بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً يُؤْتِكُمْ خَيْراً مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | peygamber |
|
3 | قُلْ | söyle |
|
4 | لِمَنْ | kimselere |
|
5 | فِي | bulunan |
|
6 | أَيْدِيكُمْ | ellerinizde |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الْأَسْرَىٰ | esirler- |
|
9 | إِنْ | eğer |
|
10 | يَعْلَمِ | bilirse |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | فِي | olduğunu |
|
13 | قُلُوبِكُمْ | sizin kalblerinizde |
|
14 | خَيْرًا | bir hayır |
|
15 | يُؤْتِكُمْ | size verir |
|
16 | خَيْرًا | daha hayırlısını |
|
17 | مِمَّا | (fidye)den |
|
18 | أُخِذَ | alınan |
|
19 | مِنْكُمْ | sizden |
|
20 | وَيَغْفِرْ | ve bağışlar |
|
21 | لَكُمْ | sizi |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
24 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Peygamberimizin amcası Abbas gibi bir kısım esirler gizlice müslüman olmuşlardı, bir kısmının İslâm’a meyli vardı. Bazıları savaşa razı değildi, ar veya zor belâsı gelmişlerdi, bazıları da amansız İslâm düşmanıydılar, söz verseler bile buna sadık kalmayacak, ilk fırsatta yine müslümanlara karşı hareket edeceklerdi. Bağlı olarak Medine’ye getirilen, içlerinde Hz. Peygamber’in, sabaha kadar iniltisini duyduğu için uyuyamadığı amcasının da bulunduğu esirler perişandı. İç dünyaları bakımından hepsi aynı muameleyi hak etmiyordu; dışa vuran halleri, savaşçı konumları bakımındansa hepsine eşit davranmak gerekiyordu. Fidye karşılığı salınmalarına karar verilince Resûlullah, amcası Abbas’a kendisinin ve bazı yakınlarının fidyelerini vermesini teklif etti. Amcası bu kadar meblağa gücünün yetmeyeceğini, verirse yoksul, dilenci durumuna düşeceğini ileri sürünce ona yakında başka servetlere kavuşacağı müjdesini verdi ve âyetin “sizden alınandan daha iyisini size verir ve sizi bağışlar” şeklinde çevrilen kısmını okudu. Hz. Abbas müslüman olduktan sonra bu olaya atıf yaparak “Allah bana maddî olarak, ödediğim fidyeden daha fazlasını lutfetti; ikinci vaadi günahlarımı bağışlamaktı, onu da umuyorum” demiştir (İbn Kesîr, IV, 35-36; Zemahşerî, II, 186). Bu yoruma göre Allah’ın vereceği daha hayırlı karşılık mal ve bağışlama olmaktadır. Bu karşılığı iman olarak anlayan müfessirler de vardır. Gizli iman taşıyanlar bakımından Allah’ın vereceğini, dünyada mal, âhirette oraya uygun ödül olarak anlamak da mümkündür.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 710
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً يُؤْتِكُمْ خَيْراً مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّبِيُّ münadadan bedel veya sıfattır.
Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ ‘dur.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte قُلْ fiiline müteallıktır.
ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır. اَيْد۪يكُمْ kelimesi ی üzere mukadder damme ile merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْاَسْرٰٓى car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır. الْاَسْرٰٓى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ‘dur. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَعْلَمِ şart fiili olup meczum muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
ف۪ي قُلُوبِكُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Şartın cevabı يُؤْتِكُمْ خَيْراً ‘dir. يُؤْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
خَيْراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte ism-i tafdil olan خَيْراً ‘e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُخِذَ مِنْكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُخِذَ fetha üzere mebni, meçhul, mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْكُمْ car mecruru اُخِذَ fiiline müteallıktır.
يَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
يَغْفِرْ لَكُمْ atıf harfi وَ ’la يُؤْتِكُمْ fiiline matuftur. يَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
خَيْراً kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. ’En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ haber olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. ‘Son derece affeden ve son derece merhamet eden’, demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً يُؤْتِكُمْ خَيْراً مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber’dir.
Müfessirler bu ayetin, sadece Hazret-i Abbas hakkında mı, yoksa bütün (Bedir) esirleri hakkında mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları, bunun sadece Abbas (ra) hakkında nazil olduğunu söylerken, diğer bazıları bunun, bütün esirler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.
Bu ikinci görüş daha makbuldür. Çünkü ayetin zahiri, şu altı sebepten dolayı, umumi olmasını gerektirir:
1) Ayetteki, اَيْد۪يكُمْ [ellerinizdeki] kelimesi;
2) الْاَسْرٰٓى [Esirlere] kelimesi;
3) قُلُوبِكُمْ [Kalpleriniz] lafzı
4) يُؤْتِكُمْ خَيْراً [Size daha hayırlısını verir…] ifadesi;
5) اُخِذَ مِنْكُمْ [Sizden alınanlardan ] tabiri;
6) يَغْفِرْ لَكُمْ [Sizi bağışlar] ifadesi... Bu altı ifade, ayetin umumi olduğuna delalet ederken, ayetin hususu olmasını gerektiren şey nedir? Bu konuda söylenecek son söz şudur: Ayetin nüzul sebebi, Hazret-i Abbas hadisesi olsa bile sebebin hususiliğine bakılmaz, aksine lafzın umumiliği nazar-ı itibara alınır. (Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, konunun önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ , şart üslubunda haberî isnaddır. يَعْلَمِ şart fiili müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve emre teşvik içindir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki hayrı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
ف۪ karînesi olmadan gelen, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … يُؤْتِكُمْ خَيْراً cümlesi, şartın cevabıdır.
خَيْراً ’daki tenvin nev ve tazim ifade eder.
Ayette iki farklı anlamdaki خَيْراً kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl خَيْراً , مَّٓا ‘a müteallıktır. Sılası اُخِذَ مِنْكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ’la sıla cümlesine atfedilen وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُؤْتِكُمْ - اُخِذَ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
Ayetteki şart ve cevap cümleleri arasında müzâvece sanatı vardır.
Müzâvece : Zevc kelimesi eş, tezevvüc ise evlenmek demektir. Istılah olarak da seci, vezin veya bir konuda birbirine benzeyen lafızların kelamda yer almasıdır. Bir diğer tarifi de “Şart ve ceza cümlelerinde iki mananın eşleşmesi” dir. Müzâvece sadece cezada vuku bulur. Buna tezâvüc de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî' İlmi)
63, 64 ve 70. ayet arasında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Allah Teâlâ'nın, اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً [Eğer Allah kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse, şöyle şöyle yapar.] şeklindeki buyruğu, bir şart-ceza cümlesidir. (Burada) şart bu bilmenin meydana gelmesidir. Halbuki şart ve cezanın (yani onun neticesi) gelecekle ilgilidir ki bu da Allah'ın ilminin hâdis (sonradan) olmasını gerektirir, "
Buna şöyle cevap verilir: "Ayetin lafzının zahiri her ne kadar Hişâm'ın ileri sürdüğü şeyi iktiza ediyorsa da deliller Allah'ın ilminin muhdes (sonradan meydana gelen) bir ilim olmasının imkânsız olduğuna delalet ettiği için şöyle denilmesi gerekir: Allah Teâlâ, ilmin mevcut olması, malumun (yani bilinen şeyin) mevcut olmasına delalet edeceği için ayette ilmi zikretmiş ve bununla malumu (bilinen şeyi) murad etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Cümle nidanın cevabına matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.
Allah'ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يَغْفِرْ - غَفُورٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle mağfiret vadeder.
Cenab-ı Allah وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ [Allah Gafûr ve Rahîmdir] buyurmuştur.
Bu daha önce geçen يَغْفِرْ لَكُمْ [Ve sizi bağışlar.] ifadesini tekid etmektedir. Buna göre mana, "Allah Gafûr ve Rahîm iken, nasıl mağfiret vaadini tutmaz " şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِنْ يُر۪يدُوا خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ فَاَمْكَنَ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | eğer |
|
2 | يُرِيدُوا | isterlerse |
|
3 | خِيَانَتَكَ | sana hainlik yapmak |
|
4 | فَقَدْ | muhakkak |
|
5 | خَانُوا | hainlik yapmışlardı |
|
6 | اللَّهَ | Allah’a da |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | قَبْلُ | daha önce |
|
9 | فَأَمْكَنَ | bu yüzden imkan verdi |
|
10 | مِنْهُمْ | onlara karşı |
|
11 | وَاللَّهُ | Allah |
|
12 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
13 | حَكِيمٌ | yerli yerince yapandır |
|
Esirler salınırken kendilerinden, bir daha müslümanlar aleyhine hareket etmeyeceklerine dair söz alınırdı. Erdemli kişilerin sözlerinde durma ihtimali yüksek olduğu için bunun da bir faydası vardı. Ancak bir kısmının sözünden cayması, yine müslümanlar aleyhine mücadele vermesi ihtimali yok değildi. Gerçekleşmediği halde böyle bir ihtimal var diye ele geçen esirleri öldürmek, “Allah’a kulluk ve O’nun yarattıklarına şefkat” dini olan İslâm’a yakışır mıydı! Kur’an’ın bu soruya verdiği cevap açıktır: Vehim ve ihtimale dayanılarak insan hakları çiğnenemez. Yaşama hakkı bunların başında gelir. Hıyanet ihtimali gerçekleşirse hainler er geç yine yakalanır ve hak ettikleri cezayı görürler.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 710
وَاِنْ يُر۪يدُوا خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ فَاَمْكَنَ مِنْهُمْۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يُر۪يدُوا şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خِيَانَتَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
خَانُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru خَانُوا fiiline müteallıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. اَمْكَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنْهُمْ car mecruru اَمْكَنَ fiiline müteallıktır.
يُر۪يدُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. ‘Son derece affeden ve son derece merhamet eden’, demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ يُر۪يدُوا خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ فَاَمْكَنَ مِنْهُمْۜ
Bu kelam, Peygamberi (sav) teselli için,
- ona mükâfat,
- kâfirlere azap vadederek doğrudan Allah Teâlâ tarafından söylenmiştir. Yani :
-Ey Resulüm, eğer o esirler İslam üzere sana yaptıkları biati bozarlarsa üzülme! Çünkü daha önce küfürleri ve Allah Teâlâ'nın her akıl sahibinden aldığı misakı bozmakla O'na da hıyanet etmişlerdi de Allah (cc), seni onlara karşı muktedir kılmıştı. Nitekim Bedir Savaşında bunu gördün. Eğer onlar hıyanetlerini tekrarlarlarsa, bil ki senin Rabbin, yine seni onlara karşı üstün çıkaracaktır. (Ebüssuûd)
Önceki ayetteki nidanın cevabına matuf olan ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.
يُر۪يدُوا şart fiili müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ خَانُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
فَاَمْكَنَ مِنْهُمْۜ mazi fiil cümlesi فَ ile …اِنْ يُر۪يدُوا cümlesine atfedilmiştir.
Cenab-ı Allah, فَاَمْكَنَ مِنْهُمْ [O (sana) onlara karşı imkân ve kudret vermişti.] buyurmuştur. Ezherî şöyle der: Arapça'da, أمكنني الأمر يمكنني فهو ممكن (İş bana el verdi.) denir. Ayette اَمْكَنَ /imkân fiilinin mef'ûlu hazfedilmiştir. Buna göre mana, فأمكن المؤمنين منهم ‘’Allah onlara karşı, müminlere fırsat verdi" demektir.(Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
خِيَانَتَكَ - خَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِنْ قَبْلُ tabirinde قَبْلُ ‘dan sonra genellikle gelen muzâfun ileyh mahzuftur. Bunun için قَبْلُ kelimesi esreyi kabul etmemiştir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ tezyîl cümlesidir. Kalplerinde olanı bilendir. Bildiği şeylere göre onlara muamelede bulunan hikmet sahibidir. (Âşûr)
Makabline matuf olan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتّٰى يُهَاجِرُواۚ وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ اِلَّا عَلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | onlar ki |
|
3 | امَنُوا | inandılar |
|
4 | وَهَاجَرُوا | ve hicret ettiler |
|
5 | وَجَاهَدُوا | ve savaştılar |
|
6 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallarıyla |
|
7 | وَأَنْفُسِهِمْ | ve canlarıyla |
|
8 | فِي |
|
|
9 | سَبِيلِ | yolunda |
|
10 | اللَّهِ | Allah |
|
11 | وَالَّذِينَ | ve onlar ki |
|
12 | اوَوْا | barındırdılar |
|
13 | وَنَصَرُوا | ve yardım ettiler |
|
14 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
15 | بَعْضُهُمْ | bir kısmı |
|
16 | أَوْلِيَاءُ | velisidir |
|
17 | بَعْضٍ | bir kısmının |
|
18 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
19 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
20 | وَلَمْ | ve |
|
21 | يُهَاجِرُوا | hicret etmeyenler |
|
22 | مَا | yoktur |
|
23 | لَكُمْ | size |
|
24 | مِنْ | -nden |
|
25 | وَلَايَتِهِمْ | onların velayeti- |
|
26 | مِنْ |
|
|
27 | شَيْءٍ | bir şey |
|
28 | حَتَّىٰ | kadar |
|
29 | يُهَاجِرُوا | onlar hicret edinceye |
|
30 | وَإِنِ | fakat |
|
31 | اسْتَنْصَرُوكُمْ | yardım isterlerse |
|
32 | فِي |
|
|
33 | الدِّينِ | dinde |
|
34 | فَعَلَيْكُمُ | sizin üzerinize borçtur |
|
35 | النَّصْرُ | yardım etmeniz |
|
36 | إِلَّا | yalnız olmaz |
|
37 | عَلَىٰ | karşı |
|
38 | قَوْمٍ | bir topluma |
|
39 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
40 | وَبَيْنَهُمْ | ve aralarında |
|
41 | مِيثَاقٌ | andlaşma bulunan |
|
42 | وَاللَّهُ | Allah |
|
43 | بِمَا |
|
|
44 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınızı |
|
45 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
Burada “yâr ve yakınlar” diye tercüme edilen evliyâ kelimesi vely mastarından gelen velî isminin çoğuludur. Bu kökten gelen vilâyet şeklindeki okunuşun yönetim ilişkisini, velâyet şeklindeki okunuşun ise fert ve gruplar arasındaki yakınlık, dayanışma, taraf ve yardımcı olmayı ifade ettiği hususunda daha önce birkaç yerde açıklama yapılmıştı (el-Bakara 2/257; en-Nisâ 4/2, 138-140, 144; el-En‘âm 6/14). Bazı müfessirler burada açıklanan velâyet ilişkisinin mirasla alâkalı olduğunu ileri sürmüşlerse de âyetlerin geniş kapsamlı olduğu açıktır. Çeşitli asırlarda, kültürlerde, coğrafya ve topluluklarda toplumu birleştiren, kaynaşma ve dayanışmayı sağlayan temel bağlar farklı olmuştur. Bunlar arasında klan ve totem, din, bölge veya yerleşim alanı, ırk, akrabalık, vatandaşlık öne çıkmaktadır. İslâm’a göre akrabalığa ve yerleşim yakınlığına da (komşuluğa, aynı köy veya şehirde oturma) bazı hak ve imtiyazlar tanınmış olmakla beraber temel, belirleyici, baskın siyasî ve sosyal birlik ve dayanışma bağı (velâyet) dine dayanmaktadır, fert ve grupların aynı dine bağlı bulunmasıdır. Bu sebepledir ki, yakın akraba olsalar bile, dinleri farklı olanlar arasında miras ilişkisi yürümemektedir.
Din bağına dayalı yardımlaşma ve dayanışmanın kâmil mânada gerçekleşmesinin –en azından o çağda ve bölgedeki– şartı, müminlerin bir arada bulunmaları, belli bir toprak parçası üzerinde bir sosyal ve siyasî “bağımsız birlik” oluşturmalarıdır. Hz. Peygamber ve Mekke’deki müslümanlar, dinlerini seçme ve yaşama hürriyeti tehlikeye düşünce Medine’ye hicret ettiler. Bu muhacirleri, Yesrib’in (Medine) müslümanları topraklarına ve evlerine yerleştirdiler, mallarına ortak ettiler, ellerinden gelen bütün yardımı yaptılar ve bu sebeple “yardımcılar” mânasında ensar diye anıldılar. Bu bağın daha da güçlenmesi için Peygamberimiz, muhacirlerle ensarı bire bir kardeş yaptı, bu kardeşlerin birbirine vâris olmaya varıncaya kadar dayanışmalarını sağladı. Muhacirlerle ensar arasında hem genel hem de özel mânada (birbirine vâris olmaları anlamında) kurulan ve işleyen velâyet ilişkisinin, başka topluluklar içinde yaşayan müslümanlara da aynıyla uygulanması mümkün değildi, uygun da görülmedi. Ancak onlar da temel bağ olan dini paylaşıyorlardı, bunun dayanışma ve yardımlaşma bakımından bir etkisi olmalıydı. Bu etki, bir şarta bağlı olarak, temel bağ olan dinin, dinî hayatın, din özgürlüğünün tehlikeye düşmesine özgü kılındı; o şart da, kendilerine karşı müslümanlara yardım edilerek savaşılacak toplulukla müslüman topluluk (devlet) arasında bir saldırmazlık antlaşmasının bulunmamasıdır. Böyle bir antlaşmanın bulunması halinde buna sadık kalınacak, göç etmeyip başkalarının arasında azınlık olarak yaşamayı tercih eden müminlere yardım edilemeyecek, yani velâyet ilişkisi bu noktada işlerliğini kaybedecektir.
Medine dönemi sosyal yapısında görüldüğü şekliyle velâyet ilişkisinin dine bağlı olarak yürümesi müslüman olmayan topluluklar için de geçerlidir; yani onlar da kendi dinlerine mensup olanlara öncelik verirler, birbirlerini korurlar, aralarında yardımlaşırlar. İnsan tabiatına ve sosyal realiteye uygun bulunan bu kural değiştirilir de, dini farklı olan kimselerle velâyet ilişkisi kurulursa, âyette bundan iki kötü sonuç doğacağı bildirilmektedir: Fitne ve fesat. Fitne birey ve toplumun dinî ve ahlâkî hayatının bozulması, kirlenmesi, değişmesi tehlikesidir. Fesat ise din birliğine dayalı dayanışma düzeninin değişmesi, dinleri farklı kimselerle –onlara, yukarıda açıklanan çerçevede velâyet yetkisi vererek– yardımlaşan grupların ortaya çıkması sonucu sosyal düzenin bozulması, asayişin sarsılması, hatta iç karışıklıkların çıkmasıdır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 712-713
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
هَاجَرُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. هَاجَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
جَاهَدُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. جَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِهِمْ atıf harfi وَ ’la بِاَمْوَالِهِمْ ‘e matuftur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هَاجَرُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر ‘dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, atıf harfi وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اٰوَوْا ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰوَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نَصَرُٓوا atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. نَصَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءُ kelimesi بَعْضُهُمْ ‘un haberidir. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءُ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتّٰى يُهَاجِرُواۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يُهَاجِرُوا fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ وَلَايَتِهِمْ car mecruru شَيْءٍ ‘in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُهَاجِرُوا muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى ile birlikte تَتَّخِذُوا fiiline müteallıktır. يُهَاجِرُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ اِلَّا عَلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اسْتَنْصَرُوكُمْ şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي الدّ۪ينِ car mecruru اسْتَنْصَرُوكُمْ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَلَيْكُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
النَّصْرُ muahhar mübtedadır. اِلَّا istisna edatıdır. عَلٰى قَوْمٍ car mecruru mahzuf müstesnaya müteallıktır. Takdiri; إلا النصر على قوم (Kavme karşı zafer haricinde) şeklindedir.
بَيْنَكُمْ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَهُمْ mekân zarfı, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. م۪يثَاقٌ muahhar mübtedadır.
اسْتَنْصَرُوكُمْ fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi نصر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle بَصِیرٌ ’ e müteallıktır.
İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَصِیرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
بَص۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen ayet, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devam ifade eder.
İsm-i mevsûl اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir..
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette, بِاَمْوَالِهِمْ [mallar] ifadesi, اَنْفُسِهِمْ [nefisler] ifadesinden önce zikredilmiştir. Bu durum, cihadın, daha ziyade mallarla yapıldığına işaret eder. Malla mücadele vermeden, nefisle mücadele verilemez. ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ [Allah yolu] ndan maksat, Allah'ın sevabına, cennetine, yakınlığına götüren ve manevî derecelere ulaştıran yol demektir. Buna da ihlasla ulaşılır. Gösteriş için mal ve canı feda etmek insanı Allah'ın rızasına ulaştırmaz. (Ruhu’l Beyan)
Aynı üslupla gelen وَهَاجَرُوا ve وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ cümleleri mevsûlün sılasına matuftur.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde, lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Cümledeki ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Sılası اٰوَوْا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَنَصَرُٓوا cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ’nin haberi olan اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim ifadesinin yanında konunun önemini vurgular.
بَعْضُهُمْ ikinci mübtedadır. Müsned olan اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍ sözündeki ism-i işaret, haklarındaki haberle onların ayırt etmelerinin önemini ifade eder. Onların şanını yücelterek tariz vardır. (Âşûr)
Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Özellikleri sayılan kimseler, birbiriyle dost olmakta cem’ edilmişlerdir.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتّٰى يُهَاجِرُواۚ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesi olup, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek içindir.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ sözü, taksim üslubunda gelmiştir. Arkasından gelen cümleler gibi atıfla gelmiştir. Bununla birlikte, kendisinden önce bahsedilen topluluğun hükmünü tamamlamıştır.(Âşûr)
Menfi muzari fiil sıygasında gelen وَلَمْ يُهَاجِرُوا cümlesi, sılaya matuftur.
Zaid مِنْ harfiyle tekid edilmiş مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Bu, menfi isim cümlesinde takdim-tehir ve ‘icaz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنْ شَيْءٍ muahhar mübtedadır.
مِنْ شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet, nev ve hiçbir şey manasında umuma işaret eder .
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يُهَاجِرُواۚ cümlesi, mecrur mahalde, mahzuf habere müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا…. - وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا cümleleri arasında mukabele vardır.
لَمْ يُهَاجِرُوا ile هَاجَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.
وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ اِلَّا عَلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌۜ
Cümle istînâfa matuftur. Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki اسْتَنْصَرُوكُمْ şart fiilidir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede takdim tehir ve ‘icaz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْكُمُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. النَّصْرُ muahhar mübtedadır.
عَلَيْكُمُ النَّصْرُ sözü vücûb sıygasıyla gelmiştir. Onlara yardım etmek size vâciptir demektir. عَلَيْكم şeklindeki haberin takdim edilmesi ihtimam içindir. (Âşûr)
النَّصْرُ kelimesindeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
عَلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌۜ cümlesinde de takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. Mukaddem haber olan müstesna mahzuftur. عَلٰى قَوْمٍ ‘in müteallakı bu mahzuf müstesnadır. Takdiri; النصر على قوم (Zafer kavmindir.) şeklindedir. م۪يثَاقٌۜ muahhar mübtedadır.
Tekrarlanan الَّذ۪ينَ , اٰمَنُوا , هَاجَرُوا , بَعْضٍۜ , بَيْنَ , يُهَاجِرُواۚ kelimelerinde reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
نَصَرُٓوا - اسْتَنْصَرُوكُمْ - النَّصْرُ, ve اَوْلِيَٓاءُ - وَلَايَتِهِمْ ve هَاجَرُوا - يُهَاجِرُواۚ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰوَوْا - نَصَرُٓوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
وَ istînâfiyyedir. Lafza-i celal mübteda, بَص۪يرٌ haberidir.
Müsnedün ileyhin zamir makamı olduğu halde bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, kalplere korku salmak ve itaate teşvik içindir.
Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede car mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ , amili olan بَص۪يرٌ ’un önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’da tevcih sanatı vardır. تَعۡمَلُونَ şeklindeki sıla cümlesi müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ بَص۪يرٌ sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanları gördüğüne, bildiğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ اِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْاَرْضِ وَفَسَادٌ كَب۪يرٌۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | kimseler |
|
2 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
3 | بَعْضُهُمْ | bazıları |
|
4 | أَوْلِيَاءُ | velisidirler |
|
5 | بَعْضٍ | diğerlerinin |
|
6 | إِلَّا |
|
|
7 | تَفْعَلُوهُ | eğer bunu yapmazsanız |
|
8 | تَكُنْ | olur |
|
9 | فِتْنَةٌ | fitne |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
12 | وَفَسَادٌ | ve bir kargaşa |
|
13 | كَبِيرٌ | büyük |
|
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءُ kelimesi بَعْضُهُمْ ‘un haberidir. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءُ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْاَرْضِ وَفَسَادٌ كَب۪يرٌۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَفْعَلُوهُ şart fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Şartın cevabı تَكُنْ فِتْنَةٌ ‘dur. تَكُنْ tam meczum muzari fiildir.
فِتْنَةٌ kelimesi fail olup lafzen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru فِتْنَةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.
فَسَادٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la فِتْنَةٌ ‘e matuftur. كَب۪يرٌۜ kelimesi فَسَادٌ kelimesinin sıfatıdır.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayet isim cümlesi olup, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, S.107) Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. بَعْضُهُمْ ikinci mübtedadır. Müsned olan اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
Önceki ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ cümlesiyle وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْاَرْضِ وَفَسَادٌ كَب۪يرٌۜ
İstînâfiyye olan cümledeki اِلَّا kelimesi اِنْ ve لَّا ’nın idgamından müteşekkildir.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygasındaki لَّا تَفْعَلُوهُ şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَّا تَفْعَلُوهُ cümlesi cevaptır. تَكُنْ , bu cümlede tam fiildir. فِتْنَةٌ , فَسَادٌ ‘a matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
فَسَادٌ , كَب۪يرٌۜ için sıfattır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
فِتْنَةٌ ve فَسَادٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
الْاَرْضِ kelimesindeki marifelik, ahd içindir. Müslümanların toprakları kastedilmektedir. (Âşûr)
كَب۪يرٌ kelimesi hakikatte bedenin büyüklüğüdür. Burada bir nevdeki kuvvetin şiddeti manasında müsteardır. كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِن أفْواهِهِمْ Kehf/5 ayetinde de böyledir. (Âşûr)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقاًّۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | onlar ki |
|
2 | امَنُوا | inandılar |
|
3 | وَهَاجَرُوا | ve hicret ettiler |
|
4 | وَجَاهَدُوا | ve savaştılar |
|
5 | فِي |
|
|
6 | سَبِيلِ | yolunda |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | وَالَّذِينَ | ve onlar ki |
|
9 | اوَوْا | barındırdılar |
|
10 | وَنَصَرُوا | ve yardım ettiler |
|
11 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
12 | هُمُ | onlardır |
|
13 | الْمُؤْمِنُونَ | mü’minler |
|
14 | حَقًّا | gerçek |
|
15 | لَهُمْ | onlar için vardır |
|
16 | مَغْفِرَةٌ | bağışlanma |
|
17 | وَرِزْقٌ | ve rızık |
|
18 | كَرِيمٌ | bol |
|
İman zihinde ve kalpte olan psikolojik bir durum olduğu için dışa vuran işaretleri, delil ve belirtileri olmadan bir kimsede var olup olmadığı bilinemez. İnsanların inanmadıkları halde inanıyormuş gibi görünmeleri mümkündür. Ancak öyle belirti ve deliller vardır ki, bunların bulunması halinde imanın gerçek olduğuna hükmedilir. İnancına göre yaşayabilmek için yurdunu yuvasını bırakıp bir başka ülkeye göç etmek, orada müslümanların safına katılarak düşmanla savaşmak, muhacirlere kucak açarak her şeylerini onlarla paylaşmak samimi imanın dışa vuran güçlü belirtileridir; bunlar bir kimsede görüldüğünde onun mümin olduğuna hükmeden kişi, objektif delillere dayanmış olmaktadır. Âyette geçen “gerçek” niteliği, diğerlerinin, meselâ hicret etmeyenlerin imanlarının asılsız veya geçersiz olduğunu değil, objektif delillerle sabit olmadığını, başka bir deyişle gerçekte var olsa bile, başkalarına göre varlığının sabit olmadığını veya şüpheli bulunduğunu ifade etmektedir. Arkadan gelen âyet ise bu eksiğin nasıl giderilebileceğinin yolunu göstermektedir. Gizli iman da Allah ile kul arasında muteber olmakla beraber müminlerin kuracakları ilişki bakımından bunun söz veya fiil ile açıklanması gerekmektedir. İmanını objektif delillerle ortaya koyan herkese mümin muamelesi yapılır, şartlarını yerine getiren herkes velâyet hakkından istifade eder ve böyle kimseler bütün müminlerin kardeşidir.
Son âyetin son cümlesi, genel olan iman bağına ek olarak, bulunması halinde kandan ve doğumdan yakınlığın, akrabalığın ayrı bir yeri ve değeri bulunduğunu, bu ilişkinin hukukî sonuçlarının da bulunabileceğini ifade etmektedir. Bütün fakih ve müfessirler, akrabadan olan müminlerin ilgi, yardım ve dayanışmada önceliği bulunduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Bu yakınlığın miras hukukuna etkisi konusunda ise görüş ayrılığı vardır. “Mirasla alâkası yoktur; buradaki velâyet önceliği, genel yardımlaşma ve dayanışma ile ilgilidir” diyenlere karşı, içlerinde Ebû Hanîfe’nin de bulunduğu bir gruba göre bu cümle miras hukukunda da önceliği ifade etmektedir, miras âyetlerine yeni bir kayıt getirmekte, hicretin ilk yıllarında uygulanan “muhacir-ensar kardeşlemesine” dayalı miras hakkını kaldırmaktadır. Bu anlayış ve yoruma dayalı olarak Ebû Hanîfe’nin dahil bulunduğu birçok müctehide göre “zevi’l-erhâm” diye bilinen, kızın ve kız kardeşin çocukları, dayı, teyze gibi “kızdan ve anadan olma yakın akraba”, asabe ve belli pay sahibi vârisler (eshâbü’lferâiz) bulunmadığında vâris olurlar (bk. Cessâs, III, 76). Bu hüküm, miras hukuku bakımından akraba olan müminlere, diğerlerine nisbetle bir öncelik bahşedildiğini göstermekte, açıklamakta olduğumuz âyetin de bir uygulamasını teşkil etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 714-715
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
هَاجَرُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
هَاجَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
جَاهَدُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. جَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هَاجَرُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقاًّۜ
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl atıf harfi وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası اٰوَوْا ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰوَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نَصَرُٓوا atıf harfi وَ ‘la sılaya matuftur. نَصَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti, mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ fasıl zamiridir. الْمُؤْمِنُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُؤْمِنُونَ ise haberidir. هُمُ الْمُؤْمِنُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
حَـقاًّ mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, المؤمنون إيمانا حقّا (Hakiki bir imanla inananlar.) şeklindedir.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
İsim cümlesidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَغْفِرَةٌ muahhar mübtedadır. رِزْقٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la مَغْفِرَةٌ ’e matuftur.
كَر۪يمٌ kelimesi رِزْقٌ kelimesinin sıfatıdır.
كَر۪يمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقاًّۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
Önceki ayetteki وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesine matuftur. Faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devam ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Birinci ayet, onlar hakkındaki miras hükmünü ve birbirlerine karşı davranış durumlarını açıklıyor. Bu ayette ise, imanda tam zirveye ulaşanların, ilk olarak hicret edenler ve ensar olduğu açıklanıyor. Burada ayet tekrarı yoktur. (Ruhu’l Beyan)
Aynı üslupla gelen وَهَاجَرُوا ve وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ cümleleri mevsûlün sılasına matuftur.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Cümledeki ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Sılası اٰوَوْا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَنَصَرُٓوا cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
الَّذ۪ينَ için haber olan اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقاًّۜ , faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim ifadesinin yanında konunun önemini vurgulamak içindir.
هُمُ ikinci mübtedadır. هُمُ , الْمُؤْمِنُونَ için haber, هُمُ الْمُؤْمِنُونَ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ için haberdir.
هُمُ ’un fasıl zamiri olduğu da söylenmiştir. Her iki durumda da الْمُؤْمِنُونَ ’nin el takısıyla marife olması, işaret edilen kişilerin bu vasıflarının kemâl derecede olduğuna işarettir. حَقاًّۜ mef’ûlü mutlak olup, cümleyi tekid etmiştir.
Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Özellikleri sayılan kimseler, mümin olmakta cem edilmişlerdir.
72. ayetle bu ayet arasında reddü'l-acüz ale's-sadr ve mukabele sanatı vardır.
اٰوَوْا - نَصَرُٓوا arasında mürâât-ı nazîr vardır.
لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin ikinci haberi olarak merfu mahaldedir. Hal olması da caizdir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَغْفِرَةٌ muahhar mübtedadır. رِزْقٌ kelimesi مَغْفِرَةٌ kelimesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
Sıfat olan كَر۪يمٌ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Allah Teâlâ burada onları şu üç yönden medh-ü sena etmiş olmaktadır:
1) Ayetteki, اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقاًّ [İşte gerçek mümin olanlar bunlardır.] ifadesi ile yapılan medih... Buradaki, "İşte mümin olanlar bunlardır" ifadesi hasr manasını ifade eder. Ayetteki, حَقاًّ / gerçek sözü de onların, dinleri yolunda haklı ve muhakkik olmakla iyice mevsuf olduklarını ifade eder. Durum hakikatte böyledir. Çünkü dini hususunda muhik (doğruyu yerine getiren) olmayan, geçmiş dinlerini terk etmeye, çoluk çocuğundan ve vatanından ayrılmaya, bu uğurda canını ve malını harcamaya katlanamaz, bütün bu hususlarda yarışanlardan ve ileri gidenlerden olamaz.
2) Ayetteki, لَهُمْ مَغْفِرَةٌ [Mağfiret onlarındır.] kısmının ifade ettiği medih... Bu ifadede مَغْفِرَةٌ / mağfiret lafzının nekre getirilmesi tıpkı, وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ [Andolsun sen o yahudileri hayata, insanlardan daha düşkün bulursun.] (Bakara, 96) ayetindeki, حَيٰوةٍۚ / hayat kelimesinin, o yahudilerce dünya hayatının mükemmel kabul edildiğine delalet edişi gibi, bu mağfiretin de mükemmel olacağını gösterir. Buna göre mana, "Onlar için bütün günahlardan ve kovuşturmalardan uzak, tam ve mükemmel bir mağfiret vardır" şeklindedir.
3) Ayetteki وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ [Kerîm (uçsuz bucaksız bir) rızık da onlarındır.] kısmının ifade ettiği medih. Bu ifade ile, çok yüce ve kıymetli mükâfatlar kastedilmiştir.
Netice olarak diyebiliriz ki Allah Teâlâ onların gerek dünyevî, gerekse uhrevî hususlardaki hallerini anlatıp ortaya koymuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve onlar ki |
|
2 | امَنُوا | inandılar |
|
3 | مِنْ | -dan |
|
4 | بَعْدُ | sonra- |
|
5 | وَهَاجَرُوا | ve hicret ettiler |
|
6 | وَجَاهَدُوا | ve savaştılar |
|
7 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
8 | فَأُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
9 | مِنْكُمْ | sizdendir |
|
10 | وَأُولُو | ve sahipleri |
|
11 | الْأَرْحَامِ | rahim (akrabalar) |
|
12 | بَعْضُهُمْ | birbirlerine |
|
13 | أَوْلَىٰ | daha yakındırlar |
|
14 | بِبَعْضٍ | birbirlerine |
|
15 | فِي | göre |
|
16 | كِتَابِ | Kitabına |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | إِنَّ | şüphesiz |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | بِكُلِّ | her |
|
21 | شَيْءٍ | şeyi |
|
22 | عَلِيمٌ | bilir |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدُ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubturlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَاجَرُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. هَاجَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
جَاهَدُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. جَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti, mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
هَاجَرُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اُو۬لُوا mübteda olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْاَرْحَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَعْضُهُمْ اَوْلٰى cümlesi اُو۬لُوا ‘nun haberi olarak mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلٰى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
بِبَعْضٍ car mecruru اَوْلٰى ‘ya müteallıktır.
ف۪ي كِتَابِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri; هذا الحكم المذكور موجود في كتاب الله (Bu hüküm Allah’ın kitabında mevcuttur.) şeklindedir.
اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ ise اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ
Bu ayette hitabın değiştirilerek onlara tevcih edilmesi onların şerefini ve yüksek mevkilerini açıkça göstermektedir. (Ebüssuûd)
Ayet 73. Ayetteki وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesine matuftur. Haberin başındaki zaid فَ sebebiyle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devam ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Aynı üslupla gelen وَهَاجَرُوا ve وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ cümleleri mevsûlün sılasına matuftur.
فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak merfû mahaldedir. Cümleye dahil olan فَ zaiddir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنْكُمْۜ mahzuf habere müteallıktır.
مِنْكُمْۜ sözündeki مِنْ harf-i ceri teb’iz manasındadır. مِنْ ile gelen mecrur zamir, muhacir topluluğa ait kabul edilir. (Âşûr)
Alimler, Hak Teâlâ'nın مِنْ بَعْدُ ifadesiyle neyin murad edildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Vahidî, İbn Abbas'ın bu ifadeye, "Hudeybiye'den sonra..." manasını verdiğini nakletmiştir ki bu da ikinci hicrettir. Bu ifadeye, "Bu ayet indikten sonra.." ve, "Bedir Gününden sonra..." manaları da verilmiştir ki en doğru olan, bundan muradın, birinci hicretten sonra hicret eden kimseler olmasıdır. (Fahreddin er-Razî)
Hak Teâlâ'nın فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْ [onlar da sizdendir.] ifadesi, bu kimselerin derecesinin, önceden hicret eden ilk muhacirlerin derecesinden düşük olduğuna delalet eder. Çünkü, Allah Teâlâ bunları onlara katmış ve onları şereflendirme sadedinde, bu ikincileri birincilerden saymıştır. Şayet, birinci kısmı teşkil edenlerin dereceleri daha üstün olmasaydı, böyle bir mana doğru olmazdı. Allah Teâlâ'nın bu ayetlerde zikretmiş olduğu dört kısmın izahı bundan ibarettir.
وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ
وَ ’la gelen cümle önceki istînâfa yani 73. ayete matuftur.
Sübut ve devam ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur. بَعْضُهُمْ ikinci mübteda, اَوْلٰى haberdir.
ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ , takdiri هذا olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Bu hazifler îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle hasr ifade eder. Yani O, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. بِكُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ۟ ise maksûrdur.
عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَل۪يمٌ ismi nekre gelerek bu ilmin tarifsiz olduğuna dikkat çekilmiştir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ile önceki ayet gibi başlamıştır. Reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Surenin son ayetleri hüsn-i intehâ sanatının güzel örnekleridir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi )
Surenin çoğunluktaki fasılaları olan ي - نَ , و- نَ , ي - مَ harflerinde lüzum mâ la yelzem sanatı vardır. Bu harflerle oluşan ahenk, muhatabın sanat zevkine hitap etmektedir.
Mekke sokaklarında, en güzel sestir, kulaklarına çarpan ezan. Hareketliliğin ve gürültünün ortasında, sükunetiyle en güzel manzaradır, gözlere yansıyan Kabe.
Kabe’yi seyretmeye çalışırken, yaşlı bir amca giriyor sahneye. Yıpranmış bedeniyle, minik adımlarıyla yürüyor tavaf mahallinde. Bulunduğu yerden memnun, bedeni yorgun ama belli, ruhu bambaşka hallerde.
Kalbimden kopan bir duayla, konuyorum omuzlarına. Farkından olmadan kapılıyorum, dualarındaki muhabbete. Yaşlı amcaya yoldaş olmak isterken, artık onun bana yoldaş olmasını diliyorum. Semalara yükselmek ümidiyle, dualarına tutunuyorum:
“Rabbim! İman ederim ki; Senin benim kulluğuma ve sevgime ihtiyacın yoktur ama şüphesiz ki ben Seni sevmeye ve Sana kulluk etmeye muhtacım. Müjdeler olsun; Sana muhtaç olduğunu itiraf eden kula. Sana kulluk için çabalayan bedene. Rızanı umarak terbiye olan nefse. Seni sevmekle huzurla buluşan kalbe.
Rabbim! Ben Sana muhtacım. Merhametine, zikrine ve sevgine muhtacım. Beni; nefsinden kalbine hicret edenlerden, dünyalık isteklerinden sıyrılarak ahireti için cihad edenlerden, hicretiyle cihadı kabul olunanlardan, affedilenlerden, sevdiklerini sevenlerden ve sevdiklerin tarafından sevilenlerden eyle.”
Amin.
***
Müslüman toplulukların en temel dertlerinden biri ne yazık ki çoğunluğun taşıdığı aşağılık kompleksidir. Bu kompleksin sebeplerinin başında, yıllar boyu süren ırkçılık ve sömürgecilik sonucu içeride ve dışarıda gerçekleştirilen beyin yıkamaları gösterilebilir.
Bir zamanlar ilimde ve bilimde ipleri elinde tutanlar; Batı’nın üstünlüğünü kabul eder, dostluğunu ister ve onun kendisini onaylaması için elinden geleni yapar haldedir. Batı dünyasının tarzı ‘modern’ diye tanımlanırken, diğerlerine burun kıvırma eşliğinde ‘geleneksel’ denilmiştir.
Irkçılığın temelini oluşturan düşünceler derinlere işlendiği için nesilden nesile aktarılmaya devam etmektedir. Farklı müslüman toplulukları birbirlerine yaklaşmak ve desteklemek yerine, Batı dünyasına karışma çabasındadır. Kökenlerini yok sayanlar çoktur.
Kimi müslümanlar, ‘müslümanız ama moderniz’ gayretiyle Batı’nın desteklediği alanlarda buluşma çabasındadır. Halbuki her an değişime uğrayabilecek hiçbir şey kişileri hakiki manada bir arada tutacak kadar sağlam değildir. Zira, akımın asıl sahibi kendisinden saymadığını birden ortada bırakıverir.
Allah’a teslim olan kulların buluşma noktası İslam’dır. Allah’a kulluktur. Aradaki zararsız farklılıklar, ırkçılığın yerleştirdiği güvensizlikler ve kötü reklam kampanyalarının hepsini bir kenara bırakarak kalplerden kini, zihinlerden aşağılık duygusunu ve hayatlardan alıştırılmış çaresizliği söküp atmalıdır.
Ey Allahım! Bizi doğru insanlarla dostluk kuranlardan, doğru ortamlarda çaba gösterenlerden ve doğru kişilere, doğru işler için yardımcı olanlardan eyle. Kalplerimizi kinden ve zihinlerimizi ırkçılıktan arındır. Kabullendiğimiz çaresizlik ve ümitsizlik halinden kurtar. Gönüllerimizi sevdiklerinin sevgisiyle ve sevdiklerine yardım etme azmiyle doldur. Bizi iki dünyası için de çalışanlardan ve hayırlı işlerle hem yaşadığı topluma, hem de dünyanın her yerindeki müslüman kardeşlerine faydası dokunanlardan eyle.
Amin.