Medine döneminde hicretin ikinci yılında Bedir savaşından sonra inmiştir.75 âyettir. Sûre, adını ilk ayetteki “el-Enfâl” kelimesinden almıştır. “Enfâl”, savaş ganimetleri demektir. Sûrede başlıca, savaş, özellikle Bedir savaşı sonrası elde edilen ganimetlerle, bunların kimlere ve nasıl pay edileceği konu edilmektedir.
Nüzul sırası: 88, Mushaf sırası 8 dir.
Medeni bir suredir.
İsmi nafileden gelir.
Nafile; fazlalık, fazladan olan şeyler demektir. Enfal çoğuludur.
Savaşın sebebi ganimet elde etmek değil, dinini ve vatanını korumaktır. Ama bunun yanında mal, toprak, hayvan vs elde edildiği için, bu çeşit gelirlere nafilenin çoğulu olan“enfal” ismi verilmiştir.
Bu sure Bedir savaşının hemen bitiminde nazil olmuştur.Mushaftaki sıralamada sekizinci, iniş sırasına göre seksen sekizinci sûredir. Bakara sûresinden sonra, Âl-i İmrân’dan önce inmiştir.
Sûrenin 30-36. âyetleri dışında kalan kısmının Medine’de indiğinde ittifak vardır. Bu yedi âyet ise bazı müfessirlere göre Mekke’de nâzil olmuştur. Sûre Medine’de, Bakara’dan sonra ikinci sırada gelmeye başlamış, fakat araya başka sûrelerin bazı âyetlerinin nüzûlü de girmiştir.
Hicretin üzerinden bir buçuk yıl geçip ramazan ayı gelince müslümanlar Medine yakınlarındaki Bedir mevkiinde, Mekkeli müşriklerle ilk önemli savaşlarını yapmışlardı. Savaş müslümanların zaferiyle sonuçlanmış, düşmandan ganimet de elde edilmişti. Ganimetlerin paylaşımı konusunda daha önceden uygulanarak sabit olmuş İslâmî bir kural bulunmadığı için, doğrudan çarpışmaya katılanlarla cephe gerisinde hizmet verenler, gençlerle yaşlılar, teşvik vb. maksatlarla kendilerine ödül vaad edilmiş kimselerle buna razı olmayanlar arasında ihtilâf çıkmıştı. Ayrıca bu savaşta kardeşini şehid vermiş olan Sa‘d b. Ebû Vakkås da müşriklerden Saîd b. Âsî’yi katletmiş, maktulün kılıcını alarak Resûlullah’a gelmiş, bunun kendisine verilmesini istemişti. İşte bu olaylar ve talepler üzerine daha Bedir’den ayrılmadan ve ganimetler paylaştırılmadan sûrenin ilk âyeti nâzil olmuştur. Bazı müfessirlere göre Hz. Peygamber’i ve müminleri savaşa teşvik eden, iman cephesinin bire karşı on kişiyle savaşsalar bile galip geleceklerini bildiren 64-65. âyetler savaştan önce gelmiştir. Şu halde sûrenin Medine’de, Bedir Savaşı sırasında gelmeye başladığı kesinlik kazanmakta, tamamlanmasının ise daha sonraki zamanlarda olduğu anlaşılmaktadır (İbn Kesîr, III, 545; İbn Âşûr, IX, 245-246).Kur’ân-ı Kerîm’in bir özeti olan Fâtiha sûresinde Allah’ın lutfuna mazhar olanlarla O’nun gazabına uğrayanlardan ve doğru yoldan sapanlardan söz edilmiş, yalnız Allah’a kulluk eden ve sadece O’ndan yardım dileyenlere doğru yoldan ayrılmamaları telkin buyurulmuştu. Kulluk yolundan sapanların bir kısmı bu yolda sebat edenlere düşman oldukları ve onlara hayat hakkı tanımadıkları için tarih boyunca hak ile bâtılın mensupları arasında mücadele devam etmiştir. Bu mücadelenin bazan kaçınılmaz hale gelen şekillerinden biri de savaştır. Sûrenin asıl konusu Bedir örneğinden hareketle genel olarak savaşın amacı, barış, savaşta ele geçen esirler ve ganimetle ilgili hükümlerdir.
Kur’an’ın temel amacı insanlara iman, ibadet ve ahlâk değerlerini kazandırmak olduğu için sûrede yeri geldikçe bu doğrultuda şu konulara yer verilmiştir:
1. Gerçek bir müminde bulunması gereken nitelikler,
2. Hicret,
3. Allah’ın ihlâslı ve fedakâr kullarına müstesna yardımları,
4. Allah ve resulüne itaatin gerekliliği ve sonuçları,
5. Takva ahlâkı ile hakkı bâtıldan ayırma bilinci arasındaki ilişki,
6. İnkârın dünya ve âhiret hayatında insana getirdikleri,
7. Allah’ın lutuf, nimet ve cezasının, kulların kendilerini değiştirme veiyileştirme çabalarıyla bağlantısı,
8. Maddî ve mânevî değerleri koruyabilmek ve meşrû savunmayı gerçekleştirebilmek için gerekli olan stratejik donanım ve hazırlık,
9. Müminler arasındaki birlik ve dayanışma ilişkisinin (velâyet) şartları ile boyutları.بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَسْأَلُونَكَ | sana sorarlar |
|
2 | عَنِ | -den |
|
3 | الْأَنْفَالِ | ganimetler- |
|
4 | قُلِ | de ki |
|
5 | الْأَنْفَالُ | ganimetler |
|
6 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
7 | وَالرَّسُولِ | ve Elçi(si)nindir |
|
8 | فَاتَّقُوا | korkun |
|
9 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
10 | وَأَصْلِحُوا | ve düzeltin |
|
11 | ذَاتَ | hali |
|
12 | بَيْنِكُمْ | aranızdaki |
|
13 | وَأَطِيعُوا | ita’at edin |
|
14 | اللَّهَ | Allah’a |
|
15 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | كُنْتُمْ | siz (gerçekten) iseniz |
|
18 | مُؤْمِنِينَ | inananlar |
|
“Ganimetler” diye çevrilen enfâl kelimesi, lugat mânası “fazlalık, fazladan” demek olan nefelin çoğuludur. Düşmandan elde edilen maddî değerler için fıkıhta üç terim kullanılmaktadır: Nefel, ganimet, fey. Savaşarak elde edilene ganimet, savaşmadan ele geçirilene fey denilmektedir. Nefel ise hem ganimet mânasında hem de ganimetin belli bir parçasını ifade etmek için kullanılmıştır. Açıklamakta olduğumuz âyette enfâl, ganimet mânasını ifade etmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in gerekli gördüğü hallerde bazı kimselere ganimetten bir şeyler verdiğini (tenfîl) bildiren hadislerde (Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 44) kelime dört mânada kullanılmıştır: a) Bir düşman askerini öldüren kimseye verilen “maktulün üzerinden çıkan zatî eşyası” (seleb). Bunda tahmîs uygulanmaz; yani beşte biri hazine için alınmazdı. b) Savaşa girip ganimet elde etmiş bulunan bir kıtaya, tahmîsten sonra ödül olarak verilen pay. c) Ganimetin beşte birinden verilen ödüller, yapılan yardımlar. d) Ganimetin bütününden çobanlık, istihbarat, kılavuzluk gibi hizmetleri üstlenen kimselere verilen pay (Ebû Ubeyd, s. 430).
Bedir Savaşı’nda ele geçirilen ganimetlerin kimlere ait olacağı ve nasıl paylaştırılacağı konusunda, bazı sahâbîler arasında tereddüt ve tartışma ortaya çıkınca Allah Teâlâ ganimetin nasıl paylaştırılacağını belirlemeden önce, bu tavrın ahlâkî sakıncasına işaret buyurmuş ve eğitmeye yönelik telkinlerde bulunmayı murat etmiş; savaşta ve barışta müminlerin asıl hedef ve vazifelerinin neler olduğunu, nelere öncelik vermeleri gerektiğini açıklamıştır. Buna göre her şey gibi ganimet de Allah’ındır. O’nun resulü vahyi tebliğ etme ve dini öğretme yanında örnek gösterme ve uygulama vazifesi ile de yükümlü kılınmıştır. Tam mânasıyla mülk olarak Allah’a ait bulunan ganimetin kullarına nasıl paylaştırılacağını açıklama ve bunu uygulama vazifesi de Resûlullah’a aittir. Müminler ganimet için savaşmamalı, ganimete göz dikmemeli, bir şey verilirse almalı, verilmezse hak iddia etmemelidir. Mülkiyeti Allah’a, kullanım ve dağıtım şekillerindeki tasarruf hakkı da Resûlullah’a ait bulunan bir madde üzerinde tartışan, bu arada birilerinin öfkelenmesine ve incinmesine sebep olanlara düşen vazife ise hemen gönül almak, ilişkileri yeniden normal çizgiye getirmek ve güzelleştirmektir. “Ganimetin Allah’a ve resulüne ait olması” böyle anlaşılınca ileride gelecek olan ve ganimetlerin beşe bölüneceğini, beşte birinin Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara ait olduğunu ifade eden âyetin bunu neshettiğini, hükmü değiştirdiğini söylemenin anlamı kalmamaktadır. Bu âyet konunun ahlâkî boyutunu, meseleye bir kul gibi yaklaşmanın örneğini vermekte, 41. âyet ise Allah’ın kendine ait olanı nasıl dağıtmayı murat ettiğini açıklamaktadır. Bazı tefsir ve fıkıh âlimlerine göre bu âyet, ganimet ile ilgili hüküm ve uygulamanın ilk aşamasını açıklamaktadır. Hz. Peygamber Bedir Savaşı’nda alınan ganimetlere bu âyetin hükmünü uygulamış, tamamı kendisine bırakılmış bulunan ganimetin beşte birini (tahmîs) ayırmadan hepsini gazilere dağıtmıştır. Sonra ganimetin beşte birini ayırmasını, geri kalanı savaşa katılanlara dağıtmasını bildiren 41. âyet gelmiş ve bu âyetin hükmünü değiştirmiştir (Ebû Ubeyd, s. 426). Burada neshi kabul etmeyen fakih ve müfessirlere göre iki âyeti, yukarıda açıklandığı şekilde anlayıp birleştirmek, birlikte uygulamak mümkündür, nesih söz konusu değildir, ayrıca Hz. Peygamber’in Bedir Savaşı’nda tahmîsi uygulamadığı yönündeki rivayet de sağlam bir rivayet zincirinden yoksundur (İbn Kesîr, III, 549-550).
Kuran Yolu/ Diyanet
Sa’d Bin Ebi Vakkas’dan şöyle rivayet edilir: Bedir günü kardeşim Umeyr şehid oldu. Ben de ona bedel Said Bin Âs’ı öldürdüm ve kılıcını aldım. Kılıcı Hz. Peygambere götürdüm, hibe olarak bana verilmesini istedim. Şöyle buyurdu: “Bu ne benim ne de senin. Ganimet malları içine onu at.” Ben de attım. Kardeşimin öldürülmesi ve ganimet olarak aldığımın benden alınması sebebiyle ancak Allahın bildiği duygular yaşadım. Çok az bir zaman geçmişti ki, Enfal sûresi nazil oldu. Rasûlullah bana şöyle dedi: “Benden kılıcı istemiştin, o zaman kılıç benim değildi. Ama şimdi benim oldu. Git ve onu al.”
(Ebu Dâvud , Cihad 144-145; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I , 80)
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ
Fiil cümlesidir. يَسْـَٔلُونَكَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنِ الْاَنْفَالِ car mecruru يَسْـَٔلُونَكَ fiiline müteallıktır.
قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli, الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ ‘dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
الْاَنْفَالُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
الرَّسُولِ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن آمنتم بهذا فاتّقوا الله (Eğer buna iman ettiyseniz Allah’a karşı gelmekten sakının.) şeklindedir.
اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. اَصْلِحُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ذَاتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. بَيْنِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَسُولَهُٓ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كنتم مؤمنين فاتّقوا الله وأصلحوا (Eğer iman ettiyseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin.) şeklindedir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَط۪يعُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ
İbtidaîyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümlede îcaz-ı hazif vardır. Takdiri; عن حكم الْاَنْفَالِ (Enfalin hükmü hakkında) şeklindedir.
Ganimetlere “enfal” denilmiştir. Çünkü Müslümanlar, ganimetler hususunda, kendilerine ganimet almak helal kılınmamış olan diğer ümmetlere üstün kılınmışlardır. Nafile namaz da asıl olan farz namazlara ilave namazlar olduğu için “nafile” adını almışlardır. (Fahreddin er-Râzî)
سأل ; ‘sordu, istedi’ demektir. سـَٔل عَنِ ise, ‘bir şey hakkında sordu’ demektir. Bir fiilin farklı harf-i cerlerle farklı anlamları olmasına tazmin denir.
Resulüm, sana enfalden, ganimetlerden soruyorlar, enfali soruyorlar buyurulmayıp “enfalden soruyorlar” buyurulması gösterir ki asıl enfali soruyorlar veya ganimeti istiyorlar demek olmayıp enfalin durumunu, onunla ilgili hükmünü soruyorlar demek olduğuna işarettir ve bu cihet zaten verilen cevap ile açıklık kazanacaktır. Sonra bunun Araf Suresinin son ayetlerine ilgisi bakımından da kulluğa yönelik yani hakkıyla kulluk edebilme arzusundan doğan bir soru olduğundan da gaflet edilmemek gerekir. (Elmalılı)
قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلۡ fiilinin mekulü’l-kavli mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Car mecrur لِلّٰهِ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.
لِلّٰهِ - الرَّسُولِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ sözlerinde muhataptan gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
الْاَنْفَالُ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْاَنْفَالُ kelimesi; ihsan, lütuf, fazlalık manasındaki نفل kelimesinin çoğuludur.
Enfal’in Allah ve Resulüne ait olma konusu 41.ayette detaylandırılacaktır.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ
فَ rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. فَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Takdiri, إن آمنتم بهذا (Eğer buna iman ettiyseniz) şeklindeki mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Yine aynı üslupta gelen وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ cümlesi cevap cümlesine matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette, takva ile itaat arasında ıslah emrinin zikri, bu makama göre ıslaha çok önem verildiğini ve bunun da itaat emrine dahil olduğunu göstermek içindir.
“Eğer gerçek müminler iseniz” ifadesi, muhatapların, emirleri acele uygulamaları için büyük bir teşvik anlamı ifade eder.
İmandan murad, kâmil imandır. Yani kâmil mümin iseniz... Çünkü kâmil iman, üç haslet üzerinde durur: Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat etmek, günahlardan sakınmak ve insanların arasını adalet ve ihsan ile düzeltmek. (Ebüssuûd)
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
Takdiri, إن كنتم مؤمنين فاتّقوا الله وأصلحوا (Eğer iman ettiyseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatı örneğidir.
Berâat-i istihlâl: Kelama, kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | gerçekten |
|
2 | الْمُؤْمِنُونَ | Mü’minler |
|
3 | الَّذِينَ | o kimselerdir ki |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | ذُكِرَ | anıldığı |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | وَجِلَتْ | ürperir |
|
8 | قُلُوبُهُمْ | yürekleri |
|
9 | وَإِذَا | ve zaman |
|
10 | تُلِيَتْ | okunduğu |
|
11 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
12 | ايَاتُهُ | O’nun ayetleri |
|
13 | زَادَتْهُمْ | artırır |
|
14 | إِيمَانًا | imanlarını |
|
15 | وَعَلَىٰ | ve |
|
16 | رَبِّهِمْ | Rablerine |
|
17 | يَتَوَكَّلُونَ | tevekkül ederler |
|
Dünya bir imtihan yeri, dünya hayatı da imtihandır. İnsanlar çeşitli imkân ve nimetleri kullanma, emirlere itaat, yasaklardan kaçınma, felâket, musibet ve kayıplar karşısında tercih edilen tutum ve davranışlar bakımından imtihan edilmektedirler. Sahâbîlerden bir kısmının savaş ganimeti konusundaki beklentileri, bu beklentiler gerçekleşmeyince takındıkları tavır, kâmil iman ve takvâ sahibi müminlere yakışmadığı, imtihanda eksik puan almaya sebep olabileceği için “gerçek ve kâmil müminlerin sahip olmaları gereken nitelikler” konusunda bir açıklamayı gerekli kılmıştır.
Burada gerçek müminlerin beş vasfı açıklanmış, arkasından da bunları gerçekleştiren ve imtihanı kazananların elde edecekleri sonuç ve ödüller bildirilmiştir: 1. Kâmil mânada mümin olanların imanlarıyla duyguları arasında bir etkileşim vardır; Allah’ı andıklarında, kendilerine Allah’tan söz edildiğinde heyecan duyarlar, gönüllerinde korku ile coşku karışımı duygular oluşur. 2. Allah’ın âyetleri okundukça hem yeni bilgiler edinir ve bunlara da iman etmek suretiyle inançlarını nicelik yönünden arttırırlar hem de her bir âyet, ihtiva ettiği incelik, güzellik, hikmet ve bilgiler sebebiyle Kur’an’ın Allah’tan geldiğine delil teşkil ettiği için nitelik yönünden imanlarını güçlendirirler. 3. Müminler de mal, mülk, evlât, eş dost edinirler, fakat onların dayanıp güvendikleri bu fâni varlıklar değil, her şeyi yaratan ve mülkün gerçek sahibi olan Allah’tır. 4. Namaz, Allah ile kurulan bağın gerçekleştiği en uygun ve en güzel vasıta olduğu için onu büyük bir özenle ifa etmeye çalışırlar. 5. Allah’ın verdiği rızıktan kendileri yararlandıkları gibi yakından uzağa doğru başkalarının da ondan yararlanmasına imkân verirler; nafaka, zekât ve sadaka verme, vakıf kurma, ödünç verme ve kullandırma, ikram etme gibi malî vazife, yardım ve iyilikleri ihmal etmezler.
İslâm düşünce tarihinde imanın artma ve eksilme kabul edip etmeyeceği konusu tartışılmıştır. İman terimine, haklı olarak “tasdik” (dini doğrulama, inanma) mânası veren Sünnî kelâmcılara göre tasdik bölünmeye müsait olmadığı, inanılacak konular da belirlenmiş ve sınırlanmış bulunduğu için bunların nicelik yönünden artması veya eksilmesi mümkün değildir. Bu âyette olduğu gibi artma veya eksilmeden söz eden metinleri şu şekillerde yorumlamak ve anlamak gerekir: a) Dine toptan ve ilke olarak inananlar, âyetler geldikçe detayları öğrenir ve bunlara da inanarak imanlarını arttırırlar. b) İman üzerinde devam ve sebat etmek de süresi bakımından onun artması demektir. c) Mümin inancına göre yaşamaya devam ettikçe ibadetleri ve güzel davranışları, imanın gönüllerde ve zihinlerde hâsıl ettiği aydınlığı (nuru) arttırır (Ebü’l-Muîn enNesefî, I, 809 vd.).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 662-663
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ
اِنَّمَا ; kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.
اِنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
الْمُؤْمِنُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası şart fiili ve cevabıdır. Îrabtan mahalli yoktur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nin gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذُكِرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذُكِرَ fetha üzere mebni, meçhul, mazi fiildir. اللّٰهُ lafzı naib-i fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ’dir. وَجِلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قُلُوبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
تُلِيَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُلِيَتْ fetha üzere meçhul mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُلِيَتْ fiiline müteallıktır.
اٰيَاتُهُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً’dır. زَادَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri, هى ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ا۪يمَاناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ
وَ atıf harfidir. عَلٰى رَبِّهِمْ car mecruru يَتَوَكَّلُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَوَكَّلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَوَكَّلُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً
Ayet istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr izafîdir. الْمُؤْمِنُونَ mevsuf/maksûr, الَّذ۪ينَ sıfat/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur.
اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak müspet siyakında gelir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, söz konusu kişilere tazim ve sonradan gelecek açıklamanın önemini vurgulamak amacıyladır.
İsm-i mevsulün sılası olan اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Aynı zamanda muzâfun ileyh olan şart cümlesi ذُكِرَ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cevap cümlesi olan وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً cümlesi, وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ cümlesi şart, زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً cümlesi cevaptır.
Şart cümlelerindeki bütün fiiller mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, s. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107)
اٰيَاتُهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتُ , şan ve şeref kazanmıştır.
الْمُؤْمِنُونَ - ا۪يمَاناً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada müsnedün ileyh olan ayetlerin okunması da, müsned olan imanlarının artması da hakiki manada kullanılmıştır. İsnad ise mecazîdir, çünkü hakiki fail Allah’tır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Bu ayette imanın artması-eksilmesi söz konusu edilmiştir. Bu artış, nicelik yönünden değil, nitelik yönündendir. Yani inanılan şeylerin sayısında bir değişiklik yoktur ama kişinin bunlara olan inancı zayıf da olabilir, kuvvetli de olabilir.
وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ
وَ ’la sıladaki ilk şart cümlesine atfedilen cümle müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmektedir. عَلٰى رَبِّهِمْ maksûrun aleyh/mevsûf, يَتَوَكَّلُونَۚ sıfat/maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani sadece ve sadece rablerine tevekkül ederler.
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هِمْ, şeref kazanmıştır. Ayrıca Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber vermektedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ , birinci ism-i mevsûlden bedel veya onun sıfatıdır. İsm-i mevsûlun sılası يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُق۪يمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. ما müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte يُنْفِقُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقْنَاهُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُنْفِقُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُق۪يمُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ
Ayet, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. اَلَّذ۪ينَ önceki ayetteki ism-i mevsûlden bedeldir. Sılası يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
وَ ’la sılaya hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl يُنْفِقُونَ مَّا fiiline müteallıktır. Sılası رَزَقْنَاهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûllerde, müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
اَلَّذ۪ينَ - مَّا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ ifadesinde namaz dinin direği olarak ifade edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Din çadıra benzetilmiştir. Çadır direk sayesinde ayakta durur.
İnfak kelimesi Kur’an’da birçok yerde olduğu gibi “size verdiklerimizden” ibaresiyle gelerek bizim aslında hiçbir şeye sahip olmadığımız vurgulanmıştır. İnsana sahip olduğu şeyi vermek, paylaşmak zor gelir ama başkasına ait şeyleri (para, mal, vs) daha kolay kullanır. Allah Teâlâ da sizi rızıklandırdığımız şeyden infak edin buyurarak kolayca vermemizi, hiç bir şeyin bize ait olmadığını hatırlatmıştır.
Bu ayet, söz konusu gerçek müminleri över. Bundan önce o müminlerin, Allah adının zikredildiğini duyduklarında kalplerinin titrediği, onların kalplerinin ihlas, samimiyet ve tevekkülle dolu olduğu zikredilmiştir. Şimdi burada onların namaz va sadaka gibi bedenî amelleri zikredilmektedir. (Ebüssuûd)
Ayette bahsedilen sıfatlar iki kısımdır: İlk üçü kalp ve ruhla ilgili sıfat ve hallerdir. Bunlar, korku, ihlas ve tevekküldür. Son iki sıfat ise zahiri amel ve huylarla ilgilidir. Bu amellerin ve huyların kalbin saflaştırılıp marifetullah ile nurlandırılmasında tesirleri olduğunda şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَـقاًّۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
2 | هُمُ | onlardır |
|
3 | الْمُؤْمِنُونَ | mü’minler |
|
4 | حَقًّا | gerçek |
|
5 | لَهُمْ | onlara vardır |
|
6 | دَرَجَاتٌ | dereceler |
|
7 | عِنْدَ | katında |
|
8 | رَبِّهِمْ | Rablerinin |
|
9 | وَمَغْفِرَةٌ | ve bağışlanma |
|
10 | وَرِزْقٌ | ve rızık |
|
11 | كَرِيمٌ | tükenmez |
|
Bu vasıfları taşıyan kimseler gerçek ve kâmil mânada müminlerdir. Allah nezdinde, iman ve amellerinin nicelik ve nitelik yönlerinden, yeterli olandan kâmil olana, daha güzel ve mükemmel olana doğru farklılığına dayalı değerleri ve dereceleri vardır. Allah’ın bu derecelere yerleştirdiği kullarına lütfedeceği nimetler de birbirinden üstündür, çeşitlidir, zengindir, benzersizdir. Allah onların günahlarını da bağışlayacak ve kendilerini ebedî mutlulukla ödüllendirecektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 663-664
Riyazus Salihin, 1891 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler, kendilerinden yüksekteki köşklerde oturanları, aralarındaki derece farkı sebebiyle, sizin sabaha karşı doğu veya batı tarafında, gökyüzünün uzak bir noktasında batmak üzere olan parlak ve iri bir yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir.” Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:Yâ Resûlallah! O yerler, peygamberlere ait ve başkalarının ulaşamayacağı köşkler olmalıdır, dediler. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
“Evet, öyledir. Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, o yerler, Allah’a iman edip peygamberlere bütün benlikleriyle inanan kimselerin de yurtlarıdır.”
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 8; Müslim, Cennet 11)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَـقاًّۜ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti, mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. الْمُؤْمِنُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُؤْمِنُونَ ise haberidir. هُمُ الْمُؤْمِنُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
حَـقاًّ mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri; المؤمنون إيمانا حقّا (Hakiki bir imanla inanmışlardır.) şeklindedir.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. دَرَجَاتٌ muahhar mübteda olarak lafzen merfudur. عِنْدَ mekân zarfı, دَرَجَاتٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ kelimeleri atıf harfi وَ ’la دَرَجَاتٌ ‘e matuftur.
كَر۪يمٌ kelimesi رِزْقٌ kelimesinin sıfatıdır.
كَر۪يمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَـقاًّۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesinde fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsnedün ileyhin uzak için vaz edilen işaret ismiyle marife olması, o kişilerin mertebelerinin yüksekliğini gösterir. Fasıl zamiri هُمُ, kasr ifade ederek cümleyi tekid etmiştir. Müsnedin ٱلۡ takısıyla marife olması da tahsis ifade eder.
İman bu sıfatı taşıyanlara kasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
حَـقاًّ, mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir. Takdiri; المؤمنون إيمانا حقّا (Hakiki bir imanla inanmışlardır.) şeklindedir.
حَـقاًّ [gerçek] kelimesi gizli bir masdarın sıfatıdır. (Keşşâf)
Birden fazla unsurla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu [sabit olması] veya bazı karinelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ
الْمُؤْمِنُونَ ’den hal olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde لَّهُمۡ mukaddem habere muteallıktır. دَرَجَاتٌ ise muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin nekre gelişi, teksir ve özel bir nev olduğuna işaret eder.
عِندَ رَبِّهِمۡ izafetinde, هُمۡ zamirinin رَبِّ ismine muzâfun ileyh olması, zamirin ait olduğu kimseler için رَبِّ ismine muzâf olması da عِندَ için tazim ve teşrif ifade eder.
مَغْفِرَةٌ ve رِزْقٌ muahhar mübteda olan دَرَجَاتٌ ’a matuftur. Bu kelimelerdeki tenvin de teksir ve özel bir nev olduğuna işaret eder.
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هِمْ , şeref kazanmıştır. Ayrıca Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber vermektedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Derece, yüksek mertebe manasında müsteardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Ayette müminlere verilecek olanların dereceler, mağfiret ve kerim rızık olarak sayılması taksim sanatıdır.
رِزْقٌ , كَر۪يمٌۚ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ ibaresindeki “dereceler” kelimesi cennetteki yüce makamlar ve rütbeler için müstear olarak kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَـقاًّ ibaresinde, müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani اُو۬لٰٓئِكَ kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir)
Âşûr, كَر۪يمٌۚ kelimesini türünün en iyisi olarak tarif eder. Bu ayet-i kerimede “en iyi karşılık” olarak tercüme edebiliriz. Bu kelime genelde Türkçeye cömert şeklinde tercüme edilir. Allah Kerîm deyince cömertlik manası uyuyor ama Ramazan Kerim veya Kur’an Kerim ifadelerinde cömert değil, ayların/kitapların en iyisi, en mükemmeli manası daha uygun olur.
دَرَجَاتٌ - مَغْفِرَةٌ - رِزْقٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
دَرَجَاتٌ lafzındaki tenvin tazim içindir. (Âşûr)
Onlar, kalbî ve bedenî amellerini imanlarına ilave etmekle imanlarının hakikat olduğunu göstermişlerdir.
Onlar için Rableri katında nice yüksek makamlar ve bir görüşe göre cennette, nice yüksek dereceler vardır ya da kendilerinden sadır olan taksiratlar için nice bağışlanma ve süresine, adedine nihayet olmayan bir rızık vardır. Bu da kendileri için hazırlanmış cennet nimetleri demektir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ bu ayette, bir kimsenin ancak o beş sıfata sahip olduğu zaman mümin olacağını belirtmiştir:
a. Allah'tan korkmak (ittika etmek),
b. Allah'ın dininde samimi ve ihlaslı olmak,
c. Allah'a dayanıp tevekkül etmek,
d. Allah rızası için namaz kılmak,
e. Allah rızası için zekat vermek. Allah Teâlâ ayetin başında hasr manasını ifade eden bir kelime de kullanmıştır. Bu, “Müminler ancak onlardır ki’’ tabiridir. Ayetin sonunda da ‘’İşte onlar, gerçek müminlerin ta kendileridir.’’ buyurmuştur ki bu ifade de hasr manasındadır.” (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ söze: “Müminler ancak onlardır ki Allah anıldığı zaman yürekleri titrer, karşılarında ayetleri okununca bu, onların imanını arttırır, onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler…” buyruğu ile başlamıştır. Halbuki bütün mükellefiyetler bu iki cümlenin hükmüne dahildir. Ancak ne var ki Cenab-ı Hak, batınî hallerin en şereflisinin tevekkül; zahirî amellerin en kıymetlisinin de namaz ve zekat olduğuna dikkat çekmek için batınî sıfatlardan özellikle tevekkülü; zahirî amellerden de namaz ve zekatı bilhassa zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّۖ وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَمَا | nitekim |
|
2 | أَخْرَجَكَ | seni çıkardığı zaman |
|
3 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
4 | مِنْ | -den |
|
5 | بَيْتِكَ | evin- |
|
6 | بِالْحَقِّ | hak uğruna |
|
7 | وَإِنَّ | gerçekten de |
|
8 | فَرِيقًا | bir kısmı |
|
9 | مِنَ | -den |
|
10 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler- |
|
11 | لَكَارِهُونَ | bundan hoşlanmıyordu |
|
Müminlerin bir kısmı Bedir Savaşı’nda ele geçirilen ganimetin kendilerine verilmesini istemişler, bunun doğru ve haklarında hayırlı olduğunu düşünmüşlerdi. Savaşa karar vermek üzere istişare (danışma) yapılırken de, savaşmak yerine Mekkeliler’e ait kervanı vurmanın faydalı olacağını ileri sürenler olmuştu. Âyetler grubu bu iki tutum ve davranış biçimi arasındaki benzerliğe işaret ederek başlıyor, sonra da Bedir Savaşı’nı vesile edinerek müminler için evrensel mesajlar veriyor.
Bedir Medine’nin 160 km. kadar güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 30 km. uzaklıkta, Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yolu ile birleştiği yerde bulunan küçük bir kasaba idi. Hicretin 2. yılında (624) Kureyşliler’den birçok kimsenin katıldığı bir ticaret kervanı Suriye’ye gitmişti. Hz. Peygamber çeşitli kanallardan kervan hakkında bilgi aldıktan sonra ashabını topladı, kırk civarında muhafız tarafından korunan kervanı Bedir’de kolayca ele geçirebileceklerini söyledi. Müzakere sonunda harekete karar verildi ve 12 Ramazan’da (9 Mart 624) yola çıkıldı. Bu sırada kervan Suriye’den Mekke’ye dönüyordu. Kervan yöneticisi Ebû Süfyân, müslümanların hareketi konusunda bilgi alınca, bir yandan Mekke’ye haber göndererek yardım istedi, diğer yandan da yolunu değiştirdi, Bedir’den uzağa düşen ve nâdiren kullanılan sahil yoluna saptı. Savaşmak için değil, hem düşmana ekonomik açıdan zarar vermek hem de her şeylerini Mekke’de bırakarak Medine’ye göçen muhacirlerle onlara yardımcı olan ensarın maddî ihtiyaçlarını karşılamak için yola çıkmış bulunan müslümanların hazırlıkları bu amaca göre sınırlı tutulmuştu; 305 kişiden ibaret idiler, yalnızca yetmiş deve ve iki at vardı. Buna karşı gerektiğinde savaşarak kervanı korumak amacıyla yola çıkan Mekke ordusunda yaklaşık 1000 asker, 700 deve ve 100 at vardı. İslâm ve Peygamber düşmanı meşhur Ebû Cehil kumandasında hareket eden ordu Bedir’e gelmeden kervanın yol değiştirerek kurtulduğunu öğrendiği halde müslümanlara ve çevreye güçlerini ispat etmek üzere yollarına devam ettiler. Müslümanlar Bedir’e geldiklerinde henüz Mekke ordusunun hareket yönünü bilmiyorlardı. Hz. Peygamber Zübeyr, Sa‘d ve Hz. Ali’yi kervan hakkında bilgi toplamak için Bedir kuyularına göndermişti. Yakalanan birkaç köleden, müşriklerin Bedir yakınlarına gelip konakladıkları öğrenildi, bu durum müslümanların heyecanlanmasına sebep oldu. Peygamberimiz yeni durumu ashâbı ile müzakere etti, birçoğu çıkış amacını ve hazırlığın zayıflığını ileri sürerek düşmanla savaşa girmeden, mümkün olursa kervanı vurmanın, aksi halde Medine’ye dönmenin daha uygun olduğu görüşünü ileri sürdüler. Böyle bir hareketin getireceği olumsuz sonuçları takdir eden Hz. Peygamber ise düşmanla karşılaşmak fikrinde idi. Genel eğilimin onu üzdüğünü farkeden Sahâbenin ileri gelenlerinden birkaç kişi uygun konuşmalar yaparak Resûlullah’ın arkasında olduklarını, o nasıl uygun görür ve dilerse öyle hareket edeceklerini, heyecanlı ve etkili bir şekilde ifade ettiler.
Siyer kitaplarının kaydettiğine göre Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in güzel sözlerinden sonra Mikdâd b. Amr söz almış ve şöyle demişti: “Yâ Resûlellah! Allah’ın sana emrettiği yönde hareket et, biz seninle beraberiz. İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’ya dediği gibi ‘Sen ve rabbin gidin savaşın, biz burada oturup bekleyeceğiz’ demiyoruz, fakat ‘Sen ve rabbin gidin savaşın, biz de sizinle beraber savaşacağız’ diyoruz. Seni gönderene yemin ederim ki bizi dünyanın öbür ucuna götürsen oraya varıncaya kadar seninle beraber olup çaba gösteririz!” Ensar, Hz. Peygamber Mekke’deyken Medine’ye geldiği takdirde kendisini koruyacaklarına dair söz vermişlerdi.
Şimdi ise onların kendisiyle birlikte şehir dışında bir harbe girmeleri hususunda ne düşündüklerini bilmek istiyordu. Bunu farkeden Sa‘d b. Muâz, ensarı temsilen şunları söyledi: “Biz sana inandık, seni onayladık, getirdiğin dinin hak olduğuna tanık olduk; bunun üzerine seni dinleyeceğimize, itaat edeceğimize kuvvetli sözler verdik, yeminler ettik. Seni hak din ile gönderene yemin ederim ki bize şu denizi hedef gösterip dalsan biz de seninle dalarız, hiçbirimiz geride kalmaz. Yarın bizi de yanına alarak düşmanla savaşmana bir itirazımız yoktur. Biz savaşta dayanıklı, vuruşmada işin hakkını veren kimseleriz.Allah seni mutlu kılacak olan davranışlarımızı yakında sana gösterecektir” (İbn Hişâm, Sîre, II, 267).
Bu konuşmalar beklenen etkiyi yaptı, genel eğilim değişti, harekete karar verildi. Gece olduğunda düşmanın baskın vermesi ihtimali uykuları kaçırmış, tedbirler üzerinde düşünülmeye başlanmıştı. Müslümanların mevzilendikleri yer kumlu olduğundan harekete elverişli değildi. Bu sırada gökten boşanan yağmur düşmanın, kuru iken harekete daha elverişli olan yerlerini çamur deryasına döndürdü, kumlu bölgeyi de harekete uygun hale getirdi. Bu sayede endişe ortadan kalktı, sakin ve huzurlu bir gece geçirildi. Ertesi gün yapılan savaşı müslümanlar kazandı. Bu onların ilk büyük zaferleriydi. Düşman, başta kumandanları Ebû Cehil olmak üzere yetmiş kayıp vermişti, bir o kadar da asker esir alınmıştı. Ayrıca ele geçirilen harp ganimetleri de vardı. Hz. Peygamber, beşte birini belirli sarf yerleri için ayırdıktan sonra geri kalanı, savaşa katılanlar arasında eşit olarak dağıttı.
İşin başında birçok sahâbî, düşkelimemanla karşılaşmak haklarında daha hayırlı olduğu ve Allah, Peygamber’ini bunun için sefere çıkardığı halde savaşmak istememişler; savaş kararı alınıp zafer elde edildikten sonra ise ganimet taksimi konusunda haksız talepler ileri sürmüşlerdi. İşte âyette bu iki tutum arasında bir benzerlik kurulmuş, bu iki olayda kendi düşünce ve takdirlerinin değil, ilâhî takdirin daha ziyade onların lehine olduğu bildirilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 666-668
كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّۖ
كَ harf-i cerdir. مَا ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; ثبتت الأنفال ثبوتا كإخراجك بالحقّ (Seni çıkarmaları gibi enfal de kesin, sabit bir haktır.) şeklindedir.
اَخْرَجَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَيْتِكَ car mecruru اَخْرَجَكَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْحَقّ car mecruru اَخْرَجَكَ ‘deki mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; متلبّسا بالحقّ (Hakka bürünmüş olarak) şeklindedir.
وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ
Cümle اَخْرَجَكَ ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubtur.
وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اِنَّ ‘nin ismi فَر۪يقًا olup lafzen mansubtur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru فَر۪يقاً’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كَارِهُونَ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَارِهُونَ kelimesi, sülâsî mücerred olan كره fiilinin ism-i failidir.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّۖ وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ
Fasılla gelen ayette îcâzı hazif sanatı vardır. كَ sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi مَٓا , takdiri الحال veya قسمتك الغنائم (Ganimetleri sana taksim ettim.) olan mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
كَ ; teşbih harfidir. Ayette temsîli teşbih vardır. Konu Bedir Savaşında elde edilen ganimetlerdir. Müşebbeh; müminlerin ganimetlerin taksimi esnasındaki halleridir. Müşebbehün bih Allah Teâlâ’nın Resulullah’ı (sav) savaş için evinden çıkardığı zamandaki müminlerin halleridir. Vech-i şebeh; duygular yani onların hoşnutsuzluklarıdır.
رَبُّكَ izafeti, muzâfun ileyhe şeref ve destek ifade eder. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi Allah’ın rububiyyet sıfatını ön plana çıkarır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. اَخْرَجَكَ fiilinin mef’ûlünden hal olan وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ‘nin isminin nekre gelişi tahkir ifade eder.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ‘deki مِنَ harfi, ba’diyet içindir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve haberin başına gelen lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı bir tekit ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ [Rabbin Seni çıkarmıştı.] ifadesinde iki vecih vardır: Birincisi, kâf’ın hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olarak merfû‘ yapılması ki takdiri şöyledir: هذه الحال كحال اخرجك (Bu durum seni çıkarttığı duruma benzer) yani ganimet dağıtımı konusunda gazilerde gördüğün hoşnutsuzluk durumu, savaşa çıkmandan hoşnutsuz oluşlarına benzer. İkincisi ise [Ganimetler Allah ve Resulünündür. (Enfal Suresi, 1)] ayetinde takdir edilen gizli استقرت fiilinin masdarının sıfatı olarak nasb edilmesidir. Yani “ganimetlerin hükmü, onlar hoşnut olmasa da Allah ve Resûlü için karar kılmış; sabit olmuştur. Tıpkı seni evinden çıkarmasında, onlar hoşnut olmasa da sabit olduğu gibi.” مِنْ بَيْتِكَ [Evinden] yani Medine’deki evinden ya da bizzat Medine’den. Çünkü orası Peygamberin (sav) hicret edip yurt edindiği yerdir; Medine’nin Peygambere (sav) özel zikredilmesi, evin sahiplerine özgü olması gibidir. بِالْحَقِّۖ [Hak uğruna] yani hikmet ve sapmaz bir doğru içeren bir çıkarma, anlamındadır. وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ [Müminlerden bir zümre bundan hiç hoşlanmamış olmasına rağmen] cümlesi, hal konumunda bulunmaktadır. “Onlar hoşlanmadığı halde seni çıkardı.” anlamındadır.(Keşşâf)
يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ كَاَنَّمَا يُسَاقُونَ اِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُجَادِلُونَكَ | seninle tartışıyorlardı |
|
2 | فِي | dair |
|
3 | الْحَقِّ | hakka |
|
4 | بَعْدَمَا | sonra |
|
5 | تَبَيَّنَ | ortaya çıktıktan |
|
6 | كَأَنَّمَا | gibi |
|
7 | يُسَاقُونَ | sürülüyorlarmış |
|
8 | إِلَى |
|
|
9 | الْمَوْتِ | ölüme |
|
10 | وَهُمْ | ve onlar |
|
11 | يَنْظُرُونَ | gözleri göre göre |
|
Allah Teâlâ, müslümanların ya kervanı ele geçireceklerini veya savaştıkları takdirde düşmanı yeneceklerini, böylece iki kazançtan birinin müslümanlara ait olacağını vaad etmiş, bunu Peygamber’ine bildirmiş, o da müminlere müjdelemişti. Bedir’e geldiklerinde kervanın kaçıp kurtulduğunu, onu korumak üzere yola çıkan düşman kuvvetinin de oraya geldiğini öğrendiler. İlâhî vaad ile bu bilgi yan yana getirildiğinde ihtimal teke inmiş, savaşıldığı takdirde zaferin Allah tarafından garanti edilmiş bulunduğu açıkça ortaya çıkmıştı. Artık yenilgiye ve ölüme sürülen kimselerin korku ve ümitsizlik psikolojisini yaşamak müminlere yakışmazdı; onlara düşen büyük bir şevk ve heyecan, güçlü bir moral içinde düşmanın üzerine yürümekti.
İnsanların can ve mallarına düşkün olmaları ve bunları korumak için gerekeni yapmaları tabiidir. Ancak can ve malın, uğrunda feda edilebileceği başka değerler de vardır; din, namus, vatan, kamu yararı, insan hakları bunlar arasındadır. Kolaya kaçarak, bedel ödemeden değerleri korumak mümkün olmuyorsa zor olan, nefse hoş gelmeyen hareket tarzı tercih edilecek, gereken maddî ve mânevî bedel ödenecektir. İslâm’ın hedefi, müslümanların haklı-haksız servet elde edip zillet ve adaletsizliğe düşülse bile refah içinde yaşamaları değildir. Amaç kendi ülkelerinden başlamak üzere bütün dünyada hakkın, hukukun ve erdemin hâkim olması, zulüm ve baskının ortadan kalkması, dini yaşama ve tebliğ etme imkânının elde edilmesidir. Bedir olayında bu amaca uygun karar ve davranış ise kervanı kovalamak, olmazsa düşmana arkasını dönüp Medine’ye gelmek değil, şeref ve şanla savaşmaktır. Ancak bu takdirde Allah’ın muradı gerçekleşecek, bâtıl yıkılacak ve hak ayakta kalacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 668-669
يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ
Fiil cümlesidir. يُجَادِلُونَكَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فِي الْحَقِّ car mecruru يُجَادِلُونَكَ fiiline müteallıktır. بَعْدَ zaman zarfı, يُجَادِلُونَكَ fiiline müteallıktır.
مَا ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
تَبَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
يُجَادِلُونَكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
تَبَيَّنَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
كَاَنَّمَا يُسَاقُونَ اِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَۜ
كَاَنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اَنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اَنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يُسَاقُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اِلَى الْمَوْتِ car mecruru يُسَاقُونَ fiiline müteallıktır.
وَهُمْ يَنْظُرُونَ cümlesi naib-i failin hali olarak mahallen mansubtur.
Munfasıl zamir هُمۡ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْظُرُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur.
يَنْظُرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ كَاَنَّمَا يُسَاقُونَ اِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَۜ
Fasılla gelen ayet müstenefedir. لَكَارِهُونَۙ lafzının zamirden hal olması da mümkündür. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَعْدَ ’nin muzafun ileyhi olup, mecrur mahaldeki masdar harfi مَٓا ‘nın sılası تَبَيَّنَ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat ve temekkün ifade etmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle hal konumundadır. Cümleye dahil olan كَاَنَّمَا, kâffe ve mekfufedir.
يُسَاقُونَ fiili meçhul bina edilerek, mef’ûle dikkat çekilmiştir.
يُسَاقُونَ fiilinin failinden hal olan وَهُمْ يَنْظُرُونَ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu isim cümlesinde haberin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi tecessüm özelliği sayesinde olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette teşbih vardır. Hak konusunda mücadele etmek; koşarak ölüme gitmeye benzetilmiştir. Buradaki teşbih, teşbihi temsiliyedir. [Safvetü't Tefasir]
Allah Teâlâ, bu insanların -zafer ve ganimete götürülmelerine rağmen- böylesine korkup tırsma hallerini “savaşa zorla götürülen, burnu sürtüle sürtüle mutlak ölüme sürüklenen, ölüm sebeplerini şüphe etmeyecek derecede gören, onlara bakan birinin durumuna” benzetmiştir. (Keşşâf)
Cenab-ı Hakk'ın, “gözleri göre göre” ifadesi, katiyet ve kesinlikten kinaye olan (bile bile anlamında) bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Savaşmayı istememek, “Çünkü müminlerden bir zümre muhakkak ki isteksizdirler " ifadesinin deliliyle, müminlerin tamamı için değil, ama bir kısmı için söz konusu olmuştur. Kendisi için Allah'ın Resulü ile mücadele edip tartıştıkları “hak” ise kervanı tercih ettikleri için Kureyş ordusunu karşılama hususundaki mücadeleleri idi. Cenab-ı Hakk'ın, “Hak, apaçık meydana çıktıktan sonra” sözünden maksat “Allah'ın Resulüne, ashabın yardım göreceklerini bildirmektir.” Onların mücadele etmeleri ise: “Biz ancak kervanı karşılamak için çıkarız. Sen bize, savaş için hazırlık yapabilmemiz ve Kureyş ordusunu karşılayabilmemiz için bunu baştan söylemeli değil miydin?” şeklindeki sözleridir. Bu böyledir, zira onlar, savaşmayı uygun bulmuyorlardı. Sonra Allah Teâlâ, ashabın aşırı feryat ve korku içindeki durumunu, ölümün sebeplerini müşahede ederek ve ölüme sebebiyet verecek olan şeyleri görerek öldürülmeye sürüklenen ve ölüme götürülen kişilerin durumuna benzetmiştir.
Bil ki ashabın korku ve endişesi şunlardan kaynaklanıyordu:
a. Sayıca az olmaları.
b. Yaya olmaları; rivayet olunduğuna göre onların içinde sadece iki tane süvari bulunuyordu.
c. Silahlarının az olması. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | o zaman |
|
2 | يَعِدُكُمُ | size va’dediyordu |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | إِحْدَى | birinin |
|
5 | الطَّائِفَتَيْنِ | iki topluluktan |
|
6 | أَنَّهَا | muhakkak |
|
7 | لَكُمْ | sizin olduğunu |
|
8 | وَتَوَدُّونَ | siz de istiyordunuz |
|
9 | أَنَّ | gerçekten |
|
10 | غَيْرَ |
|
|
11 | ذَاتِ | hali |
|
12 | الشَّوْكَةِ | kuvvetsiz olanın |
|
13 | تَكُونُ | olmasını |
|
14 | لَكُمْ | sizin |
|
15 | وَيُرِيدُ | oysa istiyordu |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | يُحِقَّ | gerçekleştirmek |
|
19 | الْحَقَّ | hakkı |
|
20 | بِكَلِمَاتِهِ | sözleriyle |
|
21 | وَيَقْطَعَ | ve kesmek |
|
22 | دَابِرَ | ardını |
|
23 | الْكَافِرِينَ | kafirlerin |
|
وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ
وَ atıf harfidir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. يَعِدُكُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَعِدُكُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اِحْدَى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. الطَّٓائِفَتَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ
İsim cümlesidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هَا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَكُمْ car mecruru اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اِحْدَى şeklindeki ikinci mef’ûlun bihden bedel olarak mahallen mansubtur. Takdiri; يعدكم ملكية إحدى الطائفتين (İki gruptan birinin mülkünü vaat eder) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. تَوَدُّونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَوَدُّونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
غَيْرَ kelimesi اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur. ذَاتِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. الشَّوْكَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَكُونُ لَكُمْ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَكُونُ nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُونُ ’nun ismi müstetir هي zamiridir.
لَكُمْ car mecruru تَكُونُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.
وَيُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
يُحِقَّ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْحَقَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.
بِكَلِمَاتِه۪ car mecruru يُحِقَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِكَلِمَاتِه۪ lafzındaki ب harf-i ceri, sebebiyyedir. (Âşûr)
يَقْطَعَ fiili atıf harfi وَ ’la يُحِقَّ matuftur. يَقْطَعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
دَابِرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْكَافِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. يَعِدُكُمُ cümlesine muzâf olan zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهَا لَكُمْ cümlesi, masdar teviliyle يَعِدُكُمُ fiilinin ikinci mef’ûlü olan اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ ’den bedeldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ ’un müteallakı olan اَنَّ ‘nin haberi mahzuftur.
يَعِدُكُمُ ’a matuf olan …تَوَدُّونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ikinci اَنَّ ve akabindeki غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ cümlesi, masdar teviliyle تَوَدُّونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. اَنَّ ’nin isminin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastıyladır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ sözü; hayranlık verici bir istiaredir. Çünkü buradaki iki taifeden birisi olan ذَاتِ الشَّوْكَةِ [dikenli olan] , savaşçıların silahları ve savaş aletleri bulunanlarıdır. Şöyle ki: Peygamber (sav), Ebu Süfyan b. Harb yönetiminde malları ve sermayeleri ile Şam’dan gelen Kureyş kervanını takip etmek üzere Müslümanlarla birlikte Medine’den çıkmış; Kureyşliler de Peygamberin (sav) bu amaçla çıktığını öğrenince kervanlarını savunmak, bu uğurda savaşmak üzere Mekke’den çıkmışlardır. Müslümanlar, Kureyş’in savaş için çıkış haberini öğrenince (onlarla karşılaşmak yerine) silahsız olan ticaret kervanını ele geçirip ganimet elde etmeyi arzulamışlardır. Böylece silahlı grupla değil de yanlarında ganimet bulunan taifeyle karşılaşmaları onlara kazanç getirecektir. Ancak sonraları Allah onlarla silahlı Kureyşlileri de Bedir’de karşı karşıya getirdi ve bir araya topladı da orada müşriklerin ileri gelenlerinin katledildiği ve Müslümanların gücünün arttığı meşhur savaş meydana geldi. Bu (ayet)te, diken, saplanan oka ve kesen bıçağa benzetilerek, silahlı yerine ذَاتِ الشَّوْكَةِ [dikenli] ifadesinin kullanılması en güzel istiare örneklerindendir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
الشَّوْكَةِ; çatal, diken demektir. Burada silah, ok veya mızrak gibi batan bir şey manasında kullanılmıştır. (الشَّوْكَةِ, üç başlı mızrak, çatal gibi)
Burada iki kinaye göze çarpar. Birincisi olan “diken” sözüdür ki mevsûfundan kinayedir. Bilindiği gibi diken vücuda acı verir. Keskinlik ve şiddet ortak yönüyle silah ve harp manasında kinaye veya istiare olur. İkincisi olan ‘‘kökünü kazımak’’ sözü ise sıfattan kinayedir ve kâfirlerin helak olması manasındadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
وَيُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ
İstînâfa matuf olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması ve zamir makamında zahir isim gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ cümlesi, masdar-ı müevvele وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
بِكَلِمَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması كَلِمَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
اللّٰهُ - اَنَّ - لَكُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الْحَقَّ - يُحِقَّ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kökünü kazımak manasındaki وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ sözü helak yoluyla kâfirlerin kökünü kesmekten kinayedir. (Safvetü't Tefasir)
لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَۚ
لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَۚ
لِ harfi, يُحِقَّ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf bir fiile müteallıktır. Takdiri; أمركم بالقتال (Sizin işiniz savaşmaktır.) şeklindedir.
يُحِقَّ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْحَقَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبْطِلَ الْبَاطِلَ cümlesi atıf harfi وَ’la يُحِقَّ matuftur. يُبْطِلَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْبَاطِلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الْبَاطِلَ kelimesi sülâsî mücerred olan بطل fiilinin ism-i failidir.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَرِهَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
الْمُجْرِمُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُجْرِمُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لو كره المجرمون القتال فقد أمركم الله به لإحقاق الحقّ şeklindedir.
لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَۚ
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümleye dahil olan sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı cümle, mecrur mahalde olup takdiri, أمركم بالقتال (Sizin işiniz savaşmaktır) olan cümleye müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ cümlesi, masdar-ı müevvele وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
لِيُحِقَّ الْحَقَّ ile يُبْطِلَ الْبَاطِلَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الْحَقَّ - الْبَاطِلَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لِيُحِقَّ الْحَقَّ [gerçeğin gerçekliğini…] sözü “Bunu gerçeğin gerçekliğini ve batılın batıllığını ortaya koymak için yaptı; bunu tamamen bu iki şey için yaptı.” şeklinde takdir edilen hazfedilmiş bir fiile bağlıdır. Bunu sadece şu iki şey için yaptı: İslam’ın sabit ve galip kılınması, küfrün ise batıllığının ortaya konulup yavaş yavaş yok edilmesi. “ (Keşşâf)
Hal vavı ile gelen son cümle وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَۚ şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebat, temekkün ve istikrar ifade eden mazi fiil cümlesidir.
Takdiri لو كره المجرمون القتال فقد أمركم الله به لإحقاق الحقّ (Mücrimlerin hoşuna gitmese de Allah hakkı gerçekleştirmek için savaşı emretti.) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لْمُجْرِمُونَۚ ; suçlu demektir. جرم ; kesip kopardı demektir. جريم : dalından koparıldığı için kuruyup kötü olan hurma demektir. مجرم : özünden kopan, haktan ayrılan kişi demektir.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu cümle, müminlerin, kuvvetsiz olan kervanı değil de kuvvetli olan orduyu tercih etmelerinin gereğini ve düşmana karşı muzaffer kılınmalarmın hikmetini beyan eder.
Bu cümle, bir öncekinin tekrarı değildir; çünkü birincisi, iki irade arasındaki farkı göstermek içindir. Bu sonuncusu ise, bunu gerektiren hikmeti açıklar. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk'ın “Allah da emirleriyle hakkı açığa vurmayı... diliyordu” ifadesinden sonra “Hakkı payidar etmek için” demesi, sırf bir tekrar değildir.
Çünkü birinci ifadeyle Cenab-ı Hakk'ın bu hadisede vadettiği muzafferiyet ve düşmana üstün gelme gibi hususların sebebi; ikinci ifade ile de Kur'an'ı ve dini güçlendirmek, bu şeriate yardım etmek murad edilmiştir. Çünkü Bedir gününde, müminler tarafından kâfirlerin başına getirilen şey, dinin izzet bulmasına ve kuvvetlenmesine sebep olmuştur. İşte bu sebepten dolayı Cenab-ı Hak, bu ifadenin peşinden, “batılı da iptal edecekti” buyurmuştur. Yani şirki... Bu ifade, din ve iman demek olan “hak” mukabilinde kullanılmış bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Dua bize verilen en güzel hediyelerden. Sınırsız ve bedelsiz. Gönülden geçen dilerimler ya da umarımlardansa, o anda duayla istemek. Belki yeni bir gömlek, bir kitap. Belki sevdiğim biriyle sohbet, belki cennette tanışmak istediklerimin listesi. Ya da belki nefsin, belki şeytanın vesveselerinden doğan korkutucu düşüncelerin saldırdığı an Allah’a sığınmak.
Her anımda, yaşadığım her şeyin daha ilk adımını atmadan,
Kötü ya da iyi haberler kulağımdan kalbime ve zihnime ulaşmadan,
Rabbimi hatırlamayı istiyorum Rabbimden.
İstiyorum ki Hz. Yusuf’un zor anında delilini gösteren Rabbim, baktığım her şeyde, duyduğum her seste bana O’nu hatırlatacak bir iz görmeyi nasip etsin. Ve ben o alameti görüp Rabbimi hatırladığım anda, her şey dursun ve derin bir nefes alsın, dünyalık hiçbir zerre barındırmayan huzurdan, ne çekebiliyorsam çekebileyim.
Allahım! İman ederim ki: Senin dilemenle olacak olan olmaz, olmayacak denilen de olur hale gelir. Ne geçiyorsa gönlümden ve neye ihtiyacım varsa, dilerimli keşkeli cümlelerle vakit kaybetmeden, kaçıp Sana geleyim ve yalnız Senden isteyeyim.
Allahım! Sana ve Rasulune itaat ettim. Beni;
Senin adın geçtiğinde yüreği titreyenlerden,
Ayetlerin okunduğunda imanı artanlardan,
Yalnızca Sana güvenip, Sana dayananlardan,
Namazlarını özenle kılanlardan ve namazı daim olanlardan,
Senin yolunda, Senin rızan için harcayanlardan,
Senin katında değer, mevki ve rızık sahiplerinden,
Ve bağışlananlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji