Mutaffifin Sûresi 17. Ayet

ثُمَّ يُقَالُ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۜ  ...

Sonra da onlara, “Yalanlamakta olduğunuz işte budur” denecektir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 يُقَالُ denilecektir ق و ل
3 هَٰذَا işte budur
4 الَّذِي şey
5 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
6 بِهِ onu
7 تُكَذِّبُونَ yalanlıyor(lar) ك ذ ب
 

“Günahkârlar” diye çevirdiğimiz füccâr kelimesi fâcirin çoğulu olup bunların nitelikleri ve âhiretteki durumları 11-17. âyetlerde açıklanmıştır. Bunların “yazısı”dan maksat da yapıp ettiklerine ait bilgileri içeren ve âhirette önlerine konacak olan kayıtlar, sicillerdir. Yüce Allah 7. âyette bu yazının siccînde korunduğunu, 9. âyette de siccînin “amellerin kaydedilmiş bulunduğu bir defter” olduğunu ifade buyurmuştur. Zamanın kozmogonisinden etkilendikleri anlaşılan bazı müfessirlere göre siccîn, “yedi kat yerin dibi” veya “yerin altında bulunan büyük bir kaya”dır; bir kısmına göre de cehennemde bir kuyudur. Dilciler ise siccîn kelimesinin, “hapishane” anlamına gelen sicn kökünden türetildiğini ve onunla eş anlamlı olduğunu ileri sürmüşlerdir (Taberî, XXX, 60-61; Kurtubî, XIX, 257-258). Zemahşerî’ye göre siccîn, “şeytanların, inkârcı ve günahkâr olan insanlarla cinlerin amellerinin Allah tarafından kaydedildiği kötülük defteri, sicili” demektir (IV, 231). Gerek âyetlerin bağlamı gerekse müfessirlerin açıklamaları dikkate alındığında siccînin, amellerin düzenli ve eksiksiz kaydedildiği, inkârcıların ve günahkârların bütün eylemlerinin yazıldığı bir kitap (kütük) olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte siccîn âhiretle ilgili olduğu için müteşâbih (anlamını kesin olarak bilmemiz mümkün olmayan) kelimelerdendir. Siccînin nasıllığı ve niceliği hakkındaki bilgi Cenâb-ı Hakk’a ait olup müminlerin görevi onun varlığına ve insanların dünyada yapıp ettiklerinin hesabının âhirette sorulması sırasında ortaya çıkarılmak üzere yazılıp korunduğuna inanmaktır (Allah, kullarının bütün yapıp ettiklerini bildiği halde bu tür kayıtların tutulmasının sebebi için bk. İnfitâr 82/9-12).

10-11. âyetlerde hesap ve ceza gününü inkâr eden, dolayısıyla bu tutumları siccînde kayda geçirilmiş bulunan günahkârların âhiretteki âkıbetlerinin çok kötü olacağına dikkat çekilmektedir. 12-13. âyetlerde ise bunların kötü davranışlarından üç kapsayıcı örnek gösterilmektedir: a) İnanç konularında haddi aşmaları, hak yoldan sapmaları; b) Durmadan günah işlemeleri; c) Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bunlara “eskilerin masalları” demeleri, dolayısıyla Kur’an’ı ve peygamberi red ve inkâr etmeleri. 14. âyette inkârcıların bu tür davranışlarının kalplerini kaplayıp kararttığı bildirilmiştir. “...kaplayıp karartmıştır” diye çevirdiğimiz rânefiili, sözlükte “galip geldi, kuşattı, istilâ etti” anlamlarına gelir. Bu âyette ise işlenen günahların, bir pas tabakası gibi kalbi kaplayıp karartmasını, böylece insanın düşünce ve duygularını olumsuz etkilemesini ve onun hakikatleri kavramasına engel olmasını ifade eder (Taberî, XXX, 62; İbn Âşûr, XXX, 199). Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kul günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul günahı terkedip bağışlanmayı dilerse, bu leke kaybolur. Şayet tövbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, o zaman bu siyah nokta büyüyerek onun bütün kalbini kaplar. İşte Allah Teâlâ’nın, ‘Gerçek şu ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır’ (meâlindeki) âyetinde ifade ettiği kararma ve pas tutma budur” (Müslim, “Îmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 75). Gazzâlî bu âyeti yorumlarken şöyle der: Tam tövbe önceki kusurları da telâfi edecek işler yapmaktır. Nitekim Yüce Allah “Hayır! Gerçek şu ki, onların yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır” buyurmuştur. Kir birikince zamanla tabiat halini alır ve kalbi kaplar. Bedensel isteklere uyarak işlenmiş olan önceki kötülükleri telâfi etmek için sadece ileride o istekleri bırakmak yetmez. Ek olarak iyilikler yapmak suretiyle, kalbi kaplamış olan bu kiri pası silip temizlemek gerekir (İhyâ, IV, 10)

Kur’an’da, gerçeğin ve iyinin ne olduğunu anlayıp kavrama merkezi olan mânevî anlamdaki kalbin belirtilen fonksiyonunu yitirmesiyle ilgili olarak “kararıp paslanma” anlamındaki reyn kavramının dışında “mühürlenme” (Bakara 2/7; En‘âm 6/46; Câsiye 45/23), “kilitlenme” (Muhammed 47/24) ve “kılıfla örtülüp kapanma” (En‘âm 6/25; İsrâ 17/46; Kehf 18/57) gibi anlamlara gelen başka deyimler de kullanılmıştır. Râzî’nin kaydettiği bir yoruma göre bu tür ifadeler, günah ve inkârda ısrar eden insanların kalplerinin geçirdiği farklı aşamalara işaret eder. Çünkü –az önce zikredilen hadiste de belirtildiği gibi– insan inkâra ve günah işlemeye devam ettikçe kalpteki mânevî lekelerin de aşama aşama artıp çoğalacağı açıktır (XXXII, 94-95). Nefsi anlatan âyetlere göre de bu kalp, ibadetle olgunlaşıp ilâhî rızâya erme mertebesine yükselen, ama öte yandan günahlarla da alçalan ve hep kötülüğü arzu ve telkin eden nefistir.

Ehl-i sünnet müfessirleri, “...onlar (inkârcılar) o gün elbette rablerinden mahrum kalacaklardır” meâlindeki 15. âyetten, “Şu halde müminler rablerinden mahrum kalmayacaklar” şeklinde bir sonuç çıkarmışlar ve âyeti, âhirette Allah Teâlâ’nın müminlere görüneceği (rü’yetullah) konusunda delil olarak değerlendirmişlerdir. Bu yoruma göre âyette inkârcıların âhirette bütün hazları unutturacak kadar yüksek seviyede bir mutluluk verecek olan “rablerini görme” nimetinden mahrum bırakılacakları ifade edilmiş olmaktadır. Allah Teâlâ’nın, kullarına âhirette yüce zâtını göstereceğini hadisler bildirmekle birlikte bunun nasıl olacağını Allah’tan başkası bilemez (rü’yetullah konusunda bilgi için bk. Kur’an Yolu, A‘râf 7/143).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 575-577
 

ثُمَّ يُقَالُ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۜ


Ayet, atıf harfi  ثُمَّ  ile 15.ayetteki istînâf cümlesine matuftur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

Fiil cümlesidir.  يُقَالُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Mekulü’l-kavli,  هٰذَا الَّذ۪ي ‘dir. يُقَالُ  fiilinin naib-i faili olarak mahallen mansubdur.

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  تُكَذِّبُونَۜ  fiiline mütealliktir. 

تُكَذِّبُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. تُكَذِّبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُكَذِّبُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

ثُمَّ يُقَالُ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۜ


Tertip ve terahî ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle, 15. ayetteki istinafiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. 

Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُقَالُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُقَالُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

هٰذَا  müsnedün ileyh,  الَّذ۪ي  müsneddir.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle işaret edilenin önemini vurgular. 

بِه۪  car mecrurunun  تُكَذِّبُونَ  fiiline takdimi fasılaya riayetle beraber ait zamire dikkat çekmek içindir. (Âşûr)  

Cehennemdeki azaba işaret eden  هٰذَا ‘da istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’ her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Haber konumunda olan müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, bahsedilen konunun muhatap tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında sıladaki habere dikkat çekme kastına matuftur.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , önemini vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.

كَان ’nin haberi olan  تُكَذِّبُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)