6 Kasım 2024
Enfâl Sûresi 53-61 (183. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Enfâl Sûresi 53. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ  ...


Bunun sebebi şudur: Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu böyledir
2 بِأَنَّ çünkü
3 اللَّهَ Allah
4 لَمْ asla
5 يَكُ ك و ن
6 مُغَيِّرًا değiştirmez غ ي ر
7 نِعْمَةً ni’meti ن ع م
8 أَنْعَمَهَا onları nimetlendirdiği ن ع م
9 عَلَىٰ
10 قَوْمٍ bir millet ق و م
11 حَتَّىٰ sürece
12 يُغَيِّرُوا değiştirmediği غ ي ر
13 مَا bulunanı
14 بِأَنْفُسِهِمْ kendilerinde ن ف س
15 وَأَنَّ ve şüphesiz
16 اللَّهَ Allah
17 سَمِيعٌ işitendir س م ع
18 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

Yukarıda geçen uygulama örneklerinden sonra burada genel bir kural, ilâhî bir âdet açıklanıyor: Allah’ın kullarına sayısız nimetleri vardır, bunları baştan vermesinin veya esirgemesinin de ilâhî adalet ilkesiyle çelişmeyen hikmet ve sebepleri mevcuttur. Ancak Allah verdiği bir nimeti durup dururken, nimete mazhar olan kulda bir değişiklik meydana gelmeden geri almaz, zıddı ile değiştirmez. Önce insanlar, Allah’ın hoşnut olmadığı bir şekilde değişirler, öz değerlerine yabancılaşırlar, ellerindeki nimetin şükrünü yerine getirmez, onu gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmazlar, şımarırlar, nimetlerin Allah’ın lutfu ile ilişkisini unutur, kerameti kendilerine mal ederler; güç, servet, ilim, iktidar gibi ilâhî nimetleri zulüm için kullanırlar… İşte böyle değişen ve bozulan insanların elinden nimet, onu veren Allah tarafından alınır ve yerine zıddı (felâket, mahrumiyet, sıkıntı) verilir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 670

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ 

 

  

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهَ  lafza-i celâli  أَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَمْ يَكُ  cümlesi  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  يَكُ ‘nun ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مُغَيِّراً  kelimesi  يَكُ ‘nun haberi olup lafzen mansubdur. 

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ يَكُ  kelimesi için şu açıklamayı yapar:  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı ‘nûn’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazfedilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, C. 3, S. 115-116)

نِعْمَةً  kelimesi ism-i fail olan  مُغَيِّراً ‘in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ  cümlesi  نِعْمَةً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

اَنْعَمَهَا  fiili fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَلٰى قَوْمٍ  car mecruru  اَنْعَمَهَا  fiiline müteallıktır. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يُغَيِّرُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مُغَيِّراً ‘e müteallıktır.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vâv-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُغَيِّرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِاَنْفُسِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُغَيِّراً  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

 

  

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ  ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  سَمِیعٌ  kelimesi  اَنَّ  ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَلِيمٌ  ise ikinci haberdir.

سَمِیعٌ - عَلِيمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ 

 

  

Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harfi nedeniyle mecrur mahalde,  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tazim ifade eder.

Bu ayette  ذٰلِكَ  ile hükme işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ  ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

Masdar-ı müevvel olan…اَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.  كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden menfi isim cümlesi,  اَنَّ ’nin haberidir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi sebebiyle şiddetli bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

لَمْ يَكُ مُغَيِّراً  cümlesi bunun sünnetullahın ve hikmetin gereği olduğunu ilan eder. Çünkü muzari fiilin menfi gelişi, menfiliğin teceddüdünü ifade eder. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

مُغَيِّراً , نِعْمَةً ’ın mef’ûlüdür.  مُغَيِّراً ‘nin ism-i fail olması mef’ûl almasını mümkün kılmıştır. Kelimedeki tenvin tazim ve nev ifade eder.

نِعْمَةً  için sıfat konumundaki  …اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sıfat cümleleri ıtnâb babındandır.

Gaye bildiren masdar ve cer harfi  حَتّٰى ‘nın dahil olduğu  يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ  cümlesi, gizli  أن  sebebiyle masdar tevilindedir.  مُغَيِّراً  fiiline müteallıktır.

يُغَيِّرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ ‘nin sılası mahzuftur.  بِاَنْفُسِهِمْۙ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

بِاَنْفُسِهِمْۙ  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. Yani ‘nefislerinde yerleşen ve kendilerine bağlı olan’ manasındadır. (Âşûr) 

مُغَيِّراً - يُغَيِّرُوا  ve  نِعْمَةً - اَنْعَمَهَا  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

 

  

اَنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan masdar tevilindeki  أَنَّ ٱللَّهَ سَمِیعٌ عَلِيمٌ  cümlesi önceki masdar-ı müevvele matuftur. Sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.

سَمِیعٌ , عَلِيمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında “vav” olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Bu cümlede gereken karşılığı verir anlamı kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Kendilerinde meydana gelen değişikliğin, Allah’tan başka ilâhlara davet eden sözleri olduğundan  سَمِيعٌ  sıfatı  عَلِيمٌ  sıfatından önce gelmiştir. (Âşûr) 

 

Kādî şöyle demektedir: "Ayetin manası şudur: Allah Teâlâ onlara akıl, kudret vermek; engelleri ortadan kaldırarak yollarını kolaylaştırıp âsân etmek (kolaylaştırmak) suretiyle in'am ve ihsanda bulunmuştur. Onun böyle yapmasının maksadı, onların Allah'a ibadet ve şükürle meşgul olmaları, küfürden vazgeçmeleridir. Fakat onlar bu durumları fısk ve küfür cihetine sarfedince Allah'ın onlara olan nimetlerini değiştirmiş oldular. Böylece de hiç şüphesiz onlar, nimetin gazab-ı ilahî ile, lütuf ve keremin de mihnet ve azap ile değiştirilmesine müstehak oldular." Kādî sözüne devamla şöyle demektedir: "İşte bu husus, Allah Teâlâ'nın hiç kimseye işin başında azap ve zarar vermediğine; O'nun yaptığı şeyin, daha önce işlenmiş birtakım günahlara verdiği bir karşılık olduğuna delalet eden en kuvvetli delillerindendir. Bundan dolayı karşı çıkanlarımızın dediği gibi, eğer Cenab-ı Hak o insanları, onların bedenlerini ve akıllarını cehennem için yaratmış olsaydı, bu doğru olmazdı."

 

Alimlerimiz de ayetin zahirinin İmam Kādî'nin dediği şeyi hissettirdiğini ama ayeti bu manaya hamlettiğimiz takdirde, Allah'ın sıfatının insanın fiiline bağlı olması gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü eğer Allah'ın hükmü bu değiştirme ve iradeye göre olsaydı, o zaman bu hüküm ancak insanın o fiili yapması halinde tahakkuk eder; kuldan böyle bir fiil sadır olmadığı zaman da Allah'ın o hükmü ve iradesi tahakkuk etmemiş olurdu. Bu durumda da insanın fiili, Allah'ın zatında bir sıfatın meydana gelmesinde müessir olmuş olurdu ve böylece insan, Allah'ın sıfatını değiştirmiş ve onda tesirli olmuş olurdu. Halbuki bunun böyle olamayacağı aklın bedaheti ile sabittir. Şu halde bu ayeti zahirî manasına hamletmenin mümkün olmadığı; doğrusunun Allah'ın sıfatının, yaratıkların sıfatlarına galip gelmesi olduğu anlaşılır. Dolayısıyla (o hususta) Allah'ın hükmü ve kazası olmaz ise, kulun herhangi bir işi yapması veya sözü söylemesi imkânsızdır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Enfâl Sûresi 54. Ayet

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ  ...


Bunların durumu, tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlar, biz de onları günahları sebebiyle helâk etmiştik ve Firavun ailesini de suda boğmuştuk. Hepsi de zalim kimselerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَدَأْبِ (Evet) gidişi gibi د ا ب
2 الِ ailesi ا و ل
3 فِرْعَوْنَ Fir’avn
4 وَالَّذِينَ ve kimselerin
5 مِنْ
6 قَبْلِهِمْ onlardan öncekilerin ق ب ل
7 كَذَّبُوا yalanlamışlardı ك ذ ب
8 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
9 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
10 فَأَهْلَكْنَاهُمْ biz de onları mahvetmiştik ه ل ك
11 بِذُنُوبِهِمْ günahlarıyle ذ ن ب
12 وَأَغْرَقْنَا ve boğmuştuk غ ر ق
13 الَ ailesini ا و ل
14 فِرْعَوْنَ Fir’avn
15 وَكُلٌّ ve hepsi de ك ل ل
16 كَانُوا ك و ن
17 ظَالِمِينَ zulmedicilerdi ظ ل م

Yukarıda (52. âyet) müşriklere yönelik bir uygulamanın tarihî örneği verilmişti. Bu âyet ise genel kuralın, ilâhî âdetin, tarihte olup biten bazı örnek ve uygulamalarını hatırlatmaktadır.

 Âyetlerden anlaşıldığına göre sosyal değişim daima düz bir çizgide ve ileriye veya önce ileriye sonra geriye doğru seyretmez. Allah’ın sünnetine (koyduğu kanunlara) göre değişimin belirleyici âmili ne tarihtir ne de insan iradesi dışında bir başka sebeptir. Fert ve toplum olarak insanlar kendi iradeleriyle inanç, ahlâk ve zihniyet bakımından değişirler. Bu değişme üst yapıda, kültür ve medeniyette de değişmeler meydana getirir, değişim kemale doğru da zevale doğru da olabilir, değişimin ilâhî kanunu ve kuralı budur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

Cilt: 2 Sayfa: 670

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

  

كَدَأْبِ  car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri;  دأب هؤلاء  şeklindedir.

اٰلِ  muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ , atıf harfi  وَ ‘la  اٰلِ فِرْعَوْنَ ‘e atfedilmiştir.  مِنْ قَبْلِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ

 

  

Fiil cümlesidir.  كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline müteallıktır.

رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ 

 

  

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَهْلَكْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اَهْلَكْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri, Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2)

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِذُنُوبِهِمْ  car mecruru  اَهْلَكْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf  harfidir.  اَغْرَقْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اَغْرَقْـنَٓا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

 

اٰلَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فِرْعَوْنَ  kelimesi muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

 

 وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ

 

  

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

كَانُوا ظَالِمٖينَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.  ظَالِمٖينَ kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

ظَالِمٖينَ  kelimesi, sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ

 

  

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur  كَدَأْبِ, takdiri  دأبهم  (Onların durumu, hali) olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

كَ  teşbih harfidir. Müşebbeh söylenmemiştir. Müşebbehün bih Firavun’un ailesi ve ondan öncekilerin durumudur.

Muzafun ileyh olan  اٰلِ فِرْعَوْنَۙ ‘ye matuf olan has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ ‘nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

Bu ayet 52. ayetteki teşbihin aynısıyla başlamıştır. Aralarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Firavun ailesi ifadesiyle aslında ailesinden değil Firavun’un adamlarından bahsedilmiştir. Onun ailesi olarak vasıflandırılması, bu adamların Firavun’a ailesi kadar yakın olmasından dolayıdır.

 

 كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ

 

  

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Aynı üslupta gelen  فَاَهْلَكْنَاهُمْ  cümlesi  فَ  ile,  وَاَغْرَقْـنَٓا  ise  وَ  ile makabline (kendinden öncesine) atfedilmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  هِمْ  zamirine, yine Rabb ismine muzâf olması  اٰيَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

بِذُنُوبِهِمْ  ‘deki  بِ  harfi, sebebiyet içindir.

فَاَهْلَكْنَاهُمْ - اَغْرَقْـنَٓا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette, gaib zamirden azamet zamirine geçilerek iltifat sanatı yapılmıştır.

بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  ifadesinden sonra “O onları helak etti” değil,  فَاَهْلَكْنَاهُمْ  buyurularak azamet zamiriyle tehdit artırılmıştır.

كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  [Onlar Rablerinin ayetlerini yalanladılar.] cümlesi, onların kendi hallerini değiştirdiklerini,  فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ  [Biz de günahları yüzünden onları helak ettik.] cümlesi de kendilerine yapılan muameleyi açıklar.

Bu cümle, istînâfî bir cümle olup önceki istînâf cümlesi gibi geçen makablini (kendinden öncesini) açıklayıcı mahiyettedir. Nitekim burada onların durumu, mezkûr (önceki) kavimlerin durumuna benzetilmiştir.

Nitekim Firavun’un kavmi ile ondan öncekiler, hallerini değiştirdiler. Allah Teâlâ da onlara verdiği nimeti değiştirdi. (Ebüssuûd)

 

اَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ Onların boğulması, helakın kapsamı içinde olduğu halde ayrıca ifade edilmesi, boğulmanın korkunçluğunu bildirmek içindir.

Bu da ayetlerde meleklerin zikredilmesinden sonra Cebrail’in ayrıca zikredilmesi kabilindendir. (Ebüssuûd)

 

 وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ

 

  

Ayetin fasılası  وَ ’la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda konumundaki  كُلٌّ ’deki tenvin muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri;  كلّ آل فرعون  (Firavun ailesinin hepsi) şeklindedir. (Âşûr)

Cümlede müsned,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelerek Firavun ailesinin zalimliğini sabitlemiştir.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

كُلٌّ كَانُوا ظَالِمٖينَ  “Bütün bunların hepsi zalim idiler.” İç dünyalarında inkâr ve küfrü adeta iman ve tasdik yerine koymuş ve böyle bir değişim ile kendi helaklerine sebep olmuş ve kendi kendilerine zulmetmiş zalim kavimler idiler. (Elmalılı)

 

كَذَّبُوا -كَانُوا - ظَالِمٖينَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. “Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

اٰلِ فِرْعَوْنَ  lâfzı iki kere zikredilmiştir. Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır: 

1) İkincisi, adeta birinciyi tafsil ve izah eder gibidir. Çünkü birincisinde, onların yakalanmaları, ikincisinde de denizde boğulmaları mevzubahis edilmiştir ki bu,   onların yakalanışlarıyla ilgili bir ayrıntıdır.

2) Birincisi ile onların başına ölüm anında gelen şeyler, ikincisi ile de kabirde ve ahirette onların başlarına gelecek azap kastedilmiştir.

3) Birincisinde, "Onlar, Allah'ın ayetlerini inkâr etmişlerdi" ifadesi; ikincisinde de "Onlar, Rabblerinin ayetlerini yalan saymışlardı" ifadesi yer almıştır. Bundan dolayı birinci ifade onların ilahî delilleri inkâr ettiklerine; ikincisi de Hak Subhanehu ve Teâlâ'nın onları büyütüp, onlara pek çok şekilde in'amda bulunduğuna, ama buna rağmen, bunca nimetlere ve nimetlerin peşpeşe gelmesine karşılık, onların Allah'ın terbiye etmesinin ve lütfedişinin (rububiyetinin) delillerini inkâr ettiklerine bir işarettir. Bundan dolayı birincisinin cezası, onları yakalamak; ikincisinin cezası da onları helak edip boğmaktır. İşte bu da nimetlere karşı nankörlüğün, helak ve yok oluşta büyük tesiri olduğunu gösterir.

 

Cenab-ı Allah daha sonra bu ayetini  وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِمٖينَ  ["Bunların hepsi zalim idiler"] diye bitirmiştir. Hak Teâlâ'nın bu sözle maksadı, onların inkâr edip isyanda bulunmaları ile kendi kendilerine, eziyet edip dehşete düşürmeleri ile ise diğer insanlara zulmetmiş olduklarını ve kendisinin onları ancak zulümleri sebebiyle helak ettiğini ifade etmektir." (Fahreddin er-Râzî)

 
Enfâl Sûresi 55. Ayet

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ  ...


Şüphesiz Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Artık onlar iman etmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 شَرَّ en kötüsü ش ر ر
3 الدَّوَابِّ canlıların د ب ب
4 عِنْدَ göre ع ن د
5 اللَّهِ Allah’a
6 الَّذِينَ kimselerdir
7 كَفَرُوا kafirlerdir ك ف ر
8 فَهُمْ artık onlar
9 لَا
10 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن

Allah’a göre, fiilleri iyi veya kötü olarak değerlendirilebilen canlıların en kötüsü, en âdi ve aşağılık olanı, inkâr eden, bu şekilde yaşayan ve bir türlü imana gelmeyen, yaptıkları antlaşmaya, verdikleri söze sadık kalmayan, hiçbir şeyden çekinmeyerek her defasında sözünden dönen kimselerdir.

 Müşrik, münafık ve yahudilerden bazı grup ve kabileler Hz. Peygamber’le saldırmazlık, hak ve hukuka saygı, düşmanla iş birliği yapmama gibi konularda antlaşmalar yapıyor, sonra da bunu bozuyorlardı. Meselâ yahudilerden Benî Kaynukå‘, antlaşmaya aykırı olarak, bölgelerinde alışveriş yapmaya gelen bir müslüman kadına tacizde bulunmuşlar, kadın yere düşüp mahrem yerleri açılınca da gülüşüp eğlenmişlerdi. Orada bulunan bir müslüman sataşan yahudiyi öldürdü, diğerleri de müslümanı öldürdüler. Bedir’le Uhud savaşları arasında meydana gelen bu olay üzerine müslümanlar, Benî Kaynukå‘a karşı harekete geçtiler. Yine münafıkların reisi Abdullah b. Übey adamlarıyla beraber Uhud Harbi’nde müslümanların safında yer almış, sonra askerlerin üçte birini teşkil eden gücünü geri çekerek müslümanlara zarar vermişti (İbn Hişâm, Sîre, III, 68; İbn Âşûr, X, 48). Allah’tan korkmayanları cezalandırmak ve geride kalanlar için de caydırıcı bir örnek oluşturmak üzere sert tedbirler alınmış, savaşta yakalanmaları halinde aman verilmemesi istenmiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

Cilt: 2 Sayfa: 701-702

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ

 

  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

شَرَّ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  الدَّوَٓابِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عِنْدَ  mekân zarfı, ism-i tafdil olan  شَرَّ  kelimesine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

شَرَّ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. ’Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlü,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  ta’liliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder. 

اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا

 

  

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi, veciz ifade kastına matuftur.

عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsned konumundaki has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ ‘nin sılası  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Akletmeyenler Allah katında yaratıkların en şerlisi olarak vasıflanmıştır.

Allah katında hayvanların en kötüsü manasındaki  اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesinde kâfirler hayvanlara benzetilmiş, hatta onlardan daha kötü sayılmıştır. Burada son derece bir belâgat ve îcâz vardır. Çünkü kâfir hakkı işitmez, hayvan da işitmez. Kâfir hakkı konuşmaz, hayvan da konuşmaz. O yer, hayvan da yer. Geriye şu kaldı: Kâfir zarar verir, hayvan zarar vermez. Artık nasıl ondan daha kötü olmasın?! (Safvetü't Tefasir)

Söz konusu kâfirlerin insanların en kötüsü değil de yeryüzündeki bütün canlıların en kötüsü sayılması, onların insan nev'inden (cinsinden) değil ancak hayvan cinsinden sayıldıklarını belirtir. Bununla beraber onlar, o hayvanlardan da kötüdür. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ küffârı  الدَّوَٓابِّ  menziline koymuş, Hakkı dinlemeyen ve düşünmeyen kâfirleri, işitmeyen ve anlamayan hayvanlarla bir tutmuştur. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

 

 فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ

 

  

فَ , ta’liliyyedir. Cümle ta’liliyye veya beyânî istînâftır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin, menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ  cümlesi, sıla cümlesi üzerine atfedilmiştir. Sıla cümlesinin kastettiği imayı tamamlamıştır. Yani İslam'dan önce inkâr edip küfrü devam edenler, İslam çağrısını işittikten sonra da inanmayacaklardır. (Âşûr) 

 

يُؤْمِنُونَ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

كَفَرُوا - لَا يُؤْمِنُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. “Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Enfâl Sûresi 56. Ayet

اَلَّذ۪ينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ ف۪ي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ  ...


Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını hiç çekinmeden bozan kimselerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 عَاهَدْتَ sen andlaşma yaptığın ع ه د
3 مِنْهُمْ kendileriyle
4 ثُمَّ sonra
5 يَنْقُضُونَ bozarlar ن ق ض
6 عَهْدَهُمْ andlaşmalarını ع ه د
7 فِي
8 كُلِّ her ك ل ل
9 مَرَّةٍ defasında م ر ر
10 وَهُمْ ve onlar
11 لَا hiç
12 يَتَّقُونَ çekinmeden و ق ي

اَلَّذ۪ينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ ف۪ي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ

 

  

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذِينَ , birinci ism-i mevsûlden bedel veya onun sıfatıdır. İsm-i mevsûlün sılası  عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ’dur. İrabdan mahalli yoktur.

عَاهَدْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْهُمْ  car mecruru  عَاهَدْتَ  fiiline müteallıktır. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْقُضُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَهْدَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فٖي كُلِّ  car mecruru  يَنْقُضُونَ  fiiline müteallıktır.  مَرَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا يَتَّقُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

Bu bab fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Kökü  وقي  olup, iftial babından gelmiştir. Not: a)  İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

b)  İftial babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

c)  İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

İftial babı fiile şu manaları kazandırabilir:

1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek.

Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.

İlgili Tefsir Yorumu: Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.

Müttaki: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَاهَدْتَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  عهد ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ ف۪ي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ

 

 

Ayet, kemâl-i ittisâl nedeniyle önceki ayetten fasl edilmiştir.  اَلَّذِينَ , önceki ayetteki mevsûlden bedeldir. Sılası  عَاهَدْتَ مِنْهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

Ayetteki  مِنْهُمْ  car-mecrurundaki  مِنْ  harf-i ceri, teb'iz (kısmîlik) ifade eder. Zira, antlaşma sadece onların ileri gelenleriyle yapılır. (Fahreddin er-Râzî)

 

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ فٖي كُلِّ مَرَّةٍ  cümlesi makabline (kendinden öncesine) matuftur. Atıf sebebi tezattır. 

 

Onların ahdi bozdukları ifadesinin muzari sıygasıyla gelmesi, bunun yenilendiğini ve bu ayetin indirilmesinden sonra tekrarlandığını belirtmek içindir. (Âşûr)

 

ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ فٖى كُلِّ مَرَّةٍ  cümlesi hakkında ehl-i meânî şöyle demektedir: Her seferinde ahdi bozmanın, onların âdet ve alışkanlıkları olduğunu beyan etmek için Cenab-ı Hak muzari fiili mazi fiile atfetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 

عَاهَدْتَ مِنْهُمْ  cümlesiyle,  يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ  cümlesi,  يَنْقُضُونَ  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde (hayal gücünde) olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

 

يَتَّقُونَ  fiilinin olumsuz olarak gelmesi diğer takva cinslerini de kapsar. Bu murûet ehli kişileri ve dindarları suçlamakla bilinen bir cinstir. Allah'tan sakınmak ve dünya ve ahirette O’nun azabından korkmayı ve ayıplardan sakınmayı da kapsar. (Âşûr)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

Müsnedün ileyhin menfi fiil olarak gelen habere takdimi hükmü takviye eder ve kesin olarak gerçekleşeceğini ifade eder. Tıpkı  فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (Onlar iman etmezler) sözündeki gibi. (Âşûr)

يَنْقُضُونَ - عَاهَدْتَ  ve  يُؤْمِنُونَ - كَفَرُوا   kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab,  عَهْدَهُمْ - عَاهَدْتَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Burada bir istiare vardır.  نقض  aslında ipi çözmek,  عهد de anlaşma demektir. Anlaşmalar bağlanmış, düğümlenmiş bir ipe benzetilmiştir. Sonra onu çözdükleri ifade edilmiştir.  وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ  cümlesinden de anlaşıldığına göre verdiği sözden dönmek, takvalı olmamaya işaret eder. Takvaya aykırı bir durumdur.

يَنْقُضُونَ - يَتَّقُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


Enfâl Sûresi 57. Ayet

فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  ...


Eğer onları savaşta yakalarsan, bunlar(a vereceğin ceza) ile arkalarındakileri de dağıt ki ibret alsınlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِمَّا bundan dolayı
2 تَثْقَفَنَّهُمْ onları yakalarsan ث ق ف
3 فِي
4 الْحَرْبِ savaşta ح ر ب
5 فَشَرِّدْ dağıt ش ر د
6 بِهِمْ onları
7 مَنْ kimseleri de
8 خَلْفَهُمْ arkalarında ki خ ل ف
9 لَعَلَّهُمْ böylece
10 يَذَّكَّرُونَ ibret alsınlar ذ ك ر

فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

  

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  اِنْ  harfi,  مَا ‘ya idgam edilmiştir.  مَا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ” اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  daki  اِنْ  şartıyedir,  مَا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra/23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

تَثْقَفَنَّهُمْ  şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فِي الْحَرْبِ  car mecruru  تَثْقَفَنَّهُمْ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi, başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt)  ف ‘si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt) ف ‘si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 شَرِّدْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

بِهِمْ  car mecruru  شَرِّدْ  fiiline müteallıktır.  بِ  harf-i ceri, sebebiyedir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  خَلْفَهُمْ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَعَلَّ  tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَذَّكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili  ن’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَذَّكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

Aslı  يَتَذَكَّرُونَ  şeklindedir.  ت  harfi  ذ ‘ye dönüşmüştür.

شَرِّدْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  شرد  ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ 

 

  

Ayet,  اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ ‘ye  فَ  ile atfedilmiştir. Veya  فَ  zaid harftir.  

اِمَّا , şart harfi  اِنْ  ve tekid ifade eden zaid  مَا  harfinin idgamından oluşmuştur. Cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şart fiili  تَثْقَفَنَّهُمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nûn-u sakile ve zaid  مَا  harfi olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَشَرِّدْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası mahzuftur.  خَلْفَهُمْ , bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

التَّشْرِيدُ : Kovmak ve ayırmak demektir. Yani arkalarında olanları uzaklaştır demektir. التَّشْرِيدُ (ürkütmek), korkutmak ve nefret ettirmekten kinaye olmuştur. (Âşûr)

 

الخَلْفُ : Burada birine uyanların tamamı için müsteardır.  الوَراءُ  kelimesi gibidir. (Âşûr)

 

لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

 

  

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ , vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. 

لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ  edatı, tereccî içindir yani ümitvâr olma manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Kutrub (v. 106/724) ise  لَعَلَّ  kelimesinin ‘için’ manasında olduğunu söylemiştir. 

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu, akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل ,  تَفَكُّر ,  تَدَبُّر ,  تَذَكُّر  ve تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları, geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. (Hasan Uçar Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

يَذَّكَّرُونَ   kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


Enfâl Sûresi 58. Ayet

وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْخَٓائِن۪ينَ۟  ...


(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِمَّا ve eğer
2 تَخَافَنَّ korkarsan خ و ف
3 مِنْ
4 قَوْمٍ bir kavmin ق و م
5 خِيَانَةً hiyanet etmesinden خ و ن
6 فَانْبِذْ sen de davran ن ب ذ
7 إِلَيْهِمْ onlara
8 عَلَىٰ
9 سَوَاءٍ aynı şekilde س و ي
10 إِنَّ çünkü
11 اللَّهَ Allah
12 لَا
13 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
14 الْخَائِنِينَ hainleri خ و ن

Bir topluluğun sözleşmeyi bozarak müslümanlara karşı hareket etmeleri ihtimali her zaman mevcuttur. Yalnızca bu ihtimal sebebiyle sözleşmeyi bozmak gerekmez. “Endişe edersen” şeklinde çevirdiğimiz fiilin kökü olan havf “korkmak” demektir ve burada korkudan maksat, zayıf ihtimale, delilsiz zanna, kuruntuya bağlı korku değil, gerçek haber ve istihbarata dayanan korkudur, gerçekleşme ihtimali çok güçlü olan tehlikedir. Böyle bir durumda düşmanın sözleşmeyi bozarak saldırmalarını beklemek zararlı olabileceği için müslümanların önce davranarak antlaşmayı bozmalarına izin verilmiş, ancak bu da bir şarta bağlanmıştır. Meâlde “apaçık” diye tercüme edilen şart, “adalete riayet ederek, belli bir süre vererek” şeklinde de anlaşılmıştır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, II, 872).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 702

وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ 

 

  

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  اِنْ  harfi,  مَا ‘ya idgam edilmiştir.  مَا  zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِمَّا  daki  اِنْ  şartıyedir,  مَا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra/23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. ( Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi) )

تَخَافَنَّ  şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

مِنْ قَوْمٍ  car mecruru  خِيَانَةً ‘in mahzuf haline müteallıktır.  خِيَانَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  انْبِذْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt) ف ‘si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَيْهِمْ  car mecruru  انْبِذْ  fiiline müteallıktır.  عَلٰى سَوَٓاءٍ  car mecruru  failin veya mef’ûlun haline müteallıktır. Takdiri;  حال كونكم مستوين معهم أو حال كونهم مستوين معكم (Siz onlarla aynı durumda veya onlar sizinle aynı durumda) şeklindedir.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki  عَلَى   harf-i ceri mecazî istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْخَٓائِن۪ينَ۟

 

  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli,  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَا يُحِبُّ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

الْخَٓائِنٖينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْخَٓائِنٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan  خون  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ

 

  

وَ , istînâfiyyedir. 

 Bütün ihanet eden kavimlerle alakalı muamele hakkındaki umumi hüküm, amellerinden vefasızlıkları belli olduğu için ihanet alametlerinin görüldüğü belirli kavimler hakkında verilen hususi hükme atfedilmiştir. (Âşûr)    

اِمَّا , şart harfi  اِنْ  ve tekid ifade eden zaid  مَا  harfinin idgamından oluşmuştur. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat) 

Şart cümlesi  تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nûn-u sakile ve zaid  مَا  harfi olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

Şart siyakında  قَوْمٍ  kelimesinin nekre gelmesi umum ifade eder. Yani ‘hıyanet etmesinden korktuğunuz bütün kavimler’ demektir. Hıyanet emanetin zıddıdır. Burada ahdi bozmak manasındadır. Çünkü emanet; ahdi yerine getirmek demektir. (Âşûr)

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

انْبِذْ  fiili,  إلى  ile müteaddi olarak tazmin manası kazanmıştır. ‘’Anlaşmayı bozduğunu onlara bildir’’ manasındadır. Burada anlaşılan mana şudur; anlaşmanın devam etmemesi, tuzaklarının gerçekleşmemesi içindir. Bu durumda Resulullah sav hain olmaz. Çünkü anlaşmayı bozmak ihanetin olmadığını gösterir. (Âşûr)

النَّبْذِ  veya  النّابِذِ  kelimesinin aynı şekilde olmak ile vasfedilmesi, eğrilik olmayan bir yolda yürüyen kimsenin hali olarak temsil edilmiştir. (Âşûr)

Burada  عَلٰى  mecazî istila içindir. (Âşûr) 

عَلٰى سَوَٓاءٍۜ  mahzuf bir masdarın sıfatıdır. Yani ‘aynı şekilde atmak’ demektir. Veya  انْبِذْ  fiilindeki zamirden haldir. Yani ‘aynı halde’ demektir. (Âşûr)

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Bu ayetin, Kur’an’ın îcâzından olduğu söylenmiştir. ‘’Aranızdaki antlaşmayı çöz ve bunu onlara bildir ki onlarla eşit seviyeye gelin’’, demektir.

Meknî istiare vardır,  خوف  kelimesi “ilim” manasında müstear olmuştur. İhanetten korkmak, ihanet edeceğini bilmek demektir.

فَانْبِذْ  “Ahitlerini dosdoğru bir şekilde ve açıkça yüzlerine fırlatıp atıver.”

نَبْذ : Lügatte, bir şeyi kaldırıp atıvermektir. Şeriat dilinde ise bir devletin antlaşma yaptığı başka bir devletle ilişkilerini kestiğini haber verip ilan etmesidir. Yani öyle korkulacak bir hıyanetin alamet ve belirtilerini görüp anladığın takdirde antlaşmanın geçersizliğini, aranızdaki ilişkiyi kestiğini ciddiyet ve doğrulukla ve açıkça kendilerine resmen bildir. Böylece antlaşmanın geçersizliği taraflarca resmen ve eşit olarak bilinsin de ona göre hareket edilsin. (Elmalılı)

 

 اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْخَٓائِن۪ينَ۟

 

  

Ta’lil hükmünde müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. 

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile (hayal gücü) harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

خِيَانَةً -  الْخَٓائِنٖينَ  kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍ  ifadesinin lafzın kısalığına rağmen manalarının çokluğu dolayısıyla Kur’an’ın îcâzından olduğu söylenmiştir. “Aranızdaki antlaşmayı çöz ve bunu onlara bildir ki onlarla eşit seviyeye gelin” demektir.

Allah'ın hainleri sevmediği cümlesi, ahdi atma emrinin sebebini açıklar. Burada iki anlam söz konusu olabilir:

Ahdi atmakla beraber, savaşı başlatmamak gerekir.

Bu takdirde kelamın amacı, Resulullah'ı hıyanet sayılan savaşı başlatmaktan sakındırmaktır.

Ahdi atmakla beraber hemen arkasından savaşı başlatmak gerekir.

Buna göre ise kelamın amacı Peygamber’i önce ahdi atmaya ve sonra da onlarla savaşmaya teşvik etmektir. Bu takdirde sanki şöyle denilmiş olur:

“Resulüm, eğer bir kavmin ahde hıyanetini kesin olarak tespit edersen, ahdi onların üzerine at; sonra da onlarla savaş. Çünkü Allah Teâlâ, hainleri asla sevmez ve onlar da hainlerdir.” (Ebüssuûd)

 

Meknî istiare vardır,  خوف  kelimesi “ilim” manasında müstear olmuştur. İhanetten korkmak, ihanet edeceğini bilmek manasındadır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. (Âşûr)

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Enfâl Sûresi 59. Ayet

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَبَقُواۜ اِنَّهُمْ لَا يُعْجِزُونَ  ...


İnkâr edenler, asla yakayı kurtardıklarını zannetmesinler. Çünkü onlar (sizi) âciz bırakamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 يَحْسَبَنَّ sanmasınlar ح س ب
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
5 سَبَقُوا kaçabileceklerini س ب ق
6 إِنَّهُمْ şüphesiz onlar
7 لَا
8 يُعْجِزُونَ (bizi) aciz bırakamazlar ع ج ز

İnkâra sapanlar sakın yakayı kurtardık sanmasınlar; çünkü ne yapsalar kurtulamayacaklardır. 

Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَبَقُواۜ

 

  

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.   يَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir.

Fiilin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ,  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُٓوا ’dur. İrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Birinci mef’ûl mahzuftur. Takdiri,  أنفسهم  şeklindedir.

سَبَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

 اِنَّهُمْ لَا يُعْجِزُونَ

 

  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir  هُمْ  (onlar)  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَا يُعْجِزُونَ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يُعْجِزُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَبَقُواۜ اِنَّهُمْ لَا يُعْجِزُونَ

 

  

وَ   istînâfiyye,  لَا  nahiyedir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fail  konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ ‘nin sılası  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559) 

لَا يَحْسَبَنَّ  fiilinin mef’ûlü  سَبَقُوا  cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

السَّبْقُ ; kendisini isteyen kişiden kurtulmak ve otoritesinden kaçmak manasında müsteardır. Tıpkı Ankebut Suresi 4. ayette geçen  أمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئاتِ أنْ يَسْبِقُونا  sözü gibi, kendisini isteyen kişiden kurtulmak için bir müsabakayı kazanmaya benzetilmiştir. (Âşûr)

Bu ayette olduğu gibi nehiylerden sonra gelen bütün tekidler; zihni boş olan muhatabı, mütereddit makamına koyma kabilindendir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Son üç ayette fiiller arka arkaya şeddeli tekid nunuyla gelmiştir.

Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile (hayal gücü) harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

كَفَرُوا - سَبَقُوا - يُعْجِزُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

"Kâfirler sakın öne geçtiklerini sanmasınlar. Çünkü onlar bizi asla aciz bırakamazlar.”  Bu kelam, kâfirlerin, mukavemete ve direnişe muktedir olmadıklarını en belâgatlı ve kuvvetli şekilde ifade eder. (Ebüssuûd)

 

Allah Teâlâ: "O küfredenler (yakalarını kurtarıp) geçtiklerini asla zannetmesinler" buyurmuştur.

Bunun manası şudur: "Onlar, seni geçince senin elinden kurtulmuş olurlar, böylece sen onlara müstehak oldukları cezayı veremezsin." Sonra bununla ilgili olarak iki görüş vardır:

1)  Bundan murad, "Onların senin elinden kurtulduklarını sanma. Çünkü Allah seni, onların kervanını ele geçirmeye muvaffak kılacaktır" manasıdır.

2) Bu, "Sen, onların esirlikten ve ölümden kurtulduklarını, Allah'ın ikâbından ve ahiret azabından uzak kalacaklarını sanma. Zira onlar, aciz bırakamazlar. Yani, onlar bu kaçışla Allah'ı, kendilerinden intikam almaktan aciz bırakamazlar" demektir. Bu ifadenin maksadı, Hz. Peygamber (sav)'i, kendilerini yenemediği ve intikam alamadığı kimseler hakkında teselli etmektir. (Fahreddin er-Râzî)


Enfâl Sûresi 60. Ayet

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ  ...


Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَعِدُّوا hazırlayın ع د د
2 لَهُمْ onlara karşı
3 مَا
4 اسْتَطَعْتُمْ gücünüz yettiği kadar ط و ع
5 مِنْ
6 قُوَّةٍ kuvvet ق و ي
7 وَمِنْ
8 رِبَاطِ ve cihad için bağlanıp beslenen ر ب ط
9 الْخَيْلِ atlar خ ي ل
10 تُرْهِبُونَ korkutursunuz ر ه ب
11 بِهِ bununla
12 عَدُوَّ düşmanını ع د و
13 اللَّهِ Allah’ın
14 وَعَدُوَّكُمْ ve sizin düşmanınızı ع د و
15 وَاخَرِينَ ve başkalarını ا خ ر
16 مِنْ
17 دُونِهِمْ onların dışında د و ن
18 لَا
19 تَعْلَمُونَهُمُ sizin bilmediğiniz ع ل م
20 اللَّهُ Allah’ın
21 يَعْلَمُهُمْ bildiği ع ل م
22 وَمَا ne ki
23 تُنْفِقُوا harcarsanız ن ف ق
24 مِنْ
25 شَيْءٍ herşeyden ش ي ا
26 فِي
27 سَبِيلِ yolunda س ب ل
28 اللَّهِ Allah
29 يُوَفَّ tam olarak ödenir و ف ي
30 إِلَيْكُمْ size
31 وَأَنْتُمْ ve siz
32 لَا
33 تُظْلَمُونَ hiç haksızlığa uğratılmazsınız ظ ل م

Allah’ın âdet ve kanunlarına göre zafer ve başarının şartlarını açıklayan âyetler (45-46) içinde bu âyete de işaret edilmişti. İslâm’a göre savaş gücüne sahip olmaktan, savaş için hazırlanmaktan maksat, dinleri başka da olsa fiilen savaşarak insanları öldürmek olmayıp onların maddî ve mânevî olarak kendilerine ve başkalarına zarar vermelerini engellemektir. Bu da, düşmandan daha güçlü olmakla mümkündür. Sağduyusunu yitirmemiş olan topluluklar, ortada zaruret bulunmaksızın kendilerinden daha güçlü bir topluluğa saldırmazlar. “Hazır ol cenge eğer ister isen sulhu salâh” şeklinde manzumlaştırılmış bulunan bu ilke, barışın ancak, bunu isteyenlerin caydırıcı güce sahip olmaları sayesinde gerçekleşebileceğini ifade etmektedir. Âyetin bu kısmı evrensel bir gerçeği dile getirmektedir. Buradaki “Savaş atları” ve bazı sahih hadislerde (Müslim, “İmâre”, 167) teşvik edilmiş bulunan okçuluk ve atıcılık ise tarihî şartlar içinde yapılmış bir tavsiyedir, bir semboldür. Bunun günümüze yansıyan anlamı ise “en uygun, maksadı gerçekleştirmede en etkili olan silahlar ile diğer araç gereçler, askerî eğitim, savunma ve savaş stratejisi gibi savunma ve zafer için gerekli olan her türlü askerî güç ve imkânlar” demektir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 

Cilt: 2 Sayfa: 702-703

ربط Rabeta : رَبْطٌ kelimesinin aslı korumak ve muhafaza etmek gayesiyle atı bir yere bağlamaktır. رِبَاطٌ muhafız ve bekçilerin içinde kalması için tahsis edilen mekan olarak adlandırılmıştır. Kuran-ı Kerim’de de geçen mufâale babındaki murâbata مُرَابَطَةٌ terimi iki türlü olur: Birincisi müslümanların sınırlarında, sınır boylarında; ikincisi ise nefsin murâbatasıdır. Zira nefsin bedeni gözetlemesi bir sınır noktasına yerleşip oranın koruma ve gözetlemesi kendisine tevdî edilmiş kişinin durumuna benzer. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri râbıta, irtibat, merbut, raptiye ve (zaptu) rapttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

خيل Hayele : خَيَالٌ Asıl olarak soyut sûret anlamlarına gelir. Rüyada görülen sûretler, aynadaki şekiller, gözden kaybolan cisimlerin suretlerinin kalpte/hafızada canlanması da bu kapsamda yer alır. تَخْيِيلٌ bir şeyin hayalini zihinde canlandırmak, تَخَيُّلٌ ise bunu düşünmektedir. Bu kökten gelen خُيَلاَءُ sözcüğü insanın kendinde bir üstünlük/büyüklük olduğunu hayal ederek tekebbür edişidir. İşte Kuran-ı Kerim’de de geçmekte olan خَيْلٌ at kelimesi de bu mana düşünülerek verilmiş bir isimdir. Zira ata binen hiç kimse yoktur ki kendinde bir gurur hissetmesin. Asıl olarak hem atların hem de süvarilerin ismidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hayal, tahayyül, hayalet, muhayyile ve muhayyeldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ

 

  

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَعِدُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  اَعِدُّوا  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اسْتَطَعْتُمْ  ‘dur. İrabdan mahalli yoktur.

اسْتَطَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قُوَّةٍ  car mecruru mahzuf aid zamirin haline müteallıktır.

مِنْ رِبَاطِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مِنْ قُوَّةٍ ‘e müteallıktır.  الْخَيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُرْهِبُونَ  fiili  اَعِدُّوا ‘deki failin veya mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vâv-u haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و   gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

تُرْهِبُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِهٖ car mecruru  تُرْهِبُونَ  fiiline müteallıktır.

عَدُوَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَدُوَّكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  عَدُوَّ اللّٰهِ ‘ye matuftur.  اٰخَرٖينَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  عَدُوَّ اللّٰهِ ‘ye matuf olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مِنْ دُونِهِمْ  car mecruru  اٰخَرٖينَ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَطَعْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.  

 

لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ 

 

  

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  يَعْلَمُهُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْلَمُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 

  وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

 

  

وَ  atıf harfidir.  مَا  iki fiili cezm eden şart ismidir.  تُنْفِقُوا  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

 تُنْفِقُوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنْ شَيْءٍ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.

فٖي سَبٖيلِ  car mecruru  تُنْفِقُوا  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı  يُوَفَّ اِلَيْكُمْ ‘dur.  يُوَفَّ  illet harfinin hazfiyle meczum, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اِلَيْكُمْ  car mecruru  یُوَفَّ  fiiline müteallıktır.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا تُظْلَمُونَ  haber olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vâv-u haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُظْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

يُوَفَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

تُنْفِقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ 

 

  

وَ , istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَعِدُّوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

 

Hitap, Müslümanlar grubuna ve yöneticilerine yöneliktir, çünkü gruptan maksat, milletin maslahatını gözeten vekillerdir ki işleri onlar yönetir. (Âşûr)

 

القُوَّةُ  kelimesi mecazen etki sahibi bir şeyin etki şiddeti ve tesir şiddetinin sebebi için kullanılır. قُوَّةُ الجَيْشِ  ifadesi ordunun düşman üzerindeki şiddeti, silah ve teçhizatının kuvveti demektir ki burada da bu mana kastedilmiştir. Bu ifade; iki vasıtayla mecaz-ı mürseldir. Eski çağlardaki orduların gücü olan kılıç, ok ve yay edinmek günümüz orduları için de tank, tüfek, uçak ve füze edinmektir. (Âşûr)

رِباطِ الخَيْلِ  ifadesi hususun umuma atfı kuvvetindedir. Bu hususi durumun önemi sebebiyledir. (Âşûr)

 

والرِّباطُ  mufâale sıygasındadır. Savaş için bir çok at yetiştirme manası için mübalağa maksadıyla zikredilmiştir. (Âşûr)

 

الرِّباطُ , cephe karargâhında bulunan askerler ve hayvanlar demektir. Veya rabît kelimesinin çoğuludur. Bu tıpkı, fısal kelimesinin fasîl (sütten kesilmiş yavru) lafzının çoğulu olması gibidir. Bağlanıp beslenen atların, cihat aletlerinin en kuvvetlilerinden olduğuna şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî) 

 

مِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ Cihat için bağlanıp beslenen atlar; kuvvetin kapsamına dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, diğer savaş bineklerinden daha önemli olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

اَعِدُّوا  fiilinin failinden veya mef’ûlünden hal olan  تُرْهِبُونَ بِهٖ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَرٖينَ مِنْ دُونِهِمْ  cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَدُوَّ اللّٰهِ  izafeti muzâfın tahkiri içindir.

 

تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وعَدُوَّكُمْ  cümlesi, ya istînâfî beyâniyye cümlesi olarak umum şeylerin zikrinden sonra hususen ribatın zikrinden kaynaklanan bir sorunun cevabı niteliğinde gelmiştir ki kuvvet manasındadır, ya da  وأعِدُّوا  fiilinin zamirinden haldir. (Âşûr)

 

Allah'ın düşmanı ve düşmanları müşriklerdir. İzafetle marife olmaları, en kısa yol olduğu içindir. Bu izafet; onlarla savaşmayı, onları korkutmayı, Rablerinin düşmanı olduğu için onları kınamayı ifade ederken Müslümanları kendilerine düşmanlık ettiklerinde onlarla savaşmaya teşvik eder. Çünkü onlar Allah’ın, tevhidin, Resulullah'ın (sav) düşmanıdır ve bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Müslümanların da düşmanıdırlar. Müslümanlar ise Allah'ın dininin koruyucusu, destekçileri ve dini ayakta tutanlardır. (Âşûr)

 

آخَرِينَ مِن دُونِهِمْ  ile kastedilen, Müslümanların özelde veya genel olarak tanımadıkları düşmanlardır. Ve onlar, Müslümanlara düşmanlık ve hıyanet besleyen ve bazı kabileler gibi çevrelerini saran kimselerdir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا تَعْلَمُونَهُمْ  cümlesi,  اٰخَرٖينَ  için sıfattır. 

اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi, اٰخَرٖينَ ‘nin üçüncü sıfatı konumundadır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.

اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ  cümlesi, bu diğerlerine yönelik tehditle tarizdir. Bu yüzden haber kinai manada gelmiştir. Yani Allah onları takip eder, eleştirir ve iyi bir şey yapmaya teşvik eder. Müslümanlara Allah'ın koruması altında oldukları nimetini hatırlatan bir tarizdir. Çünkü düşmanlarını saymış ve Müslümanları onlara karşı uyarmıştır. (Âşûr)

 

لَا تَعْلَمُونَهُمْ  ve  اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْ  cümleleri arasında mukabele vardır.

يَعْلَمُهُمْ - لَا تَعْلَمُونَهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.

 

اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ  cümlesinde müsnedün ileyhin haber konumunda olan fiile takdim edilmesi manayı güçlendirmek içindir. Yani haberin doğrulanması ve tekid içindir. Kastedilen şey; anlamın lazımının doğrulanmasıdır. Anlamın aslına gelince, kimse bunu inkâr edemeyeceği için teyit edilmesine gerek yoktur. Burada takdimin ihtisas manasına hamledilmesi güzel olmaz. Burada  ويَعْلَمُهُمُ اللَّهُ  buyurulsaydı öncesindeki cümleyle birlikte  لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ و اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ ifadesinde kasr manası olurdu ama  لا تَعْلَمُونَهُمُ  cümlesiyle fasıl yapılmıştır. (Âşûr)

 

مِنْ قُوَّةٍ - مِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ  kelimeleri müsebbep alakasıyla savaşmak manasındadır. Yani mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi)

Sebebiyet alakası ile silah yerine kuvvet kelimesi kullanılmıştır. Mecaz-ı mürsel vardır.

اَعِدُّو - تُرْهِبُونَ  - لَا تَعْلَمُونَ - يَعْلَمُ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

 

  

İstînâfiyye cümlesi  وَاَعِدُّوا لَهُمْ   cümlesine matuf, şart üslubunda haberî isnaddır.

مَا  şart ismidir. تُنْفِقُوا  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihidir.  تُنْفِقُوا şart fiilidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُوَفَّ اِلَيْكُمْ  cevap cümlesidir.  ف۪  karînesi olmadan gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

والتَّوْفِيَةُ , hakkın tam olarak ifasıdır. Allah bu infakı Allah'a borç vermek saymış ve buna bir karşılık vermiştir. Bu yüzden de mükâfatı istiare-i mekniyye yoluyla  التَّوْفِيَةُ  kelimesiyle isimlendirmiştir.  التَّوْفِيَةُ , ahiret mükâfatıyla birlikte bu dünyadaki mükâfatı da içerir. Bu mana İbn Abbas'tan nakledilmiştir. (Âşûr)

 

يُوَفَّ اِلَيْكُمْ  şeklindeki ifadede fiil kullanılmıştır. Vefalı olarak ödenecek şey Allah yolunda infakın karşılığıdır. Böylece ödenecek şeyin sevap olduğu hissettirilmiştir.  التَّوْفِيَةُ  yani karşılık, infakın miktarı kadardır. Bu manada  وفّاهُ دَيْنَهُ (Borcunu ödedi.) denir.

İsnad; ya mecaz-ı aklî, ya da hazif mecazıdır. (Âşûr)

اِلَيْكُمْ ’deki zamirden hal cümlesi olan  وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ شَيْءٍ  ibaresinde  مِنْ  harfi ba’diyet içindir.  شَيْءٍ  kelimesi de nekre gelerek, ‘Allah yolunda çok az şey bile harcasanız’, manasındadır.

فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَبٖيلِ اللّٰهِ  izafetinde  lafza-i celâle muzâf olması  سَبٖيلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَبٖيلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَبٖيلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır.  Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Allah isminin kalplerde tazim, telezzüz ve haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


Enfâl Sûresi 61. Ayet

وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...


Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 جَنَحُوا onlar yanaşırlarsa ج ن ح
3 لِلسَّلْمِ barışa س ل م
4 فَاجْنَحْ sen de yanaş ج ن ح
5 لَهَا ona
6 وَتَوَكَّلْ ve dayan و ك ل
7 عَلَى
8 اللَّهِ Allah’a
9 إِنَّهُ çünkü
10 هُوَ O
11 السَّمِيعُ işitendir س م ع
12 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

İslâm’ın savaştan amacının ne olduğu bir de bu âyet vesilesiyle açıklanmış olmaktadır: Zulmü ve saldırı ihtimalini ortadan kaldırmak, meşrû savunmada bulunmak. Bu zaruretler yüzünden başvurulan savaş, karşı tarafın zulüm ve saldırıdan vazgeçerek barışa yönelmesiyle gereksiz hale geleceği için buna olumlu cevap verilmesi, barışmak isteyenle barışılması emrolunmuştur.

39.âyetin tefsirinde de açıklandığı üzere savaş ve barışla ilgili âyetleri bir bütün halinde değerlendirerek genel bir sonuç çıkarma konusunda müfessirler görüş ve söz birliğine ulaşamamışlardır. Savaşın amacını, dünyada müşrik kalmaması veya müminlerin dünyaya hâkim olmaları olarak anlayanlara göre bu ve benzeri âyetlerin hükmü, sonradan gelen şu âyetlerle kaldırılmıştır: Müşriklerin yakalandıkları yerde öldürülmelerini (et-Tevbe 9/5) veya Ehl-i kitaba karşı, onlar İslâm’ı kabul edinceye ya da İslâm devletine boyun eğerek cizye ve haraç vermeye razı oluncaya kadar savaşılmasını (et-Tevbe 9/29) isteyen âyetlerle, kezâ “Siz üstün durumda iken düşmanı barışa çağırarak gevşeklik göstermeyin” (Muhammed 47/35) meâlindeki âyetle neshedilmiştir. Bu anlayışa karşı Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin (II, 875 vd.) ve Cessâs’ın (III, 68) dile getirdikleri görüş şöyledir: Nerede bulunurlarsa öldürülecek olan müşrikler Arabistan kıtasında o zaman yaşayan ve müslümanların kökünü kazımaya azmetmiş bulunan müşriklerdir. Âyetlerin devamlı olan hükümlerinin bunlarla alâkası yoktur. Savaş ve barış müslümanların güçlerine, menfaatlerine ve dinin amaçlarına bağlıdır. Buna göre savaşmak, teklif ederek veya karşı tarafın teklifini kabul ederek barış yapmak, barış karşılığında bir şey almak veya vermek câizdir. Âyetler birbirini neshetmemiş, duruma göre nasıl hareket edileceğini göstermiştir. Nitekim Peygamberimiz de buna göre davranarak Medine’ye geldiğinde bazı yahudi ve müşrik gruplarla barış antlaşması yapmıştır; kezâ Mekke müşrikleriyle Hudeybiye Antlaşması’nı yapmış, karşı tarafın antlaşmayı bozarak –müslümanlarla ortak savunma antlaşması yapmış bulunan– Huzâa kabilesine savaş açmalarına kadar barışa sadık kalınmıştır. Yine, Necran hıristiyanlarıyla barış antlaşması imzalamıştır. Müslümanlar Ehl-i kitaba ya İslâm ya cizye, yarımada müşriklerine ise, –yalnız onlarla sınırlı olmak üzere– “ya İslâm ya bölgeyi terk veya ölüm” teklif etmişlerdir. “Savaş ve barışın güç, fayda ve amaç esaslarına göre yürütülmesi, bu konuda Ehl-i kitap müşrik farkının gözetilmemesi” hükmünün uygulamasına ilk halifeler döneminde de devam edilmiştir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 704-705

وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ

 

  

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  جَنَحُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mahallen meczumdur.

لِلسَّلْمِ  car mecruru  جَنَحُوا  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اجْنَحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

لَهَا  car mecruru  اجْنَحْ  fiiline müteallıktır.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi, başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt) ف ‘si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt) ف‘si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  تَوَكَّلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail konumunda olduklarında vücûben müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَوَكَّلْ  fiiline müteallıktır.

تَوَكَّلْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir.

Zamiru’l Fasl ( ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri ): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ   ayırma zamiri ) denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السَّمٖيعُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَلٖيمُ  kelimesi ikinci haberdir.

السَّمٖيعُ - الْعَلٖيمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ

 

  

Ayet  وَ ’la  مَا تُنْفِقُوا  cümlesine atfedilmiştir. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  جَنَحُوا  şart fiilidir.  فَ  karînesiyle gelen  فَاجْنَحْ لَهَا , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ  cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Şart ve cevap cümleleri arasında müzâvece sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

جَنَحُوا  ve  فَاجْنَحْ  arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا  ibaresinde istiare vardır.  جَنَحُ , ‘kanat çırpmak’ demektir. Bununla kastedilen ”tuzak kurma, aldatma, hile ve ikiyüzlülük amaçlı istek değil de kalıcı bir meyille ve samimiyetle yönelme şeklinde barışa meylederlerse, sen de talep ettikleri şekilde onlarla barış yap’’anlamıdır.  جَنَحُ  kelimesi, kuşun bir cihete yönelip kanat (cenah) çırpmasına teşbih ile bir şeye yönelmek anlamında istiare olmalıdır. (Şerîf er-Radî)

İbn Âşûr bu ayette geçen  فَاجْنَحْ (meylet) kelimesinin anlamını ifade ederken bu kelimenin iştikakını yapar ve kuşun kanadı anlamında olan cenâhu-t tayr ifadesinden türediğini söyler. Bu yaklaşımını pekiştirmek için anlama dair yorumlar yaptıktan sonra Nabiğa’nın (ö.604) savaşta ölen askerlerin cesetleri için bekleyen yırtıcı kuşları vasıflandırırken söylediği bir beyti şahit getirmektedir.

İbn Âşûr, ayette geçen  فَاجْنَحْ  kelimesinin “meylet” anlamında olduğunu ve kuşlar da iniş yaparken iniş yapacağı tarafa kanadıyla meylettiğinden dolayı onlar için kullanılan  جوانح  kelimesinin kanat anlamında olan  جناح  kelimesinden müştak olduğunu söylemektedir. (İbn ‘Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 9, 147)

57. Ayette  حَرْب (savaş) kelimesi geçmişti, burada  سِلْم (barış) geçmiştir. İkisi de semaî müennes kelimelerdir.

 

 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

  

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve kasrla tekid edilen cümle, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin, yani  السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf sadece Allah’a (cc) aittir. 

Cümledeki هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.


Günün Mesajı
“Güç” kavramı maddi ve manevi düşmanı korkutan her şeyi kapsar. İslâm'da savaş, ne saldırmak ne de düşmanlık içindir. Savaş ancak dini ve İslâm vatanını korumak içindir. Düşmanların eğilim göstermeleri halinde barış kabul edilir. Yalnız bunun güçlü olmaktan kaynaklanan bir barış olması gerekir. Zayıf olmaktan kaynaklanan bir barış değil.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Uykuya dalmadan önce, aklımda tekrarlanan cümleyi yazdım defterime: “İslam gökyüzünün parlayan şehitleri, ne zaman çöktü bu tembellik üzerimize?”

 

Uykumun ortasında gelip, yatağımdan kaldırdılar. Gecenin karanlığında, yüzleri aydınlık bir topluluğa götürdüler. İnsanların ilerisine doğru itelediler.

Oturmaya davet edildiğimde, endişeyle öne doğru eğildim. Yere bir şeyin düştüğünü duyduğumda, başımı kaldırıp baktım. Kalbimi almak için ileri atıldım. Benden önce davranmıştı, karşısında durduğum adam.

Gülümsedi, yabancı bildiğim ama dost hissettiğim adam. Yüreğim, parlayan elinin içinde, ne kadar da soluk duruyor diye düşündüm. Orada yaşananları sorgulamam gerekirken, kalbimin haliyle bambaşka diyarlara gittim. Adamın sözleriyle sanki bir rüyadan uyandım:

‘İnsan etrafındakilerin değişmesini ister. Başkalarının hallerini düzeltmesini, hayatının güzelleşmesini ve daha nice değişikliklerin hayalini kurar. Rabbi ona merhamet etsin de, yaşadığı yeri düzeltsin diye umar. Bekler. O değişim zincirinin bir parçası olması gerekirken, sadece beklemeyi seçer. Halbuki, ilk değişim, önce burada başlar.’ diyerek kalbimi gösterdi.

Dudaklarından bir ezgi döküldü ama sanki benimle değil de, yüreğimle konuşuyordu:

‘Yeryüzünün şereflisi Müslüman, kendinden emin at adımlarını. İslam davasını bilmenin heyecanıyla, dik tut başını. Dünya hevesleri için, verme hiçbir tavizi. Allah’ın sınırlarına sahip çık, canını ve malını koruduğun gibi. Allah aşkı için çarpsın kalbin, O’nun emirlerine itaat etmek için çalışsın bedenin. Allah kelamıyla dolsun zihnin, sünnet ışığıyla aydınlansın yolun. Emir ve takdir Allah’tan; değişim çabası senden. Elhamdulillah iman etmeyi nasip eden Rabbe. Elhamdulillah İslam davasını sevdirene. Elhamdulillah her emeğin karşılığını veren mağfiret sahibine.’

Her şükürle beraber, kalbim de ışıldıyordu. Bembeyaz olduğunda, bana doğru uzattı. Göğsüme yerleştirdiğim yüreğimle, kapattım gözlerimi. Her şey dursun ve ben o anda kalayım istedim.

Ya Rab! Rahmet rüzgarlarındaki yumuşaklıkla sarmala benliğimi. İslam’ın bereketiyle doldur, hayatımın her dönemini. Pisliklerden arındır nefsimi. Nurunla tamamla, kalbimdeki eksiklikleri. Değişimi bekleyenlerden değil, değişimin bir parçası olmak için çalışanlardan eyle beni. Hayırla yaşayanlardan, hayırla ölenlerden, göklerde ve yerde hayırla anılanlardan eyle beni.

 

Amin.

Tarih zulüm örnekleriyle doludur. Gündem haksızlıklarla canlılığını korumaktadır. Allah’ın yolunda tökezleyen veya yolundan ayrılan ve dünyalıkları elde etme hırsını beslemek/nefsani haklılığını ispatlamak için elinden geleni yapan herkes türlü haksızlıklara bulaşmış ve bulaşmaktadır. 

Bu hayatta her şeye karşı bağımlılık geliştirebilen insan, haksızlık yapmayı da alışkanlık haline getirebilir. Kendisine göre haklı sebeplerle girdiği haksızlık yolundan çıkması kaldıkça zorlaşır. Zira içindeyken sınırların iyice belirsizleştiği karanlığı kontrol etmek mümkün değildir. 

Belki de bu tıpkı şuna benzer: karanlıkta oturan kişinin gözleri, dışarıdan süzülen az bir ışıkla eşyaları seçecek kadar uyum sağladığı zaman, kişi gördüklerinin yeterli olduğuna dair büyük bir yanılgıya düşer. Belki de kendisini hakikate götüren, dünyalıklardan uzaklaştıran detaylardan kaçmak ister.

Hakikaten de o, eşyaların asıl renklerinden, sınırlarından ve detaylarından habersizdir. Dünyalıkların nihai amaçlarını ve ilimlerin hakiki derinliklerini görememektedir. Kendisine ve etrafındakilere yaptığı haksızlıkların desteklenmesi için de zaten bu eksikliklere ihtiyacı vardır.

Ey bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaran Allahım! İman ile aydınlattığın kalplerimiz için Sana sonsuz hamd-u senalar olsun. Bizi küfrün ve zulmün karanlıklarından, karanlığa alışmış kalplerden ve sahiplerinden muhafaza buyur. Nurundan gelen bu aydınlanmış halimizi dünyada ve ahirette daim kıl. Huzuruna nurunla parlayan yüzlerle ve kalplerle varanlardan eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji