بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذْ تَسْتَغ۪يثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنّ۪ي مُمِدُّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِف۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | تَسْتَغِيثُونَ | siz yardım istiyordunuz |
|
3 | رَبَّكُمْ | Rabbinizden |
|
4 | فَاسْتَجَابَ | karşılık vermişti |
|
5 | لَكُمْ | size |
|
6 | أَنِّي | şüphesiz ben |
|
7 | مُمِدُّكُمْ | size yardım edeceğim |
|
8 | بِأَلْفٍ | bin |
|
9 | مِنَ | ile |
|
10 | الْمَلَائِكَةِ | melekler |
|
11 | مُرْدِفِينَ | birbiri ardınca |
|
Bedir Savaşı’nda müslümanların hazırlık ve güçleri yetersizdi. Onlara nisbetle nicelik yönünden güçlü olan ve daha Mekke’den çıkarken savaşı göze almış bulunan müşrikler karşısında galip gelebilmek için ilâhî yardıma ve moral güce ihtiyaç vardı. Savaş kaçınılmaz hale gelince müminler iman ve tevekküllerinin gereği olarak Allah’a sığındılar, O’ndan yardım dilediler. O gün Hz. Peygamber’in rabbine nasıl yakardığını Hz. Ömer şöyle anlatıyor: “Bedir günü gelince Resûlullah, kendi arkadaşlarının 305, müşriklerin ise 1000 kişi kadar olduğunu görerek hemen kıbleye döndü, ellerini kaldırdı ve rabbine yalvarmaya başladı: ‘Allahım, bana olan sözünü yerine getir, vaad ettiğini ver! Allahım eğer şu bir avuç müslümanı helâk edersen yeryüzünde şirk koşmadan sana ibadet eden kimse kalmayacak!’ O, kıbleye dönük vaziyette ellerini her an biraz daha semaya doğru uzatarak durmadan rabbine yalvarıyordu; öyle ki sonunda abası omzundan sıyrılıp yere düştü, Ebû Bekir gelip abasını yerden alarak omzuna örttü, sonra onu kucakladı ve şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın elçisi! Artık yeter, O sana vaad ettiğini kesin olarak verecektir!’ Bu hadise üzerine 9. âyet nâzil oldu” (Müslim, “Cihâd”, 58). Bu savaşta Allah’ın vaadinin ve Hz. Peygamber’in duasının neticesi hâsıl olmuş, yardıma gönderilen meleklerin bizzat savaşa katılarak düşmana karşı neler yaptıkları bazı sahâbîler tarafından görülerek nakledilmiştir (Müslim, “Cihâd”, 58).
Bedir Savaşı’nda meleklerin müslümanlara yardımı Âl-i İmrân sûresinin 124-125. âyetlerinde de zikredilmiştir. Orada önce 3000 melekle yardım edileceği, bu yetmezse 2000 melek daha gönderileceği, yardımcı melek sayısının 5000’e çıkarılacağı müjdelenmiştir. Açıklamakta olduğumuz 9. âyette ise yardıma gönderilen melek sayısı “peşi peşine gelen binlik kuvvetle” şeklinde ifade edilmiştir. Bu rakamlar arasında ilk bakışta bir uyumsuzluk var gibidir. Ancak Arapça’daki ifade özelliği veya olayın tarihî bağlamı ve konusu göz önüne alındığında bir uyumsuzluk bulunmadığı görülecektir. Araplar “birçok” yerine “bin, binlerce” kelimelerini de kullanmaktadırlar. Buna göre mâna “birçok melek ile…” demektir. Olaya tarihî tecrübe açısından bakıldığında görülecektir ki savaşlarda takviye güçleri toptan değil, ihtiyaca göre arka arkaya gönderilmekte, bu taktiğin düşman üzerindeki etkisi daha fazla olmaktadır.
Allah bir şeyin olmasını murat edince onun maddî plandaki sebebini de yaratır. Her şey O’nun iradesi ve kudreti ile hâsıl olur. Sünnetullah diye de ifade edilen ilâhî âdete, kural ve kanunlara göre sonuç, kulun irade ve fiiline de bağlanmışsa bu takdirde insan üzerine düşeni yapacaktır. Bedir Savaşı’nda müslümanlar kendilerine düşeni yapmışlardır, Allah vaad ve murat ettiği için zafer kazanılacaktır. Bazılarınca bunun hem kendileri hem de yardım konusunda etkileri görülen melekler gönderilerek yapılmasının hikmeti, “zaferin müjdesi olsun ve bu sayede kalpler yatışsın, sonuç hakkında güven oluşsun” diyedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 669-670
Rasûlullah (sav)’ın Bedir Gazvesinde Yardım İçin Yaptığı Dua
Rasûlullah (sav), Bedir Savaşı’nda sayısal bakımdan az ama iman bakımından güçlü olan ordusuna yönelik Allah’ın yardımını talep maksadıyla bir dua etmiştir. Hz. Ali (ra)’nin bildirdiğine göre Müslümanlar Bedir’de geceleyin ince ince yağan bir yağmura tutulmuş, kalkan ve ağaçların altlarına siperlenmişler, hepsi de tatlı bir uykuya dalmışlardır. Yalnız Rasûlullah (sav) geceyi ağacın altında hep namaz kılmak ve ağlamakla geçirmiştir. Diğer taraftan da şu şekilde dua etmeyi sürdürmüştür: “Ya Rabbi, işte Kureyş! Kibir ve gurur ile geldi. Sana meydan okuyor, peygamberini de yalanlıyor” deyip sonra ellerini kaldırarak duasını şöyle tamamlamıştır:
“Ya Rab! Peygamberlere nusret ahdini[27] bana da hususi olarak zafer vaadini yerine getirmeni senden isterim. Allah’ım, eğer sen şu bir avuç Müslüman’ın helak olmasını diliyorsan, sonra sana ibadet eden bulunmayacaktır”.
(Buhari, Cihad 89; Müslim, Cihad 58; Tirmizi, Tefsir 8/3)
Riyazus Salihin, 1833 Nolu Hadis
Rifâa İbni Râfi’ ez-Zürakî radıyallahu anh şöyle dedi:
Cebrâil aleyhisselâm Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:İçinizdeki Bedir gazilerine nasıl bir önem veriyorsunuz? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm da:
“Onları müslümanların en faziletlisi kabul ederiz” buyurdu veya buna benzer bir söz söyledi. Cebrâil aleyhisselâm:
Biz de meleklerden Bedir Gazvesi’ne katılanları meleklerin en faziletlisi sayarız, dedi.
(Buhârî, Megâzî 11. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 11)
اِذْ تَسْتَغ۪يثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنّ۪ي مُمِدُّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِف۪ينَ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. تَسْتَغ۪يثُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَسْتَغ۪يثُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَجَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَكُمْ car mecruru اسْتَجَابَ fiiline müteallıktır.
اِنّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. مُمِدُّكُمْ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِاَلْفٍ car mecruru ism-i fail olan مُمِدُّ ‘ye müteallıktır.
مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ car mecruru اَلْفٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. مُرْدِف۪ينَ kelimesi اَلْفٍ ‘in hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَغ۪يثُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غوث ’dir.
اسْتَجَابَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi جوب ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
مُرْدِف۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ تَسْتَغ۪يثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنّ۪ي مُمِدُّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِف۪ينَ
Zaman zarfı, 7. ayetteki وَاِذْ يَعِدُكُمُ ’dan bedel veya تَوَدُّونَ fiiline müteallıktır. Muzâfun ileyh konumundaki تَسْتَغ۪يثُونَ رَبَّكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu kelam, darda ve çaresiz kalan müminlerin Allah Teâlâ'dan yardım istediklerini, O'na sığındıklarını, Allah Teâlâ'nın da onlara o zaman yardım ettiğini hatırlatır. (Ebüssuûd)
الِاسْتِغاثَةُ; yardım talep etmektir. Şiddet ve meşakkatin çok olduğu zaman istenen yardımdır. O gün yoğun şiddet içinde iken kuvvetli düşmana karşı yardım istediklerinde duası istiğase idi. (Âşûr)
[Yardım istediğiniz zaman] manasındaki اِذْ تَسْتَغ۪يثُونَ cümlesinde meleklerin enteresan gelişlerini zihinde canlandırmak için muzari sıygası kullanılmıştır.
رَبَّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olan كُمْ zamiri, şeref kazanmıştır. Ayrıca Rabb isminin muhataplara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber vermektedir.
اسْتَجَابَ fiili, talebin kabul edildiğine delalet eder. س ve ت mübalağa içindir. Yani talep edilenin gerçekleştiğini ifade eder. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki اَنّ۪ي مُمِدُّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِف۪ينَ cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen ب harfiyle birlikte فَاسْتَجَابَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelam olan ve sübut ifade eden isim cümlesidir. اَنَّ ‘nin haberinin مُمِدُّكُمْ şeklinde izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ burada müminlere 1000 melekle yardım ettiğini bildirmiştir. Âl-i İmran Suresinde ise 3000 melekle yardım ettiği haber verilmişti. Bunlar arasında bir çelişki yoktur. Çünkü burada مُرْدِف۪ينَ yani ‘arka arkaya’ kelimesi gelmiş, böylece önce 1000, bunların arkasında başka 1000, arkadan başka 1000 melekle desteklemiş olma anlamı vardır. (Safvetü't Tefasir, Sabunî)
بِاَلْفٍ ’den hal olan مُرْدِف۪ينَ anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Buradaki bin melekten maksat, İslâm ordusunun önünde ya da ardında bulunan meleklerdir yahut meleklerin reisleri ve ileri gelenleridir veya o meleklerden bilfiil savaşmış olanlardır. (Ebüssuûd)
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | جَعَلَهُ | bunu yapmadı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | إِلَّا | ancak (yaptı) |
|
5 | بُشْرَىٰ | müjde olsun diye |
|
6 | وَلِتَطْمَئِنَّ | ve yatışsın diye |
|
7 | بِهِ | bununla |
|
8 | قُلُوبُكُمْ | kalbiniz |
|
9 | وَمَا | ve yoktur |
|
10 | النَّصْرُ | yardım |
|
11 | إِلَّا | başkaca |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | عِنْدِ | katından |
|
14 | اللَّهِ | Allah |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | عَزِيزٌ | daima üstün |
|
18 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. جَعَلَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. بُشْرٰى elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. بُشْرٰى kelimesindeki ى harfi kelimenin aslından olmadığı için gayri munsarif olup tenvin almaz.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, تَطْمَئِنَّ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte zikredilen جَعَلَ fiilinin delaletiyle mahzuf fiile müteallıktır.
قُلُوبُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِه۪ car mecruru قُلُوبُكُمْ ’un mahzuf haline veya تَطْمَئِنَّ fiiline müteallıktır.
تَطْمَئِنَّ fiili rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle; fiilin başına bir hemze ا sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilavesiyle yapılan افْعَلَلَّ fiillerindendir.
وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. النَّصْرُ mübteda olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مِنْ عِنْدِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. عَزِیزٌ lafzı اِنَّ ‘nin haberidir. حَكِیمࣱ ise ikinci haberdir.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına; sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisnâ harfi اِلَّٓا ile oluşan kasrla cümle tekid edilmiştir. Cümle inkârî kelamdır. Çünkü kasr iki tekid yerindedir. Tekid üzerine tekid demektir. (Âşûr, Enam Suresi, 71)
Cümledeki kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani “Allah onu sadece müjde için yapmıştır, başka birşey için değil.” demektir.
Kasr, fiil ile mef’ûl arasında olursa kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ cümlesine dahil olan sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, mecrur mahalde takdiri هيّأ olan mahzuf fiile müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette ilâhî yardımın bu iki gayeye hasredilmesi, meleklerin, bilfiil savaşmadıklarını zımnen ifade eder. Meleklerin yardımı, savaşan müminlerin kalplerini takviye etmek, onları daha kalabalık göstermek suretiyle olmuştur. (Ebüssuûd)
وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ mahzuf habere müteallıktır.
مَا ve إِلَّا ile kasr meydana gelmiştir. Mübteda olan النَّصْرُ maksûr/mevsûf, mahzuf haber maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
[Yardım sadece Allah katındadır.] cümlesi kasr üslubuyla gelerek başkasının yardım yani zafer vermesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ [Yardım ancak Allah'ın katındandır] ifadesinin maksadı, her ne kadar melekler müminlere destek olmak için indirilmiş ise de mümine gerekenin, işini sadece buna bağlamayıp Allah'ın mağlup olmayacak bir galip ve Azîz, yine yenilmeyen, ezilmeyen bir Kahir olmasından ötürü, Allah'ın yardımına, desteğine, muzafferiyetine, hidayetine ve kifayetine güvenip dayanması olduğuna dikkat çekmektir. Allah yardım indirme hususunda da Hakîmdir, (hikmet sahibidir), onu yerli yerince indirir. (Fahreddin er-Râzî, Elmalılı)
عِنْدِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Âşûr ise farklı görüştedir:
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ [Allah Azîz, Hakîmdir] cümlesi, ibtidâî istînâftır. Bilmedikleri bir şey haber veriliyor gibidir. (Âşûr)
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
(Allah, gerçekten) kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup (mutlak izzet sahibidir ve) fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de (hikmet sahibidir.) (Keşşâf)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | O zaman |
|
2 | يُغَشِّيكُمُ | sizi bürüyordu |
|
3 | النُّعَاسَ | hafif bir uyku |
|
4 | أَمَنَةً | bir güven olmak üzere |
|
5 | مِنْهُ | O’ndan (Allah’tan) |
|
6 | وَيُنَزِّلُ | ve indiriyordu |
|
7 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
8 | مِنَ | -ten |
|
9 | السَّمَاءِ | gök- |
|
10 | مَاءً | bir su |
|
11 | لِيُطَهِّرَكُمْ | sizi temizlemek için |
|
12 | بِهِ | onunla |
|
13 | وَيُذْهِبَ | ve gidermek için |
|
14 | عَنْكُمْ | sizden |
|
15 | رِجْزَ | pisliğini |
|
16 | الشَّيْطَانِ | şeytanın |
|
17 | وَلِيَرْبِطَ | ve (birbirine) bağlamak için |
|
18 | عَلَىٰ | üzerini |
|
19 | قُلُوبِكُمْ | kalblerinizin |
|
20 | وَيُثَبِّتَ | ve pekiştirmek için |
|
21 | بِهِ | onunla |
|
22 | الْأَقْدَامَ | ayakları(nızı) |
|
Savaşın gün ışığında yapıldığı eski zamanlarda gece istirahata çekilen asker savaş korkusu yüzünden uykusuz kalır, fizik ve moral yönden olumsuz etkilenirdi. Bedir çarpışmasından önceki gecede Allah’ın, askere mûcizevî bir uyku lutfetmesi ilâhî yardımın bir başka şeklini teşkil etmiştir. Yardım bununla da kalmamış, etkili bir yağmur, askerlerin mevzilendiği araziler birbirinden farklı olduğu için düşmanın hareket kabiliyetini sınırlamış, müslümanların arazide yürüyüşünü ise –yağış kumları sıkıştırdığı için– kolaylaştırmıştır; “ayakları yere sağlam bastırmak”tan maksat, yağmurun sağladığı bu hareket kolaylığıdır. Yağmur kullanılacak su miktarını da arttırmış, gece uyurken ihtilâm olan askerler uyanır uyanmaz –namazlarını geçirmeden– yıkanmış, abdest almış, temizlenmişler, böylece ve bu mânada şeytanın pisliğini gidermiş, cünüplüğün müslümanda hâsıl ettiği kirlilik duygusunu üzerlerinden atmışlardır. Allah’ın bu savaşa katılanlara lutfettiği çeşitli destek ve yardımlara bir de yağmur eklenince, maddî faydası yanında askerin moral kazanmasını, cesaret ve zafer beklentilerinin artmasını da sağlamış, kalpleri endişe ve heyecandan, zihinleri de dağınıklıktan kurtarmıştır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 670-671
اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. يُغَشّ۪يكُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُغَشّ۪يكُمُ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
النُّعَاسَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَمَنَةً failin hali olup lafzen mansubtur.
مِنْهُ car mecruru اَمَنَةً ‘e müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يُنَزِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru يُنَزِّلُ fiiline müteallıktır. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru يُنَزِّلُ fiiline müteallıktır. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لِ harfi, يُطَهِّرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُنَزِّلُ fiiline müteallıktır.
يُطَهِّرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِه۪ car mecruru يُطَهِّرَ fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُغَشّ۪يكُمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi غشو ‘dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُذْهِبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَنْكُمْ car mecruru يُذْهِبَ fiiline müteallıktır. رِجْزَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الشَّيْطَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يَرْبِطَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ‘den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lamut talilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُغَشّ۪يكُمُ veya يُنَزِّلُ fiiline müteallıktır.
يَرْبِطَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلٰى قُلُوبِكُمْ car mecruru يَرْبِطَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يُثَبِّتَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِهِ car mecruru يُثَبِّتَ fiiline müteallıktır. الْاَقْدَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يُذْهِبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi ذهب ‘dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُثَبِّتَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ثبت ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Ayet mahzufla birlikte müstenefedir. يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ cümlesine muzâf olan zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. Muzâfun ileyh cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَمَنَةً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
Aynı üslupla gelen وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümlesi وَ ’la يُغَشّ۪يكُمُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ cümlesine dahil olan sebep bildiren harf-i cer لِ’nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, mecrur mahalde يُنَزِّلُ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelen وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ cümlesi, masdar-ı müevvele matuftur.
عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ cümlesinde mecrurun takdimi fasılaya riayet içiindir. Çünkü bu ayetlerde fasıla, med ve sonrasında gelen bir harf şeklindedir. Ayrıca arkadan gelen de önem verilen bir şeydir. (Âşûr)
“Şeytanın pisliğini…” Bu, şeytanın müminlere vesvese vermesi ve onları susuzlukla korkutmasıdır. “Şeytanın pisliği”nin cünüplük olduğu çünkü cünüplüğün onun hayal ettirmesiyle gerçekleştiği de söylenmiştir. (Keşşâf)
رِجْزَ الشَّيْطَانِ tabirinde “sebep olan şey” söylenmiş, müsebbep yani sonuç (şeytanın sebep olduğu şey) kastedilmiş, sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel olmuştur.
Kalbin güçlü olmasının, mutmain olmasının maddi güçten daha önemli olduğunu düşünebiliriz.
وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُم cümlesi de ta’lil bildiren masdar teviliyle mecrur mahaldedir ve يُنَزِّلُ fiiline müteallıktır.
رْبِطَ , aslında bir şeyin bağlarını sıkmaktır. Tespit ve kargaşayı giderme manasında mecazdır. عَلٰى harf-i ceri, bağlantının sağlamlığı için müsteardır. Yani mecaz için terşihdir. (Âşûr)
Ayetin son cümlesi وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ de masdar teviliyle, makabline matuftur.
النُّعَاسَ kelimesi tam bir uyku hali değil, hafif uyku demektir. Gönlün huzur bulması ve rahatlaması manasında olduğu da söylenmiştir. (Müfredat)
Size semadan su indiriyor manasındaki وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümlesinde عَلَيْكُمْ şeklindeki harf-i cer ile mecrurunun, mef’ulün bihten önce getirilmesi, öne alınan şeyin önemli olduğunu gösterir, tehir edilene de teşvik eder.
مَٓاءً kelimesi nekre gelmiş, böylece bildiğimiz bir su olmadığına işaret edilmiştir. Her zamanki yağmurdan farklı bir yağmurdur. Müslümanlara rahmet olurken, öbür tarafa bela olmuştur. Bu yağmur onların korkusunu gidermiş, ferahlık vermiştir.
Ayette, sizi temizlemek, şeytanın vesvesesini sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak olarak gökten suyun indirilme sebeplerinin sayılması taksim sanatıdır.
قُلُوبِكُمْ - الْاَقْدَامَ ve لِيَرْبِطَ - يُثَبِّتَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.اِذْ يُوح۪ي رَبُّكَ اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ اَنّ۪ي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ سَاُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْاَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | يُوحِي | vahyediyordu |
|
3 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
4 | إِلَى |
|
|
5 | الْمَلَائِكَةِ | meleklere |
|
6 | أَنِّي | şüphesiz ben |
|
7 | مَعَكُمْ | sizinle beraberim |
|
8 | فَثَبِّتُوا | siz pekiştirin |
|
9 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
10 | امَنُوا | inananları |
|
11 | سَأُلْقِي | ben salacağım |
|
12 | فِي | içine |
|
13 | قُلُوبِ | yüreklerine |
|
14 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
15 | كَفَرُوا | inkar edenlerin |
|
16 | الرُّعْبَ | korku |
|
17 | فَاضْرِبُوا | vurun |
|
18 | فَوْقَ | üstüne |
|
19 | الْأَعْنَاقِ | boyunların(ın) |
|
20 | وَاضْرِبُوا | ve vurun |
|
21 | مِنْهُمْ | onların |
|
22 | كُلَّ | her |
|
23 | بَنَانٍ | parmağına |
|
Meleklerden oluşan takviye gücüne Allah Teâlâ bilgi ve tâlimat verirken müslüman güçler için çok önemli olan bir mânevî desteğini daha açıklamaktadır: “İnkâr edenlerin kalplerine korku salmak.” Psikolojik savaşın önemli hedeflerinden biri düşmanı korkutmak, moralini bozmak ve gözünü yıldırmaktır. Allah, müminler lehine bunu da sağlamış olmaktadır.
Meleklere yönelik “vurun” emri, onların bu savaşa fiilen ve muharip olarak katıldıklarını göstermektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 671
اِذْ يُوح۪ي رَبُّكَ اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ اَنّ۪ي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. يُوح۪ي ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُوح۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ car mecruru يُوح۪ي fiiline müteallıktır.
اَنّ۪ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مَعَ mekân zarfı, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنّ۪ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte يُوح۪ي fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن بدأ القتال فثبّتوا (Savaş başlarsa sabit tutun…) şeklindedir.
ثَبِّتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُوح۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi وحي ‘dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ثَبِّتُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ثبت ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
سَاُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْاَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍۜ
سَاُلْق۪ي fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. اُلْق۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri انا ’dir.
ف۪ي قُلُوبِ car mecruru اُلْق۪ي fiiline müteallıktır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الرُّعْبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ atıf harfidir. اضْرِبُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَوْقَ mekân zarfı, اضْرِبُوا fiiline müteallıktır. الْاَعْنَاقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Fiilin mef’ûlu hazfedilmiştir. Takdiri, اضربوهم (Onlara vurun) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. اضْرِبُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru كُلَّ بَنَانٍ ‘in mahzuf haline müteallıktır.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بَنَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
سَاُلْق۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِذْ يُوح۪ي رَبُّكَ اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ اَنّ۪ي مَعَكُمْ
Fasılla gelen cümlede zaman zarfı اِذْ önceki ayettekinden bedeldir. Muzafun ileyh konumundaki يُوح۪ي رَبُّكَ اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Buradaki hitap Peygambere tevcih edilmiştir. Çünkü burada emredilenlere, Peygamberden başkası muktedir olamaz. (Ebüssuûd, Âşûr)
Rabb isminin, Hz. Peygambere ait zamire izafesi, ona tazim ve teşrif ifadesinin yanında, Allah Teâlâ'nın, onun hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki اَنّ۪ي مَعَكُمْ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen ب harfiyle birlikte يُوح۪ي fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelam olan ve sübut ifade eden isim cümlesidir. اَنَّ ’nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مَعَكُمْ , bu mahzuf habere müteallıktır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَثَبِّتُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ
Takdiri, إن بدأ القتال (eğer savaş başlarsa) olan mahzuf şartın cevabıdır. فَ rabıta veya fasihadır.
Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَثَبِّتُوا ifadesinde tespit, savaş sahasında sebat etmeye ve çatışma zorluklarına göğüs germek için gayret göstermeye sevk etmek demektir. (Ebüssuûd)
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Müminler, mevsûlle ifade edilerek hem duruma dikkat çekilmiş hem de tazim edilmiştir.
سَاُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ
Fasılla gelen سَاُلْق۪ي cümlesi, اَنّ۪ي مَعَكُمْ sözü için tefsiriyye veya birbirine atfedilmiş iki cümle arasında itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Âşûr ise istînâfi ibtidaiyye olan müstenef bir cümle olduğunu söylemiştir.
İstikbal harfi سَ ’nin dahil olduğu, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin hissettikleri korkuyu etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
Mahallen mansub olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası كَفَرُوا , mazi fiil cümlesi sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107) Kâfirler mevsûlle ifade edilerek hem duruma dikkat çekilmiş hem de tahkir edilmiştir.
[Kalplere korku bırakmak] istiare-i tebeiyye ve tecessümdür. ف۪ي harf-i ceri bu korkunun kâfirlerin ta içlerine nüfuz edeceğini bildirir. Korku bırakılan, salınıp gönderilen bir şey değil insanın içinde duyduğu bir histir. Bu istiare korkunun onları çok etkileyip saracağını, derinden etkileyeceğini ifade eder.
Lâzım; korku bırakacağız. Melzûmu; müminlerden kaçacaklar, savaşlarda mukavemet edemeyecekler manasıdır.
الرُّعْب “Kalpte meydana gelen korku” manasınadır. Bunun asıl manası, “doldurmak”tır. Sel, vadileri ve nehirleri doldurduğunda سَيْلٌ رَاعِبٌ denir. Korkuya da kalbi korkuyla doldurduğu için رُعْبٌ denmiştir.
فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْاَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍۜ
Cümle فَ ile , فَثَبِّتُوا cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍۜ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline وَ ’la atfedilmiştir.
Vurma emrinin tekrar edilmesi, bu emrin ziyadesiyle önemine işarettir.
(Ebüssuûd)
كَفَرُوا - اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اضْرِبُوا - الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْاَعْنَاقِ - بَنَانٍۜ - قُلُوبِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
”Boyunlarının üstüne ve parmaklarına vurun” ibaresinde cüziyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. (Beyân ilmi)
بَنَانٍ kelimesi farklı şekillerde yorumlanmıştır: El ve ayak parmaklarının uçlarıdır,
mafsallardır, taraflar yani uzuvlar demektir, toplumun avamı demektir. (Ebüssuûd,
Keşşâf)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | böyle (olacak) |
|
2 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
3 | شَاقُّوا | karşı geldiler |
|
4 | اللَّهَ | Allah’a |
|
5 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
6 | وَمَنْ | kim |
|
7 | يُشَاقِقِ | karşı gelirse |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
10 | فَإِنَّ | muhakkak ki |
|
11 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
12 | شَدِيدُ | çetin olur |
|
13 | الْعِقَابِ | cezası |
|
İnkâr edenlere karşı Allah’ın müminleri desteklemesi, inkârcıların köklerini kazımalarını, “boyunlarının üzerinden vurmalarını, onların bütün parmaklarına vurmalarını”; yani onları savaşamayacak derecede etkisiz hale getirmelerini (bk. Şevkânî, II, 333) istemesi, inkâr günahının veya suçunun cezası değildir; çünkü dünyada insanların inanma ve inkâr etme hürriyetleri vardır. Bu şiddetli mukabelenin sebebi inkârcıların, din ve vicdan hürriyetini çiğnemeleri, Allah’ın dinine, müminlerin dinî hayatlarına karşı cephe oluşturmaları, baskı uygulamaları, savaş ilân etmeleridir. Yalnızca inkâr etmenin, hak dine uymayan bir dünya görüşünü ve hayat tarzını benimsemenin cezası ise âhirette verilecektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 671
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. شَٓاقُّوا fiili أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
شَٓاقُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَسُولَهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
شَٓاقُّوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi شقق ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَمَنْ يُشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُشَاقِقِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَسُولَهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. شَد۪يدُ kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. الْعِقَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ
Ayet بِاَنَّهُمْ ‘deki بِ sebebiyyeden dolayı ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr)
Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Bu hitap, Resulullah içindir yahut buna muhatap olmaya layık herkes içindir. Onlara isabet eden bu cezanın sebebi, onların yenilmesi imkânsız olan Allah'a karşı düşmanlıklarından dolayıdır. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Ayetteki شَقَّ kelimesi شِقْ kelimesinden türemiştir. شِقْ, taraf demektir. Çünkü onlar, Müslümanların karşısına geçip, karşı bir taraf oluşturmuşlardı. Kulun, dünyada ve ahirette kazanmış olduğu mutluluk ve sıkıntı, kulun oradaki kazancına bir giriş mesabesinde olur. (Rûhu’l Beyan)
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
اللّٰهَ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı bu kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَمَنْ يُشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
وَ istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ , şart cümlesidir. Şart cümlesi aynı zamanda haberdir.
Bu şart cümlesi, makabli için bir tekmile ve mefhûmu için bir izahtır. Aynı zamanda istidlal yoluyla sebebin tespitidir. Yani o şiddetli cezanın sebebi, onların Allah Teâlâ'ya ve Resulüne karşı gelmelerindendir ve her kim, Allah Teâlâ'ya ve Resulüne karşı gelirse onun için şiddetli bir ceza vardır. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya muzâf olan resul, şan ve şeref kazanmıştır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Şartın cevabı isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta ifade eden فَ harfi gelmiştir. Sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi veciz ifade için izafet şeklinde gelmiştir.
شَد۪يدُ الْعِقَابِ tabirinde sıfat, mevsûfuna muzâf olmuştur. Mübalağalı bir tasvir üslubudur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Bu terkibin مَنْ ’in haberi olması caizdir.
اِنَّ ’nin isminin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz ve teberrük içindir.
شَٓاقُّوا - يُشَاقِقِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللّٰهَ وَرَسُولَهُ iki kere geçmiş, Allah ismi üç kere geçmiştir. Bu tekrarlarda reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ kavli, Allah’a ve Resulüne karşı gelenlerin cezasından kinayedir. Haberin lâzımı dolayısıyla şart ve ceza arasındaki irtibat açıktır. (Âşûr)
ذٰلِكُمْ فَذُوقُوهُ وَاَنَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابَ النَّارِ
ذٰلِكُمْ فَذُوقُوهُ وَاَنَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابَ النَّارِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمُ , mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri; واقع أو مستحقّ (Vuku bulucudur veya müstehaktır.) şeklindedir.
فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّهوا فذوقوه (Dikkat edin, aksi halde onu tadın) şeklindedir. ذُوقُوهُ fiili ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri; المحتّم أو الواجب (Kesindir veya görevdir.) şeklindedir. Veya mahzuf haberin mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri; محتّم أي استقرار عذاب النار للكافرين محتّم (Kaçınılmazdır yani kâfirler için ateş azabı kaçınılmazdır.) şeklindedir.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اَلْكَافِر۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
عَذَابَ kelimesi اَنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubtur. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكُمْ فَذُوقُوهُ وَاَنَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابَ النَّارِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. ذٰلِكَ mahzuf haberin mübtedasıdır. Takdiri, واقع أو مستحقّ (Vaki olmuştur veya müstehaktır.) olabilir. Mahzufla birlikte cümle sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder.
ذٰلِكُمْ , bir durak gibidir. ”Bu olmuştur” gibi bir anlamı vardır.
ذٰلِكُمْ ‘deki كَ , Peygambere (sav) ya da her bir kimseye hitaptır. ذٰلِكُمْ ‘daki zamir ise gaipten muhataba iltifat sanatıyla kâfirlere aittir. (Keşşâf)
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكُمْ ile duruma işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
فَذُوقُوهُ cümlesi mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Takdiri, تنبّهوا فذوقوه.. (Dikkat edin ve onu tadın) olabilir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَذُوقُوهُ [Onu tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Gerçek anlamda tatmak, duyu organı ile algılamak demektir. Burada tatma fiili kişinin azabı ne kadar kuvvetle hissettiğini ifade eder. Câmi’, hissetmektir.
وَ atıf harfidir. أَنَّ ve masdar-ı müevvel, önceki istînâfa matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
اَنّ , لِلْكَافِر۪ينَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اَنَّ , عَذَابَ النَّارِ ‘nin muahhar ismidir. اَنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
لِلْكَافِر۪ينَ ‘deki marifelik istiğrak içindir. Tezyil cümlesidir.(Âşûr)
اللّٰهَ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mÜrâât-ı nazîr sanatı, bu kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Zamir makamında zahir isme iltifat edilerek ‘kâfirler için’ denilmesiyle, onların kâfir olduğu vurgulanmıştır.
Son cümle ibhamdan sonra izah sadedindedir. Kâfirlerin tadacakları şeyin açıklaması yapılmıştır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفاً فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | ne zaman ki |
|
5 | لَقِيتُمُ | karşılaşırsanız |
|
6 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
7 | كَفَرُوا | inkar edenlerle |
|
8 | زَحْفًا | toplu halde |
|
9 | فَلَا | asla |
|
10 | تُوَلُّوهُمُ | onlara döndürmeyin |
|
11 | الْأَدْبَارَ | arkalar(ınız)ı |
|
Bedir Savaşı’ndan sonra ganimetlerin taksimi konusunda farklı beklenti ve görüşler ortaya çıkması üzerine gelen âyetler arasında bulunan ve savaştan kaçmanın sonuçlarını açıklayan bu âyetleri, savaştan önce inmiş kabul edenlerin tesbit ve yorumları vâkıaya uygun düşmemektedir. Bedir’den önce küçük akıncı hareketleriyle başlayan çatışmalar bu savaştan sonra büyüyerek devam etmiştir. Bunun böyle olacağını bilen Allah Teâlâ, hem müminleri gerektiğinde savaşmaya ve bunun getirdiği acılara, zorluklara katlanmaya teşvik etmek hem de savaştan kaçmayı engelleyici müeyyide oluşturmak üzere bu âyetleri indirmiştir.
Hz. Peygamber’in bizzat katıldığı savaşlarda kaçanların, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılmak gibi seçeneklerinin olamayacağı, halbuki başka zaman ve durumlarda böyle meşrû gerekçelerin bulunabileceği düşüncesinden yola çıkan bazı müfessirler, âyetlerin şiddetli ifade ve hükümlerinin Hz. Peygamber zamanına ve onun bizzat katıldığı savaşlara mahsus olduğunu ileri sürmüşler, bu durumda düşmanın sayısı ne olursa olsun savaşı bırakıp çekilmenin câiz olmadığını söylemişlerdir. Bu yorumu destekleyen şöyle bir örnek de vardır: Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in bulunmadığı bir çatışmada sıkışınca bazı arkadaşlarıyla birlikte geri çekilmişti. Sonradan kendi aralarında düşününce yaptıklarının, Allah’ın öfkesine uğratan bir firar olduğu kanaatine vararak “Medine’ye gizlice girelim, Hz. Peygamber’i görelim. Eğer tövbemiz kabul edilirse orada kalalım, edilmezse başımızı alıp gidelim” dediler. Sabah namazından önce Peygamberimizi görerek durumu arzettiler. O şöyle buyurdu: “Siz savaştan kaçanlar değil, tekrar savaşmak üzere geri çekilenlersiniz.” Bunun üzerine İbn Ömer ve arkadaşları efendimizin elini öpmüşler, o da sözlerine şunu eklemiştir: “Müslümanlar geri çekildiklerinde takviye için geldikleri birlik benim” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 106).
Savaştan kaçma fiilini kebâir (büyük günahlar) arasında sayan meşhur hadis (Buhârî, “Vesâyâ”, 23; Müslim, “Îmân”, 145) yanında iki âyet daha konumuzla doğrudan ilgilidir. Birincisi Uhud Savaşı ile ilgili olup orada savaş meydanını terkedenler kınanmış ve Allah’ın affından söz edilmiştir (Âl-i İmrân 3/155). İkinci âyet de Huneyn Savaşı’ndaki dağılma ve kaçma ile ilgilidir; orada da kaçanlar kınanmış, bir kısmının affedildiği bildirilmiştir (et-Tevbe 9/25-26). Bu naslardan çıkan hüküm, savaş taktiği veya bir başka birliğe katılma amacı dışında savaştan kaçmanın büyük bir suç ve günah olduğudur. İlgili âyet ve hadisleri yorumlarken özel durumlarla sınırlandırma (tahsîs) veya aralarında çelişki görüp bir kısmının hükmünü kalkmış gösterme (nesih) yerine işin gereğini, tarihî şartları ve genel hükümleri göz önüne alarak sonuçlar çıkarmayı tercih ediyoruz. Buna göre nasları şöyle yorumlamak mümkündür: Savaşılan düşman bire iki, bire on bile olsa gerektiğinde müslümanlar, Allah’ın yardımına güvenerek savaşa girmeye ve dayanmaya teşvik edilmiştir. Askerî birlikler fiilen çarpışırken bazı askerlerin tek başlarına veya grup halinde, savaş gereği olmaksızın kaçmaları hem diğerlerine zarar vereceği hem de harbi kazanma şansını azaltacağı için şiddetle yasaklanmıştır. Ancak teke tek çarpışmalarda canı kurtarmak için gerektiğinde kaçmak veya büyük bir düşman gücü karşısında zafer ihtimali bulunmadığı için savaşa girmemek, kezâ büyük zayiat verilmesi hali ve ihtimali karşısında kumanda ile ve düzenli bir şekilde çekilmek… savaştan kaçma veya bunun kınanan, yasaklanan çeşitlerinden birisi olarak değerlendirilemez. İbn Ömer’le ilgili olayda bir kaçma, arkasından pişmanlık, tövbe ve Hz. Peygamber’e gelip başvurma, teslim olma durumu vardır. Bu hadiseye dayanarak “başka bir birliği desteklemek için yer değiştirme” kavram ve kuralını, konunun tabiatına ters düşecek şekilde sürdürmek ve genişletmek doğru değildir. İbn Ömer ve arkadaşlarıyla ilgili olay bir kaçma, sonra pişmanlık duyup teslim olma fiillerinden ibarettir. Hz. Peygamber bunları affetmiş, gelip kendisine teslim olmalarını, onlara teselli olsun diye, bir cepheden bir başka cepheye intikal ve kendisinin bulunduğu birliğe iltihak olarak değerlendirmiştir. Şartlar uygun düştüğünde savaştan kaçan, sonra pişman olup yetkili makama teslim olan askerlerin affedilip tekrar cepheye sevkedilmeleri mümkündür.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 672-674
Riyazus Salihin, 1618 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:”Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler:
Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular. Hz. Peygamber:
“Allah’a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir,” buyurdu.
(Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفاً فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart ismi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. لَق۪يتُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَق۪يتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
زَحْفاً kelimesi لَق۪يتُمُ fiilinin mef’ûlunun hali olarak fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُوَلُّوهُمُ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْاَدْبَارَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ءَامَنُوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
تُوَلُّوهُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفاً فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümle إذْ يُوحِي رَبُّكَ إلى المَلائِكَةِ أنِّي مَعَكُمْ (Enfal Suresi, 12) ile فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ (Enfal Suresi, 17) arasında mu’terızadır. (Âşûr)
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır.
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir, Sâbûnî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ifadesi geçtiği zaman şunları düşüneceğiz: (sonu اٰمَنُٓوا yerine değişik şekillerde de gelebilir)
يَٓا : uzaktakine hitap eden nida harfidir. Ama Allah bize çok yakındır. Yani bu mecazi bir kullanımdır. Amaç bizim dikkatimizi çekmektir. Çünkü biz uzaktaki bir kişiye dikkatini çekmek için nida ediyoruz. Dolayısıyla Allah bize yakın olmasına rağmen bizim O’ndan uzak olmamız ve O’nu düşünmememiz nedeniyle böyle nida ediyor. Hem dikkatimizi çeker hem de arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir değeri olduğuna işaret eder.
Sonra اَيُّ gelmiştir. Bu da nida harfidir. Elif-lamlı kelime ile nida harfini birbirine bağlayan bir kelimedir. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelime ile açıklanır. Buna ibhamdan sonra beyan denir. Dikkati arttırır, arkadan emir mi, nehiy mi yoksa bir hüküm mü gelecek, onu dinlemeye hazırlar.
Sonra da هَا gelir. O da tenbih (uyarı) harfidir. Yani bu hitapta üç tane tenbih (dikkat çekme) harfi vardır. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Nidanın cevabı şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh konumunda şart cümlesi olan لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَق۪يتُمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا زَحْفاً , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
زَحْفاً [karşılaşma] anlamı verilen kelime, azar azar yaklaşmak demektir. Asıl anlamı, ‘kalçalar üzerinde sürünmek’ demektir. Daha sonra savaş esnasında bir başkasına doğru yürüyen herkese bu ad verilmeye başlanmıştır. “Karşılıklı olarak birbirine yaklaşmak, yakınlaşmak” anlamına gelir. (Kurtubî)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ , emir-nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَق۪يتُمُ , زَحْفاً fiilinin mef’ûlünden haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ , savaşta firar etmekten kinayedir.
وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يُوَلِّهِمْ | döner(kaçar)sa |
|
3 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
4 | دُبُرَهُ | arkasını |
|
5 | إِلَّا | dışında |
|
6 | مُتَحَرِّفًا | bir tarafa çekilmek |
|
7 | لِقِتَالٍ | savaşmak için |
|
8 | أَوْ | ya da |
|
9 | مُتَحَيِّزًا | katılmak |
|
10 | إِلَىٰ |
|
|
11 | فِئَةٍ | (başka) bir birliğe |
|
12 | فَقَدْ | muhakkak |
|
13 | بَاءَ | uğrar |
|
14 | بِغَضَبٍ | bir gazaba |
|
15 | مِنَ | -tan |
|
16 | اللَّهِ | Allah- |
|
17 | وَمَأْوَاهُ | ve onun yeri |
|
18 | جَهَنَّمُ | cehennemdir |
|
19 | وَبِئْسَ | ve o ne kötü |
|
20 | الْمَصِيرُ | varılacak bir yerdir |
|
وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُوَلِّهِمْ şart fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَوْمَ zaman zarfı, إذ için muzâftır. يُوَلِّهِمْ fiiline müteallıktır. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, يوم إذ لقيتموهم (Onlarla karşılaştığınız gün) şeklindedir.
دُبُرَهُٓ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. مُتَحَرِّفاً mukadder genel halin istisnası olarak mahallen mansubtur. Takdiri, من يولّهم ملتبسا بأية حال إلّا متحرّفا (... hali dışında kim onlara herhangi bir halde arkasını dönerse...) şeklindedir.
لِقِتَالٍ car mecruru ismi fail olan مُتَحَرِّفاً ‘e müteallıktır. مُتَحَيِّزاً kelimesi atıf harfi اَوْ ile مُتَحَرِّفاً ‘e matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى فِئَةٍ car mecruru مُتَحَيِّزاً ‘e müteallıktır.
يُوَلِّهِمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُتَحَرِّفاً - مُتَحَيِّزاً kelimeleri, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِغَضَبٍ car mecruru بَٓاءَ fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبّسا أو مصحوبا بغضب (Gadablı olarak) şeklindedir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru غَضَبٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَأْوٰيهُ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haberdir.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ istînâfiyyedir. بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, جهنّم şeklindedir. Dönüş manasındaki الْمَص۪يرُ kelimesi mimli masdardır.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Ayet, nidanın cevabına matuftur. Şart üslubunda gelen cümlede şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ, şart cümlesidir. Şart cümlesi aynı zamanda haberdir.
مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ , müstesnadır. Genel halden istisna edilen haldir. مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ müstesnaya اَوْ harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ , tahkik harfiyle tekid edilmiş mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Bu terkibin مَنْ ’in haberi olması caizdir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.
مُتَحَرِّفاً - مُتَحَيِّزاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِغَضَبٍ ’deki tenvin ancak Allah’ın bileceği bir nev olduğuna işaret eder.
يُوَلِّهِمْ ; arkasını dönüp gitmek, firar etmekten kinayedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Savaş meydanından kaçmak, büyük günahlardandır. İlim adamları, büyük günahların sayısını yetmişe kadar saymışlardır. Savaş halinde olan ordudan kaçmak da onlardan biridir. Bu durum, Müslümanlarla düşmanın sayısı eşit ya da düşmanının iki kat olduğu zamanlardadır. Bu ve buna benzer şeyler, Müslümanlar arasında kötü sayılan şeylerden olup Allah'a ve dine karşı işlenmiş bir cinayettir. Günahların büyüklerindendir ve bu kimsenin, şahitlik yapması kabul edilmemektedir.
(Rûhu’l Beyan)
و istînâfiyyedir. Cümle, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili بِئْسَ ’nin mahsusunun mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, عذاب النار ‘dır. Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.
Cehennemin sığınak olması çok ilginç bir tabirdir. İnsan cehenneme sığınır mı? Öyle bir gazap ki Allah’ın gazabı, insan o gazapdan cehenneme sığınıyor. Rabbim hepimizi muhafaza buyursun.
Herkes gelecekteki haline yazar, ben geçmiştekine yazdım;
Seni kontrol eden üzüntü ve endişelerin şimdi kapımızı çalsa, cevap belli: ‘aradığınız kişi artık burada yaşamamaktadır.’
Ne yaptıysan yaptın. Her şeyinle geçmişte kaldın. Zaman su gibi akıp geçti. Günler haftalara, aylara ve sonra yıllara dönüştü.
Bazı istediklerin gerçekleşmedi. İstemeyi akıl edemediğin güzellikler ise senin oldu. Gitmez dediklerin terk etti. Yerine başkaları geldi. Bitmez dediklerin sona erdi. Hayal bile etmediğin başlangıçlar, kapında belirdi.
Ne kadar düşündüysen düşündün. Olacak olanla, olmayacak olanın akıbetini değiştiremedin.
Geleceğini bulunduğun anın duygu yoğunluyla değerlendirme. Yapbozun tek bir parçasına takılıp kalma. Henüz taşımadığın bir ağırlığı yüklenmeye kalkışma. Yaşayıp yaşamayacağını bilmediklerinin peşinden sürüklenme. Kontrol altında tutarım umuduyla her ihtimali ölçüp biçme. Attığın hiçbir küçük adımı asla küçümseme. Zaten yapman gerekenleri yapıyorum diye böbürlenme.
Gülümse. Tevekkül et. Teslim ol. Sıkıntı ve üzüntünü Rabbine arzet. Bekle. Sabırla ve ümitle bekle. Bulunduğun anın değerini bil. Zamanını değerlendir. Sahip olduklarına şükret. Olmadıklarına, vardır bir hayır de. Güven. Gönlünün derinliklerini bilen Allah’a güven. O’nun kapısına git ve rahmetine sığın.
Ey Rabbim! Rahmetiyle kalpleri yatıştıran Sensin, gönüllerimizi huzur bahçelerine çevir. Uykuyla zihinlerimizi ve bedenlerimizi dinlendiren Sensin, hallerimizi katından gelecek güven duygusuyla hafiflet. Merhametiyle üzerimizdeki her türlü pisliği temizleyen Sensin, her parçamızı nurunla aydınlat. Bizi; geçmişinden ibret alanlardan, gelecek meselelerinde Sana sığınanlardan ve şimdiyi en güzel şekilde değerlendirenlerden eyle.
Amin.
***
Bazen sorulan basit sorulara verilen farklı cevapların peşine düşerdi. Bu tür bir sohbetin başlamasına sebep olduğu günlerden birinde, ortaya attığı konu şuydu: Huzuru neye benzeterek istersin?
O gün verilen cevaplardan sadece bir tanesini hatırlıyordu. Keyifle kurguladığı kendi cevabını ve konuşanın yüzünü bile unutmuştu. Hatırladığı ses şöyle demişti:
Allah’tan dilediğim huzur; Bedir Savaşı’nda istirahata çekilen müminlerin üzerine indirilen ve güven hissiyle uyunan uykudur. Düşünün, bir süre sonra savaşacaklar ve sakin bir uyku uyuyorlar.
Zira o öyle bir huzur ki; kalp ile zihni arındırır, vesveseleri etkisiz kılar, beden ile cesareti dinçleştirir, attığı adımlar sağlamlaşır ve bakışları ile niyetleri netleşir.
Zaten insanın hayalini kurduğu huzur da böyle bir şey değil midir? Yeryüzünün imtihanları sanki bir savaş meydanıdır. Kişi de soluduğu huzurla Allah’a güvenerek hareket eden bir cengaver olmayı diler.
Zira o öyle bir huzur ki; Allah’ın yardımıyla beraber şimdiye ve geleceğe dair hiçbir şüphesi kalmamıştır. Nihai hedefi olan Allah’ın rızasını kazanmakla gözgözedir. Elinden geleni yapma heyecanıyla atılır.
Ey Allahım!
Bizi şükretmeyi sevenlerden ve affına sığınanlardan,
Emir ve yasaklarına uyarak yaşayanlardan,
Kelamının ve zikrinin muhabbetiyle dolanlardan eyle.
Ey Allahım!
Üzerimize huzur yağmurları indir. Kötülükler aksın, iyilikler çoğalsın. Korkular dinsin, umutlar yeşersin.
Rahmetin ile bizi Sana olan teslimiyetinden dolayı tatmin olan kalbiyle, son nefesine kadar sağlam adımlarla İslam yolunda yürüyenlerden ve rızana kavuşanlardan eyle.
Amin.