25 Ekim 2024
A'râf Sûresi 196-206 (175. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 196. Ayet

اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ  ...


Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak
2 وَلِيِّيَ benim velim و ل ي
3 اللَّهُ Allah’tır
4 الَّذِي o ki
5 نَزَّلَ indirdi ن ز ل
6 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
7 وَهُوَ ve O
8 يَتَوَلَّى yönetir و ل ي
9 الصَّالِحِينَ iyileri ص ل ح

Bir önceki âyetin son cümlesinde, Hz. Peygamber’e, putlarda olağan üstü güçler vehmeden müşriklerin bu inançlarının saçmalığını kanıtlamak üzere onlara meydan okuması emredildikten sonra burada da ondan ve onun şahsında bütün müminlerden, Allah’a inanç ve bağlılıklarını “Benim velîm… Allah’tır” sözleriyle ortaya koymaları istenmektedir. Velî kelimesinin kökü olan velâyet kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de –çeşitli mânaları yanında (meselâ bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/2, 139-140, 144)– yerine göre hem Allah’ın kuluna dost olmasını, onu sevmesini ve her türlü kötülüklerden esirgemesini hem de kulların Allah’a dost olmalarını ifade etmektedir. Bu âyette ise –biri isim şekliyle, biri fiil kalıbında olmak üzere– her iki anlamda da kullanılmıştır. Yukarıda Allah’tan başka tapılan şeylerin, onlara tapanlara yardım edecek güçte olmadıkları, hatta tamamen âciz nesneler oldukları belirtilmişti; burada ise özellikle velî kelimesi ve aynı kökten gelen “yetevellâ” fiili kullanılarak müminlerin yüce Allah’a olan sevgi ve bağlılıklarıyla O’nun kendisine inanıp bağlanan iyi kullarına (sâlihîn) olan sevgisi, koruyuculuğu ve lutufkârlığı dile getirilmektedir. Buna göre Allah ile müminler arasında sıcak bir ilişki vardır; müminler Allah’a gönülden inanıp bağlanmakta, O’nu dost bilmekte; Allah da onları sevmekte, yollarını aydınlatan kitabı göndermek suretiyle doğru yolu bulup o yolda yürümelerini sağlamaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 646-647

اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

وَلِـِّيَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  نَزَّلَ الْكِتَابَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

نَزَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ

 

وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ  muterize cümlesidir. وَ  itiraziyyedir. (Âşûr)

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَتَوَلَّى  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَوَلَّى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

الصَّالِح۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَلَّى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْكِتَابَۘ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِح۪ينَ

 

Ayet fasılla gelmiş ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Bu ayet, kelamın siyakından açıkça anlaşılan aldırmazlığın sebebini bildirir.

Allah Teâlâ’nın, Kitab’ı indirmekle vasıflandırılması, ve ayetin deliline ve aldırmazlığın diğer bir sebebine işaret etmek içindir. Sanki şöyle buyurulmuştur:

- Ben size de sizin ortak koştuklarınıza da aldırmam; çünkü benim yegâne velim, o Kitab’ı indiren Allah Teâlâ’dır. O Kitap, O’nun benim velim ve yardımcım olduğunu ve sizin koştuğunuz ortakların, size yardım etmek şöyle dursun, kendi nefislerine bile yardım edemediklerini açıkça ifade ediyor.

Salih kullarına velilik yapmak, onlara yardım etmek ve onları ayetinden yoksun bırakmamak, AllahTeâlâ'nın âdetidir. (Ebüssuûd)

اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, faydayı çoğaltmak ve veciz ifade kastına matuftur. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin Allah ismiyle marife olması muhatap ya da herkes tarafından bilindiğine delalet eder.

Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  نَزَّلَ الْكِتَابَۘ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Sıla cümlesine matuf  هُوَ يَتَوَلَّى  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. (Âşûr)

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

الْكِتَابَ  kelimesindeki tarif ahd içindir. Yani kendisine ahd ettiğiniz, işittiğiniz ve karşı koymaktan aciz olduğunuz kitaptır ki o, Kur’an’dır. (Âşûr)

وَلِـِّيَ - يَتَوَلَّى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sıkıntılı zamanlarımızda bu ayeti hatırlayıp okuyabiliriz.

Bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


A'râf Sûresi 197. Ayet

وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  ...


Allah’tan başka taptıklarınızın ise size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler ise
2 تَدْعُونَ yalvardıklarınız د ع و
3 مِنْ
4 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
5 لَا
6 يَسْتَطِيعُونَ güçleri yetmez ط و ع
7 نَصْرَكُمْ size yardım etmeye ن ص ر
8 وَلَا ne de
9 أَنْفُسَهُمْ kendilerine ن ف س
10 يَنْصُرُونَ yardım edebilirler ن ص ر

Müşriklerin, birtakım nesneleri tanrılık vasıflarıyla niteleyip putlaştırarak bunlardan medet ummalarının ne kadar saçma olduğunu bir kez daha vurgulayan bu iki âyet, Mekke müşrikleri ve din konusunda onlara benzer bir yol izleyen her dönemdeki insanlar için yeni bir uyarı anlamı taşımaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 647

وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَدْعُونَ  fiili,  نَ  harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf aid zamirine müteallıktır. Takdiri;  تدعونهم متميّزين عن الله (Allah’tan ayrı olarak onlara dua edersiniz) şeklindedir.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا يَسْتَط۪يعُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

نَصْرَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْفُسَهُمْ  kelimesi amili  يَنْصُرُونَ  olan mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَنْصُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ

 

Ayet  وَ ’la  اِنَّ وَلِـِّيَ اللّٰهُ  ayetine atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası  … تَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tahkir ifade eder.

دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

دُونِه۪  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)

Menfi muzari fiil sıygasında gelen  لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ  cümlesi müsneddir. Müsnedin  muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesi, aynı üslupta gelmiş ve sıla cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede, takdim-tehir sanatı vardır.  اَنْفُسَهُمْ, amili olan  يَنْصُرُونَ  fiiline, önemine binaen takdim edilmiştir.

نَصْرَكُمْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ  cümlesiyle  وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

دُون  kelimesi غير ’dan daha kapsamlıdır. Hem yanında hem dışında anlamları taşır. غير  kelimesinin ise yanında manası yoktur.

نَصْرَكُمْ -  يَنْصُرُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Îrabdan mahalli olan cümleler birbirine atfedilir. Îrab hükmünde, ikinci cümlenin birinciye iştirak etmesi istendiğinde bu atıf yapılır. Ancak aralarında bir münasebet olması gereklidir.

Burada  لَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesi; mübteda olan ism-i mevsûlun haberi makamında olan  لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَكُمْ  cümlesine  و  ile atfedilmiştir. Çünkü her iki cümle de aynı mübtedanın haberidir. Aralarındaki birleştirici yön de putların tahkiridir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersler, Meânî İlmi)

Cenab-ı Hakk’ın reddettiği kimselerin işlerini ıslah etmekle “Sizin, O’nu (Allah’ı) bırakıp taptıklarınızın ise sizin imdadınıza yetişmeye güçleri yetmediği gibi kendilerine bile faydaları dokunmaz.” buyruğu hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür:

Birinci görüş: Bundan maksat, putları böylesi sıfatlarla tavsif etmektir.

Buna göre şayet onlar, “Bu hususlar, önceki ayetlerde de ele alınmıştı; o halde bunları tekrarlamanın faydası nedir?” derlerse biz deriz ki:

Vahidî, bu hususta şöyle demektedir: “Bu vasıflar tekrarlanmıştır; zira önceki ayetlerde bunlar azarlanmak üslubunda zikredilmiştir. Halbuki burada ise kendisine ibadet etmek caiz olanla olmayanın arasını ayırmak için zikredilmiştir. Buna göre sanki ‘ibadete müstehak olanın, salihlerin işlerini üzerine alması gerekir. Halbuki bu putlar böyle değildir. Öyleyse bu putlar ilâh olamazlar.’ denilmek istenmiştir.”

İkinci görüş: Bahsedilen bu haller, Allah'tan başkasına tapan o müşriklerin sıfatlarıdır. Yani kâfirler, Hz. Peygamber ve ashabını tehdit edip duruyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, “Onlar hiçbir şeye kadir olamazlar. Aksine onlar, cehalet ve ahmaklıkta öylesi bir dereceye varmışlardır ki şayet sen onları hakka davet edecek olsan, onlara aklî ve nakli delillerin en kuvvetlisini izhar edecek olsan, onlar akıllarıyla kesinlikle bu hususu bilip anlayamazlar.” buyurmuştur.

Buna göre şayet, “Müşriklerden bahsedilmedi. Burada bahsedilen putlardır. Binaenaleyh bu söylenen şey nasıl doğru olabilir? denilirse biz deriz ki: Müşriklerden Hakk Teâlâ’nın ‘De ki: Çağırın ortaklarınızı, sonra bana istediğiniz tuzağı kurun.’ buyruğunda bahsedilmişti.” (Fahreddin er-Râzî)


A'râf Sûresi 198. Ayet

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ  ...


Eğer onları, doğru yola çağırırsanız işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 تَدْعُوهُمْ onları çağırsanız د ع و
3 إِلَى
4 الْهُدَىٰ hidayete ه د ي
5 لَا
6 يَسْمَعُوا işitmezler س م ع
7 وَتَرَاهُمْ ve görürsün ر ا ي
8 يَنْظُرُونَ baktıklarını ن ظ ر
9 إِلَيْكَ sana
10 وَهُمْ oysa onlar
11 لَا
12 يُبْصِرُونَ görmezler ب ص ر

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

تَدْعُوهُمْ  şart fiili olup  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَى الْهُدٰى  car mecruru   تَدْعُوهُمْ  fiiline müteallıktır.  الْهُدٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı  لَا يَسْمَعُوا ‘dur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَسْمَعُوا  fiili şartın cevabı olduğu için  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.


وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  تَرٰيهُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

يَنْظُرُونَ  cümlesi  تَرٰيهُمْ ‘deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubtur.  يَنْظُرُونَ  fiili,  نَ  harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline müteallıktır.

وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ  cümlesi  يَنْظُرُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubtur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında  و  gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يُبْصِرُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُبْصِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Burada hal, isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  بصر ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ 

 

Ayet  وَ ’la …وَالَّذ۪ينَ تَدْعُونَ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi olan  تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَسْمَعُوا  cümlesi,  ف۪ٓ  karînesi olmadan gelen cevaptır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 


 وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ

 

Cümle, …تَدْعُوهُمْ  cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Yine müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ  cümlesi,  تَرٰيهُمْ  cümlesinin mef’ûlünden haldir.  

İsim cümlesi formunda gelerek sübut ifade eden  وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ  cümlesi de haldir. Zül hal,  يَنْظُرُونَ  fiilinin failidir. Bu cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi ) 

Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ  cümlesiyle  وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَنْظُرُونَ - لَا يُبْصِرُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

يَنْظُرُونَ - يُبْصِرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Görmek - düşünmek manasındaki üç fiilin (رأي - نظر - بصر) birarada geçtiği tek ayettir.

تَرٰيهُمْ - يَنْظُرُونَ - يُبْصِرُونَ - يَسْمَعُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sen görürsün ifadesindeki “sen” zamiri, müşriklerin yerini tuttuğu halde tekil olarak varid olmuştur. Çünkü zamir, hepsinin birden değil, fakat teker teker onların yerini tutar. Bu, onların hepsinin putları aynı anda görmediklerini fakat her birinin ayrı ayrı zamanlarda gördüklerini belirtir.

Bir görüşe göre de anılan zamir, Resulullah içindir ve “onları” zamiri de putları, yahut müşrikleri ifade eder.

Bu görüşe göre bu cümle, ilk görüşün aksine sebebin devamı değildir. Yani “Ey Resulüm! Sen, müşrikleri sana bakar görürsün; oysa onlar, seni gerçek halinle göremiyorlar.” demektir.

 
A'râf Sûresi 199. Ayet

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ  ...


Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خُذِ al ا خ ذ
2 الْعَفْوَ affı ع ف و
3 وَأْمُرْ emret ا م ر
4 بِالْعُرْفِ iyiliği ع ر ف
5 وَأَعْرِضْ yüz çevir ع ر ض
6 عَنِ -den
7 الْجَاهِلِينَ cahiller- ج ه ل

Yukarıdaki âyetlerde (özellikle 189. âyetten itibaren) tevhid inancı üzerinde durularak –başta Mekke müşrikleri olmak üzere– Allah’ın yarattığı varlık veya nesnelere tanrısal nitelikler yüklemek suretiyle bu yaratıkları Allah’a ortak koşanlar eleştirilip uyarıldıktan sonra bu âyette de ahlâk konusuna geçilmiş ve bütün ilâhî dinlerin üç temel ahlâk kuralına yer verilmiştir:

1. Kolaylık. Sözlükte “bir şeyin en yenisi, en saf olanı, fazlası; kolaylıkla verilebilen, bağışlanabilen” gibi anlamlara gelen âyet metnindeki af kelimesi ahlâk terimi olarak “kötülük ve haksızlık eden, suç veya günah işleyen birini bağışlamak, cezalandırmaktan vazgeçmek” demektir (ayrıca bk. Bakara 2/109). Konumuz olan âyetteki af kelimesine ise tefsirlerde başlıca şu mânalar verilmektedir: 

a) İnsan ilişkilerinde kolaylık yolunu seçmek, başkalarını külfet ve meşakkate sokacak tutum ve davranışlardan, beklentilerden uzak kalmak (Zemahşerî, II, 110). Ahlâk terimi olarak az önce zikredilen anlamdan da esasen insanları suç ve hataları sebebiyle cezalandırarak sıkıntıya sokmak yerine onları bağışlayarak rahatlatmak demek olduğuna göre bu anlamdaki af da sonuçta kolaylık mânası taşımaktadır.

 b) Malın ihtiyaçtan fazlasını muhtaçlara vermek. Bu anlamı tercih edenler âyetin, daha sonra gelen ve zekâtın farz olduğunu bildiren başka âyetlerle neshedildiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak, diğer birçok müfessir gibi âyeti birinci mânada yorumlayan Fahreddin er-Râzî’ye göre ikinci anlamı tercih etsek bile bundan nesih sonucuna varmak gerekmez; çünkü zekât hakkındaki âyetler malî fedakârlığın asgari miktarıyla alâkalıdır; bu âyette ise zekâtın da üzerinde mal bağışında bulunmak öğütlenmektedir (XV, 95-96; her iki yorumla ilgili rivayetler için bk. Taberî, IX, 153-155). 

Başkaları karşısında kolaylaştırıcı olmak, suç ve kusurlarını bağışlayarakonları affedip ceza sıkıntısından kurtarmak gibi başkalarına mal yardımında bulunmak da bir fedâkarlıktır. Bu sebeple âyetteki af kelimesinin her iki anlamda da fedakârlığı içerdiğini ve dolayısıyla burada hem insanlara mal yardımında bulunmanın hem de sertlik yerine yumuşaklık ve kolaylaştırıcılığın, Türkçe’deki anlamıyla affın ve hoşgörünün öğütlendiğini düşünmek daha isabetli olacaktır. Râzî âyetin bu kısmını –ilgili âyetlere göndermeler de yaparak (bk. Âl-i İmrân 3/159; Nahl 16/125)– şöyle açıklar: “Kolaylığı seç buyruğu, malî haklarla ilgili her konuda cimrilikten sıyrılmak, insanlarla güzel ahlâka dayalı ilişkiler kurmak, katılık ve sertlikten uzak durmak, işleri kolaylaştırmak, insanları hak dine çağırırken de ince ve yumuşak bir uslûp kullanmak” (XV, 96).

2. İyiliği emretme. “İyi olan” diye çevirdiğimiz ve Türkçe’de “örf” şeklinde telaffuz edilen urf kelimesi, “bilme, tanıma” mânasındaki irfan kökünden bir terim olup, aynı kökten ma‘rûf kelimesi gibi “iyilik olarak bilinen ve benimsenen şey” anlamında kullanılır (Râgıb elİsfahânî, el-Müfredât, “arf” md.). Râzî de bu terimi, genel bir ifadeyle, “yapılması gerekli olan, yapılması yapılmamasından daha iyi olan her türlü iş” şeklinde açıklamıştır (XV, 96). Buna göre örf kelimesi, sadece yapılması farz olan tutum ve davranışları değil, aynı zamanda mendup olan, dinin özel hükümlerine ve genel amaçlarına ters düşmemek şartıyla aklıselimin ve kamu vicdanının hayırlı ve yararlı görüp âdet haline getirdiği her türlü dinî ve dünyevî konulardaki iyilik ve güzellikleri de içermektedir. Nitekim Taberî de “Allah’ın emrettiği veya mendup saydığı bütün işler örf kapsamına girer. Allah âyette özel bir anlamı tahsis etmemiştir. Doğrusu şudur ki Allah, elçisine –herhangi bir çeşidini ayırmaksızın– genel olarak iyiliği emretme görevini yüklemiştir” diyerek bu hususa işaret etmiştir (IX, 156). 

3. Cahillere aldırmamak. Âyetteki cahil kelimesi, bilgisizlikten ziyade saldırganlık, barbarlık, zulüm, haksızlık, küstahlık, inatçılık gibi kötü huylardan oluşan ahlâk bozukluğunu ifade etmektedir (kelimenin bu anlamı için bk. Mâide 5/50; Feth 48/26). Cahillere aldırmamak, onların tuttukları yolun yanlışlığını göstermemek, bozuk inançlarını düzeltme yönünde çaba harcamamak anlamına gelmez; çünkü bu İslâm’ın varlık sebebine ve genel olarak peygamberlerin gönderiliş hikmetlerine aykırıdır. Şu halde cahillere aldırmamanın mânası, insanları hak ve hakikat çizgisine, iyilik ve doğruluk yoluna çağırırken kendini bilmezlerin edep ve ahlâkla bağdaşmayan kötü ve çirkin davranışlarına, küstahça hareketlerine, haksızlıklarına aynıyla karşılık vermemek, bu tür hareketler karşısında öfkeye kapılarak affedici olmaktan, iyiliği emretmekten vazgeçmemek; aksine ısrarla sabırlı, hoşgörülü, kolaylaştırıcı ve bağışlayıcı olmaktır. 

Taberî’nin kaydettiği bir rivayete göre bu âyet geldiğinde Resûlullah’ın bir sorusu üzerine Cebrâil, “Rabbin sana kötülük edene senin iyilik etmeni, sana vermeyene senin vermeni ve senden uzak kalıp ilgileri koparanlarla senin dostluk ve akrabalık ilişkini sürdürmeni emrediyor” diyerek âyete örnekleme yoluyla açıklama getirmiştir. Aynı müfessirin de belirttiği gibi her ne kadar yüce Allah bu âyette peygamberine hitap etmişse de esasında bütün kullarını eğitmeyi amaçlamıştır (IX, 156).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 648-650

Riyazus Salihin, 51 Nolu Hadis
Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Uyeyne İbni Hısn (Medine’ye) geldi ve yeğeni Hurr İbni Kays’a misafir oldu. Hurr, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Zaten genç olsun yaşlı olsun âlimler (kurrâ), Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hurr İbni Kays’a:Yeğenim, senin devlet başkanı yanında önemli bir yerin vardır. Beni kendisiyle görüştür, dedi.
Hurr, Ömer’den izin aldı. Uyeyne Ömer’in yanına girince:

Ey Hattâb oğlu, Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun, dedi.
Ömer hiddetlendi, Uyeyne’ye ceza vermek istedi.
Bunun üzerine Hurr:

Ey Müminlerin emiri, Allah, Peygamberine “Affı seç, iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan vazgeç!” buyurdu. Benim bu amcam da câhillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki, Hurr bu âyeti okuyunca Ömer, Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer, Allah’ın kitabına son derece bağlı idi.
(Buhârî, Tefsîru sûre (7), 5, İ’tisâm 2)

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  خُذِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

الْعَفْوَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  أْمُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

بِالْعُرْفِ  car mecruru  أْمُرْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  اَعْرِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

عَنِ الْجَاهِل۪ينَ  car mecruru  اَعْرِضْ  fiiline müteallıktır.  الْجَاهِل۪ينَ ‘nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جهل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْرِضْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  عرض’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ

 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan ilk cümle müstenefedir. Aynı üslupta gelmiş  وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ  cümlesi ve  وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ  cümlesi, خُذِ الْعَفْوَ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat ve  hükümde ortaklık vardır. 

الْعَفْوَ  kelimesi, bir şeyin yenisi, fazlası ve en temiz olanı anlamına geldiği gibi kolaylık ve bağışlama manasına da gelir. (Müfredat)

الْعَفْوَ ‘deki tarif, cins içindir. İstiğrak ifade eder. (Âşûr)

الْعُرْفِ ‘deki tarif,  الْعَفْوَ ‘deki gibi istiğrak ifade eder. (Âşûr)

الأخْذُ  hakikatte faydalanmak veya zarar vermek için bir şeyi almak demektir.  أخَذْتُ العَدُوَّ مِن تَلابِيبِهِ (Düşmanı yakasından yakaladım.) sözünde olduğu gibi. Esir için de أخِيذٌ  denir. Esir alınan kavim için  أُخِذُوا  denir. Burada ise mecazi manada kullanılmış, bir vasıf ve fiile bürünmek manasında müstear olmuştur. İsteseydi ona bürünürdü manasındadır. Bu bürünmek ve bu bürünmeyi başka bir şeye bürünmeye tercih etmek; bir çok eşya arasından birini almaya benzetilmiştir.   (Âşûr)  

خُذِ الْعَفْوَ  ibaresi, “müsamaha yolunu tut” anlamında bir deyimdir.

Bu ibarede istiare vardır. Affetmek somut bir şeye benzetilmiştir. İnsicam sanatı vardır, yani kelimelerinde müthiş bir uyum vardır. Araplar bu ayetin akışına, kolaylığına hayran olmuşlardır. Kalplere tesir eder.

Bir derecelendirme vardır.

الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi burada duygularına kapılarak fevri hareket etmek anlamındadır.

Ayetteki emir irşad manasındadır. Emir, doğru yolu göstermek ve nasihat amacıyla gelebilir.

Bu ayet-i kerimede bütün güzel huylar toplanmıştır. Çünkü af kelimesi; araya kopukluk girmiş her şeyi birleştirmek, zalimlerden yüz çevirmek, vermeye engel olanlara vermek, kötülüğe iyilikle muamele etmek, her işte yumuşak-hoşgörülü olmak; örfü emretmek, sıla-i rahim yapmak, dili gıybetten ve yalandan korumak, gözü her türlü haramdan korumak, her türlü çirkinliklerden uzak durmak, Allah Teâlâ’nın istediği şeyleri yerine getirmek; cahillerden yüz çevirmek ise sabır, yumuşak başlılık ve öfkeye hakim olmak manalarını taşır. İşte böylece az sözle çok mana ifade edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

الجَهْلُ  kelimesi burada  الحِلْمِ  ve  الرُّشْدِ  kelimelerinin zıttıdır.  الجَهْلُ  kelimesinin kullanımı İslam öncesi için kullanımı çok meşhurdur.  الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi ile tüm akılsızlar kastedilmiştir. Çünkü  الْجَاهِل۪ينَ  kelimesindeki marifelik istiğrak içindir. (Âşûr)   
A'râf Sûresi 200. Ayet

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  ...


Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِمَّا ne zaman
2 يَنْزَغَنَّكَ seni dürtüklerse ن ز غ
3 مِنَ -dan
4 الشَّيْطَانِ şeytan- ش ط ن
5 نَزْغٌ bir kötü düşünce ن ز غ
6 فَاسْتَعِذْ hemen sığın ع و ذ
7 بِاللَّهِ Allah’a
8 إِنَّهُ çünkü O
9 سَمِيعٌ işitendir س م ع
10 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

Bir önceki âyette Hz. Peygamber’e (onun şahsında ümmetine), insanlarla ilişkilerinde kolaylık göstermeye, affedici ve hoşgörülü olmaya dayalı bir tutum sergilemesi emredildikten sonra burada da eğer Hz. Peygamber (dolayısıyla herhangi bir mümin), kendini bilmezlerin uygunsuz davranışları karşısında öfkeye kapılıp bu ince tutumunu terkederek sertleşmesine, cahillerin kötülüklerine kötülükle karşılık vermesine yol açacak bir kışkırtma duygusuna kapılırsa, bunun şeytandan gelen bir fitleme olduğunu bilerek şeytana kapılmaktan Allah’a sığınması, bu fitlemeye aldırmayıp sabırlı, affedici ve hoşgörülü olmaya devam etmesi gerektiği bildirilmekte; nitekim takvâ sahiplerinin de böyle yaptıkları yani içlerine şeytandan kaynaklanan kötü, zararlı ve yıkıcı bir duygu veya düşünce doğduğunda hemen zihnî melekelerini harekete geçirerek doğru olanı bulma yolunda düşünüp taşındıkları; Allah’ın böyle durumlar karşısında nasıl davranmak gerektiğine dair uyarılarını, irşadlarını hatırlayarak basîretli yaklaşımlarıyla gerçeği, doğru ve isabetli tutumun ne olduğunu görüp ona göre hareket ettikleri ifade buyurulmaktadır. Şu halde Kur’ân-ı Kerîm’in “en yüksek şeref ve değer” kabul ettiği (Hucurât49/13) takvâ erdemine sahip olmanın şartlarından biri de kötülüğe kötülükle cevap vermemek, cahillerin seviyesine düşmemek, aksine olabildiğince kolaylık, özveri, barış ve uzlaşmadan yana olmaktır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 651

Riyazus Salihin, 47 Nolu Hadis
Süleyman İbni Surad radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı.
Bunu gören Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hali geçer. Eğer o, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm = İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım” derse, üzerindeki hâl kaybolur.”
Oradakiler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ona “İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu ilettiler.
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr 109)

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ

 

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  إنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmiştir.  مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

اِمَّا ‘daki  إنْ  şartıyedir,  مَّا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ ‘u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

يَنْزَغَنَّكَ  şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مِنَ الشَّيْطَانِ  car mecruru  يَنْزَغَنَّكَ  fiiline müteallıktır.

نَزْغٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اسْتَعِذْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

بِاللّٰهِ  car mecruru  اسْتَعِذْ  fiiline müteallıktır.

اسْتَعِذْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  عوذ ’dir.

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. 

سَم۪يعٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ 

 

Ayet  وَ ’la önceki ayeteki  خُذِ الْعَفْوَ  cümlesine atfedilmiştir. 

اِمَّا  daki  إنْ  şartıyyedir,  مَّا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki fiilin sonuna tekid  نَّ 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebi cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

Cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَنْزَغَنَّكَ  şart fiili olup müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

فَ  karînesiyle gelen  فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

يَنْزَغَنَّكَ - نَزْغٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نزَغَ ; cilde iğne sokmak demektir. Bir işi bozmak için yapılan girişim için kullanılır. (Müfredat)

Burada şeytanın vesvesesi ve insanları masiyetlere teşvik etmesi; cilde iğne ve benzeri şeyleri sokmak manasına gelen  نزَغَ ‘ya benzetilmiştir. Güzel bir istiaredir. (Sâbûnî, Âşûr)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)


 اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

Allah’ın  سَم۪يعٌ  ve  عَل۪يمٌ  şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin hitabı Efendimize olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına, kelamdan bileni bilmeyen yerine koymaktır. 

Ayetlerin sonunda gelen esma-i hüsna bazen harf-i tarifle bazen de tenvinle gelir.

Nekre gelişi tazime, elif-lam’lı gelişi de kemalata delalet eder. Burada nekre gelmiştir. Onun işitici ve bilici oluşunun bir şeref olduğunu ifade etmiştir. 

Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemalat anlamı ve tazim vardır.

Son cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah işiten ve bilendir. Melzûm; halini bilip sana yardım edecektir. 

Tezyîl  olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir.

اِنَّهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ  cümlesi şeytandan Allah’a sığınma emrinin illeti olarak gelmiştir.  اِنَّ ; şanı olan inkâr veya şüpheyi def için değil de başka bir yerde geldiğinde bu şekilde gelir. (Âşûr)
A'râf Sûresi 201. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ  ...


Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 اتَّقَوْا (Allah’tan) korkanlar و ق ي
4 إِذَا zaman
5 مَسَّهُمْ kendilerine dokunduğu م س س
6 طَائِفٌ bir vesvese ط و ف
7 مِنَ -dan
8 الشَّيْطَانِ şeytan- ش ط ن
9 تَذَكَّرُوا düşünürler ذ ك ر
10 فَإِذَا ve o zaman
11 هُمْ onlar
12 مُبْصِرُونَ (gerçeği) görürler ب ص ر
طوف Tavefe: طَوْفٌ bir şeyin etrafında yürümek/dönmektir. Bu ayette geçen طأئِفٌ kelimesi insanın etrafında dolaşıp onu avlamak isteyen şeytandır. طُوفانٌ tufan ise insanı kuşatan her türlü felakettir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 41 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tâife, tavaf, tûfan ve tayfadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقَوْا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اتَّقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenler ile aynıdır.

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسَّهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَسَّهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

طَٓائِفٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنَ الشَّيْطَانِ  car mecruru  طَٓائِفٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.

طَٓائِفٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  طوف  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı  تَذَكَّرُوا ‘dur.  تَذَكَّرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur. Mahallen meczumdur.

Şart fiili ve cevabı,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا ‘ isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُبْصِرُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُبْصِرُونَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّقَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

تَذَكَّرُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ

 

İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tazim ifade eder. 

İsmi mevsûlün sılası olan  اتَّقَوْا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.  

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı,Kadr/1) 

الشَّيْطَانِ ‘deki marifeliğin cins için olması da ahd için olması da caizdir. Bununla  askerlerinin ve ona tabi olanların vesvese vermeleri itibarıyla iblis kastedilmiştir.  (Âşûr)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  تَذَكَّرُوا , faide-i haber ibtidaî kelam olan muzari fiil sıygasındadır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî  kelamdır. 

Ayetin fasılası  فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ , haber cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Mufacee harfinin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِذَا ; müfacee harfidir. İsim cümlesine dahil olduğunda aniden olan, beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları olur. 

فَاِذَا  tabiri, düşününce hemen gerçeği gördüklerini ifade eder.

Dalalet manası için müstear olan  العَمى  kelimesinin zıddı olan  الإبْصارُ  kelimesi de ihtida için müsteardır. (Âşûr)

الإبْصارَ ‘ın yani hidayetin onlarda bundan önce de sabit olduğuna delalet etmek için fiil değil ism-i fail gelmiştir. Bu teceddüt eden bir şey değildir. Bunun için onlar hakkındaki bu haber devam ve sübuta delalet eden isim cümlesiyle gelmiştir. (Âşûr) 

اتَّقَوْا  fiilinin kökü  وقى ’dır. Vikaye, bir şeyi, onu rahatsız edecek ve ona zarar verecek şeylerden korumak demektir. Takva da insanın kendi canını korkulan şeylerden sakındırmasıdır. Gerçek anlamı budur. Bunun yanında bazen korku ve takva birbirinin yerine kullanılır. Şeriat terminolojisinde takva, insanın kendisini günahlardan sakındırması anlamında kullanılmıştır. Bu da sakıncalı olan şeylerin terk edilmesi ile gerçekleşir. Gerçek anlamda tamamlanması da bir takım helalleri terk etmeyi gerektirir.

مَسَّ  kelimesi, aslında elini bir cisim üzerine koymaktır. İsabet veya hafif bir isabet için müstear olmuştur. (Âşûr) 

مَسَّ  fiili azlık,  طَٓائِفٌ  kelimesindeki nekrelik, azlık ifade eder.

Ufak bir vesvese durumunda bile Allah’a sığınmaya teşvik vardır.

Ayetin sonu başka ayetlerle birlikte  ونَۚ  harfleriyle bittiği için lüzûm mâ lâ yelzem sanatı vardır. Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
A'râf Sûresi 202. Ayet

وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ  ...


Şeytanlara kardeş olanlara gelince, şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan hiç geri durmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِخْوَانُهُمْ kardeşleri ise ا خ و
2 يَمُدُّونَهُمْ onları çekerler م د د
3 فِي içine
4 الْغَيِّ azgınlığın غ و ي
5 ثُمَّ sonra
6 لَا hiç
7 يُقْصِرُونَ yakalarını bırakmazlar ق ص ر

“Dostlar” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki ihvân kelimesinin tekili olan ah kelimesi sözlükte “kardeş” mânasına gelmekle birlikte mecazi olarak “arkadaş, dost, insanın sevip saydığı, aynı dünya görüşünü, aynı inanç ve değerleri paylaştığı kişi” anlamını da ifade eder. Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de (Hucurât 49/10, 12), hadislerde (Buhârî, “Îmân”, 22, “Mezâlîm”, 3; Müslim, “Eymân”, 38, 40, “Birr”, 32; Tirmizî, “Birr”, 29) ve diğer İslâmî kaynaklarda bu mânasıyla yani müslümanlar arasındaki inanç ve ideal birliğinden doğan sevgi ve kaynaşmayı ifade etmek için geniş olarak kullanıldığı gibi –konumuz olan âyette görüldüğü üzere– şeytan ile inkârcılar arasındaki ve inkârcıların kendi aralarındaki birlik ve yakınlığı ifade etmek için de kullanılmıştır. 

Tefsirlerde âyetin değişik şekillerde yorumlandığı görülmektedir. Taberî’nin, diğer müfessirlerce de geniş ölçüde benimsenmiş olan yorumu şöyledir: “İnkârcılara gelince, dostları olan şeytanlar onları azgınlığa sürükler; azgınlıklarını daha da arttırırlar ve artık –içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda hemen düşünüp gerçeği gören takvâ sahiplerinin aksine– bu günahkârlar (azgınlık yapmakta) kusur etmez, bundan geri durmazlar.” Aynı müfessire göre bu suretle Allah Teâlâ bize şu hakikati bildirmektedir: Müminler topluluğu ve takvâ ehli, şeytan kendilerine kötülük işletmek istediğinde yaptıklarının doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde düşünürler, Allah’ın azametini ve cezalandırmasını hatırlarlar, Allah’a olan saygıları kendilerini O’na âsi olmaktan korur, hasbelbeşer işledikleri hataların affı için Allah’a sığınıp tövbe etmeye yöneltir. (199. âyette kendilerinden “cahiller” diye söz edilen) müşrikler ve inkârcılar topluluğuna gelince, onlar bir defa Allah’a âsi olmaya başlayınca şeytanlar onların günahkârlık, bozgunculuk ve azgınlık eğilimlerini daha da güçlendirir; hevâ ve hevesleri akıl ve basîretlerine baskın geldiği için artık ne Allah korkusu ne âhiret kaygısı azgınlıkta ısrar edip günahlarını daha da çoğaltmaktan onları alıkoyar (IX, 159).

 Âyetin “Bir daha da yakalarını bırakmazlar” diye çevirdiğimiz bölümüne, “O isyankârlar artık bir daha azgınlık ve günahkârlıktan geri durmazlar” veya “Şeytanlar onları azgınlığa, günaha sürüklemeye devam ederler” şeklinde değişik mânalar verilmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 651-652

غوى Ğavâ : غَيٌّ bozuk bir hareketten kaynaklanan cehalettir. Kelimenin asıl manası deve yavrusunun fazla süt içerek fesada uğramasıdır. Kuran-ı Kerim’de Allah’ın azabından غَيٌّ olarak bahsedilmesi bu azabın nedeninin azgınlık olmasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri iğvâ ve ğayya (kuyusu) dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِخْوَانُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَمُدُّونَهُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَمُدُّونَهُمْ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

فِي الْغَيِّ  car mecruru  يَمُدُّونَهُمْ  fiiline müteallıktır.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُقْصِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُقْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  قصر ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Ayet,  اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا  cümlesine matuftur. İsim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فِي الْغَيِّ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْغَيِّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْغَيِّ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak şeytanın kardeşlerinin, insan, günah , suç ve sapkınlığa sürüklemelerini  etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ  cümlesi, haber olan …يَمُدُّونَهُمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَمُدُّونَهُمْ - لَا يُقْصِرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki ayetle aralarında lüzum ma la yelzem vardır.

Şayet, “Neden şeytan tekil olduğu halde  اِخْوَانُهُمْ  (kardeşleri) kelimesinde zamir çoğul olarak kullanılmış?” dersen şöyle derim: Tıpkı [onların velileri tāğuttur] (Bakara Suresi, 257) ifadesinde olduğu gibi “şeytan”la cins anlamı kastedilmiştir. (Keşşâf)
A'râf Sûresi 203. Ayet

وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...


(Ey Muhammed!) Onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: “Onu (da) bir yerlerden derleyip toplasaydın ya.” De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. Bu (Kur’an âyetleri), Rabbinizden gelen basiretlerdir (Gönül gözlerini aydınlatan nurlardır). İman edecek bir topluluk için bir hidayet kaynağı ve bir rahmettir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 لَمْ
3 تَأْتِهِمْ onlara getirmediğin ا ت ي
4 بِايَةٍ bir ayet ا ي ي
5 قَالُوا derler ق و ل
6 لَوْلَا keşke
7 اجْتَبَيْتَهَا bunu da derleseydin ya ج ب ي
8 قُلْ de ki ق و ل
9 إِنَّمَا ben ancak
10 أَتَّبِعُ uyuyorum ت ب ع
11 مَا şeye
12 يُوحَىٰ vahyolunana و ح ي
13 إِلَيَّ bana
14 مِنْ -den
15 رَبِّي Rabbim- ر ب ب
16 هَٰذَا bu (Kur’an)
17 بَصَائِرُ basiretlerdir ب ص ر
18 مِنْ -den
19 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
20 وَهُدًى ve yol göstericidir ه د ي
21 وَرَحْمَةٌ ve rahmettir ر ح م
22 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
23 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

Önceki âyette işaret buyurulan müşriklerin azgınlıklarına, bozgunculuk ve küstahlıklarına bir örnek olmak üzere burada onların, peygamberliğini kanıtlamak üzere Resûlullah’ın zaman zaman gösterdiği mûcizeler karşısındaki inkârcı ve alaycı tavırları hatırlatılmaktadır. Onlar, gerçekten Hz. Muhammed’in hak peygamber olup olmadığını anlamak için değil, tamamen ciddiyetten uzak olarak sırf onu rahatsız etmek, huzurunu bozmak, zor durumda bırakmak ve insanlar karşısında küçük düşürmek gibi kötü niyete dayalı sebeplerle ondan mûcize göstermesini isterlerdi; Hz. Peygamber bu isteği yerine getiremeyeceğini belirtince de “Onu da derleyip toplasaydın ya (bir şeyler uydursaydın ya!)” gibi mûcizelerin düzmece olduğunu ima eden alaycı sözler sarfederlerdi. Bu küstahça tavra karşılık, “Cahillere aldırma!” buyruğu gereğince Resûlullah’ın–onların seviyesine düşmeden, olgun bir tavırla– “Ben sadece rabbim den bana vahyedilene uyarım…” şeklinde cevap vermesi istenmiş ve bu suretle asıl güç ve yetkinin Allah’a ait olduğu, peygamberin de O’nun hükümlerine bağlı bulunduğu, her kulun yapması gereken şeyi onun da yaptığı yani Allah’tan kendisine indirilen vahye (Kur’an’a, O’nun buyruk ve yasaklarına) uyduğu belirtilmiştir. Çünkü mûcize, peygamberin istediği zaman sergileyeceği bir mârifeti değil, şartlara göre peygamberleri aracılığıyla bizzat Allah Teâlâ’nın gerçekleştirmiş olduğu bir olaydır. Aynı şekilde peygamberin görevi de mûcize icat etmek değil, Allah’ın kitabına uymak, hayatını ondaki hükümlere göre düzenlemektir.

 Kuşkusuz hissî (duyulara hitap eden) mûcizelerin, onları sergileyenlerin peygamberliğini kanıtlamak bakımından dinler tarihinde önemli bir yeri ve etkinliği olmuşsa da konumuz olan âyet-i kerîmeye göre insanların asıl muhtaç oldukları ve dolayısıyla asıl ilgilenmeleri gereken şey, bu mûcizelerden ziyade kalbe ve akla hitap eden, dolayısıyla Hz. Muhammed’in en büyük mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Nitekim bu gerçeğe işaret etmek üzere “İşte bu Kur’an, rabbinizden gelen kanıtlardır, inanan bir topluluk için hidayettir, rahmettir” buyurulması son derece anlamlıdır.

 Âyetin metninde Kur’ân-ı Kerîm’in “basâir, hüdâ ve rahmet” şeklinde üç özelliği sıralanmakta; böylece Kur’ân-ı Kerîm’in, insanoğlunun üç büyük arayışına, ihtiyacına cevap verdiğine işaret edilmektedir. “Kanıtlar”diye çevirdiğimiz besâir kelimesinin tekili olan basîret, genellikle “gerçeğin ortaya çıkmasını, açıklığa kavuşmasını sağlayan şey, bilgi, kesinlik, delil, kanıt” şeklinde açıklanmaktadır. Hüdâ “hidayet, doğru yol, kurtuluş yolu”, rahmet ise “acıma, şefkat gösterme, merhamet etme” anlamı yanında “iyilik, nimet” ve daha genel olarak “mutluluk veren şey” mânasına da gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “bsr”, “rhm”, “hdy” md.; İbn Âşûr, IX, 238). Şu halde Kur’ân-ı Kerîm bir yandan insanların din ve dünya hayatlarıyla ilgili olarak doğru bilgiler ihtiva etmekte, bu hususta gerçeklerin kesin kanıtlarını içermekte, aklı aydınlatmakta, itikadı düzeltmekte, doğru yolu göstermekte; diğer yandan hem bireye hem de topluma yön vermekte, hidayet ve kurtuluş sağlamakta; nihayet bireyleri ve toplumları gerçek hayra, nimete ve mutluluğa götürmektedir. Âyetin sonunda Kur’ân-ı Kerîm’in getirdiği bu imkânlardan ancak inananlar kesiminin yararlanabileceğine işaret edilmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 652-653

وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenler ile aynıdır.

c. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَأْتِهِمْ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِاٰيَةٍ  car mecruru  تَأْتِهِمْ  fiiline müteallıktır.

Şartın cevabı  قَالُوا ‘dır. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا ‘dir.  لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)

اجْتَبَيْتَهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

 

  قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri   

أنت ’dir.

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki  مَا  harfidir,  اَنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اَنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

اَتَّبِـعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوحٰٓى اِلَيَّ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُوحٰٓى  mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اِلَيَّ  car mecruru  يُوحٰٓى  fiiline müteallıktır.  مِنْ رَبّ۪ي  car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 


İsim cümlesidir.  İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بَصَٓائِرُ  haber olup lafzen merfûdur.

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  بَصَٓائِرُ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُدًى  elif üzere mukadder damme ile merfudur.  هُدًى وَرَحْمَةٌ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  بَصَٓائِرُ ‘e matuftur.

لِقَوْمٍ  car mecruru  رَحْمَةٌ ‘e müteallıktır.

يُؤْمِنُونَ  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır.

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibh-i cümle olan sıfatlar:

Burada sıfat, fiil cümlesi olan sıfat şeklinde gelmiştir.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اجْتَبَيْتَهَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  جبي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ  şart cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاۜ  cümlesi şartın cevabıdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l kavli  لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

Cümlenin başındaki  لَوْلَٓا , tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir.

Kâfirlerin sözlerinden oluşan mekulü’l-kavl, mahallen mansubtur. 

لَوْلَا  burada, “değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)

لَوْلَٓا  burada tahdîd (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 


قُلْ اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …اِنَّـمَٓا اَتَّبِـعُ مَا يُوحٰٓى , muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle kasr edatı  اِنَّـمَٓا  ile tekid edilmiştir. Kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani zikredilen mevsûfta sadece bu sıfatın olmasıdır. Lakin bu sıfat, mevsûftan başkalarında da bulunur. Bu tip kasr, mübalağa ve iddia makamında gelir.

اَتَّبِـعُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّ۪يۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَبّ۪يۚ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayrıca Hz. Peygamberin Allah’ın rububiyet sıfatına dikkat çekme kastına işaret eder.


هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

 

Mekulü’l-l kavle dahil olan istînâf cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismi  هٰذَا  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ifade eder.

هٰذَا بَصَٓائِرُ  ile Kur’an’a işaret edilmiştir. (Âşûr)

İşaret isminde istiare vardır.  هٰذَا  ile ayetlere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. 

رَبِّكُمْ  şeklinde Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. Ebüssuûd; Rabb isminin onlara ait olan zamire muzâf olmasının; O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber verdiği gibi, sapkınlıklarında ne kadar ileri gittiklerine de işaret ettiğini söylemiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 4, s. 42)

مِنْ رَبِّكُم  sözü müminler için teşvik, kâfirler için korkutmadır. (Âşûr)

Hz. Peygamberin sözlerinde,  رَبّ۪يۚ  ifadesinden sonra  رَبِّكُمْ ’daki muhatap zamirine iltifat vardır. “İnanan bir kavim için” sözlerinde de gaib zamire iltifat edilmiştir.

يُؤْمِنُونَ  muzari fiil cümlesi,  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

هُدًى  ve  رَحْمَةٌ, kelimeleri haber olan  بَصَٓائِرُ ’ya tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

لِقَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

رَبّ۪  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

بَصَٓائِرُ - هُدًى - رَحْمَةٌ - يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ  ibaresinde teşbih-i beliğ vardır. Teşbih edatı ve vech-i şebeh hazfedilmiştir. Bazı alimler bunun mecaz-ı mürsel kabilinden olduğu görüşündedir. Zira sebebin ismi verilmiştir. Kur’an akılların aydınlanmasına sebep olduğundan basiret ismi ile anılmıştır. (Sâbûnî)

اِنَّـمَٓا  ile başlayan kasr cümlesi kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Kur’an’ın kalpler için basiret olması bütün insanlar içindir ve bütün insanların aleyhine hüccettir.

Hidayet ve rahmet olması ise yalnız müminlere mahsustur. Çünkü Kur’an’ın nurlarından faydalananlar ve hayırlısını ganimet gibi toplayanlar yalnız müminlerdir.

 
A'râf Sûresi 204. Ayet

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ  ...


Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 قُرِئَ okunduğu ق ر ا
3 الْقُرْانُ Kur’an ق ر ا
4 فَاسْتَمِعُوا dinleyin س م ع
5 لَهُ onu
6 وَأَنْصِتُوا ve susun ن ص ت
7 لَعَلَّكُمْ umulur ki size
8 تُرْحَمُونَ merhamet olunur ر ح م

Yukarıda Kur’an’ın insanlık için hangi bakımlardan ve ne kadar büyük bir değer ifade ettiği belirtildikten sonra burada da özetle kelâmullahı dinlemenin edep ve erkânı gösterilmektedir. Buna göre Kur’an okunduğu sırada müslüman ona ilgisiz kalmayacak, kulak verip dikkat kesilecek, saygıyla ve ilgiyle dinleyecektir; çünkü o, her şeyden önce Allah’ın sözüdür, onda konuşan Allah’tır. Bu sebeple Kur’an’a kulak vermemek Allah’ın konuşmasına kulak vermemek ve dolayısıyla bir bakıma Allah’a karşı edepsizlikte bulunmak anlamına gelir. Ayrıca anlamları üzerine düşünüp kavrayabilmek ve sonuçta rahmet ve bereketinden yararlanabilmek için de onu yoğun bir dikkatle dinlemek gerekmektedir. İbn Âşûr’un da işaret ettiği gibi (IX, 239) “… onu dinleyin ve sessiz durun” buyruğu, beden kulaklarıyla Kur’an’ı dinlemeyi, tilâvet sırasında konuşmamayı, başka şeylerle ilgilenmemeyi ifade ettiği gibi mecazî mânada “Kur’an’ı dinlemek” aynı zamanda “onun buyruklarına uyup yasaklarından kaçınmak” anlamına da gelir. En iyisi, âyetin hem hakiki hem de mecazi anlamda Kur’an’a kulak vermeyi emrettiğini kabul ederek, Kur’an okunurken başka şeylerle ilgilenmeden onu saygıyla ve dikkatle dinlemek, bununla da yetinmeyip buyruklarını yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır. İşte bu sayede Kur’ân-ı Kerîm’in –bir önceki âyette işaret edilen– “rahmet” özelliğinin de hayatımıza yansıyacağı, dünyamızı ve âhiretimizi güzelleştireceği âyetin sonunda ifade edilmektedir. Müslüman, Kur’ân-ı Kerîm’i beden kulağı ile dinlemek, Allah’a ve O’nun kelâmına saygı göstermekle Allah kelâmı karşısında takınmış olduğu bu edepli ve ahlâklı tavrının sevabını kazanacak, O’nun tarafından ödüllendirilecek; Kur’an’ı can kulağıyla dinlediği gibi kalp ve aklı ile de dinlemek suretiyle onun içeriği üzerinde düşünerek kalbini ve aklını aydınlatacak, imanına güç katacak, yanlışlarını düzeltecek, doğrularını arttıracaktır; böylece bu ve buna benzer kazanımlarıyla âyetin sonunda ifade buyurulan rahmet ve merhamete ulaşmış olacaktır.

Bu âyetten dolaylı olarak çıkarılması gereken bir ders de şudur: Çarşı, pazar, sokak, kahvehane, lokanta gibi uygun olmayan ortamlarda, pratikte Kur’an’ı dinlemenin mümkün olmadığı yerlerde açıktan Kur’an okumak veya –dışarıda namaz kılanlar bulunması gibi bir zaruret olmadıkça– camilerde okunan Kur’an sesini cami dışına vermek doğru değildir; böyle durumlarda insanların durup Kur’an’ı dinlemeleri çeşitli yönlerden sıkıntıya yol açacağı için Kur’an okuyacak kimse, insanların onu dinleyebilecekleri yerlerde ve şartlarda okumalı ve böylece Kur’ân-ı Kerîm’e saygısızlık görünümü veren davranışların sergilenmesine sebep olmaktan sakınmalıdır.

 Hz. Peygamber döneminde inkârcıların elebaşıları halka, “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız” (Fussılet 41/26) diyerek Allah’a, O’nun kitabına ve peygamberine karşı düşmanlık ve saygısızlıklarını sergiliyorlardı. Aynı yerde “Allah’ın düşmanları” olarak nitelenen bu inkârcıların şiddetli bir azapla cezalandırılacakları bildirilmektedir. Konumuz olan âyette ise –Allah’ın kelâmını susturmaya, tesirini önlemeye, sesini boğmaya kalkışan, bu yüzden de “Allah’ın düşmanları” olarak nitelenmek suretiyle alçaltılan o inkârcıların yaptıklarının tam aksine– müslümanların da onu dinleyerek saygı ve bağlılıklarını göstermeleri ve sonuçta ilâhî rahmete liyakat kazanmaları gerektiği ifade buyurulmaktadır. Nitekim Kurtubî’nin kaydettiği bir rivayette bu âyet, Fussılet sûresinin anılan âyetinden sonra ve müşrik elebaşılarının orada bildirilen çağrılarına cevap olarak inmiştir (VII, 337-338). 

Bu âyetten Kur’ân-ı Kerîm okunurken müslümanların konuşmayı bırakıp onu dinlemeleri istenmekle birlikte bunun farz olup olmadığı, farz olması durumunda da bu hükmün mutlak olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hasan-ı Basrî’ye dayandırılan bir görüşe göre Kur’an okunduğunda onu dinlemek her zaman farzdır; Mâlikîler ise âyetin farziyet değil tavsiye (nedb) anlamı taşıdığını ileri sürmüşlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu âyetin sadece Hz. Peygamber Kur’an okuduğunda onu dinlemeyi ve buna ek olarak –diğer zamanlarda değil– sadece namaz ve hutbe esnasında imamın ve hatibin okuduklarını dinlemeyi farz kıldığını belirtmişlerdir. Hanbelî ve Hanefî âlimleri, cemaatla namaz esnasında imam açıktan veya gizli olarak Kur’an okurken cemaatin okumamaları gerektiği yönündeki hükmü bu âyete dayandırmışlardır (bu husustaki rivayetler için bk. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, II, 827-828; Reşîd Rızâ, IX, 508-509).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 654-655

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenler ile aynıdır.

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُرِئَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُرِئَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الْقُرْاٰنُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  اسْتَمِعُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  اسْتَمِعُوا  fiiline müteallıktır.

اَنْصِتُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la cevap cümlesine matuftur.  اَنْصِتُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تُرْحَمُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تُرْحَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اسْتَمِعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سمع ‘dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اَنْصِتُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نصتdir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا 

 

وَ istînâfiyyedir. Ayet, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı  اِذَا , müspet mazi fiil sıygasında şart fiili olan  قُرِئَ ‘ya muzâftır.

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cevap cümlesi emir üslubuna gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. İbaha anlamı taşıyan cümle vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

قُرِئَ - الْقُرْاٰنُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder.  (Vakafat, s. 114)

Kur’an isminin zikredilmesi ile izmar makamından izhar makamına dönülmüştür. Çünkü Kur’an, öncesinde işaret ismiyle zikredilmiştir. (Âşûr) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)

فَاسْتَمِعُوا - اَنْصِتُوا  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اسْتَمِع ; kulak kesilmek demektir. Kur’an’ı önce zahiren dinlemek, sonra emir ve yasaklarına uymak için anlamak gerekir, sahabe de böyle yapmıştır.

Ayeti kerimenin zahiri namazda olsun, namazın haricinde olsun Kur’an okunurken dinlemenin farz olduğunu gösterir.

Namazın haricinde okunan Kur’an’ı susup dinlemek alimlerin cumhuruna göre müstehaptır. (Ebüssuûd)

Bu ayetteki  اَنْصِتُوا  emri gerçek manasının dışında nedb için kullanılmıştır. Ayetin  sonundaki  لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ  cümlesi emrin gerçek manası dışında nedb için kullanıldığına işaret eder. (Elif Yavuz, Belâgat İlminde Haber Ve İnşâ (Bakara Suresi Örneği)

[Kur’an okunduğu zaman susup onu dinleyin.] Bu ifadenin zahirinden namazda ve namaz dışında Kur’an okunduğu zaman susup onu dinlemek gerektiği anlaşılmaktadır. Söylendiğine göre [ilk dönemde] namaz esnasında konuşuyorlardı; ayet bu yüzden nazil oldu ve daha sonra namaz dışında, Kur’an okunan herhangi bir mecliste bulunulduğu zaman susup onu dinlemek de sünnet oldu. İfadenin anlamının, “Peygamber Kur’an’ı size nüzul esnasında okuduğunda onu dinleyiniz.” şeklinde olduğu da söylenmiştir. “Onu dinleyin!” ifadesinin, içindekilerle amel edin, onu aşmayın anlamında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)


  لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

 

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayet, teracci/umut ifade etmektedir. Bu da rahmete kavuşmanın, ayette istenilen emirlere uyulması durumunda olacağının işaretidir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

 
A'râf Sûresi 205. Ayet

وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ  ...


Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاذْكُرْ ve hatırla ذ ك ر
2 رَبَّكَ Rabbini ر ب ب
3 فِي
4 نَفْسِكَ içinden ن ف س
5 تَضَرُّعًا yalvararak ض ر ع
6 وَخِيفَةً ve korkarak خ و ف
7 وَدُونَ ve olmayan د و ن
8 الْجَهْرِ yüksek ج ه ر
9 مِنَ
10 الْقَوْلِ bir sesle ق و ل
11 بِالْغُدُوِّ sabah غ د و
12 وَالْاصَالِ ve akşam ا ص ل
13 وَلَا
14 تَكُنْ olma ك و ن
15 مِنَ
16 الْغَافِلِينَ gafillerden غ ف ل

Bir önceki âyette Kur’ân-ı Kerîm’i dinleme âdâbından söz edildikten sonra burada da zikir âdâbı özetlenmektedir. Sözlükte “bir şeyi kalple veya dil ile anma, hatırlama, akılda tutma” anlamına gelen zikir kelimesi, dinî bir terim olarak “Allah’ı anmak, hatırlamak, dilde ve gönülde tutmak, O’nu unutmamak, gaflet halinde olmamak” mânasında kullanılır; daha özel olarak Allah ismini ve esmâ-i hüsnâyı, “lâ ilâhe illallah” gibi diğer dinî ifade kalıplarını dilde tekrar etmeye de zikir denir. Tarikat ehlinin Allah’ın isimleriyle dinî mahiyetteki başka bazı kelime ve ibareleri belli zamanlarda ve belli sayılarda düzenli olarak dilde tekrar etmeleri de zikir kelimesiyle ifade edilir. Fakat Kur’ân-ı Kerîm’de (Ra‘d 13/28; Nûr 24/37) ve hadislerde (Tirmizî, “Du‘â”, 4-8; İbn Mâce, “Edeb”, 53) zikir, genellikle herhangi bir zaman veya sayı belirlemeksizin, müminin dilinde Allah ismini ve zihninde Allah bilincini daima canlı tutmasını ve bu bilinçle yaşamasını ifade eder. Konumuz olan âyette Allah’ı dil ile zikrederken aynı zamanda ruhen de zikir halinde olmak, kulluk şuuru ve edebiyle, Allah’a saygıdan dolayı ürpererek yakarış hali içinde O’nu zikretmek gerektiği belirtilmektedir. Konuyu bütün yönleriyle büyük bir vukufla inceleyen Gazzâlî (İhyâ’, I, 293-304), zikrin bütün ibadetlerin en yücesi ve en faydalısı olduğunu, fakat bu özelliği taşıyabilmesi için zikreden kişinin kalbinde ünsiyet (kendini Allah ile beraber bilme) ve sevgi duygusunun bulunması gerektiğini ifade etmekte; böyle bir ruhî halin eşlik etmediği, sadece dilde kalan zikrin insanın mânevî hayatına ve ahlâkî gelişmesine hiçbir katkıda bulunmadığını belirtmektedir. Nitekim âyetin sonundaki “Gafillerden olma!” uyarısı da bu hususa işaret etmektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 2 Sayfa: 656

Riyazus Salihin, 981 Nolu Hadis
Ebû Musâ el-Eş’arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Biz bir yolculukta Hz. Peygamber ile birlikte idik. Tepelere çıktıkça Allahuekber, lâ ilâhe illallah diye yüksek sesle tekbir ve tehlil getirdik. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ey Müslümanlar! Kendinizi zorlamayınız. Zira siz sağıra veya burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allah daima sizinle beraberdir, işitir ve size sizden daha yakındır” buyurdu.
(Buhârî, Cihâd 131, Meğazî 38, Daavât 51, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 26.)

وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخ۪يفَةً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اذْكُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

رَبَّكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ف۪ي نَفْسِكَ  car mecruru  رَبَّكَ’deki hitap zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَضَرُّعاً  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.  خ۪يفَةً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  تَضَرُّعاً ‘e matuftur.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

İki tür kullanımı vardır: 1. Harf-i cersiz kullanımı, 2. Harf-i cerli kullanımı.

1. Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   


 وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  دُونَ  mekân zarfı,  ف۪ي نَفْسِكَ ‘deki mahzuf hale müteallıktır.  الْجَهْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مِنَ الْقَوْلِ  car mecruru  الْجَهْرِ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; دون الجهر كائنا من القول (Yüksek olmayan bir sesle) şeklindedir.

بِالْغُدُوِّ  car mecruru  اذْكُرْ  fiiline müteallıktır.  الْاٰصَالِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْغُدُوِّ ‘ye matuftur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُنْ  meczum, nakıs muzari fiildir.  تَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  مِنَ الْغَافِل۪ينَ  car mecruru  تَكُنْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır.  الْغَافِل۪ينَ ‘nin cer alameti cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْغَافِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Ayet, önceki ayetteki istinafa matuftur. İki cümle arasında inşâi olmak bakımından mukabakat vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Menfi  كان ‘nin dahil olduğu  وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede  كان ‘nin haberinin hazfi icaz-ı hazif sanatıdır.

كان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)

Burada hitabın yalnız Resulullah’a (sav) tevcihi, Rabb kelimesinin, Resulullah’ın (sav) yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ’nın, Resulullah hakkında ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

الْغُدُوِّ - الْاٰصَالِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

دُونَ الْجَهْرِ - خ۪يفَةً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَاذْكُرْ -  الْغَافِل۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Zikretmeyenler gafil olur.

Buradaki  الذِّكْرُ ;  dilin zikretmesi manasında hakikattir ve  وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ  sözü bu manayı destekler. (Âşûr)

لَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ  sözü, Allah'ı zikretmekten gaflet konusunda bir uyarıdır ve gafletin sınırı yoktur. Kendini en iyi bilen Resulullah'ın (sav) durumunu ifade eder. Onun vahiy aldığı zamanlar ve yemek yemek gibi yaratılışının gerektirdiği işlerle meşgul olduğu zamanları vardır. (Âşûr)
A'râf Sûresi 206. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ ۩  ...


Şüphesiz Rabbin katındaki (melek)ler O’na ibadet etmekten büyüklenmezler. O’nu tespih ederler ve yalnız O’na secde ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ olanlar
3 عِنْدَ yanında ع ن د
4 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
5 لَا
6 يَسْتَكْبِرُونَ büyüklenmezler ك ب ر
7 عَنْ -tan
8 عِبَادَتِهِ O’na kulluk- ع ب د
9 وَيُسَبِّحُونَهُ ve O’nu tesbih ederler س ب ح
10 يَسْجُدُونَ secde ederler س ج د

Mekke müşrikleri Hz. Muhammed’in dinine uyarak Allah’a kulluk etmeyi ve özellikle Allah’ı tesbih edip O’nun huzurunda secdeye kapanmayı nefislerine yediremezler, kibirleri akıllarına galip gelirdi. Müfessirler çoğunlukla “rabbinin katında bulunanlar” ifadesinde meleklerin kastedildiğini düşünürler (Taberî, IX, 168). Şu halde Allah’a yakınlıkları, “rabbinin katında bulunanlar” diye ifade edilecek kadar ileri derecede olan melekler bile kulluk etmekten geri durmayıp tesbih ve secde ederek kulluk faaliyetlerinde bulunduklarına göre her an günah işleme durumunda bulunan insanların ibadete daha çok ihtiyaçları bulunduğu açıktır. Öte yandan bu âyet bize ibadetin, behîmî sınırları aşarak meleklerle ortak davranış düzeyine ulaşmış insanlara mahsus bir makamı ifade ettiğini göstermektedir. Nitekim burada meleklerin üç özelliği sıralanmaktadır: İbadet, tesbih, secde. İbadet, kulun Allah’ı rab tanıyıp O’nun huzurunda belli davranışlarla saygısını ifade etmesi; tesbih, O’nu her türlü eksiklikten tenzih edip yüceltmesi; secde ise herkese karşı dik tuttuğu başını sadece Allah’ın huzurunda eğmesi, yere koymasıdır.

 Böylece A‘râf sûresi, dolaylı bir ifade ile bize, Allah’a kulluğu en büyük şeref bilip dilimizle ve kalbimizle O’nu tesbih etmemizi, O’nun karşısında tam bir tevâzu ile secdeye kapanmamızı; Allah’ın rızâsını nefsimizin isteklerinden üstün bilip O’nun isteklerini nefsanî arzularımızdan daha önemli görmek suretiyle meleklere yaraşır bir kulluk şuuruna ve yaşayışına ulaşmamızı, diğer bir ifade ile yönümüzü insanlık düzeyinin aşağısına çevirerek sadece nefsimizin hayvanlarla ortak tarafını oluşturan arzu ve ihtiraslarını tatmin peşinde koşmak yerine, zihnimizi ve kalbimizi yukarılara çevirip Allah’a iman ve kulluk ederek meleklerle ortak çizgiyi paylaşmamızı telkin eden âyetle son bulmaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 656-657

اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

عِنْدَ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا يَسْتَكْبِرُونَ  cümlesi  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَسْتَكْبِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup  لَهُ mahallen merfûdur.

عَنْ عِبَادَتِه۪  car mecruru  يَسْتَكْبِرُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يُسَبِّحُونَهُ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَهُ  car mecruru  يَسْجُدُونَ  fiiline müteallıktır.  يَسْجُدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَسْتَكْبِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

يُسَبِّحُونَهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اِنَّ الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devam ifade eder.

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

İsmi mevsûlün sılası mahzuftur.  عِنْدَ رَبِّكَ bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

عِنْدَ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  كَ  zamirine, yine Rabb ismine muzâf olması  عِنْدَ ‘ye şan  ve şeref kazandırmıştır.

Cenab-ı Hakk'ın, kendi (katına) izafe ederek, melekleri şereflendirmesidir. Çünkü Hak Teâlâ onları, şerefli ve kıymetli bir yerde yerleştirmiş ve o yeri nurların durağı, ruhların, taatların ve iyiliklerin yükseleceği bir yer kılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

الَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ  cümlesi ile kastedilen meleklerdir. (Âşûr) 

عِبَادَتِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması عِبَادَتِ ‘ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Haber, menfi muzari fiil sıygasında gelmiş  لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪  cümlesidir.

اِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

İstimrar ve teceddüde delalet etmek için muzari fiil tercih edilmiştir.  لَهُ يَسْجُدُونَ  sözünde  لَهُ  car mecrurunun mamulüne takdim edilmesi ihtisasa delalet etmek içindir. (Âşûr)  

Müspet  muzari fiil sıygasında gelen  وَيُسَبِّحُونَهُ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberine matuftur.

Muzari fiil sıygasında gelen  وَلَهُ يَسْجُدُونَ  cümlesi de  اِنَّ ’nin haberine matuftur.

Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Son cümlede car mecrurun amiline takdimi, kasr ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır. 

Secde  etmek, kasr üslubuyla, Allah Teâlâ’ya tahsis edilmiştir.

يُسَبِّحُونَهُ - يَسْجُدُونَ - عِبَادَتِه۪  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Secde etmemek kibirden kaynaklanır.

İlk iki fiilde mef’ûl ve harf-i cer sonradan gelmiş ama secde etmek fiilinde harf-i cer öne geçmiştir. Sadece O’na secde edebilirsiniz, başkasına secde etmeyin, manasındadır.

Bu ayet secde ayetidir. Okuduktan sonra secde ayeti yapmak gerekir. Aynı anda ve yerde arka arkaya birden fazla okunursa tek bir secde yeterlidir.

Surenin son ayetleri hüsn-i intihâ sanatının güzel örnekleridir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi )

Surenin fasılalarındaki  ي - نَ  ve  و- نَ   harflerinde lüzum mâ la yelzem sanatı vardır.
Günün Mesajı
Sıkıntılı zamanlarımızda 196. ayeti hatırlayıp okuyabiliriz. 199. ayet-i kerîmede bütün güzel huylar toplanmıştır. Çünkü af kelimesi; araya kopukluk girmiş her şeyi birleştirmek, zalimlerden yüz çevirmek, vermeye engel olanlara vermek, kötülere iyilikle muamele etmek, her işte yumuşak-hoş görülü olmak; örfü emretmek, sılay-ı rahim yapmak, dili gıybetten ve yalandan korumak, gözü her türlü haramdan korumak, her türlü çirkinliklerden uzak durmak, Allah teâlâ’nın istediği şeyleri yerine getirmek; câhillerden yüz çevirmek ise; sabır, yumuşak başlılık ve öfkeye hâkim olmak manalarını taşır. İşte böylece az sözle çok mana ifade edilmiş olur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Derler ki; iyi olanı hatırlatmak ama hatırlattığını yapmamak kolaydır. Bilip de yapmayanın haline üzülmekten başka ne yapılır? Hem hatırlatmak, hem de hatırlattığını yapmak için yalvaranlardan olayım.

Derler ki; öylesinin de gözleri, kulakları ve kalpleri vardır ama sanki boşluğa takılıp kalmışlardır. Gözlerim hakkı seçsin, kulaklarım hakkı işitsin, kalbim ise hak olanı sevsin. Nefsim hak ile batıl arasında kaldığında, kalbim hakka meyletsin, nefsimi de peşinden götürsün. Kalbi nefsine itaat edenlerden değil, nefsi kalbine itaat edenlerden olayım.

Derler ki; cahillerle oturup kalkmakla, boş işlerle meşgul olmak kolaydır. Cahillerden ve boş işlerden, yüzümü ve kalbimi çevireyim. Dünyada ve ahirette, Allah’ın sevdikleriyle ve Allah’ı sevenlerle beraber olayım.

Derler ki; kinine tutunmak ve öfkesine yenilmek kolaydır. Affetmesini seveyim ve Rabbimin affını umayım. Merhametli ve yumuşak davranayım. Öfkeme ve duygularıma sahip çıkayım. Her tepkisini bilinçli ve ölçülü verenlerden olayım.

Derler ki; şeytanın ve nefsin dürtüklemelerine kanmak kolaydır. Her an tetikte olayım ki, gerektiği an koşup Rabbime sığınabileyim. Gözü açıklardan, hakikati gören takva sahiplerinden ve vesveseyle hakkın sesini ayırt edenlerden olayım.

Derler ki; dünyalıklara dalmak kolaydır. Ey Veli’miz olan Allahım! Ey duygularımın ve düşüncelerimin sahibi olan Allahım! Sabah – akşam, karanlık – aydınlık, kalabalık – yalnız, her an Seni anayım. Sana ve ayetlerine, gönülden muhabbetle ve saygıyla bağlanayım. Kelamını duyduğum anda, geri kalan her şey sussun, tek hakikatin sesi kalsın. Kulluğumu kibirden arındır. İhlas ve samimiyetle kulluk edeyim. Sana kulluk etmekten daha güzeli mi var? Kalbi, secde halinde kalanlardan olayım.

Gönlümü hakkımda hayırlı olacak dualarla doldur Rabbim. Ömrün de, ölümün de hayırlısını yaşayayım. İki cihanda da kurtuluşa ereyim ve rahmetine nail olayım. İki cihanda da Sana yakın kullarından olayım.

Amin.

***

Hani insanın algıda seçiciliğini gösteren ve dikkatini ölçen, görünmez goril diye bilinen meşhur bir deney vardır. Bu deneyde kişilere bir grup insanın basketbol oynadığı video izletilir. Basket topunu ve oyuncuları takip ederken, çoğu izleyicinin sahanın ortasından geçen goril kostümlü adamı görmediği farkedilir. Böyle bir şeyi kaçırmanın mümkün olmadığını düşünenlere aynı sahne tekrar izletilir ve gerçekten de gözden kaçan goril kostümlü bir adam vardır.

Günümüz basit deneyleriyle bile insan evladının gözünün önünde gerçekleşen her detayı görmediği veya işitmediği anlaşılmaktadır. Aradığı eşyayı önünde duruyor olmasına rağmen bulamamak veya konuşanın yüzüne baksa da söylenenleri doğru duyamamak sıklıkla yaşananlar arasındadır. Algılanmayanlar yüze vurulunca da bir çeşit şaşkınlık yaşanır. Zira kişi doğal olarak gözlerine ve kulaklarına, dolayısı ile beynine ve kalbine güvenmektedir. 

Algıda seçiciliğin sebeplerinden biri geliştirilen inançlar ve bunlardan doğan beklentilerdir. Basketbol oynayanların arasından bir gorilin geçmesinin mantıksızlığı veya geçerse de oyuncuların bir çeşit tepki vermesi gerektiği beklentiler arasındadır. Bu belki şuna da benzer: kimi zaman ortada acı bir gerçek ve o gerçeğe götüren birçok ipucu bulunur. Gerçek, kişinin yüzüne çarptığında algılamaktan kaçındığı ipuçlarıyla beraber aslında biliyormuşum der.

İşte burada insanın gerçekliğine dair bir kapı açılır. Beklentilerini dünyalıklara göre şekillendiren birinin, hakikat alametlerini görmesi ve işitmesi mümkün değildir. Zira onun yaşadığı alem, dünyanın geçici hallerinden ibarettir. İnananlar için ise dünyalıklar; kendisini ve dünyayı yaratan Allah’ı hatırlatan ve yerine göre kulluğunu kolaylaştıran yaratılmışlardır. Yani Allah rızasını umarak dünya ve ahireti için çalışan kişi, yaratılmışlardaki dünyevi ve uhrevi boyutu görür. Bu sayede ikisinde de kazanır.

Ey Allahım! Bizi hakiki manada görenlerden ve işitenlerden eyle. Dünyayı ve ahireti yaratansın. Bize ikisinde de iyilik yaz ve ikisinde de kazanmayı nasip eyle. Kolaylığı ve zorluğu yaratansın. İşlerini kolaylaştırdıklarından ve kolayı barındıran hayırları seçmeyi nasip ettiklerinden eyle. İlmi ve cehaleti yaratansın. Bizi sana ulaştıracak ilimleri öğrenenlerden, cehaletin karanlığından koruduklarından, dünya ilimlerinin faydalılarını öğrenerek yaptığı her işinde iyi olanlardan ve nice hayırlara vesile olanlardan eyle. Geçici zorluklara ve cahil insanlara takılmak yerine Sana tam bir teslimiyet ile yolunda sağlam adımlarla yürüyenlerden ve yolun sonunda Sana kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji