بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَطِيعُوا | ve ita’at edin |
|
2 | اللَّهَ | Allah’a |
|
3 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
4 | وَلَا |
|
|
5 | تَنَازَعُوا | birbirinizle çekişmeyin |
|
6 | فَتَفْشَلُوا | yoksa korkuya kapılırsınız da |
|
7 | وَتَذْهَبَ | ve gider |
|
8 | رِيحُكُمْ | gücünüz (devletiniz) |
|
9 | وَاصْبِرُوا | ve sabredin |
|
10 | إِنَّ | çünkü |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | مَعَ | beraberdir |
|
13 | الصَّابِرِينَ | sabredenlerle |
|
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَسُولَهُٓ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنَازَعُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ , sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.
Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم تنازع ففشل (Sizden çekişen olmasın ki başarısız olmasın) şeklindedir.
تَفْشَلُوا fiili نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. تَذْهَبَ mansub muzari fiildir. ر۪يحُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اصْبِرُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismidir. مَعَ mekân zarfı, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الصَّابِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الصَّابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ
وَ atıf harfidir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan رَسُولَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تَنَازَعُوا cümlesi makabline matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Atıf sebebi tezattır.
Fâ-i sebebiyyenin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı فَتَفْشَلُوا cümlesi, ref mahalde, cümlenin öncesinden edinilen masdar manasına matuftur. Yani; لا يكن منكم تنازع ففشل (İçinizde çekişenler olmasın, yoksa başarısızlığa uğrarsınız.) demektir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupla gelen وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ cümlesi, masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan وَاصْبِرُواۜ cümlesi, اَط۪يعُوا اللّٰهَ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
اَط۪يعُوا (itaat edin) - لَا تَنَازَعُوا (Çekişmeyin) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اصْبِرُواۜ - الصَّابِر۪ينَۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ر۪يحُكُمْ kuvvet ve yardım manasında müsteardır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Çünkü burada gerçekte rüzgâr (ر۪يحُ) yoktur. Bu, birisinin şansı iyi gidince veya ona bir nimet görününce Arapların ‘’ Falancının rüzgârı esti” sözündeki gibidir. Yine ‘’İkbal ondan yana; kader ona yardım ediyor’’ anlamında ‘’Rüzgâr falancadan yana‘’ da derler. (Şerîf er-Radî)
Burada müstearun minh olan ريح (rüzgâr) lafzı, aralarındaki benzerlik ilgisinden dolayı müstearun leh olan دولة (devlet) lafzı yerine müstear olarak kullanılmıştır. Müstearun minhin açıkça söylendiği bu tür istiarelere istiare-i musarraha adı verilir.
ريح [rüzgâr] kelimesi, devletin yürümesi ve nüfuzu, rüzgârın esmesine ve nüfuzuna benzetilerek istiare yolu ile devlet kelimesi yerine kullanılmıştır. (Beyzâvî, III, 113, Keşşâf)
Diğer bir görüşe göre mealde kuvvet olarak çevrilen ر۪يحُ kelimesi, gerçekte rüzgâr demektir. Çünkü zafer, ancak Allah Teâlâ'nın gönderdiği bir rüzgâr ile gerçekleşir. Nitekim Peygamber (sav) bir hadiste: " Ben saba rüzgârı ile zafere erdirildim; Âd kavmi de batı rüzgârı ile helak edildi." buyurmuştur. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlin, kalplerde mehabet ve muhabbet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَعَ الصَّابِر۪ينَ ’in müteallakı olan haber اِنَّ mahzuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Sabrın şanı her neye sabretmesi gerekiyorsa hepsini kapsamalıdır. Sıkıntı, zorluk, fakirlik, hastalık, meşakkat, hayatın zorlukları, bir iş yapmak, ilim talep etmek vs. gibi hallerde gerekli olan sabrın hepsini kapsar. (Muhammed Ebû Mûsâ Hâ-Mîm Sûreleri Belâğî Tefsîri 2, Fussilet Sûresi/35, Sayfa. 156)
Sabırda bu hususiyetin bulunması, o nefsi, Allah'ın rızası için hoşuna gitmeyen şeylere zorlamak, güçlükleri sırtlanmaya ve sızlanmamaya alıştırmak olduğu içindir. Kim, nefsini ve kalbini böyle bir boyun eğmeye sevk ederse, ona, ibadetleri yapmak, taatların sıkıntılarına katlanmak ve yasak olan şeylerden kaçınmak kolay gelir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir.)
Sabır üç yerde gerekir: İtaat etmek, günah işlememek ve başına gelen musibetlere sabretmek.
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ [Allah sabredenlerle beraberdir] ifadesinde aklî mecaz vardır. Allah’ın yardımı manasında olduğu düşünülebilir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَكُونُوا | olmayın |
|
3 | كَالَّذِينَ | gibi |
|
4 | خَرَجُوا | çıkan |
|
5 | مِنْ | -ndan |
|
6 | دِيَارِهِمْ | yurtları- |
|
7 | بَطَرًا | çalım satarak |
|
8 | وَرِئَاءَ | ve gösteriş yaparak |
|
9 | النَّاسِ | insanlara |
|
10 | وَيَصُدُّونَ | ve men’edenler |
|
11 | عَنْ | -ndan |
|
12 | سَبِيلِ | yolu- |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
15 | بِمَا |
|
|
16 | يَعْمَلُونَ | onların bütün yaptıklarını |
|
17 | مُحِيطٌ | kuşatmıştı |
|
Müminler için savaşıp yenmenin, çalışıp çabalayıp başarmanın sâik ve gaye bakımından da hukukî-ahlâkî sınırları vardır. Mümin neyi niçin yaptığını, kendi kazancının kimden geldiğini, karşı tarafın kaybının meşrû olup olmadığını düşünmek, bilmek ve buna göre hareket etmek durumundadır. Allah’a iman eden, İslâm ahlâkını özümsemiş bulunan bir fert ve toplum, hak bâtıl, iyi kötü, adalet zulüm ayırımı yapmadan ötekileri taklit edemez, onlara benzeyemez. Müşriklerin Bedir’e doğru hareket etmeleri mallarını koruma zaruretine, dolayısıyla meşrû savunma hakkına dayanmıyordu; çünkü Cuhfe’ye geldiklerinde Ebû Süfyân’ın yol değiştirdiği ve kervanı kurtardığı bilgisini almışlardı. Ebû Cehil şımarıklık ve kendini beğenmişlik psikolojisiyle şöyle diyordu: “Bedir’e varıp orada şarap içmeden, câriyelerin müzik icralarını dinlemeden, Muhammed’i yendiğimizi duyurup yaymak üzere çevrede yaşayan Araplar’a, keseceğimiz develerle ziyafetler vermeden dönmeyeceğiz” (İbn Hişâm, Sîre, II, 270). Ebû Cehil kumandasında hareket eden müşriklerin müslümanları yenmek, varlıklarına son vermek istemeleri, müminlerden kaynaklanan bir insanlık suçuna veya hak tecavüzüne dayanmıyordu; müminler “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri, inandıkları gibi yaşamak istedikleri için zulüm görüyorlar, işkence çekiyorlardı; istenen onları Allah yolundan döndürmekti, tevhide giden yolu tıkamaktı. Müminler böyle böbürlenme, şımarma, çalım satma, gösteriş ve taşkınlık yapma gibi ham ve erdem dışı duygu ve saiklerle çalışamaz ve savaşamazlardı, onların savaşlarının hedefi de ancak herkes için hakkın, adaletin, din ve vicdan hürriyetinin gerçekleşmesi olabilirdi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 697-698
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونُٓوا fiili, ن ’un hazfiyle meczum muzari fiildir.
Zamir olan çoğul و ’ı تَكُونُوا ’nin ismi olup mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, كَ harf-i ceriyle birlikte تَكُونُوا ’nün mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası خَرَجُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
خَرَجُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دِيَارِهِمْ car mecruru خَرَجُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَطَراً hal olup fetha ile mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir.
رِئَٓاءَ kelimesi atıf harfi وَ ’la بَطَراً ‘e matuftur. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte مُح۪يطٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُح۪يطٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مُح۪يطٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Ayet لَا تَنَازَعُوا cümlesine matuftur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelen ayette كان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ ["O kimseler gibi olmayın"] ibaresindeki ‘o kimseler’ den murad, Mekke müşrikleridir. Onlar, Şam'dan gelmekte olan kervanı savunmak üzere, çalım, riya ve tekebbür içinde; aynı zamanda gösterdikleri cesaret için insanlardan övgü bekleyerek Mekke'den çıkmışlardı. (Ebüssuûd, Keşşâf)
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl كَالَّذ۪ينَ , bu mahzuf habere müteallıktır.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘den murad; hususi bir topluluktur. Yani Ebu Cehil ve arkadaşlarıdır.
(Âşûr)
Mevsûlün îrabdan mahalli olmayan sılası خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal konumundaki بَطَراً , anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاس ifadesi hal olarak mansubtur. Yani, ‘çalım atarak ve insanlara gösteriş
yaparak’ demektir. Onların masdarla vasıflanması, bu iki sıfatın onlarda yerleştiği
hususunda mübalağa içindir. Çünkü kibir ve gösteriş onların yaratılış
özelliklerindendir. (Âşûr)
Hal vav’ıyla gelen müspet muzari fiil cümlesi وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ , müfred hal olan بَطَراً ’e matuftur.
Müminlerin kibir ve gösterişten nehyedilmesi, müşriklere benzemekten nehyediliş şeklinde gelmesi; müşriklerin hallerinin çirkinliğini ve Müslümanların bu hali kerih görmesi manasını da kapsar. Dolayısıyla burada idmâc vardır. Çünkü bu haller, zemmedildiğinde durum netleşir. Başka birilerinin kınanması durumunda daha açık bir şekilde anlaşılır. Bu üslup, nehiy ve nehyedilen şeyin çirkinliği konusunda daha beliğdir. (Âşûr)
رِئَٓاءَ (Gösteriş yapmak) - بَطَراً (Kibirli olmak) arasında mürâât-ı nazîr vardır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَبِیلِ kelimesi şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrîhi istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazfedilmiş, müstearun minh olan yol zikredilmiştir.
Ayette Müslümanların Bedir savaşından sonraki halleri anlatılmaktadır. Mekke müşrikleri olumsuz olarak Müslümanlara anlatılırken hem isim kalıbı, hem de fiil kalıbı kullanılmıştır. Anlatımda önce isim kalıbı kullanılmış, daha sonra ise fiil kalıbına dönülmüştür. Kervanlarının alıkonmadığı haberi geldiği halde kervanı korumak bahaneleri ile evlerinden çıkmaları kibir ve riya ile olduğu ve bu iki kötü ahlakın onlarda yerleşmiş huy ve karakter olduğuna dikkat çekmek için sübut ve devam ifade eden isim kalıbı kullanılmıştır. Allah yolundan alıkoyma ise onların önlerine çıkan her fırsatta yaptıkları ve yapmaya azmettikleri bir iş olduğu için fiil ile kullanılmıştır. (Bikai, Nazmü’d-Dürer fi Tenasübi’l -Ayat ve’s -Süver,8: 297) Allah yolundan alıkoymanın değişme ve yenilenme ihtimali vardır. Bu ihtimal dikkate alınarak fiil kalıbı kullanılmıştır. Diğer taraftan kibir ve riya onların adeti ve dinleri olmuştur. Öyle ki onlarda kibir ve riya Hz Peygamberden (sav) önce de mevcuttu. Allah yolundan alıkoyma ise Hz peygamber zamanında olmuştur.
وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
وَ , istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi, ikaz ve korkuyu artırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl amili olan مُح۪يطٌ kelimesine takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O, onların bütün yaptıklarını kuşatır. Kuşatmadığı hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası يَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Bu sözden maksat bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmektir. Bu yüzden lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘Kuşatıcıdır’ lâzım, 'cezalandırıcıdır’ melzûmudur.
İhatanın Allah’a isnadı mecaz-ı aklîdir. Çünkü kuşatan, Allah’ın ilmidir. İhatanın ilim sahibine isnadı mecazdır. (Âşûr)
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | O zaman |
|
2 | زَيَّنَ | süslemiş |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
5 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıkları işi |
|
6 | وَقَالَ | ve demişti |
|
7 | لَا | yoktur |
|
8 | غَالِبَ | yenecek kimse |
|
9 | لَكُمُ | sizi |
|
10 | الْيَوْمَ | bugün |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | النَّاسِ | insanlar- |
|
13 | وَإِنِّي | ve elbette ben |
|
14 | جَارٌ | yanınızdayım |
|
15 | لَكُمْ | sizin |
|
16 | فَلَمَّا | fakat ne zaman |
|
17 | تَرَاءَتِ | birbirini görünce |
|
18 | الْفِئَتَانِ | iki topluluk |
|
19 | نَكَصَ | (geriye) dönüp |
|
20 | عَلَىٰ | üzerine |
|
21 | عَقِبَيْهِ | iki ökçesi |
|
22 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
23 | إِنِّي | elbette ben |
|
24 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
25 | مِنْكُمْ | sizden |
|
26 | إِنِّي | elbette ben |
|
27 | أَرَىٰ | görüyorum |
|
28 | مَا | şeyleri |
|
29 | لَا |
|
|
30 | تَرَوْنَ | sizin görmediğinizi |
|
31 | إِنِّي | elbette ben |
|
32 | أَخَافُ | korkarım |
|
33 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
34 | وَاللَّهُ | zira Allah’ın |
|
35 | شَدِيدُ | çetindir |
|
36 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Müşrikler Kinâne kabilesi ile savaş halindeydiler, müslümanlara karşı da bir savaş açtıklarında onlar tarafından arkadan vurulma tehlikesi vardı, bu sebeple tereddüt içinde kalmışlardı. Kervanı kurtarmak üzere yola çıktıklarında bu korkuyu yaşıyorlardı. Yolda aynı kabilenin ileri gelenlerinden Sürâka b. Mâlik ve adamları ile karşılaştılar. Sürâka kendilerine “Bugün sizi yenecek bir güç yoktur, Kinâne adına da ben size teminat veriyor ve yanınızda yer alıyorum” dedi. Bu söz üzerine cesaretleri artan müşrikler Bedir’e doğru sefere devam ettiler. Müslümanlara yaklaşıp kuvvetler birbirini görünce Sürâka, gördüklerinden ve daha önce verdiği bir sözü hatırlamasından dolayı korktu, pişman oldu; –o zamanki şeref ve himaye sözleşmesine sadakat anlayışı böyle gerektirdiği için– açıklama yaparak müşrikleri terketti. Şöyle ki: Sürâka, hicret esnasında Hz. Peygamber’in başına konan 100 develik ödülü kazanmak için onu yakalayıp müşriklere teslim etmek üzere yola çıkan, başına gelenlerden sonra bundan vazgeçen kişi idi. Hicret yolcularına yaklaştığı sırada bir mûcize meydana gelmiş, önce atı tökezlemiş ve kendisi de düşmüş, ısrar edince atın ayakları kuma gömülmüş, bunun üzerine korkuya kapılarak Hz. Peygamber ile karşılıklı bir himaye ve sadakat sözleşmesine razı olmuştu. Sürâka’nın müşriklerden desteğini çekmesinde bu sözleşmeyi hatırlaması da etkili olmuştur. Sürâka daha sonra, Mekke’nin fethinde İslâm’la müşerref olmuştur (İbn Kesîr, IV, 17-18; İbn Hişâm, Sîre, II, 133-135). Sürâka’nın yaptıklarının, bu savaşta Allah’ın müstesna yardımları doğrultusunda iki önemli tesiri olmuştur: a) Müşriklerin Bedir’e yönelme konusundaki tereddütlerini gidermiş, dönmelerini engellemiştir. b) Savaş kaçınılmaz hale geldikten sonra da geri çekilerek düşmanın moralini bozmuştur.
Müfessirlerin bir kısmı, İbn Abbas’ın yorumuna dayanarak bu olayın doğrudan ve gerçek mânada fâili olarak şeytanı göstermişler, “Şeytan Sürâka suretine girerek bunları yaptı” demişlerdir. Bu da mümkün olmakla beraber bize göre burada mecazi bir anlatım vardır. Şeytanın insanları etkilemesi için insan suretine girmesi gerekmemektedir. Onun hem insanlar arasında temsilcileri vardır hem de –deyim yerindeyse– her insanın içinde bir melek ve bir şeytan mevcuttur. Şeytan önce Sürâka’yı etkileyerek müşriklere destek vermeye sevketmiş, sonra bu savaşta Allah’ın müstesna yardımlarını görünce kendisinin de bundan zarar görebileceğini anlamış, korkup çekilmiş, bu sırada Sürâka da aklını başına devşirmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 698-699
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. زَيَّنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline müteallıktır.
الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Mekulü’l-kavli, لَا غَالِبَ لَكُمُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. غَالِبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.
لَكُمُ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. الْيَوْمَ zaman zarfı, لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
مِنَ النَّاسِ car mecruru لَكُمُ ‘deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. جَارٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru جَارٌ ‘e müteallıktır.
زَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
غَالِبَ kelimesi sülâsî mücerred olan غلب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
تَرَٓاءَتِ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te’nis alametidir. الْفِئَتَانِ fail olup müsenna olduğu için ref alameti ا ‘tir.
Şartın cevabı نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ ‘dir. نَكَصَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلٰى عَقِبَيْهِ car mecruru نَكَصَ fiiline müteallıktır.
عَقِبَيْ müsenna olduğu için ي ile mecrurdur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. بَر۪ٓيءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru بَر۪ٓيءٌ ‘e müteallıktır.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَرٰى fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَرَوْنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرَوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَرٰى fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir اَنَا ‘dir.
اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
تَرَوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi رأي ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
شَد۪يدُ haberdir. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda ibtidaî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَهُمُ , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, muzâfun ileyh cümlesine matuftur. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesinde hitap, öncekinden farklı olarak yalnız Peygamber (sav) içindir. (Ebüssuûd)
وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ cümlesi mekulü’l-kavle matuftur. اِنّ۪ ile tekid edilen bu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Ayette geçen جَارٌ kelimesi, arkadaşını koruyan ve ona gelebilecek her türlü zararı engelleyen anlamına gelir. Komşunun komşuyu koruduğu gibi. Ayette geçen النَّاسِ ifadesi ile müminler kastedilir. (Rûhul Beyân)
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiği, isim cümlesinden de başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ
فَ , atıf harfidir. Şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâf olduğu تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ , şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap fiili لَمَّا , نَكَصَ ’nın mütallakıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır.
العَقِبَيْنِ [Topukları] kelimesini zikretmekten maksat, geri çekilmenin çirkinliğidir. Çünkü insanın topuğu, toz ve kirle karşılaştığı için en değersiz kısmıdır. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasındaki وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi, makabline matuftur. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, اِنّ۪ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kalamdır.
Burada istiare-i temsiliye vardır. نَكَصَ (caymak); görünce değil, karşılaşınca olur. Burada şeytanın amelleri süslemesinden sonra hilenin batıl olduğunun ortaya çıkması, korktuğu şeyden geri dönen kişiye benzetilmiştir. (Mahmut Sâfî)
اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
Cümle, fasılla gelmiş beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنّ۪ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kalamdır.
اَرٰى fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası لَا تَرَوْنَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Makablini tekid mahiyetindeki اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ cümlesi, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
Aynı üsluptaki iki cümlenin müsnedleri, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, S.107)
اَرٰى (görüyorum) - لَا تَرَوْنَ (görmüyorsunuz) arasında tıbâk-ı selb vardır.
جَارٌ (yakın komşu ) - بَر۪ٓيءٌ (uzak, ayrı) arasında îhâm-ı tezâd vardır.
اِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ - اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ arasında mukabele vardır.
تَرَٓاءَتِ - اَرٰى - تَرَوْنَ arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhinin tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmesi, haşyet uyandırma, korkuyu artırmak içindir.
Ayetin isim cümlesi formunda gelen bu son cümlesinde müsnedin, izafetle gelmesiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
Allah cezası şiddetli olandır. عقاب الله شديد yerine böyle bir ifade gelerek vurgu yapılmıştır. Arapçada, cümlede en önemli unsur ne ise, o öne geçirilir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | o vakit |
|
2 | يَقُولُ | diyorlardı |
|
3 | الْمُنَافِقُونَ | Münafıklar |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
5 | فِي | bulunan |
|
6 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
7 | مَرَضٌ | hastalık |
|
8 | غَرَّ | aldatmış |
|
9 | هَٰؤُلَاءِ | bunları |
|
10 | دِينُهُمْ | dinleri |
|
11 | وَمَنْ | oysa kim |
|
12 | يَتَوَكَّلْ | dayanırsa |
|
13 | عَلَى |
|
|
14 | اللَّهِ | Allah’a |
|
15 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | عَزِيزٌ | daima galibtir |
|
18 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Münafıklarla “kalpleri çürük”, hastalıklı olanlar aynı kişiler değildir. Burada kalbin çürük olup olmaması iman ile ilgilidir. Münafık, içinden inanmayan, kâfir olan kimsedir, böyle olanlara kalbi iman bakımından çürük, hastalıklı denemez, çünkü onun imanı yoktur. Kalbi çürük olanlar, inkârları zayıflamış olmakla beraber iman da edememiş bulunan, ikilemde kalmış olan kimselerdir. İşte müminlerin çevresinde bulunan bu iki grup, güçlü müşrik ordusuna karşı savaşmaya kalkıştıklarını görüp işitince onları kınamış, eleştirmiş, “dinlerinin kendilerine yaptığı telkine uyarak ölüme atıldıklarını” söylemişlerdi. Bunlar Allah’ın gücünü, olağan dışı yardımını, O’na güvenenlerden esirgemediği desteğini bilmiyorlardı. Asıl sapık ve gevşek inancın aldattığı kimseler kendileriydi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. يَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ merfû muzari fiildir. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ’la faile matuftur. İsm-i mevsûlun sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَرَضٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
غَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ism-i işareti mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
د۪ينُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُنَافِقُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَتَوَكَّلْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zaman mübtedanın haberidir.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلْ fiiline müteallıktır. Bu şartın cevabı, devamının delaleti dolayısıyla mahzuftur. Takdiri; يغلب (galip gelirsiniz) şeklindedir.
فَ harfi mahzuf bir şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. عَزِیزٌ lafzı اِنَّ ‘nin haberidir. حَكِیمࣱ ise ikinci haberdir.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَكَّلْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ
Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اِذْ ’den bedeldir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan ...يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki اِذْ يَقُولُ ifadesinin başına atıf وَ ‘ı gelmediği halde, önceki ayette (.وَاِذْ زَيَّن لَهُمُ الشَّيْطَانُ ..) ifadesinin başına gelmiştir. Çünkü ayetteki, "O zaman şeytan (زَيَّن) süsledi" sözü, bu tezyin (süslü gösterme) işini, müşriklerin durumlarına, çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıkmalarına bağlamıştır. Bu ayette ise, اِذْ يَقُولُ ifadesinde bunu daha önceki bir söze atfetmek söz konusu değildir. Aksine bu bir başlangıç cümlesi olup öncesi ile bir irtibatı yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
يَقُولُ fiilinin failine matuf has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki nifakın derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ifadesindeki مَرَضٌ kelimesinde de istiare vardır. مَرَضٌ bedenî bir hastalıktır. Kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmeleridir. Maraz bedeni, nifak kalbi ifsad eder. Ayette hakiki manadan mecazi manaya geçişin sebebi nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etme kastıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi,Âşûr)
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Münafıkların inananları işaret ismiyle göstermeleri, müminleri tahkir etme amaçlarına işarettir.
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle müstenefe, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri يغلب (galip gelirsiniz) olan cevap mahzuftur.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ şartın başına gelen rabıta harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart cümlesi mahzuftur. Mahzufla birlikte terkip şart üslubunda faideî haber inkârî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cevap cümlesi şart için ta’liliyye veya tefsiriyyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Allah, gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Keşşâf)
Çoğu yerde حَك۪يمٌ kelimesinin iki manası vardır: 1- Hükmetmek, 2- Bir işi hikmetli olarak yapmak.
Münafıklar diyor ki dinleri bunları aldattı, bunlar zayıflar. Halbuki kim Allah’a tevekkül ederse Allah yenilmezdir, her şeyi bir hikmet üzere yapar ve her şeye O hükmeder.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve keşke |
|
2 | تَرَىٰ | görseydin |
|
3 | إِذْ |
|
|
4 | يَتَوَفَّى | canlarını alırken |
|
5 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
6 | كَفَرُوا | o inkar eden(leri) |
|
7 | الْمَلَائِكَةُ | Melekler |
|
8 | يَضْرِبُونَ | vuruyorlar |
|
9 | وُجُوهَهُمْ | yüzlerine |
|
10 | وَأَدْبَارَهُمْ | ve kıçlarına |
|
11 | وَذُوقُوا | haydi tadın |
|
12 | عَذَابَ | azabını |
|
13 | الْحَرِيقِ | yangın |
|
Hak dini inkâr edenlerin cezası kısmen dünyada, sonra can verirken ölüm meleklerinin elinde, nihayet kıyametten sonra ateşe atılarak cehennemde verilmektedir. “…bir görseydin!” ifadesi, olup bitenlerin dehşetine, görenleri şaşkınlık içinde bırakacak cinsten olaylar olduğuna işaret etmektedir. Bu cezaların hiçbiri, kulun mazeretsiz kusuru, suçu ve günahı olmadan Allah’ın verdiği cezalar değildi, hepsi hak edilmişti. Çünkü Allah zulümden münezzehtir; uyarmadan, kendini düzeltme imkânı vermeden hiçbir kulunu cezalandırmaz.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
تَرٰٓى şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; لرأيت أمرا عظيما (Büyük bir şey görürdün.) şeklindedir.
اِذْ zaman zarfı تَرٰٓى fiiline müteallıktır. يَتَوَفَّى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَوَفَّى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْمَلٰٓئِكَةُ kelimesi يَتَوَفَّى fiilinin faili olup lafzen merfûdur.
يَضْرِبُونَ fiili الْمَلٰٓئِكَةُ ‘nun hali olarak mahallen mansubtur. يَضْرِبُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وُجُوهَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَدْبَارَهُمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la وُجُوهَهُمْ ‘e matuftur.
يَتَوَفَّى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
Mahzuf sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri; يقولون لهم ذوقوا şeklindedir.
وَ atıf harfidir. ذُوقُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْحَر۪يقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ
İstînâfiyye olarak و ’la gelen cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi تَرٰٓى , müsPet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder ve tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.
Şartın cevabının takdiri لرأيت أمرا عظيما. (Büyük bir iş, durum görürdün) olabilir. Cevabın mahzuf olması îcâz-ı hazif sanatıdır.
… يَتَوَفَّى cümlesi, zaman zarfı اِذْ ’in muzÂfun ileyhidir.
يَتَوَفَّى fiilinin mukaddem mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası كَفَرُواۙ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
الْمَلٰٓئِكَةُ ’dan hal olan يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.
Bu ayet-i kerimede لَوْ harfi; fiilin mazide zaman zaman devam etmesi sebebiyle yani istimrar ifade ettiği için muzariye dahil olmuştur. Çünkü istimrar
ifadesi, mazi değil muzari fiilde mevcuttur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ [Yüzlerine ve arkalarına vura vura ..] ibaresindeki اَدْبَارَ kelimesi daha güzel bir kelimeyi telaffuz etmek için kinaye olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi)
وُجُوهَهُمْ - اَدْبَارَهُمْۚ kelimeleri arasında îhâm-ı tıbâk vardır.
Şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Korkuyu artırmak için muhatabın hayal gücüne bırakılmıştır.
وَ atıf harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan bu cümle takdiri يقولون (derler) olan fiilin mekulü’l-kavlidir.
عَذَابَ , الْحَر۪يقِ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
ذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ [Azabı tadın] cümlesinde gaibden muhataba geçişle güzel bir iltifat sanatı vardır.
ذُوقُوا عَذَابَ ifadesinde istiare vardır. Tatmak dil ile olur. Burada insanın başına gelen acı manasında kullanılmıştır.
عَذَابَ الْحَر۪يقِ [çetin azap] cümlesindeki izafet, cinsin nev’e izafeti şeklindedir. Yani o azap ki çetindir. İzafet-i beyâniyyedir. (Âşûr)
Burada اَدْبَارَهُمْۚ ve وُجُوهَهُمْ ifadelerinde cehennemlikler gaib sıygası ile anlatılırken ذُوقُوا [Tadın] emrinde muhataba dönülmüştür. Bu iltifatla bize, cehennemliklere yapılacak azap tekitli olarak anlatılmış ve azabın gerçekliği öne çıkarılmıştır.
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. بِ , sebebiyyedir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman - mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْد۪يكُمْ fail olup ی üzere mukadder damme ile merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli, إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِ zaiddir. ظَلَّامٍ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
ظَلَّامٍ mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail, bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid بِ harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ب harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman - mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, zaiddir. اَلْعَب۪يدِ lafzen mecrur olup mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ
Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda gelen ilk cümlenin müsnedün ileyhinin işaret ismi olması, işaret edilene tahkir ifade eder. İşaret isminde tecessüm sanatı vardır. Muhatabın kalın kafalı olduğuna işaret eder.
ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki ismi mevsûl مَا ’nın müteallakı olan haber mahzuftur.
Mevsûlün sılası قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ ayetin zahiri bu fiilin failinin, el yani يد۪ olmasını gerektirir. Halbuki bunun böyle olması birkaç yönden imkânsızdır.
a) Bu azap onlara ancak küfürleri sebebiyle dokunmuştur. Halbuki küfrün mahalli, el değil kalptir.
b) El, bilgi ve ilmin mahalli değildir. Bu sebeple, mükellefiyet ele müteveccih olmaz. Binaenaleyh, azabın ele ulaştırılması mümkün değildir. İşte bu sebeple de buradaki اَيْد۪يكُمْ kelimesini kudret manasına hamletmek gerekir. Bu iki mecazî ifadenin sebebi şudur: (el), iş yapmanın aleti ve vasıtasıdır. O işte müessir olan ise kudrettir, güçtür. Şu halde "el"i, kişinin kudretinden kinaye kılmak güzel ve yerinde olmuştur.İnsan, tek bir cevherdir. O faaldir, idrak edicidir, mümindir, kâfirdir, itaat eden ve isyan edendir. Bu uzuvlar ise, onun bu fiilinde alet ve vasıtalardır. Binaenaleyh, görünüşte fiil alete, vasıtaya nispet edilmiştir ama gerçekte o fiil, insanın zatının cevherine nispet edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahaldeki mevsule matuftur.
بِظَلَّامٍ ’deki zaid بِ ve اَنَّ ile tekid edilen menfi isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber, inkâri kelamdır. Lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, konunun önemini vurgulayarak muhatabı ikaz içindir.
[Ellerinizin takdim ettikleri sebebiyle] cümlesinde muhatap zamiri kullanılmış, [Allah kullarına zulümkâr değildir.] cümlesinde “size” yerine “kullara” şeklinde açık isim getirilerek muhataptan gaibe iltifat yapılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
ظَلَّامٍ kelimesi mübalağa kalıbıdır. Günahsız birine azap etmenin ağır bir zulüm olduğunu ifade ederek Allah Teâlâ’yı tenzih manasını tekid eder. Kullar kelimesinin çoğul oluşuna riayet için yani kemiyet ifadesi için olduğu da söylenmiştir. (Ebüssuûd)
“Rabbin, kullarına zulümkâr değildir.” (Fussilet Suresi, 46) ayeti, Cenab-ı Hakk’ın, ظَلَّامٍ (çok zalim) olmadığını gösterir. Bir sıfatın olmadığını söylemek, o sıfatın aslının bulunduğu vehmini verir. Bu da zulmün aslının (Allah Teâlâ’da) bulunduğu manasına gelir, denebilir. Kādî buna şu şekilde cevap vermiştir: Cenab-ı Hakk’ın kullarına yapacağı tehdidinde bulunduğu o azap eğer bir zulüm olursa bu zaten büyük olur. Böylece Cenab-ı Hak var olması halinde o zulmü, olabilecek büyüklüğü ile nefyetmiştir. Bu da onların günahsız olmaları halinde onlara ceza vermenin zulüm olacağı şeklindeki görüşümüzü tekid eder. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ [Bu, ellerinizin yaptığı şeyin karşılığıdır.] Burada mecaz-ı mürsel vardır. Bir kısmının zikredilip bütünün kastedilmesi kabilindendir. İşlerin çoğu ellerle yapıldığı için burada eller zikredilmiştir. (Safvetü't Tefasir, Fahreddin er-Râzî)
اَيْد۪ي [eller] zikredilerek tağlîb yapılmıştır. Çünkü iyi ya da kötü amellerin çoğu eller ile meydana gelmektedir. Ellerle yapılanlar bir araya getirilerek tağlîb meydana gelmektedir. (Ömer Yılmaz, Zerkeşî’nin el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an Adlı Eserinin Belâgat İlmi Açısından Değerlendirilmesi ve Kurandaki deyimler ve Zemahşerinin Keşşâfı)
Âşûr ise bu ifadede istiare olduğu görüşündedir. Şöyle demiştir: اَيْد۪ي [Eller]’in zikredilmesi, işledikleri ameller dolayısıyladır. İstiarei mekniyyedir. Bu istiarenin kaynağı بِمَا قَدَّمَتْ sözüdür. Ürün toplayan kişi bu işi elleriyle yapar veya satıcı malının bedelini elleriyle alır. Aklî olan bir şey hissîye benzetilmiştir. Müşebbehe ait bir aza, yani eller zikredilmiştir. Eller iş yapma aletidir. (Âşûr)
Mübalağa ifade eden ظَلَّامٍ , kulların çokluğu esas alınarak kullanılmıştır ya da azap (dikkat gerektiren) büyük bir iştir; hak etmediği takdirde birine azap eden, son derece büyük bir zalimdir yani zallâmdır!.. (Keşşâf)
Masdar tevilindeki son cümle mesel tarikinde tezyîldir. Öncesini tekid etmek kastıyla gelen tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كَدَأْبِ | tıpkı gidişi gibidir |
|
2 | الِ | ailesi |
|
3 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِهِمْ | onlardan öncekilerin |
|
7 | كَفَرُوا | (onlar da) inkar etmişlerdi |
|
8 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | فَأَخَذَهُمُ | onları yakalamıştı |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | بِذُنُوبِهِمْ | günahlarıyla |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | قَوِيٌّ | güçlüdür |
|
16 | شَدِيدُ | çetindir |
|
17 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Müşriklerin Allah’ın âyetlerini inkâr ettikleri, hak hukuk tanımadıkları, hasılı serbest iradeleriyle yaptıkları yüzünden cezalandırılmaları yeni ve onlara mahsus bir olay da değildir. Firavun hânedanı ve ondan önce gelip geçenler de (Nûh, Âd, Semûd ve onlardan sonraki bazı kavimler; el-Mü’min 40/31) aynı şekilde davrandıkları için cezalarını görmüşlerdir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
كَدَأْبِ car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; دأب هؤلاء (Onları durumu, hali) şeklindedir.
اٰلِ muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ‘la اٰلِ فِرْعَوْنَ ‘e atfedilmiştir.
مِنْ قَبْلِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
بِذُنُوبِ car mecruru اَخَذَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. قَوِيٌّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
شَد۪يدُ ise إِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. الْعِقَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur كَدَأْبِ, takdiri دأبهم (Onların durumu, hali) olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
دَأْبِ [hal] kelimesi, aslında devamlılık ve itiyat ifade eder. Onların maruz kaldıkları dünyevî azapta devamlılık ve itiyat olmadığına göre azabın, onların دَأْبِ (de'bi/hali) kılınması, ya tağlîb üslubuyla olup onların yaptıkları günahlar, kendilerine verilen azaba galip kılınmıştır (yani günah için kullanılan şey, azap için de kullanılmıştır), ya da o kâfirlerin, azabı gerektiren küfür ve günahlara devam etmeleri, azabın devam etmesi gibi sayılmıştır. (Ebüssuûd)
Mekke müşriklerinin hali, cürümleri sebebi ile helak edildikleri bilinen Firavun ve ona tâbi olanların haline benzetilerek, onların sırf kendi küfürleri sebebiyle felakete uğradıkları belirtiliyor. Bu benzetme, onların halini ziyadesiyle takbih etmek, bunun, helak edilen ümmetler için genel bir kural olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
كَ teşbih harfidir. Müşebbeh söylenmemiştir. Müşebbehün bih Firavun’un ailesi ve ondan öncekilerin durumudur.
شَد۪يدُ الْعِقَابِ tabirinde sıfat mevsufuna muzâf olmuş, manayı vurgulu olarak ifade etmiştir.
Muzâfun ileyh olan اٰلِ فِرْعَوْنَۙ ‘ye matuf olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْۜ bu mahzuf sılaya müteallıktır.
كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ cümlesi, makabline atfedilmiştir.
بِذُنُوبِهِمْ [günahları yüzünden] ifadesi, onların küfürlerinin yanı sıra, ilâhî azabı gerektiren başka günahları olduğuna da işaret eder. (Ebüssuûd)
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
بِذُنُوبِهِمْۜ ‘deki بِ harfi, sebebiyet içindir.
اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemal sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, konunun önemini ciddiyetini vurgulamaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ayette geçen lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, haşyet duygularını artırmak ve kalplere korku salmak için üç kez yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada قَوِيٌّ lafzının ziyadeliği, uyarmak ve tehdit edilmek istenen müşrikleri tehditte mübalağa içindir. قَوِيٌّ kelimesi, kuvvet ile vasıflanmak demektir. Asıl manası, azaların istenen bir ameli yapma konusundaki yeterliliğidir. (Âşûr)
اِنَّ ’nin ikinci haberi شَد۪يدُ الْعِقَابِ , az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir. Sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. عقاب شديد değil de bu üslupta gelmesi sözdeki etkiyi artırır.
Allah Teâlâ’nın bu iki sıfatının aralarında وِ olmadan gelmesi bu iki vasfın birden onda mevcudiyetine işarettir.
قَوِيٌّ - شَد۪يدُ الْعِقَابِ vasıflarının arasındaki ve bu kelimelerin ayetin anlamıyla olan uyumu, mürâât-ı nazir sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Düşünün. Gördüğünüz, duyduğunuz ve yaşadığınız her anın üzerinde düşünün. Lakin her düşüncenizi, sizi Rabbinize götürecek şekilde düşünün. Yaşadığınız hiçbir şeyin boş ve tesadüf olmadığını hatırlayarak düşünün.
Kafanızı kazara çarpmanızı, seyiren parmağınızı, ağrı giren diz kapağınızı, hapşırmanızı, kaşınan kolunuzu, açlık hissinizi ve daha nice bedenizin hissettiklerini, gün içerisinde alabileceğiniz ibretler üzerinde düşünün. Sebebini bildiklerinize şükrederek, onları bir kenara itin. Sebepsiz gibi görünenlere odaklanın.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın, her şeyi en ince detayıyla yaratmasına hayran kalın. Hissettiğiniz her şeyin biz bilsek de bilmesek de, anlasak da anlamasak da bir sebebi olduğunu hatırlayın. Heyecanla dolun ve Rabbinize hayran kalın. Bildiğiniz ve bilmediğiniz her sebep için O’na şükredin.
Düşünün. Dünyadaki milyarlarca insanı düşünün. Aynı anda üzülen, sevinen, kızan, heyecanlanan, yiyen, içen, kazanan, kaybeden, uyuyan, uyanan, hastalanan, iyileşen, evlenen, doğan ve ölen insanları düşünün. Sonra onların hepsini bilen Rabbinizi düşünün. Bir de üstüne düşen yaprakları, esen rüzgarı, bulutları, yağmur tanelerini, çiçekleri, hayvanları ve daha nicelerini düşünün. Ve yine onların hepsini bilen Rabbinizi düşünün. Müthiş değil mi? O’na ve emir ettiklerine itaat etmekten daha güzel ne olabilir?
Rabbim bizden razı ol. Zihnimizi, dilimizi, bedenimizi ve amellerimizi; nefsimizin ve şeytanın vesveselerinden arındır.
“CahiI kişi güIün güzeIIiğini görmez, gider dikenine takıIır.” Mevlana
Güzeli görüp haline şükredenlerden,
Yanlışı itip doğrusunu yapanlardan,
Birlik olup kardeşliği seçenlerden,
Sabır edip her manada zafere koşanlardan,
Bütün vesveseleri susturup Rabbine varanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji