadır. “Peki, ‘gökten’ demenin ne anlamı var, yağdırma zaten gökten başka bir yerden olmaz ki?” dersen şöyle derim: Burada adeta “Bize siccîl yağdır.” denilmek istenmiştir ki siccîl azap için nişanlanmış taş demektir. Siccîl yerine ِحِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ (gökten bir taş) ifadesini kullanmıştır. (Keşşâf)
Bu ayetin tefsirinde farklı kıraat vecihlerine de yer veren Beyzâvî, bu vecihlerin söze katmış olabileceği anlamlar üzerinde de durur. İşte burada da müfessirimiz ayeti tefsir ettikten sonra farklı bir okuyuştan hareketle الْحَقَّ kelimesinin marife gelişinin vurgu ifade ettiğini şu şekilde beyan eder: “Ayette geçen الْحَقَّ kelimesi الْحَقُُّ şeklinde ref olarak da okunmuştur. O takdirde هُوَ zamiri fasıla manasında olmaksızın mübteda olur. Haberin ( الْحَقُُّ ) marife olması da ona bağlı olan şeyin Peygamber’in iddia ettiği gibi gerçek olduğunu tekid etmiş olur. Gerçek olan da onun (Kur’an’ın) indirilmesidir. Yoksa mutlak hak olması değildir. Çünkü öncekilerin masalları gibi indirilmediği halde gerçek olduğunu caiz görebilirlerdi.” (Beyzâvî, III, 105; الْحَقَّ şeklindeki nasb okunuşuna göre هُوَ zamiri fasıla içindir ve îrabda yeri yoktur. Bu Halil’in görüşüdür. Çünkü ona göre fasl zamiri harftir. Kelamın zahirinden anlaşıldığına göre musannif de onun görüşünü tercih etmiştir (Konevî, IX, 71).
Onlar bunun hak değil batıl olduğuna inanıyorlardı. Onların red ve dalalette ısrarlarına işaret için اِذَا harfi yerine اِنْ harfi gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette tehaddi yani meydan okuma sözkonusudur.
فَأَمْطِرْ kelimesi “indir” manasında mecaz ve müsteardır. (Mahmut Sâfî)
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | oysa |
|
2 | كَانَ | değildi |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | لِيُعَذِّبَهُمْ | onlara azab edecek |
|
5 | وَأَنْتَ | ve sen |
|
6 | فِيهِمْ | onların içinde bulundukça |
|
7 | وَمَا | ve |
|
8 | كَانَ | değildi |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | مُعَذِّبَهُمْ | onlara azab edecek |
|
11 | وَهُمْ | ve onlar |
|
12 | يَسْتَغْفِرُونَ | istiğfar ederlerken |
|
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
يُعَذِّبَهُمْ fiiline dahil olan لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
يُعَذِّبَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَاَنْتَ ف۪يهِمْ cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
يُعَذِّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
مُعَذِّبَهُمْ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ cümlesi, hal olarak mahallen mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَغْفِرُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَسْتَغْفِرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُعَذِّبَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَغْفِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ
Ayet, önceki ayetteki mukadder istînâfa matuftur. كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Lam-ı cuhûdun dahil olduğu لِيُعَذِّبَهُمْ cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hal vavıyla gelen isim cümlesi وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car-mecrurun müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
Bu cümle; onların azabı hakettiğinden kinayedir ve Resulullah’ın (s.a.) kerametini ilan eder. (Âşûr)
وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Cümle makabline وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Hal vavıyla gelen isim cümlesi وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مَا كَانُ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
Ayette kendilerine Kur’an ayetleri okunan kâfirlerin sergiledikleri davranışlar anlatılmaktadır. Kendilerine davet ulaşan kâfirler ayetler hakkında “Bunlar eskilerin masalıdır, istesek biz de aynını söyleriz.” demişlerdir. Bu sözleri ile kalmamışlar ve [“Ey Allahım, eğer şu (Kur’an) Senin katından inmiş hak ise hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir.”] demişlerdir. Zikredilen ayette onların bu isteklerinin neden olmadığı ifade edilmiştir. Ayette onların dualarının kabulu iki şeye bağlanmıştır. Ayette aynı kökten ve aynı babtan iki farklı kalıp vardır. Allah, istedikleri azabın iki durumdan birinde bulundukları takdirde onların başına gelmeyeceğini ifade etmiştir. Bunlardan istiğfar etmelerini ifade ederken muzari fiil kalıbı kullanılmıştır. Çünkü fiil kalıbı değişken olup, sabit olmayan bir durum için kullanılmaktadır. İsim kalıbı ise sabit bir durum için kullanılmaktadır. يَسْتَغْفِرُونَ fiili kalıbının kullanılması istiğfarın onlarda sabit ve kalıcı bir sıfat olmamasını ifade etmektedir. Eğer isim kalıbı kullansaydı azap olmamaları için hepsinin devamlı ve sabit bir şekilde istiğfar etmeleri gerektiği anlaşılırdı. Fiil kalıbının kullanılması ile onlar ara sıra veya bazılarının istiğfar etmeleri ile istiğfar onlarda sabit bir sıfat olmadığı halde azaptan kurtulmuşlardır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, et-Ta’biru’l Kur’ani, s. 26)
Ayet-i kerimede yer alan وَمَا كَانَ اللّٰهُ ibarelerinde reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Son iki cümle de benzer yapıda gelmiş, güzel bir simetri oluşmuştur.
Allah isminin iki kere geçmesi, telezzüz ve tazim ifade eder.
لِيُعَذِّبَهُمْ - مُعَذِّبَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Lafız, her ne kadar umumi ise de bu umum lafızla onların bir kısmı kastedilmiştir.
Onların mağfiret talebinde bulunmalarını istemektir. Yani “Onlar, eğer mağfiret talebinde bulunmuş olsalardı, Allah onlara azap etmezdi.” demektir. İşte bu sebepten dolayı bazı kimseler burada zikredilen istiğfarın, “Müslüman olmak” manasına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre mana, “Allah’ın ilm-i ezelîsine göre onların içinde, Müslüman olacak bir kavim bulunduğu müddetçe...” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
İbni Abbas da şöyle demiştir: "Onlar hakkında iki eman bulunuyordu:
a. Allah'ın nebisinin onların arasında bulunması;
b. Onların mağfiret talep etmesi. Nebî, gelip geçti; mağfiret talebi ise kıyamete kadar bakidir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu cümle, istiğfar etmezlerse azaba uğramalarının yakın olduğuna tarizdir. Ayet istiğfarın faziletine, bereketine delalet eder. (Âşûr)
Allahım!
Kullarının güvenliğini sağlayan, korkularından emin kılan ve umduklarına ulaştıran Sensin; bize yardım et ve rızıklar ihsan et.
Emanetlere en güzel şekilde sahip çıkan, koruyucuların en hayırlısı ve bize hainliği yasaklayan Sensin; bizi hıyanet edenlerden ve bilerek hıyanet etmekten koru.
Tuzak kuranlardan haberdar olan ve tuzak kuranların en hayırlısı olan Sensin, bizi zalimlerden, hareketlerinden ve onların hallerine benzemekten muhafaza buyur.
Affetmesini seven, iyiliklerle kötülüklerin üzerini örten ve lütuf sahibi olan Sensin; bizi affet ve bizden razı ol.
Alemlerin ve ahiretin sahibi Sensin; bize iki cihanda da afiyet ve iyilik ver. Bizi; merhametinle muamele ettiklerinden ve sevdiklerine komşulardan eyle.
Bütün övgülerin, sevgilerin, şükürlerin ve tövbelerin tek sahibi Sensin. Bizi; sevdiklerinden, sevilenlerden ve sevindirdiklerinden eyle.
Amin.
***
Bazen şaka yapmak isteyen veya sıklıkla sinirlenen kişilerin ama asıl olarak haklılığını ispat etmek isteyenlerin ağızlarından çoğunlukla çirkin ve olumsuz ifadeler dökülür. Belki de ne kadar emin olduklarını göstermeye çalışıyorlardır. Özellikle de inkarcıların başvurduğu bu yöntemin örnek olarak verildiği bir ayetin tefsirinde şöyle yazılmıştır:
[Nadr b. Haris ve peşinden gidenlerin şöyle dedikleri vakti hatırla:
Rivayete göre Nadr: “Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” deyince,
Nebî (sav): “Yazıklar olsun sana! O Allah’ın kelâmıdır.” buyurdu.
Bunun üzerine Nadr: “Ey Allahım, eğer bu ‘Kur’an senin katından gelmiş’ bir ‘gerçekse’, doğruysa cezâ olmak üzere Lût kavminin ve fil ashabının başına yağdırdığın gibi ‘üzerimize gökten taş yağdır yahut’ bunun dışında diğer ümmetlere azab ettiğin şeylerle ‘bize elem verici bir azap getir!’” dedi.
Bu sözden maksadları, Kur’an’la alay edip -hâşâ- onun bâtıl olduğunu kesin olarak ortaya koymaktı.
Nadr b. Hâris, istediği azabı Bedir günü tatmıştır.
Nadr’ın son derece sapık ve câhil olması yüzünden şu söylediğine bir bakın. Bu sözlerinin yerine şöyle dememiştir: “Allahım, eğer bu senin katından gelmiş bir gerçekse bizi ona ulaştır, ondan bizi faydalandır, onu kalplerimizin şifası, göğüslerimizin nuru kıl.”]
Bu bölüm İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l Beyân Tefsiri’nden alınmıştır.
Ey Allahım! Nefsani duygulara kapıldığımızda, kaybolup gitmektense; hakikatin sesini işitenlerden ve Seni anarak kendisini toparlayanlardan eyle. Dünyalık hırslara büründüğümüzde, ağzımızdan yanlış sözler dökülmesindense; daima hayrı söyleyenlerden, Senden hayrı isteyenlerden ve Sana sığınanlardan eyle. Düşüncelerimizi, duygularımızı, sözlerimizi ve davranışlarımızı; nurun ile arındır ve rahmetin ile güzelleştir. İç ve dış dünyamızı, Sana iman eden kalplerimizdeki ‘Allah’ diyen iman nuruna layık eyle.
Amin.