24 Ekim 2024
A'râf Sûresi 188-195 (174. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'râf Sûresi 188. Ayet

قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟  ...


De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَا değilim
3 أَمْلِكُ ben sahip م ل ك
4 لِنَفْسِي kendime ن ف س
5 نَفْعًا bir faydaya ن ف ع
6 وَلَا ne de
7 ضَرًّا bir zarara ض ر ر
8 إِلَّا başka
9 مَا
10 شَاءَ dilediğinden ش ي ا
11 اللَّهُ Allah’ın
12 وَلَوْ eğer
13 كُنْتُ ك و ن
14 أَعْلَمُ bilseydim ع ل م
15 الْغَيْبَ gaybı غ ي ب
16 لَاسْتَكْثَرْتُ elbete çok elde ederdim ك ث ر
17 مِنَ
18 الْخَيْرِ hayır (mal ve mülk) خ ي ر
19 وَمَا
20 مَسَّنِيَ bana dokunmamıştır م س س
21 السُّوءُ kötülük س و ا
22 إِنْ
23 أَنَا ben
24 إِلَّا sadece
25 نَذِيرٌ bir uyarıcı ن ذ ر
26 وَبَشِيرٌ ve müjdeleyiciyim ب ش ر
27 لِقَوْمٍ bir kavim için ق و م
28 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

Burada da Hz. Peygamber’e, kendisi için faydalı olanı elde edip zararlı olandan korunmasının sadece Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu açıkça ifade etmesi emredilmekte olup Resûlullah bu buyruğun gereğini yerine getirmiş; bu suretle, insan olması sebebiyle imkânlarının ve kabiliyetlerinin Allah’ın verdikleriyle sınırlı olduğunu, kendi başına olağan üstü hiçbir güce sahip olmadığını herhangi bir komplekse kapılmadan insanlara açıklamıştır. Böylece o, dolaylı olarak Allah’a olan içten bağlılığını da ortaya koymak suretiyle aslında, insanın Allah karşısında nasıl bir kulluk bilincine sahip olması gerektiği hususunda da örnek bir tavır sergiliyordu. Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek gaybı bilmek demektir. Halbuki gaybı bilen insan, ileride kendisi için nelerin iyilik, nelerin kötülük getireceğini bilme gücüne de sahip olabilir ve ona göre davranabilir. Resûlullah, kendisinin böyle bir imkâna sahip olmadığını, temel işlevinin inanan insanlara fayda sağlayacak şekilde müjdeleyici ve uyarıcı bilgiler vermekten ibaret bulunduğunu ifade etmiştir. Burada da görüldüğü gibi Peygamber aleyhisselâm, kendisine Allah’ın lutuf ve ihsanından bağımsız aşkın sıfatlar izâfe edilmesinden hoşlanmamış; görevinin elinden geldiğince iyi bir kul olmak, Allah’ın kendisine yüklediği risâlet ve tebliğ görevini eksiksiz bir şekilde yerine getirerek insanların hidayete erişmelerine gayret ve öncülük etmek olduğunu her zaman vurgulamıştır. Âhiret hayatı, cennet, cehennem, melek, şeytan gibi gayb alanına giren, dolayısıyla beşerin bilgi imkânlarını aşan hususlarda Allah ona neyi ne kadar bildirmişse o da o konuda bilgisini ortaya koymuş ve Allah’ın iznine bağlı olarak insanlara bilgiler vermiş; fakat kıyametin ne zaman kopacağı konusunda kendisine bilgi verilmediği için bu hususta da bilgisi bulunmadığını belirtmesi emredilmiştir.

 Âyette Hz. Peygamber’in mutlak olarak gelecek hakkında hiçbir şey bilmediği değil, Allah’ın bildirdikleri dışında gaybı bilmediği ifade edilmektedir. Çünkü geleceğe dair her konu gayb sayılamaz; insan, tabiat kanunları denilen Allah’ın evrendeki yasaları hakkındaki bilgisi, deneyimi ve aklı sayesinde gelecek hakkında bazı kesin bilgilere sahip olmakta, bazı tesbitler yapabilmektedir. Âyette asıl vurgulanan nokta, geleceğin insanlar için büsbütün karanlık olduğu değil, Allah imkân ve fırsat vermedikçe kulun varlık ve olaylar hakkında kendi başına bilgi edinemeyeceği, neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu göremeyeceğidir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 641

قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَمْلِكُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

لِنَفْس۪ي  car mecruru  اَمْلِكُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَفْعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  وَ  atıf harfidir.  لَا  zaiddir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.

ضَراًّ  kelimesi  نَفْعاً’e matuftur.

اِلَّا  istisna harfidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu, muttasıl istisna veya munkatı’ olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ اللّٰهُ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın üç unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh; a. Ya birden fazla olmalı, b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c. Ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna,

2. Munkatı’ istisna,

3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  كُنْتُ  şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كُنْتُ ’nin ismi olan  تُ  muttasıl zamiri mahallen merfûdur.

اَعْلَمُ  fiili  كُنْتُ ‘nun haberi olarak mahallen mansubtur.  اَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

الْغَيْبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اسْتَكْثَرْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْخَيْرِ  car mecruru  اسْتَكْثَرْتُ  fiiline müteallıktır.

اسْتَكْثَرْتُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  كثر  ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.


الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مَسَّنِيَ  mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. 

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

السُّٓوءُ  fail olup lafzen merfûdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  نَذ۪يرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  بَش۪يرٌ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  نَذ۪يرٌ’e matuftur.

لِقَوْمٍ  car mecruru  بَش۪يرٌ’e  müteallıktır.

يُؤْمِنُونَ  fiili  قَوْمٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dır.

İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْس۪ي نَفْعاً وَلَا ضَراًّ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebîi inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.

نَفْعاً  ,ضَراًّ’a  tezat sebebiyle atfedilmiştir. Bu kelimelerdeki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Nefy sıyakında nekre umuma işaret eder.

نَفْعاً وَلَا ضَراًّ’dan müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  شَٓاءَ اللّٰهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Cümledeki istisna munkatıadır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

قُلْ  emrinin tekrar edilmesi, cevabın son derece önemli olduğunu belirtmek ve birincisinden tamamen ayrı ve bağımsız olduğuna dikkat çekmek içindir.

Peygamberimizin (s.a.) kendi nefsine fayda ve zarar vermekten aciz olmasının belirtilmesi, burhanî (istidlal) yoldan, kıyamet vaktini bilmekten aciz olduğunu ispat içindir. (Ebüssuûd)


 وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ

 

Şart üslubunda gelen cümle  وَ ’la  لَٓا اَمْلِكُ  cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesi  كان’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, 103)

لَ  harfiyle gelen  لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ  cümlesi vav’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

اَلسُّوءُ  yani kötülükten maksat, bilgi sayesinde bertaraf edilmesi mümkün olan zarardır. Lam-ı tarif, cinse değil ahde haml edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)


 اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟

 

Mekulü’l-kavle dahil olan bu cümle, fasılla gelmiş isim cümlesidir. Nefy  manasındaki  اِنْ  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.  اَنَا۬  maksûr/mevsuf, نَذ۪يرٌ  maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Mevsufta, zikredilen sıfattan başka bir sıfatın bulunmamasıdır. Mevsuf sıfata tahsis edilmiştir. Bu kasr izâfîdir.

Nefy ve istisna ile kasr çoğunlukla nefy siyakında (sonrasında) gelir.

Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eden  يُؤْمِنُونَ۟  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ضَراًّ ,نَذ۪يرٌ - بَش۪يرٌ ,السُّٓوءُ - الْخَيْرِۚ  ve نَفْعاً  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Müjdeleyici ve uyarıcı olduğunun belirtilmesi taksim sanatıdır.

Bu ayet; Resulü kendine fayda veya zarar verme potansiyeline sahip, gaybı bilen biri yerine koyan bir kavme hitap etmektedir. Onun için de ayet nefy ve istisna ile kasr şeklinde devam etmiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

نَذ۪يرٌ; günah işleme ve farzları terk etmeye mukabil ceza ve ikâb ile uyarma

بَش۪يرٌ; farzları yapma ve günahları terk etmeye mukabil mükâfat ile müjdeleme hususunda mübalağa ifade eden birer kelimedirler. (Fahreddin er-Râzî)

[İman edecek kimselere…] ifadesi hakkında şu iki açıklama yapılmıştır:

a. Peygamber (s.a.) hem müminleri hem de kâfirleri korkutup müjdeler. Ancak bu ayette iki gruptan birisi bildirilip diğeri zikredilmemiştir. Çünkü onlardan birini zikretmek aynı zamanda diğerini ifade eder.

b. Hz. Peygamber (s.a.), her ne kadar herkes için bir nezîr ve bir beşîr ise de ancak ne var ki bu korkutma ve müjdelemeden yararlanan sadece müminlerdir. İşte bu sebepten dolayı Cenab-ı Hakk, sadece müminleri zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette uyarıcının müjdeciden önce zikredilmesi, bu makamın uyarı makamı olmasından dolayıdır.(Ebüssuûd ve Âşûr)

لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟, imanı gerçekleştirmek hususunda kâfirler için büyük bir teşvik ve küfür ile azgınlıkta ısrar edenler için de büyük bir sakındırmadır. (Ebüssuûd)


A'râf Sûresi 189. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  ...


Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O’dur
2 الَّذِي ki
3 خَلَقَكُمْ sizi yarattı خ ل ق
4 مِنْ
5 نَفْسٍ nefisten ن ف س
6 وَاحِدَةٍ bir tek و ح د
7 وَجَعَلَ ve var eti ج ع ل
8 مِنْهَا ondan
9 زَوْجَهَا eşini ز و ج
10 لِيَسْكُنَ (gönlü) sukün bulsun diye س ك ن
11 إِلَيْهَا onunla
12 فَلَمَّا ne zaman ki
13 تَغَشَّاهَا eşini sarıp örtünce غ ش و
14 حَمَلَتْ (eşi) yüklendi ح م ل
15 حَمْلًا bir yük ح م ل
16 خَفِيفًا hafif خ ف ف
17 فَمَرَّتْ gezdirdi م ر ر
18 بِهِ onu
19 فَلَمَّا ne zaman ki
20 أَثْقَلَتْ (yükü) ağırlaşınca ث ق ل
21 دَعَوَا ikisi beraber du’a ettiler د ع و
22 اللَّهَ Allah’a
23 رَبَّهُمَا Rableri ر ب ب
24 لَئِنْ eğer
25 اتَيْتَنَا bize verirsen ا ت ي
26 صَالِحًا iyi güzel (bir çocuk) ص ل ح
27 لَنَكُونَنَّ elbette oluruz ك و ن
28 مِنَ -den
29 الشَّاكِرِينَ şükredenler- ش ك ر

“Can” diye çevirdiğimiz âyetteki nefs kelimesi eski tefsirlerde genellikle Hz. Âdem olarak yorumlanmıştır (meselâ bk. Taberî, IX, 143; Kurtubî, VII, 337; Şevkânî, II, 313). Ancak Fahreddin er-Râzî’nin de geniş olarak açıkladığı gibi bu yorum önemli problemlere yol açmaktadır. Her şeyden önce, eğer âyetteki nefis kelimesiyle Hz. Âdem’in, ondan yaratılan “eş” ile de Havvâ’nın kastedildiği kabul edilecek olursa, bu durumda âyetin devamındaki bilgiye göre onların çocukları doğduktan sonra Allah’a ortak koşmuş oldukları sonucu çıkmaktadır. Halbuki ne Kur’ân-ı Kerîm’in başka bir yerinde ne hadislerde ne de diğer İslâmî kaynaklarda Âdem ile Havvâ’nın şirke saptıklarına dair bilgi bulunmaktadır; aksine onların yasaklanan meyveyi yemelerinin ardından, İslâmî literatürde zelle diye adlandırılan bu hatalarından ötürü bile ağır bir üzüntü ve pişmanlık duyup hemen tövbe ettikleri ifade edilmektedir.

Bu durumda Râzî’nin, Kaffâl’ın görüşü olarak verdiği yorum ve buna dayanarak yaptığı açıklamalar daha isabetli görünmektedir. Buna göre âyette gerçekten vuku bulmuş bir olaydan değil, bir “temsil”den söz edilmekte ve bununla da müşriklerin cahilliklerine ve şirk iddialarına işaret edilmektedir. Buradan hareketle Râzî âyete şöyle bir yorum getirmektedir: “O yüce Allah sizin her birinizi bir candan yaratmış; insanlıkta erkeğe eşit bir insan olarak eşini de yine aynı cinsten (özden) yaratmıştır (erkek bir asıldan, kadın ise başka bir asıldan yaratılmış değildir). Erkek eşine yaklaştıktan sonra kadının hamile olduğu anlaşılınca, rablerine, ‘Andolsun, bize kusursuz bir çocuk verirsen (lutuf ve ihsanından dolayı) kesinlikle (sana) şükredenlerden olacağız!’ diyerek dua ederler. Fakat Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, bu verilenle ilgili olarak Allah’a ortaklar koşmaya kalkışırlar; çünkü bazan natüralistler gibi bu çocuğun yaratılışını tabiat güçlerine, bazan müneccimler gibi yıldızlara, bazan da putperestler gibi putlara nisbet ederler” (XV, 86-87). Kuşkusuz burada, aşağıda söz konusu edilecek olan şirk inancına ve putperestlerin yanlışlarına dair âyetlere bir geçiş olmak üzere, özellikle müşriklerin tutumları anlatılarak dolaylı bir üslûpla genel bir uyarıda bulunulmaktadır. 

Bu iki âyette erkek ile kadının yaratılıştaki eşitliği, erkeğin kadına karşı hissettiği duygusal ilgi, bunun ardından gelen cinsel birleşme ve nihayet bu birleşmeden çocuğun doğması kısaca anlatılmak suretiyle insan soyunun çoğalma süreci özetlenmiş bulunmaktadır. Fakat bütün bunları yapıp yaratanın yüce Allah olduğunun bilinmesi gerekir. Yaratılışta O’nu dışlayan veya başka yaratılış sebeplerini O’na denk yahut O’nun üstündeymiş gibi gören her inanç bir şirktir. Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke putperestleri çeşitli putlarını yüce Allah’a bu şekilde ortak koştukları gibi dünyanın çeşitli kültürlerinde muhtelif kavimler de birçok yer veya gök cisimlerini, ata ruhlarını vb. yaratılmışları tanrı tanımak suretiyle şirke sapmışlardır. Fakat Allah bütün bu ortak koşulan şeylerden münezzehtir, yücedir. Kimi insanların ihtiyaç duyunca Allah’a yakarıp işi bitince nankörlük ettiklerini bildiren başka âyetler de vardır (Yûnus 10/22; Ankebût29/65; Rûm 30/33).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 644-645

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

خَلَقَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْ نَفْسٍ  car mecruru  خَلَقَكُمْ  fiiline müteallıktır.  وَاحِدَةٍ  kelimesi  نَفْسٍ  kelimesinin sıfatıdır.

جَعَلَ مِنْهَا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya atfedilmiştir.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

مِنْهَا  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  زَوْجَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi,  يَسْكُنَ  fiilini gizli  أن ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.

يَسْكُنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  اِلَيْهَا  car mecruru  يَسْكُنَ  fiiline müteallıktır. 


 فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

تَغَشّٰيهَا  şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Şartın cevabı  حَمَلَتْ حَمْلاً’dir.  حَمَلَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

حَمْلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  خَف۪يفاً  kelimesi  حَمْلاً’in sıfatıdır.

فَ  atıf harfidir.  مَرَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

بِه۪  car mecruru  مَرَّتْ  fiiline müteallıktır.

خَف۪يفاً  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَغَشّٰيهَا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  غشو’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اَثْقَلَتْ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Şartın cevabı  دَعَوَا اللّٰهَ’dir.  دَعَوَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.  رَبَّهُمَا  kelimesi lafza-i celâlden bedeldir. Veya onun sıfatıdır.

Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

اٰتَيْتَنَا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  صَالِحاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  نَكُونَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  كان ’nin ismi müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

نَكُونَنَّ  fetha üzere mebni nakıs muzari fiildir. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ  fiilinin mahzuf haberine  müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

صَالِحاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح fiilinin ism-i failidir.

الشَّاكِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شكر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَثْقَلَتْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  ثقل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ

 

İbtidâî istinâf olarak fasılla gelen ilk cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki haber dikkat çekmek içindir.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي’nin sılası  خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Aynı üsluptaki …وَجَعَلَ مِنْهَا  cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

خَلَقَكُمْ - جَعَلَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Nefs kelimesinin bir olmakla vasıflanmasında idmâc vardır: İbret ve öğüt birarada ifade edilmiştir.  مِن  harfi de ibtidâiyye manasındadır. (Âşûr)

Bu cümle, bu surenin başında icmalî olarak temas edilen, Âdem'in şahsında insanların yaratılışı ve tasvirleri için bir çeşit açıklamadır. (Ebüssuûd)


فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً فَمَرَّتْ بِه۪ۚ 

 

Tertip ve takip ifade eden  فَ  harfi ile gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  تَغَشّٰيهَا  cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi olan  حَمَلَتْ حَمْلاً خَف۪يفاً  ise faide-i haber talebî kelam olan mazi fiil cümlesidir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

 فَمَرَّتْ بِه۪ۚ  cümlesi, hükümde ortak olduğu aynı üsluptaki …حَمَلَتْ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.


فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا

 

فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  اَثْقَلَتْ  cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Cevap cümlesi olan  دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَبَّهُمَا, lafza-i celâlden bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâl ve Rabb isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır. Lafza-i celâlle Rabb isminin  birlikte gelmesi,  O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını vurgulamak içindir. 

رَبَّهُمَا  izafetinde Rabb isminin  هُمَا  zamirine muzâf olmasında, onları şereflendirmek yanında Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.

اللّٰهَ - رَبَّهُمَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحاً لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

 

 

Beyanî istinaf veya dua için tefsiriyye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Kasem üslubunda gayr-ı talebî inşaî isnaddır.  لَ  mahzuf kasem fiilinin cevabına gelen lâm-ı muvattıa,  إنْ  şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart cümlesi olan  اٰتَيْتَنَا صَالِحاً, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  cümlesine dahil olan  لَ, kasemin cevabına gelen harftir. Cevap cümlesi, faideî haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانُ ,مِنَ الشَّاكِر۪ينَ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Şartın cevabı, kasemin cevabı delaletiyle hazfedilmiştir.

Ayetteki fiillerin hepsi mazi sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade  etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)

نَفْسٍ وَاحِدَةٍ  ibaresinde Âdem (a.s.) kastedilmiştir.  وَاحِدَةٍ  sıfatı ise manayı tekid için gelmiştir.

تَغَشّٰيهَا  fiili cinsî münasebetten kinayedir. (Sâbûnî)

حَمَلَتْ - حَمْلاً  ve arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

خَف۪يفاً - اَثْقَلَتْ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Sükunet bulmak, vakıaya münasip olarak erkeğe nispet edilmiştir.

Çocuk sahibi olmayı tabiata havale ederek şirk koşuluyor, çocuğun başarıları ve güzellikleri bizzat kendilerinden veya çocuktan gelir sanılıyor. Allah’ı unutup kendilerini tamamen çocuğa hasretmek vs. manaları düşünebiliriz.

Burada tek bir nefisten murad Âdem’dir (a.s.). Ondan bütün insanları yaratmak Allah Teâlâ’nın kudretine, azametine delalet ederken bir taraftan da yaratılışın aslına tenbih vardır. Allah Teâlâ’nın azametine ve kudretine delalet eden kinayedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

 
A'râf Sûresi 190. Ayet

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...


Fakat Allah onlara iyi ve sağlıklı bir çocuk verince de, Allah’ın kendilerine verdiği çocuk konusunda O’na ortaklar koşarlar. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا fakat ne zaman
2 اتَاهُمَا (Allah) verdi onlara ا ت ي
3 صَالِحًا iyi, güzel (bir çocuk) ص ل ح
4 جَعَلَا başladılar ج ع ل
5 لَهُ O’na
6 شُرَكَاءَ ortaklar koşmağa ش ر ك
7 فِيمَا şeyde
8 اتَاهُمَا kendilerine verdiği ا ت ي
9 فَتَعَالَى oysa yücedir ع ل و
10 اللَّهُ Allah
11 عَمَّا şeylerden
12 يُشْرِكُونَ onların ortak koştukları ش ر ك

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ 

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اٰتٰيهُمَا  şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  صَالِحاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Şartın cevabı  جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ’dir.  جَعَلَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir 

( ا ), fail olarak mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru  جَعَلَا  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır.  شُرَكَٓاءَ  kelimesi mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid, yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  شُرَكَٓاءَ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيهُمَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتٰيهُمَا  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

 

 فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحاً جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ ف۪يمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ

 

Tertip ve takip ifade eden  فَ  harfi ile gelen ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  اٰتٰيهُمَا صَالِحاً  cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi olan  …جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ  de, faide-i haber ibtidaî kelam olan mazi fiil  cümlesidir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  جَعَلَا ,مَٓا  fiiline müteallıktır. Sılası  اٰتٰيهُمَاۚ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

اٰتٰيهُمَا  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

شُرَكَٓاءَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

”Bu çocuk hakkında O’na eşler tutmaya başladılar.” ifadesi, hoş karşılamama ve uzak görme üslubunda olmak üzere istifham manasında bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)

Bunun bir atiyye olduğuna itibar edilerek veya çocukluk hali dolayısıyla akılsızlara benzemesi dolayısıyla  مَن  değil  ما  ism-i mevsûlu gelmiştir. (Âşur)


فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

فَ  atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  فَتَعَالَى  ,مَٓا  fiiline müteallıktır. Sılası    يُشْرِكُونَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

شُرَكَٓاءَ  ile  يُشْرِكُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki fiillerin hepsi mazi sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Âşûr, Mümtehine Suresi, 6)

Bu kelam, taaccüb manasını içeren bir tenzihtir. (Ebüssuûd)

هُوَ الَّذِي خَلَقَكم مِن نَفْسٍ واحِدَةٍ sözündeki muhataptan gaibe iltifat vardır. Bu ikisinin arasında ise 5 tane müsenna zamir geçmiştir. (Âşûr)

 
A'râf Sûresi 191. Ayet

اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ  ...


Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَيُشْرِكُونَ ortak mı koşuyorlar? ش ر ك
2 مَا şeyleri
3 لَا
4 يَخْلُقُ yaratmayan خ ل ق
5 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
6 وَهُمْ ve kendileri
7 يُخْلَقُونَ yaratılan خ ل ق

Müşriklerin tevhid ilkesine aykırı her türlü inançlarını çürüten kanıtların ortaya konduğu bu iki âyette ulûhiyyetin en başta gelen üç özelliğinin söz konusu edildiği görülmektedir: Yaratıcılık, lutufkârlık ve kendi kendine yeterlilik. Öncelikle –başka bir şeyi yaratmak şöyle dursun– kendisi yaratılmış olan bir varlık Tanrı olamaz; ikinci olarak Allah, her türlü yardım taleplerine cevap verecek kadar zengin, lutufkâr, cömert ve merhametlidir. O’nun dışında hiçbir varlık bu yetkinliklere sahip olamadığı için tanrılığa da lâyık olamaz. Nihayet kendi kendine yeterli olup hiçbir yönden başka herhangi bir varlığın yardım ve desteğine muhtaç olmayan tek varlık Allah Teâlâ olup O’nun dışında her varlık bizzat kendisine bile yardım etmekten âciz olduğuna, şu halde kendi kendine yeterli olmadığına göre bu varlıklara tanrılık vasfı da kesinlikle yüklenemez. Böylece âyetlerdeki bu üç kanıt ile putperestlik inancının tamamıyla akıl ve mantık temelinden yoksun olduğu açıkça ortaya konmuş bulunmaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 645

اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ

 

Hemze istifham harfidir.  يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَخْلُقُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخْلُقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

هُمْ يُخْلَقُونَ  cümlesi  يَخْلُقُ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُخْلَقُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُخْلَقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  naib-i fail olup mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama ve taaccüb manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَيُشْرِكُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası  لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

وَ ’la gelen  وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ  cümlesi,  لَا يَخْلُقُ  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade etmiştir. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

لَا يَخْلُقُ شَيْـٔاً  cümlesiyle  وَهُمْ يُخْلَقُونَۘ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

İbadet edilecek varlığın en önemli özelliği yaratmaktır. Yaratmak, ilâhlığın olmazsa olmaz şartıdır.

يَخْلُقُ - يُخْلَقُونَۘ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

لَا يَخْلُقُ - يُخْلَقُونَۘ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Bu ayetin maksadı, putların ilâh olamayacağına delil getirmektir. O halde ayetteki, “Kendileri yaratılmış oldukları halde hiçbir şeyi yaratamayanları, Allah’a şirk mi koşuyorlar?” buyruğu “Onlar, kendileri mahluk olup hiçbir şeyi yaratmaya kadir olamayan o putlara mı ibadet ediyorlar?” demektir. Buna göre eğer “Cenab-ı Allah, niçin ayette birinci fiili,  يَخْلُقُ (yarattı) şeklinde müfred; ikincisini  يُخْلَقُونَۘ (yaratılmışlar) şeklinde cemi olarak getirmiştir? Hem sonra Cenab-ı Hakk nasıl, insanların dışında bir varlık grubu için cemi müzekker sıygasını kullanmıştır?” denilirse birincisine şu şekilde cevap verebiliriz:  مَٓا  edatı, hem müfred hem tesniye hem de çoğul için kullanılır. Binaenaleyh bu edat lafzı itibariyle müfred, manası itibariyle cemi olan lafızlardandır. Böylece Allah Teâlâ her iki yönü de nazar-ı dikkate alarak lafzın zahiri itibariyle  يَخْلُقُ  şeklinde müfred; manası itibariyle de  يُخْلَقُونَۘ  şeklinde cemi fiil getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ayet, onların Allah’a ortak koştukları şeylerin ölümlü olduklarını beyan suretiyle bütün müşrikleri kınamak, mutlak olarak onların ortak koşmalarını kınamak içindir. (Ebüssuûd)

يُشْرِكُونَ  şeklindeki muzari fiil, onlardaki bu şirkin teceddüdüne delalet eder.  ما لا يَخْلُقُ  ifadesindeki nefy de aynı şekilde yaratamıyor olmanın teceddüdüne delalet eder. Teceddüt manasına delalet eden asıl şey müsnedin fiil olmasıdır. Teceddüt; müsnedin müsnedün ileyh için yeniden meydana gelmesidir. Sadece sabit duruma gelmek manasını ifade etmez. Geçmişte yaratamadıklarını ve gelecekte de yaratamayacaklarını ifade eder. Çünkü yaratma sıfatı onlar için sabit olsaydı hem geçmişte, hem şimdiki zamanda, hem de gelecekte sabit olurdu. (Âşûr)  

 
A'râf Sûresi 192. Ayet

وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  ...


Hâlbuki onlar (edindikleri ilâhlar) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 يَسْتَطِيعُونَ güçleri yetmez ط و ع
3 لَهُمْ onlara
4 نَصْرًا yardım etmeye ن ص ر
5 وَلَا ne de
6 أَنْفُسَهُمْ kendilerine ن ف س
7 يَنْصُرُونَ yardım edebilirler ن ص ر

وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  نَصْراً ‘in mahzuf haline müteallıktır. 

نَصْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْفُسَهُمْ  kelimesi amili  يَنْصُرُونَ  olan mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَنْصُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ

 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümle, önceki ayetteki  يُخْلَقُونَۘ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

وَ ’la  يُخْلَقُونَۘ  cümlesine veya makabline matuf  وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.  اَنْفُسَهُمْ, amili olan  يَنْصُرُونَ  fiiline, önemine binaen takdim edilmiştir.

وَلَا يَسْتَط۪يعُونَ لَهُمْ نَصْراً  cümlesiyle  وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

نَصْراً - يَنْصُرُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
A'râf Sûresi 193. Ayet

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ  ...


Onları doğru yola çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir (sonuç alamazsınız).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ şayet
2 تَدْعُوهُمْ onları çağırsanız د ع و
3 إِلَى
4 الْهُدَىٰ doğru yola ه د ي
5 لَا
6 يَتَّبِعُوكُمْ size uymazlar ت ب ع
7 سَوَاءٌ birdir س و ي
8 عَلَيْكُمْ sizin için
9 أَدَعَوْتُمُوهُمْ onları çağırmanız د ع و
10 أَمْ ya da
11 أَنْتُمْ sizin
12 صَامِتُونَ susmanız ص م ت

İlk âyette kimlere hitap edildiği konusunda iki farklı görüş vardır: İbn Âşûr’un da tercih ettiği bir yoruma göre âyette müslümanlara hitap edilmekte; onlardan müşrikleri doğru yola çağırmaları istenmektedir (IX, 217-218). Ancak daha yaygın olarak benimsenen görüşe göre burada müşriklere hitap edilmektedir. Bu müfessirlerin çoğunluğu âyetin ilk cümlesine şu anlamı verirler: “Ey müşrikler! Siz o tanrı diye taptığınız putlarınızı doğru yola çağırsanız çağrınıza uymazlar…” Çünkü onlar doğru yol nedir, eğri yol nedir bilmezler. Ancak Şevkânî, –müşriklerin tanrı diye inandıkları putlarını doğru yola çağırmalarını çok anlamlı bulmamış olmalı ki– daha farklı bir yaklaşımla bu cümleyi şöyle anlamaktadır: “Bu putlarınızdan, sizi doğru yola ve kurtuluşa erdirmelerini isteyerek onlara hidayet ve kurtuluş konusunda yakarışta bulunsanız çağrınıza uyarak size karşılık veremezler” (II, 316).

 Sonuç olarak gerek Arap putperestlerinin gerekse tarihin bütün dönemlerindeki müşriklerin tanrısal nitelikler yükleyerek şu veya bu şekilde taptıkları her şey Allah’ın yaratıklarıdır; “O’ndan başka tanrı yoktur.” Şu halde putperestlerin tanrı diye kabul ettikleri ve karşısına geçip dua ettikleri, takdis ettikleri, kendilerine yol göstereceğini, iyilikler kazandırıp kötülüklerden koruyacağını umdukları şeyler, tanrılık niteliklerine sahip olup başkalarına hidayet vermek bir yana, o cansız, şuursuz ve bilgisiz nesneler kendilerine yapılacak çağrıyı bile duyma yeteneğinden yoksundurlar. Onlar da insanlar gibi “birer kuldur”; yani Allah’ın mülk ve tasarrufunda bulunup O’nun kevnî yasalarına boyun eğerler (Şevkânî, II, 317). Sonuç olarak sıradan bir canlıda bulunan yürüyecek ayağa, tutacak ele, görecek göze bile sahip olmayan bu nesneleri tanrı tanımak; insanların, kendilerinde bulunan duyu araçlarından bile yoksun olan, dolayısıyla kendilerinden daha aşağı, daha kusurlu olan şeylere tapmaları akıl kârı mıdır?

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 645-646

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ

 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَدْعُوهُمْ  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَى الْهُدٰى  car mecruru   تَدْعُوهُمْ  fiiline müteallıktır.  الْهُدٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı  لَا يَتَّبِعُوكُمْ’dur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَّبِعُوكُمْ  fiili şartın cevabı olduğu için  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَتَّبِعُوكُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ

 

سَوَٓاءٌ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  سَوَٓاءٌ’e  müteallıktır. Hemze tesviye manasındadır. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar.

دَعَوْتُمُوهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  دَعَوْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Hakiki istifhamdan istenilen anlam belirleme (tayin) olduğunda da kendisinden sonra atıf caiz değildir. Ancak, tesviye hemzesi gibi veya onun muadili  اَمْ  ile yapılabilir. (A. Yaşar Koçak, Nahivde Hemze)

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صَامِتُونَ  haber olup haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

صَامِتُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صمت  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْۜ

 

Ayet  وَ  ile  يُخْلَقُونَۘ  ifadesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi  تَدْعُوهُمْ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Rabıta harfi  فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  لَا يَتَّبِعُوكُمْ  şeklinde menfi muzari fiil sıygasındadır. Muzari fiilde teceddüt ve tecessüm özelliği vardır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Burada onların kınanmasına ve susturulmasına ziyadesiyle önem verildiği için ayetin hitabı doğrudan müşriklere müteveccihtir. (Ebüssuûd)


سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  سَوَٓاءٌ  mukaddem haberdir. 

Masdar harfi hemzenin dahil olduğu  اَدَعَوْتُمُوهُمْ  cümlesi, masdar teviliyle muahhar mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat ve temekküne işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَمْ  atıf harfiyle masdar cümlesine atfedilen isim cümlesi  اَنْتُمْ صَامِتُونَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela: fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

اَدَعَوْتُمُوهُمْ  cümlesiyle,  اَنْتُمْ صَامِتُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

دَعَوْتُمُوهُمْ - صَامِتُونَ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

تَدْعُوهُمْ - دَعَوْتُمُوهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada isim cümlesi, fiil cümlesi üzerine atfedilmiştir. Çünkü  اَدَعَوْتُمُوهُمْ  fiil cümlesi  اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ  ifadesi ise isim cümlesidir. Bil ki isim cümlesini, fiil cümlesine atfetmenin ancak bir hikmet ve incelikten dolayı caiz olduğu sabittir. Bu incelik şudur: Fiil sıygası, teceddüdü (o fiilin tekrar tekrar olduğunu) gösterir. İsim sıygası ise devamı, sebat ve sürekliliği gösterir. Bunu iyice anladığında biz deriz ki: “O müşrikler bir üzüntü ve sıkıntıya düştüklerinde, putlarına yalvarıp yakarırlardı. Fakat başlarına böyle bir şey gelmediğinde susar, birşey söylemezlerdi. İşte bundan ötürü onlara, “Sizin o putlara dua etmeniz ile devamlı susmanız (dua etmemeniz) arasında bir fark yoktur.” denilmiştir. İşte bu atfın inceliği budur. (Fahreddin er-Râzî)

سَواءٌ  kelimesi bir şeyin başka bir şeyle müsavi olduğunu ifade eden bir isimdir. Kelamda zikredilen bu iki şeyden biri diğerinden evlâ değildir, demektir. Bu kelimedeki hemzeye “tesviye hemzesi” denir. Aslında bu, istifham hemzesidir ama tesviye manasında kullanılmıştır.  عَلَيْ harfinde mecazî istila manası vardır.  العِنْدِيَّةِ  manasındadır. (Âşûr)

A'râf Sûresi 194. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 تَدْعُونَ yalvardıklarınız د ع و
4 مِنْ
5 دُونِ başka د و ن
6 اللَّهِ Allah’tan
7 عِبَادٌ kullardır ع ب د
8 أَمْثَالُكُمْ sizler gibi م ث ل
9 فَادْعُوهُمْ çağırın onları da د ع و
10 فَلْيَسْتَجِيبُوا cevap versinler ج و ب
11 لَكُمْ size
12 إِنْ eğer
13 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
14 صَادِقِينَ doğru ص د ق

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَدْعُونَ  fiili,  نَ  harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf  aid zamirinin mahzuf müteallıktır. Takdiri; تدعونهم متميّزين عن الله (Allah’tan ayırarak ona dua ediyorsunuz.) şeklindedir.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عِبَادٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

اَمْثَالُكُمْ  kelimesi  عِبَادٌ’un sıfatıdır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  ادْعُوهُمْ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  لۡ, emir lamıdır.  يَسْتَج۪يبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru  يَسْتَج۪يبُوا  fiiline müteallıktır.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberidir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

صَادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, إن كنتم صادقين في ألوهيتها فادعوها  şeklindedir.

يَسْتَج۪يبُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ

 

İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan  تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَمْثَالُكُمْ , haber olan  عِبَادٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

فَادْعُوهُمْ  cümlesindeki   فَ  atıf harfidir. Sebebi müsebbebe bağlayan rabıta görevindedir. Mukadder şartın cevabına gelen rabıta olması da caizdir.

Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

 تَدْعُونَ - فَادْعُوهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلْيَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ  cümlesi, makabline  فَ  ile atfedilmiş emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Onlar cansız varlıklar oldukları halde artık nasıl olur da  عِبَادٌ  diye tavsif edilebilirler? 

1. Müşrikler, o putların fayda ve zarar verebileceklerini iddia edince, onların putlarının akıllı ve anlayışlı olduklarına da inanmaktadırlar. İşte bundan dolayı bu gibi kelimeler, onların inançlarına ve zanlarına uygun olarak kullanılmıştır.

2. Putlar hakkında, “kullardır” şeklindeki, bu asılsız söz (lağv), onlarla istihza etme sadedinde zikredilmiştir. Yani “Onların olabilecekleri en ileri şey, onların akıllı canlılar olmalarıdır. Binaenaleyh eğer bu husus onlar hakkında söylenebilirse onlar yine de sizin gibi kuldurlar. Dolayısıyla onların sizden bir üstünlükleri bulunmamaktadır. O halde daha nasıl siz kendinizi onların kulu; onları da kendinizin Rabbleri ve ilâhları addedebiliyorsunuz?” demektir.

فَلْيَسْتَجٖيبُوا  emrindeki lâm, ta’cîz (acze düşürme) manasında olan bir emir lamıdır. Buna göre mana, “Her insana, o putların icabet etmeye kadir olamadıkları belli olunca onların, ibadet edilmeye müstehak olmadıkları da ortaya çıkar ve belli olur.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî) 

Putlar, bu konuda kendilerine tapanlara benzetilmişlerdir. Çünkü putlara tapanlar, kendi acizliğini itiraf ediyorlar ve putların, bunlara muktedir olduklarını iddia ediyorlardı. (Ebüssuûd)

Bu ayet ilk bakışta Peygamberimize (s.a.) ve Müslümanlara yönelik olsa da ibtidâî istînâf olarak müşriklere yöneliktir. Bunun için tekid harfiyle başlamıştır. Zira müşrikler putların ubudiyette müsavi olduğunu inkâr ediyordu. Burada gaibden muhataba iltifat vardır.  فَلْيَسْتَجِيبُوا  emri; putları taciz içindir. Onların isteklerine cevap vermemelerinin acziyetleri sebebiyle olduğu manasında kinayedir. (Âşûr) 

 

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir.  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Cevap cümlesi mahzuftur. Cümlenin takdiri  إن كنتم صادقين في ألوهيتها فادعوها  (Onların ulûhiyeti hakkında doğru sözlü iseniz onlara kulluk edin.) şeklindedir. 

Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Burada bir meydan okuma vardır. 

Son cümle, onları susturmak üzere makablinin mefhumunun hakikatini açıklar.  (Ebüssuûd)

صادِقِينَ  kelimesinin müteallıkı siyakta göründüğü için hazfedilmiştir. (Âşûr)


A'râf Sûresi 195. Ayet

اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ  ...


Onların yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek kulakları mı var? De ki: “Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَهُمْ onların var mı?
2 أَرْجُلٌ ayakları ر ج ل
3 يَمْشُونَ yürüyecekleri م ش ي
4 بِهَا onunla
5 أَمْ yada
6 لَهُمْ var mı?
7 أَيْدٍ elleri ي د ي
8 يَبْطِشُونَ tutacakları ب ط ش
9 بِهَا onunla
10 أَمْ yoksa
11 لَهُمْ var mı?
12 أَعْيُنٌ gözleri ع ي ن
13 يُبْصِرُونَ görecekleri ب ص ر
14 بِهَا onunla
15 أَمْ yahut
16 لَهُمْ mı var?
17 اذَانٌ kulakları ا ذ ن
18 يَسْمَعُونَ işitecekleri س م ع
19 بِهَا onunla
20 قُلِ de ki ق و ل
21 ادْعُوا çağırın د ع و
22 شُرَكَاءَكُمْ ortak(koştuk)larınızı ش ر ك
23 ثُمَّ sonra
24 كِيدُونِ bana tuzak kurun ك ي د
25 فَلَا hiç
26 تُنْظِرُونِ göz açtırmayın bana ن ظ ر
بطش Betaşe : بَطْشٌ bir şeyi zor/güç kullanarak sert biçimde almak ve yakalamaktır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ 

 

Hemze istifham harfidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَرْجُلٌ  muahhar mübtedadır. 

يَمْشُونَ بِهَا  cümlesi  اَرْجُلٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَمْشُونَ   fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

بِهَا  car mecruru  يَمْشُونَ   fiiline müteallıktır.

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

اَيْدٍ  muahhar mübteda olup mahzuf  ی  üzere mukadder damme ile merfûdur.  اَيْدٍ  kelimesi ismi mankustur.

يَبْطِشُونَ  fiili  اَيْدٍ’in sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يَبْطِشُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَعْيُنٌ  muahhar mübtedadır.

لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ  cümlesi  اَعْيُنٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبْصِرُونَ   fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

بِهَا  car mecruru  يُبْصِرُونَ  fiiline müteallıktır.

يُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  بصر’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ

 

 اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اٰذَانٌ  muahhar mübtedadır. 

يَسْمَعُونَ بِهَا  cümlesi  اٰذَانٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

يَسْمَعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

بِهَا  car mecruru  يَسْمَعُونَ  fiiline müteallıktır.


قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

ادْعُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

شُرَكَٓاءَكُمْ  kelimesi mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ك۪يدُونِ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُنْظِرُونِ  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

تُنْظِرُونِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نظر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاۘ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۜ 

 

Fasılla gelen ve istifham üslubunda talebî inşâî isnad olan ayet, istînâfiyyedir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb ve kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Bu takdim lam harfinin mülkiyet manasının olumsuzluğunun önemi dolayısıyladır. (Âşûr) 

يَمْشُونَ بِهَاۘ  cümlesi,  اَرْجُلٌ  için sıfattır. 

Munkatı’ olan  اَمْ ’in dahil olduğu, aynı üslupta gelen müteakip üç cümle, müstenefedir.

İsim cümlesi formunda gelerek sübut ifade eden cümleler arasında, inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Ayette ıtnâb sanatı olan sıfat cümleleri, muzari fiil sıygasında gelmiştir. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiilin tercih edilmesi, olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

اَرْجُلٌ - يَمْشُونَ  ve  اَيْدٍ يَبْطِشُونَ  ve  اَعْيُنٌ - يُبْصِرُونَ  ve  اٰذَانٌ - يَسْمَعُونَ  ve  اَرْجُلٌ - اَيْدٍ  - اَعْيُنٌ  - اٰذَانٌ-  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ, bu ayette dört uzuvdan bahsetmiştir. Bunlar: ayaklar, eller, gözler ve kulaklardır. Hiç şüphesiz ki bu uzuvların her birinde kendisine uygun olan hareke ve idrak etme kuvvetleri mevcut olan, böylesi kuvvetlerden mahrum olanlardan daha üstün olur. (Fahreddin er-Râzî)


قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ ك۪يدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلِ  fiilinin mekulü’l- kavli de, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki  ك۪يدُونِ  cümlesi,  ثُمَّ  ile  ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  فَلَا تُنْظِرُونِ  cümlesi de  فَ  ile makabline atfedilmiştir. 

تُنْظِرُونِ  ve  ك۪يدُونِ  cümlelerinde mef’ûl olan mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ك۪يدُونِ - لَا تُنْظِرُونِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sözü geçen azaların işe yarayıp yaramadığı soruluyor. 179. ayette olduğu gibi hakkıyla görev yapmayan azalar sayılmıştır.

Bu ayeti kerimede ıtnâb vardır. Daha fazla kınama ve azarlama ifade eder.

لَا تُنْظِرُونِ  nehyi; “Elinizden geleni ardınıza koymayın! bana göz bile açtırmayın! Hodri meydan!” anlamında bir meydan okumadır. (Elif Yavuz, Belâgat İlminde Haber ve İnşâ (Bakara Suresi Örneği))
Günün Mesajı
Çocuk sahibi olmak günümüzde de tabiata havale ederek şirk koşuluyor, çocuğun başarıları ve güzellikleri bizzat kendilerinden veya çocuktan gelir sanılıyor. 190. ayet kapsamında Allah’ı unutup kendilerini tamamen çocuğa hasretmek, vs manaları düşünebiliriz. Şükretmeyenler için şirk ihtimali vardır. Elimize geçen her nimet için şükretmeyi adet edinelim ve Peygamber Efendimizin şu duasını sık sık okuyalım. اللهمّ إنّي أعُوذُ بِكَ أنْ أُشْرِكَ بِكَ و أنا أعْلَمُ وأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لاَ أَعْلَمُ إنَّكَ أنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ Günah ve şirkten koruyan duanın Türkçe okunuşu: Allâhümme innî e‘ûzü bike en-üşrike ve ene a‘lemü ve estağfiruke limâ lâ a‘lemü, inneke ente allâmü-l ğuyûb. Anlamı: Allah’ım! Bilerek şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmediklerim için de Senden mağfiret dilerim, muhakkak ki Sen ğaybları en iyi bilensin..
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey İnsan,

İstemeyi seversin. İstediklerine kavuşmayı bekleyerek yaşarsın. Şimdiyi yaşamana mani olursun. Geçmişinle geleceğin arasında gelip gidersin. Mutluluğunun, bu geçici isteklere bağlı olduğuna inanırsın.

Bir isteğe takıldığında, Allah’a yalvarırsın. Büyük ihtimalle tutamayacağın sözler verirsin. Şu an, zaten yapman gerekenleri, geleceğe ertelersin. Sabırsızsındır. Acelecisindir. Belki de bu yüzden Allah’tan istemenin yanında, batıl yollara da başvurursun. Kendince, isteğini sağlam kazığa bağlarsın.

Günü gelir istediğine kavuşursun. Kimden geldiğini ve verdiğin sözleri, çoğunlukla çabucak unutursun. Mutluluğunu paylaştıklarına, maharet sendeymiş gibi anlatırsın veya ‘gerçekten işe yaradı’ gibi cümleler kurarsın. Ya; bir şeyleri yaparak veya yapmayarak, gerçekten kontrolün sende olduğunu sanarsın. Ya da; Allah’a etmen gereken teşekkürü, işe yaramazlara edersin.

Günü gelir istediğine kavuşamazsın. Sadece kavuşamayışına odaklanırsın. Sahip olduklarını, elinin tersiyle itersin. Belki, istediğin senin için hayırlı değildi ya da daha hayırlı bir şekilde gelmek üzere yoldaydı diye üzerinde düşünmezsin. Şükürsüzlüğünün bahanesi olarak gösterirsin.

Halbuki şükürsüzün haliyle şirk koşanın hali, ta ki kalbinin yönünü değiştirene dek, kavuştuğu veya kaybettiği geçici dünya nimetleriyle değişmeyecektir.

Allahım; Her türlü şirk halinden ve bu cehalete düşürecek hallerden Sana sığınırım, Senden korkarım. Şüphesiz Sen, şükredilmeye en layık olansın ve bütün övgülerin tek Sahibisin.

Ey istediğimiz ve istemeyi akıl bile edemeyeceğimiz her türlü nimeti veren Allahım!
Bizi; her zaman Sana şükredenlerden ve Senden af dileyenlerden,
Yalnız Senden isteyenlerden ve yalnız Sana sığınanlardan,
Geçici olanı değil, kalıcı olanı sevenlerden,
Sevdiklerinin dostluğunu arayanlardan,
Rızanı isteyenlerden,
Seni isteyenlerden ve Sana kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji