بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمْ |
|
|
2 | تَقْتُلُوهُمْ | onları siz öldürmediniz |
|
3 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | قَتَلَهُمْ | onları öldürdü |
|
6 | وَمَا |
|
|
7 | رَمَيْتَ | sen atmadın |
|
8 | إِذْ | zaman |
|
9 | رَمَيْتَ | attığın |
|
10 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | رَمَىٰ | attı |
|
13 | وَلِيُبْلِيَ | sınamak için |
|
14 | الْمُؤْمِنِينَ | Mü’minleri |
|
15 | مِنْهُ | kendinden |
|
16 | بَلَاءً | bir imtihanla |
|
17 | حَسَنًا | güzel |
|
18 | إِنَّ | doğrusu |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
21 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Bu âyetlerin inmesine sebep olarak Bedir, Huneyn gibi birkaç savaşta Hz. Peygamber’in, yerden bir avuç çakıllı toprak alarak düşmana doğru savurması, tozun ve çakılların birçok savaşçıya isabet ederek onları saf dışı bırakması olayı zikredilmiştir (İbn Hişâm, Sîre, II, 280-281; İbn Kesîr, III, 570-572). 17. âyette öldürme fiili genel olarak müminlere, atma fiili de Resûlullah’a nisbet edilmekle birlikte her ikisini de hakikatte onların değil, Allah’ın gerçekleştirdiği belirtilmiştir. Tarihte cereyan etmiş savaş, fetih, barış, şehir ve devlet kurma gibi millet ve devlet işleri anlatılırken yapan, eden olarak liderin, devlet başkanının anılması gelenekleşmiş bir anlatım biçimidir. Burada da İslâm ordusunun yaptıkları, aynı zamanda onların kumandanı olan Hz. Peygamber üzerinden anlatılmıştır. Atanın, öldürenin Allah olması ise, bu savaşta meleklerin gönderilmesi, düşmanın kalbine korku salınması, tam zamanında müslümanlara kolaylık, düşmana hareket zorluğu getiren yağmurun yağdırılması gibi mûcizeleri, olağan üstü ilâhî yardımları ifade etmektedir. Kulun irade ve gücünün bir şekilde etkili olduğu fiillerin de yaratıcısı Allah’tır; ancak bunlar için “Allah yaptı” denilmez de “Kul yaptı, verdi, öldürdü…” denir. Kulların irade ve güçlerinin dahli bulunmayan veya ilâhî müdahalenin olağan üstü olduğu durumlarda ise fiil doğrudan Allah’a izâfe edilir; bu ifade biçimi günlük dilde de yaygın olarak kullanılır.
Vahdet-i vücûd (varlığın birliği) halini yaşayan bazı mutasavvıflarla bunu düşünce sistemlerinin merkezine koymuş bulunan bir kısım düşünürler, açıklamakta olduğumuz âyeti, hallerinin meşruiyetine ve iddialarının doğruluğuna delil saymışlardır. Bize göre âyetin mânası açıktır, böyle bir delâlet söz konusu değildir. Eğer vahdet-i vücûdcuların dediği gibi varlık âleminde Allah’tan başkası mevcut olmayıp, var gibi görülenler O’nun, yokluk (adem) aynasında görülmesinden (tecellî) ibaret olsaydı, baştan sona Kur’an’da bu gerçeğe uygun açık ifadeler kullanılır, bu bilgi ve inanç imanın birinci esası olurdu. Kur’ân-ı Kerîm’in şüpheye yer bırakmayan açık ifadesine göre Allah, mahiyeti ve vasıfları bakımından kendine benzemeyen, kendi aralarında da ontolojik boyutları farklı olan şuurlu varlıklar yaratmıştır, insan nevi de bunlardan biridir. İnsanların bir kısmı Allah’ın rızâsı çerçevesinde bir hayat yolu seçerken diğer kısmı ya O’nu hiç tanımamış yahut da rızâsına bağlı kalmamıştır. Bu yüzdendir ki Allah, rızâsını gözetenleri desteklemiş, onların eliyle O atmış, ötekileri öldürmüştür. Yaratılmış ve mahiyeti farklı, hür irade sahibi varlıklar olmaksızın Allah’ın bir tecellisinin diğerine düşman olması ve onu öldürmesinin, yokluğun bir ayna (tecelligâh) olarak böylesine köklü bir ayırıma sebep (illet) teşkil etmesinin anlamı yoktur veya böylesine işlevleri olan bir şeye yokluk denemez, mahlûk denir. Peşin hüküm, mânevî sarhoşluk ve yabancı felsefelerin etkisi ile açık âyetleri, lafzın ve konunun uzağından yakınından geçmediği mânalara çekmenin de mâkul ve ilmî bir dayanağı mevcut değildir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 674-675
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ
فَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَقْتُلُوهُمْ fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. قَتَلَهُمْ fiili لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَتَلَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. رَمَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı, رَمَيْتَ fiiline müteallıktır. رَمَيْتَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَمَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اللّٰهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. رَمٰى fiili لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
رَمٰى elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يُبْلِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; القتل والرمي (öldürmek ve atmak) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada لِ harf-i cerinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبْلِيَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مِنْهُ car mecruru يُبْلِيَ fiiline müteallıktır.
بَلَٓاءً kelimesi, mef’ûlun mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. حَسَناً kelimesi, بَلَٓاءً kelimesinin sıfatıdır.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبْلِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بلو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. سَمِیعٌ haber olup lafzen merfûdur. عَلِیمࣱ ise ikinci haberdir.
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı İsm-i Fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ
فَ atıf harfidir. Ayet, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; تفاخرتم بقتلهم فلم تقتلوهم (Onları öldürmekle övündün ama öldürmedin) olabilir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstidrak harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ , faide-i haber inkârî kelamdır. وَ ’la makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir.
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ cümlesi neden ولَكِنْ قَتَلَهُمُ اللَّهُ şeklinde gelmemiştir? Tahsis değil durumun önemini ifade etmek içindir. Muhataplar kendilerinin katil olduklarını düşünüyorlardı.
Bu yüzden müşrikleri öldürenlerin kim olduğunu bilmek istediler. Bu onlar için önemli olduğundan bir an önce öğrenmek istediler. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Menfi mazi fiiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ cümlesi فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ cümlesine matuftur. İstidrâk harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ, faide-i haber inkârî kelamdır. وَ ’la makabline atfedilmiştir.
Ayetteki her iki cümlede de لٰكِنَّ ’nin haberi mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Meânî ilminde malum olduğu üzere bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade ederler.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ - اللّٰهَ قَتَلَهُمْ cümleleri ve وَمَا رَمَيْتَ - اللّٰهَ رَمٰىۚ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
مَا رَمَيْتَ - رَمٰىۚ ve لَمْ تَقْتُلُو - قَتَلَهُمْۖ kelime grupları arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Arka arkaya gelen aynı üsluptaki bu cümleler manayı zihne yerleştirir, kalıcılık ve ezberleme kolaylığı sağlar.
رَمَيْتَ - رَمَيْتَ - رَمٰىۚ ve لِيُبْلِيَ - بَلَٓاءً ve تَقْتُلُوهُمْ - قَتَلَهُمْۖ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لٰكِنَّ ‘ler dolayısıyla istidrak ve rücû sanatları vardır.
İstidrak sözlükte; “telafi etme, düzeltme, doğrulama, karşılama” anlamlarına gelir. Terim olarak istidrak; “önceki kelamdan kaynaklanan tevehhümü, istisnaya benzer bir şeyle -ki bu, “lakin” demektir- ortadan kaldırmaktır.” (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ
وَ atıf harfidir. Cümleye dahil olan sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, takdiri قتل ورمي (Öldürdü ve attı) olan fiile müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. حَسَناًۜ kelimesi, بَلَٓاءً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لِيُبْلِيَ fiili بَلي kökünden olup elbisenin eskimesi, yıpranması manasındadır. Üzüntü de bela adını alır, çünkü bedeni yıpratır. Türkçede kullandığımız “müptela, bela” kelimeleri de bu köktendir.
Lâubâlî (لَا أُبَالِي) ifadesi de بَلي kökünden olup mufâale babındadır ve olumsuzluk ekiyle birlikte umursamamak, dikkate almamak manasındadır.
Bu kelimenin imtihan için kullanılması şu sebeplerledir:
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın سَم۪يعٌ ve عَل۪يمٌ şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
لٰكِنّ - اللّٰهَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri, ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ bu ayeti, “Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir.” diye sona erdirmiştir. Bu, “Allah, sizin sözlerinizi hakkıyla duyan ve kalplerinizin hallerini hakkıyla bilendir.” demektir. Bu tabir; kulun, işlerin zahirine aldanmayıp Hâlik Teâlâ'nın kalplerde ve gönüllerde saklı olan her şeye muttali (haberdar) olduğunu anlaması için bir sakındırma ve bir korkutma yerine geçer. (Fahreddin er-Râzî)
إنَّ burada ta’lil ve rabt için gelmiştir. Yani O, her şeyi işiten, her şeyi bilen olduğu için böyle yaptı. Ve onların kendi himayesi altında olduklarını ve yardımına tabi olduklarını biliyordu. Bunun için de dualarını kabul etti ve onlara zafer verdi. (Âşûr)ذٰلِكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِر۪ينَ
ذٰلِكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِر۪ينَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمُ , mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
Haberi mahzuftur. Takdiri, حقّ şeklindedir.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. مُوهِنُ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
كَيْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. الْكَافِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
مُوهِنُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. ذٰلِكَ mahzuf haberin mübtedasıdır. Takdiri; حقّ (Haktır) şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder.
ذٰلِكُمْ, bir durak gibidir. ”Bu olmuştur.” gibi bir anlamı vardır. ذٰلِكُمْ derken kâfirler kastedilmiştir. Daha önce kâfirlerden “onlar” diye söz edilmiş olduğu için iltifat sanatı vardır.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكُمْ ile duruma işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاَنَّ اللّٰهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. Cümle önceki istînâfa matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. أَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf haber için mübteda konumundadır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifade etmek içindir.
اَنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
Meânî ilminde malum olduğu üzere bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade ederler.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذٰلِكُمْ [İşte bu böyledir] Yani Allah, kâfirlerin hilesi (keydi)ni boşa çıkarır.
Bundan maksat, müminlere güzel ihsanda bulunmak, kâfirlerin tuzağını boşa çıkarmak, onların kötü planlarını sonuçsuz kılmaktır. (Ebüssuûd)
ذٰلِكُمْ kelimesinde iktidâb vardır.
كَيْدِ الْكَافِر۪ينَ izafetinde her iki tarafı tahkir ve taklîl manası vardır.
Allah kelimesinin zikri korkuyu arttırır.
اِنْ تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ وَاِنْ تَنْتَهُوا فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَعُودُوا نَعُدْۚ وَلَنْ تُغْنِيَ عَنْكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْـٔاً وَلَوْ كَـثُرَتْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ | eğer |
|
2 | تَسْتَفْتِحُوا | fetih istiyorsanız |
|
3 | فَقَدْ | işte |
|
4 | جَاءَكُمُ | size geldi |
|
5 | الْفَتْحُ | fetih |
|
6 | وَإِنْ | eğer |
|
7 | تَنْتَهُوا | vazgeçerseniz |
|
8 | فَهُوَ | bu |
|
9 | خَيْرٌ | iyidir |
|
10 | لَكُمْ | sizin için |
|
11 | وَإِنْ | ama yine |
|
12 | تَعُودُوا | dönerseniz |
|
13 | نَعُدْ | biz de döneriz |
|
14 | وَلَنْ |
|
|
15 | تُغْنِيَ | sağlayamaz |
|
16 | عَنْكُمْ | size |
|
17 | فِئَتُكُمْ | topluluğunuz |
|
18 | شَيْئًا | hiçbir şey (yarar) |
|
19 | وَلَوْ | şayet |
|
20 | كَثُرَتْ | çok da olsa |
|
21 | وَأَنَّ | çünkü |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | مَعَ | beraberdir |
|
24 | الْمُؤْمِنِينَ | inananlarla |
|
Mekkeli müşrik ordusu savaş gücünün nicelik yönünden fazlalığına güvenerek mutlaka zaferi kazanacaklarını ve Medine’ye girerek müslümanları yok edeceklerini ummuştu. Nitelik niceliğe, Allah’ın yardımı, O’na karşı çıkan insanların birbirine yaptıkları yardıma galip gelince Allah, müşriklerin bu tecrübeden ibret alıp yanlış yoldan dönmelerini sağlamak üzere önce –kinayeli bir üslûpla– neyi umup neyi bulduklarına işaret etmiş ve âdeta şöyle demiştir: “Siz zafer bekliyordunuz, işte size zafer; yani onun tersi olan yenilgi.” Sonra da musibetten ders alarak yanlış yoldan dönmemeleri, kendileri için hayırlı olan hareketi reddetmeleri halinde başlarına gelecekler sıralanmıştır: Tekrar saldırırlarsa Allah’ın izni ve yardımı ile yine mağlûp olacaklar, sayıca çokluğun onlara bir faydası olmayacaktır; çünkü Allah müminlerin yanındadırlik etmeyiniz, emanetinizdeki şeylere de bilerek hıyanet etmeyiniz.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 676
اِنْ تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَفْتِحُوا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt) ف’si gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt) ف’si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt) ف’si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْفَتْحُ fail olup lafzen merfûdur.
تَسْتَفْتِحُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi فتح ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَاِنْ تَنْتَهُوا فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تَنْتَهُوا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَیۡرࣱ haber olup lafzen merfûdur. لَّكُمۡ car mecruru خَيْرٌ ’e müteallıktır.
خَیۡرࣱ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنْتَهُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نهي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِنْ تَعُودُوا نَعُدْۚ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تَعُودُوا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Şartın cevabı نَعُدْ ‘dur. نَعُدْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
وَلَنْ تُغْنِيَ عَنْكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْـٔاً وَلَوْ كَـثُرَتْۙ
وَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. تُغْنِيَ mansub muzari fiildir.
عَنْهُمْ car mecruru تُغْنِيَ fiiline müteallıktır.
فِئَتُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
كَـثُرَتْ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لن تغني عنكم فئتكم (Grubunuz size asla fayda vermeyecektir.) şeklindedir.
تُغْنِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَاَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
وَ atıf harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
مَعَ mekân zarfı, اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْمُؤْمِن۪ينَ۟ kelimesi مَعَ ’nın muzâfun ileyhi olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ۟ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَفْتِحُوا -تَنْتَهُوا -تَعُودُوا - الْمُؤْمِن۪ينَ۟ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنْ تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَسْتَفْتِحُوا, şart cümlesidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ, tahkik harfiyle tekid edilmiş mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ (Fetih size geldi) ifadesinde mecaz-ı aklî sanatı vardır.
اِنْ تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ hitabı, alay yoluyla, müşriklere yapılan hitaptır. Nitekim bir ayet-i kerimede, ذُقْۙ ۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ (Tat bakalım, sen kendince üstündün) (Duhan Suresi, 49) buyurularak inkârcıyla alay edilmiştir. (Safvetu't Tefasir)
وَاِنْ تَنْتَهُوا فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ
İstînâfiyyeye وَ ’la atfedilen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَنْتَهُوا, şart cümlesidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ şeklinde isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاِنْ تَعُودُوا نَعُدْۚ
İstînâfiyyeye matuf cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Aralarında haberî olmak bakımından mutabakat vardır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَعُودُوا , şart cümlesidir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَعُدْۚ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَعُودُوا - نَعُدْۚ ve تَسْتَفْتِحُوا - الْفَتْحُۚ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَنْ تُغْنِيَ عَنْكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْـٔاً وَلَوْ كَـثُرَتْۙ
Yine istînâfa atfedilmiş cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Aralarında haberî olmak bakımından mutabakat vardır. Car-mecrur عَنْكُمْ, önemine binaen fail olan فِئَتُكُمْ ’e takdim edilmiştir.
شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Hiçbir şey anlamındadır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, umuma işaret eder.
Hal vavı ile gelen وَلَوْ كَـثُرَتْۙ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. كَـثُرَتْۙ, şart fiilidir. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
وَ atıf veya istînâfiyyedir. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve müteakip isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, takdir edilen ل harfiyle birlikte mahzuf fiile müteallıktır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan (kapsayan) lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟’in müteallakı olan اَنَّ’nin haberi mahzuftur.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ve وَاِنْ تَعُودُوا نَعُدْۚ cümleleri arasında mütekellimden gaibe geçiş şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır.
“Haklıyla haksızın ayrılmasını mı istiyordunuz.” ifadesinin müminlere; “vazgeçerseniz” ifadesinin ise kâfirlere hitap olduğu da söylenmiştir. Peygambere (s.a.) düşmanlıktan vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yok tekrar onunla savaşmaya dönerseniz, Biz de size karşı ona yardıma döneriz! َوَاَنَّ اللّٰهَ ifadesi, “Allah müminlerin yardımcısı olduğu için bu böyle olmuştur.” anlamı gözetilerek fethalı okunmuştur. (Keşşâf)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ
Bedir Savaşı Allah ve resulüne itaat etmenin hayırlı sonuçlarını göstermişti. Bu vesile ile müminlere itaatin önemi hatırlatılmakta, bilindiği ve duyulduğu halde ilâhî emirlere uyulmamanın tehlikeli âkıbetine dikkat çekilmektedir.
İnsan dışında, yeryüzünde hareket eden, dolaşan canlıların en aşağı derecede olanları sağır, dilsiz ve akılsız olanlarıdır. Gözlerinin gördüğü, kulaklarının işittiği gerçekler üzerinde akıl yormayan, yeterince düşünüp doğru kararlar ve davranışlar için bunlardan yararlanmayan kimselerin, özellikle müşrikler ile münafıkların durumu sağır, dilsiz ve akılsız olan hayvanların durumuna benzetilmiştir. Çünkü duyu organları ve aklı olmayanlarla bunlara sahip bulundukları halde amaca uygun bir şekilde kullanmayanlar arasında, elde edilen sonuç bakımından fark yoktur.
Kulların karar ve fiilleri iki irade ve gücün birleşmesi sonucu vücuda gelmektedir: Biri Allah’ın mutlak, ezelî, ebedî iradesi ve gücü, diğeri ise O’nun, kullara bahşettiği, onları imtihana tâbi tutmak üzere diledikleri gibi kullanmalarına izin verdiği beşerî irade ve güç. Kul, kullanımı kendisine bırakılmış bulunan iradesiyle mümkün olan şıklardan birini tercih edince Allah da onu tercih (murat) etmekte; yaratıcı gücüyle, kulun gücünün etkisine imkân vermekte, fiilin meydana gelmesini sağlamaktadır. Allah zaman ve mekân sınırlamasına bağlı olmaksızın her şeyi bildiğine göre, zaman ve mekâna bağlı kulların bir gün gelip belli bir kararı alacaklarını ve kararlarını fiile çevireceklerini de bilmektedir. Ancak Allah’ın ezelde bilmesi, kullara mahsus zaman, mekân, bilgi ve irade sınırları içinde karar almalarını ve yapıp etmelerini belirlememekte, onları belli bir karara ve fiile mecbur kılmamaktadır. 23. âyeti bu iman ve vahiy bilgisi çerçevesinde yorumlamak gerekirse şu sonuca ulaşılabilir: Müşrikler, münafıklar ve diğer inkârcılar, kendi serbest iradeleriyle Allah’a ve resulüne muhalefet yolunu seçmişler, peygamberlerin Allah’tan alıp tebliğ ettikleri gerçeklere kulak vermemişler, bunları duydukları halde hiç duymamış gibi davranmışlardır. Allah da imtihan kuralının bir gereği olarak onları zorlamamış, neyi yapmak istiyorlarsa ona imkân ve izin vermiştir. “Onlarda bir hayır görseydi elbette kendilerine işittirirdi…” yani onlar iyi ve doğru olanı benimsemek ve yapmak isteselerdi elbette Allah bunu dileyecek, buna izin verecek, engellemeyecek ve üstelik bundan hoşnut da olacaktı. Fakat onlar şirki, inkârı ve zulmü tercih ettiler; Allah, iradelerine müdahale etmeden doğru ve iyi olanı işittirdiği halde böyle bir yolu seçtiler, peygambere karşı çıktılar, kendi bildiklerini okudular.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 678-679
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اَط۪يعُوا اللّٰهَ ’dır. اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَسُولَهُ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَوَلَّوْا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْهُ car mecruru تَوَلَّوْا fiiline müteallıktır.
اَنْتُمْ تَسْمَعُونَ cümlesi تَوَلَّوْا ‘deki failin haline müteallıktır.
وَ haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَسْمَعُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَسْمَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَط۪يعُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muhataplara söylenecek şeyin önemi dolayısıyla ve bu söyleneceklerin şuurunda olmalarını sağlamak için nida ile başlamıştır. Hazır olan muhatap uzak menzilesine konmuştur. (Âşûr)
Nidanın cevabı olarak gelen اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا sözündeki ism-i mevsûl ile gelen marifelik; sıla cümlesiyle nitelenenlerin kendilerine emrolunacak şeyleri kabul edeceklerine tenbih içindir. (Âşûr)
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا (Ey iman edenler) sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولَ şan ve şeref kazanmıştır.
اللّٰهَ - رَسُولَهُ ve اٰمَنُٓوا - اَط۪يعُوا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اٰمَنُٓوا - اَط۪يعُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ
وَ ’la nidanın cevabına atfedilen cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve nehiylerin aciliyet ifade edip etmeme durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
التَّوَلِّي kelimesi “terk etmek” demektir. Daha önce de geçmişti. Burada muhalefet ve isyan için istiaredir. (Âşûr)
عَنْ ile mecrur olan tekil zamir Resule aittir. لِلتَّوَلِّي kelimesi hakiki manasında ise bu zamir münasiptir. Bu zamirin tekilliği terşîh istiaresi içindir. Resule yüz çevirmenin yasaklanması; Allah'ın emrinden yüz çevirmenin yasaklanması demektir. Çünkü Resule itaat, Allah’a itaat demektir. تَوَلَّوْا kelimesinin aslı iki ت ile تَتَوَلَّوْا’dir. Hafifletmek için ت harfinin biri hazf olmuştur. (Âşûr)
Mübteda ve haberden müteşekkil وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ cümlesi, لَا تَوَلَّوْا ’in failinden hal olarak mansub mahaldedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“O’ndan” “ عَنْهُ” ifadesindeki zamir Peygambere (s.a.) aittir. Çünkü anlam “Peygambere (s.a.) itaat edin.” şeklindedir. Yani tek kişi söz konusu olduğundan zamir tekil gelmiştir. (Keşşâf)
Sakın Resulullah’tan (s.a.) yüz çevirmeyin. Burada kastedilen Resulullah'a (s.a.) itaattir ve O’ndan yüz çevirmekten sakındırmaktır. Çünkü Allah Teâlâ'ya itaat, Resulullah'a itaatin içindedir. Nitekim bir ayette şöyle buyrulur:
“Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.” (Ebüssuûd)
Ayetin ikinci cümlesi ilk cümleyi manen tekid eder.
لَا تَوَلَّوْا - تَسْمَعُونَۚ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Bil ki Cenab-ı Hakk müminlere, “Eğer vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Sayınız çok bile olsa bu sizden hiçbir şeyi def etmez.” (Enfal Suresi, 19) diye hitap edince bunun peşi sıra onları eğitmeyi hedef alan bir hükmü getirerek, “Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Kendiniz dinleyip dururken O’ndan yüz çevirmeyin.” buyurmuştur. O burada onların neyi dinleyip durduklarını açıklamamıştır. Fakat surenin başından buraya kadar gelen söz cihad hakkında olduğu için bu ayetten maksadın, “Siz o peygamberin cihad çağrısını ve davetini işitip dururken” manası olduğu anlaşılmış olur. Sonra cihad iki şeyi ihtiva eder:
a. Canı tehlikeye atmak,
b. Mal elde etmek.
İşte canı tehlikeye atmak herkese zor gelip aynı şekilde ele geçirebilecek iken bir malı da bırakmak herkese çok ağır geldiği için Allah Teâlâ bu hususta edep ve terbiye ifade eden hükmünü şiddetlendirerek, “Resulün cihada çağrısına ve Allah ona mal almamasını emrettiği zaman, mal (ganimet) almama konusundaki çağrısına icabet etmede, Allah'a ve Resulüne itaat ediniz.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Eğer “Allah Teâlâ ‘Ondan yüz çevirmeyin!’ buyurarak daha önce Allah ve Resulü zikredilmiş olduğu halde zamir niçin ‘onlardan’ değil de ‘ondan’ şeklinde tekil kullanmıştır?” denilirse biz deriz ki: Allah Teâlâ, Allah'a itaati ve Resulüne itaati emretmiş; sonra da “Ondan yüz çevirmeyin!” buyurmuştur. Çünkü yüz çevirme, Allah'ın Resulü hakkında, ancak ondan, onun sözünü kabul etmekten ve cihadda ona yardımda bulunmaktan geri durmakta yapılmış olur. Daha sonra Cenab-ı Hakk bunu tekid etmek için “Kendileri dinlemedikleri halde ‘dinledik’ diyenler gibi olmayın!” buyurmuştur. Bunun manası şudur: İnsanın, bir teklifi kabul edip üstlenmesi, ancak onu duyduktan sonra mümkün olabilir. Bundan dolayı “duyup işitmek” bir şeyi kabul etmek manasında mecaz kabul edilmiştir. Nitekim müminlerin (namazdaki) “Allah, kendisine hamd edeni duyar.” şeklindeki sözleri de bu manadadır. Buna göre bu ifadenin manası şudur: “Ey müminler sizler, dilleriyle ‘Biz Allah'ın emirlerini kabul ettik.’ dedikleri halde kalpleri ile onları kabul etmeyen kimseler gibi olmayın.” Bu, Cenab-ı Hakk'ın kendilerinden, “Onlar iman edenlerle karşılaştıkları zaman ‘inandık’ derler. Şeytanlarıyla başbaşa kalınca ise ‘Emin olun, biz sizinle beraberiz.’ derler.” (Bakara Suresi, 14) diye haber verdiği münafıkların özelliğidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum, nakıs, muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كان isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, كَ harf-i ceriyle birlikte تَكُونُوا ’nün mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası قَالُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l kavli, سَمِعْنَا’dır. قَالُوا fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
سَمِعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ cümlesi سَمِعْنَا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَسْمَعُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْمَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
وَ ’la gelen cümle, وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında hükümde ortaklık ve inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl كان ,الَّذ۪ينَ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Sılası … قَالُوا سَمِعْنَا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle belirtilmesi, bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında o kişilere tahkir ifade eder.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli سَمِعْنَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَمِعْنَا ’nın failinden hal olarak gelen وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsned olan لَا يَسْمَعُونَ menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.
وهم لا يَسْمَعُونَ cümlesinde müsnedün ileyhin fiil olarak gelen müsnede takdimi ihtimam ve müsnedün ileyhin müsnedle vasıflandığı manasının dinleyicinin zihninde yerleşmesi içindir. Bu mana “İşitmedikleri halde işittik diyen kimseler gibi olmayın.” sözünden daha önemli bir maksat olan işitme fiilinden faydalanmamalarıdır. (Âşûr)
İşitmedikleri halde işittik diyen kimseler gibi olmayın.” cümlesi, geçen nehyi izah etmek ve ondan sakındırmak içindir. Çünkü onların, bu işitme veya dinlemeleri hiç işitmemiş olmak gibidir
Yani emirlere ve yasaklara uymadan, yalnızca işittik diyen o kâfirler ve münafıklar gibi olmayın. Onlar, işittiklerini veya dinlediklerini iddia ediyorlar, ama aslında dinlememişlerdir
Çünkü dinlediklerini tasdik etmiyorlar ve onu hakkıyla anlamaya çalışmıyorlar. Bu itibarla onlar hiç işitmemiş veya dinlememiş gibidirler. (Ebüssuûd)
لا يَسْمَعُونَ fiilinin muzari sıygası ile gelmesi, işitmemeye devam ettiklerini ifade etmek içindir. Bunun için mazi fiille وهم لَمْ يَسْمَعُوا (Onlar duymadılar) denmemiştir. (Âşûr)
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَانَ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
كَانَ fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Ragıb el-İsfehani)
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmeldir.
سَمِعْنَا - لَا يَسْمَعُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تَكُونُوا - قَالُوا - لَا يَسْمَعُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
شَرَّ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. الدَّوَٓابِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, ism-i tafdil olan شَرَّ kelimesine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الصُّمُّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْبُكْمُ kelimesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlü, الصُّمُّ الْبُكْمُ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i mevsûlün sılası لَا يَعْقِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْقِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
شَرَّ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ
Ta’lil hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilen isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi, veciz ifade kastına matuftur.
اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ cümlesi, itiraziyyedir. Bu cümle, onları sağır ve dilsiz hayvanlara benzeterek işitmedikleri halde işittik diyenlere tariz olarak gelmiştir. (Âşûr)
عِنْدَ اللّٰهِ izafeti, muzâfın şanı içindir.
الصُّمُّ الْبُكْمُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ’nin sılası لَا يَعْقِلُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Akletmeyenler Allah katında yaratıkların en şerlisi olarak vasıflanmıştır.
“Allah katında hayvanların en kötüsü” manasındaki اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ cümlesinde kâfirler hayvanlara benzetilmiş, hatta onlardan daha kötü sayılmıştır. Burada son derece bir belâgat ve îcâz vardır. Çünkü kafir hakkı işitmez, hayvan da işitmez. Kâfir hakkı konuşmaz, hayvan da konuşmaz. O yer, hayvan da yer. Geriye şu kaldı: Kâfir zarar verir, hayvan zarar vermez. Artık nasıl ondan daha kötü olmasın?! (Safvetu't Tefasir)
Bu ayet onları hayvanlara benzeterek tariz olarak gelmiştir. Çünkü hayvanların idraki zayıftır. Sağırlık; şuursuzlukta misaldir. Dilsizlikle beraber olduğunda sahibinin kendisindeki şeyi bilmeyen, anlayışsızlığına idrak eksikliği eklenen manasına gelir. الصُّمُّ البُكْمُ kelimeleri hakiki manalarıyla hayvanlar hakkında iki haberdir. الَّذِينَ لا يَعْقِلُونَ sözü 3. haberdir. Bu; teşbihten vasıflandırmaya geçiştir. Çünkü الَّذِينَ kelimesi, akıllı cemi sıygası için kullanılan ism-i mevsûl olduğundan teşbih olması uygundur. Bu, müşebbihlerin geçiş yani tehallus sanatıdır. (Âşûr)
Bu ayet de sakındırmayı (nehyi) daha da kuvvetlendirmek ve benzetilenin (müşebbehün bihin) kötü halini iyice açıklamayı amaçlar. Şöyle ki:
Allah Teâlâ'nın hüküm ve icraatında, yeryüzünde yürüyen canlıların ya da hayvanların en kötüsü, şüphesiz, hakkı duymayan sağırlar ve hakkı konuşmayan dilsizlerdir.
Bu insanlara sağır ve dilsiz denilmiştir. Çünkü kulakların ve dillerin yaratılış gayesi, hakkı duymak ve hakkı konuşmaktır. Bu insanlarda da bu haslet olmayınca o iki uzvu tamamen kaybetmiş gibi sayılırlar. (Ebüssuûd)
Ayette önce sağırlar, sonra da dilsizler zikredilmiştir. Çünkü sağırlık dilsizlikten önce gelir. Onların sükûtu, onu hakkıyla dinlemediklerindendir. Nasıl ki hakkı konuşmak da onu hakkıyla dinlemekten kaynaklanır. (Ebüssuûd)
لَا يَعْقِلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَلَوْ عَلِمَ اللّٰهُ ف۪يهِمْ خَيْراً لَاَسْمَعَهُمْۜ وَلَوْ اَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | şayet |
|
2 | عَلِمَ | bilseydi |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | فِيهِمْ | onlarda vardır |
|
5 | خَيْرًا | bir iyilik |
|
6 | لَأَسْمَعَهُمْ | elbette onlara işittirirdi |
|
7 | وَلَوْ | şayet |
|
8 | أَسْمَعَهُمْ | onlara işittirseydi de |
|
9 | لَتَوَلَّوْا | yine dönerlerdi |
|
10 | وَهُمْ | onlar |
|
11 | مُعْرِضُونَ | aldırmayarak |
|
وَلَوْ عَلِمَ اللّٰهُ ف۪يهِمْ خَيْراً لَاَسْمَعَهُمْۜ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. عَلِمَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. ف۪يهِمْ car mecruru عَلِمَ fiiline müteallıktır. خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اَسْمَعَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
خَيْراً kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ اَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اَسْمَعَهُمْ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. تَوَلَّوْا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَهُمْ مُعْرِضُونَ cümlesi تَوَلَّوْا’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil) 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal, isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal, müspet isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُعْرِضُونَ kelimesi, mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُعْرِضُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَوْ عَلِمَ اللّٰهُ ف۪يهِمْ خَيْراً لَاَسْمَعَهُمْۜ
Ayet vav’la اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ cümlesine atfedilmiştir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi عَلِمَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Rabıta harfiyle gelen cevap cümlesi لَاَسْمَعَهُمْۜ da aynı üsluptadır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي harfi mülâbese manasında mecazî zarf içindir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan (kapsayan) lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
خَيْراً ’daki tenvin, tazim ve nev ifade eder.
Allah’ın onlarda hayır olmadığını bilmesi cümlesiyle kinaye olarak hayır için idraklarının hazır olmadığı manası kastedilmiştir. Kur’an ayetlerinden faydalanmamaları, Allah’ın onlara duyurmamasına benzetilmiştir. (Âşûr)
وَلَوْ اَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ
Yine şart üslubunda gelen bu cümle makabline (kendinden öncesine) matuftur. اَسْمَعَهُمْ, şart fiili, لَتَوَلَّوْا cevap fiilidir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
Bu ayette muhatabı ikna konusunda etkili bir sanat olan mezheb-i kelam üslubu kullanılmıştır. Delil ve illet belirterek konu açıklanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ İlmi)
لَتَوَلَّوْا fiilinin failinden hal olarak gelen وَهُمْ مُعْرِضُونَ şeklindeki isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümleleri sübut ifade ederler.
وَهُمْ مُعْرِضُونَ cümlesi تَوَلَّوْا fiilinin zamirinden haldir. التَّوَلِّي den muradın mecazî mana olduğu açıktır. İsim cümlesi olarak gelmesi yüz çevirmenin onlarda yerleşmiş bir davranış olduğuna işaret içindir. (Âşûr)
اَسْمَعَهُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَوَلَّوْا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | اسْتَجِيبُوا | çağrısına koşun |
|
5 | لِلَّهِ | Allah’ın |
|
6 | وَلِلرَّسُولِ | ve Elçisinin |
|
7 | إِذَا | zaman |
|
8 | دَعَاكُمْ | sizi çağırdığı |
|
9 | لِمَا | şeylere |
|
10 | يُحْيِيكُمْ | sizi yaşatacak |
|
11 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
12 | أَنَّ | muhakkak |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | يَحُولُ | girer |
|
15 | بَيْنَ | arasına |
|
16 | الْمَرْءِ | kişi ile |
|
17 | وَقَلْبِهِ | onun kalbi |
|
18 | وَأَنَّهُ | ve siz |
|
19 | إِلَيْهِ | O’nun huzuruna |
|
20 | تُحْشَرُونَ | toplanacaksınız |
|
Sahâbeden Ebû Saîd el-Muallâ anlatıyor: “Mescidde namaz kılıyordum. Resûlullah beni çağırdı, ona cevap vermedim, namazımı bitirince yanına gittim ve ‘Yâ Resûlullah, namaz kılıyordum’ dedim. ‘Allah ve resulünün çağrısına kulak (cevap) verin buyruğunu işitmedin mi?’ dedi, sonra elimden tuttu ve bana “Mescidden çıkmadan sana Kur’an’ın en faziletli sûresini bildireceğim” buyurdu (Buhârî, “Tefsîr”, 1/1).
İmam Şâfiî ve Evzâî gibi bazı müctehidler âyetin lafza bağlı yorumundan ve ilgili hadislerden yola çıkarak namazda, farz ve gerekli olan bir hareketin veya fiilin namazı bozmayacağı sonucuna varmışlardır. Evzâî’nin verdiği örnek şöyledir: Bir kimse namaz kılarken bir çukura veya kuyuya doğru ilerlemekte olan bir çocuk görüp ona dönerek seslense ve uyarsa namazı bozulmaz (Kurtubî, VII, 390); çünkü bu uyarı hayatı koruma vazifesi gereğidir, farzdır.
Allah ve resulünün çağrısına cevap verme ve gereğini yerine getirme vazifesini daha geniş ve genel bir çerçeve içinde anlamak gerekir. Buna göre Hz. Peygamber zamanında onun çağrısına uymak, yanında yer almak, emirlerini yerine getirmek nasıl çağrıya uymaksa, ondan sonra gelenlerin Kur’an ve Sünnet’in buyruklarına uyması, buna uygun bir hayat sürmesi de onların çağrısına uymaktır. Esasen bu çağrıya uymak yalnızca müminlerin değil, bütün insanların faydasınadır ve insanlığın meselesidir. Çünkü Allah ve resulünün insanlara öğrettikleri ve hayata geçirilmesini istedikleri bilgi, inanç ve uygulamalar insanlara hayat verecek mahiyette ve niteliktedir. Burada “hayat vermeyi, ihya etmeyi” en geniş mânasıyla almak gerekir. Dinin emirleri sağlıklı yaşamanın kurallarını ihtiva ettiğinden, insan fıtratına uygun olduğundan, biyolojik mânada hayat vermektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığını tehdit eden stres, yalnızlaşma, ümitsizlik ve çeşitli korkuların önemli sebeplerinden birisi insanın madde dünyasında tutuklu kalıp, iman ve mâneviyâtın huzur ve rahatlık bahşeden geniş ufkundan mahrum olmasıdır. Allah ile beraber olma ve O’nun eşi bulunmaz koruması altında bulunma şuurunun insana verdiği güç onu, psikolojik olarak canlı tutmakta, ihya etmektedir. Dünyayı bir imtihan yeri olarak gören, burada insanların bazı ödevlerinin bulunduğuna inanan, bu ödevlerin yerine getirilmesi halinde kişinin iki cihanda mutlu olacağına iman eden bir kimseye göre dinin emirleri, hayatın amacını gerçekleştirme çabasında ona rehberlik ederek insanı ihya etmekte, hayatın boşa gitmemesini sağlamaktadır. İslâm kelimesinin kök mânası “barış ve esenlik”tir, doğru anlaşıldığında din olarak İslâm’ın da bir barış çağrısı olduğu anlaşılacaktır. Dinin talebi, zulmün ve baskının yer almadığı, hukuk ve adaletin hâkim olduğu bir dünya düzenidir. Bu mânada Allah ve resulünün çağrısı, bütün dünya insanları için “barış içinde yaşama” çağrısıdır.
“İnsan ile kalbinin arası” ifadesi bir deyim olup bundan insanın şuuru, aklı ve duyguları kastedilmektedir. Buralarda bulunan hiçbir bilgiyi, kararı, eğilimi, duyguyu Allah’tan gizlemek mümkün değildir. Allah’ın çağrısına içtenlikle katılanlarla menfaati için öyle görünenleri Allah bilir ve ayırır. Ayrıca hiçbir beşerin giremeyeceği, bilemeyeceği ve müdahale edemeyeceği bu alanlara Allah müdahale edebilir; inanç, bilgi ve duyguların değişmesini sağlayabilir. Bu sebeple kullar rablerine sığınmalı; inanç, duygu ve düşüncelerini güzelleştirmesi için O’na yakarmalı, “Ey durumları değiştiren, gönülleri evirip çeviren rabbim! Halimi ve gönlümü güzelleştir” diye niyazda bulunmalıdır (Hz. Peygamber’in duası için bk. Müsned, IV, 182; VI, 91).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 679-680
Ebu Said b. el-Mualla el-Ensari anlatıyor: Namaz kılarken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni çağırdı. Ben de namazımı bitirip öyle geldim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): “Seni çağırdığımda neden bana cevap vermedin?” diye sorunca: “Namaz kılıyordum” dedim. Bunun üzerine: “Yüce Allah: ”Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin”[Enfal 24] buyurmuyor mu?” buyurdu ve: “Sana Kur’an sureleri içinden en değerli olan sureyi öğreteyim mi?” diye sordu. Sonrasında ise sanki bunu unuttu veya kendisine unutturuldu. Ona: “Ey Allah’ın Resulü! Bana bir şey öğreteceğini söylemiştim” diye hatırlattığımda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): “Fatiha Suresi’dir. Bu sure Seb’ul-Mesani’dir ve bana verilen Kuran-ı Azim’dir” buyurdu.”
(Lafız Vehb b. Cerir’in lafzıdır.
Tahric: İsnadı sahihtir. Buhari, tefsir (5/146,199) ile fedail (6/103)
Riyazus Salihin, 1492 Nolu Hadis
Şehr İbni Havşeb şöyle dedi:
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’ya:Ey mü’minlerin annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duayı okurdu? diye sordum. O da şöyle dedi:
Çoğu zaman “Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” diye dua ederdi.
(Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayr-ı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا (Ey iman edenler) sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetu't Tefasir)
Nidanın cevabı اسْتَج۪يبُوا’dur. اسْتَج۪يبُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru اسْتَج۪يبُوا fiiline müteallıktır. لِلرَّسُولِ car mecruru اسْتَج۪يبُوا fiiline müteallıktır.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
دَعَاكُمْ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَعَاكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, لِ harf-i ceriyle birlikte دَعَاكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يُحْي۪يكُمْ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُحْي۪يكُمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَج۪يبُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi جوب’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يُحْي۪يكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi وحي’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
يَحُولُ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَحُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَيْنَ mekân zarfı, يَحُولُ fiiline müteallıktır. الْمَرْءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَلْبِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline (kendinden öncesine) matuftur.
وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِلَيْهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline müteallıktır. تُحْشَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olarak gelen اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslûp tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bu ayette nidanın tekrar edilmesi ve Müslümanların iman vasfı ile vasıflandırılmaları, bundan sonra gelecek emirlere uymaya yönelmelerini teşvik etmek ve bu emirlerde imanı gerektiren hakikatler bulunduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولَ şan ve şeref kazanmıştır.
اللّٰهَ - رَسُولَهُ ve اٰمَنُٓوا - اَط۪يعُوا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah'a ve Resule icabet edin (Onu duyun ve Ona uyun), özellikle size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman onun emrine seve seve icabet edin. Çok dikkat çekici bir ifade tarzıdır ki davet fiili, hem Allah'a hem Resule isnad edildiği halde ََدَعَوَاكُمْ diye tesniye sıygası (ikil kipi) ile değil, دَعَاكُمْ şeklinde tekil olarak zikredilmiştir ve üstelik Allah'a değil, Resule isnad edilmiştir. Zira davet birdir. Allah'ın daveti peygamberinden dile gelecek ve Resulün daveti de Allah'ın davetinden başka bir şey olmayacaktır. (Elmalılı)
الِاسْتِجابَةُ kelimesindeki س ve ت harfleri tekid için gelmiştir. الِاسْتِجابَةِ kelimesi çoğunlukla belirli veya genel bir isteği kabul etmek manasında kullanılır. الإجابَةُ (cevap) ise, bir nidanın cevabıdır. Çoğunlukla istifâl babında geldiği zaman çoğunlukla lam harfiyle müteaddi olur. (Âşûr)
ولِلرَّسُولِ sözünde vav bağlacından sonra لِ harf-i cerinin tekrarı bu mecrurun yani resul kelimesinin اسْتَج۪يبُوا fiiline müstakil olarak müteallık olduğuna işaret eder. Resule itaat etmenin Allah’a itaat etmekten daha umumi olduğuna dikkat çeker.
Resule itaat hem hakiki (kapsamlı ve umumi) hem mecazi manada (nidasına cevap vermek yani taat) olduğu için daha kapsamlı ve umumidir. Allaha itaat ise hakiki manadadır. Onlardan her iki manada Resule icabet etmeleri istenmiştir. (Âşûr)
الِاسْتِجابَةِ kelimesinin belirli veya genel bir isteği yanıtlarken istif’al babında kullanımı baskındır. الإجابَةُ (cevap), bu nidanın cevabıdır. Bu babda geldiği zaman daha çok لِ ile geçişli (müteaddi) olarak gelir. (Âşûr)
اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ
Müstakbel zaman zarfı ve şart manalı اِذَا , şart cümlesi دَعَاكُمْ ‘a muzâf olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذَا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri فاستجيبوا له (ona icabet edin) şeklindedir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl دَعَاكُمْ ,مَٓا fiiline müteallıktır. Sılası يُحْي۪يكُمْۚ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayette geçen يُحْي۪يكُمْۚ [diriliş] kelimesinde Resulullah’ın çağrısı, ölülerin diriltilmesine benzetilerek istiare yapılmıştır. Bu diriliş insana, nefsindeki kemâli vermektir ki bu kemâl; akılları doğru bir imanla, asil ahlâkla aydınlatır, salih amellere, bireyi ve toplumu ıslah etmeye, şerefle yapılabilecek şeylere sebep olur. Cesaret nefsin canıdır, hayatın istiklali, hayatın hürriyeti, yaşam hallerindeki istikamet hayattır. (Âşûr)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Hükümde ortaklık nedeniyle اسْتَج۪يبُوا cümlesine atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ’nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma kastıyladır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede اَنَّ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يَحُولُ fiilinin muzari sıygasıyla gelmesi, bunun yenilendiğini (teceddüt) ve devam ifadesi içindir. (Âşûr)
Cümle, içeriğine dikkat etmek ve muhatapları bundan sonrası üzerinde düşünmeye sevk etmek için اِعْلَمُوا ile başlamıştır. Anlaşılması istenen haber veya talep içeren cümlelere muhatabın dikkatini çekmek için اِعْلَمْ veya تَعلَّمْ ile başlamak etkili ve güzel (beliğ) konuşmanın yöntemlerinden biridir. (Âşûr)
“Ve şunu iyi bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer.” ifadesi, Allah Teâlâ'nın, kuluna son derece yakın olduğunu anlatır. Nitekim diğer bir ayette de: “Ve Biz insana şah damarından daha yakınız.” buyurulmuştur. Yine bu ayet, Allah Teâlâ'nın, sahibinin bile gafil olabileceği kalbin sırlarını bildiğine dikkati çeker. Yahut bu ayet, arzu edilen şeyi elde etmeden önce kalbi ihlaslı kılmaya ve arındırmaya teşvik anlamını ifade eder. Çünkü arzular, kişi ile kalbi arasına girer. (Ebüssuûd)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu son cümle وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrurun amili olan تُحۡشَرُونَ fiiline takdimi, tahsis ifade eder. Haşrın, sadece ve sadece ona olacağı kasr üslubuyla belirtilmiştir. إِلَیۡهِ maksûrun aleyh, تُحۡشَرُونَ maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
تُحْشَرُونَ fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلَيْهِ تُحۡشَرُونَ (O'na haşrolunacaksınız) sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet, söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf 85, s. 370) Buna da lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
“O’nun huzurunda toplanacağınızı biliniz.” Yani diriltilerek bir araya getirileceğinizin ve yaptıklarınızın karşılığını göreceğinizin farkında olunuz. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr)
تُحْشَرُونَ fiilinin müteallakının takdimi ihtisas ifadesi içindir. Yani bir başkasına değil, sadece ona toplanacaksınız manasındadır. Bu ihtisas, Allah'tan başka veya onun huzurunda haşrolmaktan başka bir sığınağın yokluğu manasında kinayedir. En beliğ üslupla Allah’ın huzurunda toplanmaktan başka bir mekân olmayışı kinaye ile gelmiştir. (Âşûr)
“Ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer” manasındaki وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ sözünde bu ayetle ilgili olarak zikredilen tevillerden birine göre istiare vardır. Manası; “Allah Teâlâ’nın kula kalbinden daha yakın olması”dır. Bu durumda Allah; onunla kalbi arasında sanki bir engel konumundadır. Ya da bunun manası, “Allah Teâlâ’nın kişinin kalbini halden hale değiştirmeye kādir olması”dır. Çünkü Yüce Allah “kalpleri halden hale çeviren (مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ)” sıfatına sahiptir. O zaman mana, “O, (kalpleri) güven halinden korku haline, korku halinden güven haline, üzüntü halinden sevinç haline, sevilme halinden nefret edilme haline çevirir.” şeklindedir. (Şerîf er-Radî) (Safvetu't Tefasir)
Bu ayet-i kerimede İslam ve kuralları “insanları canlandıran şey” olarak tarif edilmiştir.
Peygamber Efendimizin şu duasını ezberleyip vird edinebiliriz:
يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْب۪ي عَلَى د۪ينِكَ
Ya mukallibel-kulûb! Sebbit kalbî ‘alâ dînike.
Ey kalpleri halden hale çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl. (Tirmizî, Deavât, 124)
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتَّقُوا | sakının |
|
2 | فِتْنَةً | fitneden |
|
3 | لَا |
|
|
4 | تُصِيبَنَّ | erişmekle kalmaz |
|
5 | الَّذِينَ | kimselere |
|
6 | ظَلَمُوا | haksızlık edenlere |
|
7 | مِنْكُمْ | aranızdan |
|
8 | خَاصَّةً | yalnızca |
|
9 | وَاعْلَمُوا | bilin ki |
|
10 | أَنَّ | muhakkak |
|
11 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
12 | شَدِيدُ | çetindir |
|
13 | الْعِقَابِ | azabı |
|
Fitne yani “toplum içinde imanın bozulması, baskı, düzensizlik, kargaşa, hukukun çiğnenmesi, hakka dayanmayan gücün hâkim olması ve böylece kulluk imtihanının kaybedilmesi tehlikesi” ya el birliği ile engellenecek ya da bunun zararı sınırlı kalmayacak, hak edenlerin yanında suçsuzlara da dokunacaktır. Çünkü onlar da fitnenin ortadan kalkması için ellerinden geleni yapmadıkları, haksızlığa karşı mücadele etmedikleri için kusurlu ve sorumludurlar. Bunların içinde hiçbir kusuru olmayan çok küçük bir grubun (âcizler) bulunması tabiidir. Allah bunlara, günahları ve kusurları olmadığı halde başkaları yüzünden uğradıkları felâket ve acıların karşılığını âhirette verecek, bu acılara değen, “Keşke dünyaya tekrar dönsem de buna benzer acılar yaşasam” dedirten ödül ve karşılıklar lutfedecektir, O’nun sünneti (kanunu) böyledir.
Peygamber efendimiz fitne konusunda ümmetini uyarmış, “Toplumda pislik çoğalırsa içlerinde iyiler bulunsa bile helâkten kurtulamazlar” buyurmuştur (Buhârî, “Fiten”, 4, 28). İyiyi toplumsal buyruk, kötüyü de ayıp ve yasak haline getirmedikçe toplumun kötülüklerden sorumlu olacağını ve bunun bedelini ödeyeceğini bildiren birçok hadis vardır (Müslim, “Zühd”, 51; Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1-5; “fitne” kavramı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/191-193).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 680-681
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِتْنَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, سبب فتنة (Fitnenin sebebi) şeklindedir.
لَا تُص۪يبَنَّ cümlesi فِتْنَةً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfatı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Buradaki sıfat cümle olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُص۪يبَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Tekid nun’ları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru ظَلَمُوا’deki failin mahzuf haline müteallıktır. خَٓاصَّةً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. Burada hal müfred şekilde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. شَد۪يدُ kelimesi اَنَّ ’nin haberidir. الْعِقَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ
Nidanın cevabı olan اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ cümlesine matuf olan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فِتْنَةً ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
فِتْنَةً için sıfat olan muzari fiil sıygasındaki cümle لَا تُص۪يبَنَّ, nûn-u sakile ile tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır.
لَا تُص۪يبَنَّ (Çarpmakla kalmaz) cümlesi ya emrin cevabı ya emirden sonra nehiy ya da fitnenin sıfatıdır. Cevap kabul edildiğinde anlam “size geldiğinde yalnızca zalimlere bulaşmaz, bilakis hepinizi kapsar” şeklinde olur. (Keşşâf, Âşûr)
لَا تُص۪يبَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası ظَلَمُوا مِنْكُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
مِنْكُمْ [sizden] ibaresindeki مِنْ harfi, ba'diyet değil beyânî de olabilir. Bu takdirde şöyle bir anlama dikkat çekilmiş olur: Sizin zulmünüz, başkasının zulmünden daha çirkindir. İşte bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ'nın azabı, azabı mûcib hareketi bilfiil işlemeyenlere de zulme karşı sessiz kalmalarından dolayı isabet eder. (Ebüssuûd)
لَا تُص۪يبَنَّ ,خَٓاصَّةًۚ fiilinin failinden hal olarak ıtnâb sanatıdır.
لَا تُص۪يبَنَّ ifadesinde emrin cevabına tekid nûnu nasıl gelmiştir, denirse biz deriz ki:
Bu hususta iki izah yapılmıştır:
a. Emrin cevabı, nehiy sıygasıyla gelmiştir. Durum her ne zaman böyle olursa, o nehye tekid nûnunun bitiştirilmesi güzel olur. Bu, tıpkı senin “Hayvandan in, seni atmasın veya sakın seni atmasın.” demen gibidir. Ve yine bu Cenab-ı Hakk'ın tıpkı “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin. Sakın Süleyman ve ordusu ...sizi kırmasın.” (Neml Suresi, 18) ayeti gibidir.
b. Bu ayetin takdirinin, “Sizden sadece zalim olanlara isabet edecek fitneden sakının.” şeklinde olmasıdır. Ancak ne var ki bu ifade, fitnenin sadece zalimlere isabet etmeyeceğini iyice beyan etmek için nehiy sıygasıyla getirilmiştir. Böylece, zalimlere has olan o fitne, sadece onlara has olmaktan çıkarılmış olur da böylece sanki o fitneye, “Sadece zalim olanlara isabet etme!” denilmiş olur ki bundan maksat da istiare yoluyla böyle bir tahsisin bulunmadığını iyice anlatmaktır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle و ’la وَاتَّقُوا cümlesine atfedilmiştir.
Tekid ifade eden masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ cümlesi, masdar teviliyle اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük, telezzüz, haşyet uyandırmak ve korkuyu artırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
شَد۪يدُ kelimesi, الْعِقَابِ lafzının sıfatı olmasına rağmen öne geçmiş ve mevsûfuna muzâf olmuştur. “Allah’ın cezası şiddetlidir.” yerine “Allah, cezası şiddetli olandır.” buyrulmuştur. Bu ifadede bir vurgu vardır.
Düzensizlik ve noksanlığa sebep olan her şeye fitne denir. Bu iki özelliği taşıması durumunda mal, evlat, görüş farklılığı, bir konuda aşırı gitme, azap, küfür, cünun, iptila vs. için kullanılır. Anne, baba ve evlat kişiye fitne olur, onları kişi kendisi seçmez. Ama bunun dışındakileri kendimiz seçeriz. Dolayısıyla fitne kapsamına girmez.
العِلْمِ kelimesinin emir fiil olarak gelmesi, uyarının ciddiyetine dikkat çekmek ve ihtimam içindir. (Âşûr)
İnsan, kendisini kendi elleriyle yalnızlaştırdı. Dünyaya daldıkça, halini, içi boşalmış dünyalık kelimelerle ifade eder oldu. İnsan, kendisini kendi diliyle yalnızlaştırdı. Başarılarını (ve diğer mutluluk sebeplerini), emeklerinin olağan sonucu olarak gördü. Dertlerini ise ‘dünyada mutlu yaşamak istiyorum’ endişesiyle görmezden gelmeye çalıştı. Böylece, başarılarının getirdiği mutlulukların ömrü kısaldı, dertlerinin getirdiği huzursuzlukların ömrü ise uzadı. Şükredecek sebep bulamaz oldu, şikayetleri ise çoğaldıkça çoğaldı. Çünkü kendisiyle yalnız kalanın nefsi, karnını yeni mutluluk kırıntılarıyla doyurmak isterken; iştahını kapatan dertlerden de, ne pahasına olursa olsun, kaçmak istedi.
Halbuki, kul, her gelenin Allah’tan olduğunu idrak ettikten sonra – ne başarısında, ne de derdinde – artık hiçbir zaman yalnız değildir.
Şükür ve tevekkül ile başarısını ve derdini kucakladığında, huzurla dolacaktır. Zira, o kul bilir ki, ona o nimeti ve derdi gönderen Allah, onun mutluluğundan da, hüznünden de haberdar olandır. Ve O dilediğinde, mutluluğunu bereketlendirecek, acısını ise dindirecektir. Kul, Allah’ın kendisine verdiği güç ile maddi alemde, elinden geleni yapar ve manevi alemde, kendisini Rabbine teslim eder. Kendini yalnızlaştırmayan kulun nefsi de sakinleşir ve artık onu, ne nimetler, ne de dertler uğruna rahatsız eder. Böylelikle kul, hiçbir şeyin boşa yaşanmadığının bilincine ulaşır. Bazen, belki dünyaya, belki de vesveselere dalsa da, uyandığı andan itibaren, aslında Allah’ın kendisi için en güzelini bildiğinden emindir.
Allahım! Sana ve Rasul’une itaat ederiz ve emirlerinden yüz çevirmekten Sana sığınırız. Allahım! Her mutluluk sebebimiz için Sana hamd ederiz, her derdimizin dermanını ve iki cihan saadetini de Senden isteriz.
Bizi; Yaşadığı her anını, Seni hatırlayarak yaşayanlardan,
Senin ve Rasul’unun çağrısına koşanlardan ve huzuruna, bu yarışı kazanmış olarak çıkanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji