بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِنْ يُر۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ هُوَ الَّـذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | eğer |
|
2 | يُرِيدُوا | isterlerse |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | يَخْدَعُوكَ | sana hile yapmak |
|
5 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
6 | حَسْبَكَ | sana yeter |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | هُوَ | O |
|
9 | الَّذِي | ki |
|
10 | أَيَّدَكَ | seni destekledi |
|
11 | بِنَصْرِهِ | yardımıyle |
|
12 | وَبِالْمُؤْمِنِينَ | ve mü’minleri |
|
Düşmanın iyi niyetli ve samimi olmaması, bir oyun, bir taktik olarak barış istemesi de mümkündür. Buna rağmen şartlar uygun düştüğünde barışa yanaşmak, oyun ihtimali karşısında da Allah’a güvenmek gerekmektedir. Burada Allah’a güvenmek, bilerek oyuna gelmek mânasını içermiyor, şartlar gerekli ve faydalı kıldığında barışa karar verirken zayıf olan, vehim derecesinde kalan olumsuz ihtimallere kulak asmadan Allah’ın izin ve emrine dayanıp güvenmeyi ifade ediyor. Bu güven duygusunu geliştirmek üzere de iki ilâhî lutuf hatırlatılıyor: a) Allah’ın hicret esnasında, Bedir’de vb. durumlarda vâki mûcizevî yardımları; b) Medine’de yaşayan ve daha önce birbirine düşman olan Evs ve Hazrec kabileleri müslüman olunca onların gönüllerindeki düşmanlık, kin ve intikam duygularının yerine giderek sevgi, dayanışma ve kardeşlik duygularını ikame etmesi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 705
وَاِنْ يُر۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يُر۪يدُٓوا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَخْدَعُوكَ fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
حَسْبَكَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
يُر۪يدُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَيَّدَكَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَيَّدَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِنَصْرِه۪ car mecruru اَيَّدَكَ fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru atıf harfi وَ ‘la بِنَصْرِه۪ ‘ye matuftur. الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَيَّدَكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi أيد ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِنْ يُر۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ
Ayetin ilk cümlesi, وَ ’la …وَاِنْ جَنَحُوا cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. يُر۪يدُٓوا şart fiili, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haberi ibtidaî kelamdır. اَنْ ve يَخْدَعُوكَ cümlesi masdar teviliyle, يُر۪يدُٓوا fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Şartın cevabı فَ karînesiyle gelen فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ile tekid edilen cümlede müsnedin marife gelmesi kasr ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması muhabbet ve destek amacıyladır.
Allah Teâlâ önceki ayette sulhu emredince, bu ayette de sulh hükümlerinden birini zikretmiştir. O da şudur: Onlar hilekârlık niyetiyle sulha yanaşırlarsa bile, o sulhu kabul etmek gerekir. Çünkü hükümler zahirî duruma göre verilir. Çünkü sulh, imandan daha kuvvetli ve önemli birşey değildir. Biz imana, bâtına değil de zahire göre hükmettiğimize göre, bu durumda da bizatihi olur. (Fahreddin er-Râzî)
حَسْبُ kâfi manasında ism-i fail manasında sıfat-ı müşebbehedir. كافِيكَ demektir. Bu haberin إنَّ ile tekid edilmesi kinai manayı tekid içindir. Çünkü sarih mana kimsenin şüphe etmediği bir manadır. النَّصْرِ kelimesinin Allah’a izafesi bu zaferin harikulade olduğuna tenbihtir. Bu zafer davetin ilk günlerinde meleklerin verdiği bir zaferdir. (Âşûr)
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ
Fasılla gelen cümle, beyâni istînâf veya ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İsim cümlesi formunda gelen cümlede müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonradan gelecek haberin önemini vurgulamak içindir.
Mevsûlün sılası olan اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِنَصْرِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نَصْرِ , şan ve şeref kazanmıştır.
اِنْ ve اَنْ harfleri arasında arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
اَيَّدَكَ - بِنَصْرِه۪ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Allah Teâlâ’nın Peygamberi desteklemesi, gelecekte de destekleyeceğine delildir. (Ebüssuûd)
Onların ihanet etme ihtimalinden çekinmemeleri ve gizlice bundan korktuklarına bir tarizdir. (Âşûr)
وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ اِنَّهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَلَّفَ | ve uzlaştırdı |
|
2 | بَيْنَ | arasını |
|
3 | قُلُوبِهِمْ | onların kalblerinin |
|
4 | لَوْ | şayet |
|
5 | أَنْفَقْتَ | sen verseydin |
|
6 | مَا |
|
|
7 | فِي | bulunan |
|
8 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
9 | جَمِيعًا | herşeyi |
|
10 | مَا |
|
|
11 | أَلَّفْتَ | yine de uzlaştıramazdın |
|
12 | بَيْنَ | arasını |
|
13 | قُلُوبِهِمْ | onların kalblerinin |
|
14 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
15 | اللَّهَ | Allah |
|
16 | أَلَّفَ | uzlaştırdı |
|
17 | بَيْنَهُمْ | onların arasını |
|
18 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
19 | عَزِيزٌ | daima üstündür |
|
20 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَلَّفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
بَيْنَ mekân zarfı, اَلَّفَ fiiline müteallıktır. قُلُوبِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَّفَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Tef’il babındandır. Sülâsîsi ألف ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. اَنْفَقْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
جَم۪يعاً kelimesi hal olup fetha ile mansubtur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
جَم۪يعاً kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren hal olur. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّفْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı, اَلَّفْتَ fiiline müteallıktır. قُلُوبِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لَـٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâli لَـٰكِنَّ ’nin ismidir. اَلَّفَ fiili لَـٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَلَّفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَيْنَ mekân zarfı, اَلَّفَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
عَز۪يزٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ ise اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ
Ayetin ilk cümlesi … اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. …اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ cümlesi, şartın cevabıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنْفَقْتَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ‘nın sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِ bu mahzuf sılaya müteallıktır. جَم۪يعاً lafzî tekid kelimelerindendir. Cümlede hal olarak mansubtur. Hal, ıtnâb sanatıdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)
وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ cümlesiyle مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ
Şartın cevabına dahil olan bu isim cümlesini istidrak ifade eden لٰكِنَّ tekid etmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs ve sebata işaret eder.
اَلَّفَ - اَلَّفْتَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَيْنَ - هِمْۜ - قُلُوبِهِمْۜ - اَلَّفَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مَٓا اَلَّفْتَ - اَلَّفَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اِنَّهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu harf sadece haberin önemi sebebiyle, Allah Teâlâ’nın yaptıklarının eşsizliğine delil olarak gelmiştir. (Âşûr)
Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî' İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Allah (cc), gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Keşşâf)
Azîz kelimesinin üç anlamı vardır: Çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur. (İmam Gazâlî) Su da böyledir. Onun için, ‘’su gibi aziz ol’’ denir.
عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ isimleri nekre ve aralarında وَ harfi olmaksızın gelmiştir. Nekre gelmesi tarifsiz olduklarını ifade eder. Aralarında وَ olmaması da Allah Teâlâ’da bu iki vasfın da bulunduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Bu ayetteki üsluba ıtnâb denir. Bu, Resulullah (sav)’a ve müminlere verilen büyük nimet ve ihsanı hatırlatmayı ifade eder. (Safvetü't Tefasir)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
“Allah’ın yeter olması” 62. âyette Hz. Peygamber’e özel, burada ise onunla birlikte ümmete genel olarak zikredilmiş, bu yeterlilikle Allah’ın yardımına güven duygusunun genelleştirilmesi murat edilmiştir.
“… Müminlerle beraber Allah sana yeter” ifadesi iki türlü anlamaya müsaittir: a) Allah sana da onlara da yeter. b) Müminler ve Allah sana yeter. Her iki mânaya göre de Allah, Hz. Peygamber ve ashabına moral ve güvence vermekte, Allah’ın rızâsı yolunda savaştıkları sürece zaferin kendilerinde olacağını müjdelemektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 707
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّبِيُّ münadadan bedel veya sıfattır.
Nidanın cevabı حَسْبُكَ اللّٰهُ ‘dur.
حَسْبُكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنِ , atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّبَعَكَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّبَعَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ car mecruru اتَّبَعَكَ fiiline müteallıktır. الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعَكَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. النَّبِيُّ ’deki elif-lâm ahd-i ilmidir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olarak gelen حَسْبُكَ اللّٰهُ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi ve faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin lafza-i celalle marife gelmesi kasr ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması muhabbet ve destek amacıyladır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Merfû mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنِ , lafza-i celâle matuftur. Sılası اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, S.107)
62. ayetteki حَسْبُكَ اللّٰهُ cümlesi ile aralarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
مَنِ ve مِنَ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette iki mana yüklüdür: Birisi; Allah sana da onlara da yeter. İkincisi; sana Allah ve onlar yeter. Şu halde başka bir şeyden endişeye kapılmadan Allah’a sığınarak vazifenize bakınız, demek olur. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bu kifayetin nebiye tahsis edilmesi teşrif içindir. المُؤْمِنِينَ kelimesinin Allah ismine matuf olması Allah’ın nebiye kifayetinin şanı içindir. Yoksa kifayetler farklıdır. Müşterekliğin umumi olduğu ifade edilmiştir. (Âşûr)
Bu cümlenin başında nida ve tenbih harflerinin bulunması, anlamına çok önem verildiğine dikkat çekmek içkidir.
Resulüllah'ın (sav) nebi/peygamber unvanıyla zikredilmesi, hükmün gerekçesinin bu unvan olduğunu zımnen bildirmek içindir.
(Ebüssuûd)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | peygamber |
|
3 | حَرِّضِ | teşvik et |
|
4 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minleri |
|
5 | عَلَى |
|
|
6 | الْقِتَالِ | savaşa |
|
7 | إِنْ | eğer |
|
8 | يَكُنْ | olursa |
|
9 | مِنْكُمْ | sizden |
|
10 | عِشْرُونَ | yirmi (kişi) |
|
11 | صَابِرُونَ | sabreden |
|
12 | يَغْلِبُوا | yenerler |
|
13 | مِائَتَيْنِ | iki yüz(kafir)i |
|
14 | وَإِنْ | ve eğer |
|
15 | يَكُنْ | olursa |
|
16 | مِنْكُمْ | sizden |
|
17 | مِائَةٌ | yüz (kişi) |
|
18 | يَغْلِبُوا | yenerler |
|
19 | أَلْفًا | bin (kişiyi) |
|
20 | مِنَ | -den |
|
21 | الَّذِينَ | kimseler- |
|
22 | كَفَرُوا | kafir(ler) |
|
23 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
24 | قَوْمٌ | bir topluluktur |
|
25 | لَا |
|
|
26 | يَفْقَهُونَ | anlamaz |
|
Savaşın amacı ne kadar meşrû, hatta kutsal olursa olsun yine de istenmeyen, korkulan, acı ve ıstıraplara sebep olan bir harekettir; bu sebeple savaşanların maddî-mânevî teşvike ihtiyaçları vardır. Peygamberimiz savaşlarda bunu yapmış, Allah’ın gazilere, şehidlere vaad ettiği muhteşem ödülleri hatırlatarak askerlerine şevk vermiştir. Bu sünnet o günden bugüne bütün İslâm ordularında uygulanmış, kumandanlar askeri coşturmak için mehter gibi mûsiki dahil değişik yöntemlere başvurmuşlardır.
Tefsirlerde bire on savaşma yükümlülüğünün bire iki nisbetine indirilmesi konusunda Bedir Savaşı gibi bazı olaylara atıf yapılmış ve 66. âyetin bir öncekini neshettiğinden söz edilmiştir. İbn Abbas’ın bir yorumuna (Buhârî, “Tefsîr”, 8/6) dayanan Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre (II, 877), Bedir dahil hiçbir zaman sahâbe bire on savaşmamıştır. Bu âyet bir olaya bağlı olmaksızın bir mümine, on düşmana karşı olsa da savaşmasını, bu şart içinde dahi savaştan kaçmamasını farz kılmış, sonra farz olma hükmü kaldırmıştır (savaştan kaçmanın hükmü için bk. 16. âyetin açıklaması). Kurtubî’nin şu açıklaması, İslâm âlimlerinin nesih anlayışları bakımından da ilgi çekicidir: “İbn Abbas’tan gelen rivayet bunun farz olduğunu gösteriyor. Sonra bunun müminlere ağır geldiği sabit olunca farz, bir kişinin iki kişi karşısında sebat etmesi yükümlülüğüne indirildi. Böylece müminlerin yükleri hafifletildi, yüz kişinin iki yüz kişi karşısında kaçmaması farz kılındı. Buna göre, yapılan bir hafifletmedir, nesih değildir ve bu anlayış güzeldir. Maamafih Kadı İbnü’tTayyib, ‘Bir hüküm tamamen ortadan kaldırılmasa bile aslında veya niteliklerinde bir değiştirme yapılmasına da nesih denebilir; çünkü bu takdirde ikincisi, birincinin aynı değildir’ demiştir” (VIII, 45). Bize göre bu iki âyet ortaklaşa şunu ifade etmektedir: Gerektiği ve kaçınılmaz hale geldiği zaman bire on bile savaşılabilir; karşı tarafı savaşa iten sebep ve sâiklerle müminlerinki farklı olduğu için bu bilinç farkı gücü ve dayanmayı (sabrı) etkiler, Allah rızâsı için savaşan ve şehid olduğu takdirde kendisini dünyadakinden daha mutlu bir hayatın beklediğine inanan müminlerin gücü on katına çıkar ve Allah’ın izniyle zafer kazanılabilir. Bu iman ve bilinç zayıfladıkça güç de azalır. Ancak müminlerle kâfirlerin, hak yolunda savaşanlarla ona karşı savaşanların, maddî güce eklenen mânevî güçleri bire ikiden aşağı düşmez. Müminler güç dengesi hesabını yaparken terazinin kefesine bu moral güç farkını da koymalıdırlar.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 707-708
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّبِيُّ münadadan bedel veya sıfattır.
Nidanın cevabı حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ ‘dur.
حَرِّضِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar.
عَلَى الْقِتَالِ car mecruru حَرِّضِ fiiline müteallıktır.
الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَرِّضِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi حرض ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ şart fiili olup nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
مِنْكُمْ car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır. عِشْرُونَ kelimesi يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti وَ ’dır.
صَابِرُونَ kelimesi عِشْرُونَ ‘nin sıfatı olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Şartın cevabı يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِ ‘dir. يَغْلِبُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِائَتَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için ى ile mansubtur.
صَابِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ şart fiili olup nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
مِنْكُمْ car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır. مِائَةٌ kelimesi يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı يَغْلِبُٓوا اَلْفاً ‘dir. يَغْلِبُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَلْفاً mef’ûlun bih bih olup lafzen mansubtur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ harf-i ceriyle birlikte اَلْفاً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri, sebebiyedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte يَغْلِبُٓوا fiiline müteallıktır.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. قَوْمٌ kelimesi أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَا يَفْقَهُونَ cümlesi, قَوْمٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır
يَفْقَهُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. النَّبِيُّ ’deki elif-lâm ahd-i sarihidir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olarak gelen حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu ayette, daha önce geçen “zahf” ve “sebat” ile ilgili ayetlerdeki ıtlakın bir tahsisi ve takyidi vardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bundan önce Allah Teâlâ'nın yardım ve desteğinin Resulüllah (sav) ile müminler için yeterli olduğu beyan edilmişti. Şimdi, Resulullah'a nusret ve yardımın zahirî sebepleri açıklanıyor. (Ebüssuûd)
القِتالِ kelimesindeki tarif ahd içindir. Yani din düşmanlarıyla yapılan savaş kastedilmiştir. التَّحْرِيضُ kelimesi istekteki mübalağayı ifade eder. (Âşûr)
اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ
Beyânî istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Şart üslubunda haberî isnaddır. كان ’nin dahil olduğu يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. كان , مِنْكُمْ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muahhar ismi olan عِشْرُونَ ‘nin sıfatı dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
ف karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayetteki ikinci şart cümlesi de aynı üsluptadır.
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl يَغْلِبُٓوا , الَّذ۪ينَ ‘ya müteallıktır. Sılası كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, S.107)
Tekid ifade eden masdar harfi اَنَّ ‘nin masdar yaptığı اَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ cümlesi, mecrur mahalde يَغْلِبُٓوا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasında gelen لَا يَفْقَهُونَ cümlesi قَوْمٌ için sıfattır.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيّ nidası tekrarlanmıştır. Yine önemli bir konu geliyor demektir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عِشْرُونَ - مِائَتَيْنِۚ - مِائَةٌ - اَلْفاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ - اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ cümleleri arasında mukabele vardır.
يَغْلِبُٓوا fiilinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
الَّذِينَ كَفَرُوا şeklindeki marifelik arkadan gelen haberin şanı yani anlayışsızlıkları içindir. بِأنَّهم deki بِ , sebebiyedir. (Âşûr)
اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفاًۜ فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْانَ | şimdi |
|
2 | خَفَّفَ | hafifletti |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | عَنْكُمْ | sizden |
|
5 | وَعَلِمَ | ve bildi |
|
6 | أَنَّ |
|
|
7 | فِيكُمْ | sizde bulunduğunu |
|
8 | ضَعْفًا | zayıflık |
|
9 | فَإِنْ | bundan böyle |
|
10 | يَكُنْ | olsa |
|
11 | مِنْكُمْ | sizden |
|
12 | مِائَةٌ | yüz (kişi) |
|
13 | صَابِرَةٌ | sabreden |
|
14 | يَغْلِبُوا | yenerler |
|
15 | مِائَتَيْنِ | iki yüz(kafir)i |
|
16 | وَإِنْ | ve eğer |
|
17 | يَكُنْ | olsa |
|
18 | مِنْكُمْ | sizden |
|
19 | أَلْفٌ | bin (kişi) |
|
20 | يَغْلِبُوا | yenerler |
|
21 | أَلْفَيْنِ | iki bin(kafir)i |
|
22 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | وَاللَّهُ | Allah |
|
25 | مَعَ | beraberdir |
|
26 | الصَّابِرِينَ | sabredenlerle |
|
اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفاًۜ
اَلْـٰٔنَ zaman zarfı, خَفَّفَ fiiline müteallıktır. خَفَّفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
عَنْكُمْ car mecruru خَفَّفَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, عَلِمَ fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubtur.
ف۪يكُمْ car mecruru اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
ضَعْفاً kelimesi اَنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubtur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. ‘Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek’ gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette عَلِمَ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَفَّفَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi خفف ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ şart fiili olup nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
مِنْكُمْ car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır. مِائَةٌ kelimesi يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
صَابِرَةٌ kelimesi مِائَةٌ ‘un sıfatıdır.
Şartın cevabı يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِ ‘dir. يَغْلِبُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِائَتَيْنِ mef’ûlun bih bih olup müsenna olduğu için ى ile mansubtur.
صَابِرَةٌ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَكُنْ ’un dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ şart fiili olup nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
مِنْكُمْ car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf haberine müteallıktır. اَلْفٌ kelimesi يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ ‘dir. يَغْلِبُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَلْفَيْنِ mef’ûlun bih bih olup müsenna olduğu için ى ile mansubtur.
بِاِذْنِ car mecruru يَغْلِبُٓوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Mekân zarfı مَعَ mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
ٱلصَّـٰبِرِینَ muzâfun ileyh olup cer alameti ی ’dir. Cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الصَّابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفاًۜ
Ayet istînâfiyyedir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır..
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması muhabbet ve mehabet duyguları uyandırmak içindir. Ayrıca olayın önemini belirtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır
وَ ’la makabline matuf وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفاًۜ cümlesi de aynı üsluptadır. İki cümle arasında hükümde ortaklık mevcuttur.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفاًۜ , masdar teviliyle عَلِمَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. ف۪يكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. ضَعْفاًۜ kelimesi اَنَّ ‘nin muahhar ismidir.
Buradaki zaaftan murad, bedenî zaaftır. Bir görüşe göre ise, basiret zaafıdır.
Yoksa bu zaaf, bazılarının dediği gibi dinî zafiyet değildir. (Ebüssuûd)
فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Beyânî istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. كان ’nin dahil olduğu يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. كان , مِنْكُمْ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muahhar ismi olan عِشْرُونَ ‘nin sıfatı صَابِرَةٌ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
ف karînesi olmadan gelen cevap cümlesi يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Ayetteki ikinci şart cümlesi de aynı üsluptadır. Önceki şart cümlesine matuftur.
فَاِنْ - يَكُنْ - مِنْكُمْ - يَغْلِبُوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَلْفَيْنِ - مِائَتَيْنِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاِذْنِ اللّٰهِۜ izafetinde Allah ismine muzâf olan اِذْنِ , şan ve şeref kazanmıştır.
اَلْفٌ - اَلْفَيْنِ ve مِائَةٌ - مِائَتَيْنِۚ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ cümlesi hakkında Ebu Hayyan şöyle der: Bu sözdeki fesahata bir bakın. Birinci şartta sabırlı olma kaydını koydu da…فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ diye başlayan benzeri şart cümlesinde bunu hazf etti. İkinci şart cümlesinde, düşmanların kâfirlerden olduğu kaydını koydu, fakat bunu birincisinden hazf etti. Sabır, şiddetle istenen bir şey olduğu için Yüce Allah, Müslümanların yükünün hafiflediğini gösteren cümlelerde sabırlı olma kaydını koydu. Bundan sonra sabrın şiddetle talep edildiğini göstermek için ayetler وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ sözüyle sona erdi. Bu nevi edebi sanata intibak denir. (Safvetü't Tefasir)
Bu oranın azalmasıyla ilgili çeşitli izahlar yapılır. Mesela şöyle söylenmiştir: İlk savaşta müminlerin imanları çok kuvvetliydi. İnsanın yapacağına inanması yapmasını kolaylaştırıyor.
وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede مَعَ ٱلصَّـٰبِرِینَ , mahzuf habere müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ayetteki ٱللَّهُ lafızlarında tecrîd sanatı vardır. Kemâl sıfatların tümüne şamil lafza-i celâlin tekrarı telezzüz, teberrük ve teşvik amacıyladır.
[Allah sabredenlerle beraberdir] Düşmanlara karşı göğüs gerip sabredenleri zafere erdirmek konusunda onların yanındadır. Sabır, düşmanla karşılaşınca olur. (Ruhu’l-Beyân)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Itnâb babındandır. Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Cümle, diğer cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer KARA, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) -Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَـهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | كَانَ | yakışmaz |
|
3 | لِنَبِيٍّ | hiçbir peygambere |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَكُونَ | olmak |
|
6 | لَهُ | sahibi |
|
7 | أَسْرَىٰ | esirler |
|
8 | حَتَّىٰ | kadar |
|
9 | يُثْخِنَ | ağır basıncaya |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
12 | تُرِيدُونَ | siz istiyorsunuz |
|
13 | عَرَضَ | geçici malını |
|
14 | الدُّنْيَا | dünya |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah ise |
|
16 | يُرِيدُ | istiyor |
|
17 | الْاخِرَةَ | ahireti |
|
18 | وَاللَّهُ | Allah |
|
19 | عَزِيزٌ | daima üstün |
|
20 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Bedir Savaşı’nda yetmiş kadar düşman savaşçısı esir alınmıştı. Bunlar İslâm’ın düşmanı ve onun mensuplarını yok etmeyi amaç edinmiş kimselerdi. Savaşta öldürülmeleri halinde yapabilecekleri kötülükler engellenmiş, İslâm düşmanlarının sayısı azaltılmış olacaktı. Buna rağmen müslüman savaşçılar onları öldürmeyip esir aldılar. İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre (Sîre, II, 281) Peygamberimiz, amcası Abbas, Ebü’l-Buhtürî gibi bazı isimleri sayarak bunların istemeden Bedir’e geldiklerini bildirmiş ve öldürülmemelerini istemişti. Bazı sahâbîlerin düşmanı öldürmek yerine esir almalarında bu isteğin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Harp bitip ganimet ve esirlerin ne yapılacağı konusunun görüşülmesi başlayınca esirler hakkında iki görüş ortaya çıktı. Meselenin bundan sonrasını Müslim’in naklettiği bir hadisten takip edelim. Hz. Ömer anlatıyor: “Hz. Peygamber, Ebû Bekir’e ve bana, ‘Bu esirler hakkında düşünceniz nedir?’ diye sordu. Ebû Bekir, ‘Bunlar amca ve akraba çocuklarıdır, onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Böylece fidye kâfirlere karşı bize güç olur, belki Allah’ın hidayetiyle ileride müslüman da olurlar’ dedi… Ben de, ‘Doğrusu ben Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Bana göre, kellelerini uçurmamız için bize izin vermelisin; Ali, Ak^l’in, ben de filan yakınımın kafasını keselim, çünkü bunlar kâfirlerin öncüleri ve ileri gelenleridir’ dedim. Resûlullah, benim değil de Ebû Bekir’in görüşünü tercih etti. Ertesi gün yanlarına geldiğimde ikisini de oturmuş ağlar halde buldum ve ‘İkiniz niçin ağlıyorsunuz?’ diye sorduğumda Resûlullah, ‘Arkadaşlarının, fidye alarak başıma getirdikleri yüzünden!’ dedi ve (yakındaki bir ağacı göstererek) ‘Cezayı kendilerine şu ağaç kadar yaklaşmış gördüm’ buyurdu” (Müslim, “Cihâd”, 58).
Esir alınmadan bütün düşmanların öldürülmesi hükmü şüphe yok ki tarihî şartlara bağlı bir zaruretten, İslâm’ı koruma amacından kaynaklanıyordu, yoksa Allah’ın devamlı hükmü bu değildi. Savaşta gerekirse esir de alınacaktı, sonra bunlara adalete uygun şekilde işlem yapılacaktı (Muhammed 47/4). Allah’ın devamlı ve yazılı hükmü, metne göre “kitab”ı bu idi. Nitekim 69. âyet bu genel hükmü ifade ediyor, aldıkları ganimeti gönül rahatlığı ile yiyebileceklerini bildiriyordu. Müslümanları uyarmasının, hatta kınamasının sebebi, bu savaşa mahsus olmak üzere gerekeni yapmamaları ve belki içlerinden bazılarının geçici dünya varlığını isteyerek, yani akrabalık bağının verdiği duyguların etkisinde kalarak veya esir edinmenin sağlayacağı nüfuz ve hâkimiyet arzusuna kapılarak dinlerini ve canlarını tehlikeye atmalarıydı. Bu hatalarına rağmen ceza görmemeleri hem genel geçer hükmün böyle olacağından ileri geliyordu hem de Allah’ın âdetine göre “kanunsuz, uyarısız suç ve ceza yoktu.” Ayrıca Bedir Savaşı’na katılanların bütün günahlarını bağışlayacağını da vaad etmişti.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 708-709
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَـهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لِنَبِيٍّ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismidir. يَكُونَ mansub nakıs muzari fiildir. Veya tam fiildir.
لَـهُٓ car mecruru يَكُونَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Veya يَكُونَ fiiline müteallıktır.
اَسْرٰى kelimesi يَكُونَ ‘ nin ismi veya faili olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُثْخِنَ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يَكُونَ ‘nin mahzuf haberine veya يَكُونَ fiiline müteallıktır.
يُثْخِنَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. فِي الْاَرْضِ car mecruru يُثْخِنَ fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ
Fiil cümlesidir. تُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَرَضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الدُّنْيَا muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
تُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
يُر۪يدُ fiili mübtedanın haberi olarak mahalllen merfûdur. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْاٰخِرَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزٌ haber olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ۟ ise ikinci haberdir.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَـهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi menfi كَانَ ’nin dahil olduğu, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
لِنَبِيٍّ car mecruru, يَكُونَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki cümle, masdar teviliyle muahhar mübtedadır.
Masdar-ı müevvel cümlesindeki يَكُونَ tam fiildir. Nakıs olması caizdir.
Gaye ve cer harfi حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ cümlesi, mecrur mahalde يَكُونَ fiiline, nakıs kabul edildiği takdirde, يَكُونَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِنَبِيٍّ kelimesindeki tenvin cins ifade eder. Ayrıca olumsuz sıygada umum ifade etmiştir.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ tabirinde istiare vardır. Bununla kastedilen, ‘’durumu ağırlaştırmak, öldürmeleri çoğaltmak’’tır. Bu ifade, ‘’Bu iş beni çökertti’’ diyenin sözünden alınmıştır ki; ‘’Bu iş üzerime olanca ağırlığıyla çöktü, kalbime fena halde acı verdi’’ demektir. (Şerîf er-Radî)
اِثْخَانٌ Aslında kalınlık demek olan ثخَان ve ثخَانة kökünden kalınlaştırmak demektir. Sonra bu anlamdan alınarak, savaşta düşmanın esas kuvvetlerini iyice vurarak, gücünü kırmak ve askerlerini yerinden kımıldayamaz hale getirmek, kesin bir yenilgiye uğratmak durumuna اِثْخَانٌ denilmiştir. Buna göre ayetin manası şu demek olur: Hiçbir peygamber için bulunduğu ülkede küfrü kahredip İslam’ı yüceltecek şekilde küfür ehline karşı kesin zafer elde edip, hak kuvvetlerinin istila ve istikrarını sağlayıp, yaptığı savaşta Allah düşmanlarını iyice kırıp kuvvetlerini yok edinceye kadar esirleri bulunması, yani askerlerinin esir tutmakla meşgul olması doğru ve meşru bir hareket değildir. Ancak ishan hasıl olduktan sonra esir alması meşru olabilir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Ayetteki مَا كَانَ lafzının manası, nefyetmek ve tenzih etmektir. Yani, “Bahsedilen mana, peygambere uygun düşmez ve yakışmaz “ demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki حَتّٰى kelimesi, “intihâ-i gaye” içindir. Binaenaleyh [“Hiçbir peygamberin yeryüzünde ağır basıp (harb edip) zaferler kazanıncaya kadar esirler alması (vâkî) olmamıştır”] Enfal/67 ayeti, peygamberin, ancak yeryüzünde tam bir hakimiyet kurduktan sonra esir edinebileceğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
نَبِيءٍ kelimesi nekre gelerek, bunun, İsrailoğullarındaki peygamberlerin savaşlarında daha önceki bir hüküm olduğuna işaret etmiştir. (Âşûr)
تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ - وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يُر۪يدُ - تُر۪يدُونَ ve كَانَ - يَكُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الدُّنْيَاۗ - الْاٰخِرَةَۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
عَرَضَ - الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil son cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. حَك۪يمٌ ikinci haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, tazim ve hükmün kuvvetlenmesi içindir.
Zamir yerine zahir isim lafza-i celâl zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için izmardan izhara dönülmüş ve Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir. Bu tekrarda ayrıca tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
Allah’ın عَز۪يزٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
[Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Savaş esirleri için Hz. Ömer “öldürelim” diyor, Hz. Ebubekir “fidye alalım” diyor. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Ebu Bekir gibi düşünmeye meylediyor. Onun üzerine bu ayet nazil oluyor.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Dünya mal ve menfaati manasında عَرَضَ kelimesi kullanılmıştır. Çünkü dünya malı sebatlı ve devamlı değildir. Sanki (arızî birşey gibi) önce ortaya çıkıyor, sonra da ortadan kayboluyor. İşte bundan ötürü kelamcılar arazları ‘araz’ diye adlandırmışlardır. Bu arazlar da aynen madde gibi sebatsızdırlar. Çünkü arazlar, maddelere arız olur ve o maddeler devam ettikleri halde, onlar maddeden silinip kaybolur. (Fahreddin er-Râzî)
Burada عَرَضَ الدُّنْيَاۗ şeklinde muzâfın zikri, dünyanın süratle zevale erdiğini ve geçici olduğunu hissettirir. (Âşûr)
لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. كِتَابٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, حكم كتاب (Kitabın hükmü) şeklindedir.
Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (mevcuttur.) şeklindedir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru كِتَابٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.
سَبَقَ fiili, كِتَابٌ ‘un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. سَبَقَ fetha üzere mebni mazii fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَ harfi لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır. مَسَّكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte مَسَّكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَخَذْتُمْ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اَخَذْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
عَذَابٌ kelimesi مَسَّ fiilinin faili olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatıdır.
لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda, haberî isnaddır. Şart cümlesi كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Sübut ifade eden cümlenin müsnedi, mazi fiil sıygasında cümle formunda gelerek hudûs ifade etmiştir. Müsnedün ileyh olan كِتَابٌ ’un tenkiri tazim içindir.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Rabıta harfi ل ile gelen cevap cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَسَّكُمْ , مَٓا fiiline müteallıktır. Sılası olan اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)
اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ifadesinde mecazî isnad vardır. اَخَذْتُمْ fiili azaba isnad edilmiş, mübalağa yoluyla azaptan kurtulmanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Onları gerçekte azabıyla yakalayan Allah Teâlâ’dır.
عَذَابٌ ‘daki tenvin azabın büyüklüğünü, korkunçluğunu ifade eder. Öyle bir azap ki kelimelerle tarif edilemez, demektir.
عَذَابٌ için sıfat olan عَظ۪يمٌ sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ ifadesi, azaptan kurtulmanın sebebidir. (İbn Ebi’l-İsba‘, Tahrîru’t-Tahbîr, s. 309; Bedî‘u’l-Kur’an, II, 109; Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’an, s. 348.)
عَذَابٌ ; hale uygun ve tabiata münasip demektir. Mekruh şeyler ve ceza için kullanılması da o kişinin haline cezanın uygun olması sebebiyledir. Kökünde şiddet manası olmadığı için Kur’an’da çoğunlukla makama uygun bir sıfatla gelmiştir.
Ayette hüsn-i ta‘lîl sanatı vardır.
Terim olarak hüsn-i ta‘lîl, konuşanın ifadeye güzellik katmak amacıyla bir şeyin bilinen sebebini açıkça veya zımnen inkâr ederek amaca uygun güzel edebî bir illet getirmesidir. Ancak bu hususta bilinen gerçek sebeple itibarî sebep arasında bir benzeşme ilgisinin bulunması şarttır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالاً طَيِّباًۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكُلُوا | artık yeyin |
|
2 | مِمَّا |
|
|
3 | غَنِمْتُمْ | aldığınız ganimetten |
|
4 | حَلَالًا | helal |
|
5 | طَيِّبًا | (ve) temiz olarak |
|
6 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
7 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
8 | إِنَّ | şüphesiz |
|
9 | اللَّهَ | Allah |
|
10 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
11 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Câbir bin Abdullah -radıyallahu anh-’ın haber verdiğine göre Nebiyy-i Ekrem Efendimiz -sallâllau aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Benden evvel hiç kimseye verilmeyen beş şey (hep birden) bana ihsân edildi:
1. Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salmakla yardım edildim.
2. Yeryüzü bana namazgâh ve temizlik vâsıtası kılındı. Onun için ümmetimden birine namaz vakti nerede gelirse hemen oracıkta namazını kılıversin!
3. Ganimetler bana helâl kılındı. Hâlbuki benden evvel kimseye helâl edilmemiştir.
4. Bana şefâat verildi.
5. Benden evvel her Nebî, husûsî olarak kendi kavmine gönderilirken ben umûmî olarak bütün insanlığa gönderildim.” (Buhârî, Teyemmüm, 1)
فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالاً طَيِّباًۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
فَ atıf harfidir. كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte كُلُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası غَنِمْتُمْ حَلَالاً طَيِّباًۘ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
غَنِمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
حَلَالاً hal olup fetha ile mansubtur. طَيِّباً ikinci hal olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ise ikinci haberidir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ۟ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالاً طَيِّباًۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ
Ayet, فَ ile takdiri قد أبحت لكم الغنائم (Muhakkak ki ganimetleri size mübah kıldı.) olan cümleye atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müşterek ism-i mevsûl مَّا mecrur mahalde olup كُلُوا fiiline müteallıktır. Sılası غَنِمْتُمْ حَلَالاً طَيِّباًۘ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi makabline matuftur.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
حَلَالاً - طَيِّباًۘ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümle, makamdan anlaşılan mukadder (gizli) bir cümleye atıftır. Şöyle ki: Fidyeyi bırakın, elde ettiğiniz ganimetlerden helal ve temiz olarak yiyin. (Ebüssuûd)
فَكُلُوا lafzının başındaki ف edatı niçin gelmiştir? denilirse, biz deriz ki: “Bunun takdiri, قَدْ اَبَحْتُ لَكُمُ الْغَنَائِمَ فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالًا (Size ganimetleri mübah kıldım, dolayısıyla artık ganimetlerden helal hoş olarak yiyiniz) şeklindedir. Bu ayetteki حَلَالاً lafzı, ganimet kılınan şeylerden hal olarak mansubtur. Yahut da bu, mahzuf masdarın (meful-ü mutlak’ın) sıfatı olarak mansubtur. Yani, فَكُلُوا اَكْلًا حَلَالًا ”Helal bir yiyişle onu yiyin” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Buradaki ف harfi tefrî’ içindir. İki açıdan tefrî’ vardır:
Biri, 68. ayetteki لَوْلا كِتابٌ مِنَ اللَّهِ سَبَقَ sözüyle alakalıdır.
İkincisi, gelecekte benzerinin tekrarlanmaması için uyarıdır.
كُلُوا emri ibaha için değil minnet (nimeti hatırlatma) manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümlesidir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah'ın رَّحِیمࣱ , غَفُورࣱ sıfatlarının nekre gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şüphe yok ki Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Siz bağışlanma dilerseniz, rahmetiyle O günahlarınızı bağışlar da muhaliflere mahsus olan azabından korur. (Elmalılı)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetteki, [“Allah’a itaatsizlikten sakının”] ifadesi geleceğe; [“Şüphesiz ki Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir”] ifadesi de geçmişe işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
İnsan sevdiğiyle beraber olmak ister. Üzüldüklerine üzülür, sevindiklerine sevinir, kızdıklarına kızar. Gördükleri veya duydukları karşısında, hatırında varsa eğer, sevdiği kişinin anlattıkları gelir aklına. Bir karar verme aşamasında, sevdiği ne derdi ya da ne yapardı diye ölçer biçer kafasının içinde. Belki imkanı varsa, gider ona danışır. Onu memnun etmek için, neleri sevdiğini araştırır, öğrenir. Onu tanımak için elinden geleni yapar. Ki tanıdıkça daha çok sever.
Allah’ı ve Rasul’unu ve Kuran-ı Kerim’i sevdiğimizi iddia ediyor ama bu sevginin ne kadarını kalbimizle tasdik ediyoruz? Ne kadarını hareketlerimize, düşünce şeklimize, duygularımıza ve tepkilerimize yansıtıyoruz? Allah’ı tefekkürle ve zikirle meşgul olmadan, Kur’an-ı Kerim’i ve Rasulullah (sav)’in hayatını okumadan ve okuduklarımızı sindirmeye çalışmadan, bunları gerçekleştirmek mümkün müdür?
Ey kullarını yardımıyla ve rahmetiyle destekleyen Allahım! Şüphesiz; Sen her şeye gücü yetensin ve yükümüzü hafifletensin. Bizi; Okuduklarını hakkıyla anlayanlardan,
Öğrendiklerini hayatına, kalbine ve zihnine hayırla yansıtanlardan,
Adımları, kararları ve amelleri; Kur’an ve sünnet yoluna uygun olanlardan eyle.
Ey gönüllere muhabbeti yerleştiren Allahım! Sevdiklerini yaklaştır, sevmediklerini ise uzaklaştır. Huzuruna çağrıldığımız gün; ‘Allahım ben Seni çok sevdim. İndirdiğin Kuran-ı Kerim’i ve rasulun Hz. Muhammed (s.a.v)’i çok sevdim. Rızan ile rahmetini umarak, bu sevgiye layık yaşamak için elimden geleni yaptım.’ diyeceğimiz ve yarattığın canlı ve cansız varlıkların, el ve ayaklarımızın bize bu hususta şahitlik edecekleri hayırda bir ömür yaşamamızı nasip et.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji