بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاعْلَمُوا | bilin ki |
|
2 | أَنَّمَا |
|
|
3 | غَنِمْتُمْ | aldığınız ganimetlerin |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | شَيْءٍ | herbirinin |
|
6 | فَأَنَّ | muhakkak |
|
7 | لِلَّهِ | Allah’a aittir |
|
8 | خُمُسَهُ | beşte biri |
|
9 | وَلِلرَّسُولِ | ve Elçisine |
|
10 | وَلِذِي |
|
|
11 | الْقُرْبَىٰ | ve akrabalara |
|
12 | وَالْيَتَامَىٰ | ve yetimlere |
|
13 | وَالْمَسَاكِينِ | ve yoksullara |
|
14 | وَابْنِ |
|
|
15 | السَّبِيلِ | ve yolcu(lar)a |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
18 | امَنْتُمْ | inanmış |
|
19 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
20 | وَمَا | ve |
|
21 | أَنْزَلْنَا | indirdiğimize |
|
22 | عَلَىٰ |
|
|
23 | عَبْدِنَا | kulumuza |
|
24 | يَوْمَ | gününde |
|
25 | الْفُرْقَانِ | ayrılma |
|
26 | يَوْمَ | günde |
|
27 | الْتَقَى | karşılaştığı |
|
28 | الْجَمْعَانِ | o iki topluluğun |
|
29 | وَاللَّهُ | Allah |
|
30 | عَلَىٰ | üzerine |
|
31 | كُلِّ | her |
|
32 | شَيْءٍ | şey |
|
33 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
Ganimet, fey ve nefel kelimelerinin terim olarak neleri ifade ettiği konusu sûrenin 1. âyetinin tefsirinde açıklanmıştı. “Ganimet ile nefel” (çoğulu enfâl) aynı mânaya gelmektedir. “Arapça’da, nefel kökünden türemiş olup ona sahip olmayı ifade eden bir fiil bulunmadığından bu âyette ganimet kelimesinden türemiş fiil tercih edilmiştir” diyen müfessirlere göre (İbn Âşûr, X, 6) ortada “iki âyeti uzlaştırma” gibi bir problem vardır; çünkü sûrenin 1. âyetine göre tamamı Allah’a ve resulüne ait kılınan ganimetin burada beşte dördünün savaşçılara, beşte birinin ise Allah’a ve resulüne… ait olduğu ifade edilmektedir. Müfessirlerin çoğu problemi nesih metodu ile çözmüş, daha sonra geldiğini iddia ettikleri bu âyetin, birinci âyetle gelen hükmü değiştirdiğini ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık Mâlikîler’den Mâzerî ve onun gibi düşünen birçok âlim ise Huneyn Savaşı ve Mekke’nin fethi sonrasında yapılanları delil göstererek neshi reddetmişler, 1. âyetin hükmünün yürürlükte olduğunu, Allah’a ve resulüne ait bulunan ganimetin ne yapılacağına, nereye sarfedileceğine Peygamber aleyhisselâm ve ondan sonra da devlet başkanlarının karar vereceklerini, bu âyetin, karar yetkisinin kullanılış şekillerinden birine örnek teşkil ettiğini ifade etmişlerdir (Kurtubî, VIII, 2-3). Hz. Ömer’in Irak ve Suriye (Sevâd) topraklarında uyguladığı şekil istisna edilirse tarih boyunca uygulama, müctehidlerin çoğunluğunun benimsediği “beşte birini âyette sayılan yerlere ayırdıktan sonra kalanı savaşçılara dağıtma” şeklinde olmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 692
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir. Şan zamiri mahzuftur.
غَنِمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ شَيْءٍ car mecruru غَنِمْتُمْ ‘deki mef’ûlun mahzuf haline müteallıktır.
فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, حكمه أي حكمه كون الخمس لله (Hükmü yani beşte birin hükmü Allah’ın olmasıdır.) şeklindedir.
لِلّٰهِ car mecruru اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. خُمُسَهُ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلرَّسُولِ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
وَ atıf harfidir. لِذِي car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. ذِي , harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti ي ’dır. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
اٰمَنْتُمْ fiili كُنْتُمْ ‘un haberi olarak mahallen mansubtur.
اٰمَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلْنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى عَبْدِنَا car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı, اَنْزَلْنَا fiiline müteallıktır. الْفُرْقَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَوْمَ zaman zarfı, birinciden bedel olup mansubtur.
الْتَقَى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْتَقَى elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. الْجَمْعَانِ fail olup müsenna olduğu için ref alameti ا ‘tir.
الْتَقَى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَد۪يرٌ ise haber olup lafzen merfûdur.
عَلَى harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ
وَ , istînâfiyyedir. Ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اعْلَمُٓو [şunu bilin ki] hitabında bilmekten murad, onu uygulamak ve Allah Teâlâ'nın emrine itaat etmektir. (Ebüssuûd)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’in dahil olduğu اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle اعْلَمُٓوا fiilinin mef’ûlü yerindedir. Şan zamirinin mahzuf olduğu cümlede şart ismi مَا , mukaddem mef’ûldür. اَنَّ ’nin haberi, şart üslubunda haberî isnaddır. مَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ şart cümlesidir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. …فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ masdar teviliyle mahzuf mübtedanın haberidir. Mübteda ve mahzuf haberden oluşan terkip şartın cevabıdır.
Şart üslubunda, faide-i haber inkâri kelam olan مَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ cümlesi, اَنَّ ’nin haberidir.
Haber konumundaki فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ cümlesinde car-mecrur mahzuf mukaddem habere müteallıktır. خُمُسَهُ muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin izafet terkibiyle marife olması, az sözle çok anlam ifade yollarından olması sebebiyledir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette Allah Teâlâ'nın zikri O'nu tazim içindir. Burada kastedilen, beşte birin ayette Allah Teâlâ'dan sonra zikredilenler arasında taksim edilmesidir. (Ebüssuûd)
Allah, kendi hakkı olarak zikrettiği beşte biri, yine beşe ayırıp önce Resulullah'a, sonra da sırasıyla zikredilen bu insanlara verilmesini emreder. Ganimetin beşte birden geriye kalan beşte dördünü de gazilere bırakır. (Elmalılı)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayeti kerimede cem' ma’at-taksim vardır. Bu sayılan sınıflar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْ شَيْءٍ ibaresindeki tenvin azlık ifade eder. (Safvetü't Tefasir)
لِلرَّسُولِ [Resulü için] ve لِذِي الْقُرْبٰى [onun yakınları için] kelimelerindeki ل [için] harfinin tekrar edilmesi, ondan sonraki kelimelerde ise bunun zikredilmemesi, Peygamberin (sav) yakınlarının, onun hissesine ortak olacakları vehmini ortadan kaldırmak içindir. Çünkü Peygamber (sav), ile yakınları arasında sıkı bir bağ olması sebebi ile böyle sanılabilirdi. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, ayette خُمُسَ (beşte birin) hükmünü beyan edip diğer dört humus hakkında bir hüküm beyan buyurmamıştır. Bu, geri kalan humusların ganimeti alan mücahitlere ait olduğuna delalet eder. (Ebüssuûd)
اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ve كان ’nin dahil olduğu …كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ , şart cümlesidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri فاعلموا [Bilin.] veya فامتثلوا [Uyun] olabilir .
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, S. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl بِاللّٰهِ , مَٓا ‘ye matuftur. Sılası اَنْزَلْنَا عَلٰى , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
عَلٰى عَبْدِنَا (Kulumuza) ibaresinde Resulullah’ın (sav) ‘’kul’’ lafzı ile anılması ve Allah’a ait bir zamire izafe edilmesi onu şereflendirmek ve itibarını yüceltmek içindir. (Safvetü't Tefasir)
بِاللّٰهِ den sonra مَٓا اَنْزَلْنَا buyurulmasında gaibten mütekellime geçiş için güzel bir iltifat sanatı vardır.
يَوْمَ الْفُرْقَانِ [Bedir günü] demektir; الْجَمْعَانِۜ [iki topluluk] ise Müslüman ve kâfir ordularıdır.
الْجَمْعَانِۜ daki ال , ahd içindir. (Âşûr)
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا [Kulumuza indirdiklerimiz]den maksat, o gün inzâl ettiği mucizeler, melekler ve zaferdir.
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ [Allah her şeye kādirdir;] çoğa karşı azı; güçlüye karşı zayıfı muzaffer kılabilir. Nitekim o gün bunu size yapmıştır. (Keşşâf)
وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
و istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ۟ ise maksûrdur.
Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah öldürmeye de hayat vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kadirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir.
Ayetin fasılası daha önceki surelerde de mevcuttur.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/29)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Bu tekrarlarda tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu cümle ilmin ve kudretin umumiliğine delalet etmek için tezyîldir. (Âşûr)
شَيْءٍ - يَوْمَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah ismi 3 kere geçmiştir. Reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. Bu isim heybet uyandırır ve emrin yerine getirilmesine teşvik eder.
Sure; [‘’Sana nafilelerden (ganimetlerden) sorarlar’’.] ifadesiyle başlamıştı. Yani insanların savaşa katılma amacı ganimet elde etmek değildi. Ganimet sadece savaşta fazladan elde edilen bir kârdır. İlk ayette nafilenin Allah ve Resulüne ait olduğu söyleniyordu. Surenin bu ayetinde ise biraz daha teferruat veriliyor, beşte biri beşe ayrılıyor. Umum ve husus şeklinde izahlar vardır. Burada reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۙ لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | o vakit |
|
2 | أَنْتُمْ | siz |
|
3 | بِالْعُدْوَةِ | vadinin |
|
4 | الدُّنْيَا | yakın kenarında idiniz |
|
5 | وَهُمْ | ve onlar da |
|
6 | بِالْعُدْوَةِ | vadinin |
|
7 | الْقُصْوَىٰ | uzak kenarında idiler |
|
8 | وَالرَّكْبُ | ve kervan da |
|
9 | أَسْفَلَ | daha aşağıda idi |
|
10 | مِنْكُمْ | sizden |
|
11 | وَلَوْ | ve eğer |
|
12 | تَوَاعَدْتُمْ | sözleşmiş olsaydınız dahi |
|
13 | لَاخْتَلَفْتُمْ | buluşamazdınız |
|
14 | فِي |
|
|
15 | الْمِيعَادِ | sözleştiğiniz vakitte |
|
16 | وَلَٰكِنْ | fakat bu |
|
17 | لِيَقْضِيَ | yerine getirmesi içindir |
|
18 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
19 | أَمْرًا | bir işi |
|
20 | كَانَ |
|
|
21 | مَفْعُولًا | yapılması gereken |
|
22 | لِيَهْلِكَ | helak olsun diye |
|
23 | مَنْ | kimse |
|
24 | هَلَكَ | helak olan |
|
25 | عَنْ |
|
|
26 | بَيِّنَةٍ | açık delille |
|
27 | وَيَحْيَىٰ | ve yaşasın diye |
|
28 | مَنْ | kimse (de) |
|
29 | حَيَّ | yaşayan |
|
30 | عَنْ |
|
|
31 | بَيِّنَةٍ | açık delille |
|
32 | وَإِنَّ | çünkü |
|
33 | اللَّهَ | Allah |
|
34 | لَسَمِيعٌ | işitendir |
|
35 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Ebû Süfyân, müslümanların kervanı vurmak üzere yola çıktıklarını haber alınca Bedir’den geçerek Mekke’ye ulaşan yolu terketmiş, râkımı daha düşük olan sahil yoluna kaymıştı. Müslümanların mevzilendikleri yer iki cihetten sakıncalı idi: a) Deniz tarafında korumalarıyla birlikte düşman kervanı, karşı tarafta ise Ebû Cehil kumandasındaki düşman askerleri vardı; buna göre İslâm askerleri iki düşman gücü arasında kalmış oluyorlardı. b) Mekkeliler’in daha önce gelerek mevzilendikleri, Medine’ye daha uzak bulunan yer hareket için daha uygun, kumsuz ve sağlam zeminli bir mekân olduğu halde, müslümanların mecburen mevzilendikleri yer kumlu idi, hareket kabiliyetini zorlaştırıyordu. Allah Teâlâ’nın bu savaşta müslümanlara olağan üstü yardımları cümlesinden olarak kumu pekiştiren, ihtiyaç duyulan suyu çoğaltan yağmur yağdı; bu yağmur karşı tarafın mevzilendiği mekânda çamur yaptığı için onların hareketleri zorlaştı. Bir diğer ilâhî lutuf olarak düşmanlar, müslümanları araya aldıklarının farkında olamadılar ve bir kıskaç harekâtına teşebbüs edemediler.
Mevzilere geliş zamanı ve yerleşmeleri konusunda önceden yapılabilecek hesaplar tutmamış, olanlar düşünülebileceklerden daha hayırlı olarak tecelli etmişti; çünkü Allah, müslümanların bu savaşta galip gelmesini murat ediyordu, O’nun istediği olacaktı. Bunlara kendi aralarında veya karşı taraf ile müzakere yoluyla karar vermeye kalkışsalardı elbette her kafadan bir ses çıkacak ve belki de karar, müslüman tarafın zafer şansı bakımından isabetli olmayacaktı. Bu savaşta Allah’ın yardımı ve desteği çok açıktı, bu açıklık kimin doğru yolda olduğuna, Allah’ın rızâsına uygun davrandığına, kimin de yanlış yolda, Allah’ın rızâsına karşı yürüdüğüne güçlü bir delil teşkil ediyordu. Bunca açık delili gördükten sonra hâlâ gafletten uyanmayan, yanlış yoldan dönmeyen kimseler için mazeret kalmamıştı; hak yolda savaşan ve ölen bunu biliyordu, bâtıl bir dava uğruna savaşan ve ölen de bunu biliyordu, bilmeleri gerekiyordu ve Allah yaptıklarını bunun için yapmıştı.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 693
اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكروا (zikredin) fiiline müteallıktır. اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِالْعُدْوَةِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
الدُّنْيَا kelimesi الْعُدْوَةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِالْعُدْوَةِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
الْقُصْوٰى kelimesi الْعُدْوَةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. الرَّكْبُ mübteda olup lafzen merfûdur. اَسْفَلَ mekân zarfı, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. اَسْفَلَ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْكُمْ car mecruru اَسْفَلَ ‘ye müteallıktır.
وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
تَوَاعَدْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اخْتَلَفْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْم۪يعَادِ car mecruru اخْتَلَفْتُمْ fiiline müteallıktır.
تَوَاعَدْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi وعد ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
اخْتَلَفْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۙ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
لِ harfi, يَقْضِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, جمعكم (Sizi topladı.) şeklindedir.
يَقْضِيَ mansub muzari fiilidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَمْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كَانَ مَفْعُولاً cümlesi اَمْراً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubtur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَفْعُولاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
مَفْعُولاً kelimesi sülâsî mücerred olan فعل fiilinin ism-i mef’ûludur.
لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ
لِ harfi, يَهْلِكَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte مَفْعُولاً ‘e müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هَلَكَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
هَلَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْ بَيِّنَةٍ car mecruru هَلَكَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَحْيٰى elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası حَيَّ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
حَيَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْ بَيِّنَةٍ car mecruru هَلَكَ fiiline müteallıktır.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
سَمِیعٌ haber olup lafzen merfûdur. عَلِیمࣱ ise ikinci haberdir.
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ
İstînâfiyye olan cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. اِذْ , önceki ayetteki يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ ‘den bedeldir. Zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِالْعُدْوَةِ mahzuf habere müteallıktır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الدُّنْيَا ve الْقُصْوٰى kelimeleri, بِالْعُدْوَةِ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır.
Aynı üslupla gelen وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى cümlesi ve وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ cümlesi, muzâfun ileyhe matuftur.
اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا cümlesiyle هُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْقُصْوٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Ayet-i kerimede الْعُدْوَةِ الدُّنْيَا kelimesiyle, (vadinin) Medine'ye doğru olan tarafı; الْقُصْوٰى ile de Mekke'ye doğru olan tarafı kastedilmiştir. Su ise, müşriklerin konakladıkları tarafta bulunuyordu. İşte bu yüzden de onlar, daha ziyade kendilerinin galip geleceğini umuyorlardı. "Müşriklerin korumak için çıkmış oldukları kervan (rekb) ise, sizden daha uzakta, deniz sahiline yakın bir yerde idi. yani, "Siz ve Mekkeliler, savaşmak için muayyen bir yerde buluşmak üzere anlaşmış olsaydınız, sizin azlığınız, onların da çokluğu sebebiyle mutlaka birbirinize muhalefet eder, anlaşamazdınız." yani, "Allah olması gereken ve fiilen yapılması, varlık sahasına çıkması gereken bir işi ifa için sizi sabit kadem kıldı ve size yardım etti " demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَوَاعَدْتُمْ şart fiilidir. Rabıta harfiyle gelen, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ cümlesi, cevaptır.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, S. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)
تَوَاعَدْتُمْ - اخْتَلَفْتُمْ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
تَوَاعَدْتُمْ cümlesiyle, لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۙ لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ
وَ , atıf لٰكِنْ istidrak harfidir.
İstidrak sözlükte;” telafi etmek, düzeltme, doğrulama, karşılama” anlamlarına gelir. Terim olarak istidrak, önceki kelamdan kaynaklanan tevehhümü, istisnaya benzer bir şeyle –ki bu, lakin demektir– ortadan kaldırmaktır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً cümlesi , mecrur mahalde takdiri جمعكم [Sizi topladı] olan mahzuf fiile müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَمْراً için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اَمْراً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı …لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ cümlesi , mecrur mahalde مَفْعُولاًۙ ‘e müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَهْلِكَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ cümlesine tezat sebebiyle atfedilen وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَحْيٰى fiilinin mefulü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ cümlesi ile وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
هَلَكَ - يَحْيٰى arasında tıbâk-ı îcab vardır.
تَوَاعَدْتُمْ - الْم۪يعَادِۙ ; لِيَهْلِكَ - هَلَكَ ; يَحْيٰى - حَيَّ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
عَنْ- بَيِّنَةٍ - مَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette yer alan هَلَكَ kelimesi küfür, حَيَّ ise İslam kelimesi yerine müstear olarak kullanılmıştır. Müstearun leh (müşebbeh) olan küfür ve İslam kelimeleri hazfedilerek onların yerine müstearun minh (müşebbehün bih) olan helak ve hayat lafızları ibarede açıkça zikredilmiştir. Bu sayede istiare-i tasrihiyye sanatı meydana gelmiştir. Bu hususu müfessirimiz şu şekilde açıklar: Burada helak ve hayat lafızları istiare yoluyla küfür ve İslam kelimeleri için kullanılmıştır. Helak olandan ve yaşayandan maksat helake ve hayata yaklaşan demektir, ya da hali Allah’ın ilim ve takdirinde böyle olan demektir. (Beyzâvî, III, 111.)
Şüphesiz İslam ordusu işin başında, sayılarının azlığı ve hazırlıksız olmaları sebebiyle son derece endişeli ve zayıf olup, sudan uzak bir yere konaklamışlardı. Konakladıkları yer de kumlu ve çöl olup, ayakları batıyordu. Kâfirlere gelince, sayıca çok olmaları ve teçhizatlarının da (bolca) mevcut olması sebebiyle son derece kuvvetli idiler. Üstelik onlar, suya yakın olan bir yerde konaklamışlardı ve konakladıkları o yer de aynı zamanda yürümeye elverişli idi. Kervanı da arkalarına almışlardı. Kervandan kendilerine gelecek desteği ve yardımı da an be an gözetliyorlardı. Daha sonra Cenab-ı Hak durumu değiştirdi, ortaya çıkacak olan hükmü tersine çevirerek, Müslümanlara galibiyeti; kâfirlere de mağlubiyeti verdi. Böylece bu, Hazret-i Muhammed (sav)'in Rabbinden yana haber verdiği yardım, fetih ve muzafferiyet hususunda kendisinin doğruluğuna delalet eden en büyük mucizelerden ve en güçlü delillerden oldu. Böylece, Cenab-ı Hakk'ın "Ta ki helak olan kişi apaçık bir delilden ötürü helak olsun..." buyruğu, işte bu manaya işaret olmuş olur. Bu, "Helak olanlar, ancak bu mucizeyi görüp müşahade ettikten sonra helak oldular. Hayatta kalan müminler de bu kesin mucizeyi müşahede ettikten sonra hayatta kaldılar " demektir. Ayette geçen بَيِّنَةٍ ile, işte bu mucize kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
Ayetin son cümlesinde وَ istînâfiyyedir. Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümlesidir. Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
إِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Tekid lamı diye de isimlendirilen bu edatın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve südut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Allah'ın سَمِیعٌ ve عَلِیمࣱ sıfatlarının tenvinli olarak gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Bu cümlede; ‘Allah muhakkak ki işitir, bilir’ cümlesiyle ‘gereken karşılığı verir’ anlamı kastedilmiştir. Dolayısıyla lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
سَمِیعٌ - عَل۪يمٌۙ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Muhakkak ki Allah herşeyi işiten Semî'dir herşeyi bilen Alîm’dir] buyrukları şanı yüce Allah'a ait iki sıfattır. Bu iki sıfata sahip olmakla birlikte vasiyet edenlerin yapacakları herhangi bir zulüm ve haksızlık yapanların herhangi bir değişikliği O'na gizli kalmaz. (Kurtubî)
Burada Allah Teâlâ’nın bu iki sıfatının zikredilmesi, bu iki sıfatın her hali, sözleri de inancı da kapsaması sebebiyledir.
اِذْ يُر۪يكَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَنَامِكَ قَل۪يلاًۜ وَلَوْ اَرٰيكَهُمْ كَث۪يراً لَفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَلَّمَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | يُرِيكَهُمُ | sana onları gösteriyordu |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | فِي |
|
|
5 | مَنَامِكَ | uykunda |
|
6 | قَلِيلًا | az |
|
7 | وَلَوْ | ve eğer |
|
8 | أَرَاكَهُمْ | sana onları gösterseydi |
|
9 | كَثِيرًا | çok |
|
10 | لَفَشِلْتُمْ | çekinirdiniz |
|
11 | وَلَتَنَازَعْتُمْ | ve çekişirdiniz |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْأَمْرِ | (savaş) iş(in)de |
|
14 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
15 | اللَّهَ | Allah |
|
16 | سَلَّمَ | kurtardı |
|
17 | إِنَّهُ | doğrusu O |
|
18 | عَلِيمٌ | bilir |
|
19 | بِذَاتِ | özünü |
|
20 | الصُّدُورِ | göğüslerin |
|
Allah hem bu savaşın olmasını hem de müslümanların yenmelerini istediği için bunun maddî, stratejik ve psikolojik sebeplerini de hazırlamış ve yaratmıştır. Savaştan önce Resûlullah rüyasında düşman askerlerinin sayısının az olduğunu müşahede etmişti. Rüyasını müslümanlara anlattı, fakat yorumlamadı. Dinleyenler anlatılanı olduğu gibi, açık bir bilgi olarak değerlendirdiler ve düşmanın sayısının az olduğunu anlayarak cesaret kazandılar. Halbuki rüya sembolik idi, yorumlanması gerekiyordu. Rüyadaki azlık, sayıca azlığa değil, zayıflık ve moralsizliğe delâlet ediyordu, ama Hz. Peygamber siyaseten rüyasını yorumlamadı.
Düşmanla fiilen karşılaşma gerçekleşince iki mûcizevî görüntü daha hâsıl oldu; bu defa gerçekte sayıları çok olan düşman askerleri müminlere az göründü, sayıları 300 civarında olan müslümanlar da müşriklere daha az gösterildi. Bu karşılıklı yanlış tesbitler, gerçek dışı görüntüler, Allah’ın murat ettiği sonucun gerçekleşmesine yönelik bulunuyordu; müminleri olduklarından da az gören müşrikler savaşı ciddiye almıyor, işe gerektiği gibi sarılmıyorlardı. 1000 kişilik tam donanımlı müşrik ordusunu olduğundan daha az ve zayıf gören müminlerin de moralleri güçleniyordu, hem imanları hem de gördükleri zulümden dolayı müşriklere nisbetle daha ziyade olan motivasyonları bir kat daha artıyordu.
Bütün bunlar Allah murat ettiği için böyle oluyor; yani fevkalâde hallerde müminlerin, ellerinden geleni eksiksiz yapmalarına rağmen, yine de yardıma ihtiyaçları olduğunda, tabii olguların üstünde ve onların yapıp yaratıcısı olan ilâhî irade, insanların algılarını da sonucu etkilemeye elverişli olacak şekilde değiştiriyordu. Böyle oluyordu; çünkü bütün işler O’na ait, O’na râci idi; kendi başına olup biten hiçbir şey yoktu.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 693-694
اِذْ يُر۪يكَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَنَامِكَ قَل۪يلاًۜ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. يُر۪يكَهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يكَهُمُ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
ف۪ي مَنَامِكَ car mecruru يُر۪يكَهُمُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَل۪يلاً üçüncü mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَلَوْ اَرٰيكَهُمْ كَث۪يراً لَفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَلَّمَۜ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اَرٰيكَهُمْ şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
كَث۪يراً üçüncü mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
فَشِلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
تَنَازَعْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْاَمْرِ car mecruru لَتَنَازَعْتُمْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. سَلَّمَ fiili لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
سَلَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
تَنَازَعْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi نزع ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
سَلَّمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. عَل۪يمٌ ise haberi olup lafzen merfûdur.
بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ يُر۪يكَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَنَامِكَ قَل۪يلاًۜ
Zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يُر۪يكَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَنَامِكَ قَل۪يلاًۜ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
ف۪ي مَنَامِكَ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla uyku içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamış demektir. Çünkü uyku hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumun önemine dikkat çekmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
مَنَامِكَ izafeti az sözle çok mana ifadesi içindir.
يُر۪يكَهُمُ fiilinin üçüncü mef’ûlü olan قَل۪يلاًۜ ‘deki tenvin kıllet ifade eder.
مَنَامِ kelimesinden maksat, uykunun meydana geldiği yer olan gözdür (yani bu kelime ism-i mekândır)." (Fahreddin er-Râzî)
"Allah Hz Muhammed'e, uykusunda Kureyş kâfirlerini az gösterdi. O da bunu ashabına bildirdi. Bunun üzerine onlar, "Peygamberin rüyası haktır; düşman azdır" dediler. Bu da onların cesaretlenmesine ve kalplerinin kuvvetlenmesine sebep oldu. Bu, Allah Teâlâ'nın, Bedir'e katılan Müslümanlara vermiş olduğu nimetlerinin ikinci nev'idir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَوْ اَرٰيكَهُمْ كَث۪يراً لَفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَلَّمَۜ
وَ ’la يُر۪يكَهُمُ اللّٰهُ cümlesine atfedilen bu şart cümlesi, haber manalıdır. Haberî manada olması haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
اَرٰيكَهُمْ كَث۪يراً şart cümlesi, rabıta harfi ile gelen لَفَشِلْتُمْ , cevap cümlesidir. Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. كَث۪يراً ’deki tenvin kesret ifade eder.
وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ cümlesi, لَفَشِلْتُمْ ’a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
الْاَمْرِ deki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
İstidrak harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, اَرٰيكَهُمْ كَث۪يراً cümlesine matuftur.
Faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin isminin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, muhabbet ve mehabet duyguları uyandırmak içindir.
لٰكِنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında gelmesi, sübut, temekkün ve istikrar ifade etmektedir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, Düşündüren Ayetler, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُر۪يكَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَنَامِكَ قَل۪يلاًۜ cümlesiyle, اَرٰيكَهُمْ كَث۪يراً cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يُر۪يكَهُمُ - اَرٰيكَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَل۪يلاًۜ - كَث۪يراً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İstidrak sözlükte; ‘telafi etmek, düzeltme, doğrulama, karşılama’ anlamlarına gelir. Terim olarak istidrak, önceki kelamdan kaynaklanan tevehhümü, istisnaya benzer bir şeyle –ki bu, lakin demektir– ortadan kaldırmaktır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Bu ayette, psikolojik durumun önemi ortaya konmuştur.
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesi, makabli için bir zeyl olup takva emrinin illetini beyan eder.
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Lâzım; Allah sinelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker.
Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Özellikle ‘’sinelerin özünü bilir’’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ [Şüphesiz ki O,sinelerde olanı bilir] cümlesi; gizli günah işlemekten ve Allah’ın sadece görünen şeyleri bildiği vehminden sakındırmak için gelmiş bir tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
اِنَّ harfi belâgatta geçen üsluba göre önceki cümlenin illetini ifade eder. (Âşûr)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin fasılası daha önceki ayetlerde de ufak değişikliklerle mevcuttur.
Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)
وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلاً وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ta ki |
|
2 | يُرِيكُمُوهُمْ | onları gösteriyor |
|
3 | إِذِ | zaman |
|
4 | الْتَقَيْتُمْ | karşılaştığınız |
|
5 | فِي |
|
|
6 | أَعْيُنِكُمْ | sizin gözlerinize |
|
7 | قَلِيلًا | az |
|
8 | وَيُقَلِّلُكُمْ | ve sizi de azaltıyordu |
|
9 | فِي |
|
|
10 | أَعْيُنِهِمْ | onların gözlerinde |
|
11 | لِيَقْضِيَ | yerine getirmesi için |
|
12 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
13 | أَمْرًا | bir işi |
|
14 | كَانَ |
|
|
15 | مَفْعُولًا | yapılması gereken |
|
16 | وَإِلَى | ve |
|
17 | اللَّهِ | Allah’a |
|
18 | تُرْجَعُ | döndürülecektir |
|
19 | الْأُمُورُ | (bütün) işler |
|
وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلاً وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۜ
وَ atıf harfidir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır.
يُر۪يكُمُوهُمْ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يكُمُوهُمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. يُر۪يكُمُوهُمْ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
اِذْ zaman zarfı, يُر۪يكُمُوهُمْ fiiline müteallıktır. الْتَقَيْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْتَقَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ car mecruru قَل۪يلاً ‘e müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَل۪يلاً kelimesi يُر۪يكُمُوهُمْ ‘deki mef’ûlun hali olup lafzen mansubtur.
وَ atıf harfidir. يُقَلِّلُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ car mecruru يُقَلِّلُكُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَقْضِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, جمعكم (Sizi topladı.) şeklindedir.
يَقْضِيَ mansub muzari fiilidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَمْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كَانَ مَفْعُولاً cümlesi اَمْراً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubtur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَفْعُولاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
مَفْعُولاً kelimesi sülâsî mücerred olan كتب fiilinin ism-i mef’ûludur.
الْتَقَيْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُقَلِّلُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi قلل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
وَ istînâfiyyedir. إِلَى ٱللَّهِ car mecruru تُرۡجَعُ fiiline müteallıktır.
تُرۡجَعُ meçhul muzari fiildir. ٱلۡأُمُورُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلاً وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۜ
وَ , atıf harfidir. Ayet önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلاً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki ikinci zaman zarfı يُر۪يكُمُوهُمْ , اِذِ fiiline müteallıktır. Muzâfun ileyhi olan الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلاً cümlesi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ cümlesi, يُر۪يكُمُوهُمْ cümlesine matuftur.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً cümlesi , mecrur mahalde يُر۪يكُمُوهُمْ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَمْراً kelimesinde irsâd sanatı vardır. Bu kelimedeki tenvin nev ve tazim ifade eder.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, اَمْراً için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اَمْراً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلاً cümlesiyle, يُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ف۪ٓي اَعْيُنِ - اِذِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قَل۪يلاً - يُقَلِّلُكُمْ ve اَمْراً - الْاُمُورُ۟ kelime grupları arasında iştikak cinas-ı ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
يُر۪يكُمُوهُمْ kelimesinde işbâ vâvı vardır. Fail ve mef’ûlü ayırmak için kullanılır.
İşbâ; doyurmak demektir. Aslında doymak manasındaki شَبِعَ fiili Kur’an’da hiç geçmez. Çünkü karnımızı tıka basa doyurmamamız gerekir. Bunun yerine açlığı gidermek manasını taşıyan طعم fiili geçer.
Son iki ayette uzun seci vardır. İki terkibi oluşturan kelime sayısı on birden fazladır. Her iki ayet de aynı harflerle bitmiştir. Bu da bir musiki oluşturur. Hem dinleyeni cezbeder hem de zihinde yer etmesini sağlar.
Önceki ayetle bu ayet arasında mukabele vardır.
لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۜ cümlesi daha önce de geçmişti. Burada tekrar edilmiştir. Çünkü, gerekçesi olduğu fiil öncekinden farklıdır; ilkinde yerine getirilen şeyden murad, düşmanla karşılaşmak idi; bu ikincisinde ise İslam ile Müslümanları aziz (üstün ve galip), küfür ile kâfirleri de zelil(mağlup ve perişan) kılmaktır. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ'nın, Bedir Gününde Müslümanlara vermiş olduğu nimetlerin üçüncü nev'idir. Maksat şudur; "Uykuda meydana gelen o azlık, böylece onun uyanıklık halinde de tahakkuk etmesiyle pekişmiştir" (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, savaş başlamadan önce Müslümanları müşriklerin gözünde az göstermişti ki müşrikler, Müslümanlara karşı cüret bulsunlar ve onlara karşı daha fazla bir hazırlık yapmasınlar.
Savaş başladıktan sonra ise Allah Teâlâ, Müslümanları onların gözünde çok gösterdi. Hatta onlar, Müslümanları kendilerinin iki katı kadar gördüler; bu sebeple korku ve dehşete kapıldılar.
Bu da Bedir Savaşının büyük mucizelerindendir. Gözler bazen çoğu az, azı çok görse de bu şekilde ve bu derecede yanılmaz. (Ebüssuûd)
وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
وَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Car mecrurun amiline takdimi, kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. إِلَى ٱللَّهِ , kasr ilmi tabirleriyle hem mevsuf hem de maksûrun aleyhdir. تُرۡجَعُ ٱلۡأُمُورُ ; hem sıfat hem de maksûrdur. Kasr, hakiki ve tahkikidir. Çünkü hem vakıaya hem de hakikate uygundur.
Fiilin meçhul bina edilmesi fiile dikkat çekmek içindir.
Ayette lafza-i celâlin zikrinin tekrarı, kalplerde haşyet uyandırmak içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
الْاُمُورُ۟ lafzındaki marifelik, istiğrak içindir. Yani tüm işleri kapsar. (Âşûr)
Bedir Savaşı, başlangıcı bakımından da bir ilâhî mucize eseridir, sonucu bakımından da mucizedir. Baştan sona bütün aşamaları ve cereyan şekli ile de birçok harikaları içinde barındırmaktadır. Şu halde bütünüyle bir ilâhî mucize ve beyyinedir. Bütün işler de ancak Allah'a irca olunur. Yani yalnızca bu ve bunun gibi olağanüstü olan işler ve oluşlar değil, size sıradanmış gibi görünen işler dahi Allah'a irca olunur, O'na döndürülür. Her iş eninde sonunda O'na dayanır. (Elmalılı)
[Bütün işler Allah’a döndürülür.] Yani mahlukat ve amelleri ile ilgili her konu -onlar hakkında kıyamet günü son hükmü, kimine ödül, kimine ceza verecek olan- Allah’a döner. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr, Ebüssuûd ve Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | لَقِيتُمْ | karşılaştığınız |
|
6 | فِئَةً | bir toplulukla |
|
7 | فَاثْبُتُوا | sebat edin |
|
8 | وَاذْكُرُوا | ve anın |
|
9 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
10 | كَثِيرًا | çok |
|
11 | لَعَلَّكُمْ | belki |
|
12 | تُفْلِحُونَ | başarıya erişirsiniz |
|
Bedir’de Allah’ın olağan dışı yardımlarıyla zafer kazanılmıştı; çünkü bu ilk savaşta müslümanların yenilmesi, İslâm’ın da tarih sahnesinden silinmesi demekti. Müminlerin başarı ve zaferleri böyle mûcize yardımlarla sürüp gidemezdi. İlâhî kural ve kanunlara (âdetullah); yani başarının objektif, herkes için geçerli yol ve yöntemine göre hareket etmeleri gerekiyordu. Başarının altın kuralları, bütün müminlere hitap eden bu âyetle ileride gelecek olan 60. âyette şöyle sıralanmaktadır: Harekette sebat ve istikrar, Allah’ı devamlı anmak ve asla unutmamak, Allah ve resulüne itaat, birlik ve beraberliği korumak, düşmana karşı caydırıcı güç edinmek, başarının gerektirdiği kadar hazırlıklı ve sabırlı olmak.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
لَق۪يتُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَق۪يتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فِئَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اثْبُتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَث۪يراً mef’ûlu mutlaktan naibtir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. (Ebüssuûd)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ifadesi geçtiği zaman şunları düşüneceğiz: (sonu amenu yerine keferu gibi değişik şekillerde de gelebilir)
يَٓا : uzaktakine hitap eden nida harfidir. Ama Allah bize çok yakındır. Yani bu mecazî bir kullanımdır. Amaç bizim dikkatimizi çekmektir. Çünkü biz uzaktaki bir kişiye dikkatini çekmek için nida ediyoruz. Dolayısıyla Allah bize yakın olmasına rağmen, bizim O’ndan uzak olmamız ve O’nu düşünmememiz nedeniyle böyle nida ediyor. Hem dikkatimizi çeker, hem de arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir değeri olduğuna işaret eder.
Sonra اَيُّ gelmiştir. Bu da nida harfidir. Elif-lamlı kelime ile nida harfini birbirine bağlayan bir kelimedir. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelime ile açıklanır. Buna ibhamdan sonra beyan denir. Dikkati arttırır, arkadan emir mi, nehiy mi yoksa bir hüküm mü gelecek , onu dinlemeye hazırlar.
Sonra da هَا gelir. O da tenbih (uyarı) harfidir. Yani bu hitapta üç tane tenbih (dikkat çekme) harfi vardır. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, S. 43)
Nidanın cevabı şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh konumunda şart cümlesi olan لَق۪يتُمْ فِئَةً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَاثْبُتُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupla gelerek şartın cevabına atfedilen وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يرا cümlesinde كَث۪يرا mef’ûlü mutlaktan naibdir.
Allah Teâlâ, Bedir günü peygamberine ve müminlere verdiği çeşitli nimetlerini hatırlatınca, onlara, iki ordu karşı karşıya geldiği zaman riayet edecekleri şu iki çeşit edebi de öğretmiştir:
Birincisi, sebat. Bu, insanın kendisini düşmanla karşı karşıya gelme hususunda sağlamlaştırması ve kendi kendine düşmandan kaçmayı telkin etmemesidir.
İkincisi, Allah'ı çokça anmalarıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ilâhî kelamın açık anlamı şudur: Hiçbir şey, kulu Allah Teâlâ'nın zikrinden alıkoymamak; Zorluk sırasında kul, bütün varlığı ile O'na yönelmeli; Kul, her halükârda Allah Teâlâ'nın lütfunun kendisiyle beraber olduğuna güvenmek. (Ebüssuûd)
Bu ayette, ‘felaha ermeniz’ manasındaki تُفْلِحُونَۚ fiiliyle لَعَلَّكُمْ ifadesi olmasa da cümle tamamdır. Burada bu kısım talep edilen işlerin yapılmasına sebep olarak zikredilmiştir.
Savaşlarda belki de bu ayet dolayısıyla “Allahuekber” tesbihi çoğaltılır.
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Bir Ramazan gününün iftar saatinden sonra, Erdemler Şehri’nin halkı Adalet’in etrafında toplanmış, sürgün günlerinden birini anlatmasını dinliyorlarmış:
Bu sefer yolum, ne bir kasabaya, ne de bir şehre düştü. Dışarıdan bakıldığında, bir şeye benzemeyen bir mağaranın derinliklerinde gizlenmiş bir dünyaya, dinlenmek umuduyla uğradım.
Beni karşılayan adamla beraber dolaşmaya başladık. Daha önce karşılaşmadığım manzaralara şahit oldum. Hele bir tanesi var ki zihnime kazındı:
İnsanlar bir salonda yanyana oturmuş. Önlerinde bir ip ve ipin yukarısında ona bağlı bir kova. Biraz daha yaklaştığımda, ip diye gördüğüm şeyin aslında incecik bir kılıç olduğunu farkettim. O zaman, midemi bulandıran kokunun kaynağını anladım: kan kokusuydu. İpe asıldıkça, elleri o kadar derinden kesiliyordu. Salonun girişindeki insanlar ipe daha kuvvetli asılırken, salonda ilerledikçe ipe sarılanların sayısı da azalıyordu. Beni gezdiren adama burada ne olduğunu sordum:
“Burası ‘Nefis Terbiyesi Atölyesi’. Hangi işte çalışırsa çalışsın, ustalığa geçmek isteyen herkes, bu atölyeden mezun olmak zorunda. Her kovada, onların karınlarını doyuracak yiyecekleri ve suları bulunmakta. Salonun başındakiler, henüz eğitimlerinin başında olanlar ve açlık korkusuna yenilerek ipe en çok asılanlar. Salonun sonundakiler ise mezun olmaya yakın olanlar. Aradan geçen zamanla, onlar korkularından arındıkları için kılıcın sonundaki kısacık ipi çekmenin bile yeterli olduğunu farkedenler. Yani dünyanın peşinden, ne kadar dünyalık niyetlerle koşarsan o kadar canını yakar, kanını akıtır ve hakikati göremezsin. Bu atölyede insanlar sabrı, açgözlülükten ve kibirden arınmayı, öğrenmeyi, görmeyi ve dinlemeyi, dünyadan ise ihtiyacı olanı almayı öğrenir. İşte ancak o zaman, işine ve ünvanına layık bir usta olabilir.’
Salondan çıktığımızda mezun olanların tebrik edildikleri, şiirlerle ve dualarla uğurlandıkları yere geldik. Aklımda kalanlar:
‘Kazandığında, umutsuzlukla geçirdiğin zamanlara acırsın. Kaybettiğinde, peşinden sürüklenmesem de olurmuş dersin. Zamanının dolduğu bildirildiğinde, akıp gidenin ardından bakar kalırsın. Dünyanın seni ne çok kandırdığını anlarsın.
Dünyaya ne yapışacaksın, ne de bırakıp kendini perişan edeceksin. Ey Müslüman, her şey de olduğu gibi, bunun da ortasını tutturacaksın. Ne dünyanın attığı ipe gereğinden fazla asılacaksın, ne de vaktinden önce pes edeceksin. Dünyanın ipine sarılırsan acında boğulursun, ahiretin ipine sarılırsan kazananlardan olursun.
Allah’ın izniyle bundan sonrasında; Dünyalık sonuçlara değil, nihai hedefe odaklanasın. Geçici hevesler için değil, kalıcı olan için çabalayasın. Ahiretin ve dünyan için çalışasın. Her işin sonunda, emeklerinin karşılığını Allah’tan bekleyesin. Neden bu dünyada olduğunu hep hatırlayasın. Her zerrenle seni yaratanı zikredesin, edesin ki nuruyla aydınlanasın. O’ndan gelene razı olasın. Kalbin imanla, zihnin kelamıyla, gönlün huzurla, çaban bereketle dolsun. Yolun da, gözün de açık olsun. İşin de, gücün de kolaylaşsın. İki cihanda da afiyette kalasın.
Allah yolunda, Allah’ın rızasını kazanmış her ustanın üzerine Allah’ın selamı ve rahmeti olsun. Sen de ardından dua edilenlerden olasın.’
Amin.
***
Çoğu endişelerin, kızgınlıkların ve üzüntülerin sebebi içinde bulunulan ana ait değildir. Bu tür olumsuz duygular çoğunlukla geçmişteki anılara veya geleceğe dair tahminlere yüklenen duygu ve düşüncelerden beslenerek gelir. Halbuki insan, benliğini bulunduğu anda tutabilse, o anda yaşadıklarını atlatmak için ihtiyacı olanlara sahip olduğunu görür.
Zira zaman akar gider, her şey sona erer. Ancak insanın bir parçası kimi anılarda takılı kalır ve tüm gücüyle tutunur. Bir şeyleri tam anlamıyla sindirememenin verdiği acıyla, ya geçmişten anılarla ya da gelecekten hayallerle, sahibi olan kişinin dikkatini devamlı, geliştirdiği olumsuz duygu ve düşüncelere çekmeye çalışır.
Hani sık sık şuna benzer ifadeler duyulur: ‘bugün yaşadıklarımı, şu yaşımda bilseydim yıkılırdım ya da bugün geleceğim noktayı görseydim, bu kadar üzülmezdim.’ Her ne kadar geçmişe ve geleceğe bağımlı bir tablo çizse de; insan aslında bulunduğu ana aittir. Gerçek olan yani bilincini açık tutması gerektiği an şimdidir.
Değişim kararı alan kişi, geçmişe ve geleceğe dair düşüncelerine anlayışla yaklaşır ve onlara şu an bulunduğu anı gösterir. Büyümüştür ve her geçen gün de gelişmeye devam etmektedir. Bulunduğu anın içinde başa çıkmak için gereken potansiyele sahiptir. Şüphesiz ki Allah onunla beraberdir. Ve o artık bilinçli bir kuldur.
Belki de dini tebliğ etmek ifadesiyle sadece başkaları düşünülmemelidir. Kişi, İslam’ı en doğru şekilde öğrenerek, kendi iç alemine tebliğde bulunmalı ve farklı anılara ait geliştirdiği duygularıyla düşüncelerini imana davet etmelidir. Merhamet göstererek, zorlamadan ve yıpratmadan, azimle çalışmalarına devam etmelidir. Böylece zamanla Allah’ın izniyle, Allah’a itaatte sebat gösteren bir kulun; zikir, dua, tebliğ ve ibadetlerin sonucunda iç alemindeki parçalarının icabetiyle imanı kuvvetlenir.
Ey Allahım! Biriktirdiğimiz olumsuz ve faydasız olan her duygu ve düşüncemizi Sana arzeder, çözümünü Senden isteriz. Bizi geçmişten ve gelecekten sıyrılarak, bulunduğu anı değerlendirenlerden eyle. İç ve dış alemimizdeki her parçamızı Sana itaat edenlerden ve emirlerini yerine getirenlerden eyle. Kalplerimizi Sana çevir ve imanlarımızı tamamla. Gönüllere ferahlık getiren kolaylıklarla, bizi razı olduğun ve kurtuluşa erdirdiğin kullarından eyle.
Amin.