11 Kasım 2024
Tevbe Sûresi 1-6 (186. Sayfa)
Tevbe Sûresi
Son iki âyet hariç Medine döneminde, Peygamber Efendimizin irtihaline yakın bir zamanda inmiştir. 129 âyettir. Sûre, adını Allah’ın kullarının tövbesini kabul edeceğini bildirdiği 104. âyetten almıştır. İlk âyette geçen “berâet” kelimesinden dolayı sûreye Berâe sûresi adı da verilmiştir. Başında besmele olmayan tek sûredir. Sûrenin başına besmelenin yazılmamış oluşunu bazı bilginler, onun bir önceki sûrenin devamı mahiyetinde oluşu ile açıklamışlardır. Sûrede başlıca, yaptıkları antlaşmalara bağlı kalmayan düşmanlarla ilişkilerin kesilmesi, antlaşmalara bağlı kalanlara karşı ise antlaşmalara bağlı kalınmasının gerekliliği; Tebük seferine hazırlık, Tebük seferi öncesi ve dönüşü sırasında münafıkların sergilediği iki yüzlü tavır, ehl-i kitapla ilişkiler, cizye ve zekât hükümleri, çölde yaşayan Arapların Kur’an talimatı karşısındaki tavırları, Kur’an’ın müslümanlar üzerinde oluşturduğu etki ve Hz. Peygamber’in müslümanlar adına duyduğu endişe söz konusu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada dokuzuncu, iniş sırasına göre yüz on üçüncü sûredir. Mâide sûresinden sonra, Nasr sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Müfessirler arasındaki hâkim kanaate göre son iki âyeti Mekke’de inmiştir. 113. âyetinin de Mekke’de indiğine dair bir rivayet bulunmaktadır. Hicretin 9. yılında nâzil olmaya başlayan bu sûrenin Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu yönünde bir rivayet de vardır (Şevkânî, II, 378; Elmalılı, IV, 2441). İçeriği ve konusuna ilişkin tarihî bilgiler, sûrenin hemen tamamının Tebük Seferi’nden az bir zaman önce başlayıp sefer süresince ve seferden hemen sonraki günlerde, en büyük kısmıyla da Medine’den Tebük’e yapılan uzun yürüyüş sırasında vahyedildiğini göstermektedir (bk. Esed, I, 343). Aşağıda açıklanacağı üzere sûrenin baş kısmı Tebük Seferi’ni takiben yani kronolojik sıra itibariyle diğer kısımlarından sonra inmiştir. Hz. Peygamber Tebük Seferi’nden döndükten sonra Hz. Ebû Bekir’i hac emîri olarak görevlendirmişti. Ebû Bekir beraberindeki müslümanlarla hareket ettikten sonra bu sûrenin baş kısmı nâzil oldu. Bunun üzerine Resûlullah sûredeki buyrukları hac esnasında insanlara tebliğ etmesi için Hz. Ali’ye görev verdi. Hz. Ali hac kafilesine yolda yetişti. Hz. Ebû Bekir ona âmir sıfatıyla mı yoksa memur sıfatıyla mı geldiğini sordu. O sadece sûreyi hac sırasında insanlara tebliğ etmekle memur olduğunu söyledi. Birlikte Mekke’ye gittiler. Hz. Ali kurban bayramının birinci günü Cemre-i Akabe yanında insanlara hitap etti, kendisinin Hz. Peygamber’in elçisi olduğunu bildirip sûreden otuz veya kırk (Mücâhid’den yapılan rivayete göre on üç) âyet okudu ve şu dört hususu özellikle tebliğ etmekle görevli olduğunu söyledi: Bu yıldan sonra Kâbe’ye müşrik yaklaşmayacak, kimse Kâbe’yi çıplak tavaf etmeyecek, mümin olmayan cennete giremeyecek, verilen söz mutlaka tutulacaktır (Zemahşerî, II, 138; Râzî, XV, 218).
Sûrede yer alan başlıca konular şunlardır: Antlaşmalarını bozan müşriklere fesih bildirimi yapılıp Mescid-i Harâm çevresinin putperestlerden arındırılması, Allah ve resulüne bağlılığın ve iman kardeşliğinin diğer bütün dünyevî bağların üstünde tutulması gerektiği, Allah’ın nimetlerini ve yardımlarını hiçbir zaman göz ardı etmeksizin iman mücadelesindeki azim ve kararlılığın korunması, özellikle Tebük Seferi’ne hazırlık, Tebük’e gidiş ve dönüş sırasında münafıkların sergiledikleri davranışlar, müslümanların böyle sıkıntılı durumlarda hataya düşme ihtimallerinin artması, Ehl-i kitap’la ilişkiler, cizye ve zekât hükümleri, bedevî Araplar’ın dinî bildirimler karşısındaki tavırları, yaptığı kötülüklerden samimi pişmanlık duyanların tövbelerinin kabulü hususunda yüce Allah’ın ne kadar lutufkâr olduğu, Resûlullah’a canla başla destek olan ilk müslümanların ve onların yolunu izleyenlerin Allah katında çok üstün bir mertebeye sahip oldukları, Hz. Muhammed’in müminlere karşı engin şefkati, bu gerçekleri görmezden gelenlere karşı arşın sahibi yüce Allah’a sığınmak, O’na güvenip dayanmak gerektiği.

Diğer sûrelerden farklı olarak bu sûrenin başında “besmele”nin olmaması şu iki sebeple açıklanmaktadır: a) Bu sûrenin, aralarındaki anlam ve içerik yakınlığı itibariyle Enfâl sûresinin devamı olma ihtimali. Hz. Peygamber’den bu sûrenin Enfâl veya başka bir sûrenin parçası olduğuna dair bir açıklama nakledilmiş olmadığı için bu ihtimal zayıf bulunmuştur. Bu görüş şu açıdan da eleştirilmiştir: Eğer sebep bu olsaydı sadece Enfâl sûresinden bu sûreye geçerken besmele okunmaması gerekirdi, oysa bu sûreye başlarken de besmele okunmaz (Elmalılı, IV, 2442-2443). b) Sûrenin müşriklere ağır bir ihtarla ve –âyetin tefsiri sırasında açıklanacak sebeplere binaen– onlarla yapılmış antlaşmanın bozulup savaş ilân edilmesi tâlimatıyla başlaması. Bu izaha göre, besmele güven ve rahmetin ifadesi olduğundan iki zıt ifadenin birlikte okunması uygun görülmemiştir. Başka bazı sûrelerin de savaş buyruğu içerdiği (Derveze, XII, 66) veya “yazıklar olsun” gibi ifadelerle başladığı (Âlûsî, X, 61) gerekçesiyle bu izah eleştirilmişse de, başka bir sûrenin başında böyle şiddetli bir uyarı ve ahdi bozma ifadesi yer almamaktadır. Bu konudaki izah farklılıkları bir yana, İslâm âlimleri bu sûrenin başında besmelenin yazılmaması ve okunmaması gerektiği hususunda fikir birliği içindedirler. Bunun herkesçe kabul edilen ortak sebebi Resûlullah’ın bu sûrenin başında besmeleyi yazdırmamış olmasıdır. Bu durum, Kur’an’ın hiçbir değişikliğe uğratılmaksızın, aynen Hz. Peygamber’den öğrenildiği biçimde sonraki nesillere aktarılması konusunda sahâbenin büyük bir titizlik gösterdiğini ve bu ulvî emanetin nesiller boyu özenle korunduğunu açıkça ortaya koyan kanıtlardan biri sayılmalıdır (Râzî, XV, 216; Mevdûdî, II, 179). Şu hususa da işaret edilmelidir ki, Tevbe sûresinde besmele çekilmemesi bu sûrenin başıyla ilgilidir. Şayet Kur’an okumaya bu sûrenin başından başlanacaksa sadece “eûzü” çekilir; daha sonraki bir âyetinden başlanacaksa eûzü ile birlikte besmele de okunur. Enfâl sûresinden Tevbe sûresine geçilirken ise eûzübesmele okumaksızın kıraate devam edilir.

9. yılda nazil olmuştur.

Nüzul sırası: 110. Sure olarak nazil olan son sure olduğu söylenir. (Farklı rivayetler) Bu sureye mukaşkışe denir: Kışkışlama. Şirk koşmaya, kafirlere kışkışlama. İhlas’a, Kâfirun’a ve bu sureye mukaşkışe sureleri denmiş.
Üç kişinin tevbesinin kabul edildiğinin söylendiği suredir.
Sekizinci yıl Mekke fethedildi, dokuzuncu yıl bu sure nazil oldu. O sene hacca gidilmiş. Bu sureyle müşriklerin artık saflarını belirlemeleri için kesin bir ültimatom konmuştur. Artık bu günden sonra Mekke’ye giremezler.
Tevbe kelimesinin kökü tâbe fiilidir. Kulun Allah’a, Allah’ın kula yüzünü dönmesi demektir.
Tevbe Sûresi 1. Ayet

بَرَٓاءَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۜ  ...


Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır:

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَرَاءَةٌ ihtardır ب ر ا
2 مِنَ -tan
3 اللَّهِ Allah-
4 وَرَسُولِهِ ve Elçisinden ر س ل
5 إِلَى
6 الَّذِينَ kimselere
7 عَاهَدْتُمْ andlaşma yaptığınız ع ه د
8 مِنَ -den
9 الْمُشْرِكِينَ müşrikler- ش ر ك

Hz. Peygamber Hz. Ebu Bekiri hac emiri olarak göndermişti. Hz. Peygambere “bu ayetleri ilan için Hz. Ebubekire verseydin” denildi. O, şöyle buyurdu: “Benimle alakalı bir şeyi ancak benden biri edâ edebilir.”

Ve inen bu ayetleri Hz. Ali ile gönderdi. Hz. Ali yaklaştığında Hz. Ebu Bekir deve sesini işitti ve durdu. “Bu, Hz. Peygamberin devesinin sesi” dedi. Hz. Ali yanlarına geldiğinde “emîr olarak mı geldin, yoksa me’mur olarak mı?” diye sordu.

 

Hz. Ali me’mur olarak geldiğini bildirdi. Hz. Ebubekir arefeden bir gün önce hac için orada bulunan insanlara hitap etti, haccın menasikini anlattı. Ardından Hz. Ali Cemretü’l- Akabe’de kurban bayramı günü ayağa kalktı, şöyle dedi:

“Ey insanlar! Allah rasulünün rasulü (elçisi) olarak size geldim.”

Dediler: “Buyur, bize ne getirdin?”

Bunun üzerine Hz. Ali, Tevbe sûresinden otuz veya kırk ayeti onlara okudu. Ardından şöyle dedi:

“Dört şeyi bildirmem emredildi:

1-Bu yıldan sonra hiçbir müşrik Beytullaha (Ka’beye) yaklaşmayacak.

2-Ka’be, çıplak olarak tavaf edilmeyecek.

3-Cennete ancak iman etmiş nefis girecek.

4-Müslümanlarla sözleşme yapanların sözleşmeleri ne kadar süre ile yapılmışsa, o zamana kadar geçerlidir.”
(Buhari, Tefsir 2; Müslim, Hac 435; Tirmizi, Hac 44)

برأ Berae : بُرْء – بَراء – تبَرِّي kelimelerinin aslı, hoşlanılmayan şeye akın etmekten uzak durmaktır. Bu nedenle uzaklaşmak ve kirli işlere bulaşmamış olmak anlamında kullanılır. Aynı kökten gelen بَرِيَّة lafzı ise halk demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri berî, beraat, ibrâ (name), istibra ve Müberra’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

بَرَٓاءَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۜ

 

İsim cümlesidir.  بَرَٓاءَةٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri,  هذه  şeklindedir.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  بَرَٓاءَةٌ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.  رَسُولِه۪ٓ  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِلَى  harf-i ceriyle birlikte  بَرَٓاءَةٌ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  عَاهَدْتُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

عَاهَدْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  عَاهَدْتُمْ  fiiline müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَاهَدْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  عهد’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

بَرَٓاءَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۜ

 

Bu sure müşriklerin akitlerini bozması ve onlarla savaş hakkındadır. Bununla ilgili olarak müşriklerle alakanın kesilmesinin ilanıyla başlamıştır. Surede bunun detayları anlatılmaktadır. Allah Teâlâ’nın rahmetine işaret olarak da besmele hazfedilmiştir.

Müslümanlar, Allah Teâlâ'nın izniyle ve Resulullah’ın onayı ile Mekkeli müşrikler ve diğerleriyle muahede yani yeminli ittifak yapmışlardı.

Sonra o müşriklerden Benî Damre ile Benî Kinane dışında diğerleri ahitleri bozdular verdikleri sözlerde durmadılar.

İşte bunun üzerine Müslümanlara da antlaşmayı feshetmeleri ve arada bir antlaşma kalmadığını onlara bildirmeleri emredildi ve o müşriklere dört ay süre verildi ki istedikleri yere gitsinler. (Ebüssuûd)

مِنَ  ibtidaiyye,  اِلَى  intihâ manasındadır. (Âşûr)

İbtidaiyye olan ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.  بَرَٓاءَةٌ, takdiri  هذه  olan mübtedanın haberidir.

اِلَى الَّذ۪ينَ  car mecruru  بَرَٓاءَةٌ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

اللّٰهِ - رَسُولِه۪ٓ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hüsn-i ibtida ve hüsn-i tehallus adı verilen sanatlarla sureye giriş yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ ilmi)

بَرَٓاءَةٌ  kelimesinin tenvini, olayın büyüklüğünü ifade eder.

مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ  kaydı ise bu büyüklüğü daha da artırmak içindir. (Safvetu’t Tefasir) İhtarın, Allah Teâlâ'ya nispet edilmesi, O’nun şanını tenzih, tazim ve korkunçluğunu ifade; kâfirlerin zelil, değersiz, perişan ve zavallı olduklarını tescil eder. (Ebüssuûd)

رَسُولِه۪ٓ  şeklindeki izafet Resulullah'ı (s.a.) yüceltmek içindir.

بَرَٓاءَةٌ  kelimesinin asıl kök manası, Müfredat ve Basair’de açıklandığına göre, herhangi bir çirkin şeyden kurtulmak ve uzaklaşmaktır. Ebubekir Râzî bunu açıklayarak “Ahkâm-ı Kur'an”da der ki: “ بَرَٓاءَةٌ, dostluk antlaşmasının kesilmesi, dokunulmazlığın kaldırılması ve sağlanmış olan eman (güvence)ın sona erdirilmesidir.” Fahreddin Razî de tefsirinde der ki: “ بَرَٓاءَةٌ’in manası dokunulmazlığın kaldırılmasıdır.” İşte burada  بَرَٓاءَةٌ  herhangi bir çirkinlikten ve noksanlıktan salim olmak ve uzaklaşmak demek olan aslî manasını korumakla birlikte bilhassa siyaset hukuku ve milletlerarası hukuk dilindeki ıstılahî anlamı geçerlidir: “Savaş çıkmasını gerektiren bir ilişki kesme” demektir. İşte böylece surenin ilk ayeti bir ültimatom ve ondan sonrası da bunun gerekçesi ve bu gerekçenin herkese duyurulması ve açıklanmasıdır. (Elmalılı)
Tevbe Sûresi 2. Ayet

فَس۪يحُوا فِي الْاَرْضِ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ  ...


Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise, inkârcıları perişan edecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسِيحُوا dolaşın س ي ح
2 فِي
3 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
4 أَرْبَعَةَ dört ر ب ع
5 أَشْهُرٍ ay ش ه ر
6 وَاعْلَمُوا ve bilin ki ع ل م
7 أَنَّكُمْ siz
8 غَيْرُ değilsiniz غ ي ر
9 مُعْجِزِي aciz bırakacak ع ج ز
10 اللَّهِ Allah’ı
11 وَأَنَّ ve şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 مُخْزِي rezil, perişan edecektir خ ز ي
14 الْكَافِرِينَ kafirleri ك ف ر

فَس۪يحُوا فِي الْاَرْضِ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  س۪يحُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  س۪يحُوا  fiiline müteallıktır.  اَرْبَعَةَ  zaman zarfı,  س۪يحُوا  fiiline müteallıktır.

اَشْهُرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf  harfidir.  اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  كُم muttasıl zamiri,  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar,

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  اعْلَمُٓوا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرُ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مُعْجِزِي  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مُعْجِزِي  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ

 

  

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  مُخْزِي  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup  ی  üzere mukadder damme ile merfûdur.

الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَس۪يحُوا فِي الْاَرْضِ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ

 

Ayet, ibtidaiyyeye matuftur.  فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıta hükmündedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Bu dört ayın Şevval'den itibaren Muharrem sonuna kadar olan dört ay olduğu hakkında Zührî'den bir kavil varsa da diğer tefsir alimleri, bu tebliğin yapıldığı Zilhicce'nin onuncu gününden itibaren Rebiulahir'in onuna kadar geçen dört aylık süre olduğunu söylemişlerdir ki doğrusu da budur. (Elmalılı)

Aynı üslupta gelen …وَاعْلَمُٓوا  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.

Aynı üslupta gelen ikinci masdar-ı müevvel birinciye matuftur. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, haşyet duyguları uyandırmak ve emre uyulmasını teşvik içindir.

Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak içindir. 

 اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ  cümlesiyle  وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu, bir emir değildir. Aksine bundan maksat, mübahlık, mutlaklık ve emânın tahakkuk edip korkunun da zail olduğunu bildirmektir. Yani “Bu müddet içinde siz, öldürülmekten ve savaşmaktan eminsiniz.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin  وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ  bölümünde muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. Bu iltifat sanatı dolayısıyla insanlara direkt olarak “kâfirsiniz” denmemiş ama kâfir oldukları zımnen ifade edilmiştir.

Bu kelamda zahir ismin, zamir yerinde kullanılması (onları değil de kâfirleri denmesi), onların şirk ile vasıflandırılmaları, sonra küfür ile zemmedilmeleri ve hezimete uğratılmalarının sebebinin küfürleri olduğunu zımnen bildirmek içindir.  (Ebüssuûd)

Seyahat, suyun akması gibi kolayına geldiği şekilde yeryüzünde gezip dolaşmaktır, şehirlerden ve beldelerden uzaklara varıncaya kadar istediği yere gitmek ve seyr ü sefer etmektir. Bu suretle seyahat anlamı içinde serbestçe dolaşmak ve genişçe hareket etmek manası vardır. (Elmalılı)

“Bilin ki siz Allah'ı aciz bırakabilecek değilsiniz.” buyruğuna gelince bunun, “Bu zaman tanımanın herhangi bir acziyetten dolayı olmadığını; tövbe edenler tövbe etsinler diye bir maslahat ve lütuftan dolayı olduğunu biliniz!” manasında olduğu ileri sürüldüğü gibi bunun, “Allah'ı, hiçbir surette acze düşüremeyeceğinizi bilerek geziniz, dolaşınız.” manasında olduğu da ileri sürülmüştür ki bunun gayesi, “Ben size mühlet tanıdım ve sizi serbest bıraktım, salıverdim. O halde teçhizat ve hazırlık yapmaya dair yapılması mümkün olabilecek her şeyi yapınız. Zira sizler Allah'ı acze düşüremezsiniz. Aksine Allah, sizi aciz bırakır ve sizin üzerinizde hükmünü yürütür.” manasıdır. Bu ifadeye, “Bu mühlet, sizin Allah'ın elinden kaçıp kurtulamayacağınız hususunda asla endişe duyulmadığını bilmeniz için verilmiştir. Zira siz, nerede olursanız olun, Allah'ın mülkünde ve O'nun hükümranlığı altındasınız.” manası da verilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin  وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ  şeklindeki son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantûkunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

 
Tevbe Sûresi 3. Ayet

وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ  ...


Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah’a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَذَانٌ ve duyurudur ا ذ ن
2 مِنَ -tan
3 اللَّهِ Allah-
4 وَرَسُولِهِ ve Elçisinden ر س ل
5 إِلَى
6 النَّاسِ insanlara ن و س
7 يَوْمَ günü ي و م
8 الْحَجِّ Hac ح ج ج
9 الْأَكْبَرِ en büyük ك ب ر
10 أَنَّ şüphesiz
11 اللَّهَ Allah
12 بَرِيءٌ uzaktır ب ر ا
13 مِنَ -dan
14 الْمُشْرِكِينَ puta tapanlar- ش ر ك
15 وَرَسُولُهُ ve Elçisi ر س ل
16 فَإِنْ eğer
17 تُبْتُمْ tevbe ederseniz ت و ب
18 فَهُوَ bu
19 خَيْرٌ daha iyidir خ ي ر
20 لَكُمْ sizin için
21 وَإِنْ ve eğer
22 تَوَلَّيْتُمْ dönerseniz و ل ي
23 فَاعْلَمُوا bilin ki ع ل م
24 أَنَّكُمْ siz
25 غَيْرُ değilsiniz غ ي ر
26 مُعْجِزِي aciz bırakacak ع ج ز
27 اللَّهِ Allah’ı
28 وَبَشِّرِ ve müjdele ب ش ر
29 الَّذِينَ kimselere
30 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
31 بِعَذَابٍ bir azabı ع ذ ب
32 أَلِيمٍ acı ا ل م

وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf  harfidir.  اَذَانٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Veya mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هذا أذان ... أو هذه الآيات أذان (Bu bir ilandır veya bu ayetler bir ilandır.) şeklindedir.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَذَانٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

رَسُولِه۪ٓ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَى النَّاسِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  يَوْمَ  zaman zarfı, mahzuf habere müteallıktır.  الْحَجِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْاَكْبَرِ  kelimesi  الْحَجِّ ‘nin sıfatıdır.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اَذَانٌ  kelimesinin sıfatı veya haberidir. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  بَر۪ٓيءٌ  kelimesi  اَنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  بَر۪ٓيءٌ’e müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ’nin cer alameti  ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  رَسُولُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  بريء  şeklindedir. 

 

 فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تُبْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.

Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  خَيْرٌ’e müteallıktır.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindedir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّيْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.

Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  كُم muttasıl zamiri,  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar,

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  اعْلَمُٓوا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرُ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مُعْجِزِي  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مُعْجِزِي  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  بَشِّرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِعَذَابٍ  car mecruru  بَشِّرِ ‘e müteallıktır.  اَل۪يمٍ  kelimesi  عَذَابٍ’in sıfatıdır.

بَشِّرِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ 

 

Baştaki berâet “o kimselere” diye henüz ulaşmak üzere bulunan mutlak anlamda bir berâattir. Bu ikinci ise bilfiil gerçekleşmeye başlamış olan berâettir. Ve her ikisinde de berâetin müteallakı (ilgi alanı) müşrikler, ilanın müteallakı ise gerek kâfir gerek mümin bütün insanlardır. (Elmalılı)

İbtidaiyye olan ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.  وَاَذَانٌ, takdiri  هذَا  olan mübtedanın haberidir. Veya mahzuf haber için mübtedadır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Lafza-i celâlin zikri, konunun önemini de vurgulamaktadır.

اللّٰهِ - رَسُولِه۪ٓ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. الْاَكْبَرِ  kelimesi  الْحَجِّ  kelimesi için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

Hac, ekber (büyük) vasfıyla vasıflandırılmıştır. Çünkü umreye hacc-ı asgar (küçük hac) denir.

Yahut hacdan murad, o gün ifa edilen hac-c menâsikidir (ibadetleridir). Zira o gün ifa edilen hac menâsiki, diğerlerinden daha büyüktür.

Yahut Müslümanlar ile müşrikler o hacda bir araya gelmişlerdi.

Yahut Müslümanların azizliği ve müşriklerin zelilliği o hacda ortaya çıkmıştı. (Ebüssuûd)

وَاَذَانٌ  kelimesinin tenvini, olayın büyüklüğünü ifade eder.

مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ  kaydı ise bu büyüklüğü daha da artırmak içindir. (Safvetu’t Tefasir)

رَسُولِه۪ٓ  şeklindeki izafet Resulullah’ı (s.a.) yüceltmek içindir. 

وَرَسُولُهُۜ  kelimesinin Allah ve Resulü anlamını taşıması için ötreli olması gerekir. Aksi takdirde  رَسُول  kelimesi esreli okunursa “Allah, müşriklerden ve resulünden uzaktır.” gibi bir mana anlaşılır ki bu ayetin maksadına muhaliftir. O yüzden bu ayetten sonra harekeleme hareketi başlamıştır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ, lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.  

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, takdir edilen  ب  harfiyle birlikte  اَذَانٌ  kelimesinin sıfatına müteallıktır. Masdar-ı müevvelin  اَذَانٌ  için sıfat veya haber olması caizdir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve konunun önemini belirtmek içindir.


فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. 

Şart cümlesi  تُبْتُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ  ise faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.

Bu ifade, Allah tarafından tövbeye ve Allah ile Resulullah'ın kendilerinden berî olmalarına sebep olan şirkten sıyrılıp çıkmalarına bir teşviktir. (Fahreddin er-Râzî)

Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan …وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا  cümlesi, makabline matuftur. Şart cümlesi  تَوَلَّيْتُمْ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ  cümlesi  فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Müsnedin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, haşyet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاِنْ تُبْتُمْ… - وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ  cümleleri arasında mukabele vardır.

اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِ  ibaresi önceki ayette de geçmişti. İki cümle arasında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi, 29)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi, 29)

تُبْتُمْ - تَوَلَّيْتُمْ  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

 

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası olan  كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

بِعَذَابٍ  ,اَل۪يمٍۙ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Burada muhataptan gaibe dönüş şeklinde iltifat sanatı vardır. Allah insanlara uyarısını onları muhatap alarak yapmış, ancak bu uyarı sonrasında inkârı seçenleri muhatabı olmaktan çıkarmıştır. Bu durum kâfirler için alçaltıcı bir durumdur. İşte bu tahkir anlamının ortaya çıkması için ayette iltifat sanatı yapılmıştır.

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ  ibaresinde edebiyatta ‘alaylı üslup’ denilen bir üslup sözkonusudur. Çünkü bir kimseyi azap ile müjdelemek onunla alay etmek demektir. (Safvetu’t Tefasir)

[“Kâfirleri müjdele!”] ibaresinde tebei istiare vardır. Tehekküm ve alay maksadıyla uyarmak, ikaz etmek müjdelemeye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinde de sürura kavuşmak olmasıdır. İnzar masdarı tebşir masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan mazi fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi, Âl-i İmran Suresi 21’de geçen aynı ibarenin açıklaması) 

عذاب: Hale ve tabiata münasip demektir. Mekruh şeyler ve ceza için kullanılması da o kişinin haline cezanın uygun olması sebebiyledir. Kökünde şiddet manası olmadığı için Kur’an’da çoğunlukla makama uygun bir sıfatla gelmiştir (et-Tahkîk). Kur’an’da 373 kez geçer (Kur’an-ı Kerim Lügatı).

Cehennem kâfirin tabiatına, cennet de müminin tabiatına uygun bir karşılıktır.

عذاب  kelimesinin nekre gelişi de tazim ifade eder.

اللّٰهِ - رَسُولِه۪ٓ - اِنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كَفَرُوا - الْمُشْرِك۪ينَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tevbe Sûresi 4. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ شَيْـٔاً وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَداً فَاَتِمُّٓوا اِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ اِلٰى مُدَّتِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ  ...


Ancak Allah’a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariç
2 الَّذِينَ kimseler
3 عَاهَدْتُمْ andlaşma yaptığınız ع ه د
4 مِنَ -den
5 الْمُشْرِكِينَ müşrikler- ش ر ك
6 ثُمَّ sonra
7 لَمْ
8 يَنْقُصُوكُمْ size eksik bırakmayan ن ق ص
9 شَيْئًا hiçbir şeyi ش ي ا
10 وَلَمْ ve
11 يُظَاهِرُوا arka çıkmayanlar ظ ه ر
12 عَلَيْكُمْ size karşı
13 أَحَدًا hiç kimseye ا ح د
14 فَأَتِمُّوا tamamlayın ت م م
15 إِلَيْهِمْ onların
16 عَهْدَهُمْ andlaşmalarını ع ه د
17 إِلَىٰ kadar
18 مُدَّتِهِمْ tanıdığınız süreye م د د
19 إِنَّ şüphesiz
20 اللَّهَ Allah
21 يُحِبُّ sever ح ب ب
22 الْمُتَّقِينَ korunanları و ق ي
Riyazus Salihin, 690 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Münâfığın alâmeti üçtür:
Konuşunca yalan söyler.
Söz verince sözünde durmaz.
Kendisine bir şey emanet edilince hiyanet eder.”
Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20
Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır:
“Oruç tutsa, namaz kılsa, müslüman olduğunu söylese de”  (Müslim, Îmân 109-110)

اِلَّا الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ 

 

اِلَّا  istisnâ harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ, müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  عَاهَدْتُمْ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

عَاهَدْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  عَاهَدْتُمْ  fiiline müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَاهَدْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  عهد’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


 ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ شَيْـٔاً وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَداً فَاَتِمُّٓوا اِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ اِلٰى مُدَّتِهِمْۜ 

 

ثُمَّ  Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَنْقُصُوكُمْ  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

شَيْـٔاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يُظَاهِرُوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  يُظَاهِرُوا  fiiline müteallıktır.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كانوا فعلوا ذلك فأتمّوا (Eğer bunu yaparlarsa tamamlayın.) şeklindedir.

اَتِمُّٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْهِمْ  car mecruru  اَتِمُّٓوا  fiiline müteallıktır.  عَهْدَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى مُدَّتِهِمْ  car mecruru  عَهْدَهُمْ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُظَاهِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ظهر ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.  يُحِبُّ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

الْمُتَّق۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُتَّق۪ينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِلَّا الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ شَيْـٔاً وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَداً 

 

Müstesna konumundaki  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müstesna minh, önceki ayettir.

Sıla cümlesine  ثُمَّ  ile atfedilen  يَنْقُصُوكُمْ شَيْـٔاً, menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupla gelen  وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَداً  cümlesi, makabline  وَ ’la atfedilmiştir.

اَحَداً  ve  شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfi siyakta nekre umuma işaret eder. 


فَاَتِمُّٓوا اِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ اِلٰى مُدَّتِهِمْۜ 

 

فَ  rabıtadır. Cümle, takdiri  إن كانوا فعلوا ذلك  (Eğer bunu yaparlarsa...) olan mahzuf şartın cevabıdır.  

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzuf şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Rivayet olunduğuna göre Resulullah ile müşrikler arasında “Kâbe'yi tavaftan kimseyi engellememek ve Mekke şehrinde kimse tehdit edilmemek ve korkutulmamak” üzere bir genel sözleşme, ayrıca Huzaa, Müdlic vs. Arap kabileleri ile o kabilelerin özelliklerine göre yapılmış olan ve belli süreleri içeren ikili sözleşmeler vardı. Ne zaman ki Hz Peygamber Tebük Seferi’ne çıktı, o zaman savaşa katılmayıp Medine'de kalan münafıklar, etrafa çeşitli yalan haberler yaymaya başladılar. Bunun üzerine de müşrikler ahitlerini bozmaya başladılar. Öyle ki Hz. Peygamber Tebük'ten döndüğünde onların birçoğu ahitlerini bozmuş bulunuyorlardı. Bunun üzerine yukarıda da anlatıldığı şekilde bu sure nazil olmuş, ahitleri yüzlerine fırlatılıp atılmış ve “nebz” edilmiş oldu. Ancak Beni Damra ve Beni Kinâne gibi pek az kabile ahitlerini bozmamıştı. İşte genel bir “nebz”den sonra bu ayette özel ve ikili anlaşmalara temas edilerek ahitlerine riayet etmiş olan bu gibi kimselere, anlaşmaların özelliğine göre o anlaşmalarda belirtilen sürenin sonuna kadar süre tanınması istisnai bir durum olarak bildirilmektedir. Onlar bir noksan iş yapmadıkça antlaşmada belirlenen sürenin sonuna kadar onlara mühlet tanınması emrolunmaktadır. Yukarıda geçtiği üzere Hz. Ali tarafından dördüncü madde olarak ilan edilen ve “Her ahit sahibine ahd-i itmam olunacaktır.” fıkrası da bunu içermekteydi. (Elmalılı)

 

 اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Ayette muhatap müminler olduğu için bu haber malumdur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı,  Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Şartın cevabı, mesel tarikinde tezyîl olarak ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin son cümlesiyle ahde vefa gösterenlerin müttakiler olduğu anlaşılmaktadır.

Bu kelam, ilâhî buyruğa uyma zaruretinin sebebini açıklar.

Antlaşma hukukunu gözetmek takvadandır. Karşı taraf müşrik bile olsa, ahde vefa etmelidir. Ahde vefa edenle etmeyen hiçbir zaman bir değildir. (Ebüssuûd)

 عَاهَدْتُمْ - عَهْدَهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tevbe Sûresi 5. Ayet

فَاِذَا انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۚ فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَب۪يلَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 انْسَلَخَ geçtiği س ل خ
3 الْأَشْهُرُ aylar ش ه ر
4 الْحُرُمُ haram ح ر م
5 فَاقْتُلُوا öldürün ق ت ل
6 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanları ش ر ك
7 حَيْثُ nerede ح ي ث
8 وَجَدْتُمُوهُمْ bulursanız onları و ج د
9 وَخُذُوهُمْ ve onları yakalayın ا خ ذ
10 وَاحْصُرُوهُمْ ve hapsedin ح ص ر
11 وَاقْعُدُوا ve otur(up) bekleyin ق ع د
12 لَهُمْ onları
13 كُلَّ her ك ل ل
14 مَرْصَدٍ gözetleme yerinde ر ص د
15 فَإِنْ eğer
16 تَابُوا tevbe ederlerse ت و ب
17 وَأَقَامُوا ve kılarlarsa ق و م
18 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
19 وَاتَوُا ve verirlerse ا ت ي
20 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
21 فَخَلُّوا serbest bırakın خ ل و
22 سَبِيلَهُمْ yollarını س ب ل
23 إِنَّ çünkü
24 اللَّهَ Allah
25 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
26 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
رصد Rasade : رَصَدٌ gözetlemeye hazır olmak demektir. رَصَدٌ sözcüğü gözetleyen tek bir fert için kullanıldığı gibi bu işi yapan bir topluluk içinde kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rasathane ve Mirsad’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَاِذَا انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۚ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

انْسَلَخَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَشْهُرُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْحُرُمُ  kelimesi  الْاَشْهُرُ’nun sıfatıdır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اقْتُلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْمُشْرِك۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

وَجَدْتُمُوهُمْ  şeklinde başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiiller, mansub muttasıl zamirle kullanıldığında fiil ile zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  وَجَدْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı/işbâ edatı denilir.

وَ  atıf harfidir.  خُذُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir. احْصُرُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اقْعُدُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

لَهُمْ  car mecruru  اقْعُدُوا  fiiline müteallıktır.  كُلَّ  mekân zarfı,  اقْعُدُوا  fiiline müteallıktır. مَرْصَدٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

انْسَلَخَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  سلخ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 


فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَب۪يلَهُمْۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَابُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  اَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اٰتَوُا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  خَلُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

سَب۪يلَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَلُّوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  خلو’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ  haber olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

غَفُورٌ - رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. “Son derece affeden ve son derece merhamet eden” demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِذَا انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۚ

 

فَ  istînâfiyyedir. Cümle  şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart harfi, müstakbel manalı zaman zarfı  اِذَا, şart cümlesi olan …  انْسَلَخَ  cümlesine muzâf olmuştur.

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi  فَاقْتُلُوا الْمُشْرِك۪ينَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اقْتُلُوا  zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

انْسَلَخَ الْاَشْهُرُ الْحُرُمُ  ifadesinde güzel bir istiare vardır.  سَلَخَ ’nın aslı hayvan derisini, eti ortaya çıkıncaya kadar çekip soymaktır.  انْسَلَخَ  bu ayette tasrîhi istiare yoluyla “geçti, sona erdi” manasında kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)

Şerîf er-Radî bu istiareyi şöyle açıklamıştır: “سَلَخَ ’nın asıl anlamı, ‘bir şeyi birleştiği ve karıştığı şeyin içerisinden sıyırıp çıkarmak’tır. Görmez misin sen, koyunu derisinden sıyırıp çıkardığında  سَلَخْتُ الشاةَ ‘koyunu yüzdüm’ dersin ama gömleğini üzerinden çıkardığında  سَلَخْتُ القميص ‘gömleği yüzdüm’ demezsin. Çünkü gömlekle bedenin arasında birbirine kaynama ve birleşme durumu söz konusu değildir. Bu yüzden burada haram ayların ‘sıyrılıp çıkması’nı  انْسَلَخَ  -diğer ayların aksine- ‘haram ayların sona ermeleriyle öbür aylardan meşhur ve maruf halde sıyrılıp çıkmaları’ şeklinde anlamak caizdir. Çünkü (haram aylar) başlangıçları ve sonlarıyla birbirini izler. Önleri ve sonları meşhur ve maruftur; o yüzden başlamaları meşhur olduğu gibi sona ermeleri de aynı şekilde apaçık bilinir.” (Kur’an Mecazları, Şerîf er-Radî)

سَلَخَ, bir şeyin belli bir mekândan ayrılıp çıkmasıdır. Binaenaleyh bu, o şeyin, belli bir zamandan çıkıp ayrılması hakkında da kullanılmıştır. Zira mekân ile zaman arasında çok sıkı ve tam bir ilgi vardır.  Binaenaleyh bir şey derisinden sıyrılıp çıktığında, o derinin iç yüzeyinden, o satıhtan sıyrılıp çıkmış olur ki işte bu yüzey gerçekte onun mekânıdır. Tıpkı bunun gibi bir ay tamam olduğunda, kendisini kuşatan şeyden sıyrılıp başka bir aya girilmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)

Mekân zarfı  اقْتُلُوا ,حَيْثُ  fiiline mütealıktır. Muzâfun ileyh olan  وَجَدْتُمُوهُمْ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَخُذُوهُمْ ,احْصُرُوهُمْ  ,اقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍۚ  cümleleri cevap cümlesine matuftur.

Allah Teâlâ, bu aylar sona erince şu dört şeye müsade etmiştir:

a. “Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün.” Bu ayet mutlak manada yani nerede ve ne zaman olursa olsun müşriklerin öldürülmelerini emretmektedir.

b. “Onları esir olarak yakalayın.”

c. “Onları hapsedin.” “Hasr”, bir şeyi, kendini kuşatan şeyin dışına çıkmaktan men etmektir. İbni Abbas (r.a.), Cenab-ı Hakk'ın bu tabir ile “Eğer kendinizi koruyabilirseniz onları engelleyin, muhasara edin.” manasını kastettiğini söylemiştir. Ferrâ da onların “hasr”ının  (احْصُرُو), Beytullah'tan uzak tutulmaları ve men edilmeleri olduğunu söylemiştir.

d. “Onların bütün geçit yerlerini tutun.”  مَرْصَدٍۚ, düşmanın rasat edildiği (gözetildiği) yer demektir.  (Fahreddin er-Râzî)


فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَب۪يلَهُمْۜ

 

Ayetin bu cümlesi istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَابُوا  cümlesi, şarttır.

Aynı üsluptaki   وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ  ve  وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ  cümleleri, şart cümlesine tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi  فَخَلُّوا سَب۪يلَهُمْۜ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tövbe, namaz ve zekat onların artık din kardeşi olduklarının en önemli göstergeleridir.

Allah, tövbe edip iman edenleri bağışlar ve onlara rahmet eder. Burada şöyle bir incelik vardır: Allah Teâlâ, bütün hayır yollarını onlar için daraltmış ve onları çeşitli belaların içine atmış, sonra da onların küfürden tövbe etmeleri, namazı kılmaları ve zekatı vermeleri halinde dünyevî her türlü afetten kurtulacaklarını beyan etmiştir. Binaenaleyh biz de kıyamet günü durumumuzun böyle olmasını fazl-ı ilahîden umarız. Dolayısıyla tövbe, nazarî (fikri) kuvveti, cehaletten; namaz ile zekat da amelî kuvveti uygun olmayan şeylerden temizlemektir. Bu da en mükemmel saadetin bunlara bağlı olduğunu gösterir.  (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Fasılla gelen bu son cümle ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.  اِنَّ  ,غَفُورٌ ’nin birinci,  رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

Allah’ın  غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

 
Tevbe Sûresi 6. Ayet

وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟  ...


Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 أَحَدٌ birisi ا ح د
3 مِنَ -dan
4 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك
5 اسْتَجَارَكَ aman dilerse ج و ر
6 فَأَجِرْهُ onu yanına al ج و ر
7 حَتَّىٰ ta ki
8 يَسْمَعَ işitsin س م ع
9 كَلَامَ sözünü ك ل م
10 اللَّهِ Allah’ın
11 ثُمَّ sonra
12 أَبْلِغْهُ onu ulaştır ب ل غ
13 مَأْمَنَهُ güvenli bir yere ا م ن
14 ذَٰلِكَ böyle (yap)
15 بِأَنَّهُمْ çünkü onlar
16 قَوْمٌ bir topluluktur ق و م
17 لَا
18 يَعْلَمُونَ bilmez ع ل م

وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اَحَدٌ  kelimesi mahzuf fiilin faili olup lafzen merfûdur. Takdiri,  استجارك (Sana sığınırsa) şeklindedir.

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  اَحَدٌ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.

اسْتَجَارَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اَجِرْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَسْمَعَ  fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  اَجِرْهُ  fiiline müteallıktır.

يَسْمَعَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

كَلَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.

ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَبْلِغْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مَأْمَنَهُ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَجَارَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi جور’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

اَبْلِغْهُ   fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  بلغ ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

  

  ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟

 

İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بِ  harf-i ceri, sebebiyyedir.

هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  قَوْمٌ  kelimesi  أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

لَا يَعْلَمُونَ۟  cümlesi  قَوْمٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır

يَعْلَمُونَ۟  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ 

 

Ayet, …فَاِنْ تَابُوا  cümlesine matuftur. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَحَدٌ, takdiri   اسْتَجَارَكَ  (Senden sığınma isterse) olan mahzuf fiilin failidir.

اَحَدٌ  lafzının müsnedine takdim edilmesi önemine binaendir. Buradaki nekre nev içindir. (Âşûr)

Cevap cümlesi  فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى’nın gizli  أنْ’le masdar yaptığı  يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ  cümlesi , mecrur mahalde olup başındaki  حَتّٰى  ile birlikte  فَاَجِرْهُ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabına  ثُمَّ  ile  اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كَلَامَ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  كَلَامَ, şan ve şeref kazanmıştır.

اسْتَجَارَكَ - اَجِرْهُ  arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.


 ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsnedin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene tahkir ifade eder.

Cümlenin müsnedinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.  بِاَنَّهُمْ  şeklindeki harf-i cer ve masdar-ı müevvel bu mahzuf habere müteallıktır.

بِ  harfi sebep içindir. 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden  هُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يَعْلَمُونَ۟  cümlesi, kavim için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi ref mahallindedir ve ehli kitabın durumuna işaret etmektedir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

 
Günün Mesajı
Resulullah ile müşrikler arasında bazı anlaşmalar olmakla beraber onlar bu anlaşmaları bozmuştur. Onların anlaşmayı bozmaları üzerine Müslümanların bu anlaşmalara bağlı kalması uygun olmazdı. Tevbe suresi bu anlaşmaların sona erdiğini ilan ederek başlamış, bu konuda hükümler koymuştur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İman, sabır, cesaret, merhamet, muhabbet ve dua. Gittiğin her yere onları da götür, gönül bavulunda. Düştüğünde, elinden tutup kaldırırlar. Ağladığında, gözyaşlarını silerler. Sıkıldığında, dudaklarına bir tebessüm misali otururlar. Yapamayacağını düşündüğünde, seni cesaretlendirirler. Endişelendiğinde, vesveseleri tek tek sustururlar. Kararsız kaldığında, sana bünyelerindeki ilimlerini sunarlar. Kalbini yumuşatırlar. Azimle doldururlar.

Arkandan çarpan kapıların sesine, tıka kulaklarını. Gerekirse, gönlünü tatile çıkar, kabullenip iyileşene kadar. İstersen, güneş batımının renklerine saklan, gözyaşlarına sardığın dualarınla. Ama asla ümitsizliğin karanlığına sürükleme kendini.

Kaldır başını, sana el uzatan imanının elini tut ve ayağa kalk Allah’ın adıyla. Sabrın açılan yaralarını sarıyor. Cesaretin sırtına vuruyor. Muhabbetin yükünü hafifletiyor. İmanın önüne bakmanı hatırlatıyor. Yolların dua ve salavatlarla süsleniyor. Hepsi kulağına fısıldıyor: “Başarabilirsin. Gelene hoşgeldin, gidene eyvallah diyebilir ve yeni şartları sırtlanarak devam edebilirsin.”

Rabbim! Her an, her yerde yanımda olan Sensin. Her anımdan haberdar olan Sensin. İhtiyacım olanı en iyi bilen Sensin. Mekke’yi müşriklerden temizlediğin gibi; kalbimi ve zihnimi her türlü şüphe ve faydasız hallerden temizle. Rabbim! Senin adınla çıktığım bu yolu, Senin adınla bitirmemi nasip et. Hayırlara götür beni. İmanımı güçlendirerek, ilmimi arttırarak ilerlememde yardımcım ol. Attığım her adımda, aldığım her nefeste ve verdiğim her kararda Sana emanetim.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji